28 Subat Sürecinde Türkiye ve Müslümanlar

Postmodern darbe olarak adlandirilan 28 Subat sürecinin üzerinden 4 yil geçti. Bu süreç içerisinde Islami duyarlilik birinci düsman ilan edilerek, bu duyarliligi sembolize eden ne varsa ‘topyekün savas’ mantigiyla yok edilmek istendi. 28 Subat süreciyle hedeflenen neydi, ve ne kadar basarili oldu? Müslümanlarin bu sürece karsi tavri nasildi, nasil olmaliydi? gibi sorulara cevap aramak amaciyla Islam Dünyasi Tarih ve Kültür Arastirmalari Merkezi (IDKAM)’nde 24 Subat günü “28 Subat Süreci ve Müslümanlar” konulu bir panel düzenlendi. Panele konusmaci olarak Semsettin ÖZDEMIR, Kazim SAGLAM ve Hülya SEKERCI katildi. Panelin yöneticiligini ise Yilmaz ÇAKIR yapti.

Yilmaz ÇAKIR, son 50 yilda 3’ü klasik biri postmodern olmak üzere tam 4 askeri darbe gerçeklestirildiginden bahisle bu ülkede 10 yilda bir darbe yapmanin teamül haline gedigi vurgusuyla açis konusmasina basladi. Darbelerin bu kadar yogun olmasinin temel nedeninin egemenligi baskalariyla paylasmama arzusu oldugunu belirten Çakir, 1950’ye kadar darbenin olmayisini sistemi kuran egemen iradeyle çatismaya cüret edecek alternatif bir olusumun olmayisina bagladi. Cumhuriyetin ilk yillarinda güdümlü muhalefet olusturma çabalarinin da halkin yogun teveccühü nedeniyle tehlikeli sayilarak akamete ugratildigini bilirten Çakir, II. Dünya Savasi sonrasi baslayan süreçte daha çok dis etkenler nedeniyle Türkiye’nin görece demokratik ve çok partili sisteme geçmek zorunda kaldigini belirtti.

Çok partili sisteme geçilmesiyle halkin cumhuriyet elitlerinin yaninda egemenlige ortak olma arzusu, beraberinde peryodik olarak tekrarlanan askeri darbeleri getirdigini söyleyen Çakir, her alanda tahribata yol açan son darbenin etkileriyle ilgili bir soruyla sözü Semsettin Özdemir’e verdi.

Türkiye’nin 28 Subat’a 1989 yilinda dünyadaki uluslararasi konseptin degismesiyle girdigini söyleyen Semsettin Özdemir, Sovyetler’in dagilmasi üzerine büyük güçlerin Komünizm gibi yeni bir tehlike icat etme geregini duyduklarini söyledi. Yeni tehlikenin Islam oldugunu, eski Moskova’nin yerini Tahran’in aldigini ve bundan sonra Cezayir askeri darbesi, Bosna katliami, Afganistan iç savasi örneklerinde oldugu gibi müslüman dünyada kan, gözyasi, izdirap ve felaketin katlandigini vurguladi. Özdemir konusmasinda özetle sunlari söyledi:

“Iran devriminde hazirliksiz yakalananlar, konsept degistikten sonra daha tedbirli olarak tabiri caizse 28 Subat’i 89’da müslüman dünya için ilan etmis oldular. Ama 12 Eylül’den önce darbe sartlarinin olgunlasmasini binlerce insanin ölümü pahasina bekleyen sistem, 28 Subat darbesini mesrulastiracak sartlarin hazirlanmasini bekledi.

Yogun bir psikolojik savas yürütüldü Türkiye’de. Refahyol'un iktidar olmasiyla birlikte korkunç bir mücadeleye basladilar. Bütün medyayi olaganüstü tarzda kullandilar. En küçük hatayi abartarak yansittilar. Ve maalesef o psikolojik savas darbe ortami olgunlastirdi. Insanlarin çogu demek ki biz çok suç isledik, hata bizde diye düsünmeye basladilar. Sonra malum oldugu üzere tanklari devreye soktular. Refah Partisi’ni iktidara geldiginde basarisizliga mahkum etmek istiyorlardi ekonomik alanda basarili olmasi, arzu etmedikleri bir sonuç dogurdu...

28 Subat'i belki hizlandiran bir sebep de Erbakan’in D-8 projesiydi. Erbakan, batililarin karsina 8 etkin Islam ülkesini çikardi. Ve dikkat edilirse bu ülkelerin her biri bundan sonra degisik sorunlarla karsilastilar: Malezya’da büyük bir ekonomik kriz çikartildi. Endonezya parçalanma noktasina itildi. Pakistan ve Türkiye’de darbe yapildi. Nijerya’da Endenozya’daki gibi hristiyan-müslüman kavgasi baslatildi. Iran zaten günah keçisiydi.

Mücadeleyi yürütenler uluslararasi psikolojik savas tekniklerini biliyorlar. Insanlarin güvenlerini sarsip insanlarin kendilerini suçlu göremesini sagladilar. Böylece darbeyi yapanlar mücadelenin birinci raundunu kazanmis oldular. Ondan sonra da dogal olarak kimlik bunalimi basladi.

Bu süreçte anormal tasfiyeler yasanmadigi halde aydin zannettigimiz iddia sahibi insanlar bir anda geçmiste savunduklari düsüncelerin ne kadar yanlis oldugunu gördüler ve demokrasiyi, laikligi, vs. yeniden kesfetmeye basladilar.

Mezkur süreç kolay elde edilen nimetlerin elden çikmasi gibi bir sonuç meydana getirdi. 1980-’95 arasinda kendi gayretimiz olmadan konseptin geregi sunulan imkanlari çok kolay kaybedince kiyamet koptu zannettik. Çok fazla bedel ödemeden, büyük bir emek sarf etmeden bize sunulanlardan birazi geri alindi. Bunu büyütmemek, 28 Subat’la yasamaya alismak lazim. Bizim 1980’le ‘95 arasinda yasadigimiz kolaylik olagan disiydi. Bugün yasadigimiz süreç normal bir süreçtir. Bugün herseye ragmen birçok imkani kullanabiliriz. Gariptir birçok vakif, dernek veya kurum faaliyet yapmadigi için kapatilacak noktaya gelmistir. Birilerini ulu orta suçlayarak kendimizdeki hatalari kamufle etmek yanlisligina düsmeyelim. Buralari verimli hale getirmek için elimizden gelen gayreti ortaya koyalim, o zaman sartlar bizim lehimize degisebilir. Ama bilelim ki birileri Türkiye’yi ekonomik olarak batirma pahasina, bizim gibi mümince düsünen insanlarin etkili olmamasini istiyorlar. Bugün gelinen nokta aslinda kelimenin tam anlamiyla bir iflastir bu sürecin iflasidir. Sikintilari, zorluklari dikkate alarak bu sartlara göre kendimizi degerlendirir ve yapacagimiz etkinliklerin kalitesini artirirsak bu süreçten faydalanarak çikariz. Sürecin icracilari on sene sonra pisman olacaklardir. Keske bu insanlari dünya nimetleri içinde daha tembel bir halde tutsaydik diyecekler. Çünkü bu baski, bizi daha çok gayret sarfetmeye zorluyor."

Panel yöneticisi Çakir, ikinci konusmaci Kazim Saglam’a 28 Subat sürecinde ülkenin, dünyanin genel istikametiyle iliskisi ve müslümanlarin tavirlariyla ilgili sorular yöneltti.

“28 Subat süreci batililasma serüveninin bu zaman ve ahvalde nasil anlasilmasi gerektiginin açiklamasidir” cümlesiyle konusmasina baslayan Kazim Saglam, 28 Subat sürecinin, bati medeniyetinin yillar yili müslümanlara dayattigi felsefenin 1989’dan sonra adini degistirerek globallestirmesi oldugunu söyledi. Tarihimizde var olan Ingilizler’le ticaret anlasmasi, 1839 Tanzimat, 1876 Islahat fermanlari ve 1908 mesrutiyetin de ayni seyler oldugunu vurguladi. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken uluslararasi hakim güce problem çikarmayacagini garanti ettigini belirten Saglam, konusmasini özetle söyle sürdürdü: “Dünya siyasi gücü nerdeyse Türkiye oradadir. M. Kemal, Nutku’nda da “biz bu günden sonra Pantürkizm, Panislamizm politikasi gütmeyecegiz. Sadece idam-i hayat edecegiz” diyerek dünya siyasi gücüne muhalefet etmeyeceklerini vurgulamaktadir...

1950’ye kadar dünyada totaliter rejimler vardi. Tüm dünyaya Fransiz kültürü ve Ingiliz sermayesi hakimken sonralari Sovyetlerin de içinde oldugu birkaç tip bati çikti karsimiza. Sovyetler ortaya çikanca Türkiye, hakim güç olan Amerika’yla is tuttu. Fakat bünyesinde solculugu, komünizmi oksayan unsurlari da beraberinde tasidi. Tüm dünyada oldugu gibi Türkiye’de de sol yedek olarak tutuldu. Daha sonra solculuk geri itilince yesil kusak projesi öne çikti. Bu proje batililarin eseriydi. Bunun için Türkiye’de müslümanlara göz yumuldu. Türkiye’deki darbeler sadece Türkiye’nin bir iç meselesi degil, dis baglantilidir.

80’li yillara geldiginde Almanya yeni bir güç olarak ortaya çikarken, Rusya çatirdamaya baslamisti. Türkiye’deki darbe de tam bu döneme denk getirilmistir. 80’lerde dünyada bir iletisim devrimi oldu ve dünya bir köy haline gelmeye basladi. Özal’a bu yönüyle rahmet okuyanlar, aslinda dünya hakim gücüne rahmet okumalilar. Ve askeri rejim, bu dönemlerde Özal’in önünü açti. 89’dan sonra dünya artik tek kutupludur ve Türkiye’de de artik kavgalarin, gürültülerin bitmesi gerekiyordu. Özal’in dört temayülü birlestirme çalismasi bunun bir sonucuydu. Artik Ideolojik kavgalar olmayacakti.

28 Subat süreci uluslararasi istikbarin Türkiye’deki isleyisini rahatlatmak için olmustur. Sola karsi yapilan darbeler, sol nerede güçlüyse oralara yogunlasmisti. Müslümanlar herhangi bir alanda yogunluklu olarak yoklar. Her alanda azar azar varlar. Darbenin sekli sanirim buna uygun olarak uzun mütalalar sonucunda belirginlesti. Dipçikle kimin üzerine gideceklerdi ki, ayrica bunun izahi da zor olacakti. 28 Subat’la hayatin her alaninda gizli özne gibi görülen Islami duyarliligin dünya egemen sistemine zarar verebilecegi endisesiyle bertaraf edilmesi hedeflendi.

Sanilanin aksine bence müslümanlar sürece direndiler. Ellerindeki imkanlar ancak bu kadarini kaldirabiliyor. Baska türlü olsaydi belki öbürlerinin isine daha fazla gelirdi. Mücadele gelenegi olmayan, egitilmemis, örgütlü olmayan bir topluluk ancak bu kadar direnir. Uzun vadede bu darbeyi yapanlar basarili olamayacaklar. Bugüne kadar aldiklari tedbirlerin ise yaramadigi gibi bu da yaramayacaktir.

Rusya’nin sicak denizlere inme projesine karsi Islam ülkelerini bir koruyucu gibi görüp onlari destekleyen irade, Islami duyarliligi da Afganistan örneginde oldugu gibi zaman zaman komünizme karsi kullanmistir. Bunun yaninda Hz. Adem’le baslayan Islami hareketin özgün bir tarihi, plani, programi tabii ki vardir.

Mücadeleye devam edebilmemiz için mevcut sartlari çok fazla abartmadan kendi kimligimizi bulmamiz lazim. Bu da Kur’an’a ve sahih sünnete sarilmakla mümkündür. Süreç Islam davasinin kendi karakterini, kimligini, araçlarini olusturmasinin gerekliligini ortaya çikardi. Eger biz, bize ait olanla ayakta durmuyor baskasinin sundugu imkanla ayakta duruyorsak, o alani kapattiginda açikta kalacagiz demektir...

28 Subat süreci yerelligin iflas ettigini de ortaya çikardi. Küfür tek bir milletir. Globalizm zaten bu demektir. Müslümanlar da ümmet olmak zorundadir. Üzerinde yasadigimiz ülkenin gerçeklerini hesaba katarak ve ümmetçiligimizi de özellikle vurgulayarak ayakta kalabiliriz. Bunu beceremezsek daha çok 28 Subat yasar, çözümü Ahmet Necdet Sezerler'den bekler hale geliriz.”

Son konusmaci Hülya Sekerci de 28 Subat sürecinin sistemin isleyisiyle alakali oldugundan bahisle 28 Subat’i anlamak için TC’yi iyi bir sekilde anlamak gerektigini vurguladi. Sistemin, halkina yabanci ve redd-i miras üzerine kuruldugunu ve halka ragmen halkçilik yaptigini, muhalif söylemleri darbeler yoluyla yok etmek istedigini belirterek konusmasinda su hususlari vurguladi: “Beseri sistemlerde iktidara geçmek önemlidir ve iktidar adalet ya da insanlarin refahi için degil, rant için talep edilir...

28 Subat süreci Refah Partisindeki oylarin artisina yönelikmis gibi gözükse de aslinda Islami egilime yöneliktir. Sistem, özellikle sistemin ordu ayagi Islami kesimlerdeki farkliligi çok fazla önemsememektedir. Çünkü en ilimlilarinin bile siyasal Islam’a yönelme potansiyeli tasidigina inanmaktadir. Iste 28 Subat, somut Islami gelismeye karsi degil, Islami potansiyele karsi yapilmistir. Fakat bütün halki etkilemistir...

Islamizasyon politikalariyla üniversitelerde ve kamu kuruluslarinda basörtülülerin sayilarinin artmasi, Islami kurumlarin çogalmasi, insanlari çok büyük hayale sürüklemisti. 28 Subat süreci ile bütün bunlar sekteye ugradi ve dogal sinirlara çekildi. Bu da niceliksel gelismeden çok, niteliksel gelismenin önemli oldugunu gösterdi. Niteligin mutlaka arttirilmasi gerekmektedir. Sürecin diger bir sonucu da kendilerine aydin denenlerin gösterdikleri tavirlarla sinifta kalmis olmalaridir. Bunlar gittikçe daha liberal daha demokratik tavirlar gelistirmislerdir. 28 Subat bir turnusol kagidi görevi yapti. Kimin ne oldugunu ortaya çikardi. Uzlasmanin onursuz oldugu kadar da çözümsüz oldugunu, romantik devrimciligin ise ayaklarini yere basmasi gerektigini ögretti. Bu noktada yapilmasi gereken sey sistemden bagimsiz bir sekilde Islami kimlige sahip olmaktir. Bazi aydinlar, Ahmet Necdet Sezer’in hukukçu kimligine dayanarak sürecin bittigini öne sürmekte; bos, sanal umutlar pompalamaktadirlar. Ahmet Necdet Sezer’in sistemi hukuki çerçevede rahatlatici rol üstlendigini görmek istememektedirler.

28 Subat süreci zihinlere korku salarak zaten pasif olan halki çok daha sinik bir hale getirmistir. Ve bireysellesmeye zorlamistir. Zihinlere yerlestirilen bu korku sayesinde bazi Müslüman çevreler daha genelge gelmeden kurumlarinda basörtüsü yasagini uygulamaya baslamislardi. Bilgisayar kursundan sürücü kurslarina kadar yasagin yayginlasmasi bugün artik insanlari yasagi sokakta da bekler hale getirmis, anlamsiz yasaklara alistirmistir. Bu alisma ve duyarsizlasma basli basina intihardir. Toplum, zulümle o kadar çok uyarildi ki zamanla zulmü algilamamaya, duyarsizlasmaya basladi. Oysa birilerinin sürekli teyakkuz halinde bulunup yasanan zulümlerin normal olmadigini tekrarlamasi gerekir.

Yapilmasi gerekenlere gelince müslümanlar varliklarini ve kimliklerini mutlaka korumali ve sürdürmelidirler. Bunun disinda bagimsiz, ciddi, istikrarli bir muhalefet gerekir. Mekki ayetler imani boyutun yani sira Mekke oligarsisine karsi nasil mücadele edilecegini de ortaya koymaktadir. Kur’an nasil yoksulu, yetimi itip kakani ifsa ediyorsa bugün de her türlü zulmü isleyenler ayni sekilde ifsa edilmelidir. Hayati bütün olarak algilayarak basörtüsü yasagina gösterdigimiz tepki kadar 5 Nisan kararlarina, kara çarsambalara da tepki göstermemiz gerekirdi. Olaylarin her zaman iyi gitmeyecegini, birçok sorunla karsilasacagimizin bilincinde olmali, hayatin her alaninda örnek sahit olma misyonumuzu sürdürmeliyiz. Bugün somut projeler üretmekten çok ilkelerimiz üzerinde sebat etmek durumundayiz. Bu arada umudumuzu korumali, umudu kendimiz yesertmeliyiz. Allah’in dininde sebat edersek ve O’nun rizasi için çalisirsak umut oluruz zaten. 28 Subat hiç bitmeyebilir, belki siddetlenir. Ama müslümanlar Allah’in rahmetinden ümit kesemezler. Ümitvar olmak kulluk görevimiz, imani sorumlulugumuzdur. Ayrica biz dünya için degil ahiret için çalisiyoruz. Siz okulunuzu, isinizi inanciniz için feda edebiliyorsaniz burada bir ümit vardir zaten. Ümidimizi kaybetmezsek ümit edecegimiz daha çok seyler olabilir.

Bagimsiz islami kimlige sahip olursak hem islamizasyon politikalari hem de baskilardan faydalanma imkani bulabiliriz. Bununla Islamizasyon politikasinin sagladigi görece bagimsiz ortamini daha rahat kullanabiliriz demek istiyorum. Darbeler ise sistemin gerçek yüzünü açik ve net olarak ortaya koymaktadir. Ordu yillardir bizim anlatamadigimiz netlikte kendini bu süreçte anlatmistir.

Basörtüsü 28 Subat sürecinde merkezi bir yer isgal etti. Kendilerine feminist denmesinden rahatsiz olmayan bazi kadinlar; basörtüsü mücadelesinin siyasal Islamci erkekler tarafindan yürütüldügünü, basörtülülerin kullanildigini, zulüm arttikça erkeklerin semsiyenin altina çekildiklerini ve kadinlari yagmurda biraktiklarini dillendiriyorlar. Bu görüslerine de ‘kadin bakisi’ diyorlar. Oysa erkek bakisi kadar kadin bakisi da yanlistir. Olmasi gereken Müslüman bakisidir. Basörtüsü mücadelesini Müslüman erkeklerle bayanlar birlikte yürütmüslerdir. Istanbul Üniversitesinden 11 ögrenci atildiginda bunlarin 6’si erkekti. Semsiyenin disinda kalmissak hep beraber kaldigimizin bilincinde olmaliyiz."

Kaynak: Haksöz Dergisi

  @ Ekrem Yolcu

arrow3h.gif (1916 Byte)