"Âmentü" Hassasiyeti

Ahmed TASGETIREN

"Âmentü", "Iman ettim-Inandim" anlamina gelen Arapça bir fiil. Islâm istilahinda, inanç esaslarina bagliligin ifadesi.

Bir Müslüman, daha ilk yaslarda, "Âmentü" diye baslayan bir ahidlesme egitimi içine girer. "Allah'a, meleklerine, kitaplarina, peygamberlerine , ahiret gününe, kadere, hayir ve serrin Allah'tan geldigine, öldükten sonra dirilise" inandigini bildirir. Bu, kalbî ve kavlî, yani dil ile ifade edilen ve kalben onaylanan bir baglanistir. Bu teahhüd, Müslümanin en temel kabulleridir , kisiliginin mihveridir, öz dokusudur. Müslüman olmak, bu teahhüdle varolan bir seydir.

Bu çerçeveye Islâm akîdesi denir. Akide baglanilan sey demektir. Insan, "Âmentü" dediginde, kendi kisiligini, çok temel ölçülerle , baglamis olur. "Iman" bu baglanis halidir. Bu bagliligi kisiligine özümsetmis olanlara da "Mü'min" denir.

"Iman" olmadan, Müslüman olmak mümkün degildir.

Bir Müslümanin en öncelikli duyarligi, iman halini bir bütün olarak korumaktir. Imanda kesinti olmaz, parçalanma olmaz. Müslüman her nefesi mü'min olarak yasama duyarligi içindedir. O yüzden, "son nefesi mü'min olarak vermek", bir Müslüman için en stratejik hedeftir.

Hatta Müslüman, bir gaflet içine düsüp, son nefesi mü'min olarak verememekten endise eder. Ama bu korkuyu dengeleyen ümidin kapisi, Allah'in sonsuz rahmeti sebebiyle her zaman açiktir. . Bu sebeple, Müslümanin ruh hali "beyne'l-havfi ve'r-recâ- Korku ile ümit arasinda"dir.

Bu, iman üzerindeki titizlikten ileri gelir. Çünkü imanin makarri - yani yerlestigi yer olan kalb, degismeye müsait bir manevi iklimdir. Müslüman, kalbinin iman üzre sekinete ulasmasini, sebata ermesini diler hep... "Amentü"nün kalbe yükledigi sorumlulugun farkinda olmak, ancak onun hukukunu bilmekle mümkündür. Âmentü'nün hukukunu bilmek ise , o bütün içine giren her "iman umdesi"nin insan için ne anlam ifade ettigini bilmekle mümkündür.

Yasanan sürece baktigimizda görülen su ki, Müslümanla "Amentü"nün iliskisi, tedricen asinan bir iliski haline gelmistir. Asil olan bilgi, suur ve iman duyarligidir. Önce bilgi ve suur hali asinmis, ancak iman duyarligi devam etmistir. Ancak bilgi ve suur boyutu asinan bir duyarligi devam ettirmek mümkün olmadigi için, zaman içinde iman duyarligi da yerini gaflete terketmek zorunda kalmistir. Bu, imanin farkinda olmama halidir. Ne kadari var, ne kadari yok, nerede yara almis , neresi yeniden insa edilmis, hangi iman umdesine ne kadar yabancilasilmis...Kisilikle iman arasinda hangi baglar mevcut , hangisi kopmus, hangi kisilik özelligi hangi akideden kaynaklanan kabullerle biçimlendirilmis... Neredeyse tüm sinirlar belirsizlik içine sürüklenmis...

Islâm'in aradigi "Amentü" duyarligi böyle bir belirsizligi kabul etmez. Çünkü bu belirsizlik içinde, hayati, akide çevresinde dokuma imkâni yoktur. Akide, bir yerde durur, kisiligimiz bir yerde ve kisiligimiz , her türlü baska iman umdesinin etkisiyle sekillenmeye açik hale gelir. Oysa "Amentü" çerçevesi, bir "Dinü'l-kayyim-sapasaglam bir din" olusturur. Yani her unsuru birbirini bütünleyen, sapasaglam bir hayat manzumesi insa eder.

Insan, "Âmentü"nün en temel umdesi olan "Allah bilgisi"ne ulasmak ve O'nun hukukunu bilmek zorunda.

Allah'i bilmeyen insanin, hiçbir seyi yerli yerine oturtmasi mümkün olamaz. Tabiî kendi varolusunu da...

Hayati izah edemez.

Baska insanlarla, esya ile hukukunu bilemez.Allah'i bilmek demek, O'na göre kendi konumunu belirlemek demektir.

"O beni ilgilendirmiyor" dediginizde bir dünya olusturursunuz , O'nu yok farzederseniz bir dünya olusturursunuz, O'na baskaldirirsaniz bir dünya olusturursunuz, farkli tanrilarin varoldugunu düsündügünüzde bir dünya olusturursunuz...

O'na iman ettiginizde, O'nu sevdiginizde, O'nun buyruklarini önemsediginizde , O'nu varolusunuzun gerçek sebebi olarak telakki ettiginizde ise baska bir dünya olusturursunuz.

Her yaklasim, hem kendi kendinize bakisinizi, hem insanlarla ve esya ile iliskinizi etkiler. Allah'i yok farzedip de yeryüzünde, insan iliskilerini askin degerler üzerine kurma imkâni yoktur meselâ... O'na baskaldirip da, bir çikis yolu bulma imkâni da yoktur. O'nu yok farzederek kuracagimiz dünyayi bir cangil olmaktan kurtarma imkânimiz da yoktur... Çünkü orada "üstün deger"i Allah belirlemeyecekse kim belirleyecek gibi çok temel bir soru vardir.

Allah imani etrafina örülen diger iman umdeleri de, ayni tarzda , insan hayatini yönlendiren temel kisilik çerçevesi olustururlar. Her birinin, insan hayatina tasidigi duyarliklar vardir. Ahirete inanan insanla inanmayan, Kitaba inanan insanla inanmayan, Peygamber'e inanan insanla inanmayan, Meleklere ve kadere inanan insanla inanmayan için hayatin dayanak noktalari ve temel öncelikleri farklidir. Baska dünyalar kurar bu insanlar... Kimin hayatinda ahiret duyarligi varsa, o, bir baska yerde karsilastiginda utanmayacagi bir hayat yasamaga çalisir. Kimin hayatinda Kitap duyarligi varsa, o hayatini, Allah'tan gelen ölçüler içinde biçimlendirme gayretine soyunur. Peygamber, onun için ebedi bir isiktir, rehberdir...

Fir'avn niye Fir'avndir da Musa niye Musadir? Iste bu sorunun cevabi, Allah bilgisi, Allah suuru ve Allah imaninda saklidir.

Özetle "Amentü"nün muhtevasini kavramak demek, varolusun anlamini çözmek demektir.

Bilâl-i Habesi, Mekke inkârciligi içinde, "Âmentü" ile bulusmus bir insandi. Imanini korumak için iskenceye katlandi. Iman ne anlam ifade ediyordu Bilâl için? Bir insan neden katlanir iskenceye? Demek onun için iman, hayattan daha kiymetli bir seydi. Ugruna hayattan vazgeçilecek bir seydi.

Bilâl, "Amentü" demekle, tüm bir varolusun muhasebesini yapmis , dünyayi, âhireti suur süzgecinde kantara vurmustu. Dünyayi verecek , ölümsüzlügü kazanacakti. Emin olmak gerekir ki, her seyini vermeye hazirdi Bilâl "Allah kelimesinin yüceligi için..."

Süheyb-i Rûmi, "Bin canim olsa alabilirsiniz, yeter ki Peygamberime bir sey olmasin" derken, Peygamber'e imanin kendi hayati açisindan degerini ifade etmis olmaktaydi. Çünkü Peygamber onlar için, "onlari gerçekten diri kilacak bir mesajin tasiyicisi" idi... Sayet Peygamber onlarin ellerinden tutmasa idi, onlar için hayatta olmanin bir anlami yoktu. Insan olduklarini anlamislardi Peygamber'in önderligi ile.

Onlar "Amentü"nün her umdesinin içini böyle doldurmuslardi.

"Amentü" demek, içimizde bir kalb oldugunun farkina varmak demektir.

O kalbin, ancak Allah'la bulustugunda itmi'nana erecegini kavramak demektir. O kalbin ancak Allah bilgisi ile diri olacagini anlamak demektir.

Hayatlarimiz savrulup gidiyorsa biz farkinda olmadan, kalbimize bakmaliyiz. Oradaki Allah bilgisinin diriligine... Akide bütünlügümüzün kalbimize yansiyip yansimadigina... "Amentü" duyarliginin var olup olmadigina... "Allah" ismi celâli anildiginda kalplerimizin ürperip, ürpermedigine...

Kur'an, açik denizde firtinaya yakalanmis bir insanin hemen Allah'i hatirlayacagini, ama o zor durumdan kurtulur kurtulmaz yeniden gaflet ve inkâr uçurumuna yuvarlanacagini bildirir. Firtinaya tutulus, bir sok halidir. Demek, bir sok halinde insanin genlerine kazinmis Allah bilgisi gün yüzüne çikiyor. Bir hastalik halinde tutunacak dal ariyoruz. Bir felâketi gögüslerken ötelerden bir el uzanmasini diliyoruz. Inanç, uçurumdaki bir dal oluyor bizim için.. Oysa Islâm, imani bir tikanmisligin siginagi degil, iradî bir kabullenis olarak anliyor. Bir hayat tarzi olarak, bir ruh dokusu olarak.

Kur'an'da bize "Ey iman edenler, iman ediniz..." çagrisinda bulunuluyor. Orada hiçbir sey abes olarak yer almaz. Bu, bir imanda suur çagrisidir. Imanda duyarlik çagrisidir. Imanla gaflet bir arada bulunmaz. Iman, serapa bir hassasiyet alanidir.


Kaynak: Altinoluk dergisi, 05/1998