EVİMİZ KALBİMİZDİR

SEMERKAND YAZI İŞLERİ  

Allah, önce bir can, sonra o candan eşini yarattı. Birbirinin tamamlayıcısı olsunlar diye. Biri olmadan diğeri olmaz.

İnsan çift yaratıldı, başka bütün canlılar gibi. Aynı kökten, fakat farklı özelliklerle donanmış bir çift: Erkek ve kadın.

Bu fark, Hak Tealâ tarafından takdir edilmiş fıtrî bir farktır. O, erkek ve kadını farklı isimlerinin tecelligâhı yapmıştır. Birinde olan diğerine verilmemiş, biri diğeriyle tamamlanmıştır.

Bu farklılığa rağmen bir ayrılık sözkonusu değildir. Nihayetinde bu iki insan birbirine aittir. Ancak bir arada bütündürler. Birlikte tamlık hissine, ahenge, uyuma kavuşurlar.

Hz. Adem ve Hz. Havva (selam üzerlerine olsun), ilk insan çiftini oluşturmuşlardır. Allahu Tealâ, önce Adem Aleyhisselam'ı yaratmış ve ondan eşini, Hz. Havva Annemiz'i yaratmıştır. Sonraki bütün çiftler, erkek ve kadınlar da onların neslidir.

Bu ilk çift, yaratıldıkları andan itibaren aynı hayatı paylaşan iki insan olmuşlardır. Cennette birlikte yaşamışlar, birlikte hata etmişler, birlikte yeryüzüne indirilmişlerdir.

Yeryüzüne indirildiklerinde hata ettiklerini anlayıp, “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz.” diyerek Yüce Allah'a sığınmışlar, O da rahmetiyle karşılık verip, tevbelerini kabul etmiştir.

Biri diğerinden hiçbir zaman ayrı olmamıştır. Bazen birbirlerine üzüntü kaynağı olabilirken, sevinci yaşamak için de birbirlerine ihtiyaç hissetmişlerdir.

Rabbimiz bu ilk erkek ve kadına ve onların nezdinde bütün insanlara, kendisinden sakınmayı, emir ve yasaklarına uymayı, ayrılığa düşmemeyi ve hayatı birlikte omuzlayıp, istikamet üzere yürümeyi emretmiştir.

Bu emre uyanlar, sağlam aileler kurarak güçlü toplumları oluşturmuş, bir yandan ahirete hazırlanırken, dünyadaki hayatları da her zorluğa rağmen huzur içinde geçmiştir.

Erkek ve kadın tabiatı

Erkek ve kadın her insan iman etmek ve Allah'ın emir ve yasaklarına uymakla aynı şekilde sorumlu tutulmuştur. Fiziki farklılıklardan kaynaklanan özel durumlar (kadınların özel hallerindeki hükümler, ya da ailenin geçiminde veya savaş gibi durumlarda erkeğin öncelikle sorumlu olması vs.) dışında, dinimizin bütün hükümleri erkek ve kadın herkese yöneliktir.

Buna göre, cinsiyet önemli olmaksızın herkes yaptığı iyi işlere karşılık alacağı mükafatta da, kötü işlere karşılık göreceği cezada da birdir. Bu manada herkes kendi sorumluluğunu taşır.

Bu gerçeğin bir tezahürü olarak bir ailede eşler arasında bir üstünlük veya aşağılık olmaz. Fakat farklı sorumluluklar ve buna bağlı farklı roller vardır. Allah'ın insan için takdir ettiği cins farklılıklarını görmezden gelmek, hayat içinde hepsine eşit yük yüklemek elbette büyük bir adaletsizlik ve büyük bir zulüm olur.

Erkeği ve kadını aynı görmeye çalışmak ya da erkeği kadına, kadını da erkeğe benzetmeye, böylelikle yaklaştırmaya kalkışmak, fıtrî olan ayrımı çiğnemektir. Allah insanı nasıl ve hangi özelliklerle yaratmışsa (erkek ya da kadın), insan da bu özellikleri belirginleştirmek ve kendi vasfına sahip çıkmak hususunda Allah'a karşı sorumludur.

Müslümanlar için erkek ve kadının konumu, görevleri çok açıktır ve aile kurumu da ulvi bir nitelik taşır. Fakat günümüzün yaygın zihniyeti tamamen fıtrata aykırı bir bakışla her şeyi dünyevîleştirmiş ve kitle iletişim yollarını kullanarak müslüman toplumları da etkilemişlerdir. Müslüman bir toplumun aile kurumunu sarsmak, o topluma egemen olmak için büyük bir avantaj olacaktır. Bunda kısmen başarılı da olunmuştur. Fakat her şey bitmiş değildir. Yeter ki müslümanlar batıl olanı değil, ilâhî olanı kendilerine rehber edinsinler.

Onlar birbirinin örtüsüdür

Erkek kadınsız, kadın erkeksiz olamaz. Bu fıtrata aykırıdır. Yaradılışımız bizi karşı cinsten biriyle eş olmaya zorlar. Buna direnen kişi neye sahip olursa olsun, eşi yoksa tamam olma duygusunu tadamaz, bir boşluk hisseder ve hiçbir şey bu boşluğu doldurmaz.

Eskiler hiç evlenmemiş kişileri, bekâr kelimesi yerine daha çok “cüftsüz” (çiftsiz) kelimesiyle ifade etmişlerdir. “Yalnız”, “tek başına” gibi tabirler de kullanabilirlerdi. Fakat burada hiç evlenmemiş olmanın bir yarımlık olduğunu ifade için, çiftini bulamamış anlamında cüftsüz tabiri tercih edilmiştir. Çift, birbirinden ayrı iki şey değildir; ancak birbiriyle işe yarayan, anlam kazanan iki şeydir. Ne erkek ne kadın cinsi birbirlerinden ayrı olarak bir anlam ifade etmez. İnsan diğer bütün mahlukat gibi çift olarak yaradılmış ve ancak karşı cinsten bir eşle bir araya gelindiğinde “eksiksiz” olarak tanımlanmıştır.

Allah Tealâ'nın, “Onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz.” (Bakara, 187) buyurduğu üzere eşsiz olma durumu çıplaklığın verdiği rahatsızlık hissiyle birlikte tarif edilmiştir. Erkek kadınla, kadın erkekle örtünür, korunur, eksiklerini tamamlar ve mahremiyetini (kendine has hayat alanını) muhafaza eder.

Erkek, güzeli kadınla tanımlar. Ve o güzel korunması gereken bir hazinedir. Kadın da yiğitliği, cesareti, korunacağı sığınağı erkekle tasvir ve tasavvur eder. Kadın, erkeğin koruması altında sağlam bir kaleye sığınmış, kendi devletine girmiş gibi olur. Kendine güven bulur. Erkek namusunu, şerefini, kıymetli neyi varsa hepsini kadına emanet eder. Kadın kendisini güçlü kılan bu emanetleri canı pahasına korur ve gölge düşürmez. Erkek de kadını incitilmemesi gereken narin, mukaddes bir emanet olarak görür.

Bütün bunlar hayatı daha anlamlı yapan, insanı olgunlaştıran ve ahlâken güzelleştiren hususlardır. Bu nedenle erkek ve kadın asla birbirinden ayrı düşünülemez ve bağımsız olarak değerlendirilemez.

Çift olmaya giden yolda

Bütün erkek ve kadınlar çift olma ihtiyacını hissederler. Fakat bu bir araya gelmede, eş olmada dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Çünkü gelişigüzel beraberlikler bütünlüğü sağlayıcı bir çift olmakla sonuçlanmaz.

Herhangi bir sınır tanımayan, kuralsız beraberliklerin yaşandığı toplumlarda erkek ve kadının birbirini tamamlayıcılığından bahsedilemez. Hatta birbirlerine düşman oldukları ve birbirlerinden uzaklaştıkları görülür. Bu durum “doğru” beraberlikler oluşturmanın da bazı kurallara bağlı olduğunu gösterir.

Erkek ve kadının ne maksatla ve nasıl bir araya gelecekleri, eş olmanın yolu dinimizce bildirilmiş, bu konudaki görev ve sorumluluklar, sınırlar belirlenmiştir. Erkek ve kadın arasında varolan fıtrî alaka, duygular ve arzular, ihtiyaçların karşılanması, ancak dinimizin bildirdiği bir evlilikle karşılığını bulur ve doğru bir mecrada yol alır.

Dinimiz evlenmeyi emretmiş ve geçerli bir evliliğin kurallarını, şartlarını bildirmiştir. Buna göre doğru bir evlenmeyle, yani şartlarına uygun bir nikâhla müslüman erkek ve kadınların bir araya gelmeleri gerekir. Çünkü bekârlık dinimizce hoş karşılanmamıştır. Bekâr yaşamanın zararlarına dikkat çeken Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz de “Sizin fenalarınız bekârlarınızdır.” (Suyuti, el-Camius-Sağir) buyurarak evliliğin önemini vurgulamıştır. Fakat insanlar ancak Allah Tealâ'nın sınırlarına riayet ederek, kendilerini zarardan koruyacak doğru bir evlilik gerçekleştirebilirler.

Bununla birlikte evlilik hayatının da insanca, müslümanca sürdürülmesi gerekir. Ancak bu şekilde erkek ve kadın, ailenin şeref ve haysiyetini muhafaza edebilir, karı-koca hukukunun gereklerine uyar, mutlu, huzurlu bir aile hayatı yaşar ve temiz nesiller dünyaya getirebilirler.

Benlik davasının olmadığı yer: Aile

Evlilik bir erkekle bir kadının bir araya gelip aynı evde ayrı ayrı kendi hayatlarını yaşamaları değildir. Dinimiz, evlenmeleri sonucunda erkek ve kadını bütünleştirir, böylece iki ayrı kişi sorumlu oldukları tek bir hayatta birleşir. Artık birbirlerinden ve birlikte bir hayattan sorumlu olurlar. Bu ortak hayat için erkek ve kadın kendilerine düşen görevleri gönül hoşluğuyla kabul eder ve yerine getirirler.

Böyle evlilik fıtrî bir ihtiyacın karşılanmasını aşar, bir ibadete dönüşür. Nitekim Peygamber s.a.v. Efendimiz'in, “bir erkek karısının elini tuttuğunda parmakları arasından günahları akar gider” buyurduğu rivayet edilmiştir. Çiftlerin birbirlerine güzel muameleleri ibadet niteliğindedir. Evet, cemaatle yapılan ibadetlerin en huzur verici olanı, kişinin cemaatle olduğu halde kendini ayrık hissetmediği ibadettir ki, bu da kendinden gayrı görmediği kişilerle kurmuş olduğu cemaattedir. Bu hal kişinin eşiyle birlikte olduğu zamanlarda kendini daha çok belli eder. Arada bir hukuk ve bir sınır varsa da, hayatı ve sorumlulukları birlikte omuzlamış olmanın ortak şevkiyle ibadetler coşkunlaşır, sürekli bir hale gelir.

Hayırlı, bereketli, saygıdeğer, hürmete layık temiz bir iş olan evlilik, Allah rızası için yapıldığı zaman her şey de olduğu gibi mübarektir. Bereketle vasıflanır, kudsiyet kazanır ve bizi ilâhi olana bağlar.

Bu bağlılık her işi rahmete dönüştürür. Yaptığımız işler, evlilik, yuva kurmak, karı-koca olmak, dünyanın geçici ve süfli boyutundan çıkıp yücelir, derin anlamlar kazanır. Bu sayede evlilik, eşleri bedensel hazların ötesine taşır ve kalp itminanına yöneltir. Karı kocanın bu gerçeği görmeleri ve fırsatı heba etmemeleri gerekir.

Bunun farkında olan müslüman erkek ve kadın, yuvalarının idaresinde, birbirleriyle münasebetlerinde Allah rızasına uygunluğu gözetirler. Böylece aynı gayeye yönelmiş insanların birlikte ibadeti gibi birbirlerine saygı ve sevgiyle yaklaşırlar.

Bir lokma olsun, helalinden olsun

Bir diğer önemli husus da, aile ocağına giren lokmanın helal kazançtan elde edilmesidir. Geçimin helal olmayan yollardan sağlandığı bir ailede, aile saadeti için gerekli diğer şartların gerçekleşmesi de zordur. Yuvanın temel taşı olan geçim konusunda AllahTealâ'nın razı olmadığı davranışları sergileyen erkek veya kadın, daha hangi noktada O'nun sınırlarına riayet edip de nezih, hürmete layık bir aile oluşturacak ve temiz nesillere vesile olacaktır? Haram lokma ile bu mümkün değildir.

Allah Tealâ, gayesi dünya olanlardan dilediğine dünya nimetlerini bolca vereceğini, fakat öylelerinin ahirette nasipleri olmadığını bildiriyor. Ahireti isteyip mümin olarak yaşayanların da ecirlerinin karşılıksız kalmayacağını, hiçbir maddi varlığın, zenginliğin karşılayamayacağı bir saadete ereceklerini müjdeliyor.

Eşlerin, yuvalarına giren kazancın helal olması için birbirlerine yardımcı olmaları büyük önem taşıyor. Dünya nimetlerine hırs göstermemek bunun için etkili bir yol olacaktır. Kanaat sahibi olmak, ihtiyacı bir şekilde karşılanmış iken daha fazlasını istememek, geçim çabalarının helal sınırları aşmasını engelleyecektir. Unutulmaması gereken gerçek, bir ailede asıl kazancın Allah yolunda atılan adımlar olduğudur. Dünya varlığı bir kibrit çöpünün aleviyle yok olacak saman yığınıdır.

İhtiyacın sınırı var, ya ihtirasın?

İnsan muhtaç olduğu şeye ulaşmak için çabalar. Ona ulaşmak isteği, herkeste farklı farklı ortaya çıkar. Kimi insan gerçekten neye muhtaç olduğunu bilir. Bu bilgi onu bir şeylerin peşinde savrulmaktan kurtarır.

Çağdaş düzen ise insanın ihtiyaçlarının sonsuz olduğu söyler. Buna karşılık ihtiyaçları karşılayan kaynakların da yetersiz olduğunu iddia eder. Bu büyük bir yalan ve fitneden başka bir şey değildir.

İhtiyacın bir sınırı var. Dünyanın geçici olduğunu görerek, içinde bulunduğumuz durumu imtihan bilip kanaat etmek bu sınırı belirler. Bu sınır, insanın ihtirasının önünde bend olarak duran edebidir. Elinde bulunana şükretmesini bilmek, hayırlı olandan başkasının talep edilmeyeceği bir ruh haline geçmek de bu edebin meyvesidir.

Elbette her evin ihtiyaçları vardır. Fakat ihtiyaç adı altında insanın kendine pek çok şeyi yük edinmesi de mümkündür. Bunu iyi düşünmemiz, kendimizi her şeye muhtaç hissetmememiz bizi gereksiz yüklerden kurtaracaktır. Sahiden ihtiyaç olan bir şeyin eksikliği hayatı zorlaştırır. Fakat eksikliği hissedilmeyen şeyler için huzur bozmak doğru değildir. Eşler başkalarının sahip olduklarına imrenerek üzülmemeli, aile huzurunu bozacak söz ve davranışlarda bulunmamalıdırlar.

İnsanın aslen bir tek şeye ihtiyacı var; o da kalp huzuru. Bu huzura sahip olmayanın, dünya onun olsa bile hiçbir şeyi yoktur. Huzuru olanın ise hiçbir şeyde gözü olmaz.

Eş-dost ve akraba ilişkileri

Aile saadetini teminde eşlerin dikkat etmesi, birbirlerine yardımcı olmaları gereken bir husus da sıla-i rahimdir. Yani anne-baba ve akrabalarla irtibatı devam ettirmektir. Böylece aile büyür, yalnızlık hissi yok oluşur. Ayrıca erkek ve kadının güvenliğinde, işleri yoluna koyma ve zorlukları aşmada büyük yararlar sağlanır.

Eşler bu konuda da gerekli hassasiyeti gösterip, birbirlerinin akrabalarıyla irtibatı sağlamada makul yollar bulmalı, kendi akrabaları için istediğini karşı taraf için de isteyerek adaleti temin etmelidir. Zaten bir akrabalık söz konusu olmasa bile diğer insanlarla doğru bağlar kurmak, iyi ilişkiler içerisinde olmak her müslümanın görevidir.

Rabbimiz'in bildirdiği mahremiyet sınırlarına riayet ederek eşlerden birinin sıla-i rahim görevini yerine getirmesinden diğerinin memnuniyet duyması gerekir. Eşlerin aralarında konuşarak, çözüm yolları bularak, taraf tutmadan, ayrım yapmadan akrabalarıyla irtibata devam etmeleri, müslüman toplumun sağlam bir şekilde ayakta durması için önemlidir.

Bir aile hayatında saadetin temini için birçok şey söylenebilir, tavsiyelerde bulunulabilir. Fakat asıl iş, asıl gayret aileyi oluşturan erkek ve kadına düşer. Hiçbir erkek ve kadın mutsuz olmak için bir araya gelmez, bile bile huzurdan yoksun bir evlilik, bir aile hayatı istemez. Yeter ki kişiler iyi niyetli olsunlar, sabırlı ve akıllı davranarak üç günlük dünya hayatını kendilerine ve eşlerine zehir etmesinler.

Her mümin bilir ki, asıl önemli olan Allah'ın rızası ve ebedi cennet hayatıdır. Allah'ın her an yanlarında ve onlarla birlikte olduğunu bilen eşler, birbirleriyle ve başkalarıyla münasebetlerinde, söz ve davranışlarında, hep O'nun rızasını gözetirlerse, karşı cinsle bir bütün olmanın hazzını yaşayacaklardır. Ve inşallah dünyada başlayan bu saadet burada kalmayacak, büyüyerek, artarak, zenginleşerek ebedi hayatta devam edecektir.

Unutmamak gerekiyor; tam, eksiksiz, hiç bitmeyecek mutluluk cennettedir.

Kaynak: Semerkand dergisi, 12/2004

.