.

ANNE-BABALARIN

OKUL KARNESİ

AYŞE İZCİ  

 

Eğitim-öğretim yılının ikinci dönemi başladı. Çocuklarımız dinlenmiş ve toparlanmış olarak tekrar okul yoluna koyuldular.

 

İlköğretim okullarında, özellikle ilk 3-5 yıl artık sınıfta kalmak neredeyse imkansız. Sınıf geçme konusunda çocuklar daha az kaygılı ve karneyi eskisi kadar önemsemiyorlar.

 

Son yıllarda öğretmenlerimizde bir cömertlik moda. Hemen hemen her karnenin arkasına bir de takdir veya teşekkür belgesi ekleniyor. Çocukların keyfi yerinde!.. Sonrası mı? Sonra, nasıl olsa bir gün, eğitilmekten ziyade avutulduklarını anlayacaklar. İnşallah o gün iş işten geçmemiş olur.

 

Biz aileler de çocuklarımızın bu başarılarından kendi payımızı ziyadesiyle hak etmekteyiz! Diğer taraftan, çocuklarımızın gerçek kapasitesi okul başarısına dönüşemiyorsa, okulda sorunları varsa, bu sorunlar büyük nisbette evden kaynaklanıyor olabilir.

 

Sizler için bir “karne” hazırladık. Lütfen aşağıdaki ve sonraki sayılarımızda ele alacağımız “hal ve davranış” maddelerini okuyarak kendi notunuzu verin ve karnenizi doldurun. Kendinizi değerlendirmekte tereddüt ettiğiniz konularda çocuklarınızdan yardım isteyebilirsiniz! Çünkü burada önemli olan sizin kendinizi algılamanız değil, çocuklarınızın size verdiği nottur.

 

Alışverişin tek bedeli para mı?

 

Çocuğun okul ihtiyaçlarının karşılanmasında ailenin takındığı tavrı büyük ölçüde ekonomik güç belirlemekle birlikte, ailenin konuya yaklaşımı çocuklar için önemli mesajlar yani uyarılar içerir.

 

Ana-babalar okul ihtiyaçları konusunda farklı tavırlar takınırlar. Şüphesiz en halisane niyetlerle, çocukları heveslendirmek, başarıya yönlendirmek maksadıyla, onlara çok orijinal, çok değerli, çok kaliteli, sınıfta hiçbir çocukta bulunamayacak nitelikte okul malzemeleri alma arzusu hemen hemen her anne-babada vardır. Bunun karşılığında da çocuktan bu eşyalarına “bir devlet dairesinde demirbaş eşyaların korunması tüzüğüne” uygun olarak bekçilik yapması beklenir. Aileye göre, özellikle de babalara göre bu, çocuğun “malına sahip olma” karakterini kazanması için mutlak zorunludur.

 

Çocuk tarafından bu değerli okul malzemelerine beslenen hisler karmaşıktır. Öncelikle kendisine atfedilen olağanüstü değer söz konusudur. İlaveten ailesinin bu malzemelerle mütenasip olarak kendisinden üstün başarı beklediğinin de bilincindedir. Oysa başarı çocuk için kişisel bir hedeftir. Bu yaklaşımla bir tatmin unsuru olmaktan çok bir diyet hissine dönüşür. Kısaca, başarma arzusu başaramama kaygısına dönüşür.

 

Manevi boyutta ise, çocuk sahip olduğu nesnelerden dolayı kendini diğer çocuklardan üstün görebilir. Arkadaşlarına hava atmaya teşebbüs edebilir. Nedense birçok aile, çocuğunun ucuz veya pek de gerekli olmayan malzemelerin yokluğundan eziklik duyacağından endişe ederek, çocuklarına maddi imkanlarının çok üzerinde harcamalar yaparlar. “Çocuğum eksiklik duymasın da varsın üstünlük duysun” düşüncesi hakimdir. Oysa bu his, tatminsiz bir şahsiyetin oluşmasında temel teşkil eder ve çocuğun benliğini şişirir.

 

Okulda değerli eşyaları korumak ciddi bir iştir. Uyanık olmayı, etrafa şüpheyle bakmayı gerektirir. Çocuk, çantasından bir şey kaybolur endişesiyle teneffüse çıkmayıp sınıfta bekleyebilir. Bir arkadaşı kendisinden ödünç bir şey istediğinde, bozar veya kırar endişesiyle asla veremez. Verse, korktuğunun başına gelmesi büyük ihtimaldir. Çocuk hisleri denetimsizdir, aklına geleni yapıverir. Yani arkadaşı ödünç aldığı kalemtraşı kazara kırıverir. Sonra evde bunun hesabını vermek yardımsever çocuğa düşer. Sen misin veren... Tabii ki çocuk arkadaşlarıyla yardımlaşamazsa, kendisi de muhtaç olduğunda başkalarından isteyemez. İsteyebilse de kimse ona bir şey vermek istemez. Çocuk tecrit edilebilir. Bu ne kötü bir durumdur!..

 

Günümüzde çocuklar için icad edilen pek çok okul malzemesi oyuncak niteliğindedir. Açıp-kapamalı, çevirmeli, takıp-çıkarmalı, resimli, hatta müzikli olabilen bu nesneler, çocuğun ders esnasında dikkatini çekerek oyuna dalmasına ve dersten kopmasına da neden olabilir. Öğretmenleri sık sık uyarmak zorunda kalır. “Bırak elindekiyle oynamayı da dersi dinle!” derler. Sonuçta bu harika nesnelerin çocuğu daha başarılı kılmayacağı kesindir.

 

Kalem Kutusu

 

Küçük Taha o yıl ilkokula başlayacaktı. Babası ilk eşinden ayrılmış ve çeşitli nedenlerden dolayı ilk evliliğinden olan çocuklarını yıllardır görmüyordu. Bu nedenle Taha babasının gözünde özlemini çektiği diğer çocuklarını da temsil ediyordu. Kısaca, Taha çok değerli, özel bir çocuktu.

 

Taha'nın babası bir devlet memuruydu, yani zengin değildi. Buna rağmen Taha'ya o kadar şahane okul malzemeleri almıştı ki, çocuk bunları rüyasında görse inanmazdı. Hele bir tanesi vardı ki insan bakmaya doyamazdı. Bu şahane şey, üç katlı, otomatik açma-kapamalı bir kalem kutusuydu.

 

Bir dolmakalem kutusuna benzeyen bu harika aletin düğmesine basıldığında hafif bir dııtt sesiyle açılıyor, sonra içi üç katlı bir rafa dönüşüyor ve her bölmeye kalemler, silgiler, kalemtraşlar filan yerleştiriliyordu.

 

Kalemliği kullanma talimatı çocuğa güzelce anlatıldı. Evde bir-iki deneme yaptırıldı. Alet kalem pil ile çalışıyordu. Hafif bir tutukluk yaptı. Babası biraz sinirlendi ama zamanla düzelir diyerek ikna oldu.

 

Annesi Taha'ya : “Bak oğlum, baban seni ne kadar çok seviyor ki böyle güzel bir kalemlik almış. Dikkatli kullan. Yere düşürme. Vara-yoğa düğmesine basıp durma, bozulur sonra!” diyerek tembihte bulundu.

 

Taha ertesi gün okula gitti. Okul hayatı hakkında tabii ki bilgisi yoktu. Hemen yazılıp-çizilecek zannetti. Zaten kalemliğini kullanmak için sabırsızlanıyordu. Çantasından kalemliğini çıkarıp sıranın üzerine koydu. Eli hafifçe tuşa dokunuverdi. Dııtt sesi sınıfta duyuldu. Diğer çocuklar Taha'nın başına toplandı. Bazısı gördüğüne inanamıyor, bazısı da nereden aldıklarını soruyordu. Kalemliğe dokunabilmek üzere bir sürü minik el uzandı. Kalemlik elden ele dolaştırıldı. Taha durumu kontrol edemiyordu. Zavallı çocuk kalemliğini kurtarabilmek için olağanüstü çaba sarfetti . Bu arada daha ilk günden pek çok arkadaşının kalbini kırmış, gözyaşlarına da hakim olamamıştı.

 

Çocuk büyük bir korku atlatmıştı. Bir daha bu riski göze alamazdı. Taha, birkaç gün okul harçlıklarını biriktirerek orta hallisinden kalem, silgi ve kalemtraş aldı. Ancak yeni aldıklarını kalemliğine yerleştirmedi. Sadece okulda kullanıyor ve işi bittikten sonra çantasının içine atıyordu. Ne de olsa beş milyonluk lüks kalemtraşı zaptedip usulüne uygun kullanma kaygısı, beşyüz bin liralık kalemtraşa göre çok daha sıkıntı vericiydi. Üstelik bu kalemtraş da fevkalâde işe yarıyordu.

 

Taha artık orijinal kalemliğini sadece evde, annesinin denetiminde kullanıyor, okulda ise çantasından bile çıkarmıyordu. Ancak annesi bu durumu bilmiyordu. Neyse ki Taha sorununu çocuk mantığıyla böyle çözümleyebilmişti.

 

Annesi zamanla Taha'nın kalemlerinin hiç eskimemekte, küçülmemekte olduğunu farketti. Çünkü çocuğun okul hayatıyla çok, hem de çok yakından ilgileniyordu. “Oğlum, öğretmen size okulda hiç yazı yazdırmıyor mu?” diye sorarak çocuğunun defterlerini bir müfettiş gibi kontrol etti. Lakin bir sonuca ulaşamadı. Durumu gizlice kocasına anlattı. Sonunda okulda bir sorun olup-olmadığını anlamak için öğretmeni ile görüşüldü. Okulda her şey normaldi. Taha da diğer çocuklar gibiydi, yani yazılarını yazıyor, derse de ilgiyle katılıyordu.

 

Nihayetinde aile, Taha'nın okul malzemelerini çok dikkatlice ve tutumluca kullandığı, başka çocuklardan çok daha tertipli olduğu kanaatine vararak gurur duydular, mutlu oldular.

 

Günün birinde Taha'nın annesi çocuğun okul çantasını elden geçirerek düzenlemek istedi. Çantayı ters çevirip içindekileri boşalttı. Yere dökülen kalemi silgiyi gördüğünde şaşkına döndü. Taha, diğer odada televizyon izliyordu. Ona bir şey belli etmeden çantasını tekrar yerleştirdi. Tabii ki Taha'nın kendi harçlığıyla aldığı kalemleri yeniden çantaya koymadı.

 

Annesine göre sorun büyüktü. Herhalde Taha bunları arkadaşlarından çalmış olmalıydı! Kadıncağız çok endişelendi. Nasıl olurdu? Onlar ki çocuklarına en kalitelisini alıyorlardı, ama biricik oğullarının yine de başkasının malında gözü kalıyordu. Yani kadın böyle zannetmişti.

 

Tek başına bu ciddi problemi çözemezdi. Doğal olarak meseleyi babasına havale etti. Suç aleti kalem ve silgiyi kocasının önüne koyarak görüşünü bildirdi ve yorum bekledi. Sonrasında Taha iğnenin kulağından geçercesine titiz bir sorgulamadan geçti. Çocuk tereddütte kalıyordu. Gerçeği söylese, ailesi hemen okula gelerek arkadaşlarını öğretmene şikayet edeceklerdi. Taha böyle olmasını istemiyordu. Arkadaşlarını seviyor ve onları kaybetmeyi hiç istemiyordu. Doğruyu söylemeyince ise hırsızlıkla itham ediliyordu. Çocuk “yolda buldum” diyerek yalan söylemeyi denedi ama anne-babasını inandıramadı.

 

Aileye göre çocuklarında büyük bir problem vardı. Sizce bu problem ne olabilirdi? Problem çocuğa mı yoksa aileye mi aitti? Zavallı Taha'nın okul hayatı bu tür problemlerle sürüp gitti.

 

Bu konuya ilişkin davranışlarımızı gözden geçirelim. Bakalım karnemiz pekiyilerle mi dolacak, yoksa sınıfta mı kalacağız?

 

Bir sonraki yazımızda, inşallah, anne-baba okulu karnesinin diğer derslerine devam edeceğiz.

 

OKUL HARÇLIĞI

 

Mart sayımızda, çocuğun okul ihtiyaçlarının karşılanmasında anne-babaların yaptıkları yanlışlar üzerinde durmuş, lüks harcamaların hiç de gerekli olmadığını, aksine çocuklarımızı zor durumlarda bırakabileceğini yazmıştık. Bu sayımızda da, okul harçlığı konusunda anne-babaların karnesini yazmaya devam ediyoruz.

 

Okulda harcamaları için çocuklara bir miktar para vermek artık bir zorunluluk haline geldi. Fakat ufak tefek okul ihtiyaçlarının temini veya beslenme amacıyla verilen bu paranın kullanım şekli bazen sorunlara neden olabiliyor.

 

Harçlık miktarları ve ne kadar zamanda bir verileceği hususunda da ailelerin farklı uygulamaları vardır. Kimi aileler, çocuğun parayı elinde tutabilmesi, çar-çur etmeden veya yitirmeden taşımayı öğrenebilmesini sağlamak için, haftalık ya da aylık olarak verirler. Bir haftalık harçlığını bir günde harcayıverince parasız kalacağını çocuklarına tecrübe ettirmek isterler. Fakat pek çok çocuk bunu başaramaz.

 

Esasen yetişkinler bile kimi zaman bu konuda kendilerine yakışan bir olgunluk gösteremezler. Cebindeki paranın tamamını, evinin bir aylık nafakasını bir anda harcayan, kredi kartı kullanımında ölçüyü kaçıran, ödemekte güçlük çekeceğini bildiği halde alışveriş yapmaktan kaçınmayan insanların olduğunu hepimiz biliyoruz.

 

Toplu para kolay harcanır

 

Tıpkı yetişkinlerdeki gibi, çocuklarda da haftalık ya da aylık harçlık uygulamasının çıkardığı sorunları küçümsememek gerekir. Cebindeki fazladan para, harcanmak için adeta çocuğu dürter. Haftanın ilk günü beş çikolata, üç dondurma yiyen, avuç dolusu sakız çiğneyen çocuk, hem mide fesadına uğrar, hem de evde yemek beğenmez. Para artarsa arkadaşlarına da birşeyler ısmarlar. Diğer günlerde ise sadece arkadaşlarının yediklerini seyretmek zorundadır.

 

Toplu harçlık almaya alışkın çocuklar, parasız kaldığında hem kendine kızar hem de ailesine. Şirinlik yaparak veya kendisine acındırarak fazladan harçlık alabileceği bir yakını, halası, dayısı, amcası yoksa iş ciddidir. Zamanla kendisine az harçlık verildiğini düşünmeye başlar. Gayrimeşru yollardan para temin etmeye teşebbüs etme ihtimali de vardır. Annenin cüzdanından, babanın cebinden veya diğer kardeşinin harçlığından çaktırmadan bir miktar almak gibi...

 

Çok para, çok dert

 

Paranın idareli kullanımı ve tutumluluk, iradeyi gerektiren bir kişilik özelliğidir. Bunu başarabilen çocukları takdir etmek gerekir. Çünkü kimi devletlerin bile bu işi başaramadıklarını biliyoruz.

 

Her gün düzenli olarak, çocuğa lüzumundan fazla para verilmesi, onun sağlıksız ve düzensiz beslenmesine neden olacağı gibi, bazı kötü alışkanlıklara da zemin hazırlar. Mesela küçük çaplı şans oyunlarına merak salabilir, okul dışında bir yerlere “takılma” alışkanlığı edinebilir.

 

Ya ş ıyla mütenasip miktarda olsa da, çocuğun eline harçlığını topluca vermek, onun kişiliğine zarar verici etkileri ortaya çıkartır. Parasından yararlanmak isteyen veya onu içten içe kıskanarak parasını çar- çur ettirmek isteyen samimiyetsiz arkadaşlar etrafını sarabilir. Yanlış arkadaş seçimleri yapabilir. Zamanını nasıl değerlendireceğini cebindeki para belirlemeye başlayabilir.

 

Buna ilave olarak, eline toplu para geçen çocuk, bu parayla arkadaşlarına gösteriş yaparak üstünlük taslayabilir, kibirlenebilir veya aşağılık komplekslerini parayla telafi edebilir.

 

“Ben çektim, çocuğum çekmesin”

 

Çocuğa yeterli zaman ayırmayan, şefkatini hissettirmede kendini yetersiz hisseden veya kendi çocukluğunda çok mahrumiyet çekmiş olup, bu ezikliğini çocukların şahsında gidermek isteyen anne-babalar, çocuklarına maddi imkanlarının çok üstünde harçlıklar vererek kendilerini kanıtlamaya çalışırlar. Adeta çocuğa kendilerini affettirmek isterler. Çocuklarına verdikleri harçlık miktarını “sızlanmak bâbından” eşe-dosta beyan edip, ne kadar ilgili, iyi ana-baba olduklarını onaylatmak isterler. Bu tür davranışlar, çocukları şımartmaktan öte bir işe yaramaz.

 

Diğer taraftan, ekonomik gücü elverişli olduğu halde, bu olumsuzluklara müptela olur endişesiyle çocuklarına hiç harçlık vermeyen veya cimri davranan aileler de mevcuttur. Bu da tasvip edilebilecek bir davranış değildir. Üstelik, çocuklar kendilerinden paranın esirgenmiş olduğunu düşünerek, bilinç altında ailelerine düşmanca ve saldırgan duygular beslerler. Kendilerini değersiz, kıymetsiz, önemsiz hissederler. Bu düşüncelerini dile getiremediklerinde ise, üzücü davranışlarla kendilerince anne-babalarını cezalandırmaya yeltenirler. Mesela derslerine çalışmayabilir, saygısız davranışlarda bulunabilir, kardeşlerine kötü davranabilirler.

 

Her gün uygun miktarda düzenli bir harçlığa alıştırılan çocukların, para harcama alışkanlıkları dengeli olsa dahi, makul bir sebep gösterilerek zaman zaman harçlıklarının aksatılması en doğru uygulamadır. Böylece çocuk her zaman cebinde para olamayabileceğini de öğrenir, harçlığının kıymetini bilir.

 

Kardeşler arası adalet

 

Çok çocuklu ailelerin harçlık verme konusunda yaşadığı sorunların başında, eşitsizlik veya hakkaniyetin sağlanamaması gelir. Doğal olarak bazı ihtiyaçlar çocuğun yaşına ve cinsiyetine, okul şartlarına göre değişiklik arz eder. Ancak çocuklar bu konuda mutlak eşitlik isterler ve birbirlerinin harçlığında gözleri kalır. Özellikle küçükler, abilerini ablalarını bu konuda daha çok kıskanırlar.

 

Dersane masrafları, kurs paraları, kaynak kitaplar gibi eğitim harcamaları, genellikle kardeşler arasında tartışma konusu olur. Bir kardeş, kendisine diğeri kadar imkan sağlanmadığını düşünebilir. Eğer ailenin imkanları elveriyorsa, eğitim harcamaları konusunda kardeşler arasında hakkaniyet mutlaka gözetilmelidir. Aksi halde, çocuklardan biri, sırf bu yüzden kardeşlerine nazaran sevilmediğini hisseder. Unutmamak gerekir, sağlanan veya sağlanamayan maddi imkanlar, çocuğun gözünde sevginin bir göstergesidir. Bu olgu pek çok ailede ciddi bir çatışma kaynağıdır, hatta aileyi bölebilir.

 

Az ya da çok, düzenli ya da düzensiz çocuklarımız para harcamayı çok erken yaşta öğreniyor. Modern tüketim kültürü daha yürümeyi öğrenmeden onları birer “tüketici” olarak yetiştiriyor. Üretmeyi, alın terini, helalinden kazanmayı öğretmek için ise kimsenin ne bir acelesi var ne de bir gayreti. O halde iş bize düşüyor. Çocuklarımızın parayla tanıştığı yaşlarda çok dikkatli davranmalı, ölçüleri ve sorumlulukları öğretmeliyiz.

 

  DERS DIŞI ETKİNLİKLER VE ÇOCUK

 

Çocuklarımız hayata hazır olsun, bilgi ve becerileri gelişsin diye derslerin haricinde de onları eğitmeye çalışıyoruz. Bu amaçla onları bir sürü kursa gönderip, etkinliklere katılımlarını sağlıyoruz. Acaba yaptığımız ne kadar doğru?

 

Hem okullarda hem bazı kuruluşlarca okul dışında çocuklara yönelik bir takım etkinlikler düzenleniyor. Bu etkinliklerin düzenlenme gerekçesi olarak, çocukların yeteneklerini keşfetmek ve eğitmek, hayat becerisi kazandırmak, yalnızlığını gidermek, enerjisini olumlu sahalarda sarfetmesine zemin hazırlamak, özgüven, atılgan-girişken bir kişilik kazandırmak, yeni arkadaşlıklar, dostluklar kurmasını sağlayıp çocukların hayatına renk katmak gibi kulağa hoş gelen amaçlar sıralanır. Bu tür etkinlikler bu amaçlara sadık kalındığında masum, doğru işlerdir.

 

Eğitim mi, ticaret mi?

 

Ne var ki, bu tür sosyal-kültürel etkinlikler veya okul tabiriyle eğitsel kol faaliyetlerinin maksada uygun yapılıp yapılmadığını veliler olarak gözden geçirmek gerekir. Zira bu konuda haberdar olmamız gereken bazı problemler var.

 

Bu tür sosyal ve kültürel etkinliklerin birçoğunun iyi niyetlerle yapıldığını biliyoruz. Fakat günümüzde bazı etkinlik ve organizasyonların ticari bir sömürü aracı olduğunu da görmemiz gerekiyor.

 

Anne-babaların çoğu, çocuklarının veya öğretmenlerinin ısrarlarına boyun eğip, çocuklarının bu tür faaliyetlere katılmalarına izin verirler. Ancak bu kararda çocuğun gelişiminden çok, veliler arası rekabetin veya “benim çocuğum da mahrum kalmasın” tarzı bir düşüncenin etkili olup olmadığının muhasebesini yapmamız gerekir. Çünkü bu tarz etkenler, plânlanan faaliyetin çocuk için ne ölçüde faydalı olacağının araştırılmasının önünü keser.

 

Ailenin, öğretmenin kararını etkileyen faktör her ne ise, bir şekilde çocuk faaliyete dahil edilir. Çocuk aylar boyunca çocukluğundan fedakârlık edip çalışmalara devam eder. Sonuç ise -istisnai durumlar konumuz dışı- çoğunlukla ve ne yazık ki bir hiçtir.

 

 

Örnek olarak okul müsamerelerinde seyrettiklerinizi bir düşünün. Sınıf geceleri veya okul müsamerelerinde, zamanın meşhur bir popüler müziği yüksek sesle çalınarak, kimi sanatçılar gibi acaip giydirilmiş çocuklara şarkı söylüyormuş gibi yaptırılıp dansettirilir. Ne marifet değil mi?

 

Bir defasında, dansöz kıyafetli küçük kızların (ablalarını aratmayacak şekilde), ıslıklar eşliğinde okul müsameresinde oynattırıldığına şahit oldum. Eminim sizler de konuya ilişkin örnekler verebilirsiniz.

 

Bir piyesteki küçücük bir rol için çocuk aylarca okulda alıkonulup, bıkıncaya kadar çalıştırılır. Bazı çocuklar da güya imtiyazlıdır. Önemli rol ve görevler verilerek onurlandırılırlar! Bazılarına ise hiçbir şey yaptırılmaz. Onlar sadece gıpta ile arkadaşlarını izlerler. Hiçbir veli toplantısında da konular bu yönüyle ele alınmaz. Sadece müsamerenin düzenleneceği tarih ve maliyeti hususunda veliler bilgilendirilir.

 

Onlar çocuk, sera bitkisi değil

 

Okul bünyesinde sınıf öğretmeninin ilgi alanı dışında bir takım kurslar da açılmaktadır. Bu kursların içeriği abartılarak anlatılıp çocuklar motive edilir. “Kurs aç, köşeyi dön” zamanı. Satranç, izcilik, tiyatro, bağlama, gitar, vs... Ders çıkışı etüdler, haftasonu kursları da bu bağlamda düşünülebilir. Ne yazık ki çocuğumuzu halisane niyetlerle gönderdiğimiz bu etkinlikler, çoğu zaman ya verimsiz olur ya da yarım kalır.

 

Kurskolik velilerimiz de vardır. Çocuklarının okul sonrasını ve hafta sonunu İngilizce'den yüzmeye değin birçok kursa veya dersaneye havale eden ebeveynlerin içi rahattır. Çünkü çocukları için ellerinde olan her türlü imkanı seferber etmektedirler. Bazı çalışan anneler, arkalarından ağlayıp sızlayan çocuklarını bu kurslara ikna ederken, aslında ne kadar da fedakâr davrandıklarını düşünürler. Sanırım, bunun bedelini çocuklarından manen uzak, ayrı dünyaların insanı olmakla ödeyebileceklerinin bilincinde değillerdir.

 

Eğitmen ehil mi, torpilli mi?

 

Bu tarz kursları veren kişilerin de o sahada ehil olup olmadıkları pek bilinmez. Kurslarda, özellikle okul dışındaki kurslarda, çocuklar çeşitli propagandalara maruz kalabilmekte, istismar edilebilmektedirler. Kızlarımızı gönderdiğimiz dikiş nakış kurslarında bile bu durumlara rastlamak mümkündür. İmkanlarımızı zorlayarak çocuklarımıza ek vasıflar kazandırmak maksadıyla gönderdiğimiz kursların çizgisini ve içeriğini yakinen takip eden ve gerektiğinde müdahele edenimiz var mı? Özellikle büyük şehirlerde yaşayan velilerin dikkatine arz ederim.

 

İyi niyetli faaliyetleri bir kez daha istisna ederek belirtelim, bazı kurslar işsiz ama torpilli kişilere gelir temin etmek maksadıyla da açılabiliyor. Mesela bir müdür, beden eğitimi bölümünden mezun olmuş, öğretmenlik ataması henüz yapılmamış bir genç yeğen için, okulunda bir hentbol kursu veya başka bir spor dalında kurs açabilir. Yani bunun çocuklar için gerekli olup olmadığı pek önemli değildir. Sporun faydaları zikredilerek, pekalâ çocukların katılımı da sağlanabilir.

 

Daha çok ilgi ve titizlik

 

Okul içi ve okul dışı kurslarla ilgili söylenecek daha pek çok şey var. Biz, ilk akla gelen bazı olumsuzlukları söylemiş olduk. Amacımız, bu tarz etkinliklerin bütçemizi ve çocuklarımızı istismara yönelik de olabileceği hususunda velilerimizin dikkatini çekmek. Böylece çocukların katıldığı etkinliklere ilgilerini sağlamak.

 

Asla çocuğunuzu okul içi ve dışı etkinliklerden uzak tutun demiyoruz. Çocuklarımızın elbette eğitime, hayata hazırlanmaya ihtiyacı var. Ve bu ülkede, çocukları kendi çocukları gibi seven, eğitimli ve olgun binlerce fedakâr eğitmen var. Fakat en hassas değerlerin bile ticari meta olabildiği zamanımızda, çok sevdiğimiz çocuklarımız için kendi rahatımızdan feda edip biraz daha dikkatli olmamız gerekiyor.

 

Sadece masrafları karşılamak yeterli değil...

 

 

Kaynak: Semerkand dergisi, 03-05/2004

 

 

 

.