Veyis Ersöz

 

İslam’ı katıksız ve müslümanca yaşamak

 

Türkiye genelinde yaşayan yetmiş milyon nüfusun yüzde doksan dokuzundan fazlası müslümandır. Kendilerine bir soru tevcih edildiği zaman: “Ben de müslümanım” diye cevap veren insanlarımızın büyük çoğunluğu, maalesef İslam dinini müslümanca yaşamaktan uzaktır.

 

Mükellef yaşa gelmiş ve aklî muvazenesi yerinde olan her erkek ve kadın; kelime-i şehadetle girmiş olduğu İslam dininin her türlü emirleri ve yasakları ile muhataptır. Kişilerin makam ve mevkii, ekonomik gücü, servet ve sâmanı ne olursa olsun, hangi yaş ve cinsiyet grubunda bulunursa bulunsun, her müslüman, ilahî emirleri yerine getirmek, nehiylerden de son derece uzak durmak mecburiyetiyle karşı karşıyadır. Allah (c.c.) tarafından bildirilen hiçbir emirde ve hiçbir yasakta keyfîlik ve ihtiyarîlik yoktur.

 

Dağdaki çoban, tarladaki çiftçi, resmî veya gayr-i resmî yerlerde çalışan amir ve memur, her çeşit işçi ve işveren, asker ve sivil, devletin en tepe noktasında görevliler ile her kademedeki bürokrat; ilahi emirler, haramlar ve yasaklar karşısında müsavidir. İslam dininde hiç kimseye karşı bir ayrıcalık, bir tefrik kesinlikle söz konusu değildir. Zira İslam dininin cihanşumül bir din olmasının önemli esprilerinden biri de eşitlik ilkesine önem vermesidir.

 

Madem ki, Türk milleti olarak İslam’ı din olarak, Hazret-i Muhammed’i (s.a.v.) peygamber, Kur’an-ı Kerim’i de kitap olarak seçmiş; şeksiz-şüphesiz ve hiçbir zorlama olmadan kabul etmiş, yani müslüman olmuşuz, öyle ise İslam’ı gerçek manada ve müslümanca yaşamak için her şeyden önce sapasağlam, katıksız ve katkısız bir imana sahip olmalıyız. Yapmacık, göstermelik ve taklidî bir imanla ebedî olan ahiret hayatını kazanmanın çok zor, kimbilir belki de imkansız oluşu hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Yaratanımız katında muteber ve sağlam bir imana sahip olabilmek için, bu hususta doğru bir bilgiye sahip olmak lazımdır. İmanın hem kuvvetlenmesi, hem de yeterli derecede İslamî bilgilerin öğrenilmesi için bir müslümanın doğru ilim öğrenmeye boş vakitlerinin önemli bir           bölümünü ayırması lazımdır.

 

Her bakımdan doğru, insana imanî açıdan yön verici bir ilim öğrenmek için ya dinî tahsile devam edilecek, ya İslamî manada kaynak özelliği olan eserler ciddi şekilde ve icap ederse tekrar tekrar okunacak, yahut da ilmiyle ve ameliyle marûf zevatın rahle-i tedrisine devam edilecek. Çünkü bizim dinimiz olan İslamiyet; beşikten mezara kadar ilmi tavsiye eder. “Benim yaşım geçti, altmış, yetmiş yaşına gelmiş bir emekliyim.” diyerek iman ile ilgili ilimleri öğrenmekten uzak kalmak yoktur bizim dinimizde.

 

Gerçekten müslüman isek, gerçekten geçici olan bu dünya hayatından sonra ebedî bir hayatın mevcudiyetine inanıyorsak, bu âlemde yaptıklarımızdan sonsuz âlemde mutlaka sorguya çekileceğimiz hakikatine adımız gibi inanıyorsak; hayat tarzımızı, yaşam biçimimizi dinimizin emrettiği doğrultuda  düzenlemeli ve dosdoğru olmalıyız. Böylesine bir hayatın müdavimlerine hem katıksız, hem katkısız ve hem de her yönden sağlam bir iman sahibi ve doğru ilim sahibi, müslüman diyebiliriz.

 

İdeal bir ferdin ve ideal bir toplumun, dini inançlarına ve İslamî yapısına tavizsiz bir şekilde uyması lazımdır. Böylesine bir uygunluk hem kişileri, hem aileleri, hem de öyle bireylerin oluşturmuş olduğu toplumu huzurlu hale getirir. Cemiyet içinde arzu edilen kardeşlik, birlik ve dirlik böyle sağlanır. Dinî inançlara saygı ve onu uygulama aynı zamanda, o ülke bazında huzur getirir. İstenen birlik ve dirliğin temelleri en sağlam şekilde atılmış olur.

 

Sağlıklı, huzurlu, maddeten ve mânen rahat bir ortam içinde yaşamanın şaşmaz ve değişmez reçetesi, katıksız bir şekilde müslümanca yaşamaktan geçer. İnsan olduğunu, müslüman olduğunu düşünen, derin derin tefekküre dalan  her insan ve her iman sahibi birey için inancını sağlamlaştırmak elzemdir. Bunun için de ilim öğrenmeye, bilgi ve kültür hazinesini her gün biraz daha artırmaya gayret etmek, bu hususta ciddi şekilde çaba sarfetmek  gerekir. Böylesine bir gayretin, çabanın ve faaliyetin içinde bulunan bireyler ve toplumlar; dünyanın da, ahiretin de mutluluğuna, selametine ve saadetine nail olurlar.

 

Ne mutlu bunları rahat bir ortamda yerine getirebilen bahtiyar zümreye. Ve ne kadar yazık ki, şu imtihan dünyasını hay-huyla ve gaflet içinde geçiren zavallılara!..

 

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 10-2004

.