B.
Peygamber ve Sünnete Olan İhtiyaç Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve
mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan,
ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan
hayatının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği
"Nebî" veya "Resul" denilen peygamberleri kendisiyle kulları
arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler,
Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu
göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik
görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz.
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine Allah Teala'nın istediği
şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. Her peygamber
gibi bizim peygamberimizin de iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyan.
"Ey Peygamber,
Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine
getirmemiş olursun".1
"İnsanlara,
kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur'an'ı inzal
ettik".2
Peygamber Efendimiz vahiy
yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, İnsanlara sadece
ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ
ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi. Hemen işaret edelim ki
Peygamberimiz'in tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir
çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur'an'ın evrensel planda Hz.
Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu.
Mukaddes kitabımız
Kur'an-ı Kerîm'in eksiksiz, yeterli, açık ve her şeyi açıklayıcı olmasına ve
dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve
anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır, şeklinde bir soru aklımıza takılabilir.
Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir
hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış
seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün
değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. insanları
anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak
ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu
açıklamayı da elbette Kur'an ayetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır.
Peygamber'in açıklamaları, hiç bir zaman Kur'an'ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu
anlamına gelmez. "Allah'a kul olmak"tan başka görevi bulunmayan insanlar,
ancak bu açıklamalar sayesinde O'na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş
olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir.
Hayatın ilahî irade
doğrultusunda şekillenmesi konusunda Sünnet, Kur'an ile birlikte hemen onun
yanıbaşında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle
olduğunu hem Peygamber'e itaati emreden Kur'an-ı Kerîm, hem de Hz. Peygamber'in bizzat
kendisi ifade ve ilan etmektedir.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmaktadır:
"Peygamber
size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!" 3.
"De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın" 4.
"Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın
Resülü'nde güzel bir örnek vardır" 5.
"Allah'a ve Resülü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz
konulan Allah'a ve Resülü'ne arz ediniz!" 6.
"Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda
seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul
edip teslim olmadıkları sürece tam mü'min olamazlar" 7.
"Gerçekten sen, doğru yola, Allah'ın yoluna çağırıyorsun"
8.
"Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba
uğramaktan çekinsinler" 9.
"Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" 10.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır:
"...Kim benim
sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir"11.
"Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup
parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar"12.
Bütün bu ayet ve
hadisler, müslümanların ancak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak
suretiyle İslami kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Zira açık bir
gerçektir ki, sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı demek
olan bid'atla doldurulacaktır.
Sünnet, en kısa ve genel
anlatımıyla "İslam kültürü" demektir. Bid'at ise, İslam kültürüne ters
düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye
çalışılan yabancı unsur demektir. Muhtelif kıta ve iklimlerde yaşayan müslümanlar
arasında çağlar boyu görülegelen ortak değerler ve uygulama benzerlikleri, sünnetin
belirleyiciliği, birleştiriciliği, bütünleştiriciliği yani evrenselliği sayesinde
olmuştur. Açıkça söyleyecek olursak, ümmet sünnetle vardır, onunla yaşar.
Yozlaşma sünnetten ayrılmakla başlar.
1 Maide
süresi (5), 67
2 Nahl süresi (16), 44
3 Haşr süresi (59), 7
4 Al-i İmran süresi (3), 31
5 Ahzab süresi (33), 21
6 Nisa süresi (4), 59
7 Nisa süresi (4), 65
8 Şura süresi (42), 52
9 Nur süresi (24), 63
10 Nisa süresi (4), 80
11 Buharî, Nikah l; Müslim, Nikah 5
12 Darimî, Mukaddime 16 |