KRIZ SARMALINDA TÜRKIYE:

"Susturulan Ülke" Yagmalaniyor!

Anayasasinin girisinde T.C. devletini tanimlayan bir takim sifatlar siralanmis. Hani su meshur "laik, demokratik, hukuk devleti" olduguna dair kalip ifade... Bu sifatlari ne ölçüde hak ettigi son derece tartismali ama bu devleti en iyi tanimlayacak sifat nedir diye sorulsa herhalde bugünlerde tartismasiz biçimde herkesin cevabi ‘kriz’ olurdu.

Aslinda bu durum sadece bugünlere has bir olgu da degil. T.C. sanki kriz temelinde kurumsallasmis bir ülke. Ülkenin sosyo-politik tarihi sürekli krizlerle, darbelerle, açmazlarla iç içe bir seyir izlemekte. Sistem hiç durmadan kriz üretmekte ve ürettigi bu krizlerin içinde debelenmekte. Kisacasi T.C. tam bir kriz devleti. Köklü, sürekli ve giderek daha da derinlesen krizlere her geçen gün yenileri ekleniyor. Ekonomide, siyasette, dis politikada, basin yayinda, yani toplumsal hayati ilgilendiren her alanda sürekli kriz hali yasanmakta. Biri bitmeden digeri basliyor; krizler birbirine eklenerek adeta sarmala dönüsüyor.

Kriz Tarlasi: 28 Subat

Uzun geçmisi bir kenara koyacak olursak, hala içinde bulundugumuz ve faillerinin büyük bir istiyakla "bin sene de geçse devam edecegini" müjdeledikleri 28 Subat sürecinin basli basina bir kriz ortami oldugu akli basinda herkesçe kabul edilmesi gereken bir tespittir. Genel hatlariyla 28 Subat öncesinde de zaten bir türlü normallesememis; siyaset kurumunun isleyisini ve karar alma mekanizmalarinin olagan tarzda çalismasini saglayamamis; yazili olanlar yerine gayri resmi yetki ve kurallarin büyük ölçüde belirleyici oldugu bir isleyisin hüküm sürdügü bir sistem mevcuttu. Bir de bunun üzerine giydirilen 28 Subat tam manasiyla bir deli gömlegi fonksiyonu icra etmistir.

Bu dönemde külliyetli bir otoriterlesme ve bunun beraberinde gelen hukuksuzluk, keyfilik her yere sirayet etti. Zaten yatalak bir biçimde ayakta durmaya çalisan siyaset alaninda nisbeten sivil unsurlar ayiklanarak, tasfiye edilerek tümüyle bürokratik tahakküme zemin açildi. Laik Kemalist resmi ideolojinin tüm toplumsal hayati denetimi altina almasi için sürdürülen çabalar adeta dizginsizleserek bireysel alanlara hükmetmeye kadar vardirildi. Bu "siki düzen" politikalarinin izlerini siyasetten hukuka, ekonomiden dis politikaya, egitime, kültüre kadar her alanda görmek siradan hele geldi.

Yine bu politikalarin savunulmasi ve sürdürülmesi noktasinda ise birbirine bagli iki boyutun, mesruluk ve tartismaya kapalilik boyutunun sürekli öne çikartildigini gördük. Niçin mesru idi? Çünkü 28 Subat’a dayanmaktaydi. Mesrulugu kendinden menkul bir süreç olan 28 Subat kendisiyle birlikte bir dizi zorbaliga da mesruiyet bahsetmistir. Bir politika, bir karar veya düzenleme özünde ne kadar zalimane ve hukuk disi olursa olsun; uygulamada ne kadar tepki çekerse çeksin eger 28 Subat’in ruhuna uygunsa, mesru, hatta tek mesru kabul edilmekte. Öte yandan, söz konusu politikalar tartisilmaz da. Çünkü alternatifsizdir! Yani baska türlüsü düsünülemez, baska biçimde gerçeklestirilmesi söz konusu olamaz! 28 Subat sürecinin ruhuna uygun olarak her sey tek bir biçimde ve çizilen dogrultuda yapilip, edilmek zorundadir!

Alternatifsizlik söylemi her alanda oldugu gibi ekonomik politikalarin tercih ve takip edilmesinde de müthis bir sartlanmislik dogurdu. Yapilacak sey belliydi, kimlerin yapacagi da belliydi. Bunun disina çikilmasi akla bile getirilemezdi vs. Bu noktada örtülü darbe konjonktürünün sagladigi imkanlarla hükümet olan koalisyondan beklenen de açikti: Iktidarmis gibi yapmak. Gerek iç, gerekse dis iktidar odaklari nasilsa her seyi bir üst irade imisçesine belirliyorlardi. On yillardir ülke kaynaklarini yagmalayarak semiren, semirdikçe ülkenin kaderini belirleme güçlerini daha da artiran egemenler bir yandan yagma düzeninin herhangi bir aksama olmaksizin devam ettirilmesi için hükümetle gayet uyum içinde bir çalisma yürütmekteydiler. Ayni sekilde disa bagimlilik IMF politikalarina mutlak teslimiyetle daha da pekismekteydi. Sonuçta ortaya ekonomi politikasi diye konulan sey klasik soygun çarkinin daha hizli bir biçimde döndürülmesi, bu arada dislilerin daha büyük sayida kitleleri ve daha acimasiz bir biçimde ezmesinden baska bir sey degildi.

Alternatifsiz Kriz Hükümeti!

Hiçbir konuda bagimsiz davranma yetkisi ve yetenegi olmayan, zaten böyle bir kaygisi da bulunmayan koalisyon hükümetinin yaptigi ise soygun çarklarindan kendi es, dost çevresini de nasiplendirmek oldu. Bu arada birbiri ardina aldigi basiretsiz, hatta basiretsizlikten de öte düpedüz ihanet sayilabilecek kararlarla da soygunu katmerlestirdi ve halkin sirtina vurulan yükü agirlastirdi.

19 Aralik’ta MGK toplantisindan çikan basbakanin titrek ve aglamakli ses tonuyla yaptigi "bu bir krizdir" açiklamasinin ardindan geçen birkaç günlük sürede ortalik toza dumana bulandi ve sebepler ile sonuçlar arasinda baglanti kurmanin imkansizlastigi bir takim hadiseler cereyan etti. Acaba birileri çikip da Basbakanin MGK toplantisinda hakarete ugramasi ile halkin yoksullastirilmasi operasyonu arasinda nasil bir ilinti bulundugunu açiklama zahmetinde bulunur mu? Sanmiyoruz. Buna ihtiyaç da yok nasilsa. Türkiye’de mantik dumura ugratilmis bir halde ve neredeyse hiçbir olayda sebep ve sonuç iliskisi aranmiyor nice zamandir.

Cumhurbaskani’nin agir hakaretleri yüzünden geçirdigi depresyonun Basbakan’in psikolojisinde ne ölçüde psikolojik tahribata yol açtigini ölçmek mümkün degil, ama bu olayin ardindan -ne ilgisi varsa- yasanan krizin halkin hem mali hem de ruhi yapisinda siddetli bir tahribata yol açtigi ortada. Hararetli tartismalara yol açan detayli ekonomik analizler, tartismalar ve spekülasyonlarin kavranmasi zor olsa da, hiçbir tereddüte yol açmayacak sekilde anladigimiz sey bu son krizle birlikte halkin biraz daha, daha dogrusu çok daha yoksullastigidir. Tepedekilerle göbek bagi olan bir avuç harami disinda toplumun büyük bir kesimini kriz çarpmistir. Bu krizle birlikte, zaten son yillarda istikrarli biçimde yoksullastirilan genis yiginlar daha da çaresizlige itilmislerdir. Zaten bir hayli azalan üretim ve artan issizlik konusunda krizle birlikte çok daha vahim bir tablo ile karsilasilacagi kesindir.

Krizin Ezdikleri ve Ezilenleri Ezenler

Daha fazla olusacak muhtemel aci tablonun ayrintilari üzerinde kehanette bulunmanin yarari yok, bunlar önümüzdeki dönemde nasilsa kaçinilmaz biçimde yasanacak. Ama israrla göz önünde tutulmasi gerekli olan önemli hususlar var. Birincisi genellemeyle ifade edilen, bu ülkenin tüm vatandaslarinin ekonomik gerilemeden ve de özellikle son krizden zararli çiktigi, küçüldügü, fakirlestigi iddiasinin dogru olmadigidir. Bu yargi halkin büyük bölümü, hatta çok büyük bir bölümü için dogrudur ama tamami için ifade edildiginde yanlistir. Ekonomik alanda yasanan kayiplarin mutlaka diger hanesinde kazançlar, karli çikanlar vardir. Yani birileri kaybederken baska birilerinin kazanmasi söz konusudur. Banka, borsa, repo, faiz, döviz oyunlari ile genis yiginlar büyük kayiplara ugratilmistir ama diger yandan bu spekülasyonlar birilerinin de cebini sisirmistir.

Bu birilerinin kimler oldugu bilinmektedir. Onlar iktidarin gerçek sahipleri, asker-sivil bürokratlar ve politikacilar ile birlikte olusturduklari sac ayagi sayesinde ülkeyi yagmalayan sermaye sinifidir. Burada hassas olunmasi gereken nokta bu sinifin her dönemde adeta meclis ya da hükümetin yapisindan bagimsiz olarak bir biçimde iktidar üzerinde etkinligini sürdürmekte olusudur. 28 Subat sürecinde yüksek tempoyla söylenen marslarin gürültüsü arasindan yagma yigma faaliyetlerine hiz katmislardir. Bu asalak takimi müthis bir uyum yetenegine haizdir. Gerektiginde askeri marsa, gerektiginde oyun havasina uyumda zorluk çekmezler. Dolayisiyla soygun düzenine karsi olduklarini söyleyenler bu sermaye sahiplerine tavir almadikça hiçbir biçimde inandirici olamayacaklardir.

Susturulan Ülkeyi Yagmalamak Zor Olmaz!

Bu son krizle birlikte alti çizilmesi gereken bir diger önemli husus da krize yol açan ekonomik politikalarin mevcut hükümet tarafindan nasil da pervasizca izlendigidir. Bilinen bir gerçektir ki, kemer sikma adi verilen IMF politikalarinin genis yiginlari zorlayan, issizler, çalisanlar ve dar gelirliler yani toplumun genis kesimleri aleyhine politikalar olmasi yüzünden uygulanmasi zor, topluma kabul ettirilmesinde hükümetlerin bir hayli güçlük çektikleri programlardir. Bu politikalar tatbik edildigi her yerde uzun süreli, kitlesel ve sert muhalefet hareketleri dogurmustur. Dolayisiyla hükümetlerin kolay cesaret edemedigi programlardir IMF reçeteleri. Buna ragmen yillardir Türkiye’de hiçbir ciddi karsi koyma ile karsilasmaksizin ve en agir, en vahsi bir tarzda uygulana gelmektedir. Süphesiz bu garip durum ancak 28 Subat ile izah edilebilir.

Malum süreçte toplumun zorla, tehditle susturulmasi, her türlü muhalif örgütlülügün ya sert biçimde cezalandirilmasi ya da içinin bosaltilmasi ve ilaveten sivil toplum kuruluslarinin bilinen usullerle ‘devletlestirilmesi’ egemenlerin meydani bos bulmalari sonucunu dogurmustur. 28 Subat süreci öyle bir yapi meydana getirmistir ki, Mecliste muhalefet kalmamis, muhalif partiler can derdine düsmüslerdir. Sendikalar, odalar, meslek kuruluslari, dernekler otoriter yapinin kusatmasi altinda seslerini çikaramaz bir hale getirilmisler, bir kismi da "cumhuriyete yönelen büyük tehlikeler karsisinda" devlete eklemlenme suretiyle karakter yitimine ugramis, isbirlikçilik ve medya kusatmasi sayesinde tümüyle islevsizlestirilmislerdir.

Ayni olgu mevcut politikalarin iflas edip, halkin üzerine agir bir enkaz yigilmasindan farksiz mevcut kriz hallerinde de etkili olmakta ve sorumlular bunca rezaleti neredeyse ‘pardon’ diyerek geçistirmektedirler. Çünkü kendilerinden hesap soracak, sigaya çekecek herhangi bir muhalif odak ortada görünmemektedir. Muhalefet kanallarinin kapatildigi, aykiri seslerin susturuldugu ortamlar yagmaci zihniyet için ideal ortamlardir. Zaten tepeden tirnaga kirlilik içinde yüzen bir sistemde, bir de muhalefetin sesi kesildiginde soygun ve zulmün katlanmasi kaçinilmaz olur.

Bu noktada sesleri soluklari kesilen genis yiginlarin cumhurbaskanini bir sözcü, bir tercüman seklinde algiliyor olmasi dikkat çekici. Süregelen çirkefe karsi bir karsi durus, bir itiraz sayhasi olarak Cumhurbaskani'nin tutumu halk nazarinda büyük deger ifade ediyor. MGK toplantisindan ayrilan Basbakan'in büyük bir teessürle istiskale ugradigina dair sikayet babinda yaptigi açiklamanin halkta bilakis büyük bir sevinçle karsilandigi görüldü. Basbakana ve hükümete duyulan tepki kamuoyunda "oh olsun, az bile söylemis" seklinde yansidi. Elbette tepetaklak gidisata karsi tepki duyan, hükümetin her biri yekdigerinden beter zulüm uygulamalari karsisinda bunalan yiginlarin ciddi muhalif bir tavir göremedigi bir ortamda, hükümetle sik sik çatisan cumhurbaskanindan medet ummasi anlasilabilir bir tutum. Ama ayni zamanda da bu tutum bir açmazi isaretliyor.

Çankaya Umut Olabilir mi?

Her seyden önce netlestirilmesi gereken husus cumhurbaskaninin tavrinin hükümetin kimi icraatlarina karsitliktan öteye gitmedigi, gidemeyecegidir. Cumhurbaskaninin bu hükümetin de varlik sebebi olan ve yasanan devasa sikinti ve bunalimlarin üzerine oturdugu 28 Subat darbesine karsi herhangi bir itirazinin oldugu bilinmemektedir. Bilakis Anayasa Mahkemesi üyesi iken altina imza attigi kararlar tam tersi bir gerçegi ortaya koymaktadir. O dönemin istisnai bir dönem oldugu vb. gerekçeler ileri sürülerek Sezer’in memur kararnamesi meselesinde hükümete ters düsen tutumunu öne çikartmanin da geçerli olamayacagi sonraki uygulamalariyla ortaya çikmistir. En son icraatindan olarak 28 Subat’in sivil uzantilarindan en azili isimleri YÖK üyeligine atamasi durdugu yeri göstermesi açisindan yeterli bir kanit degil midir?

Sezer’in Kemal Gürüz ile olan ihtilafini "acaba YÖK’ten kurtuluyor muyuz?" seklinde ham hayallerine malzeme kilanlar ardindan gelen atamalarla sükutu hayale ugratildilar. Ama Sezer’i o kadar gerçek disi bir zeminde tanimlamis ve o kadar umut baglamislardi ki, çark etmeyi göze almak kolay degildi. Ayni kafa yapisi daha çok sükutu hayal yasar ve yasatir. Nitekim simdi de Sezer’in Ecevit ile olan ihtilafindan demokrasi dersleri, dürüstlük dersleri, büyük umutlar üretmekte bir beis görmüyorlar. Umariz ki, yakinda yeni bir duvara toslama vaziyeti ile karsi karsiya gelinmesin!

Bir kere Sezer’in durdugu yer hiçbir biçimde islami duyarlilik sahibi kesimlerin yasadigi acilari, sikintilari gidermek söyle dursun, algilamaya dahi müsait degil. Tam tersine son YÖK atamalariyla mevcut sikintilari derinlestirme egilimi görülüyor. Esad Cosan’in Süleymaniye haziresine gömülmesine karsi çikisi da bu egilimini açiga çikaran somut bir adim oldu. Müslümanlara hitap eden basin yayin organlarinda Sezer muhibleri istedikleri kadar tevil etsinler, bu karariyla Sezer açikça 28 Subat duyarliligini bütünüyle paylastigini ortaya koymus, en azindan bu yönde gerekli yerlere mesaj iletmistir.

Sezer’in durdugu yerin en azindan demokrasiden ve hukuk devletinden yana oldugu dolayisiyla desteklenmesi gerektigine dair görüslere gelince; bu iddianin da birkaç konusma ve hükümetle girilen kararname ihtilafindan baska bir delili gözükmüyor. Konusmalarin, vaatlerin bu ülkede hiçbir pratik geçerliliginin olmadigi binlerce defa yasanmis tecrübelerle sabit. Memur kararnamesi meselesi ise sekil itibariyla degil, özü itibariyla ele alinmali. Insanlik disi bir uygulamanin kararname ile degil, kanunla yapilmasini savunmanin hukuk devleti ile bagdasir bir yani yoktur.

Sezer’in Itirazi Neye?

Cumhurbaskanligina seçildiginden bu yana Sezer demokratik standartlari yükseltme ve hukuk devleti olma yolunda hangi adimlarin atilmasina öncülük etmistir? Ülkede had safhada yasanan insan haklari ihlallerinin giderilmesi noktasinda herhangi bir adim atmis midir? Birakalim adim atmayi, bu konularla ilgili tek bir somut açiklamasi olmus mudur? Yolsuzluklar konusunda çok hassas oldugu bilinen Sezer, politikacilarin dahil oldugu kirliliklerin üzerine gidilmesi gerektigi gibi, askerlerin dahil oldugu kirliliklerin de üzerine gidilebilmesi için herhangi bir düzenleme düsünmekte midir? Örnegin hükümetle kendisini restlesme noktasina getiren Devlet Denetleme Kurulu’na sadece sivillerle yetinmeyip askerlerle ilgili olarak da sorusturma yetkisi taninmasi hususunda bir girisimde bulunmus mudur?

Tüm bu sorularin cevabi ‘hayir’dir. Evet olmasini beklemek de zaten saçma olurdu. 28 Subat’in sekillendirdigi bir parlamentoda, sürecin taseronlarinin ön ayak olmasiyla cumhurbaskanligina seçilen birinin gidisata temelden aykiri tutum takinmasi beklenebilecek bir sey olamazdi. Bunun altini çizme geregi duyuyoruz. Çünkü uygulamada ortaya çikan bir takim yaklasim farkliliklarini temelde bir görüs ayriligi sanan ve halka da bu sekilde yorumlayanlarin ortaya saçtiklari sahte umut dalgalari hayal kirikliklarina zemin hazirliyor. Sürekli hayal kirikliklarinin ise ortada saglikli bir bünyeden eser birakmayacagi asikardir.

Sonuçta anlasilmasi gereken nokta su ki, kriz sistemin dogasindan kaynaklanmaktadir. Ecevit’in basbakanliginin, ya da mevcut koalisyonun krize katkilarindan söz edilebilir ama bu tespit krizin özünde sistem krizi oldugunu degistirmez. Sistemin kurulus felsefesi, yapisal mekanizmasi, isleyis tarzi sürekli krizler dogurmakta, var olanlara her gün yenilerini eklemektedir. Dolayisiyla sistemin isleyisine itirazlari olmayanlarin, sadece uygulamada ortaya çikan kimi çarpikliklara tavir almalariyla krizlerden kurtulmak söz konusu olamaz. Hele MGK gibi bizatihi kriz üretim merkezi gibi islev gören bir mekanizma dahilinde ortaya konulacak saflasmalarla daha güzel günlere ulasilacagi ise hayalden de öte, koca bir yalandir!

Kaynak: Haksöz Dergisi

  @ Ekrem Yolcu

arrow3h.gif (1916 Byte)