YOKSULLASAN HALK, AZGINLASAN DIKTA
VE
SISTEMIN DERIN KRIZI

Türkiye'nin içine düstügü kriz halinden kurtulabilecegine dair umutlar giderek azalirken kabus senaryolari her geçen gün biraz daha ortaligi kapliyor. Böyle bir ortamda mevcut kriz durumundan olumlu bir sonuç çikarmak belki biraz fazla fantezi meraki seklinde algilanabilir. Ama yine de kriz seklinde tanimlanan su son halin ortaya çikardigi en önemli gerçek süphesiz Türkiye'nin krizinin ekonomiden ibaret olmadiginin biraz daha anlasilir olmaya baslamasidir. Her geçen gün, her geçen saat daha iyi anlasilmaktadir ki, kriz kapsamlidir; derindir ve sistemin bütününü kusatmaktadir. Kriz sistemin özündedir; oligarsik yapisindadir; halka karsi resmi ideolojinin dayatilmasi ve gelisebilecek her türlü muhalefete karsi siki sikiya korunmasini esas alan yönetim mantigindadir.

Ülkede asil iktidar odagi konumunda bulunan MGK'nin 30 Mart tarihli toplantisinda alinan kararlar bu gerçegi en iyi özetleyen görüntülerden birini sunmaktadir. MGK toplantisinin kamuoyuna yansitilan sonuçlarina bakildiginda üç önemli vurgu göze çarpmaktadir. Bunlari kisaca ekonominin gidisatina dair yaklasim, son günlerde yogunlasan ara rejim tartismalari ve MGK'nin degismez gündem maddesi olan 'irticai' faaliyetlere karsi alinmasi gereken önlemler seklinde basliklandirmak mümkün.

Iflasin Asil Sorumlulari Kendilerini Gizleyemezler!

En basit ve siradan olandan baslayalim. MGK ülkenin içinde bulundugu ekonomik sikintilarin asilmasi konusunda hükümete tam destek vermekteymis. Aslinda burada geçen hükümet kavramini Kemal Dervis seklinde müsahhaslastirmak daha dogru olur. Çünkü en azindan son bir aydir mevcut hükümet ile ekonomi arasinda yetki ve karar manasinda bir baglanti kaldigini kimse düsünmüyor. Bu alan bütünüyle ABD'den ithal yeni bakana birakilmis halde. Hükümet ise kendisine emanet edilmis pahali oyuncagi kiran yaramaz ve de beceriksiz çocuk misali en azindan oyunun bu bölümünde bir kenara sinmis, tepkisiz beklemede.

MGK toplantisinda ekonomiyle ilgili karar alinmasi ve bunun 'hükümete destek' seklinde yansitilmasi hiçbir önem ifade etmeyen, rutin bile denmeyecek ölçüde gereksiz ve de anlamsiz bir islem. Destek verse ne olur, vermese ne olur? Kaldi ki, vermeyip de ne yapacak? Tam bir laf olsun torba dolsun vaziyeti! Aslinda bütünüyle kendi disinda cereyan eden bir süreçmis gibi davransa da ekonomik alanda yasanan kriz hali MGK politikalarinin ülkeyi her alanda getirdigi iflas noktasinin bir boyutu sadece. Özellikle 28 Subat sürecinde tam bir kusatmaya dönüsen ve ülkeye damgasini vuran bu politikalarin toplumsal hayatin her zerresine yansiyip da ekonomiyi hariç tutmus olmasi zaten beklenemezdi.

Otoriterlesmenin yayginlastigi, muhalefetin susturuldugu, alternatifsiz hükümet modelleriyle siyasetin kusatildigi, ülke kaynaklarinin darbecilerin sivil kanadini olusturan ve sözcülügünü yapan medya patronlarina ve sirtini silahli bürokrasiye dayandiran holdinglesmis çetelere peskes çekildigi ortami kimler hazirladiysa, hiç süphe yok yasanan krizin baslica sorumlulari da onlardir. Ülkede gerçek manada tek iktidar odagi olan ve malum süreçte de bu vasfini mutlaklastiran, pekistiren MGK'nin gerek dogrudan izledigi, gerekse de görevlendirdigi taseronlar eliyle uygulattigi politikalar ülkeyi iflasa, halki da sefalete sürüklemistir. Dolayisiyla bu asamada kendisinden beklenen sey, hiçbir anlam ifade etmeyen açiklamalar yaparak zaten el mahkum yürürlüge konulacak uygulamalara destek vermek degil, ülkenin içine sürüklendigi iflasin hesabini vermek olmalidir.

Ara Rejim, Olagan Rejim Tartismalari ve Olaganlasmis Ara Rejim

Mezkur toplantinin kararlarindan biri de ülkede son günlerde dozu yükselen ara rejim tartismalarina dair. Nevi sahsina münhasir demokrasimizin biricik medyasina bakilirsa aldigi bu kararla MGK rejim tartismalarina son noktayi koymus imis! Bir kere bu 'son nokta' tespiti alabildigine abartili. Herkes biliyor ki, bu ülkede ara rejim tartismalari hiçbir zaman bitmemistir ve bitmez de. Bu kadar istikrarsiz ve yapay bir zemin üzerine oturtulan ve mesruiyetini silah gücünden alan koruma ve kollama mekanizmalariyla ayakta tutulmaya çalisilan bir sistemde ne rejim tartismalari biter ne de müdahale ihtimali. Bu gün ara rejim tartismalarindan hoslanmadigi imaji veren ve 'MGK'dan ara rejim tartismalarina sert karsilik' basliklari atan medya da kimsenin kuskusu olmasin ki, bu tür bir ihtimal kuvveden fiile dönüsmeye görsün, aninda yeni durumun gerekliligini telaffuz etmeye baslayacaktir.

MGK'nin ara rejim formüllerine karsi çiktigina dair açiklamaya gelince süphesiz bu da alabildigine anlamsiz, yapilsin diye yapilmis açiklamalar demetinden bir yaprak yalnizca. Bu her zaman böyle yapilir zaten, baska türlüsü düsünülemez. Zinde güçler tüm kriz dönemlerinde demokrasiye baglilik beyanlarini tekrarlamis, ama ayni beyanlarin sahipleri bir taraftan da müdahaleleri olgunlastirmaktan geri durmamislardir. Müdahale söz konusu oldugunda da zaten mutlaka demokrasiyi koruma ve kollama için yapilmis oldugu, biricik hedefin demokrasi oldugu ayni güçlerce gayet rahatlikla dile getirilir. Kisacasi bu ülkede bu tür açiklamalar, beyanlar anlamini yitirmis, söz yalama olmustur.

Konunun bir diger boyutu var ki, tüm bu tartismayi gereksiz kilmaya yeter. Söyle ki, zaten yaklasik son dört yildir ülkede olagan bir rejim mi var ki, ara rejim ihtimalinden söz edilmekte? Bu süreçte yapilanlari kabaca hatirlamak tartismanin sagliksizligini ortaya koymaya kafi gelecektir. Bazi partilerin kapatildigi, bazisinin içinin bosaltildigi, kimisinin enselerinde kapatilma korkusuyla siyaset yapmaya zorlandigi, seçimlere bu korkuyla sokuldugu, mevcut partilerin 'sunlara iktidar olma hakki verirler, sunlara vermezler' seklinde açik tasniflere tabi tutuldugu, brifing tezgahina sokulan yargi mekanizmasinin yorum alanini alabildigine genisletip yeni suç tanimlamalari ve cezalar ihdas ederek düpedüz muhalif temizligine giristigi, üniversitelerden cezaevlerine kadar tüm kurumlarin kisla disiplinine tabi tutuldugu, hak arama taleplerinin siddetle bastirildigi... bir isleyis sürmekte halen ve koca koca adamlar kalkmis ara rejim gelir mi, aman gelmesin tartismalari yapiyorlar. Eger bu yasadigimiz olagan hal ise ara rejim ne menem bir sey acaba?

Elbette beterin de beteri olabilecegini kabul etmek gerekir. Ülkenin dogrudan bir müdahale ile yönetilme ihtimali hiç de arzu edilebilecek bir durum degildir. Ama bu ihtimalin olumsuzluguna dikkat çekilirken mevcut hali sanki her sey yerli yerindeymis, normal isleyis sürmekteymis gibi sunma sahtekarligina karsi da uyanik olunmasi gerektigi açiktir. Yillardir ülke zaten genelde açik ya da örtülü ara rejimlerle yönetilmektedir. Ara rejim olgusu Türkiye'de adeta olaganlasmis, normal isleyis seklinde algilanir olmustur.

Sadece partilerin açik tutulmasina veya seçimlerin yapiliyor olmasina bakilarak normal isleyisin sürdügü sonucuna varmak tutarliliktan uzak bir yaklasimdir. Dünyanin en kati diktatörlüklerinde dahi bir biçimde parlamentolarin bulundugu ve belli araliklarla seçimlerin yapildigi bilinmektedir. Önemli olan herhangi bir biçimde parlamentonun mevcudiyeti degil, bunun halkin özgür iradesini ne ölçüde yansittigidir. Yine hepsi ayni resmi ideolojiye baglilik çizgisine uymakla yükümlü bir sürü partinin olup olmamasi bir anlam ifade etmez. Belirleyici olan toplumun farkli kesimlerinin kendi kimlikleri temelinde özgürce örgütlenebilmelerinin ve sahip olduklari düsünce ve taleplerini özgürce ifade etmelerinin mümkün olup olmamasidir.

Sabit Gündem: Irtica

Türkiye'de hakim zemin bu standartlardan fersah fersah uzakta. Üstelik kapanmak söyle dursun, mesafe her geçen gün artiyor. Dünya genelinde bir umut dalgasi ve iyimserlikle karsilanan yeni bin yili Türkiye krizlerle karsiliyor. Basörtüsü taktiklari için okul kapilari yüzlerine kapanan çocuk manzaralariyla, yeni DGM'lerle, basin savciliklariyla, yasak genelgeleriyle, ölüm hücreleriyle, kayiplarla karsiliyor. Kuran kurslari, vakiflar, dernekler derken basörtülü ögrencilere göz yumduklari için kapatilan orta ögretim okullariyla karsiliyor. Ve nihayet Türkiye üniversite kapatarak tarihe kayit düsüyor.

Çünkü Türkiye'nin özel sartlari var! Türkiye çok farkli, biricik, nevi sahsina münhasir bir fenomen! Kendisinden destek isteyen meclis insan haklari komisyonu üyesi milletvekillerine basörtüsü zulmünün gerekçelerini ifade ederken cumhurbaskaninin söyledigi de ayni nakarat: Bizim durumumuz baskalarina benzemez! Ayni cumhurbaskani daha kisa bir süre önce insan haklarinin evrenselliginden, hukuk devleti ve demokraside uluslar arasi standartlarin yakalanmasinin sart oldugundan dem vurmaktaydi. Ama olsun, is irtica olunca uluslar arasi standartlar, evrensel ilkeler falan sökmez. Burada tek geçerli standart laik kemalist resmi ideolojidir.

Ekonomide yasanan kriz ve ara rejim tartismalari konulari haricinde 30 Mart tarihli MGK toplantisinin özellikle öne çikan vurgusunu 'irticai' faaliyetlere karsi önlemler olusturuyor. MGK toplantisinin degismeyen gündem maddesinin bu sekilde öne çikartilmasi bazilarini hayrete düsüren bir görüntü sunuyor. Ülke açikça bir iflas durumuyla karsi karsiya; kriz tüm halki kasip kavuruyor ve MGK irticaya karsi savas çagrilarini yineliyor. Özellikle islami duyarlilik sahibi kesimler 'bu kadari da olmaz artik' haleti ruhiyesi içinde tepkililer. Bunca sikintinin, felaketin arasinda hala halkin dini ile, imani ile ugrasilmasini anlayamiyorlar. Halkin yoksullugun pençesinde her gün biraz daha kivrandigi; intihar, geçimsizlik, hirsizlik ve benzeri toplumsal hastaliklarin ivme kazandigi; gelecege dair umutsuzluk bulutlarinin tüm ülkeyi kapladigi bir ortamda hala cenderenin daha fazla sikilmasi temel hedef! Zaten canindan bezdirilmis insanlarin basina sansür, belediyelere daha siki denetim; 'irticai' kurumlari ve sermayeyi takip gibi laik dikta uygulamalari ile daha da sindirilmesine çalisiliyor.

Gerçekten de egemenlerin bu pervasiz ve saldirgan tavri bikkinlik verici. Içinde bogulduklari despotizmi ve fanatizmi disa vuran bir gösterge ayni zamanda. Ama yine de sasirtici sayilmamali. Niçin sasirtici olsun ki? Seytan azapta gerek!

Genis yiginlar issizlik, açlik, borç sikintilari ile bogusurken, biriken sorunlar karsisinda toplumsal cinnete dogru sürüklenirken egemenlerin hiç duraksamaksizin 'irtica' adini verdikleri islami kimlik ve çabalari yok etmeye yönelik gayretkeslikleri garipsenmemeli. Çünkü onlarin varlik sebepleri bu. Onlarin hiçbir zaman halkin sorunlarini, sikintilarini giderme, insanlari mutlu kilma seklinde bir misyonlari olmadi. Bilakis her türlü imkan ve araçla iktidarlarini koruma ve iktidar alanlarini daraltabilecek potansiyel tehlikeleri bertaraf etmeye odaklandilar her zaman.

Merkezi Hassasiyet: Devletin Güvenligi

Gerek ülkede siyasetin genel yapilanmasinda, gerekse de gündelik hayata yansiyan tekil pratiklerde bu durumun göstergeleri ile sikça karsilasmak mümkün. Örnegin her gün trafik kazalarinda yasanan ambulans rezaletleri herkesin malumudur. Devlet saatlerce yerlerde kivranan yarali vatandasina bir türlü ambulans yetistiremez. Ama ayni devlet velev ki bir avuç insan dahi sokaga çikip bir protesto eyleminde bulundugunda gayet atiktir. Aninda yüzlerce polisini, askerini 'olay' mahalline yigar ve tekmeler, yumruklar, coplar esliginde devleti protesto cüretine kalkisanlara hadlerini bildirir! Hizmet söz konusu oldugunda alabildigine pasif ve beceriksiz devletin, bastirma isinde bunca atak ve hasin olmasinin arkaplani var elbette. Çünkü bu devlet güvenlik odakli, abartili tehdit algisina sahip bir devlet. Hukuk devleti, sosyal devlet ve benzeri tanimlar gerçekte bir sey ifade etmeyen içi bos sözler; gözüken sey tepeden tirnaga bir güvenlik mekanizmasi sadece.

Bütün adimlar devletin güvenligi merkeze alinarak, üstelik de paranoya ölçüsünde bir güvenlik algisina dayanilarak atilmakta. Insanin degeri yok, önemi yok, anlami yok. Bu yüzden insanlarin ne acilari, feryatlari ne de talepleri, tepkileri karsilik bulmuyor. Açiz diye feryat eden insanlara devlet yeni vergiler yükleme hesaplari yapiyor. Hücrelerde insanlar ölüyor, devletin gözünde teröristlerin son çirpinislari. Onbinlerce Kürt Nevruz'da alanlari dolduruyor, devlet Nevruz'un Orta Asya kökenlerini arastirmakla mesgul. Basörtüsü yasagi halka karsi kitlesel bir devlet terörüne dönüsmüs halde, cumhurbaskani 'eskiden basörtüsü mü vardi?' diye 1958 nostaljisi takiliyor.

Tüm bu baskici, insanlari yok sayan zulüm mekanizmasi ayni zamanda korkunç bir riyakar isleyise sahip. Avrupa Birligi'ne sunulmak üzere Ulusal Program adli bir belge hazirlaniyor, içerigi bastan sona genel ifadelerle örülmüs bos vaatlerden ibaret. Örnegin programda MGK'nin konumu bir danisma organi olma seklinde vurgulaniyor. 'Peki simdiki konumu ne?' diye soruldugunda 'simdi de danisma organi' diye cevap veriliyor. 'Öyleyse ne degisecek?' sorusunun ise cevabi yok. Kisacasi tam bir aldatma çabasi. Mezkur program bastan asagi bu tür anlamsizliklarla dolu.

Her söze milliyetçi nutuklarla baslayip, hamasetle sürdürenler disaridan sömürge valisi atar gibi bakan gönderilmesi karsisinda sus pus vaziyetteler. Bir aydir ayni bakanin el kapilarinda para dilenmesine de bir itirazlari yok, 'yeter ki para gelsin de!' mantigi isliyor. Dün Ermeni soykirimi tasarisi dolayisiyla Fransa'ya neredeyse savas açacak ölçüde öfke soluyanlarin, ekonomiden sorumlu bakanin yardim talebiyle Paris'e basvurusuna bir diyecekleri olmasi gerekmez mi? Boykot tehditleri ne oldu? Isi üniversitelerde Fransizca derslerine ara vermeye kadar götüren fanatiklerin sesleri, soluklari simdi niçin çikmiyor?

Manzara tek kelimeyle bir iflas manzarasi. Mali açidan degil sadece, sosyal açidan, siyaseten, ahlaken. Halkin ise önünde çok fazla seçenek yok. Ya bu enkaz yigininin, çürümüs köhnemis binanin kendi üzerine yikilmasini seyredecek, ya da manzarayi topyekün degerlendirip tavir alacak. Sahte umutlarla oyalanma çabalarini elinin tersiyle itip, iradesini kusanarak kendi kimligine sahip çikacak. Belki bu kisa vadede ekonomik krizin olumsuz etkilerini azaltmaya, siyasi baskilari ortadan kaldirmaya yetmeyecektir ama en azindan kendisine en önemli varligini, yok edilmek istenen kisiligini kazandiracaktir. Ki bu en büyük kazanimi, özgür ve onurlu yarinlar için en degerli yatirimi olacaktir.

kaynak: haksöz

Musa Dogan                                         backward.gif (1273 Byte)