|
İslam ve Diğer Geleneklerde Kadın: Önemli Bir
Yanlışı Tahsis
Şerif MUHAMMED
Giriş
Batı düşüncesi ve paradigmaları, Batının kültürel
mirasına, bir başka bölgeninkiler de, yine kendi kültürel
birikimine dayanır. Son asırlarda dünyada hakim olan daha çok
Batı kültür mirası olduğu için, din ve bu arada
İslâmiyete de, batılı düşünürler ve müsteşriklerle
birlikte, Müslüman dünyasının yabancılaşmış
aydınları tarafından, bu kültür mirasının temel
paradigmaları ve onun en önemli unsurlarından olan Kitabı
Mukaddes geleneği açısından yaklaşılmış ve
bu geleneğe yöneltilen eleştiriler, aynen İslâma da
yöneltilmiştir. Bu bakımdan, aşağıdaki yazıda,
bu yanlış tutumun yol açtığı yanlış anlamalardan
biri olarak İslâmda kadının yerini, Kitabı Mukaddes
geleneğinin aydınlanma asırlarında tenkit edilen
unsurları noktasında ele almanın
yanlışlığını ortaya koymaya
çalışacağız. Bunu yaparken, Kur'ânın, En
yakınlarınızın aleyhine de olsa, adaletten ayrılmayın!
(6:152) ve Ey iman edenler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için
şahitlik edenler olun, kendinizin, annebabanızın ve
yakınlarınızın aleyhine bile olsa; hakkında
şahitlikte bulunduğunuz kişi, (kendisinden fayda
umduğunuz veya çekindiğiniz bir) zengin veya (size hiç faydası
dokunmayacak bir) fakir de olsa (4:135) emirlerine imtisalen, objektif ve
âdil olmaya çalışacağız. Maksadımız, ne
herhangi bir dini yüceltmek (ki, yüce olan zaten yücedir), ne de küçük
düşürmektir. Müslüman sıfatıyla, aynı zamanda bütün
peygamberleri de, onlara gelen İlâhî mesajları da, onlara
geldiği şekliyle kabullenmek mecburiyetinde olduğumu
biliyorum. Ne var ki, Kitabı Mukaddes geleneğinin hakim
olduğu dünyada, araştırmada söz konusu edilecek noktalar
önemli oranda son asırlarda tashih edilmiş olmakla birlikte, ne yazık
ki, onlardan hareketle İslâm, halâ kadının
aşağılanmasının sembolü ve sebebi gibi görülüp, öyle
takdim edilebilmektedir. Dolayısıyla maksadım,
yanlıştan hareketle İslâm için oluşturulan haksız ve
tamamen yanlış imajı düzeltmek ve gerçeği ortaya
koymaktır.
Konu, belli başlıklar altında ele alınacaktır.
1 Hz. Havvanın suçu mu?
Kitabı Mukaddes, Tekvin 2:4 ve 3:24te Allahın Hz. Âdem ve
Havvaya bir ağacın meyvesini yasakladığı, fakat
daha sonra yılanın Hz. Havvayı, Hz. Havvanın da Hz
Âdemi kandırdığı anlatılır. Allahın
kınamasından dolayı da Hz. Âdemin suçu Hz. Havvaya
attığı belirtilir:Yanıma verdiğin kadın... o,
ağaçtan bana verdi ve yedim.Allah da, Hz. Havvaya şöyle seslenir:
Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım;
ağrı ile evlat doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da
sana hakim olacaktır. Âdeme de, Karının sözünü
dinlediğin ve ondan yemeyeceksin diye sana emrettiğim ağaçtan
yediğin için toprak senin yüzünden lânetli oldu, ömrünün bütün
günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin der.
Kur'ânda ise hâdise böyle anlatılmaz. Kur'ânı Kerim, yasaklanan
ağaçtan tatma hatasını Hz. Âdem merkezli anlatır (2:37).
Hattâ, Hz. Havvayı aynı hataya sürükleyenin Hz. Âdem olduğunu
ima eder (20:117120). Bununla birlikte, ilgili âyetlerden Hz. Havvanın
da aynı hatayı işlediği anlaşılmakta olup (20:
121), tevbeyi de birlikte yapmışlardır (7:1923).
Dolayısıyla İslâm, ilk günah gibi bir günahı
kadına yüklemez; bu hatadan dolayı onu kınamaz ve
insanlığı Cennetten yere indiren bir varlık olarak
görmez.
2 Hz. Havvanın mirası
Aldatan Hz. Havva imajı, asırlar boyu kadın hakkında çok
olumsuz tesir yapmıştır. Bunun sonucunda kadına, çok defa
güvenilmez ve düşük bir varlık olarak bakılmış, âdet
hali, hamilelik ve çocuk doğurmanın, onun için ebedî suçuna bir
ceza olarak telâkki edilmiştir. Meselâ, dinî metinlerde geçen şu
satırlar, bu açıdan manidardır.
Ben ölümden daha acı, kendisi bir tuzak, kalbi bir kapan ve elleri
zincir olan bir kadını buldum. Allahı hoşnut edecek bir
kimse ondan kaçsın; o, sadece günahkârları tuzağına
düşürsün... Araştırırken 1000 kişi arasında 1
tane dürüst erkek buldum, ama bütün kadınlar arasında bir tane
dürüst kadın bulamadım. (Ecclesiastes, 7: 2628).
Hiçbir kötülük, kadının kötülüğünün yanına
yaklaşamaz.... günah kadınla başlar ve bütün hepimiz onun yüzünden
öleceğiz. (Ecclesiasticus 25: 19, 24).
Bu geleneğin bazı kanatları tarafından, cennetten
kovulmanın sonucu olarak kadınlara şu dokuz musibetin
verildiği ileri sürülür:
O, kadınlara dokuz musibet ve ölüm vermiştir: âdet ve bakirelik
kanı yükü, hamilelik, çocuk doğurma, çocukları büyütme,
(kocası öldüğünde) yas tutan birisi olarak başını
örtmek, daimi bir köle veya efendisine hizmet eden kız köle gibi
kulaklarını delmek; şahid olarak kabul edilmez, hepsinden
öte.... ölüm.1
Bu kanada mensup erkeklerin günlük sabah dualarında: Sana şükürler
olsun Allahım, beni bir kadın olarak yaratmadın ifadesi
geçerken, kadınlar, Beni dileğine göre yarattığın
için sana şükürler olsun2 diye dua ederler.
Aldatan ve insanlığı Cennetten çıkaran Havva
anlayışı, kadını insanlığın bütün
günahlarından sorumlu tutmuştur. Çünkü, ilk günah inancına
göre, Hz. Havvanın işlediği ve Hz. Âdeme de
işlettiği iddia olunan günah, irsî olarak bütün insanlığa
geçmektedir ve bütün insanlar, bu günahla dünyaya gelmektedir. İsa
Mesih, bu günahı temizlemek için kendini kurban ettiği için, Hz.
Havva, yani kadın, dolayısıyla Hz. İsanın
kanından da sorumlu tutulmuştur.3
Eğer vaktiyle bu sözlerde bir hata, bir yanlış anlama
olmadıysa, İngiliz kadın araştırmacı Karen
Armstrong, ilk dönem ve daha sonra bazı azizlerin şu
görüşlerini nakleder:
Bilmiyor musunuz ki, her biriniz bir Havvasınız?
Tanrının size olan cezası bu çağda da devam ediyor. Siz,
şeytanın kapısısınız: yasak ağacın
mührünü açansınız, İlâhî kanunu ilk terk edensiniz; sizler,
şeytanın saldırmayı göze alamadığı
adamı razı edensiniz; Tanrının sureti olan insanı
yok edensiniz. Sizin hak ettiğiniz cezadan dolayı
Tanrının oğlu ölmek zorunda kaldı. (St. Tertullian)
Eş veya anne olmuş ne fark eder, o halâ erkeği baştan
çıkaran Havvadır, bütün kadınlardan
kaçınmalıyız. Onun, çocuk doğurmasının
dışında, erkeğin ne işine
yaradığını anlayamadım. (St. Augustine)
Fert olarak kadın kusurlu ve yararsızdır. Çünkü erkek
hücredeki aktif güç, erkek cinsiyetinde mükemmel bir benzerliği meydana
getirirken, kadın, aktif güçteki kusurdan veya maddî bir hatadan, hattâ
harici tesirlerden meydana gelir. (T. Aquinas)
Luther, kadınlarda, yan tesirleri bir yana, dünyaya mümkün olduğu
kadar çok çocuk
getirmenin dışında bir fayda görmez:
Onlar yorulsa, hattâ ölseler bile problem değil. Bırakın
onlar, çocuk doğururken ölsünler. Çünkü onlar, bunun için bu
dünyadalar.4
Dikkatimizi Kur'ânın kadın hakkındaki ifadelerine
çevirdiğimizde, İslâmın kadına
bakışındaki farklılık hemen kendini belli eder:
Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin
kadınlar, (Allaha) itaat eden erkekler ve (Allaha) itaat eden
kadınlar; doğru erkekler ve doğru kadınlar,
sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, (Allaha
karşı) saygılı erkekler ve (Allaha karşı)
saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren
kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini
koruyan erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allahı çok anan
erkekler ve Allahı çok anan kadınlar: Allah bunların her biri
için mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır. (33:35)
İnananlar erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler;
iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar; namaz
kılarlar, zekât verirler, Allaha ve Resûlüne itaat ederler.
İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah, şüphesiz azîzdir,
hakimdir. (9:71)
Rabbileri onlara karşılık verdi: Ben sizden, erkek
kadın, kadın olsun, hiçbir çalışanın
çalışmasını zayi etmeyeceğim. Hep
birbirinizdensiniz; (aynı insanlık ailesinden ve aynı inançtan
birbirinizin kardeşi, yakını ve velîsisiniz.) (3:195)
Kim bir kötülük işlerse ancak onun kadar ceza görür. Kadın olsun
erkek olsun, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar
Cennete girerler. (40:40).
Erkek veya kadın, her kim inanmış olarak iyi bir iş
yaparsa, ona güzel ve hoş bir hayat yaşatırız.
Onları, yaptıklarının en güzeliyle
mükâfatlandırırız. (16:97)
Kur'ânın kadına bakışı, erkeğe
bakışından farklı değildir. Kur'ân, kadını
hiçbir zaman şeytanın günaha açılan kapısı veya
tabiatı itibariyle aldatıcı olarak görmediği gibi,
erkeği de Allahın imajı olarak görmez, sadece kadın ve
erkek hepsi Onun yaratığıdır. Kur'âna göre
kadının dünyadaki rolü çocuk doğurmakla sınırlı
değildir. O da, erkekler kadar salih amel işlemekle yükümlüdür.
Kur'ân, hiçbir iffetli kadının bulunmadığını da
zikretmez. Aksine, yukarıdaki âyetlerde geçtiği üzere, pek çok
kadını över ve ayrıca, Hz. Meryemi ve Firavunun
hanımı gibi örnek kadınları bizzat nazara verir:
Allah, inananlara Firavunun karısını misal verir: O,
şöyle demişti: Rabbim! Bana katında, Cennette bir ev yap;
beni Firavundan ve onun amelinden kurtar; beni bu zalim milletin elinden
kurtar. İmran kızı Meryemi de misal verir. O, iffetini
korudu; Biz de ona Kendi ruhumuzdan üfledik. O, Rabbisinin kelimelerini ve
kitaplarını doğruladı. Bize gönülden itaat edenlerdendi.
(66:1112.)
3 Kız çocuğu
Kitabı Mukaddeste, hamile kadın erkek çocuğu doğurursa,
murdarlığının 7 gün, kız çocuğu doğurursa
2 hafta olacağını yazar. Yani, kız çocuğunun erkek
çocuğundan iki kat daha fazla kirlilik sebebi olacağı
belirtilir (Levililer, 12:25). Catholic Bibleda kız çocuğunun
doğumu bir kayıp olarak nitelenirken, erkek çocuğunu
eğiten adama düşmanlarının bile gıpta edeceği
kaydedilir (Ecclesiasticus 22:3; 30:3).
İslâm, Cahiliye Araplarında da var olan kız çocuğunu
utanç vesilesi olarak görmeyi kökten değiştirmiştir:
Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman, içi
öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden,
halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa
toprağa mı gömsün? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar! (16:5859)
Eğer Kur'ânın bu uygulamayı kaldırmak için sert
ifadeleri olmasaydı, bu kötü suçun Arabistanda önünün
alınamayacağına da işaret etmek gerekir (16: 59; 43:17;
81:89). Dahası Kur'ân, erkek çocuklarla kız çocukları
arasında bir ayırım da yapmaz. O, erkek çocuğu gibi
kız çocuğunun da doğumunu Allahtan bir hediye olarak görür.
Hattâ, kız çocuğunun doğumunu erkek çocuktan daha önce hediye
olarak kabul eder:
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allahındır.
Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocuk, dilediğine
de erkek bahşeder (42:49),
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), iki kız çocuğuyla nimetlenen
kimsenin, onlara büyüyünceye kadar iyi bir şekilde bakarsa, çok büyük
bir mükâfata nail olacağını haber vermektedir:
Her kim kız çocuklarını büyütür ve onlara iyi davranırsa,
onlar, kendisi için Cehennem ateşine karşı kalkan olur (Buhari
ve Müslim).
Her kim, iki kız çocuğuna erginlik çağına kadar bakarsa,
kıyamet gününde biz onunla şöyle yakın olacağız
diyerek iki parmağını birleştirdi.5
4 Kadının eğitimi
Kitabı Mukaddes ile Kur'ânın kadın anlayışı
arasındaki farklılık, sadece yeni doğmuş kız
çocuğuyla sınırlı değildir. Şimdi de bu
kitapların, kendi dinini öğrenmeye çalışan kızlara
karşı yaklaşımlarını kıyaslayalım.
Bilindiği gibi Tevrat, hukuk kitabıdır. Fakat Talmuta göre
kadınlar, Tevratın çalışma konusunun
dışındadır. Bu geleneğin bazı bilginlerine
göre, Tevratın sözleri kadınlara söylenmektense, ateşte
yansın ve Her kim, kendi kızına Tevratı
öğretirse, ona müstehcenlik öğretmiş gibi olur6 demektedir.
St. Paulün (Pavlos) yaklaşımı da şöyledir:
Mukaddeslerin bütün kiliselerinde olduğu gibi, kiliselerde kadınlar
sükut etsinler; çünkü onlara söylemek için izin yoktur; ancak
şeriatın da dediği gibi, tâbi olsunlar. Eğer bir şey
öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü
kadına kilisede söylemek ayıptır. (Korintoslulara birinci
mektup: 14: 3435)
Meselenin Kur'ânda nasıl ele alındığı konusunda,
şu kıssa kâfidir. Kocası Evs, kızarak kendisine Sen bana
annemin sırtı gibisin dediğinde Havle Müslüman bir
kadındı. Bu söz, putperest Araplar tarafından kocayı
evlilik sorumluluklarından özgür kılan bir beyan olarak kabul
edilir, fakat eşin evi terk etmesine veya başka bir erkekle
evlenmesine izin verilmezdi. Kocasından bu sözleri işiten Havle,
çok kötü durumdaydı ve kendi problemini anlatmak için doğruca Hz.
Peygambere gitti. Bir çıkış yolu olmadığı için
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), onun sabretmesi fikrindeydi. Havle,
askıya alınmış evliliğini kurtarmak için Efendimize
şikâyete etmeye devam etti. Çok geçmeden, vahiy geldi ve İlâhî
hüküm, bu cahiliye geleneğine son verdi. Sûreye de, kocası
konusunda Peygamber Efendimizle tartışan Havleden hareketle
Mücadile (tartışan kadın) adı verildi.
Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allaha
şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, ikinizin
birbirinizle konuşmasını işitir. Çünkü Allah,
işitendir, görendir (58:1).
Kur'âna göre bir kadın, bizzat kendisi İslâmın Peygamberiyle
bile tartışabilir. Hiç kimse, ona sus deme hakkına sahip
değildir. Kocasını, dini ve hukuki meselelerde tek referans
olarak kabûl etme gibi bir yükümlülüğü de yoktur. Sonra kadın,
mescidde de konuşabilir. O kadar ki, Hz. Ömer gibi bir halifeyi, camide
hutbe verirken, yanlış yaptığında tashih bile
edebilir.
5 Murdar kadın mı?
Eski Ahid, âdet gören kadını, bulaşıcı bir
murdarlık içinde telâkki eder. Bu kadının dokunduğu her
şahıs, her eşya, bir gün boyunca kirli kalır.
Eğer bir kadının akıntısı ve bedeninde
akıntısı kan olursa, 7 gün murdarlığında
kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır. Ve
murdarlığında üzerinde yattığı her şey
murdar olacak, üzerinde oturduğu her şey de murdar olacaktır.
Ve onun yatağına dokunan her adam esvabını yıkayacak
ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve
kadının üzerinde oturmakta olduğu her hangi bir şeye
dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve
akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının oturmuş
olduğu yatak, yahut her hangi bir döşek üzerinde bir şey
olursa adam, o şeye dokunduğu zaman akşama kadar murdar
olacaktır (Levililer, 15: 1923)
Kirleticiliğinden dolayı, âdet gören kadın, bazen kendisiyle
kurulacak her hangi bir ilişkiyi önlemek için sürülürdü. Âdetli
olduğu günler boyunca murdarlık evi olarak isimlendirilen özel
evlere kapatılırdı7. Dahası, eğer kadının
ayaklarının tozundan da olsa murdar olmuşsa, kocası
sinagoga girmekten men edilirdi. Hanımı, kızı veya annesi
âdet gören bir haham, sinagogda haham duasını yapamaz8.
İslâm, âdet gören kadının her hangi bir
bulaşıcı pisliğe sahip olduğunu kabul etmez. O,
günlük hayatını sadece bir sınırlamayla devam ettirir:
âdet günlerinde eşiyle mukarenette bulunamaz; ancak diğer
ilişkilere izin verilir. Bir de, âdet dönemi boyunca namaz ve oruç gibi
ibadetlerden müstesna tutulur.
6 Şahitlik konusu
Kur'ân ile Kitabı Mukaddes arasında mukayeseye medar bir
diğer konu da, kadının şahitliği meselesidir.
Kur'ânın, ticari işlemlerde bulunan inananların iki erkek
veya bir erkek iki kadın şahit getirmelerini emrettiği
doğrudur. Buna karşılık, kadının
şahitliğinin erkeğin şahitliğini geçersiz
kıldığı durumlar bile vardır. Meselâ, eğer bir
kimse hanımını zinayla suçlarsa, Kur'ân, o kimseden,
hanımının suçlu olduğuna dair beş defa yemin
etmesini ister. Eğer kadın da kocasının
iddiasını inkâr ve aynı şekilde beş defa yemin
ederse, suçlu olarak kabul edilmez. Yani onun, kocasıyla aynı
ölçüdeki şahitliği ve yemini, kocasınınkini boşa
çıkarır. Her iki durumda da evlilik sona erer. (24:611)
İlk Yahudi toplumunda ise kadınların şahitlik
yapmasına izin verilmez,9 cennetten kovulmuş olması sebebiyle
kadının şahitlik yapamaması, ona verilen dokuz cezadan
biri kabul edilirdi.10
Günümüzde İsrailde kadınlar, dinî mahkemelerde şahitlik yapma
hakkına sahip değildirler.11 Tekvin 18:916da Hz. Saranın
yalan söylediği iddiasıyla, kadınların şahit
olamayacağı ve şahit olmaya ehil olmadıkları düşüncesi
hakimdir. Tekvin 18:916da geçen olay, Hz. Saranın yalan
söylediğine bir ima dahi yapılmadan ve ona yalan isnadına
sebep olan kısım hiç yer almadan, Kur'ânda da anlatılır
(11:6974; 51:2430). Batıda geçen yüz yılın sonlarına
kadar hem Kilise, hem de sivil hukuk, kadına şahitlik hakkı
tanımıyordu.12
Bir erkek kendi eşini zinayla itham ederse, kadının
şahitliği Kitabı Mukaddese göre kabul edilmez. İtham
edilen kadın sıkıntılı bir teste tabi tutulur
(Sayılar 5:1131). Bu sıkıntılı testten sonra
kadın suçlu bulunursa ölüme çarptırılır. Suçsuzluğu
sabit olursa, kocasına bir şey yapılmaz.
Bunun yanında, bir erkek bir kadınla evlenir ve onu bakire
olmamakla suçlarsa, kadının şahitliği geçerli
sayılmaz. Annebabası onun kızlık
nişanlarını alıp şehrin yaşlılarına
getirmek zorundadır. Eğer ebeveyn kızlarının
kızlık nişanlarını ispat edemezlerse, kız,
babasının evinin önünde taşlanarak öldürülür. Eğer
kızlarının suçsuz olduğunu ispat ederlerse, kocası
sadece yüz şekel gümüşle cezalandırılır ve
yaşadığı müddetçe bir daha karısını
boşayamaz. (Tesniye, 22: 1321)
7 Yemin ve sözleşmeler
Kitabı Mukaddese göre bir erkek, Allaha karşı verdiği
her sözü, her yemini yerine getirmek zorundadır. Fakat kadının
vermiş olduğu söz, ettiği yemin, kadını
bağlamaz. Onun verdiği sözün geçerli olması için,
babasının evinde ise babasının, evlenmişse
kocasının tasdik etmesi gerekir. Babası veya kocası,
eşinin veya kızlarının yeminini tasdik etmezse,
yapmış oldukları her yemin hükümsüz olur.
Eğer babası onun adağını ve nefsini
bağladığı bağı işitirse ve babası ona
karşı susarsa; o zaman bütün adakları duracak... Nefsini
alçaltmak üzere yapılan her adağı ve yemini kocası tasdik
veya iptal edebilir. (Sayılar; 213)
Bir kadının yemininin kendi başına
bağlayıcı olmaması, onun evlilikten önce babasına,
evlilikten sonrada kocasına bağımlı telâkki edilmesindendir.
Babanın kızı üzerinde ciddi kont-rol ve sahipliği
vardır: Erkek, kızını satabilir fakat kadın
satamaz, erkek kızını evlendirebilir, fakat kadın
evlendiremez.13 Kadın üzerindeki babanın kontrolü, evlenince
kocaya geçer: Nişan, kadını kocanın kutsal malı
yapma işidir... Açıkçası, kadın,
başkasının mülkiyeti gibi telâkki edildiği için,
sahibinin tasdiki olmadan her hangi bir vaatte bulunamaz.
Kitabı Mukaddesin, kadının yeminiyle ilgili emri, bu
yüzyılın başına kadar bu geleneklerin kadınları
üzerinde olumsuz bir etkide bulunmuştur. Batıda evli bir
kadının hukukî statüsü, fiillerinin her hangi hukukî bir
değeri de yoktu. Kocası, onun yaptığı sözleşme,
pazarlık veya mukaveleyi feshedebilirdi. Kadın,
başkalarının mülkü olarak görüldüğünden dolayı
bağlayıcı bir sözleşme yapamazdı.14
İslâmda kadın veya erkek olsun, bir Müslümanın vermiş
olduğu her söz onu bağlar. Hiç kimse, başkasının
vermiş olduğu sözü reddetme hakkına sahip değildir.
Kadın veya erkek, vermiş olduğu ciddi bir sözü yerine getiremezse,
Kur'ânda gösterilen şekilde keffareti gerekir:
O (Allah), bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı
sizi sorumlu tutar. Bunun keffareti, ailenize yedirdiğinizin
ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut onları giydirmek ya
da bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Bunu bulamayan kimse, üç
gün oruç tutsun; yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin keffareti budur.
Yeminlerinizi gözetin (5:89).
Kadın veya erkek olsun, Hz Muhammedin ashabı ona biat ederlerdi.
Kadınlar da, erkekler gibi bağımsız olarak ona gelir ve
biatta bulunur, yani bir bakıma kendi bağımsız
şahsiyetleriyle yönetime katılırlardı; modern ifadesiyle,
aynen erkekler gibi vatandaşlık statüleri vardı.
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allaha hiçbir ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek,
çocuklarını öldürmemek, başkasına iftira etmemek ve iyi
bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse,
onların biatlarını al ve onlar için Allahtan mağfiret
dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, merhameti
pek bol olandır. (60:12)
Bir erkek, hanımı veya kız çocukları adına yemin
edemediği gibi, kadın, yakınları tarafından
yapılan her hangi bir yemini de geçersiz kılmaz. Yani her bir
kadın, aynen erkekler gibi, kendinden, kendi yaptıklarından
sorumlu tam bir ferttir.
9Evli kadının mülkiyeti
Her üç din de, evlilik ve aile hayatının önemine büyük önem verir.
Fakat bu konuda da aralarında bazı farklar vardır. Meselâ
Talmut, kadının malını kocanın malı kabûl eder:
Kendine ait olan eşya kocasınınsa, nasıl bir kadın
mal edinebilir? Kocanın malı kocanın, kadının
malı da kocanındır... Kadının tasarrufları ve
sokakta bulduğu şeyler de kocasınındır. Ev
eşyaları, masanın üzerindeki ekmek kırıntıları
bile kocanındır. Eğer kadın eve bir misafir davet eder ve
onu doyurursa, kocasının malından çalmış olur (San.
71a, git. 62a).
Talmut geleneğinde kızın malı, onun taliplerini celbetmek
içindir. Baba, büyük miktarda çeyizmal biriktirerek, kızını
evliliğe hazırlar. Bu sebeple, ailede kız çocuğu bir yük
olarak görülür.15 Kız, evlendikten sonra, bu malı üzerindeki
hakkını kaybeder. Evlilik sırasında
kazandıkları da kocasına ait olur. O, kendi malına ancak
kocası ölür ve onu boşarsa sahip olabilir. Kadın önce ölürse,
kocası bütün malına varis olur. Koca önce ölürse, kadın ancak
kocasına geçmiş olan kendi malını alabilir;
kocasının malından herhangi bir şey almaya hakkı
yoktur.16
Yakın zamanlara kadar aynı anane Batıda da hakimdi. Roma
İmparatorluğu döneminde (Constantineden sonra) dinî ve sivil
(medenî) otoriteler, evliliği tanımanın bir şartı
olarak mülkiyet sözleşmesi yapılmasını talep
ediyorlardı. Evlenince, kadının malı da, kocanın
malı da kocaya ait oluyordu. 1632de İngilterede ilk defa
kadın hakları hukuk sahasına alındı. Fakat, kural
değişmedi. Kanunda yine, Kocanın sahip olduğu
kocanındır. Kadının sahip olduğu da kocaya aittir17
hükmü vardı. Evlilikle kadın sadece mülk edinme hakkını
kaybetmez, aynı zamanda şahsiyetini de kaybederdi. Onun hiçbir
eylemi hukuki değere sahip değildi. Bağlayıcı
olmadığından dolayı, kocası onun her hangi bir alış
verişini ve hediyesini reddedebilirdi. Kadının akit
yaptığı şahıs, sanki bir suçlu gibi
sahtekârlıktan dolayı alıkonulurdu. Dahası o, kendi
adına dava açamadığı gibi, onun adına da dava
açılamazdı ve kocasını da dava edemezdi18. Evli
kadın, kanun önünde çocuk gibi muamele görürdü. Kadın kocasına
ait olduğu için, kendi malını, hukuki şahsiyetini ve
kızlık soyadını kaybederdi19.
İslâmiyet, yakın zamana kadar modern dünyada kadına esirgenen
bağımsız şahsiyeti ona 14 asır önce verdi.
İslâmda gelin ve ailesinin, damada her ne türden olursa olsun mehir
verme zorunluluğu yoktur. Tam aksine, evlilikte erkek, kadına belli
bir mehir vermekle yükümlüdür. Müslüman ailede, kız asla yük
değildir. Kadın, İslâm tarafından o kadar yüceltilmiştir
ki o, ne koca adaylarını çekmek için hediye takdim etmeye
muhtaçtır; ne evlendiği zaman malını kaybeder; ne de
kendi malını kocasıyla paylaşmak zorundadır;
kocası ona bakmakla yükümlü iken, o, kocası fakir bile olsa kendi malını
dilediği gibi kullanabilir; ticaret yaparak veya başka meşru
yollardan onu artırabilir. Yani aile içinde her bakımdan
bağımsız bir kişiliğe sahiptir. Kocasından
aldığı mehir kendi malıdır ve kimse ona dokunamaz.
Boşanacak olsa, mehir yine elinde kalır. Kendisi gönül
hoşnutluğuyla teklif etmedikçe, kocasının onun
malında hiçbir hakkı yoktur20.
10Boşanma
Üç din de boşanmaya dair önemli ölçüde farklı tutumlar sergiler.
İncil, net bir şekilde evlilik hayatının sona
eremeyeceğini söyler. Hz. İsanın, Fakat ben size derim ki;
zinadan başka bir sebeple karısını boşayan kimse onu
zaniye yapmış olur, ve kim boşanmış kadınla
evlenirse zina eder (Matta 5:32) dediğine inanılır. Bu
uzlaşmaz ideal şüphesiz bütün insanlığın hiçbir
zaman gerçekleştiremediği ahlâkî mükemmelliği gerektirir. Her
ne zaman eşler evlilik hayatlarının onarılamaz
olduğunu anlarsa, o zaman boşanmayı yasaklamanın onlara
bir faydası olmaz. Hasta bir evlilik birliğini, eşlerin kendi
istekleri dışında devam ettirmeye çalışmak ne etkili
ne de mantıki bir şey olur. Günümüzde bütün Hıristiyan
dünyasının boşanmaya izin vermek zorunda kalmasına, hattâ
ifrat bir kuralın doğurduğu tefrit bir netice olarak, bu
dünyada aile kurumunun âdeta çöküntü yaşamasına
şaşırmamak gerekir.
Öbür taraftan Yahudilik, kocaya boşama hakkı verme konusunda
nettir:
Bir adam bir kadın alıp onunla evlendiği zaman vaki olacak ki,
onda utanılacak bir şey bulduğu için, kadın onun gözünde
lütuf bulmazsa, onun için boş kağıdını yazacak, ve
onun eline verecek, ve onu evinden gönderecektir. Ve evinden
ayrıldıktan sonra kadın gidip başka bir erkeğin
karısı olabilir. Ve sonraki adam da ondan nefret ederse ve onun
için boş kağıdını yazarsa, ve onun eline verip onu
evinden gönderirse; yahut onu kendisine karı olarak almış olan
sonraki adam ölürse; onu göndermiş olan evvelki kocası, kadın murdar
edildikten sonra onu kendisine tekrar karı olarak alamaz (Tesniye,
24:14).
Metinde zikredilen hoşuna gitmeyen, utanılacak bir şey ve
nefret ederse kelimelerinin yorumuna dair Yahudi uleması arasında
büyük tartışmalar yaşanmıştır. Talmut, bu konudaki
farklı görüşleri kaydeder:
Shammai ekolü; zina suçu haricinde bir erkeğin kadını
boşayamayacağı görüşünde iken, Hillel ekolü, sadece bir
tabağı kırmaktan dolayı bile boşayabilir der.
Akiba21 ise, başka bir kadını ondan daha güzel bulduğu
için bile boşayabileceğini söyler
Talmut, kadınların, kocalarını kendilerini boşamaya
zorlayan davranışları şöyle kaydeder: Eğer
kadın sokakta yerse, sokakta aç gözlü bir şekilde içerse, sokakta
emzirirse, haham Meir, böyle bir kadının her halükarda
kocasını terk etmesi gerektiğini söyler (Git 89a). Talmut,
kısır bir kadını (on yıllık dönemde çocuğu
olmayan) boşamayı da zorunlu hale getirmiştir:
Hahamlarımız, eğer erkek bir kadını eş olarak
alır ve on yıl yaşayıp da çocuğu olmazsa, o
kadını boşaması gerektiğini düşünür. (yeb 64a)
Diğer taraftan, bu gelenekte kadınlar ancak mücbir sebeplerin
varlığı halinde mahkeme huzurunda boşanma talep edebilir.
Boşanmayı talep eden kadın, çok az gerekçe ileri sürebilir. Bu
gerekçeler: kocasının fiziki kusurlu veya deri hastalıklı
olması, evlilikle ilgili sorumluluklarını yerine getirememesi
vb.ni ihtiva eder. Mahkeme, kadının iddialarını
haklı bulabilir fakat evliliği sona erdiremez. Mahkeme, kocayı
gerekli olan boş kağıdını vermeye zorlamak için ona
kırbaç, para, hapis cezası verebilir, onu aforoz edebilir. Fakat
kocası çok inatçıysa, karısını boşamaz ve
süresiz olarak kendisine bağlı bekletebilir. Daha da kötüsü,
kadını boşamadan, ne evli ne de boşanmış bir
şekilde terkedebilir. Bu arada, başka bir kadını
nikâhlayabilir. Fakat terkedilmiş kadın, kanunen evli olduğu
için, başka bir erkekle yaşayamaz, çünkü o zaniye olarak
düşünülecek ve bu birlikten olan çocuklar on nesil boyunca gayrı
meşru kabul edilecektir. Bu durumdaki kadın, agunah (zincire
vurulmuş kadın) olarak isimlendirilir22. Bugün bu statüde 17.000
civarında kadının bulunduğu tahmin edilmektedir. Kocalar,
bu durumdaki kadınlardan boşanmak için binlerce dolar talep
edebilmektedirler.23
İslâm, boşanma konusunda Hıristiyanlık ve Yahudilik
arasındaki orta yolu takip eder. İslâma göre evlilik, mücbir sebep
olmadığı müddetçe bozulmaması gerekli kutsal bir
bağdır. Eşler, evlilikleri tehlikeye düştüğünde
mümkün olan bütün çareleri denemekle emrolunmuşlardır. Başka
çıkış yolu olduğu sürece de boşanmaya
başvurulmaz. Kısacası, İslâm, boşanmayı kabul
eder fakat, her vesilede ondan vazgeçirmeye çalışır. Kocaya
talâk (boşama) hakkını verir. Kadına da, Yahudiliğin
aksine İslâm, hul olarak bilinen şekilde evliliği sona
erdirme hakkını da tanır.24 Hul veya muhalea, bir bedel karşılığı
boşanmadır. Kadın, evlenirken nikâh hakkı talep edebilir.
Bu hakkı alan kadın, bedelli veya bedelsiz olmak üzere, mahkemeye
baş vurarak kocasını boşayabilir.
Eğer karısını boşamak suretiyle evlilik
birliğine koca son vermişse, kadına verdiği mehri geri
alamaz. Bu mehir ne kadar pahalı veya değerli olursa olsun, Kur'ân,
boşayan kocanın vermiş olduğu mehri geri
almasını açık biçimde yasaklar:
Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine
kantarlarca mal vermiş olsanız bile ondan hiç bir şey
almayın. Yoksa, (geri alabilmek için) iftira yolunu tutarak ve
apaçık günaha girerek verdiğinizi geri mi alacaksınız?
(4:20)
Kadının evliliği sona erdirmeyi seçmesi halinde o, mehri
kocasına iade edebilir. Bu durumda, hanımı olarak
kalmasını çok istemesine rağmen kocasını terk etmeyi
seçen kadının almış olduğu mehri geri vermesi adil
bir tazmin olur. Kur'ân, kendileri evliliği sona erdirmedikçe,
erkeklerin vermiş olduğu mehri geri almamalarını emreder.
İkisi Allahın sınırlarını korumaktan
korkmadıkça sizin (erkekler) kadınlara verdiklerinizden bir
şey geri almanız size helâl değildir. Eğer erkek ve
kadın Allahın sınırlarında duramayacaklarından
kokarsanız, o zaman kadının ayrılmak için verdiği
fidyede ikisine de bir günah yoktur. İşte bunlar Allahın
sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın.
(2:229)
Hz. Muhammed (s.a.s.)e evliliğini sona erdirmek isteyen bir kadın
geldi ve kocasının karakter ve davranışlarından
şikayetçi olmadığını, fakat tek probleminin
artık kendisiyle mukaranetten aciz olan kocasını dürüstçe
sevmemesi olduğunu söyledi. Peygamberimiz, Onun (mehir olarak
verdiği bahçeyi) tekrar verir misin? diye sordu. Kadın da: evet
dedi. Peygamberimiz, o zaman erkeğe bahçesini geri almasını ve
evliliği sona erdirmesini emretti. (Buhari)
Anlaşılıyor ki, baştan boşama hakkı
almamış bile olsa, Müslüman kadın, kocasının
şiddete başvurması, onu gereksiz yere terk etmesi, evlilik
sorumluluğunu yerine getirememesi gibi mücbir sebeplerden dolayı
devam ettirmek istemediği bir evliliği sona erdirmeye mecbur
kalabilir. Bu durumda mahkeme, evliliği sona erdirir.25
Kısacası İslâm, Müslüman kadına eşibenzeri olmayan
haklar vermiştir: O, hul yoluyla evliliği sona erdirebilir ve
boşanma davası açabilir. Serkeş kocası tarafından
asla zincirlenemez, yani evlilik boşanma arası askıda
bırakılamaz. Kur'ân, bu hususu bilhassa anarak yasaklar.
İslâm, sürdürülmesi mümkün olmayan evliliğin sona
erdirilebileceği iznini vermiş olmakla birlikte,
boşanmayı caydırıcı tedbirler de
almıştır. Bu konuda o, hukuktan çok diyaneti (dindarlık)
devreye koyar. Çünkü insanların kalbine hukuk değil, din hükmeder.
Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurur:
Helâller içinde Allaha en çirkin olanı boşanmadır. (Ebu
Davud)
Bir Müslüman erkek, sadece hoşlanmadığı için
hanımını keyfî boşayamaz. Kur'ân, ona, hoşlanmama
duygu ve hisleri ile dolu olduğu durumlarda bile hanımına iyi
muameleyi emreder:
Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, sizin
hoşlanmadığınız bir şeye Allah, çok
hayırlar koymuş olabilir. (4:19)
Hz. Muhammed de (s.a.s.), benzeri talimatlar vermiştir:
İnanan bir erkek, inanan bir kadından nefret etmesin. Bir huyunu
sevmezse, seveceği bir diğeri mutlaka bulunur. (Müslim)
Hz. Peygamber, Müslümanların en iyilerinin eşlerine karşı
en iyi davrananlar olduğunu vurgulamıştır:
Müminlerin en hayırlısı, ahlâken en güzel olanıdır
ve sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi
davrananınızdır.26
Hadisi şerif, ahlâkî güzelliğin kemalini eşlere en güzel
muamele olarak beyan etmektedir.
Bununla birlikte, İslâm hayat dinidir; pratikleri göz ardı etmez ve
evlilik birliğinin çökme eşiğine geldiği vakaların
olabileceğini de elbette nazara alır. Böyle durumlarda sadece
iyiliği tavsiye etmek veya tarafları kendi kendilerine hakim olmaya
çağırmak, her zaman geçerli bir çözüm olmayabilir. O zaman evlilik
birliğini korumak için Kur'ân, hata içinde olan eşe pratiğe
dönük öğütler verir. Kadının kötü davranışı
evlilik birliğini tehdit ediyorsa Kur'ân, kocaya
aşağıdaki ayetlerde ayrıntılı olarak
anlatıldığı gibi dört çeşit tavsiyede bulunur:
Dik kafalılık ve şirretliklerinden
yıldığınız kadınlara (1) öğüt verin;
(bundan almazlarsa) (2) yatakta onlardan ayrı kalın; (bunun da
tesiri görülmezse,) (3) onları (hafifçe ve yüzlerine vurmaksızın)
dövün. Eğer itaat ederlerse, artık aleyhlerine yol aramayın.
Unutmayın ki Allah, (sizden de, başka herkesten ve her şeyden
de) çok yücedir, çok büyüktür. (4) (Ey müminler, bütün bunlara rağmen,
eğer) karıkocanın arasının açılmasından
endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve
kadının ailesinden bir hakem tayin edin; eğer taraflar
uzlaştırmak dilerlerse, Allah da onların aralarını
buldurur. (4:3435)
Bu tedbirlerden ilk üçü öncelikle denenmelidir. Bunlar
başarısız olursa ilgili ailelerin yardımları
istenir. Yukarıdaki ayetler ışığında
serkeşlik yapan kadını dövme,
yanlışlığını düzeltmek için istisnai durumlarda
ve üçüncü sırada başvurulması gereken geçici bir tedbirdir.
Kaldı ki, burada dövülecek kadın, şirret ve dikkafalılığı
ile, evde bütün bütün huzursuzluk kaynağı olan bir
varlıktır. Ayrıca, burada hemen şu hususu belirtelim ki,
tarihte de, günümüzde de kadınların en iyi muamele gördüğü
evler, İslâmın şuurunda olan Müslümanların evleridir;
onun en çok tacize uğradığı, gerçekten yerli yersiz,
sebepli sebepsiz dayak yediği evler ise, modernleşmiş
evlerdir. Bütün istatistikler, kadının, kadın hakları
şampiyonluğu yapan Batıda ve İslâm dünyasında da,
güya batılılaşmış evlerde daha fazla dayağa
maruz kaldığını göstermektedir. Kaldı ki
İslâmda dövme, âyetten açıkça anlaşıldığı
üzere, intikam veya cezalandırma için değil, eğitim içindir.
Eğitim ise, eğitim verebilecek tarafından ona muhtaç olana
verilir. Yukarıda âyetlerde açıkça anlatıldığı
üzere bu tedbir fayda vermişse, kocası hiçbir şekilde ona eza
etmeye devam edemez. Eğer fayda da vermemişse, kocası bu
tedbirini daha fazla kullanamaz ve ailelerin yardımıyla çiftlerin
uzlaştırılması yolu denenir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), ilgili âyeti tefsir noktasında, Müslüman
erkeklere, eşleri tarafından açık hayasızlık gibi
istisnai durumlar haricinde bu tedbire başvurmamalarını
emreder. Bu durumlarda bile vurma hafif olmalı, yüze asla
vurulmamalı, kadın tavrından vazgeçmezse, kocası ona
fazladan ceza vermeğe kalkışmamalıdır:
Açık hayasızlık yaptıklarında, onları
yataklarında tek başına bırak ve hafifçe vur. Eğer
sana itaat ederlerse, artık başka eza verme. (Tirmizi)
Dahası, Peygamberimiz (s.a.s.), yine âyetin tefsiri ve uygulama
şekli açısından, eğitime dönük tedbir olarak açık
hayasızlık yapmış olmaları dışında
kadınların ceza için dövülmesini yasaklamış [Böyle
yapanlar (eşlerini dövenler) içinizde hayırlı
olanlarınız değillerdir. (Ebu Davud); En
hayırlınız, eşlerine karşı en hayırlı
olanınızdır. Ben, aranızda eşine karşı en
iyi davrananınızım. (Tirmizi)]; daha da ötesi,
karısını döven erkeklerle evlenmemeyi öğütlemiştir.
Fatıma binti Kays, şöyle der: Allah Resûlüne gittim ve, Ebu
Cehm ve Muaviye bana evlilik teklifinde bulundular dedim. Allah Resûlü
(s.a.s.), Muaviye çok fakir, Ebu Cehm ise kadınları döver
buyurdu. (Müslim)
Talmut, disiplin maksadıyla kadınların dövülerek
cezalandırılmasına izin verir.27 Kocalar, açık
hayasızlık gibi istisnai vakalarla
sınırlandırılmaz. Ev işlerini yapmayı
reddettiği zaman bile kocaya, eşini dövmesi izni verilmiştir.
Dahası, bu hafif cezayla da kalınmamış, kocaya, karısının
serkeşliğini kırbaçla veya onu aç bırakarak
kırmasına izin verilmiştir.28
Eşinin kötü davranışları yüzünden evliliği
dağılma noktasına gelmiş kadına ise Kur'ân,
aşağıdaki tavsiyelerde bulunur:
Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya
kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, anlaşma ile
aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Anlaşmak,
daha hayırlıdır. (4:128)
Bu durumda, kadının kocasıyla uzlaşmaya
çalışması (ailenin yardımı olsun veya olmasın)
tavsiye edilir. Kur'ân, kadının mukarenetten kaçınma ve dayak
atma gibi çarelere başvurmasını tavsiye etmez. Bunun sebebi,
erkek büyük çoğunlukta kadından daha güçlü ve intikam almaya daha
meyyal olduğu için, onun fiziki şiddete başvurmasını
önlemek içindir. Bu tür şiddet eylemlerinin, evliliğe ve
kadına faydadan çok zararı dokunur. Bazı Müslüman fakihler, bu
tür tedbirleri kadın adına mahkemenin erkeğe karşı
kullanabilmesini önerirler. Mahkeme, serkeş kocaya önce öğüt verir,
sonra karısının yatağına girmesini yasaklar ve
nihayetinde de kocaya vurur.29
Özet olarak, İslâm, evliliğin tehlikeye düşmesi veya
gerginliğin artması durumunda evliliği kurtarmak için
eşlere uygulanabilir çözümler önerir. Eğer eşlerden birisi
evlilik birliğini tehlikeye atarsa, bu kutsal bağı kurtarmak
için Kur'ân, mümkün ve etkili olan tüm çarelerin yapılmasını
diğer eşe tavsiye eder. Eğer alınan bu çareler
başarısız olursa, bu durumda İslâm, eşlerin
barış içinde ve dostça ayrılmalarına izin verir.
11 Anneler
Kitabı Mukaddes, bir çok yerde annebabaya saygıyı ve iyi
muameleyi emreder, onlara saygısızlık yapmayı da
yasaklar. Meselâ: Çünkü babasına yahut anasına lânet eden her adam
mutlaka öldürülecektir (Levililer: 20:9) ve Hikmetli oğul babasını
sevindirir, akılsız adam ise, anasını hor görür
(Süleymanın Meselleri 15:20). Gerçi Hikmetli oğul,
babasının söylediğini dinler (Süleymanın Meselleri 13:1)
şeklinde, bazı yerlerde ise babaya saygı zikredilirken, anneye
saygı zikredilmez; anne, özel olarak anılmaz. Ayrıca, babalar
çocuklarına mirasçı olurken, anneler mirasçı olamaz.30
İncilde annelere muamele konusunda yanlış
anlaşılabilecek bazı ifadeler var ise de (Luka, 14:26; Markos,
3:3135); bunları yanlış anlamamak ve zahirleriyle
yorumlamamak gerektiği inancındayız. Hz. İsa, buralarda
geçen sözleriyle, Allah katında asıl değerin iman ve kullukta
yattığını, annebaba da olsa, iman ve kulluğu
olmayan veya az olanların, diğerleri derecesinde mevki sahibi
olamayacaklarını ifade etmiş olmaktadır. Allah sevgisi,
bütün sevgilerin önünde gelmeli, annebaba sevgisi, Allah sevgisi ve Ona
bağlılığın önüne geçmemelidir.
Bununla birlikte, İslâmda anneye verilen şeref, saygı ve
hürmet eşsizdir. Kur'ân, annebabaya iyi muameleyi Allaha ibadetten
sonra ikinci sıraya koyar:
Rabbin, yalnız Kendisine ibadet etmenizi ve annebabaya kâmil manâda
iyilikte bulunmanızı emretti. Eğer ikisinden biri veya her
ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı
Of bile deme, onları azarlama. Onlara güzel söz söyle. Onlara
acıyarak, üzerlerine alçak gönüllülük kanatlarını ger ve:
Rabbim! Küçükken beni (üzerime titreyerek) yetiştirdikleri gibi, Sen de
onlara öyle merhamet et! de. (17:2334)
Kur'ân, başka birkaç yerde de annenin çocuğu dünyaya getirme ve büyütme
görevine özel vurgu yapar:
Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını
emrettik. Annesi onu, zayıflık üzerine zayıflık çekerek
(karnında) taşımıştı. Onun sütten kesilmesi iki
yıl içinde olur. Bana ve annebabana şükret. (31:14)
Annenin bu özel konumu Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından da veciz bir
şekilde dile getirilir:
Bir adam, Peygamber Efendimize gelip, ey Allahın Resûlü, insanlar
içinde hürmet etmeme en lâyık kimdir? diye sordu. Allah Resûlü,
annendir buyurdu. Adam, sonra kim? diye sordu. Peygamberimiz, annendir
dedi. Adam yine, sonra kim? diye sordu. Peygamberimiz, annendir
cevabını verdi. Adam tekrar, sonra kim? diye sordu. O zaman
Peygamberimiz (s.a.s.), babandır cevabını verdi. (Buhari)
Anneye olan derin saygı, Müslümanların günümüze kadar devam
ettirdikleri İslâm prensiplerinden biridir. Müslüman kadın, kendi
çocuklarından daima derin bir saygı ve sevgi görür. Müslüman
kadınla çocukları arasındaki sıcak ilişki ve
erkeklerin annelerine karşı duyduğu derin saygı, batılıları
şaşırtmıştır.31
12 Kadının Mirası
Kur'ân ile Kitabı Mukaddes arasındaki en önemli
farklılıklardan birisi de, kadının miras
hakkıdır. Kitabı Mukaddesin bu konudaki hükmü, haham Epstein
tarafından öz olarak açıklanmıştır: Kitabı
Mukaddes zamanından beri kesilmeksizin süregelen gelenek, evin
kadın üyelerine eş ve kız çocuklarına miras hakkı
tanınmaz. Verasetin en ilkel şeklinde bile ailenin kadın
üyeleri malın parçası olarak görülürdü ve hukuki şahsiyeti
olan bir varis olmaktan köle kadar uzaktı. Hz. Musa kanunlarınca
hiçbir erkek varis kalmadığı durumda kız çocukları
varis olarak kabul edilirken eş, varis olarak kabul edilmezdi.32
Kitabı Mukaddesin miras hukuku, Sayılar 27:111de ana
hatlarıyla belirtilmiştir. Buna göre kadın,
kocasının malından hiçbir şey alamazken, koca
çocuklarından bile önce eşinin mirasçısı olur. Kız,
ancak erkek çocuk yoksa mirasçı olur. Dullar ve kızlar, erkek
çocuklar bulunduğu müddetçe nafakaları erkek mirasçıların
merhametine kalmıştır.
Hıristiyanlık, uzun yıllar bu hukuk üzerinde devam etti. Hem
Kilise, hem de sivil hukuk, kız kardeşleri erkek kardeşleriyle
birlikte babanın mirasına ortak olmaktan
yasaklamıştı. Bu hukuk, geçen asrın sonlarına kadar
sürdü.33
İslâm öncesi putperest Araplar arasında miras sadece erkeklere
mahsustu. Kur'ân, bütün bu adaletsiz âdetleri kaldırdı ve
mirasçı erkeklerle aynı derecede yakınlığı olan
bütün kadınlara mirastan hakkını verdi:
Annebabanın ve yakınların bıraktıklarından
erkek ve kadınlara hisse vardır, az veya çok... belirli bir hisse.
(4:7)
Müslüman anneler, eşler, kızlar ve kız kardeşler, miras
hakkını daha Avrupa bu hakların varlığını
kabul etmeden 1300 yıl önce aldılar. Mirasın
paylaştırılması çok detaylı ve geniş bir
konudur (4:7, 11, 12, 176). Annenin babayla eşit pay almasının
dışında genel kural, kadının mirası
erkeğin mirasının yarısıdır. Kadın ve
erkekle ilgili bu genel kural, ilgili diğer düzenlemelerden ayrı
alınırsa adaletsiz görülebilir. Bunun arkasındaki gerekçeyi
anlamak için mutlaka erkeğin mali yükümlülüklerinin
kadınınkinden çok daha fazla olduğu nazara
alınmalıdır. Damat, geline mehir vermek zorundadır. Bu
mehir, gelinin şahsi malı sayılır ve
boşandıktan sonra bile kendisinde kalır. Gelinin damada bir
mehir verme gibi herhangi bir zorunluluğu yoktur. Dahası, Müslüman
koca, eşinin ve çocuklarının nafakasını temin
etmekle yükümlüdür. Kadının ona bu alanda yardım etme
sorumluluğu yoktur. Gönül rızasıyla kocasına verdikleri
dışında, onun malı ve onda tasarruf hakkı,
yalnız kendisine aittir. Buna ilâveten İslâm, aile hayatına
çok büyük önem verir. Gençlerin evlenmesini şiddetle ister,
boşanmayı özendirmez ve müzmin bekâr kalmayı da çok hususi
istisnalar dışında bir erdem olarak görmez. Bundan
dolayı, evlenme çağındaki hemen hemen bütün kadın ve
erkekler, İslâm toplumunda evlidir. İslâm miras hukuku
incelenirken, bütün hu hususlar ve daha başka, doğrudan konumuz
olmadığından burada izahına gerek
duymadığımız daha başka faktörler nazara
alınmalıdır. Kadının sorumluluklarıyla mali
hakları kıyaslandığında, İslâmın değil
kadın karşısında erkeğe ayrıcalıklı
muamele yapmak, bir İngiliz araştırmacının da itiraf
ettiği üzere, kadına cömertçe ve çok merhametli
davrandığı ortaya çıkacaktır.34
13 Evli kadının durumu
Kitabı Mukaddeste kendilerine mirastan hak tanınmadığı
için dullar, önceki toplumların en savunmasız kimseleri
arasındaydı. Ölmüş kocanın erkek akrabaları, onun
bütün mirasına konardı ve bu mirastan dul karısını
da geçindirmek durumundaydılar. Ne var ki bu da, o akrabaların
insafına kalmıştı. Bu bakımdan dulluk,
düşüklüğün sembolü olarak görülürdü (Eşiya, 54:4). Dram,
bununla da bitmiyordu. Tekvin 38e göre çocuksuz dul kadın, evli olsa
bile kocasının erkek kardeşiyle evlenmek zorundaydı,
böylece o, ölmüş kardeşin neslini devam ettirir, onun
adının silinmesine mani olmuş olurdu:
Ve Yehuda, ona dedi: kardeşinin karısının yanına
gir, ve ona kayın biraderlik vazifeni yap ve kendi kardeşine
zürriyet yetiştir. (Tekvin, 38:8).
Dul kadının bu evliliğe izni gerekmezdi. Onun vazifesi,
kocasının neslini devam ettirmekti. Kitabı Mukaddesteki bu
hüküm, uygulandığı yerlerde halâ devam etmektedir.35 Çocuksuz
dul kadın, kayın biraderlerine kalır. Eğer kardeş
evlenemeyecek kadar küçük olursa, evlenme çağına gelinceye kadar
kadın beklemek zorundadır. Eğer ölen kimsenin kardeşi
evlenmeyi kabul etmezse, kadın özgür kalır ve dilediği erkekle
evlenebilir.
İslâm öncesi putperest Arapları da benzer uygulamalara sahiptiler.
Bir dul kadın, ölenin erkek mirasçıları tarafından
alınacak terekenin bir parçası sayılırdı ve
genellikle ölen kimsenin diğer eşinden olma en büyük erkek
oğluyla evlendirilirdi. Kur'ân, bu uygulamayı sert şekilde
tenkit ederek bu alçaltıcı geleneği kaldırdı.
Geçmişte olanlar hariç, babalarınızın evlendiği
kadınlarla evlenmeyin! Bu, bir hayasızlık, iğrenç bir
şeydi, ne kötü bir yoldu. (4:22)
Kitabı Mukaddes geleneğinde üst rütbeli din adamları, dul,
boşanmış kadın veya fahişelerle evlenemezdi.
Ve alacağı kadın kız olacaktır; dul yahut
boşanmış, yahut bozuk kadın fahişe olmayacak, ancak
karı olmak üzere kendi kavminden bir kız alacaktır. Ve
kavminde zürriyetini bozmayacaktır; çünkü ben kendisini takdis eden
Rabbim. (Levililer, 21:1315)
Kur'ân, ne dul kadını düşük görür, ne onunla evlenmeyi
yasaklar. Hattâ, onların korunup kollanması, İslâmda büyük
faziletlerdendir. Kur'ân, onların evlenmeleriyle ilgili olarak da
düzenlemeler getirmiştir:
Kadınları (geri dönmesi mümkün bir boşama şekli ile)
boşadığınızda, bekleme süreleri (üç adet dönemi)ni
bitirdiler mi, ya (yeniden nikahla) onları güzellikle tutun, ya da
güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zarar
verecek şekilde tutmayın; böyle yapan, şüphesiz kendisine
yazık etmiş olur. Allahın âyetlerini de alaya almayın.
(2:231)
İçinizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları
eşleri, kendilerini tutup, dört ay on gün beklerler; (bu süre içinde
yeniden evlenmeye yeltenmez, süslenip görücüye çıkmazlar.) Sürelerini
doldurduklarında, kendi haklarında meşrû sınırlar
çerçevesinde verecekleri karardan ve ortaya koyacakları
davranışlardan dolayı size bir vebal yoktur. Allah, her ne
yaparsanız, hepsinden hakkıyla haberdardır. (2:234)
İçinizden, kendilerine ölüm gelip de, geriye eş bırakacak
olanlar, o eşlerinin bir yıl süreyle evden
çıkarılmayıp, geçimlerinin sağlanmasını
şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar. Fakat bunlar
kendiliklerinden çıkacak olurlarsa, bu durumda, meşrû surette
yapacakları şahsî davranışlarından dolayı
üzerinize herhangi bir vebal yoktur. Allah, Azîz (mutlak onur ve
karşı konulmaz güç sahibi)dir; Hakîm (her hüküm ve işinde
mutlak ve sayısız hikmetler bulunan)dır. (2:240)
Peygamber Efendimizin (s.a.s.) Hz. Âişe dışındaki bütün
hanımlarını dul olarak almış olması,
İslâmın kadınlara olan merhametini göstermeye yetmez mi?
14 Çok kadınla evlilik
Çok kadınla evlilik, insanlık tarihi kadar eski bir
uygulamadır. Kitabı Mukaddes, çok kadınla evliliği
yasaklamaz. Aksine, meşruluğunu kabul eder. Hz. Süleymanın
çok sayıda hanımı ve cariyesi olduğu Kitabı
Mukaddeste geçer (1. Krallar, 11:3). Yine, Hz. Davudun da çok sayıda
hanımı ve cariyesi olduğu zikredilir (2. Samuel, 5:13).
Kitabı Mukaddeste terekenin, murisin diğer eşlerinden olma
erkek çocukları arasında
paylaştırılacağına dair emirler yer alır
(Sayılar, 22:7). Poligami üzerindeki tek sınırlama, kız
kardeşlerin aynı anda bir kimsenin nikâhı altında
bulunamamasıdır (Levililer, 18:18). Talmut, en fazla dört
kadını tavsiye eder.36 Avrupa Yahudileri, 16ncı asra kadar
çok eşliliği devam ettirdiler. Doğu Yahudileri de, çok
eşliliğin medenî hukuka göre yasak olduğu İsraile
göçünceye kadar bu uygulamayı sürdürdüler. Fakat İsrailde
bazı durumlarda medenî hukuku geçersiz kılan dinî hukuk
altında çok kadınla evliliğe izin verilmektedir.37
Yeni Ahit, çok eşlilik hakkında ne der? Papaz Eugene Hillman, bu
konudaki eserinde, İncilin hiç bir yerinde evliliğin tek
eşle olacağına veya çok eşle evliliğin yasak
olduğuna dair hiçbir emir yoktur.38 kaydını düşer.
Dahası, Hz İsa, kendi toplumunda çok eşlilik yaygın olmasına
rağmen, buna karşı çıkmamıştır. Peder
Hillman, St. Augustinein, Şimdi bizim zamanımızda Roma
âdetlerine uymak için başka bir eş almaya artık izin
verilmemektedir39 sözünü naklederek, Roma kilisesinin, (cariye ve
fahişeliğe müsaade ederken, tek eşle evliliği emreden)
YunanRoma kültürüne uymak maksadıyla çok eşle evliliği yasakladığının
altını çizer.
Kur'ân, çok eşle evliliğe izin verdi, fakat bunu bir takım
kısıtlamalarla kayıt altına aldı:
Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden
korkarsanız, hoşunuza giden başka kadınlarla ikişer,
üçer ve dörder tane evlenebilirsiniz; şayet, aralarında
adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir taneyle yetinin. (4:3)
Kur'ân, eş sayısını eşlere eşit ve adil muamele
gibi sıkı şartlar altında dörtle
sınırlandırır.
Kur'ânın çok eşle evliliği zorlaması veya çok eşle
evliliği ideal olarak takdim etmesi mümkün değildir. O,
zorlayıcı sosyal ve ahlâkî sebeplerin olduğu zaman ve
durumları nazara alarak, çok eşle evliliği bir izin, bir
ruhsat olarak tanımıştır. Yukarıdaki Kur'ân âyetinin
de işaret ettiği gibi, İslâmda çok eşlilik konusu, pek
çok toplumda horlanan ve ezilen yetim ve dullara karşı toplumun
görevlerinden ayrı bir şekilde anlaşılamaz. Bütün zaman
ve mekâna hitap eden bir din olarak İslâm, bu mücbir sorumlulukları
görmezlikten gelmemiştir.
Günümüzde pek çok modern toplumda kadın sayısı erkek
sayısından fazladır. Amerikada erkeklerden en az 8.000.000
fazla kadın vardır. Gueana gibi ülkelerde her 100 erkeğe 122
kadın düşmektedir. Tanzanya da her 100 kadına 95,1 erkek
düşüyor.40 Böyle bir dengesizliğe karşı toplum ne yapmalı?
Değişik çözümler olabilir: bazıları müzmin
bekârlığı tavsiye edebilir; diğerleri de, kız
çocuklarının diri diri gömülmesini (bugün dünyada bazı
toplumlarda olduğu gibi!). Daha başkaları da, fahişelik,
metreslik, evlilik dışı ilişkileri, eşcinsellik gibi
çirkinlikleri bir çıkış yolu gibi görebilir.
Bütün bunlara karşılık, bir çok toplumda çok eşlilik,
kültürel olarak kabul edilmiş, sosyal yönden de saygın bir kurum
olarak, bu tür problemlerde bir çıkış yolu teşkil
etmektedir. Bu toplumlar, Batıda çoğu zaman yanlış
anlaşıldığı üzere, diğer kültürlerde
kadın, çok eşle evliliğe kadının
alçaltılmasının bir işareti olarak bakmamaktadır.
Meselâ,Hıristiyan olsun, Müslüman veya başka bir dinden olsun bir
çok Afrikalı genç gelin, evlilik tecrübesi bulunan sorumlu bir erkekle
evlenmeyi tercih etmektedirler. Bir çok Afrikalı kadın, kendilerini
yalnız hissettiklerinden dolayı kocalarını tekrar
evlenmeye zorlamaktadırlar.41 Nijeryanın en büyük ikinci
şehrinde yaşları 15 ile 59 arasında değişen
6.000 kadın üzerinde yapılan araştırmaya göre,
kadınların yüzde 60ı eşlerinin başka bir
kadınla evlenmelerini memnuniyetle karşılamaktadır.
Sadece yüzde 23ü, eşini başka bir hanımla paylaşma
fikrine kızmıştır. Kenyada yapılan bir
araştırmaya göre de kadınların 100de 76sı çok
eşle evlilik hakkında olumlu görüş bildirmişlerdir.
Kenyanın kırsal kesiminde gerçekleştirilen bir
araştırmaya göre ise, 27 kadından 25i çok eşle
evliliğin tek eşle evlilikten daha iyi olduğunu
düşünmektedir. Bu kadınlar, eşler birbirleriyle işbirliği
yaparlarsa, çok eşle evliliğin mutlu ve faydalı bir tecrübe
olduğunu belirtmektedirler.42
Afrika toplumlarında poligami o kadar saygın bir kurum haline geldi
ki, bazı Protestan kiliseleri ona tolerans göstermeye
başladılar. Kenyadaki Anglikan kilisesi piskoposu: Eşler
arasındaki sevginin ifadesi olarak monogami daha ideal olabilir, fakat
kilise çok eşliliğin sosyal olarak kabul edildiği toplumlarda,
poligaminin Hıristiyanlığa ters olduğu fikrinin artık
makul olmadığını düşünmeye başlamalı43
der. Afrikadaki poligami üzerinde çalışan Anglikan kilisesinden
Peder David Gitari, terkedilmiş kadınlar ve çocuklar
düşünüldüğünde, ideal olarak uygulandığı takdirde
çok kadınla evliliğin boşandıktan sonra yeniden
evlenmekten daha Hıristiyanca olduğu kanaatindedir.44 Batıda
yüksek eğitim görmüş Afrikalı kadınlar bile,
yıllarca Batıda yaşamalarına rağmen çok
eşliliğe karşı çıkmamaktadırlar.
Cinsiyet oranlarındaki dengesizlik, savaş zamanlarında daha
fazla problem olur. Amerikanın yerli Kızılderili kabileleri,
savaş esnasında cinsiyet oranlarındaki dengesizlikte çok fazla
sıkıntı çeker, bu sebeple, yüksek statüye sahip kadınlar,
poligamiyi gayri ahlaki ilişkilere karşı en iyi koruma olarak
görürdü. İkinci Dünya Savaşından sonra Almanyada erkeklerden
7.300.000 fazla kadın vardı ki, bunlardan 3.3 milyonu duldu. 2030
yaşları arasındaki her 100 erkeğe yine aynı
yaşlarda 162 kadın düşmekteydi.45 Bu kadınlardan
çoğu erkeğe bir arkadaş olduğu için değil de,
eşi benzeri görülmemiş sefalet ve zorluk döneminde aile
halkının rızkını temin etmek için ihtiyaç
duymaktaydı. Bu bakımdan pek çok genç kız ve dul kadın,
işgal kuvvetleriyle evlilik dışı ilişkiye girdiler.
O kadar ki, sigara, çikolata ve ekmek karşılığında
bile askerleri tatmin ettiler. Yabancıların getirdiği bu
hediyelerden dolayı en çok sevinen çocuklar oluyordu.46 Bugün
BosnaHersek ve Kosova gibi etnik soykırımın
uygulandığı ülkelerde, meselâ Bosnada 1 erkeğe 10un
üzerinde, Kosovada ise 5 kadının düştüğü istatistiklerle
sabittir. Bu noktada vicdanımıza şöyle bir soruyu sorabiliriz:
Bir kadın için hangisi daha şereflidir? Yerli Kızılderili
kabilelerinde ve günümüzde bilhassa pek çok Afrika toplumunda olduğu
gibi, kabul edilmiş, saygı duyulan ikinci bir eş olmak
mı? Yoksa, kendisinin ve çocuklarının açlığından
dolayı fahişeliğe razı edilmiş bir kadın
mı?
1948 yılında Münihte düzenlenen Uluslararası Gençlik
Konferansında Almanyadaki cinsiyet oranlarındaki
aşırı dengesizliğin tartışılması
dikkat çekicidir. Hiçbir çözüm üzerinde anlaşılmadığı
zaman, bazı katılımcılar poligamiyi önerdi. Diğer
katılımcıların ilk tepkileri nefret ve şok
karışımıydı. Fakat, teklifi dikkatlice
tartıştıktan sonra bunun tek çıkar yol olduğu kabul
edildi. Sonunda poligami, konferansın kapanış bildirgesine
dahil edildi.47
Dünya bugün daha fazla kitle imha silahına sahiptir. Peder Hillman,
buradan hareketle, kiliselerin poligamiyi şimdiden düşünmeleri
gerektiği fikrindedir:
Bu soy kırım tekniklerinin (nükleer, biyolojik, kimyasal...)
cinsiyetler arasında çok önemli oranda dengesizliğe yol
açabileceği ve bunun sonucunda çok eşli evliliklerin hayatın
devamı için gerekli olabileceği düşünülebilir... o zaman,
önceki gelenek ve hukukların aksine, çok eşle evlilik lehine önemli
tabiî ve ahlâkî eğilimler ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda
ilâhiyatçılar ve kilise liderleri, çok eşle evliliği
haklı çıkaracak önemli sebepler ve Kitabı Mukaddesten ilgili
metinleri hızlıca bulmalıdırlar.48
Günümüzde de çok eşle
evlilik, bazı düşünürler, sosyologlar ve din adamları
tarafından, modern toplumların sosyal problemlerinin çözümü için
pratik bir çözüm yolu olarak görülmekte, hattâ teklif edilmektedir.
Poligamiye izin verilmesiyle ilgili Kur'ânın zikrettiği içtimaî
mecburiyetler, Afrikadan çok Batı toplumlarında söz konusudur.
Meselâ bugün Amerikan zenci toplumunda aşırı bir cinsiyet
krizi vardır. Her 20 siyah gençten 1i 20 yaşına gelmeden
ölüyor. Cinayet, 20 ile 35 yaşları arasındaki bu gençlerin
başlıca ölüm sebebidir.49 Bunun yanında bir çok siyah genç
işsiz, hapiste veya uyuşturucu kullanıyor.50 Sonuç olarak, 40
yaşındaki her 4 siyah kadından 1i hiç evlenmeme durumuyla
karşı karşıya.51 Dahası, bir çok siyah kadın 20
yaşına ulaşmadan, yalnız yaşayan anne oluyor ve
nafakasını temin edecek birine ihtiyaç duyuyor. Bu trajik durumun
nihaî sonucu, hızla artan sayıdaki siyahî kadın, erkek
paylaşımına giriyor;52 bir çok talihsiz siyah kadın,
evli erkeklerle ilişkide bulunuyor. Çoğu zaman da hanımlar,
kendi kocalarını başka bir kadınla
paylaştıklarının farkında bile değiller.
Dolayısıyla, aklı başında bir çok kimse, çok
kadınla evlilik üzerinde anlaşmayı teklif etmektedir.53 Bu
mesele, 27 Ocak 1993 yılında Philadelphianın Temple
Üniversitesinde düzenlenen panelin konusuydu.54 Bazı
konuşmacılar, poligamiyi krizden çıkmanın elde mevcut tek
yolu olarak teklif ederken, özellikle fahişelikle metresliğe
müsaade eden toplumlarda poligaminin kanunla yasaklanmamasını da
istediler.
Amerikalı Roma Katolik mirası antropologu Philip Kilbride da, çok
evliliği Amerikan toplumunun bazı dertlerine çözüm olarak sunmakta
ve bunun, bir çok vakada çocukların üzerindeki olumsuz tesirleri önlemek
için makul bir alternatif olarak hizmet göreceğini belirtmektedir. Ona
göre çok kadınla evlenerek, evlilik dışı bir
ilişkiye son vermek, çocuklar için boşanmadan daha iyidir.55
1987 yılında Berkeleydeki California Üniversitesinde öğrenci
gazetesi, yaptığı ankette, Californiadaki muhtemel damat
adayı kıtlığına karşılık, erkeklerin
birden çok eşle evlenmesine kanun tarafından izin verilmesini kabul
edip etmediklerini sordu. Ankete katılan hemen hemen bütün kız
öğrenciler, çok eşle evliliğe izin verilmesini tasvip ettiler.
Bir bayan öğrenci, çok eşle evliliğin, tek eşle
evlilikten çok daha fazla özgürlük tanıdığı için,
duygusal ve fiziki ihtiyaçları daha iyi
karşılayacağını ifade etti.56 Aslında,
aynı düşünce, Amerikada poligamiyi uygulayan fundementalist
Mormon57 kadınları tarafından da ileri sürülmektedir. Onlar,
eşlerden biri diğerine yardım ettiği için, poligaminin
hem kariyer hem de çocuk bakımı açısından bir kadın
için en ideal yol olduğuna inanmaktadırlar.58
İslâmda poligaminin karşılıklı rıza meselesi
olduğunu da eklemek gerekir. Hiç kimse, bir kadını evli bir
erkekle evlenmeye zorlayamaz. Bunun yanında, bir kadın,
kocasının başka bir kadınla evlenmemesini şart
koşabilir.59 Kitabı Mukaddese göre ise, çocuksuz dul kadın,
evli bile olsa, kendi rızası gerekmeksizin, kocasının
kardeşiyle evlenmek zorundadır. (Tekvin 38:810)
Meşhur Hıristiyan evangelist Billy Graham, kendi dini adına
şu itirafta bulunur: Hıristiyanlık, poligamiyle
uzlaşmaz. Fakat günümüz Hıristiyanlığı poligamiye
izin vermezse, bu, kendi zararına olacaktır. İslâm, bazı
sosyal problemlerin bir çözümü olarak poligamiye, belli kurallar çerçevesinde
insan tabiatına uygun olacak şekilde izin verdi. Hıristiyan ülkeleri
büyük bir monogami şovu yapıyorlar, fakat gerçekte onlar poligamiyi
uyguluyorlar. Hiç kimse, Batı toplumlarında metresin rolünü
bilmiyor. Bu açıdan İslâm, temelden şerefli bir dindir. O,
toplumun ahlâkını korumak için bütün gizli ilişkileri
şiddetle yasaklar.60
Bugün dünyada gayrı müslim veya Müslüman bir çok ülkenin poligamiyi
yasaklaması ilginçtir. Kadının rızası olsa bile,
ikinci bir eş almak kanunlara aykırıdır. Diğer
taraftan, bilgisi ve rızası olmaksızın
hanımını aldatmak ise erkekler arasında pek yaygın
olup, bilhassa magazin basınının en önemli dedikodu
konuları arasında yer almakta ve âdeta teşvik görmektedir. Bu
tür çelişkilerin arkasındaki meşru hikmet ne? Kanun,
aldatmayı ödüllendirmek, dürüstlüğü cezalandırmak için mi
yapılır? Bu, medeni dünyanın sırrına erilmez
çelişkilerinden biridir.
15 Başörtüsü
Son olarak, Batıda, kadının baskı ve köleliğinin en
büyük sembolü olarak görülen başörtüsünü açıklamaya
çalışalım. Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde baş
örtüsü diye bir şeyin olmadığı doğru mudur?
Haham Dr. Menachem M. Brayer (Yeshiva Üniversitesi Kitabı Mukaddes
Literatürü Profesörü), Yahudi hukuku literatürüne göre, topluma çıkan
Yahudi kadının, bazı zamanlar tek gözü hariç bütün yüzü
kapatan bir baş örtüsü takmasının gelenek olduğunu
yazar.61 O, bazı meşhur hahamların sözlerini de nakleder:
Başı açık dışarı çıkmak, İsrailin
kızlarına yakışmaz. Lânet, hanımının
saçının görünmesine izin veren erkeğe olsun... kendini güzel
göstermek için saçını açık bırakan kadın, yoksulluk
getirir.
Kadının başını açmak çıplaklık olarak
değerlendirildiği için, Yahudi dinî hukuk, başı açık
evli bir kadının yanında şükretmeyi veya dua etmeyi
yasaklar.62 Bir dönemde, kadının başını örtmemesinin
iffetini aşağılama olarak görüldüğü ve başı
açık kadının cezalandırıldığını
kaydeden Dr. Brayere göre, bazan da başörtüsü, şerefli bir
kadının saygınlığını ve üstünlüğünü
ifade etmenin yanısıra, kocasının kutsal mülkü olarak
kadının erişilmezliğini de ortaya kordu.63
Başörtüsü, bir kadının saygınlığını
ve sosyal konumunu ifade ederdi. Alt sınıflardan kadınlar,
çoğu zaman yüksek sınıf izlenimi vermek için başörtüsü
takarlardı. Başörtüsü soyluluğun da alâmeti olduğundan,
eski İsrailde fahişelerin başlarını
kapamalarına izin verilmezdi. Buna mukabil fahişeler,
çoğunlukla saygın görünmek için özel bir baş örtüsü
kullanırlardı.64 Avrupadaki Yahudi kadınları, hakim
seküler kültürle kaynaşmaya başladıkları 19uncu asra
kadar başörtüsü takmaya devam etti. 19uncu asırda Avrupada hayat
tarzı çoklarını başı açık sokağa
çıkmaya zorladığı için, bazı Yahudi
kadınları, saçı örtmenin başka bir yolu olarak
başörtüsünü perukla değiştirmeyi daha uygun buldular. Bugün
çoğu dindar Yahudi kadını, sinagog dışında
başını örtmez.65 Hassidism66 mezhebine bağlı olanlar
gibi bazıları ise, halâ peruk kullanmaktadır.67
Hıristiyan geleneklerinde durum nasıldır? Katolik rahibelerin
1000 yıldan beri başlarını kapadıkları
bilinmektedir, fakat hepsi bu kadar değil. St. Paul (Pavlos), baş
örtüsüne dair bazı ilginç açıklamalarda bulunur:
Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih,
kadının başı erkek ve Mesihin başı
Allahtır. Başı örtülü olarak dua eden yahut peygamberlik eden
her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı
örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın,
başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş
olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın
örtünmüyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek yahut
tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek, Allahın
sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat
kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil,
fakat kadın erkektendir; çünkü erkek kadın için değil, fakat
kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden
kadın başı üzerinde hakimiyet alâmetine malik
olmalıdır. (Korintoslulara birinci Mektup 11:310)
Pavlosun kadını örtme mantığı, Tanrının
sureti ve yüceltilmesinin simgesi olan erkeğin, kendisi için ve
kendisinden yaratılan kadın üzerindeki otoritesinin remzi
olduğu tezine dayanır. St. Tertullian, On The Veiling of Virgins
(Bakirelerin Örtünmesi Üzerine) adlı risalesinde, Genç kadınlar,
sokaklarda başınızı örtün, kiliselerde de
başınızı örtmelisiniz, yabancılar arasında da
başınızı örtersiniz, sonra kendi erkek kardeşleriniz
arasında da başınızı örtersiniz... diye yazar.
Bugünkü Katolik kilise kanunları arasında kadınların,
kilisede iken başlarını örtmelerini gerektiren madde
vardır.68 Amiş ve Mennoniler69 gibi bazı Hıristiyan
mezhepleri, kadınlarının başlarını bugün de
örttürmektedirler.
Yukarıdaki delillerden İslâmın başörtüsünü icat
etmediği ortaya çıkar. İslâm, inanan erkek ve
kadınların bakışlarını
sakınmalarını, iffetlerini korumalarını ve inanan
kadınların, başörtülerini boyunları ile yakalarını
kapayacak şekilde uzatmalarını ister:
Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan
çevirsinler, ırzlarını, korusunlar... Mümin kadınlara da
söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini
korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna,
açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup
örtsünler. (24:3031)
Kur'ân, başörtüsünün iffet için gerekli olduğunu açıkça ifade
eder. İffet neden önemlidir? Kur'ân, bunu da açıklar:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin
kadınlarına söyle: dışarı çıkarken örtülerini
üstlerine alsınlar ki; (imanla, iffetle ve hür kadın olmakla koruma
altında bulundukları) bilinip, incitilmesinler. (33:59)
İffet, kadını, bugünün toplumlarında en çok ve çok
yaygın biçimde maruz bulunduğu tacizlerden korur; kadının
bizzat tacize sebebiyet vermemesinin de sebebidir; iffet, kalkandır.
Başörtüsü de iffetle, imanla ve özgürlükle koruma altında
bulunmanın bir göstergesidir; aynı zamanda iffeti korumada
sebeplerden biridir.
Diğer geleneklerin aksine, İslâmda başörtüsü, ne erkeğin
kadın üzerindeki otoritesini, ne de kadının erkeğe
kulluğunu simgeler. Ayrıca o, ne zenginliğin ne de
şerefli kadınların farklılık alâmetidir.
Başörtüsü, bütün kadınları korumaya yönelik iffetin
sembolüdür. İslâmın felsefesi, güvende olmak, üzülmekten daha
iyidir şeklinde özetlenebilir. Kur'ân, kadınların
vücudlarını ve itibarlarını korumayla o kadar ilgilenir
ki, muhsan (iffetli) bir kadını iffetsizlikle suçlayanları
ağır şekilde cezalandırır:
İffetli kadınlara zina isnat edip de, (bu suçlarını ispat
için) dört şahit getiremeyenlere 80 değnek vurun; ebediyen
onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar,
yoldan çıkmış kimselerdir. (24:4)
Özellikle batıda bazı kimseler, kadının korunması
için iffet tezini alaya almaya başladılar. Onlara göre en iyi
koruma, eğitim, medeni davranışları geliştirme ve
kendi nefsine hakim olmakla olur. Biz de, bunlar da olmasın diyen yok,
fakat yeterli değil deriz. İslâm, insanı suça ve günaha
itecek bütün kapıları kapar. Eğer medeniyet yeterli bir
koruma ise, o zaman neden kadınlar Kuzey Amerikada tek başlarına
boş bir park sahasının karşısı bile olsa,
karanlık bir sokağa çıkmaya cesaret edemiyorlar? Eğer
eğitim çözüm ise, Queens gibi saygın bir üniversite, neden
çoğunlukla kampüsteki bayan öğrenciler için eve servis sistemine
sahip? Eğer kendi nefsine hakim olmak çözüm ise, neden iş
yerlerindeki cinsel taciz olayları her gün gazetelerde yer alıyor?
Geçen birkaç yıllık sürede cinsel tacizden suçlananlar
arasında, donanmada görevliler, yöneticiler, üniversite profesörleri, yargıtay
hakimleri, hattâ en üst düzey idareci(ler) de var! Queens Üniversitesi
Kadınlar Bürosu dekanının aşağıdaki
beyanatını okuduğum zaman gözlerime inanamadım:
Kanadada her 6 dakikada 1 kadın cinsel tacize uğruyor; her 3
kadından 1i, hayatlarının herhangi bir döneminde cinsel tacize
uğruyor; her 4 kadından 1i tecavüze uğrama riski veya
tecavüzle karşı karşıya; lise veya üniversiteye giden her
8 kadından 1i cinsel tacize uğruyor ve yapılan bir
çalışmaya göre, üniversite çağındaki erkeklerin yüzde
60ı, eğer yakalanmayacaklarından emin olurlarsa, cinsel
tacizde bulunacaklarını beyan ediyor.
Modern dünyanın en büyük ülkelerinden birinde her yıl 12
yaşın üstünde 2.5 milyon kadın, ırza geçme, soyulma veya
bir başka şekilde saldırıya maruz kalıyor. Bir
başka büyük ülkede her yıl 12.000 kadın evde şiddete
maruz kalarak ölüyor. Bir başka önemli büyük ülkede, kız
çocukları için okula gitmek demek, cinsel şiddete maruz kalmakla
aynı manâya geliyor. Bu ülkede sadece 1998 yılında resmî
kayıtlara giren ırza geçme sayısı 49.280.
Dünyada, bilhassa Asya, Afrika ve Doğu Avrupa gibi fakir ülkelerden
zengin ülkelere çalışmak veya yerleşmek maksadıyla giden
kadınlar, gümrüklerde başlamak üzere sürkeli
aşağılanma ve tecavüzle karşı karşıya
bulunuyorlar. Bunlar, bilhassa sex ticaretinin ve endüstrisinin en önemli
kurbanları arasında. Cinsel, dinî ve ırkî ayırım,
medeniyetin bazı merkez ülkelerinde âdeta kurumlaşmış
durumda. Yine bu ülkelerde her gün çok sayıda kadın hapishanelere
düşüyor. Bunların pek çoğu uyuşturucu
bağımlısı. Hapishanelerde ırza tecavüz,
bebeklerinden mahrum bırakılma ve en küçük sıhhî bakımdan
mahrumiyet gibi muamelelere maruz kalıyorlar. Ayrıca, polise
intikal eden resmî rakamlara göre, sadece bir ülkede yılda 3 milyondan
fazla çocuk, cinsel tecavüze uğrama, ihmal, dayak gibi kötü muameleye
maruz bırakılıyor. Resmi rakamlar, 1000 çocuktan 47sinin bu
tür muamelelerle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.
1994te 1271 çocuk, bu tür muamele sonucu ölüyor. Annelerin alkol ve
uyuşturucu kullanması yüzünden sakat doğan çocuklar ise, bir
başka problem.
Yaşadığımız toplumda bazı şeyleri anlamak
gerçekten çok zor. Giyimde, konuşmada ve davranışlarda hem
erkekler, hem de kadınlar için iffet kültürüne aşırı
derecede ihtiyaç var. Aksi takdirde iç karartıcı istatistikler,
günden güne daha da kara bir tablo ortaya koyacak ve maalesef sadece
kadınlar bu uygulamanın cezasını ödeyecekler.
Dipnotlar
1 Leonar j. Swidler, Women in Judaism: the Status of Women in Formative
Judaism (Metuchen, N.J: Scarecrow Press, 1976) s. 115.
2 The Kendath, Memories of an Orthodox youth, Susannah Heschel, On Being a
Jewish Feminist (New York: Schocken Books, 1983) s. 9697.
3 Rosemary R. Ruether, Christianity, Arvind Sharma, Women in World
Religions (Albany: State University of New York Press, 1987) p. 209
4 Burada geçen iktibaslar için bkn. Karen Armstrong, The Gospel According to
Woman (London: Elm Tree Books, 1986) pp. 5262. Ayrıca: Nancy van
Vuuren, The Subversion of Women as Practiced by Churches, WitchHunters, and
Other Sexists (Philadelphia: Westminister Press) pp. 2830.
5 Buhari, Talak 25, Edeb 24; Müslm, Zühd 42.
6 Denise L. Carmody, Judaism, Arvin Sharma, a.g.e., s. 197.
7 Swidler, a.g.e., s. 140.
8 A.g.e., s: 138.
9 Swidler, a.g.e., s: 115.
10 Louis M. Epstein, The Jewish Marriage Contract (New York: Arno Press,
1973) s. 149.
11 Lesley Hazleton, Israeli Women: The Reality Behind the Myths (New York:
Simon and Schuster, 1977) s. 41
12 Matilda J. Gage, Woman, Church, and State (New York: Truth Seeker Company,
1893) s. 142.
13 Swidler, a.g.e. s: 141.
14 Gage, a.g.e. s: 141.
15 Epstein, a.g.e., s: 164165.
16 A.g.e., s: 112113. Ayrıca bkn. Priesand, a.g.e., s: 15.
17 R. Thompson, Women in Stuart England and America (London: Routledge &
Kegan Paul, 1974) s: 162
18 Mary Murray, The Law of the Father (London; Routledge, 1995) s: 67
19 Gage, a.g.e., s: 143
20 Elsayyad Sabiq , Fiqh al Sunnah (Cairo: Darul Fatah lilelam alArabi, 11.
baskı, 1994), c: 2, s: 218229
21 Akiba ben Joseph: M.S. 50?132) Kendinden sonra Yahudiliği çok
etkilemiş bulunan Yahudi din bilgini.
22 Swidler, a.g.e., s: 162163
23 The Toronto Star, Nisan 8, 1995
24 Sabiq, a.g.e., s: 318329. Ayrıca bkn: Muhammad al Ghazali, Qadaya al
Maraa bin alTaqalid el Rakide valVâfide (Kahire: Dâr alŞuruk, 4.
baskı, 1992, s: 178180.
25 a.g.e. s: 313318
26 Tirmizi, Radâ 11; Ebu Davud, Sünne 15; EdDarimi, erRikak 74.
27 Epstein, a.g.e., s: 219
28 A.g.e., s: 156157
29 Muhammad Abu Zahra, Usbu elFiqh elIslami (Kahire, al Majlisil Ala
liRiayetilFunun, 1963) s: 63.
30
Epstein, a.g.e., s: 122.
31 Armstrong, a.g.e., s: 8.
32 Epstein, a.g.e., s: 175.
33 Gage a.g.e., s: 142.
34 B. Aisha Lemu And Fatima Heeren, Woman in Islam (London: Islamic
Foundation, 1978) s: 23.
35 Hazleton, a.g.e., s: 4546.
36 Swidler, a.g.e., s: 144148.
37 Hazleton, a.g.e., s: 4445.
38 Eugene Hillman, Polygamy Reconsidered: Africa Plural Marriage and the
Christian Churches (New York: Orbis Books, 1975) s: 140.
39 A.g.e., s: 17.
40 A.g.e., s: 8893.
41 A.g.e., s: 9297.
42 Philip L. Kilbride,.Plural Marriage ForOur Times (Westport, Conn.: Bergin
& Garvey, 1994) pp. 108109.
43 The Weekly Review, Ağustos 1, 1987.
44 Kilbride, a.g.e., s: 126.
45 Ute Frevert, Women in German History: From Bourgeois Emancipation to
Sexual Libeation (New York: Berg Publishers, 1988) s: 263264.
46 A.g.e., s: 257258.
47 Sabiq, a.g.e., s:191
48 Hillman, a.g.e., s: 12.
49 Nathan Hare And Julie Hare, Crisis in Black Sexual Policits (San
Francisco: Black Think Tank, 1989) s: 25
50 A.g.e., s: 26.
51 Kilbride, a.g.e., s: 94.
52 A.g.e., s: 95.
53 A.g.e.
54 A.g.e., s: 9599.
55 A.g.e., s: 118.
56 Lang, a.g.e., s: 172.
57 Joseph Smith (18051844) tarafından 1830da New Yorkda kurulmuş
dini hareketin mensuplarına verilen isim.İsa Mesihin son Gün
Azizleri olarak kendilerini gören Mormonların inanç sistemi Joseph
Smith tarafından tespit edilmiştir. Kilisenin başı
başkan olarak isimlendirilir. Mormonlar, yoğun bir misyonerlik
gayreti içindedirler ve bütün dünyada faaliyet göstermektedirler. Her üye iki
yıl misyonerlik yapmalıdır. Dünyada 8 milyon civarında
Mormon bulunmaktadır. (Ç.N.)
58 Kilbride, a.g.e., s: 7273.
59 Sabiq, a.g.e., s: 187188.
60 Abdul Rahman Doi, Woman in Shariah (London: TaHa Publishers, 1994) s:
76.
61 Menachem M. Brayer, The Jewish Woman in Rabbinic Literature: A
Psychosocila Perspective (Hoboken, N.;: Ktav Publishing House, 1986) s: 223.
62 A.g.e., s: 316317. Also see Swidler, a.g.e., s: 121123.
63 A.g.e., s: 139.
64 Susan W. Schneider, Jewish and Female (New York: Simon & Schuster,
1984) s: 237.
65 A.g.e., s: 238239.
66 18. asırda Polonyada ve komşu memleketlerde ortaya çıkan
bir Yahudi mistik akımı olup, en mühim temelleri dua sevgi ve
sevinçtir. Ç.N.
67 Alexandra Wright, Judaism, Holm and Bowker, a.g.e., s: 128129.
68 Clara M. Henning, Cannon Law and the Battle of the Sexes, Rosemary R.
Ruether, Religion and Sexism: Imagers of Woman in the Jewish and Christian
Traditions (New York: Simon and Schuster, 1974) p. 272.
69 1540 senesinde Hollanda ve Kuzey batı Almanyada vaftiz
hakkındaki fikirleri umumi protestan telakkilerinden farklı
olduğu için hususi bir cereyan şeklinde organize edilmiş,
sonra bilhassa Amerikaya göçmeye mecbur olmuş bir cemaat. Hz.
İsanın emirlerini motamot icra etme iddiasıyla ne askere
gidiyor, ne de and içiyorlar. Başka cemaat ve dinlere karşı
müsamaha gösterirlar. (Ç.N.)
Kaynak: Yeni Ümit dergisi,
sayı: 55
|
.
|