28 Subat’in Yeni Hükümeti

Kutlu Olsun!

Türkiye'de seçimlerin, parlamentonun ve verili çerçevede siyasetin egemenler eliyle sahnelenmis bir tiyatronun dekoratif malzemelir olmaktan öte bir anlam ve öneme sahip bulunmadigi, özellikle 28 Subat sürecinde bir hayli belirginlik kazandi. Iktidar çevrelerinin mürai bir tutumla ve her vesileyle tekrarlayageldikleri ‘halk iradesinin üstünlügü’ kavraminin, ancak bir üst makam olan egemen iradeye tabi oldug müddetçe sahnede kendisine yer bulabildigi, aksi halde resmi edeoloji duvarina toslamasinin mukadder odugu gerçegi de yine ayni süreçte iyice açiga çikti.

Bugün Türkiye, oligarsik bir iktidar ve bu iktidarin nimetlerinden yararlanan küçük bir azinligin haricinde, her zamankinden daha fazla acilarla, sIkIntIlarla, yoksulluk ve horlanmisliklarla bogusan insanlarin yasadigi, yasamak zorunda birakildigi bir ülke görünümünde. Baskici ve dayatmaci resmi ideolojinin muhafizligini üstlenmis askeri ve sivil bürokrasinin, ülke kaynaklarini acimasiz bir biçimde talan eden bir avuç harami ile elele verip sürdürmeye çalistiklari oligarsik iktidar yapisi, ülkeyi açik bir cezaevine çevirmis durumda. Insanlar ezilmislik, çaresizlik ve telas içinde. Yarina iliskin umutlari çalinmis, adeta yerlerine korku daglari yerlestirilmis.

Kriz kavrami halkin gündeminde en fazla kullanilan bir kavram olmaya dogru yol aliyor. Günlük hayat adeta krizlerle örülmüs gibi. Siyasetten ekonomiye, yargidan dis iliskilere kadar her yerde ve ardi ardina boy veren krizlerle kusatilmis bir sistem; ve yogun ve sistematik krizlerle bunaltilmis bir halk! Ki kendisine bu rezil oyunda siradan bir oyuncu bile degil, düpedüz figüran konumu biçilmis.

57. Hükümet MGK’nin Emir ve Görüslerine Hazir!

DSP, MHP, ve ANAP arasinda kurulan 57. MGK hükümeti, mezkur oyunun niteligini ortaya koyan taze ve somut bir örnek. Hatirlanacak olursa, seçimlerden evvel devlet katinda tasarlanan hükümet formülü DSP arti ANAP seklindeydi. Bu iki partinin sandalye sayisinin hükümeti kurmaya yetmeyebilecegi öngörüsüyle de MHP bastonuna ihtiyaç duyulabilecegi gözetiliyor ve bu yüzden de MHP'nin baraji geçmesi için hummali bir gayret sarfediliyordu. Ne var ki seçimler sürprizlerle sonuçlandi ve muhtemel hükümetin mini ortagi olmasi arzulanan MHP tasarlanan hükümet formülünde büyük ortak olma hakkini elde etti. Üstelik meclis dagiliminin azizligi nedeniyle kurulabilecek degisik hükümet formüllerine bagli olarak basbakanlik sansini da yakaladi. Ama sonuç çok dikkat çekici bir sekilde cereyan etti: Özellikle önemli bakanliklarin dagilim açisindan bakildiginda, etkili ve yetkililerce seçimlerden evvel tasarlanmis hükümet formülünde kendisine biçilen rol neyse, uyumlu ve devlet terbiyesinden geçmis MHP'nin ona fit oldugu görüldü.

Devlete tapan ve devlet tarafindan her türlü kullanima sonuna dek açik bir hareket olarak MHP'nin tutumunun bizi sasirttigini ya da üzdügünü söyleyecek degiliz elbette. Simdi elde ettigi imkanlar, düzene hizmet görevini daha önce hiçbir karsilik beklemeksizin defalarca üstlenmis bu kadroya çok bile sayilabilir. Burada dikkat çeken husus, MHP örneginin, bizlere Türkiye'de siyasetin ne ölçüde kusatilmis oldugunun yeni bir göstergesini sunmasi. Isterse basbakanligi alabilecek ve içinde büyük ortak olarak yer alabilecegi bir hükümet kurabilecek bir partinin, kiytirik bakanliklara razi olmasi ve üstelik bunu seçim meydanlarinda isledigi bütün tezleri inkar edercesine hazirlanmis bir programi imzalamak suretiyle ve yine üstelik ugradigi bir sürü istiskalin ardindan gündemlestirdigi özür tartismasini yutarak yapmasi, süphesiz çok dikkat çekici bir durum. Seçim sonrasi gündem hatirlanacak olursa hem FP'nin, hem DYP'nin hükümette yer alabilmek ugruna MHP'nin her türlü teklifine kosulsuz razi olduklari görülmekteydi. Ama MHP, degil bu firsati degerlendirmek, DSP ve ANAP ile yapacagi hükümet görüsmelerinde bir pazarlik kozu olarak kullanmak üzere dahi bu ihtimali degerlendirmedi. Ilk günden itibaren müeddep bir gelin gibi büyüklerinin kendisi için uygun gördükleri kismete razi oldu!

Peki niçin? Türkiye'de politika iktidar olmak için yapilmiyor mu? Siyasi partilerin hedefi seçimleri kazanip, liderlerini basbakanlik koltuguna oturtmak ve hükümet olmak degil mi? Ve hükümet, halk iradesini yansittigi varsayilan seçimlerle olusan parlementoda ki aritmetik dagilima bagli olarak tesekkül etmiyor mu? Kagit üzerinde evet! Ama Türkiye'nin yetmis küsur yillik siyaset gelenegi, yazili ve bilinen kurallarin üzerinde bambaska bir isleyisin geçerli oldugu bir manzumeyi ortaya koyuyor. Burada refahyol döneminde bizzat Demirel’in telaffuz ettigi sekliyle, ‘sayisal degil, siyasal çogunluk’ gerçegi kendini belli ediyor. Siyasal gücün kaynagi ve toplandigi merkez belli: mesruiyetini halkin oyundan degil, sahip bulundugu zor yetkisi ve silah gücünden alan bir otorite. Kaskati bir bürokratik yapi üzerine oturan ve resmi ideolojinin kutsanmasi yoluyla olusturulmus dogmatik bir hukuk sistemine dayanan sözkonusu otorite, kisaca devlet kavramiyla ifade edilmekte.

Türkiye'de verili çerçevede politika yapmak isteyen herkes öncelikli olarak halkin degil, devletin; daha dogrusu devleti temsil makaminda bulunduklari kabul edilen çevrelerin onay ve arzularini politika sahasina tasimayi kabullenmek durumundadir. Halkin tercihleri ile devletin buyruklari arasinda bir farklilasma, bir uyumsuzluk belirdiginde ise çok yönlü bir ‘ikna’ süreci devreye girer. Bir taraftan medya ve diger propaganda araçlari araciligiyla halkin tercihi olarak algilanan hususlarin aslinda birer yanilsama oldugu, gerçegi yansitmadigi vurgulanirken; bir taraftan da DGM savcilarinin, yüksek yargi onlari mensuplarinin, gerek apoletli, gerek apoletsiz devletlularin halkin yanilsamasini gidermeye matuf tehditvari açiklama ve yasak duyurulari ortaliga saçilir. Öyle bir zemindir ki bu, Meclis’in önüne toplanmis bir avuç tuzukuru kokananin yaptiklari samata ‘kamuoyu tepkisi’ olarak tanimlanirken; Malatya’da binlerce insanin sokaklari saran tepkisi idamla cezalandirilmayi gerektiren yikici, bölücü bir kalkisma olarak yaftalanir.

Kusatma Daraltiliyor!

Son gelismeler, egemen çevrelerin 28 Subat sürecinde yakaladiklari ivmeyi sürdürme kararliliklarinin ve muhalif kesimlere karsi tahkim ettikleri mevzelirden kolay kolay geri çekilmeye niyetlerinin olmadiginin bir göstergesi olarak görülmelidir. Bunun için her yolu ve yöntemi pervasizca denemektedirler. Dayatma, tehdit, yasak, ceza çeberi gitgide daha bir sIkIlastirilmakta, bogucu bir kuyatmaya dönüstürülmektedir. Bir yandan legal düzlem alabildigine daraltilip, tam bir emir komuta isleyisine tabi kilinmakta; diger yandan daraltilmis hukuk kaliplarinin disinda degerlendirilen her türlü çaba, girisim, eylem en sert biçimde cezalandirilmaktadir.

Malatya’da yasananlar bu durumu açik bir tarzda ortaya koymaktadir. En dogal haklari ve bizatihi kimliklerinin bir geregi olan müslüman olarak yasama özgürlükleri gaspedilmeye çalisilan insanlarin protestolari vahsice bastirilmaya, ezilmeye çalisilmistir. hEr firsatta eylemlerin yasadisiligina –sanki yasal protesto imkani varmis gibi- vurgu yapmaya özen gösterenler, polisin tavrinin ne kadar yasaiçi oldugunu bir kez bile sorgulama geregi duymadiklari gibi; insanlarin acimasizca dövülme sahnelerini, kosup kaçmaktan bile aciz yasli basli insanlarin joplarla, tekmelerle maruz kaldiklari dayak görüntülerini, yerlerde sürüklenen kadin ve kizlarin feryatlarini hiç utanmadan ‘polisle çatisma’ basligi altinda sunabilmislerdir. Olayin devaminda ise polis siddeti yerini yargiya birakmistir. DGM savciligi artik alisageldigimiz yargida kesfiligin taze ve müsahhas bir örnegini sergileyerek, içinsiz gösteri ile suçlanmalari için bile aleyhlerinde yeterli delil bulunmayan pek çok insan hakkinda idam cezasi istemiyle dava açabilmistir.

Yine Mazlum-Der malatya Subesi’nin kapatilmasi karari da ayni keyfilik göstergelerinden biri olarak dikkat çekmektedir. Daha önce de Urfa’da basörtüsü eylemlerinin yogunlastigi bir dönemde uyduruk bir gerekçeyle, mazlum-Der Sanli Urfa subesi kapatilmisti. Islami kuruluslari susturmaya ve hak arama eylemlerini sindirmeye yönelik bu tür kapatma kararlari dogrudan 28 Subat programinin bir tezahürü olmakla birlikte, son dönemde genelde insan haklarinin savunuculugunu yapan kuruluslar üzerinde yogunlasan baskilarin bir parçasi olma özelligiyle de ayrica önem arzetmekte. Bu tür kuruluslara yönelik kusatmanin daraltilmasi, düzenin toplumu sindirmeye dönük politikalarini uygularken önüne çikabilecek engellerden kurtulma arayisini yansitmakta.

Egemenler Demogoji Yapmadan Duramazlar!

Müthis bir ikiyüzlülük hüküm sürmekte! Daha henüz bir ay önce Anayasa Mahkemesi Baskani’nin özgürlüklerin gelistirilmesi ve anayasada demokratik düzenlemelerin yapilmasi gerektigine dair yaptigi konusmanin ardindan uçurulan sahte özgürlük balonlari birbiri ardina patlayiverdi. Tek bir olay, Merve Kavakçi'nin basörtüsü meselesi bile ortaligi toza dumana bulayanlarin maskelerinin inmesine ve fasist çehrelerinin açiga çikmasina yetti. Anayasa Mahkemesi Baskani’nin konusmasini avuçlari patlarcasina alkislayanlar, sonraki günlerde sergiledikleri tutumla ikiyüzlülük ve sahtekarlikta sinir tanimadiklarini bir kere daha göstermis oldular. Devletin her kademesinden ve partiler, medya, dernekler vs. gibi sivil uzantilarindan yükselen ‘çok dogru söyledi’, ‘aynen katiliyoruz’, ‘zaten bizde bu düzenlemelerin bir an önce yapilmasini savunmaktayiz’ seklindeki destek açiklamalarinin aslinda dile getirilen tespitleri bogmaya yönelik oldug belli oldu. Öyle ya, Cumhurbaskani'ndan Basbakan’a, askerlerden medyaya kadar resmi ideolojinin bütün muhafizlarinin destek verdigi bir konunun özgürlüklerin gelistirilmesi ile bir ilgisi olmasi mümkün mü? Sebeb-i vücudlari bizzat özgürlükleri daraltmak olanlarin sözleri demogojiden öteye geçebilir mi? Eger tüm bu zevat mevcut anayasayi ve hukuk mevzuatini baskici buluyor ve demokratiklesmeyi savunuyorsa, bu ülkede demokrasiyi engelleyen kim Allah askina? ‘Anayasa degismelidir’ sözünü alkislayanlarin bir taraftan da tüzükleri, yönetmelikleri kutsayan tavirlari aldatmacanin boyutlarini ortaya koyuyuyor.

Türkiye'de her türlü kavrami, degeri yalama eden, çürüten bir mekanizma var. Egemenlerin agzindan hukuk devleti, demokrasi, özgürlükler, sivillesme ve benzeri kavramlari her gün binlerce kez duymak mümkün. Teorik planda kalmak ve somutlastirilmamak kaydiyla bu tür kavramlarin halka hergün bol keseden dagitildigina sahit olmaktayiz. Ama ayni çevrelerin, somut talepler sötkonusu oldugunda hiç fasilasiz ‘ama’ diye, ‘fakat’ diye baslayan ve ‘Türkiye'nin özel kosullari’ seklinde devam eden gerekçelere sariliverdiklerini; ve sözkonusu talepleri gündeme getirenleri tepelemek için firsat kolladiklarini da ibretle seyretmekteyiz.

Aslinda mümkün olsa da, degindigimiz konusmayi desteklediklerini ifade eden çevrelere ve basta da konusmayi yapan Anayasa Mahkemesi’nin Baskani’na demokratik düzenlemelerden kastettiklerinin neler oldugunu, mevcut anayasa ve yasalarda hangi maddelerin degistirilmesinin gerektigini düsündüklerini sorsak! Muhtemelen verebilecekleri cevap DGM’lerden askeri hakimlerin çekilmesi gibi Bati’ya rüsvet kabilinden bir takim göstermelik degisikliklerden öteye gitmeyecektir. DGM’lerde bir yandan agzini açan herkese sistematik bir ‘halki kin ve düsmanliga tahrik etmek’ cezalari yagdirilirken; gösteri suçundan gözaltina alinmis insanlar idamla yargilanirken, ‘asker üye kalsin mi, gitsin mi’ye endekslenmis bir hukuksallik arayisi dogrusu gözlerimizi yasartiyor!

Yoksa bu baylarin demokratiklesmeden anladiklari, bir taraftan idarenin keyfi uygulamalarina karsi vatandasin hukukunu korumaktan sözedip, öte yandan ordu mensuplarinin ihracinda uygulanan hukuksuz YAS mekanizmasinin bir benzerini tüm kamu kurum ve kuruluslarina yayginlastirmaya yönelik düzenlemeler mi?

Yine bir taraftan merkezi idarenin hantalligindan yakinip, yerel yönetimlere agirlik verilmesi gerekir tezlerini seslendirirken; diger taraftan seçilmis belediye baskanlarini provokatif bir sürü girisimle mahkum etmeye kalkismak mi demokratiklesme ile kastedilen sey?

Bu baylarin özgürlüklerin gelistirilmesinden anladiklari seyin halkin üzerine kabus gibi çöken sosyal-siyasal baskici uygulamalarin giderilmesi veya hafifletilmesi olmadigi çok açik. Resmi ideolojiye iman etmis bir anlayistan da zaten bu beklenemez. Kaldi ki bizzat Anayasa Mahkemesi Baskani’nin kendisinin de imzasini tasiyan, RP'nin kapatilmasi kararinin gerekçesi bile açik ve somut bir örnek olarak, düzen çevrelerinin nasil bir nev-i sahsina münhasir özgürlük anlayisina sahip olduklarini ortaya koymaya yetmektedir.

Sorunlarimizi Çözülerek Çözemeyiz!

Ne gariptir ki, Anayasa mahkemesi baskani’nin kimbilir hangi politik saiklerle ve hasaba binaen yapilmis sözkonusu konusmasi kimi Islamci çevreleri dahi heyecanlandirabilmistir. Hiçbir somut husus içermeyen klasik kalip cümlelerinin, islamci basinda yer alan kimi kalemlerce adeta yaklasmakta olan güzel günlerin müjdecisi olarak selamlanmis oldugu hatirlanacaktir. Bugün ise artik konjonktür degismis ve bu konunun üzerinde yeller esmekte. Dolayisiyla tekrar hatirlatmanin yarari nedir diye düyünülebilir. Ayrica Islami kimlige ve müslüman izzetine yakismayan bututumun, vakia planinda da hiçbir karsiliginin olmadigi bugün çok daha açik bir biçimde görülebilmektedir. Bununla birlikte benzeri tutarsizliklarin tekil olaylarla sinirli kalmadigi ve düzen çevrelerinden himmet bekleme seklindeki tavirlara Islami iddialar tasimakta olan kesimlerde çokça rastlanildigi da bir vakia, vakiamiz!

Nitekim bu tür tutarsizliklarla malul çevreleri her gün bir baska dala tutunarak ayakta durmanin hesaplarini yaparken görebilmekteyiz. Birbiri ardina kirilan bu dallar çesitli görünümler tasimaktadirlar. Kimi gün seçimler umut olur; kimi gün degisen hükümet formüllerine bel baglanir; kimi gün devleti temsil eden zevattan birinin sisirdigi bir balonla ayaklar yerden kesilir. Ama sonuç hiç degismez. Düzenin sopasi halkin sirtindan hiç eksik olmaz. Üstelik bu kanma-kandirmaca oyununda iddia edilen Islami kimlik ve tasinan degerler mütemadiyen asindirilmaya devam eder.

Bu noktada zalim ve baskici düzenin bilincimizi de kusatip, teslim alma plani karsisinda Kuran’la arinmanin ve direngen bir tavir gelistirmenin önemi kendisini her zamankinden daha fazla hissettirmektedir. Karsilastigimiz baski ve sIkIntiliri asmanin yolunun düzen içi gelismelere veya manevralara bagli olmayip, Rabbimiz’e dayanmaktan geçtigini; ve bunun için kendi gücümüzle direnmek sorumlulugu disindaki her türlü çöszüm veya beklentinin, özünde bizleri çözücü bir nitelik tasidigini unutmamaliyiz!

Kaynak: Haksöz Dergisi Haziran 1999 Sayi: 99

 

Hazirlayan: Musa Dogan