. | Bakara Suresi / 2 Tefsir Mustafa Sezer Bismillahirrahmânirrâhîm 1. Elif… Lâm…
Mîm… ( Ey bana sığınan ve benden hidayet için yardım isteyen kulum/ kullarım! Bir
an için dur ve düşün! Ruhunu, kalbini ve aklını her türlü kir ve pastan arındır!
Sonra da, bütün dikkatini topla ve söyleyeceğim şeyler için pür dikkat hazır ol!
Şimdi sana son derece mühim ve muazzam ayetler/mesajlar okuyacağım! Bunları güzelce
anla ve tüm benliğini (ruhunu, kalbini, aklını ve bedenini) bunlara göre yeniden inşa
et! Göreceksin ki, benden istediğin yardım
ve hidayet, sana mutlaka nasip olacaktır… Unutma ki, “Ben Allah’ım ve en iyi
bilenim!”) Not: Kuran’ı Kerim’de 29 sûrenin başında
bulunan bu harflere “Huruf-u Mukattaa”
denir. Bunlar birer kelime değildir. Tek tek yazılan bu harflerin özel bir anlamları
yoktur. Bu harflerin anlamlarıyla ilgili Hz. Peygamber (s.a.v) ‘in özel bir açıklama
yapmadığı anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki, Kur’an müfessirleri, bu harflerle
ilgili birçok şahsi yorum getirmişlerdir. Tabii olan şudur ki, bütün bu yorumlar “şahsi
olmaktan” öteye geçmemektedir. Bunun bilincinde olarak biz, en doğrusunu Allah’ın
bildiğini ilan ederek ve bizi Kuran’ın amacından saptıracak her anlamdan Allah’a
sığınarak şunları ifade etmekte bir sakınca görmüyoruz: Öncelikli olarak şunu söyleyelim: Bu münferit harflere verilen manaların hiçbirinin
kesin olmadığını bilelim. Bu harfler, Ogün-bugün “hala hayret amili olmaya devam etmektedir. Hayret
meraka, merak ise dikkate yol açar.” Galiba öncelikli amaç da bu olsa gerek… Yüce
Rabbimizin, anlaşılsın ve yaşansın diye gönderdiği Kitap’ta insanların
anlamayacakları (veya anlayamayacakları) ayetlerin bulunması doğru değildir. Eğer bu
harfler anlamları bilinmeyecek şeyler olsaydı Yüce Rabbimiz bunları vahy etmezdi. Yüce
kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in “şifreli”
konuştuğunu da asla kabul edemeyiz. Kitab-i mubîn, aynı zamanda “şifresiz”
kitap demektir. Bize göre Kur’an-ın
nazil olduğu dönemde yaşayan –dost düşman- tüm Araplar bu harflerin ne anlama
geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun için de, Hz. Peygamber (s.a.v) ‘e, bu
harflerin hangi anlama geldiğini sormadılar ve itiraz da etmediler. Şayet bu harflerle
hitap şekli onların bilmediği yeni bir durum olsaydı, başka konularda olduğu gibi,
bu konuda da mutlaka soru sorarlar ve bunların ne olduğunu ve hangi anlama geldiğini
Hz. Peygamberden öğrenirlerdi. Hz. Peygamberin dost ve düşmanları, bu konuyu gündeme
getirmediklerine göre, demek ki bu hitap şekli, onların yabancısı oldukları bir
hitap şekli değildi. Çeşitli kaynaklarda ifade edildiğine göre, “Araplarda bir
söz bitip yeni bir söz başlandığında, dikkat çekmek için yeni sözün başına böyle
harfler getirme adeti vardı.” İşte, Kur’an da, aynı hitap adetini icra etmiştir.
Buna göre, bu harflerle başlanan hitap, bir yönüyle eski öğretilerin bittiğini ve
yeni bir öğretinin başladığını her türlü lakırdı ve safsatanın
(anlamsızlığın) sonunun gediğini, hak ve
hakikate dayalı ilahi anlayış döneminin başladığını anlatırken, diğer yönüyle
de, bir önceki hitapta (sûrede) ortaya konan gerçeklerin, yeni başlanan hitapta ( yani
bu harflerle başlayan surede ) daha geniş
bir şekilde açıklığa kavuşturulacağını göstermektedir. Bu harflerle Yüce
Rabbimiz, kendisine sığınan akıl sahibi her muhataba adeta şunu söyler: Ey bana sığınan ve benden hidayet için yardım
isteyen kulum! Bir an için dur ve düşün! Ruhunu, kalbini ve aklını her türlü kir
ve pastan arındır! Sonra da, bütün dikkatini topla ve söyleyeceğim şeyler için
pür dikkat hazır ol! Şimdi sana son derece mühim ve muazzam ayetler/mesajlar okuyacağım!
Bunları güzelce anla ve tüm benliğini (ruhunu, kalbini, aklını ve bedenini) bunlara
göre yeniden inşa et! Göreceksin ki, benden
istediğin yardım ve hidayet, sana mutlaka nasip olacaktır… Unutma ki, “Ben Allah’ım
ve en iyi bilenim!” 1.
( Kulum! Benden
istediğin yardım ve hidayeti sana kazandıracak ve sana o dosdoğru yol boyunca
kılavuzluk yapacak olan) işte şu, o tam/mükemmel Kitap ( Kur’an)dır! (Şimdi git ve
ona tutun/râm ol/yapış! Bil ki,) O’nun içinde(seni şaşırtıp saptıracak, belâ
ve musibetlere maruz bırakacak, mutsuz ve perişan edecek) hiçbir reyb (şüphe, şek,
endişe, korku, tasa, kaygı, musibet, belâ, vesvese, sû-i zan, belirsizlik, kararsızlık…
Durumu) asla yoktur.(O, mutlak doğrunun ta kendisidir); takvalı davranmayı adet haline
getirmiş olan kimseler (muttakiler/Allah’a itaatsizlikten sakınıp korunanlar) için
tam bir hidâyet rehberidir/ kâmil bir kılavuzdur/mükemmel bir hayat rehberidir. Not:
“Zalike” ve “haza” iki işaret harfidirler. Bu her iki harf
birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Genel olarak “zalike” uzaktaki bir şeyi ifade etmek için
kullanılır; “haza” ise, yakındaki/
karşımızdaki bir şeyi ifade etmek için kullanılır. Burada “zalike” işaret isminin kullanılmış olması
dikkat çekicidir. Bunun şöyle bir anlam inceliğini ifade ettiği düşünülmektedir:
Kur’an-i Kerim, her ne kadar bir kitap olarak elimizde olsa da, ihtiva ettiği sırlar
ve hakikatler bakımından bizden çok uzakta durmaktadır.Akıl ve basiret sahibi her
insan ona yöneldikçe farkına varır ki, gerçekten de hem kendisi ve hem de bütün
insanlar ondan uzakta bir yerde durmaktadırlar. El-Kitap
ifadesi, mutlak, mükemmel, muazzam ve tam Kitab’ ı işaret etmektedir ki, hiç şüphesiz
o da Kur’an-i Kerim’dir. Bu Kitap’tan başka gerçek anlamda kitap yoktur. Diğerlerine
kitap denmesi sadece mecazi bir kullanımdir. Vahiy bilgileri Kur’an’da toplanmış
olduğu için ona el-Kitap denmiştir ve yine,
vahiy bilgileri bu Kitap’ta okunduğu için ona Kur’an
ismi verilmiştir. Burada şöyle
bir soru sorulabilir: Kur’an-iKerim, bütün
insanlar için indirilmiş olduğu halde, neden sadece takvalı davranmayı adet haline
getirmiş olan kimseler (muttakiler/korunanlar) için tam bir hidâyet rehberidir/ kâmil
bir kılavuzdur? Bunun cevabı şu olsa gerek: Muttaki kimselerin dışında kalanlar, Kur’an-i
Kerim’e göre gerçek anlamda insan sayılmazlar. Onun ölçüsüne göre,gerçek
anlamda insan olmak, “takva”dan geçer.Takvası olmayanlar ondan nasıl yararlanabilir
ki!? Hüden kelimesinin nekre olarak getirilmiş olması ta’zim içindir. Bilinçli olarak nekre getirilmiş ki ,akla gelen
her bir hidayeti ifade etsin. “Muttakiler” kavramı için şu kapsamlı anlam düşünülebilir:
Kendilerini şeytanlarının tuzaklarından/taşlamalarından, kendi süflî arzu ve
isteklerinden, her türlü kötü, zararlı, anlamsız şeyden ve Allah’ın gazabından
korumak için sürekli müteyakkız/uyanık ve hazır tutan ve dâima Allah’ın
himayesine ve rahmetine sığınan ve Allah’ın rızasına uygun yaşayan ve böylece
kendilerini o ilahi rahmet alanında koruma altına alan hassas sorumluluk sahibi
kimseler.Takva kelimesi Kur’an’da yerine göre iman, tövbe,itaat,ihsan ve günahları
terk anlamlarında kullanılmıştır. 2.
(O takvalı
davranmakta olanlar) öyle kimselerdir ki, gayba (insan duyularının kapsam alanı
dışında bulunan âlemlere, varlıklara, olgulara) imân ederler; namazı büyük bir
istek ve iştiyakla, kılınması gerektiği tarzda, adap ve erkânına uyarak dosdoğru
bir şekilde güzelce kılarlar/ kıldırırlar/kılınmasına önayak olurlar;
kendilerine rızık (nasib, pay, nimet, servet) olarak verdiğimiz (maddi-manevi)her bir
şeyden (az-çok) bir kısmını (Allah yolunda) infak eder/ harcarlar!.. 3.
( O takvalı
davranmakta olanlar) öyle kimselerdir ki, sana indirilene de, senden önce indirilmiş
olanlara da imân ederler. Ve yine onlar, ahireti de, hiçbir şek ve şüpheye yer
vermeyecek şekilde (gözleriyle görüyorlarmışcasına) kesin olarak bilirler!.. 4.
( Kesinlikle başkaları
değil,) işte sadece ve sadece onlar, (yegâne) Rableri (olan Allah) tarafından (
çizilip belirlenmiş bulunan o dosdoğru) hidâyet yolu üzerindedirler ve işte sadece
onlar, (şeytanların ve kendi nefislerinin oluşturduğu güçlükleri yara yara,
engelleri aşa aşa ) kurtuluşa (mutlu sona/gayelerine) ulaşmakta olanlardır!.. Not:
Fatiha suresinde, “kendilerine nimet verdiğin
kimseler” olarak ifade edilen nimet verilenler, Bakara Suresinin bu ilk ayetlerinde
tanıtılmış oldu. Allah’ın kendilerine nimet nasip ettiği kimseler, işte burada
ifadesini bulan “muttakiler” dir. Onlara
verilen nimet ise, yine bu ayetlerde ifadesini bulan iman ve o imana uygun olan yaşam
tarzıdır. Şimdi bu ilk beş ayet-i Kerimeyi
okuduk, anladık ve hidayete ermekte olanları gördük ve onlara katıldık; onların
yolunu kendimize de yol eyledik ve böylece çok büyük mutluluklar elde ettik. Biz başkaları
gibi kıskanç davranamayız. Yolun dışında kalan insanların perişan hallerini görünce
üzülüyoruz. Onları bulundukları o sefalet ortamından kurtarmaya karar veriyoruz ve böylece
onlara tebliğ etmeye başlıyoruz. İstiyoruz ki herkes bu hidayet yoluna girsin ve
bizimle aynı nimetlere nail olsun; aynı mutlulukları paylaşsın. Bunun için çok
büyük umutlarla davete başlıyoruz; insanları uyanmaya, Allah’ sığınmaya, O’na
kul olma şerefine nail olmaya, hidayete ermeye ve cennete girmeye çağırıyoruz. Fakat
hiç de beklemediğimiz bir direnişle karşılaşıyoruz. Şeytanlar ve onların
çapulcuları yolumuzu kesiyor ve bize görülmedik işler yapıyorlar… Biz, bu hayret verici durum karşısında çaresiz
kalıyor ve Rabbimize arz ediyoruz. “Rabbimiz!” diyoruz: Biz, şu gazaba
uğrayanların ve şaşırıp sapıtmış olanların da dönmelerini ve gelip bu yola
girmelerin için büyük çabalar saffettik, fakat hiç tınmadılar; üstelik bizi
azarladılar, hiç beklemediğimiz tepkiler ortaya koydular!.. Rabbimiz! Biz bir yerlerde bir eksiklik mi yaptık,
yanlış mı yaptık? Rabbimiz! Onların durumu ne olacak, onlar bu hidayet yoluna
gelmeyecekler mi? Rabbimiz! Onlar nasıl insanlar öyle? Onları bize daha detaylı
tanıtır mısın? Şimdi zihnimizde belirginleşen bu ve buna benzer sorular
muvacehesinde altıncı ayetten yirmi birinci ayete kadar olan kısmı dikkatlice
okuyalım. Bu bölümde bize, Fatiha suresinde ifadesini bulan “ o azaba uğrayanlar ve şaşırıp sapıtanlar”
güruhu daha kapsamlı bir şekilde anlatılacaktır. Bakara Suresindeki yolculuğumuz
boyunca Rabbimiz, bu üç gurup insan tipini bizlere tanıtacaktır) 5.
(Evet,) hiç şüphen
olmasın ki, (Allah’ın gönderdiği bu
hidayet rehberini/kur’an-ı) bile bile reddeden/ inkâr eden/ gizleyen/yalanlayan
kimseler(var ya), onları uyarsan da uyarmasan da, kendileri için (hiçbir şey)
değişmez; onlar,( küstahlıkları yüzünden bu hidayet rehberi Kur’an-a) asla iman
etmezler!.. İMAN Not: İman;
insanın Allah’la olan ilişkisinde O’na karşı takındığı her türlü güzel
inancı, saygıyı, edebi, iffeti, duyarlılığı, sorumluluğu, şuurlu oluşu, güzel
ahlakı… Kısaca Tazim ve haşyeti, sevgi ve bağlılığı ifade eden odak bir kavramdır. İman, Allah’a karşı tâzim
ve tevhidi, yaratılmış varlıklara karşı da rahmet, şefkat, ihsan ve adaleti ifade
etmektedir. İman, mutlak ve aşkın olan Allah
bilgisinin insanda ortaya çıkmasıdır. İman, farkında oluştur. İman, kişinin kendi
kişilik merkezini (kalbini) ve kişilik binasını ( yaşam düzenini) hakikate (Kur’an’a
) dayalı olarak inşa etmesidir. İman,
hayatı kutsal bölgede ( ilahi himaye ve
rahmet ortamında) yaşamaktır. İnsan, Allah’a
iman etmeye kesin olarak muhtaçtır. Onun için bir başka seçenek , kesinlikle yıkım
anlamına gelir. “ Hakikatle uyumlu bir kişilik kurmak”, ancak varlığın asıl
sahibine dayanmakla gerçekleşir. Bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde gerçekleştiren
kimse, kişiliğini ve şahsiyetini tam anlamıyla koruma altına almış olur. İman
olmadan kişiliğin de olmayacağı kesin bir gerçektir. Allah’ın
dışında başka şeyleri gaye ve hedef edinen iman, içerisine zulüm ve şirk
karıştırılmış putperest bir imandır. Bu iman, ilahi
ölçüde hiçbir işe yaramaz. İnsanların en çok tökezleme alanı da burasıdır. İman;
zihni tutum ( tasdik) yönüyle içe dönük ( iç dünyayı onarmaya dönük), amel-i
Salih yönüyle de dışa dönük ( dış dünyayı onarmaya dönük) bir eylemdir. İçe
dönük yönüyle iman, kişinin, kendi kişisel merkezini, Allah’ın nezaretinde inşa
etmesidir; dışa dönük yönüyle de iman, kişinin ilahi rahmet ve adaleti kuşanarak
çevresini, Allah’ın nezaretinde inşa ve ıslah etmesidir. İçe dönük
yönüyle iman, psikolojinin tüm alanlarını kapsamına alır; dışa dönük yönüyle
de, sosyolojinin tüm alanlarını kapsamına alır ve oradaki tüm alanlara hayat taşır. İmanı dinamik
iman ve statik iman şeklinde değerlendirmek de mümkündür: Dinamik
iman, insan kalbinin
( özellikle duygularının) sıfır noktasından sonsuza kadar gerçekleştirdiği olumlu
eylemlerdir. Zerre kadar kalan bir ateşin, sonsuz büyüklükte bir ateşe dönüştürülmesi…
İşte bu ateşin bütün evreleri imanın gelişerek tezahür etmesidir. Bu yönüyle
iman, hem artar ve hem de eksilir. Statik
iman ise, insan kalbinin
bir şeyi kesin olarak tasdik etmesi, doğrulamasıdır. Bu, “ şu şey kesin doğrudur
ya da yanlıştır.” Şeklindeki kesin kabuldür. Bu yönüyle iman ne artar ve ne de
eksilir. İman,
zihni tasdik yönüyle statik, duygusal ve eylemsel yönüyle de dinamiktir.
Kuran’ın biz den beklediği iman, her iki yönüyle de gerçekleşmiş olan imandır. İman,
ontolojik olarak insanın özüne kodlanmıştır. Adeta bir tohum gibi insanın
toprağına ekilmiştir. Vahiy yağmuru, o tohumun uyanıp yeşermesi için uyarı görevi
yapmaktadır. Uyarıyı dikkate alması gereken insandır. Vahiy verici, insan ise
alıcıdır. Alım işinin gerçekleşebilmesi için, insanın uyanık ve hazır (muttaki)
olması gerekir. İnsanın
özündeki İman tohumu uyarılıp yeşertilince, şöyle bir iman ağacı şekillenir: İman+ marifetullah+ muhabbetullah+ilahi buyruklara
tabi olmak 1- Kök= İman: iman; mutlak olan Allah bilgisinin insan kalbinde
ortaya çıkmasıdır. Bu kalbi-zihni eylem, hissederek yaşamak suretiyle gelişir ve
kuvvet kazanır. Vahiyle ( Kuran’la) buluşmak insan kalbini (aklını, zihnini,
duygularını) ihya eder… 2- Gövde=
marifetullah: Marifetullah, Allah’ı tanıma eylemidir. İnsan Allah’ı, ancak O’nun
kendisini tanıtmasıyla tanıyabilir. Bu da ancak vahiyle (Kuran’la) buluşarak gerçekleşir. 3- Dallar=
muhabbetullah: Muhabbetullah, Allah’ı sevme eylemidir. İnsan Allah’ı tanıdığı
oranda O’na olan sevgisi artar. Bu da ancak
vahiyle (Kuran’la) buluşarak gerçekleşir. Allah sevgisini geliştirmenin yolu Kitap’la
hemhal olmaktır. 4- Meyve=
ilahi buyruklara uymak: İlahi buyruklara uymak, iman ağacının meyve vermesidir. Yüce
Allah’ın buyrukları da, ancak Peygamberin izinden gitmekle yaşanabilir. Hiç şüphesiz
onun yolu Kuran yoludur. Mümin olmanın da, muttaki olmanın da yolu Kuran’dan geçmektedir.
Unutmayalım ki, sulanmayan ağaç kurur. İman ağacının suyu da Kuran’dır. Kuran
ile inşa edilmiş hayat tarzı, cennetten ödünç alınmış bir hayat tarzıdır KÜFÜR Küfür; imanın
Allah’a olan ilişkisinde O’na karşı ahlaksızlığını, edepsizliğini,
iffetsizliğini, inançsızlığını, körlüğünü, sağırlığını,
saygısızlığını, bilinçsizliğini… kısaca nankörlüğünü ifade eden odak bir kavramdır. İman kavramının tam
tersidir. Tabii olarak
insan yaratılmasını, rızıklandırılmasını, yetiştirilmesini,
korunmasını… Kısaca varlığına ait her şeyi, “Allah’ın sınırsız
merhametine borçludur.” Kesin olan şu ki, insan sahibi olduğu her şeyi yaratıcısı
sayesinde elde etmiştir ve elde etmektedir. Ve elbette ona yakışan, Allah’a karşı “ minnet duygularıyla” dolup taşmasıdır.
O’na hamdetmesi ve O’na şükretmesidir. Yani iman ağacını yeşertmesidir. Kâfir,
kendi hayatını yaşarken, her şeyini borçlu olduğu Rabbini, O’ nu görmezlikten
gelen, O’na karşı isyankâr bir durum içerisine giren adam demektir. Küfrün en
bariz biçimde ortaya çıktığı alan, Allah’ın elçisine ve mesajına karşı
takınılan olumsuz tavırdır. Burada kişi, açıkça küfran-i nimette bulunmaktadır. Normal olan,
kişinin ilahi çağrıyı duyduğunda “amenna ve
saddakna!=( başım gözüm üstüne inandım ve doğruladım)” demsi dir.Esasında
insanın başka bir tavır içine girme hakkı da yoktur. İşte bu mümince tavrı, bu
kadir şinas tavrı, bu insanca tavrı göstermeyen küstah kişiye kâfir denir. Kâfir,
bu küstahça tavrından dolayı, her şeyden önce kendi kişisel insani merkezini
/kalbini tahrib eder. Kişiliğini, Allah’ın nezaretinde değil de başka kişilerin
veya başka şeylerin nezaretinde inşa eder. Onun kişilik merkezini çıkar ve keyfilik
ya da kutsadığı herhangi bir şey şekillendirir. Buradan hareketle, onun iman ağacı
nankörce bir ağaç olur. Bu hayat ( inanç
ve yaşam tarzı) genel yaşamı olumsuz yönde şekillendirir/ etkiler… Küfür,
sahibinin hem içini hem de dışını karartır. Bugün tedavülde olan işte bu insan
tipidir, bu ucube varlıktır. Bu tipidir ki, Allah’ın
“ darüs-selam” (barış, esenlik, huzur ve güvenlik
yurdu) olarak yarattığı yeryüzünü, “ dârul- küfür” ( karanlıklar, zulümler,
haksızlıklar, korkular, saygısızlıklar yurdu haline getirilmiştir. Her türlü
zalimliğin ana merkezi küfür mantığıdır. Yeryüzünde yaşamakta olan küstahlıkların,
hoyratlıkların, düşüncesizliklerin, saygısızlıkların… tek ve yegâne sebebi
küfürdür. Küfür, kişinin, yaratıcısı ve O’nun
mesajı karşısında kendisini tamamiyle ya da kismen bağımsız ve bağlantısız
addetmesi şeklinde(istiğna) baş gösterir ve oradan hareketle bütün hayatı murdar
eder. İmansız ve Kuransız inşa edilmiş hayat tarzı da cehennemden ödünç alınmış
bir hayat tarzıdır. Bunun içindir ki, hayatlarını kur’an ile sulamayan insanlar,
daha bu dünya hayatında iken cehennem hayatı yaşarlar. Ancak, yaşadıkları hayat
onları o derece uyuşturmuştur ki, bir türlü acı hissetmezler… Onlar için hak ve
hakikate giden ana yol tıkanmış
durumdadır. Bunun için kendilerini kaybetmiş vaziyettedirler. Gaflet üstüne gaflet,
karanlık üstüne karanlık… Şimdi altıncı
âyet-i Kerimeden itibaren bu ucûbe varlığı, kâfir olmuş kişileri tanıyacağız.
Şimdi biraz daha uyanalım, yola ve çevresine azami derecede dikkatle bakalım; kaza
yapmış nice insanlar göreceğiz… Allah’ım! Sen bizi, bu yolda kaza yapmaktan koru;
basiretimizi ve aklımızı aç; rahmetini üzerimize yağdır… (ÂMİN…) 6.
(Küfürde karar kılmış
olmaları nedeniyle) Allah, onların kalplerini ve kulaklarını ( hak ve hakikati anlama,
kavrama, idrak etme ve işitme yetilerini) mühürlemiştir/işlevsiz hâle getirmiştir!
Ve (ayrıca) onların gözlerinin (hak ve hakikati görme yetilerinin) üzerinde de (bu Kuran öğretisine/rehberliğine karşı
alabildiğine kalın) perdeler/önyargılar vardır. Evet, onlar için çok büyük
(benzeri görülmemiş derecede feci) azaplar vardır!.. KALB Kalb,
İnsanı insan yapan bütün melekelerin/ yetilerin ( şuur, vicdan, idrak, hissiyat,
anlayış, akıl, irade, ruh… ) ana merkezidir. İnsanın manevi yönünün üzerinde neş-vu
nema bulduğu ana merkez, Kur’an-i kerim’de kalb olarak ifade edilmektedir. İnsanın
her ne kadar idrak durumu varsa hepsi orda saklıdır. Orası manevi insanlık merkezidir.
İnsanın duyu organları oranın kapı ve pencereleri gibidir. Kalbin mühürlenmesi,
insanlık ana merkezinin ve bütün duyu organlarının işlevsiz hale getirilmesi
demektir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-i Kerim’de, nankör insanların kalbini şu
özellikleriyle bizlere tanıtmaktadır: 1- Mühürlenmiş
kalb 2-
Damgalanmış kalb
3- Daraltılmış/sıkıştırılmış
kalb 4- İçerisinde hastalıklar olan kalb 5- Pas
bağlamış kalb 6-
Ölmüş kalb
7-
Katılaşmış kalb
8- Taşlaşmış
kalb 9- Eğrilmiş, bükülmüş,
tersyüz edilmiş kalb
10-
Kirletilmiş kalb
11- İçerisine
cahiliye hamiyeti (öfke, nefret, taassup, küstahlık, gurur, ölçüsüzlük… ) doldurulmuş kalb
12- İnkara saplanmış
kalb
13-
Perdeli, kılıflı, kabuklu kalb… Kur’an
yolundan sapan insan, yaptığı yanlışlarla kalbini maalesef bu özelliklere sahip bir
hale getirir. Bu durumdan kurtulmanın ve şifa bulmanın yolu, hiç şüphesiz Ku’an’a
dönmekten ve ona kulak vermekten geçer. 7.
Ve (o nankör)
insanlardan öyleleri de var dır ki, onlar: “ Biz (de), Allah’a ve ahiret gününe
iman ettik!” derler; ama onlar, kesinlikle mü’min değildirler! 8.
(Kendilerince
güya) Allah’ı ve iman eden kimseleri aldatıyorlar; Oysa onlar, sadece ve sadece
kendilerini aldatıyorlar; ama (bunun) farkında bile değiller!.. 9.
Kalplerinde
(benzeri görülmemiş habis) bir hastalık var!.. ( İlahi rehberin işaretleri
doğrultusunda küfür, şirk ve nifak hastalıklarından tedavi olmayı kabul etmedikleri
için) Allah, onların (o habis) hastalıklarını alabildiğine artırmıştır!.. Söyleyip
durdukları o yalanlardan ötürü, kendileri için can yakıcı ( elim) azaplar vardır! 10.
Her ne zaman
onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” denilse, onlar(hemen): “(Ne münasebet!)
Biz ancak ve ancak (yeryüzünü) ıslah edip düzeltmekte olanlarız;(ülkeye barış ve
huzur getiriyoruz, hep güzel işler yapıyoruz; böyle yapmaya da devam edeceğiz)!”
derler. 11.
(Ey mü’minler!
Uyanın ve gözünüzü dört açın!) Hiç şüpheniz olmasın ki, onlar, (yeryüzünü)
fitne ve fesada boğanların ta kendileridirler; fakat(bunun)farkında bile değiller!.. 12.
Ve(yine), her ne
zaman onlara: “ (Haydi) siz de şu (samimi) insanların imân ettiği gibi ( bu Kur’an’ın
rehberliğine) imân edin.” denilse, onlar(hemen): “ Ne! Biz, o düşük akıllı (dar
kafalı ahmakların) Îmân ettiği gibi mi Îmân edelim?! ( Bu, olacak iş midir,
onlarla biz nasıl aynı inanç üzerinde olabiliriz?!)” derler. (Ey mü’minler!)
kesin olarak şunu biliniz ki, gerçek düşük akıllılar(dar kafalı ahmaklar), ancak
ve ancak kendileridir; fakat ( bunu) bile bilmiyorlar!.. 13.
Onlar,(gerçek)
iman eden kimselerle karşılaştıkları/bir arada bulundukları zaman: “ (Tabii ki)
Biz de (tıpkı sizin gibi) iman ettik!” derler; ama Şeytanlarına (küfrün
öncülerine, ayartıcı ve azdırıcı efendilerine, liderlerine, büyüklerine, elebaşlarına,
akıl hocalarına ve yandaşlarına) varıp, onlarla baş başa kaldıklarında da: “ (
Aman efendim,müsterih olun, ne demek!) Biz, elbette sizinle beraberiz; (Biz sizin adamınızız,
bunda asla şüpheniz olmasın)! Gerçek şu ki, biz, sadece ve sadece onlarla alay edip
eğlenmekteyiz!” derler. 14.
Asıl Allah, (bu
nankörce hâl üzere olmaları nedeniyle) onlarla alay edip duruyor/alayları içerisinde
kendilerini maskaraya çeviriyor; ( bu dünya hayatındaki imtihanın gereği) kendilerine
imkânlar tanıyor,(iplerini uzatıyor) da, (böylece onlar,) kendi azgınlıkları içerisinde
körcesine bocalayıp duruyorlar! ( Elbette Allah, bu alaylarının hesabını kendilerine
soracak!) 15.
(Evet,)İşte
onlar, hidayeti verip karşılığında dalâleti/sapkınlığı satın alan (ahmak)
kimselerdir! Fakat onların ticareti asla kâr etmemiştir ve zaten kendileri de hidayet
(kâr) yolunu tutmamışlardı!(Umduklarına asla nail olamayacaklardır!) 16.
Onların (o sefih) hâlleri, tıpkı (aydınlanmak, zararlı
varlıkların şerrinden korunmak ve yol bulmak için, hayati öneme haiz) bir ateş
yakmak isteyen kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer:(Şöyle ki, Onların içlerinden
biri kalktı ve o istenen ateşi yakıverdi;) ama, ne zaman ki ateş parıldayıp
(yakanın) çevresini aydınlattı; tam o sırada Allah, (ateşe ve ateşi yakana karşı
küstahça tavır takınmaları nedeniyle) onların (bütün) ışıklarını/basiret
nurlarını/görme yeteneklerini alıp götürüverdi ve böylece onları hiçbir şey göremez
bir halde (benzeri görülmemiş) kop koyu karanlıklar içerisinde bıraktı! ( Artık
onlar, hiçbir şey göremiyorlar/göremezler!) 17.
Üstelik onlar,
(bu Kur’an’ın cağrısına karşı) tam anlamıyla sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler;
(bu nedenle, sapmış oldukları o hidayet yoluna) asla dönemezler! 18.
Yahut (onların o
sefih hâlleri), tıpkı, bütün bir gökyüzünden boşanan, içerisinde (benzeri
görülmemiş derecede) zifiri karanlıklar, (dehşet saçan)gök gürültüleri,
(gözleri kör edercesine parıldayan) şimşek çakışları bulunan (korkunç) bir yağmura/felakete
tutulmuş kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer: Onlar, bütün şiddetleriyle
çarpıp çarpıp parıldayan o korkunç yıldırımlar ve gök gürültülerinin (oluşturduğu
dehşet atmosferinde,) ölümden sakınmak için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar!
Oysa Allah, bütün kâfirleri her taraftan çepe çevre kuşatmış durumdadır! (Asla kaçıp
kurtulamazlar.) 19.
(Yürekleri ağızlara
getiren) o korkunç şimşek çakışları, neredeyse onların gözlerini (bütün
basiretlerini) kapıp alıverecek! Her ne zaman kendileri için bir ışık parıldasa/bir
menfaat imkanı doğsa, hemen o ışıkta yürürler; üzerlerine karanlık çöktüğünde
ise/bir sıkıntı ile karsılaştıklarında ise, ( hemen oldukları yerde) çakılıp
kalırlar! (Bakın), eğer Allah dileseydi, onların da işitme ve görme kabiliyetlerini,
kesinlikle tümden alıp götürürdü!(Ama böyle dilemedi; onlara iman etme fırsatı
verdi.) Hiç şüphesiz Allah, her şeyi yapmaya hakkıyla kadirdir! Not: Sekizinci ayetten yirminci ayetin sonuna
kadar ortaya konan gerçekler, altı ve yedinci ayetlerde ortaya konan temel olguyu izah
etmektedir. Görülüyor ki, küfre sapmış insanların en belirgin vasıfları, temelde
cehalettir, üstelik “mürekkep cehalet.” Bu tür kimselere nasihatin hiçbir fayda
vermediği temel bir gerçektir. Bunlar öyle
kimselerdir ki, bilmediklerini bile bilmezler; cehaletlerini ilim, bozgunculuklarını
barış, budalalıklarını adam olmak, dalaletlerini de hidayet sayarlar. Böyle bir
durumda olmalarının temel sebebi de, kalplerine kök salmış olan o habis
hastalıklardır. İşte o hastalıklı halleri, onları bu durumlara düşürmüştür.
Onlar, Kur’an rahmeti karşısında burun kıvıran, ısrarcı, yalancı ve düzenbaz
konumuna sürükleyen, hiç şüphesiz keplerindeki o hastalıklardır. Kalplerindeki o
hastalıklar, onları, 17-20. Ayetlerde sunulan o
iki temsildeki vahim hale getirmiştir.
Esasında onların bu vahim halleri, Allah’ın onlarla nasıl alay etmekte olduğunu da
göstermektedir. 18. ayette anlatıldığı üzere bütün görme ,işitme ve konuşma
yetenekleri alınmış ve karanlıklar içerisinde terk edilmiş, sağa-sola bocalayıp
durmakta olan zavallılar... Ve 19. Ayette ifade edilen feci sağanak yağmura tutulanlar
benzetmesi , onların o sefih hallerinin tam anlamıyla somut bir göstergesidir. Burada
ifadesini bulan bu sağanak yağmur sadece ve sadece bir felakettir. İşte o nankör
düzenbazların hayatı aynen bu ayetlerin anlattığı gibidir. Bu ne korkunç bir hal...
Oysa onlar, bütün bu durumlarını, normalde kazanmak /kâr etmek üzere kurgulamışlardı...
Kulaklarını tıkayıp, gözlerini perdeledikleri için hiçbir şey onların düşündüğü
gibi olmadı. Allah’la pençeleşmeye kalkıştıkları için, ilahi rahmet bir anda
ilahi gazaba/ lanete/ azaba dönüşüverdi.Normalde yağmur bir rahmettir; ama onların
tutulduğu yağmur tam bir felakettir. Bir anda yağmur, o rahmet olma seyrini
değiştirdi ve ortaya bu korkunç manzara çıkıverdi.
Şimdi bu durum düşünülürse, kimin kimle alay etmekte olduğu daha iyi anlaşılmış
olur. Tabii ki bu durumun asıl müsebbibi bizzat kendileridir. Onlar, su-i ihtiyar ederek
böyle bir bataklığa saplandılar.Bütün uyarılara kulak tıkadılar, bütün işaretleri
göz ardı ettiler ve “ ila da bu bataklığa saplanacağız” dediler. Ve işte,
şimdi orada depreşiyorlar. Tıpkı bataklığa saplanmış bir eşek gibi.. Depreştikçe
batacaklar ve battıkça karanlıklara gömülüp gidecekler....Ey orada depreşmekte
olanlar! Bu hal size hiç yakışmıyor. Haydi uzatın ellerinizi ve tutun Rabbinizin
kurtuluş halkasından, haydi sarılın şu Kur’an’a...Artık gözlerinizi ve kulaklarınızı
açın ... 20.
Ey insanlar!
(Sizler sadece ve sadece,) sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize kulluk
edin/ O’nun hidayet rehberini kabul edin! ( Eğer böyle yaparsanız,) İşte (o zaman
bu zifiri karanlıklardan ve dehşet ortamlarından) kurunmuş ve kurtulmuş olursunuz! 21.
O(Rabbiniz)ki,
yeryüzünü sizin için (kurulup oturduğunuz) bir döşek/yaşamanıza uygun bir yurt, gökyüzünü
de, (koruyucu) bir bina/kubbe yapmıştır! Ve O, gökten (hayat kaynağı olan) bir su
indirmiş ve onunla, rızık olsun diye sizlere(çeşit çeşit)mahsuller çıkarmıştır!
O halde, (bütün bu gerçekleri) bile bile, sakın (hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi)
Allah’a denk tutmayın! 22.
Ve (bakın), Eğer
kulumuz(Muhammed)’a tane tane indirmiş olduğumuz (Bu Kuran) hakkında herhangi bir
reyb (şek, şüphe, vesvese ve sû-i zan) içindeyseniz, o zaman onunla( Kuran ile) aynı
değerde herhangi bir sûre (meydana) getirin ve (bu konuda), Allah’ın berisinde/daha
aşağısında (tanıdığınız, bildiğiniz, güvendiğiniz, inandığınız) her ne
kadar şahidiniz;( yardımcınız, edibiniz, filozofunuz, hukukçunuz, sosyologunuz,
pisikoloğunuz, aydınınız,…) varsa, hepsini de yardıma çağırınız! Eğer doğru
ve samimi kimseler iseniz, (haydi bunu mutlaka yapınız)! 23.
Ve (bakın,)
Eğer bunu (şimdiye kadar) yapamadıysanız, (bilin ki, bundan böyle de) asla
yapamayacaksınız! O halde, yakıtı insanlar ve taşlar olan ve sırf kâfirler için
hazırlanmış bulunan o (dehşetli) Ateş’ten sakınıp korunun! 24.
Evet, ( aklını
kullanıp da, bu Kur’an’a) iman eden ve ( onun içeriğine uygun olarak) salih ameller
işleyen kimseleri müjdele ki; altlarından ırmaklar akan cennetler sadece onlar içindir!
(Onlar,) her ne zaman oradan rızık olarak herhangi bir meyve/nimet ile
rızıklandırıldıklarında: “(Âaa!) Bu, daha önce de (dünya hayatında da veya bir
önceki fasılda da) bize rızık olarak verilene ne kadar da benziyor!” derler.
Çünkü, o rızık(lar), (renk ve şekil itibariyle bu dünyadakilerin veya
birbirlerinin) benzeri olarak (onlara) verilecektir; Ve onlar için orada, (her türlü
pislik ve kötü hasletten) tertemiz kılınmış (pam pak) eşler vardır! Evet, onlar
orada ebedi olarak kalıcıdırlar! NOT: Bu
ayet, kendisinden önceki ayetler gurubuyla(21-24) irtibat halindedir. Oradaki çağrıya
olumlu cevap verip, Kur’an’ın rehberliğini kabul eden kimselerin güzel akıbetini
haber vermektedir. Bir önceki ayet-i Kerime de, Kur’an’ın rehberliğini kabul
etmeyenlerin akıbetini haber vermişti.Daha önceki ayetler ise(2-20), Kur’an-i Kerim’in
rehberliğini kabul edenlerin (muttakiler) ve kabul etmeyenlerin (münkirler) durumlarını
ve bu durumlara düşme nedenlerini açıklamıştı. Bu beşli ayet gurubu(21-25), aynı
zamanda İslam dininin temel üç rüknünü ortaya koymaktadır. Bunlar; tevhid ( Allah’ın
birlenmesi), nübüvvet (Kur’an’ın ve Hz. Muhammed (asv)’in rehberliğinin kabul
edilmesi ), ve ahiret hayatıdır. Kur’n-i Kerim,
insanı cennete ulaştıracak olan yegâne vasıtadır. Bundan önceki vasıtalar
işlevlerini yitirmiş durumdadırlar. Onların görevi Yüce Yaratıcı tarafından Kur’an’a
verilmiş ve böylece onlar hükümsüz kılınmıştır. Bu sebeple, Kur’an
vasıtasına tutunmayan hiçbir kimse, Allah korusun asla cennete ulaşamaz. Birinci
ayetten buraya kadar olan ayetler genel olarak değerlendirildiğinde, açıkça
görülür ki, ana fikir, Kur’an’ın rehberliğidir. Allah’a kulluğun ana ekseni
de, hiç şüphesiz budur. Kur’an rehber kılınmadan yapılacak olan kulluğun hiçbir
anlamı olmayacaktır. Şimdi, bu bilgiler dahilinde 25. Ayetteki atıf harfini ve “müjdele”
emrini düşünelim. Bu çerçeveden bakınca görülür ki, burada kendilerine müjde
verilenler, Kur’an’ın rehberliğini kabul edip, onun izinde yürüyenlerdir. Dünya
hayatındaki zevkler dört şey ile elde edilir. Bunlar; 1-) Ev- Bark, bağ- bahçe, 2-) Yiyecek- içecek,
3-) evlilik, 4-) Sahip olunan bu
nimetlerin devamlı oluşu. İnsanlar, işte bu sayılan menfaatler yüzünden Allah’tan
başkalarına kul- köle olmakta ve kendilerini sefil durumlara düşürüp perişan
etmektedirler. Bundan ötürü Rabbimiz, bizlere şunun garantisini vermektedir. Eğer bu
Kur’an’ın rehberliğini kabuk eder ve onun gösterdiği istikamette yürürseniz, hem
bu dünya hayatın da perişan olmazsınız ve hem de sözümü dinlediğiniz için, sizi
ahrette de bu nimetlerle ve daha fazlasıyla rızıklandırırım. Ahirette elde
edeceğiniz nimetler, bu dünyadakilere göre çok daha mükemmel ve devamlıdır. 25.
Hiç şüpheniz
olmasın ki, Allah, (insanlara dünyadaki hallerini göstermek ve onları hidayete sevk
etmek için) bir sivrisineği ve (hatta) ondan daha da değersiz herhangi bir şeyi bir
darb-i mesel olarak kullanmaktan asla çekinmez/ kaçınmaz. İmân edenlere gelince,
onlar,mutlaka bu darb-i mesellerin/verilen bu örneklerin Rableri tarafından verilmiş
(gerçeği tam anlamıyla yansıtan) hak/anlamlı (bir temsil/örnek)olduğunu kesin
olarak bilirler; ama, o küfürde karar kılmış olanlara gelince, onlar da, mutlaka, “Allah
bu darb-i mesellerle /bu temsili anlatımlarla ne kastetmiştir ki?! ( Allah bu tür anlatımlardan
münezzehtir!)” der dururlar. Allah bu tür anlatımlarla çoklarını şaşırtıp
saptırır; ve yine bu tür anlatımlarla birçoklarını
da hidâyete yöneltir!.. Ama( asla unutmayın ki) Allah, fasıklar gürûhundan(yol’dan
çıkanlardan) başkasını şaşırtıp saptırmaz!. Not: Saptırmanın
Allah’a isnad edilmesi, fiilin sebebe isnad edilmesidir. 26.
O fasıklar öyle
kimselerdir ki, onlar, Allah’ın ahdini (Allah ile yapmış oldukları Rab-kul sözleşmesini)
kesin olarak kabul edip Allah’a kul olacaklarına dair kesin söz verdikten sonra,
(kendi kendilerine tek taraflı olarak) onu bozup atıyorlar/ çözüp dağıtıyorlar! (
Sözleşme maddelerinde), Allah’ın birleştirilip bağlanmasını emir buyurduğu
şeyleri (düşünce, inanç, dostluk,kardeşlik, akrabalık, ahlak gibi bağları) kesip
parçalıyorlar! Ve böylece yeryüzünde fitne ve fesat saçıyorlar! İşte onlar, hüsrana
uğrayanların (zarar- ziyan edenlerin) ta kendileridirler!.. 27.
(Ey fasıklar gürûhu!)
Sizler,( gönderdiği hidayet rehberini reddetmek suretiyle) Allah’a karşı nasıl nankörlük
edersiniz?! Hâlbuki sizler(ana rahminde hayata kavuşmadan önce) ölü bir halde idiniz
(toz-toprak veya nutfeler halinde cansız birer nesne idiniz) de, Allah size hayat
bahşetti. Sonra size, yine ölümü tattıracak ve sonra da, (günü geldiğinde) sizi
(tekrar) diriltecek ve sonunda da, sadece ve sadece O’na döndürülüp
götürüleceksiniz! 28.
O öyle bir rab
ki, şu yeryüzünde her ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır; sonrada şu semaya
doğrulmuş( yaratma iradesini, plan ve tasarımını şu göklere uygulamış) ve böylece
onları yedi gök halinde (yine sizin bugününüz ve geleceğiniz için) düzene koymuştur!
Evet, O, her şeyi hakkıyla bilmekte olandır! 29.
Evet, onlara hatırlat
ki, vaktiyle Rabbin meleklere şöyle demişti: “ Hiç şüpheniz olmasın ki ben, şu
yeryüzünde (emirlerim muvacehesinde yaşayacak
ve kendisini olgunlaştıracak/ güzelleştirecek, içerisinde yaşadığı dünyayı
yaratılış amacına uygun bir şekilde imar edip güzelleştirecek) halifeler (akıl,
irade ve sorumluluk sahibi çok şerefli ve değerli temsilciler/ vekiller) yaratacağım!”
Onlar da: “ (Aââ!) Orada bozgunculuk edip durmakta olan ve orada kanlar dökmekte olan
kimseleri mi orada (halifeler/ temsilciler)
yapacaksın?! Oysa biz, seni hamdin ile (hamdine bürünmüş/dalmış olarak) tesbih ve
takdis edip durmaktayız.( Biz seni, sana yakışmayan noksanlık, kusur, şaibe, acziyet
gibi her türlü eksik vasıftan uzak tutup;
seni, sana yakışan tüm üstün ve mükemmel vasıflarla nitelendirip durmaktayız.. Ve
yine biz, senin rızanı kazanmak için kendimizi her türlü günah ve ma’siyetten arındırıp
duruyoruz. Hâl böyleyken, halifelik görevi üstlenmeye/ temsilcilerin olmaya biz daha
layık değil miyiz?)” Demişlerdi. Bunun üzerine, Senin Rabbin de şöyle demişti:
“ Hiç şüpheniz olmasın ki, ben, sizin bilmediğiniz/ bilemeyeceğiniz birçok şeyi
bilmekteyim!” ( Ey fasık insanlar! Şimdi siz, sizi halifelik/vekillik/temsilcilik
makamına layık gören Allah’a karşı nasıl nankörlük edersiniz?! O’nun size
gönderdiği kılavuzu/ hayat rehberini ne hakla reddedersiniz?!) Not: Yüce Allah’ın insanı halife kılması,
kendisinin gaybubiyetinden, acziyetinden ve yardıma ihtiyaç duyduğundan değil, insana
verdiği şeref ve itibardan/ ikramdan ötürüdür. Halife, otorite tarafından verilen görevi,
onun adına kullanan ve yerine getiren temsilci demektir. Yetkisi, kendisine verilen
alanla sınırlıdır. İnsan, Allah’ın halifesi olduğunu unutmamalıdır. O, kendi
adına icra-i ahkam eylemeye kalkıştığı an, kendi saltanatını ilan etmiş olur ki,
bu, asla bağışlanacak bir davranış değildir. İşte bu nedenle insan, kendisine
verilen vekâleti asla asalet sanmamalıdır. İnsan böyle bir vehme kapıldığı an,
tabi tutulduğu imtihanı kaybetmiş olur. Halifelik ile , Allah tarafından insana
verilen özellikler, sorumluluklar, yetkiler ve nimetler anlatılmaktadır. İnsanın
yaratılış gayesi halifelik olarak işaretlenmiştir. Bunun diğer adı Allah’a
kulluktur. Bu ayet, 21. Ayetteki çağrı ile irtibatlıdır. İnsanın yaratılış
gayesi Allah2a kulluktur. O bu sayede semalara
çıkacak ve cennetlere ulaşacaktır. İnsanın yolculuğu topraktan başlıyor ve onun
halifeliğine kadar uzanıyor. Bu dünyadan başlayan ve cennetlere kadar uzanan bu
yolculuk kılavuzsuz nasıl tamamlanır? İşte
bunun içindir ki, Yüce Raabbimiz biz insanlara sürekli kılavuzlar ve rehberler göndermiştir. 30.
Ve (Rabbin,) Âdem’e
bütün isimleri öğretti. (Yani tüm varlıkları tanıma, adlandırma, sınıflama,
mahiyetlerini anlayıp kavrama ve anlatma kabiliyeti verdi veya soyundan halife olacak
olanların/ peygamberlerin isimlerini ve sıfatlarını ona öğretti); sonra onları
meleklere arz edip şöyle dedi: ’’ Eğer( halife olma iddianızda) samimi iseniz,
haydi, işte şunları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla) birlikte
Bana haber verin/anlatın (bakalım)!?” 31.
Onlar da dediler
ki: “ (Ey rabbimiz! Sen yüceler yücesisin. Biz, seni (her türlü eksiklikten, noksanlıktan,
kusurdan, ayıptan, şaibeden ve acziyetten)tenzih ederiz; Senin bize öğrettiklerinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Hiç şüphe yok ki,( her şeyi) hakkıyla bilmekte
olan ; (her şeyi) en doğru şekliyle yerli yerinde yapmakta olan tam hüküm ve hikmet
sahibi ancak ve ancak Sensin!” 32.
(Bunun üzerine
Rabbin):’’Ey Âdem! Bunları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla)birlikte
onlara(meleklere) sen haber ver/anlat!” dedi. Âdem,
onları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla) birlikte kendilerine
haber verip anlatınca, (Rabbin şöyle dedi): ’’Ben size demedim mi, göklerin ve
yerin gaybını(sırlarını, gizliliklerini, bilinmezlerini) gerçekten sadece Ben
bilirim! Evet, Ben, sizin açığa vurduklarınızı da gizleyip saklı tuttuklarınızı
da çok iyi bilmekteyim!” 33.
Ve yine onlara hatırlat
ki, vaktiyle Biz, meleklere :’’(Haydi),Âdem’e secde edin(O’nun üstünlüğünü
kabullenin O’na hürmet edin, O’nun emrine boyun eğin, O’nun hizmetine girin ve O’na
selam durun)!” diye emretmiştik! İblis hariç (bütün melekler) hemen secdeye varmışlardı!
İblis, (secde etmem diye) dayatıp diretmişti ve (hiç hakkı olmadığı halde) küstahça
büyüklük taslamış ve böylece (Allah’ın emrine karşı gelip) küfürde karar kılanlardan/
kâfirliği meslek edinenlerden (ilki) oluvermişti! [Ey insanlar! Şimdi siz de, Allah’ın
gönderdiği bu son ilahi rehberi kabul etmeyerek, sakın İblis’in durumuna/konumuna düşmeyiniz!] 34.
Evet, Biz, (İblis’in
küstahlığına rağmen Âdem’e ) şöyle demiştik:’’Ey Âdem! Sen ve eşin
(birlikte) şu cennete/bahçeye yerleşin ve oradan, her neresinden dilerseniz bol bol
yiyin-için (istifade edin); ama sakın şu ağaca yaklaşmayın! Aksi halde zalimlerden (
Allah’ın emrine karşı gelerek kendilerine yazık etmiş olanlardan) olursunuz!” 35.
(Fakat) o şeytan,
(ne yapıp etti) o ikisinin ayaklarını oradan kaydırdı ve böylece onları, içinde
bulundukları o yerden (nimet ve mutluluk ortamından) çıkarıverdi! Bunun üzerine biz
de(onlara) şöyle dedik:” (Haydi), kiminiz kiminize düşmanlar olarak (buradan)
ininiz! (Bundan böyle) yeryüzünde Sizin için belli bir vakte (hayatınızın sonuna
veya kıyamet gününe) kadar yerleşip durmak ve faydalanıp yaşamak vardır.” 36.
Ve nihayet Âdem,
Rabbinden (kendisi için yol gösterici bir takım) kelimeler(emirler, ilkeler, mesajlar)
aldı, (onları öğrenip belledi, kabullendi ve hayatına uyguladı ); bunun üzerine
(Rabbi), onun tövbesini kabul buyurdu. Hiç
şüphesiz Allah,(evet)yalnız O’dur tövbeleri kabul eden,(ve yine yalnız O’dur)rızasına
muvafık davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, rahmetini
kesintisiz olarak devam ettiren! 37.
( Evet), Biz
onlara (şunu da) demiştik: ‘’( Haydi), hepiniz oradan ininiz; (ama şunu iyi biliniz
ki, ben sizlere, sizi tekrar cennete sokacak yol gösterici rehberler/peygamberler ve
kitaplar göndereceğim! Bundan böyle,) Ben’den size bir hidayet rehberi /doğru yolu gösteren
bir kılavuz (Peygamber ve kitap) geldiği zaman, sizden her kim (tereddütsüz olarak)
benim hidayet rehberime tâbi’ olursa, artık (sadece) onlara korku yoktur ve onlar (hiçbir
şekilde) mahzun da olmazlar! 38.
Evet, bizim
ayetlerimizi (mesajlarımızı, ilkelerimizi, emirlerimizi) bile
bile reddetmiş/inkar etmiş/gizlemiş ve yalanlamış olan kimseler( var ya), işte
onlar, o cehennem ateşinin dostlarıdırlar! Tabii ki onlar orada ebedi olarak
kalıcıdırlar! 39.
( İmdi,) Ey
İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim (o mühim ve muazzam) nimetimi (sizi dini
önderler, örnekler, rehberler, halifeler, imamlar kılışımı) hele bir hatırlayın/
iyice düşünün! Evet, benim ahdime (iman ve itaat konusunda bütün emir ve yasaklarıma
uyacağınıza dair bana verdiğiniz sözlere) vefa gösteriniz ki, ben de sizin ahdinize
(yaptığınız iyiliklere güzel karşılık vereceğime, sizden razı olacağıma ve
sizi cennetime koyacağıma dair size verdiğim söze) vefa göstereyim! (Evet, evet! Başka
hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden değil), sadece ve sadece benden korkup çekinin! 40.
(Evet, yalnızca
benden korkun) ve beraberinizde olanı ( elinizin altında bulunan Tevrat’ı, özü
itibariyle) tasdik edici olarak indirdiğim (şu Kuran’a)iman edin ve (sakın hâ) O’nu
inkar edenlerin ilki/ öncüsü olmayın ve ayetlerimi(mesajlarımı, ilkelerimi ve
emirlerimi, hükümlerimi ) az bir bedel (dünyevi çıkar ) karşılığında satmayın!
(Evet, evet! Başka hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden değil,) ancak ve ancak benden
korkup korunun!..(Bana karşı takvalı davranın; benim emirlerime uyun ve benim
yasaklarımdan kaçının…) 41.
Ve(sakın) Hakka
batıl( uydurduğunuz hurafeleri) çalıp (Allah’ın dinini) bulandırmayın ve bilip
durduğunuz halde, sakın bu gerçeği (Hz.Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın son
Kitap olduğu gerçeğini) gizlemeyin!.. 42.
Ve (bırakın o
boş lafları da) namazı (büyük bir istek ve iştiyakla) kılınması gerektiği gibi
dosdoğru olarak eda edin ve zekatı da hakkıyla verin! Ve rükû edenlerle (huşû ve
huzur içinde namaz kılarak Allah’a yönelen/itaat eden/kulluk yapan müminlerle)
beraber siz de rükû edin (huşû ve huzur içinde namaz kılarak Allah’a yönelin/itaat
edin/kulluk yapın)!.. 43. (Ne o,
yoksa)Sizler, insanlara iyilikleri emredip de, kendinizi unutuyor musunuz?! Hem de, Kitab-ı okuyup durduğunuz/gerçekleri apaçık
olarak bildiğiniz halde!.. (peki)Siz, hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?! 44. (Evet, aklınızı
kullanabilmeniz ve günahlardan arınmanız için, artık) Sabır ve namaz ile (Allah’tan
)yardım isteyiniz! Gerçek şu ki, sabır ve
namaz ile Allah’tan yardım istemek, huşû
duyanlar (Allah’a karşı derin bir saygı üzere bulunan alçak gönüllü insanlar)dan
başka herkese çok ağır/zor gelir! 45. (Allah’a karşı
derin bir saygı üzere bulunan o alçak gönüllü kimseler) çok iyi bilirler ki,
(öldükten sonra) gerçekten de Rablerine kavuşacaklar ve (hesap vermek üzere) mutlaka
O’na dönecekler/O’nun huzuruna çıkacaklar!.. 46.
Ey İsrail
oğulları! Size ihsan ettiğim onca nimetimi ve sizi (bir zamanlar) bütün âlemlere(diğer
kabile ve kavimlere) üstün tuttuğumu hele bir hatırlayınız/iyice düşünün! 47.
Ve öyle bir
günden (hesap gününden) korkup korunun ki, o gün hiçbir kimse, (her ne suretle olursa
olsun) bir başkasına asla hiçbir fayda sağlayamaz; kimseden (her ne suretle
olursa olsun) hiçbir şefaat (aracılık) da kabul edilmez ve hiç kimseden (herhangi)
bir fidye (kurtuluş bedeli) de kabul edilmez!.. Evet, (O gün) onlara (o gün için
şimdiden tedbir almamış olanlara) asla yardım da olunmaz! 48.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o günleri ki, biz sizi firavun hanedanının elinden/zulmünden kurtarmıştık! Onlar
sizi azabın (işkencelerin) en kötüsüne/en alçağına maruz bırakıyorlardı; erkek
evlatlarınızı boğazlıyorlar, kız evlatlarınızı ise (güya) sağ bırakmıyorlar
(ve böylece onlara utanç verici şeyler/iğrençlikler yapıyorlar)dı! İşte bütün
bunlarda (bu tür musibetleri yaşamış olmanızda) Rabbinizden size yönelik büyük bir
imtihan vardı!.. (Rabbiniz sizi bu tür
imtihanlardan geçirdi ki, daha sonraki süreçlerde sizler, benzer kötülükleri başkalarına
yapmayasınız, firavunluk etmeyesiniz!..) 49. Ve yine hatırlayın/düşünün
o zaman ki, biz sizin için o denizi yarmıştık da, böylece sizi (toptan) kurtarmıştık!..
Evet, (sizler hayret ve korku ile bakıp dururken ) gözlerinizin önünde firavun’un
hanedanını (adamlarını) boğuvermiştik! 50. Ve yine hatırlayın/düşünün
o günleri ki, ( kelam-i ilahiye mazhar olsun ve kendisine Kitap verip size gönderelim
diye) Musa ile kırk gece için sözleşmiştik! Ama sonra siz, Musa’nın aranızdan
(ayrılıp Tur’a çıkışının ardından) o altın buzağıya tutuluvermiştiniz!..
Evet, sizler her daim zalimlik yapmayı/hainlik etmeyi karakter haline getirdiniz!.. 51.
Sonra, bunun ardından
(bu zalimliğinizin/nankörlüğünüzün/hainliğinizin ardından) biz, (yine de) sizi
affetmiştik!.. (Düşünürsünüz de,) belki şükredersiniz!.. 52.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, biz, Musa’ya Kitab’ı ve furkanı (hak ile batılı, doğru ile
yanlışı, haram ile helali ayırt edici ölçütü) vermiştik!..(Anlarsınız da,)
belki hidayete erersiniz!.. 53.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, Musa kavmine : “ Ey benim kavmim! Siz o altın buzağıya tutulmakla, gerçekten
kendi nefsinize ( kendi öz benliğinize ve toplumunuza) zulmettiniz/hainlik yaptınız!..
O halde gelin, (özleri/kalpleri oluşturan ve yarattığı her şeyi düzgün ve ahenkli kılan) O yaratanınıza yönelin/dönün
( Derhal O’na tövbe edin) ve ( o altın buzağıya tutulmuş olan) nefislerinizi hemen
öldürün!.. Bu, (özleri/kalpleri oluşturan ve yarattığı her şeyi düzgün ve
ahenkli kılan) yaratanınız katında sizin için çok daha hayırlıdır! (Böyle davranın
ki,) Allah tövbenizi kabul buyursun!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, (evet) yalnız
O’ dur tevbeleri kabul eden (ve yine) yalnız O’ dur rızasına muvafık davrananlara
özel bir rahmet, iyilik ve güzellikle lütfedip, rahmetini kesintisiz olarak devam
ettiren!.. 54. Ve hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, sizler: “Ey Musa! Biz, Allah’ı açık-seçik görmedikçe sana asla
inanmayız!..” demiştiniz de, sizi hemen, bütün şiddet ve dehşetiyle çarpan o
korkunç yıldırım ve gürültü yakalayıvermişti!.. Evet, Siz, (çaresizce) bakakalmıştınız/bakıyordunuz! 55.
Sonra da sizi; o
ölümünüzün ardından (yeniden) diriltmiştik! (Düşünürsünüz de,) belki şükredersiniz!.. 56.
Ve (hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, Biz, çölde) bulutlarla üzerinizi gölgelemiştik; size (orada) kudret
helvası ve bıldırcın eti indirmiştik/ihsan etmiştik ve:”size rızık olarak
verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin!” (diye buyurmuştuk!) Evet,
Onlar (nankörlük yaparak aslında) zulmü/haksızlığı bize yapmıyorlardı; fakat,
onlar(böyle davranarak hep) kendilerine zulmedip duruyorlardı! 57.
Ve(yine) hatırlayın/düşünün
o zaman ki, Biz size şöyle demiştik: ” (Haydi),şu beldeye/
memlekete/ülkeye
girin! ve oradan, neresinden dilerseniz bol
bol yiyip-için (faydalanın); ama kapısından secde ederek (gurura kapılmadan,
şımarıp böbürlenmeden, tevazu içinde, alçak gönüllü bir tarzda ve saygılı bir
tavırla) girin! Ve (giriş esnasında ve daha sonraki süreçlerde hep) “hıtta (Yani
Ey Rabbimiz! Bizim işimiz/arzumuz/davamız bağışlanmaktır, insanların yüklerini sırtlarından
indirmek,sıkıntılarını ortadan kaldırmaktır, no’lur sen de bizim yüklerimizi
indir, sıkıntılarımızı gider ve bizi
affet!)” deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım!” Evet, biz ihsan
sahibi olmayı/Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmeyi adet haline getirmiş
olanlara (ihsanımızı) artırdıkça artıracağız!.. (İleride onlara bütün
beldelerin ve nihayet cennetlerin kapılarını açacağız!)” 58. Fakat o
zalimler(hainler)güruhu, kendilerine söylenmiş olan o sözü (hıtta sözünü), ondan
başka bir sözle (hınta sözüyle= Bizim işimiz/arzumuz/davamız kıl çuvallar içinde
kırmızı buğday/hububat elde etmektir, dünyalıktır, menfaattir, sömürmektir
sözüyle) değiştirdiler! (Böyle yaptılar ve) bunun üzerine biz de,yaptıkları
fasıklıklardan dolayı o zalimlerin üzerine, gökten (kendilerini felç eden) pis bir
bela/azap indirdik! 59.
Ve (yine)hatırlayın/düşünün
o zaman ki, Mûsâ, (kuraklık ve susuzluktan yanıp kavrulan) kavmi için su istemişti
de,(bunun için bize yalvarıp yakarmıştı)!.. Bunun
üzerine biz de ona:” Ey Mûsâ! Asa’n ile o
taşa vur!”demiştik!.. ( Musa asâ’sıyla vurunca,) o taştan on iki pınar(birden)
fışkırıvermişti! (Böylece her bir kabile/oymak)kendilerine mahsus su içecekleri pınarı
tanıyıp-bilmişti. ( İşte o zaman Mûsâ onlara şöyle demişti):”Allah’ın size
ihsan ettiği rızıklardan yiyin, için (faydalanın; ama) sakın yeryüzünde
bozguncular olarak hayat sürmeyin ( azgınlık yapmayın, fitne-fesat çıkarmayın!)” 60.
ve (yine)hatırlayın/düşünün
o zaman ki, sizler şöyle demiştiniz:” Ey Mûsâ! Biz bir tek çeşit yiyeceğe (
kudret helvası ve bıldırcın etine) asla sabredemeyeceğiz! Sen bizim için Rabbine dua
et de, bize yerin bitirip yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, salatalığından,
tahılından, mercimeğinden, soğan-sarımsağından çıkarıversin!” Mûsâ’ da sizé
demişti ki: ” Demek siz, daha hayırlı olanı (yaşadığınız bu özgürlük halini)
daha aşağılık olana (Mısır’daki kölelik halinize) değiştirmek istiyorsunuz
öyle mi?!! O halde, haydi, ( onurunuzu yitirmiş bir halde
Firavunların hakim olduğu şu) şehirlere inin/dönün (ve oralarda
onursuz ve ahlaksız bir şekilde yaşamaya devam edin!)
Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, oralarda, istediğiniz şeyler, elbette
sizin olacaktır!” ( Evet, işte) böylece, onların üzerine zillet (aşağılık,
horluk) ve meskenet ( sıkıntı, perişanlık, yoksulluk) damgası vuruldu ve (böylece)
onlar, (dönüp) gittikleri her yere Allah’tan bir gazab alıp götürdüler/götürüp
yerleştiler! Başlarına gelen bütün bu belaların sebebi, Onların Allah’ın
ayetlerine (nimetlerine, mesajlarına, ilkelerine, emirlerine, direktiflerine) karşı
nankörce tavır takınmaları ( Allah’ın ayetlerine dayanarak nankörlük yapmaları)
ve haksız yere ( kasıtlı olarak) Allah’ın peygamberlerini öldürüyor olmalarıdır!
Bu da, onların isyan etmiş olmalarından ve haddi aşıyor olmalarından
kaynaklanmaktadır!.. 61.
Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki; iman etmiş olan kimseler, Yahudileşmiş olan kimseler, Hıristiyanlar ve
Sabiler (diğer tüm din müntesipleri var ya, onlardan) her kim Allah’a ve ahiret
gününe( gerçek anlamda) iman eder ve ( o imanına yaraşır güzellikte) salih ameller
işlerlerse, (biliniz ki,) onların mükâfatları Rableri katında kendilerini
beklemektedir! Evet, onları hiçbir korku
sarmayacak ve onlar (hiç bir şekilde) mahzun
da olmayacak!.. Not: Bu ayet-i kerime, bir önceki ayet okunduğu
zaman, ya da baştan beri ilahi gazaba müstahak olanların durumunu anlatan ayetler
okunup 61. ayetle son nokta konulduğu zaman, okuyucunun zihninde teşekkül eden tabii
bir soruya cevap mahiyetindedir. Okuyucunun ya da dinleyicinin zihninde teşekkül eden
soru şu: Bunların üzerlerine zillet ve meskenet damgası vurulup, ilahi gazaba
uğramış olduklarına göre acaba bunlar için bir kurtuluş imkânı kalmamış
mıdır? Bunlar zillete, meskenete ve ilahi gazaba ebediyen mahkûm mudurlar) Bunlar
isteseler bu durumdan kurtulamazlar mı? İşte bu ayet bu soruların bir cevabıdır.
Gerek hevâ ve heveslerine uyup hak yoldan sapmış iman edenler, gerek Yahudiler, gerek
Hıristiyanlar ve gerek diğer tüm dinlere mensup olup da ilahi gazaba uğramış
olanlar, her zaman tövbe eder, Allah’a ve Ahiret gününe kâmil anlamda,
Hz.Muhammed(s.a.s)’in şeriatına uygun olarak iman ederse, Allah’ın gönderdiği son
hidayet rehberine ciddi olarak tabi olur ve ona göre amel-i Salih işlerse, elbette ilahi
gazabtan kurtulmuş olurlar. Aslında ayet, gerçek kurtuluşun nasıl olacağını
anlatmaktadır. Ebedi kurtuluşun kendi tekellerinde olduğunu zanneden guruplara yüce
Rabbimiz tokat gibi bir cevap vermektedir. Gerçek kurtuluş, kişinin her hangi bir
guruba mensup olmasına değil, tam tersine iman ve amel-i salihe bağlıdır. Örneğin
“ben müslümanım.”demek te insanı kurtarmaz. Bu ayet, salt bir isim ve slogan
şeklinde alınmasını reddetmektedir. Unutulmaması gerekir ki, kim olursak olalım,
adımız ne olursa olsun,”ferdi ve içtimai selamet” ancak iman-ı kâmil ve amel-i
Salih ile gerçekleşir. Yine unutmamak gerekir ki, gerçek bir iman( iman-ı kâmil) ve
amel-i Salih ancak son hidayet rehberinin ( Hz.Muhammed(SAV) ve Kurân-ı Kerimin )
rehberliğinin de gerçekleşebilir. Bu ayet-i kerimeden hareketle gazaba uğrayan
Yahudiler, Hıristiyanlar, sabiler ve zahiren mümin gözükenler için “cennet” çıkaranlar,”şapka”dan
tavşan çıkaranlardır. Burada problem olarak gösterilen” iman edenler” ifadesi, doğal
ortamında değerlendirildiğinde gerçek iman edenleri ifade etmediği görülür. Bakara
Suresi’nin 6. ayetinden bu tarafa sınırı aşanlar, gazaba dücar olanlar anlatılmaktadır. Bu ayet ile zihinlerde ortaya çıkan bir soru
cevaplandırılıyor ve konunu akışı aynen devam ettiriliyor. Kanaatimiz o dur ki, bu
surenin 8.ayetinden itibaren gündeme getirilen” Biz de Allah’a ve Ahiret gününe
iman ediyoruz.” Diyen ve fakat gerçekte iman etmedikleri belirtilen münafıklar , “iman
edenler” ifadesiyle sapanlar ve gazaba uğrayanlar kategorizesine sokulmuş ve
Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabilerle aynı karede yer almış oluyorlar. Fazla söze ne
gerek var, Bakara Suresi’nin ilk 6 ayetini tekrar okuyalım… ) 62.
Ve(yine) hatırlayın/düşünün
o zaman ki, biz sizden ( Kitab’a uyacağınıza dair) sapa sağlam söz almıştık; ve
( sonra bu sözünüzden döndüğünüz için,) O Tur’u (Sina daği’ni, başınıza
indirecekmiş gibi) üzerinize kaldırarak ( demiştik ki:) “Size verdiğimiz (kutsal
emaneti) kuvvetle (kemali ciddiyetle,hürmetle,büyük bir gayretle) tutunuz ve içinde
olanları (okuyup anlamakla sürekli) hatırlayınız/o’nun emirlerini daima yerine
getiriniz! (Böyle yaparsınız da) belki takvalı davranırsınız!.. 63.
( Ama) Sonra siz,
bundan sonra da (sözünüzden) döndünüz! (Bakın),
eğer Allah’ın lütfu ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, elbette (büsbütün) hüsrana
uğrayanlardan olurdunuz!... 64. Evet, içinizden
cumartesi gününde haddi aşanları (dünyalık uğruna Allah’ın yasasını çiğneyenleri)
siz de çok iyi bilmektesiniz!.. (Bu davranışlarından
dolayı Biz onlara:) “ haydi, zillete düşen ve alçalan( hor, hakir ve rezilce yaşayan)
maymunlar olunuz!”demiştik!.. Not: Bu ayet, bir önceki ayette ifade edilen ”büsbütün
hüsrana uğrayanların” nasıl mahvolduklarını izah etmektedir. İlahi yasaya uymayan
her toplumun varacağı son durak, zillete düşüp maymunlaşmaktır. Bu ayet, çok
mühim bir toplumsal yasayı anlatmaktadır… Ayeti daha yakından anlamak isteyenler, içerişimde
yaşamakta oldukları şu açgözlü, doyumsuz ve şahsiyetsiz toplumlara baksınlar… 65.
Evet, Biz o olayi,
hem onların çağdaşlarına ( bu olayı görenlere) ve hem de sonradan gelenlere ( aynı
hataya düşmekten alıkoyacak) ibretlik bir ceza, muttakiler (kendilerini şeytanın
tuzaklarından, kendi davranışlarının kötü sonuçlarından, her türlü kötü,
zararlı ve anlamsız şeyden ve Allah’ın gazabından korumak için sürekli müteyakkız/uyanık
ve hazır tutan ve daima ilahi himayeye/ sipere ve rahmete sığınıp ve böylece
kendilerini koruma altına alan hassas sorumluluk sahibi kimseler) için ise tam bir
nasihat (öğüt)kıldık!.. 66. Ve(yine)
hatırlayın/düşünün o zamanı ki, Mûsâ kavmine: “ Evet, Allah size ( kurban
olarak) bir inek kesmenizi emrediyor!..”demişti de, Onlar da: “Aaa!.. Sen bizimle
alay mı ediyorsun?!” demişlerdi. Bunun üzerine Musa :” Ben, cahillerden biri
olmaktan Allah’a sığınırım!..” demişti. 67. Onlar:”(madem
öyle,) “sen, bizim için Rabbine dua et de, onun ne olduğunu( nasıl bir şey
olduğunu) bize açıklasın!” demişlerdi. Bunun üzerine Musa: ”Rabbim buyuruyor ki:
“Kesinlikle o, ne çok yaşlı ne de çok genç, bu ikisi arasında orta yaşta(dinç)
bir inektir. O halde, haydi emrolunduğunuz şeyi hemen yapınız!”demişti. 68. Bu kez onlar şöyle
dediler: ”Sen, bizim için (yine) Rabbine dua et de, onun rengi nasıldır? Bize (onun
rengini) açıklasın!..” Bunun üzerine Musa şöyle dedi:”Rabbim buyuruyor ki: ”
Kesinlikle o, bakanların içini açan( onlara haz ve neşe veren) sapsarı (altın
renginde)bir inektir!” 69.
(Bu sefer de)Onlar
şöyle dediler:” Sen, bizim için Rabbine dua et de, o nasıl bir inektir? (Onu) bize
daha iyi açıklasın. Doğrusu o inek, bize (başka ineklere) benzer
geliyor/karıştırdık. Gerçekten biz, eğer Allah dilerse, elbette muvaffak olacağız!” 70. Musa şöyle dedi:
”Rabbim buyuruyor ki: Doğrusu o, ne boyunduruğa koşulup toprak sürmüş ne de su
taşıyarak ekin sulamış,(ezilmemiş,hırpalanmamış) bütün kusurlardan uzak, (alacası
olmayan, sapsarı) bir inektir!” Onlar: ”İşte şimdi gerçeği ortaya koydun!”
demişlerdi. (Bunca ayak diretmeden sonra, zor bela) onu kestiler; ama az kalsın (bunu)
yapmayacaklardı!.. 71.
Ve hatırlayın/düşünün
o zaman ki, siz bir adam öldürmüştünüz/fail-i meçhul bir cinayet işlemiştiniz ve
bu konuda birbirinize düşmüştünüz( öldürme işini birbirinizin üstüne atmaya ve
işi örtbas etmeye kalkışmıştınız)!..Oysa Allah, sizin gizlemekte olduğunuz
şeyleri açığa çıkarıcıdır!.. 72. Nitekim biz şöyle
demiştik: ”Ona(o öldürülen kimseye), onun(kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun!
(vurdular ve o dirildi ve katilini haber verdi.) İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve
ayetlerini (delillerini) size böyle gösterir!.. Belki aklınızı kullanırsınız!.. 73.
Sonra bütün
bunların ardından, (Allah’ın ayetlerine karşı) kalpleriniz yine katılaştı.
Artık o(kalpleriniz) taş gibi oldular, hatta taştan da beter oldular!.. (Daha
katı,daha sert, daha duygusuz ve duyarsız kesildiler!..) Evet, gerçekten öyle taşlar
vardır ki, ondan (gürül gürül) ırmaklar
kaynar/fışkırır!.. Evet, öyle taşlar da vardır ki, çatlayıp yarılır ve onlardan
sular çıkar/sızılır!.. Evet, öyleleri de vardır ki, Allah’a karşı duydukları
derin saygı ve korkudan ötürü yerinden kopar ve aşağılara yuvarlanıverir!..
(Taşlar bile Allah’ın yasasına uyup bereketli ve faydalı hale gelirken, sizlere ne
oluyor ki böyle büsbütün bereketsiz taş kesildiniz!..Ama(asla unutmayınız ki)Allah,
sizin yapıp-etmekte olduklarınızdan asla gafil değildir!.. Not: İlahi vahiy yağmurlarına maruz kalıp da,
çoraklıktan bir türlü kurtulamayan çorak insanların vahim halleri gözler önüne
seriliyor. İlahi yağmurların, rüzgarların, güneşlerin, depremlerin
yumuşatamadığı bu kırsal/ çorak toprakları başka hangi yağmurlar,rüzgarlar,
güneşler, depremler yumuşatabilir?Kalbini Kuran yağmurlarına açmamış insan nasıl
can bulabilir ki?..Onlar hangi insanlık ürününü bitirip yetiştirebilirler? Onların
insanlığa ne faydası olabilir? 74. ( Peki, bütün bu
olanlardan sonra) şimdi siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?! Oysa
onların içinde öyle bir grup(organize olmuş gürüh) vardır ki, onlar, Allah’ın
kelamını dinlerler, onu iyice anlayıp kavradıktan sonra, bile bile Allah’ın sözünü
tahrif ederler( mana ve mesajını çarpıtırlar)!.. 75. Evet, onlar,(
Kurân’a) imân eden kimselerle karşılaştıkları (ve bir arada bulundukları) zaman:
”Biz de tıpkı sizin gibi iman ettik!”derler; ama birbirlerine varıp baş başa
kaldıklarında ise (şeytanlığı meslek edinmiş olan o akıl hocaları iman ettik
diyen münafık Yahudilere): ” Yahu siz” derler, ” Allah’ın size açmış
olduğu/anlatmış olduğu/açıklamış olduğu/ hükmetmiş olduğu şeyleri ( son
peygambere dair sıfatları, Yahudi maceralarını, nebilerden ve Yahudilerden alınan sözleri)
Rabbinizin katında/Rabbinizin hükmü dahilinde(Tevrat’a göre) kendisiyle size karşı
delil getirsinler(sizi çaresiz duruma düşürüp mahcup etsinler) diye mi
onlara(müminlere) anlatıyorsunuz?! Siz, aklınızı kullanmıyor musunuz?!” 76. (peki, asıl)
Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de çok iyi biliyor, açığa
vurduklarını da?! 77. Evet, onların içinde(
bir de) ilahi kelamla ilgisi bulunmayan (ümmi) bir grup vardır. Onlar kitabı(ilahi
kelamı) bilmezler;ancak bir takım kuruntular(batıl inançlar) bilirler!.. Evet, onlar,
sadece ve sadece zannedip dururlar!.. 78.
Artık yazıklar
olsun o kimselere ki, onlar kendi elleriyle kitabı yazarlar, sonra da az bir bedel (dünyevi
çıkar) elde etmek için:”Bu Allah katındandır!..”derler. Kendi elleriyle
yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara!.. Evet, ( böyle yaparak) kazanmakta
oldukları şeyler( dünyevi çıkarlar) yüzünden de yazıklar olsun onlara!.. 79.
Evet, onlar( bunca
günahlarına rağmen bir de) şöyle derler:” Bize sayılı birkaç günden başka,
asla cehennem ateşi dokunmayacak!..” Sen onlara de ki:”Siz (bu hususta) Allah’tan
bir söz mü aldınız?! (Eğer öyle ise)Allah verdiği sözden asla dönmez!.. Yoksa
siz, bilmediğiniz/bilemeyeceğiniz şeyleri Allah’a izafe ederek( yalan) mı söylüyorsunuz?! 80. Hayır, hayır!(
İş asla onların söylediği gibi değildir; Allah hiç kimseye asla öyle bir söz
vermemiştir.) Doğrusu şu ki , her kim bir kötülük kazanır/işler ve günahı da
kendisini çepeçevre kuşatırsa (büsbütün hatalarının tutsağı olursa) işte
onlar, Ateş’in dostları/ mahkumlarıdırlar! Onlar orada ebediyen kalıcıdırlar!.. 81. (Ama bu ilahi kelâma:Kurân’a)
iman edip ve (o imanlarına yaraşır güzellikte)
Salih ameller işleyenler ise.. işte onlar, cennetin dostları/ehlidirler! Onlar da orada
ebediyen kalıcıdırlar!.. 82.
Evet,( Ey
Peygamber!) Hatırlat onlara o zaman ki, Biz İsrail oğullarının misakını/sözlerini
(onlara şöyle diyerek) alıp kabul etmiştik: “Allah’tan başkasına asla kulluk
etmeyiniz! Ana-babaya, yakınlara (akrabaya), yetimlere ve yoksullara kusursuz bir
iyilikle muamele edin! (Mümin-kafir) tüm insanlara güzel söz söyleyin! Namazı (büyük
bir istek ve iştiyakla,kılınması gerektiği gibi) dosdoğru edâ edin! Zekatı
hakkıyla verin!..” ( Onlar, hiçbir kuşkuya
yer vermeden bu ilkelere kesin olarak uyacaklarına dair söz verdiler;) ama sonra siz,
çok azınız hariç, (o sözden) döndünüz!.. Evet, siz, daima (hak ve hakikate sırt)
dönücülersiniz!.. 83. Evet, hatırlayın/düşünün
o zaman ki, Biz sizin sözünüzü de (size söyle diyerek) alıp kabul etmiştik: “Birbirinizin
kanını asla dökmeyin! Birbirinizi (evlerinizden, barklarınızdan), yurtlarınızdan
asla sürüp çıkarmayın!..” Evet, siz bunu açıkça kabul etmiştiniz ve üstelik
siz, (bu sözleşmenin olduğuna) hala şahitlik edip durmaktasınız!.. 84. (Ama buna rağmen)
Sizler o kimselersiniz ki,( hâlâ) birbirinizi katlediyorsunuz, içinizden bir grubu
yurtlarından sürüp çıkarıyorsunuz, kötülük ve düşmanlıkta/haddi aşmakta
onlara karşı( güç birliği/iş birliği yapıp) yardımlaşıyorsunuz; eğer onlar
esir olarak size gelirse( elinize düşerlerse), onlarla ancak fidye karşılığında
serbest bırakıyorsunuz!.. Oysa, onların (evlerinden, barklarından,yurtlarından) sürülüp
çıkartılması sizlere haram kılınmıştı!..Yoksa siz, kitabın bir kısmına
inanıyor, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?! Sizden böyle yapanların cezası, (bu)
dünya hayatında (iyice) rezil-rüsva olmaktan başka nedir ki?! Evet, Onlar kıyamet gününde
de azabın en şiddetlisine itileceklerdir!..
Ve(asla unutmayınız ki) Allah, yapıp-etmekte olduklarınızdan asla gafil değildir!.. 85.
(Ey müminler!)
İşte onlar, o kimselerdir ki, ebedi olan ahiret hayatını verip, karşılığında şu
(üç beş günlük)dünya hayatını satın almışlardır!.. Bundan dolayı onların
(cehennemdeki)azabı asla hafifletilmeyecektir ve onlara ( hiçbir şekilde) yardım da
olunmayacaktır!!! 86. Evet, yemin olsun
ki, Mûsâ’ya da o( yol gösterici) kitabı biz vermiştik!.. Ve O’nun arkasından, O’nu
adım adım takip eden onca peygamberi de peş peşe biz göndermiştik!.. Ve Meryem oğlu
İsa’ya da o beyineler( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet
açık, anlaşılır ve ikna edici belgeleri/delilleri) biz vermiştik!.. Ve O Rûhu’l
Kudüs ile de o’nu biz takviye edip desteklemiştik!..(Peki, Ey ehl-i Kitap! Ya siz ne
yaptınız?! Onlara da yapacağınızı yaptınız!..) Siz, her ne zaman size, bir
peygamber, hoşunuza gitmeyen/keyfine uymayan bir şey getirdiyse, O’na tabi olmayı
gururunuza yediremeyip küstahça büyüklük tasladınız (öyle değil mi?!) (Bu
nedenle) onların bi kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz!.. Not:(1) Bu ayet-i kerimede” Rûhu’l Kudüs”ün
Hz. İsa’ya tahsis edilmiş olması, Hz. İsa’yı tenzih amacı taşımaktadır.
İsrailoğullarının Hz. İsa ve annesi hakkında söyledikleri o çirkin sözler, bu
ifadenin kullanılmış olmasıyla sahiplerine iade olunmuştur. Yoksa Rûhu’l
Kudüs=Cebrail ya da vahyi ilahi Hz.İsa’nın dışında diğer peygambere de inmiştir. (2) İsrail
oğulları, birçok peygamberi öldürdükleri gibi, son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v)’e
de bir çok defa öldürme teşebbüsünde bulunmuşlardır.Bu konuda Hz.Peygamber şöyle
buyurmuştur:”Hayberde yediğim zehirli lokmanın acısı benden( hâlâ) ayrılmadı.İşte
bu ( ölmekte olduğu an), can damarımın kesilmek üzere olduğu andır.”Hz.Peygamber(s.a.v)’in
ölüm döşeğinde söylediği bu söz , O’nun ölümünde bile bir Yahudi suikastının
olduğunu gösterir. 87. Onlar,
(kendilerini mutlak hidayete ermiş/kurtulmuş ve yegane ilim sahipleri olarak gördükleri
için, hep) şöyle dediler:” Bizim kalplerimiz sırf ilim ve hikmetle kuşatılmış ve
ilahi bilgiye doymuş bir haldedir;(ne Muhammed’in ne de bir başkasının söylediklerine
asla ihtiyacımız yoktur)!..” Hayır, hayır! (İş asla onların söylediği gibi
değildir.) Doğrusu şu ki, nankörlükleri nedeniyle Allah onları
lanetlemiştir:(Onları rahmetinden kovup uzaklaştırmıştır!..) Bu nedenle onlar pek
az iman ederler!.. 88. Ne zaman ki,
onlara Allah katından, yanlarında bulunan (vahiy bilgilerini) tasdik edip doğrulayan
(yeni ve çok mühim) bir kitap (Kurân) geldi,- ki daha önce onlar, inkar edenlere karşı
onun geleceğini açıklayıp duruyorlardı (ve Allah’tan böyle bir yardım talep
ediyorlardı.)- İşte tamda o bildikleri/tanıdıkları ve isteyip durdukları şey ( Kurân
ve Hz. Muhammed) kendilerine geldi, (kalkıp bile bile) onu inkar
ettiler/reddettiler!..İşte bundan ötürü Allah’ın laneti o kafirlerin üzerine
olsun!.. 89. Onların, Allah’ın,
kullarından dilediği bir kimseye( Hz. Muhammed’e) kendi lütfundan tane tane vahiy
indirmesini kıskanarak, Allah’ın indirmiş olduğu şeyi ( Kur’an-ı) inkar etmek
suretiyle kendi kişiliklerini/şahsiyetlerini/imanlarını verip karşılığında satın
aldıkları şey(küfür) ne kadar da iğrençtir!... İşte bu yüzden onlar, gazab
üstüne gazaba uğradılar!Gerçekten de kafirler için hor ve hakir bir azab vardır! 90.
Onlara:”Allah’ın
indirdiğine (Kurân’a)iman ediniz!..” denildiği zaman , Onlar:” Biz (sadece)bize
indirilmiş olana iman ederiz!”derler ve onun peşinden geleni (Kur’an-ı) inkar
ederler!.. Oysa, O (Kurân), kendi yanlarında bulunan (vahiy bilgisini) tasdik edip
doğrulayan yegane hak ve hakikattir!.. Onlara de ki:”Eğer(dediğiniz gibi siz, size
indirilene) inanıyorsanız,(o halde) daha önce Allah’ın (size gönderdiği)
peygamberlerini niçin öldürdünüz?!” 91.
Evet,
Musa size(Allah’ın peygamberi olduğuna dair) bütün o apaçık belgeleri (mucizeleri)
getirmişti; (ama) sonra siz, onun arkasından (tuttunuz) o buzağıya
vuruldunuz/tapındınız!. (Hani siz size indirilene iman ediyordunuz?!) Evet, Siz (işte
böyle) zalimlersiniz!.. 92.
Ve yine
hatırlayın/düşünün o zaman ki, Biz sizden( Tevrat’a uyacağınıza dair)
sapasağlam söz almıştık; ve (sonra bu sözünüzü tek taraflı olarak bozduğunuz için,)
Tur’u (Sina dağını başınıza inecekmiş gibi) üzerinize kaldırarak :”Size
verdiğimiz (kutsal emaneti/Tevrat-ı) kuvvetle (kemal-i ciddiyetle, hürmetle, büyük
bir gayretle) tutunuz ve (onun sesine/emirlerine) kulak veriniz!..” demiştik. (Peki, bütün
bunlar niçin olmuştu?! Hani siz size indirilene iman ediyordunuz?!) Evet,onlar(öyle zalimler ve öyle kafirlerdir ki,
bütün bu olup bitenlerin ardından bile yine de iman etmediler ve her defasında) söyle
dediler/tavır takındılar:”İşittik/dinledik/anladık;ama isyan ettik/gereğini
yapmadık!..” Evet, nankörlükleri yüzünden o (altın) buzağı/tosun onların
kalplerine içirilmiştir!..Onlara deki:”Eğer (dediğiniz gibi siz, gerçekten size
indirilene) iman ediyorsanız, (o) imanınızın size emrettiği şey(bunca çirkeflik) ne
kadar da kötüdür!..( Gerçek iman hiç böyle şeyler emreder mi?!) Not:Harika bir istiare sanatıyla karşı
karşıyayız. O altın buzağı/tosun tıpkı bir içecek gibi kolayca onların
kalplerine/ruhlarına/akıllarına/zihinlerine içirilmiştir. Bu durum, özellikle onların
bu içme işine ne kadar yatkın/hazır olduklarını ve içlerinde hep o buzağıyı
taşıdıklarını gösterir. Adamların parmağı kesilse kan yerine adeta buzağı
akacak gibi!.. Oysa, iman eden insanın kalbinde sadece ve sadece iman ettiği Allah
olmalıdır. Demek ki, Peygamberin getirdiği mesaj kabul edilmeyince, onun yerini “tosunlar”
dolduruyor. İçi tosuncuklarla doldurulmuş adamlardan, ancak tosunlara özgü sesler çıkar… 93.
Onlara
deki:” (İddia ettiğiniz gibi,) eğer Allah indinde/Allah’ın hükmüne göre Ahiret
yurdu/cennet, insanlar arasında sadece size tahsis edilmiş ise, o zaman ne duruyorsunuz,
haydi hemen ölümü (ölmeyi) isteyin; eğer bu iddianızda doğru/samimi iseniz?! 94.
Evet,
onlar, kendi ellerinin yapıp önden gönderdiği onca ameller(cürümler,cinayetler,zulümler)
sebebiyle ölümü asla temenni edemezler!.. Evet, Allah, o zalimleri/canileri çok iyi
bilmektedir!.. 95.
Yemin
olsun ki, sen onları,(şu dünya) hayatına karşı insanların en ihtiraslısı (en düşkünü)
olarak bulunsun/görürsün;hatta onlar, (şu aşağılık ve değersiz hayata) şu müşriklerden
bile daha düşkündürler!.. Onların her biri ister ki, bin(binlerce) yıl
yaşatılsın; halbuki onların her birinin uzun uzun yaşatılması, kendilerini cehennem
azabından asla uzaklaştıracak değildir!.. Ve( unutmasınlar ki) Allah, onların
(gizli-açık) yapıp etmekte oldukları her şeyi hakkıyla görmektedir!.. 96.
Onlara
de ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise ( bilsin ki, gerçekte Allah’a düşmandır!)
Çünkü O (Cebrail), Allah’ın izni/emri uyarınca, kendisinden önce indirilmiş olan
vahiy bilgilerini tasdik edip doğrulayan, müminler için tam bir hidayet rehberi ve (muhteşem)
bir müjde olan bu Kur’an-ı, senin kalbine
tâne tâne indirmiştir!.. 97.
Her kim
Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa (bilsin
ki,) hiç şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır!.. 98.
Oysa,
Biz sana,( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler
önüne seren öyle) apaçık ayetler (deliller, mesajlar, göstergeler, belgeler,
hükümler) indirdik ki, onları fasıklardan (akıl, iz’an ve insaf kabiliyetini
yitirmiş ve hak yoldan çıkmayı adet haline getirmiş olan sapıklar) dan başkası
asla inkar etmez/reddetmez!.. 99.
(Ne
yani,) Onlar her ne zaman bir ahit (sözleşme) yapsalar, içlerinden (organize olmuş)
bir güruh o ahdi daima bozup atacak mı?! (Neden verdikleri sözlere sahip çıkmıyorlar?!
Doğrusu şu ki, onların çoğu iman etmezler!.. 100.
.Evet, onlara her
ne zaman Allah tarafından (gönderilen), beraberinde bulunan vahiy bilgilerini tasdik
edip doğrulayan bir peygamber geldi ise, o kendilerine kitap verilenlerden (organize
olmuş) bir güruh, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını( kaldırıp)
arkalarına atıverdiler!.. 101.
Ve (onun yerine)
şeytanların (şeytanlaşmış kimselerin) Süleyman’ın mülkü (hükümranlığı)
hakkında (öteden beri bir iftira olarak) söyleye geldikleri/telkin edip durdukları
(asılsız) şeylere (efsanelere, ütopyalara, ideolojilere, hokkabazlıklara…)uyuverdiler!..*Oysa
Süleyman, (Allah’ın kitabını kaldırıp arkaya atarak ve birtakım kuruntulara,
efsanelere, ütopyalara, ideolojilere, uyduruk düşünce ve görüşlere itibar
ederek/uyarak) asla kafir olmamıştır; fakat o şeytanlar (Siyonist önderler, hahamlar,
kahinler,ideologlar… Allah’ın kitabını kaldırıp arkaya atarak ve bir takım
kuruntulara, ideolojilere, ütopyalara, sihir ve benzeri şeylere uyarak) kafir oldular!..
Onlar, insanlara (Allah’ın kitabı yerine) sihri (batılı hak gösterme ve böylece çıkar
sağlama yöntemlerini) ve (bir de) Babil’ de ki Harut ve Marut isimli o iki meleğe
(ilim, hikmet, vakar ve itibar sahibi o iki Salih insana)**
indirilmiş (ilham edilmiş) olan şeyleri/ilimleri (kötüye kullanarak yanlış
şekliyle) öğretiyorlar!.. Halbu ki o ikili:”Biz sadece bir
imtihan(vesilesi)ız,(bizim öğrettiğimiz şeyler yanlışa da kullanılabilir), sakın
( bu öğrettiğimiz bilgileri su-i ihtiyar edip yanlışa kullanarak) küfre düşme(yin)!”
demedikçe hiç kimseye hiç bir şey öğretmezlerdi; fakat bu şeytanlar (
şeytanlaşmış kimseler), o ikiliden kişi ile eşinin arasını ayıracak ( ailelerin
dağılmasını sağlayacak) şeyleri öğrendiler!..***Ama onlar, (yaptıkları bu
işlerle) hiç kimseye asla zarar veremezler; ancak Allah’ın izin vermesi hariç!..****Evet,
onlar, sadece kendilerine zarar veren ve asla fayda vermeyen/sağlamayan
şeyleri öğreniyorlar!.. Evet, onlar gayet iyi biliyorlar ki, (Allah’ın kitabını
atıp da onun yerine sihir ve ümniyeleri=kuruntuları, ideolojileri, ütopyaları, komplo
ve suikast gibi düzenbazlıkları, dünyevi çıkar ve menfaatleri) satın alan kimse için,
ahirette hiçbir nasip kalmamıştır!.. Evet, onların karşılığında kendi
kişiliklerini/şahsiyetlerini/imanlarımı sattıkları şey ne kadar da kötüdür!.. Keşke
(yaptıkları şeylerin sonuçta kendilerine neye mal olacağını) hakkıyla bilmiş
olsalardı!.. Not: * Hz. Süleyman’ın mülkü( hükümranlığı,
saltanatı) denmesinin sebebi, o dönemin Yahudiler için tam bir altın çağ
oluşundandır. Onlar için o dönemdeki konumlarına ulaşmak en büyük idealdir. Zaten
onlar son peygamberle birlikte böyle bir ideali gerçekleştireceklerine inanıyorlardı.
Son peygamberin önderliğinde yeniden o altı çağa döneceklerdi. Bunu hem kendi aralarında
hem de Araplara söyleyip duruyorlardı. Fakat iş, onların düşündüğü gibi olmadı.
Son peygamber Hz. Muhammed (sav) onların keyfi arzularına uymadı. Onları İslam’a
davet etti. Durum bekledikleri gibi olmayınca iş değişti. Daha önce Hz. İsa ve
diğer peygamberlere yaptıklarını Hz. Muhammed (asv)’e de yapmaya kalkıştılar.
Bile bile gerçeği reddettiler ve ilahi kelam-ı (hem Tevrat’ı hem de Kur’an-ı)
kaldırıp arkalarına attılar. Bunun yerine bir takım ümniyeleri (kuruntuları,
ütopyaları,efsaneleri,ideolojileri,hokkabazlıkları…)- ki bunların hepsi sihirden
ibarettir.- öne çıkardılar ve tekrar şeytanlara (şeytanlaşmış önderlere)
uydular. Onlara göre Hz. Süleyman işte böyle bir yol ile o muhteşem saltanatı elde
etmişti. Hz. Süleyman Allah’ın kitabına uyduğu için değil de bu tür saçmalıklara
uyduğu için o muhteşem saltanatı kurmayı başarmıştı. Gerçek şu ki, Hz. Süleyman, Allah’ın
kitabına sımsıkı sarıldığı ve onun gösterdiği istikamette yürüdüğü için o
muhteşem saltanatı elde etmişti. Bunun için Hz. Süleyman asla kafir olmamıştır;
kafir olanlar sihre sapan, insanları aldatan, batılı gerçekmiş gibi gösteren
şeytanlar güruhudur. Unutmayalım ki, Allah’ın kitabına sımsıkı sarılan
toplumlar bu dünyada izzet bulur, sarılmayan toplumlar da zillete düşer… Evet, her
efsane bir zillettir… **
Peygamberlerin dışındaki insanlar ancak ilham yolu ile bilgi alabilirler. Aslında her
bilgi bir ilham sonucu ortaya çıkmaktadır. Burada geçen “indirilmiş olan”
ifadesini, “ilham edilmiş olan şeklinde anlamalıyız. Çünkü Harut ve Marut aslında
Allah’a ibadetle meşgul iki Salih insan idiler. Huy ve yaşantılarının güzel olması
sebebiyle insanlar onlara “ iki melek” (yani heybet ve vakar sahibi asil iki Salih
insan) dediler. Bu anlatım tarzı Kur’an-ı Kerim’in sunumuna uygundur. Nitekim
Mısırlı hanımlar Hz. Yusuf’u gördüklerinde:” (Aâ!..) Bu, ancak ve ancak çok değerli
bir melektir!..” demişlerdir. Onları kullandıkları “melek” kelimesi neyi ifade
ediyorsa buradaki “melekeyn”(iki melek) kelimesi de aynı şeyi ifade etmektedir.
Burada melek, mükemmel oluşu ifade etmektedir. Şeytanların uydurduğu rivayetleri esas alarak ayetlere anlam vermek bize
yakışmaz. Ayet-i kerime,Kur’an-ı Kerim’im olağan üstü ifade tarzının akıllara
durgunluk veren örneklerinden biridir. Ayet-i kerime gerçekten anlam ihtimalleriyle
dolup taşmaktadır. Kanaatimiz odur ki, bu anlam ihtimalleri, öteden beri anlatılan gelen hikayenin karakterinden kaynaklanmaktadır.
Öyle bir sözel sunu yapılmıştır ki, bunun karşısında Ehl-i kitap’ın kaçacağı
hiçbir delik kalmamıştır. Bu sunum onlara tek bir seçenek bırakmıştır: Teslim
olmak… *** “ Haddi
zatında ilmin hepsi muhteremdir.” Yüce Rabbimiz biz kullarının her alanda bilgi
sahibi olmamızı ister. Burada önemli olan
bilgiyi kullanma şekliniz ve alanınızdır. Bilgiyi yanlış yerde ve zararlı bir
şekilde kullanmaktan Allah’a sığınmak gerekir. Şeytanların tabi adeti bilgiyi
daima yanlış yerde ve zararlı şekilde kullanmaktır. Onlar dün öyle yaptıkları
gibi bugün de öyle yapmaktadırlar, ilmi zarar verecek şekilde kullanmaktadırlar…
Bugünün şeytanlarının da başka marifeti yok. Derleri davaları toplumları
çökertmek… Bunu, insanlığın ana merkezini, aileyi hedef alarak yapmaktadırlar…
İnsanın kendi eşine olan ülfeti ve meyli, toplumdaki diğer tüm sevgi ve meyillerin
üzerinde olduğu bilinmektedir. Sevginin ana merkezini hedef almak cürümlerin en yamanıdır.
Allah’ın birleştirmesini emir buyurduğunu işte buradan hareketle parçalamaktadırlar.
Bu, bozulmanın en kötü olanıdır. Şeytanlar, sahip oldukları bilgiyi koca ile
karısının arasını açacak, ailenin dağılmasını sağlayacak ve toplumsal düzeni
temelinden çökertecek şekilde kullanıyorlar. Bugün, ahlaksızlığı
yaygınlaştırarak aileyi, ideolojileri öne çıkararak toplumları, safsataları
yaygınlaştırarak akılları felç eden şeytanlara bakmak gerekir. Onların çevirdiği
hokkabazlıkları anlayamayanlar ne şeytanları ve
ne de onların sergilediği sihirbazlıkları anlayabilir!..
Bugün o şeytanlar, hayatın bütün alanlarında yaptıklarıyla
insanların ruhlarına tesir ediyorlar, onların düşünce ve inançlarını
belirliyorlar, kalplerini, düşünce ve duygularını ifsat ediyorlar, akıllarını
çeliyorlar, ahlaklarını berbat ediyorlar, toplumların merkezi olan aileyi
dağıtıyorlar ve böylece bütün cemiyetleri perişan ediyorlar… Aslına bakılırsa
küfür cephesinde değişen hiçbir şey yoktur…Tedavülde olan yine ayni sihir ve aynı
hokkabazlıktır. Değişen sadece teknik ve yöntemler olmuş… Sihir, göz boyama,
aldatma ve batılı hak gösterme yolu ile yapılan
her türlü işlemin genel adıdır. Şeytanların taktiği işte budur. Bugün dünyada
en büyük sihirbazlık gösterisi yapılmaktadır. Artık görelim… **** “Müessir-ı
hakiki ancak Allah Teala’dır.” O halde her şeyden önce O’ndan korunmalı ve O’nun
koruması altına girilmelidir. Şunu kesin olarak bilelim ki, sihirden meydana gelecek
olan zarar, ancak Allah’ın dilemesi, yaratması ve izin vermesiyle meydana gelebilir.
Bunun aksini söylemek şirktir. Allah’ın koruması altına girmiş ve Kur’an’ın
rehberliğinde yürüyen insana Allah’ın izniyle hiçbir şey asla zarar veremez.
Sıkıntının temel sebebi savunmasız olmaktır. Öyleyse, şeytanlardan korkup onlara
sığınma yerine, onlardan nefret edip Allah’a sığınmak gerekir. Evet, şayet
ben,gerektiği gibi Rabbime sığınırsam, benim Rabbim benim aleyhime olacak şeye niçin
izin vesin ki!. 102.
Evet, eğer
onlar(sihir yerine bu ilahi kelama) iman etmiş olsalardı ve (imanın gerektirdiği gibi)
takvalı (saygılı,sorumlu ve bilinçli) davransalardı, Allah katından verilecek olan mükafat,
elbette kendileri için( elde ettikleri bu dünyevi çıkarlardan) çok daha hayırlı
olacaktı!.. Keşke (Allah’ın vereceği mükafatın değerini) hakkıyla bilselerdi!.. 103.
Ey iman edenler!
(Kendilerine emanet edilen ilahi Kitab’ı ciddiye almayıp arkalarına atan Ehl-i Kitap’ın
yaptığı gibi yapıp da, Peygamberinize ve sizlere emanet edilen kitabınıza karşı),
sakın “râinâ” demeyiniz!.. ( yani
Peygamberinizin ve kitabınızın söylediği şeylerin aksini yapmayınız;
peygamberinizi ve kitabınızı kendinize uydurmaya kalkışmayınız ve hiç kimseye karşı
da kaba,çirkin,saçma,lâübâli,alaycı,aşağılayıcı,onur kırıcı,hakaret ve sövgü
içerikli sözler söylemeyiniz); siz daima “unzurnâ” deyiniz!.. (yani bize de bak,
bizi de önemse, bizi de şekillendir, bizi de inşa et, bize de değer kazandır, bizi de
eğit, bizi de adam et…gibi saygı ve nezaketle kabullenici sözler söyleyiniz ve
kendinizi daima Peygamberinizin ve kitabınızın ölçüleri dahilinde inşa ediniz) ve
(bunun için de daima Allah’ın kitab’ının sesine) kulak veriniz!.. (yani O’nun
emir ve yasaklarını kemal-i ciddiyetle uygulayınız!..) ve şunu kesin olarak biliniz
ki, kafirler için can yakıcı(elim) bir azap vardır!.. 104.
(Bakın,) ne Ehl-i
Kitap’tan ve ne de müşriklerden olan şu inkarda karar kılmış kimseler, Rabbiniz
tarafından size herhangi bir hayır indirilmesini (Peygamberinizin ve kitabınızın
rehberliğinde dünya ve ahiret durumunuzun düzelmesini )
asla istemezler!.. Ama (bilin ki) Allah, rahmetini( iman ve hidayet üzere yaşamayı)
dilediği/ layık gördüğü kimseye tahsis eder!.. Evet, Allah, çok muazzam lütuf
sahibidir!.. 105.
[ Ey müminler!
Sakın Ehl-i Kitap’ın zihin bulandırıcı propagandalarına kanmayın! Çünkü]
Biz,(önceki ümmetlere gönderdiğimiz) herhangi bir ayetten(ilahi hüküm ve
yükümlülüklerden) her neyi “nesh” eder (yürürlükten kaldırır) veya unutturursak, onun yerine, (insanların
maslahatına/faydasına daha uygun,daha elverişli ve sevapça) ondan daha hayırlısını
veya onun bir benzerini/dengini mutlaka getiririz!..[ Nitekim biz, önceki kitapların
yerine, bu Kur’an-ı getirmiş bulunmaktayız!] Bilmez misin(iz) ki, Allah, her şeye
hakkıyla kadirdir!..( Mülkünde dilediği şeyi yapar; istediği hükmü yürürlükten
kaldırır, istediği hükmü yürürlüğe kor!..) 106.
(Ve yine) bilmez
misin(iz) ki,göklerin ve yerin mülkü (mülkiyeti, hükümranlığı) mutlak olarak
Allah’a aittir?! (Ve yine bilmez misin ki,) sizin için Allah’tan başka ne bir “veli”
(hami, dost, koruyucu) ve ne de bir yardım edici vardır?! 107.
Yoksa siz de, daha
önce (işi yokuşa vurmak için) Musa’dan istendiği gibi (ya da kötü maksatlarla olur-olmaz sorular sorulduğu
gibi), kendi Peygamberinizden ( olur-olmaz) şeyler mi istiyorsunuz ( veya kötü maksatlı olur-olmaz
sorular mı soruyorsunuz )?! [Sakın ha siz öyle yapmayın!..] Bakın, her kim imanı inkar ile değiştirirse,
bilsin ki o, kesinlikle dosdoğru/dümdüz yolun tam ortasında şaşırıp
sapıtmıştır!.. 108.
Evet, [sakın
onların oyunlarına gelmeyiniz; çünkü,] Ehl-i Kitab’ın (Yahudi ve
Hıristiyanların) çoğu, hak ve hakikat kendilerine apaçık olarak belli olduktan
sonra, sırf kendi nefislerinden kaynaklanan (korkunç) bir kıskançlıktan dolayı, (bu
dine) imanınızdan sonra sizi (tekrar gerisin geriye çevirip) tam anlamıyla kafirler
yapmak istemişlerdir!..(Fakat, onların bu arzularına karşılık yine de) siz affediniz
ve bağışlayınız(onlara aldırmayınız ve kendi yolunuzda dosdoğru bir şekilde yürümeye
ve işinizi en güzel bir biçimde yapmaya devam ediniz); ta ki, Allah emrini getirinceye
kadar!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, her şeye hakkıyla kadirdir!.. 109.
( Onları affedin;
ama kendinizi onların tuzaklarından korumak /kurtarmak için) namazı büyük bir istek
ve iştiyakla gerektiği gibi dosdoğru olarak edâ edin ve zekatı hakkıyla verin!.. Ve
(bakın,) kendiniz için önden her ne hayır (amel-i Salih) gönderirseniz, Allah katında
onu (eksiksiz olarak) bulursunuz/ mükafatını alırsınız!.. Hiç şüpheniz olmasın
ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyi hakkıyla görmekte olandır!.. 110.
Ve (bakın,)
Yahudiler: “ Cennete ancak Yahudi olanlar girecektir!” dediler. Aynı şekilde
Hıristiyanlar da: “ Cennete ancak Hıristiyan olanlar girecektir!” dediler. Bu iddia,
sadece onların kendi kuruntularıdır!.. Onlara de ki: “ Eğer iddianızda samimi
iseniz, haydi getirin delilinizi (bakalım)!.. 111.
Hayır,hayır!..
(Onların bu iddiaları kesinlikle doğru değil ve asıl kendileri bu hal üzere
bulundukları müddetçe cennete giremezler!..) Hakikat şu ki, her kim bir Muhsin olarak(Allah’ı görüyormuşçasına)
yüzünü(bütün benliğini) sırf Allah’a teslim ederse (Sırf Allah için tüm benliğini
sirk ve küfürden arındırıp tertemiz kılar ve bütün amellerinde ihsan mertebesine
yükselirse yani gerçek bir Müslüman olursa), işte ona Rabbi katında (amelinin)
karşılığı (olarak cennet) vardır!..Evet, böyle davrananlar için hiçbir korku
yoktur ve onlar hiçbir şekilde mahzun da olmayacaklardır!.. Not: “ yüzünü tertemiz kılmak ve yüz aklığı”
ifadesi, insanın iç ve dış temizliğinden kinayedir. Burada “cüz” zikredilerek
“kül” kastedilmiştir. Bu ifada hem İslam dininin ve hem de müslümanın mükemmel
bir tarifini vermektedir. Buna göre İslam, teslim-i nefis yani tüm benliği sırf Allah
için tertemiz ve lekesiz kılmaktır. Müslüman ise, içini ve dışını sırf Allah için
tertemiz kılmış, taat ve amellerinde ihsan mertebesine yükselmiş insan demektir.
İhsan mertebesi, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk yapmaktır. İşte insanı
cennete götürecek yol …Ve işte cennete girecek olan insan…Temiz insan, temiz yo ve
temiz mekan… 112.
Ve (ayrıca)
Yahudiler dediler ki: “ (Din olarak) Hıristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildirler!..”
Aynı şekilde Hıristiyanlar da dediler ki: “ (Din olarak) Yahudiler hiçbir şey
üzerinde değildirler!..” Oysa onların her biri (kendilerine indirilen) kitab’ı
okuyup duruyorlar!.. (Vahye dair) hiçbir şey bilmeyenler de, (bütün din sahipleri
için) tıpkı onların söylediklerinin benzerini söylediler!.. Evet, Allah, ihtilaf
edip durdukları bütün konularda kıyamet günü
aralarında hüküm verecektir!..[ Kimin hak din üzere olduğunu o gün
göreceklerdir!..] 113.
Evet,[Allah’ın
dinini bu tür kısır çekişmelere alet edip de onu etkisiz hale getiren ve böylece]
Allah’ın mescitlerinde ( ibadet mahallerinde) O’nun adının anılmasını
engelleyerek oraları (maddi ve manevi yönden) tahrip etmeye (işlevsiz kılmaya) çalışan
kimse(ler)den daha zalim (daha hain, daha
karanlık) kim vardır?! [ Elbette hiç kimse.] İşte
onlar (o zalimler var ya), onların o mescitlere (müminlerin azametinden/ güç ve ihtişamından)
korka korka girmenin dışında başka hiçbir şekilde girmeye hakları yoktur!..(Çünkü,)
o zalimlere bu dünya hayatında sadece hor ve hakir olmak yakışır!.. Evet, onlar için ahirette de pek muazzam
bir azap vardır!.. Not: Ayet-i
Kerime müminlere ne büyük bir hedef çizmektedir. Haber cümlesiyle müminlere şu emir
veriliyor: Din ve dünyanızla onlara daima korku salınız. Ehl-i Kitap Allah’ın
mescitleri tahrip etme işinde müşriklerden hiç de geri kalmamıştır. Dolayısıyla
ayet hem müşrik kâfirleri, hem Ehl-i Kitap kâfirleri Ve hem de onların dümen suyuna
girip izlerinden giden münafık karakterli insanları( sözde Müslümanları)
kapsamaktadır. Bunlar Allah’ın mescitlerini ya manevi yönüyle harap emişlerdir ya
da maddi yönüyle harap etmişlerdir. Manevi yönden mescitlerin tahrip edilmesi, oraların
çeşitli şekillerde işlevsizleştirilmesidir. Mescitlerin Allah’ın adının
dışında başka indi amaçlar için kullanılması, kısır tartışmaların mahalli
haline getirilmesi ve dünyevi çıkarlar sağlanması onların manevi olarak tahrip
edilmeleri demektir. Maddi tahrip olayına gelince, bunun ne olduğunu zaten herkes
bilmektedir. Ama şunu da söyleyelim ki, bu konuda da Ehl-i Kitap’ın eline su dökecek
hiç kimse yoktur. Onların bildiği en iyi iş, Allah’ın mescitlerini yıkıp harap
etmektir. Bunu görmek isteyenler, Endülüs’e ve haçlı seferlerine bakıversinler..
Bununla beraber, bir dönem ülkemizdeki camilerin nasıl ahır haline getirildiğini de
asla unutmamak gerekir. 114.
[ Ey müminler! Olur ya, eğer Allah’ın mescitlerinde O’nun
adını anmaktan/ O’na ibadet etmekten alıkonursanız ya da mescidiniz yok diye yahut
kıblenin yönünü tayin edemediniz diye sakın O’nun adını anmaktan/O’na ibadet
etmekten vazgeçmeyin; çünkü] doğu da, batı da (tüm yerler ve yönler) Allah’ındır.
[ Önemli olan doğuya ya da batıya yönelmek değil, Allah’ın emrine uymaktır. Bu
nedenle Allah’ın emrettiği) her ne yöne yönelirseniz yönelin (her nereyi secdekâh
/mescid/ ibadete durulan yer edinirseniz edinin), bilin ki, Allah’ın yüzü (rızası)
işte oradadır!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah daimaVâsi’dir: ( lütuf ve
rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:(
(Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!.. 115.
Onlar (tuttular)
bir de: “ Allah evlat edindi/ kıldı (Yani insanlardan ya da meleklerden birisine/
birilerine kendisine evlat olma şerefi verdi yahut onu /onları kendisine veliaht edindi
ya da egemenliğini ona/ onlara devretti, onu/onları ilahi ulûhiyetten pay taşıyan
kişiler yaptı)!” dediler. Hâşâ!.. Biz
Allah’ı bu tür yakıştırmalardan tamamen tenzih ederiz.. Doğrusu şu ki, göklerde
ve yerde bulunan her şey (mülk ve milk olarak) sadece ve sadece O’na aittir; (istisnasız)
her bir varlık sadece O’na boyun eğmektedir!.. NOT: “ Allah evlat edindi/kıldı!” iddiası,
sadece Hıristiyanların Hz. İsa ile ilgili iddiaları değildir. Bu iddia, tarih boyu bütün
müşriklerin, “edindikleri ilahları” kutsamak ve onlara dayalı olarak menfaat
sağlamak için, onları Allah’a daha
yakın, O’nun hemen yanı başında (sağında), O’nunla irtibatlı, O’nun
arkadaşı, O’nun oğlu, Onun tarafından imtiyazlı kılınmış, kutsal insan ve
benzeri vasıflarla niteleyip benimsetme çabalarıyla ilgili bir gayretin ürünüdür.
Müfessirlerimiz bu iddiayı( veled meselesini) daha çok Allah’a nispeti yönünden
inceleyip açıklamışlardır. Hiç şüphesiz bu yaklaşım kendi alanında doğru bir
yaklaşımdır. Ama bu meselenin bir de insanları ilgilendiren bir yönünün olduğu görülmektedir.
O halde meseleyi bir de insanlara nispeti yönünden ele almak gerekmektedir. Kanaatimce
meselenin asıl mühim yönü de burasıdır. İddianın mantığı gereği “Allah’ın
evlat edinmesi/kılması”, aslında insanları ilgilendiren bir durumdur. Öyle ya Allah
birilerini neden “evlat” edinmektedir? Bunun görülen/anlatılan mantığı şudur:
Kıral (Baba), bir kısım işlerini- ki bu işler insanların maddi ve manevi yönleriyle
ilgili işlerdir.- yerine getirmesi için evladını (veliaht) görevlendirmektedir. Bu
görev dâhilinde veliaht insanların işlerini deruhte etmektedir. Tabii ki bu durum onun
görevini ve otoritesini tartışılmaz kılmaktadır. Böylece o, Baba’nın oğlu
olarak, maddi ve manevi alanda insanlar arasında hüküm ferman eylemektedir. Doğal
olarak ona karşı çıkmak babaya karşı çıkmaktır, ona saygı duymak da baba’ya
saygı duymaktır. Bu söz, önceleri
Peygamberleri onurlandırma niteliği olarak kullanılıyordu. Onların konumları
insanlara bu teşbih ile anlatılıyordu. Nitekim önceleri Allah’a da “Rab” anlamında
“baba” deniyordu. Fakat daha sonra bu vasıf, peygamberlerin temsilcileri olduğu söylenen
adamlara da verildi ya da o adamlar bu vasfı kendileri için uygun bir vasıf olarak
kullandılar. Böylece süreç içerisinde “rabler”(putlar) ortaya çıktı. Keyfilik
düzeni başını alıp yürüdü ve öyle bir hal aldı ki, “Allah’ın evlatları”
denilen şahsiyetler, kurumlar, kuruluşlar insanlarla Allah arasına aşılması mümkün
olmayan birer engel olarak çöküverdiler. Böylece insanın Allah’a olan yürüyüşü
engellendi veya yönü değiştirildi; şirk ortaya çıktı… Sistemin nereden çıkıp
nereye vardığını çok iyi görmeliyiz. Bilinen tarih
içerisinde, Mısır’da yaklaşık 3.500 yıl hüküm sürmüş olan firavunlar da böyle
bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıktılar ve kendilerini Mısır’ın ulu
tanrısı Ra’nın oğulları (kıralar/firavunlar/tanrının oğulları) olarak lanse
ettiler. Bu yolla kendilerine ve otoritelerine kutsiyet kazandırdılar. Eski Mısır’ın
Amon dininde tanrının adı “Ra” ya da “Re” dir. Mısır’ın yönetimini bir
ihtilal ile ele geçiren Amon rahipleri, kendilerini tanrının evlatları olarak
tanıtmışlar ve bu nedenle Mısır yönetiminin asıl sahiplerinin kendileri
olduklarını iddia etmişlerdir. Bu hak kendilerine aittir; çünkü “Ra” onların
babasıdır. Mısır’ı yönetme hakkını onlara vermiştir. Bunlar, “Ra”
ilahından aldıkları yetki ve ilham sayesinde Mısır’ı yüzyıllar boyu yönetmişler
ve tarihe “firavunlar/kıralar/Ra’nın oğulları” olarak geçen düzeni kurmuşlardır.
Onların yönetim felsefelerinin özü şudur: Biz Ra’nın oğluyuz; o halde Mısır’ı
ve hatta tüm yeryüzünü yönetmek bizim hakkımızdır… Bu düşünceyi
halk nazarında meşru gösterebilmek için de şöyle bir efsane uydurdular: Güya tanrı
Ra, Mısır’ın dini Amon rahiplerinden birinin karısıyla gizlice ilişkiye girmiş ve
böylece tanrı Ra’nın soyundan kıralar/firavunlar dünyaya gelmiş. Ra tanrısı.
kendi soyunu bu seçkin insanlar aracılığıyla sürdürüyormuş. Evet, Mısır’ı
yönetmekte olan firavunlar/kıralar, Ra’nın oğulları oldukları için O’na çok
yakın bir konumdadırlar. Zaman zaman onunla birlikte oluyorlar, zaman zaman Ra’nın
kayığında o’nunla birlikte gezinti yapıyorlar, zaman zaman O’nun arkadaşı
oluyorlar… Onlar, İşte bütün bunlardan ötürü onlar kutsal adamlardır, hiç kimse
onlara dokunamaz ve onların otoritesini tartışamaz. Bütün bu müşrik
saçmalıkları Mısır’ın dini (ideolojisi) haline geliyor ve böylece firavunlar da
birer tanrısal kişilik oluveriyorlar. Evet. Tanrının oğulları da birer tanrıdır ve
onlar tanrının en çok sevdiği kimselerdir. İşte bu felsefe halka empoze edildi ve böylece
firavunlar, var olan her şeyin sahibi(maliki) ve bütün insanların efendisi (rabbi)
oldular.. Ra’nın
oğulları (firavunlar); iç ve dış siyaset, ülke yönetimi, ordu yönetimi, adalet, eğitim,
maliye,tarım, şehircilik gibi bütün politikaların tek sahibi, ve efendisi (rabbi)
idiler. Görevleri babaları Ra’nın görevine denkti; çünkü O’nun veliahdı
idiler. Bunun için firavun bütün gücüyle şöyle haykırıyordu:”Ben
sizin(tartışılmaz) en yüce rabbiniz (efendiniz, sahibiniz, yöneticiniz, hükümdarınız,
otoriteniz) im!..” ( Naziat suresi, 24) Mısır’a
hakim olan bu müşrik ideoloji(din), işte böyle bir mantık zeminine oturmuştu. Bu düzenin
içinde uzun yıllar yaşamış olan Yahudiler, bu felsefeyi farklı bir şekle sokarak
kendilerine uyarladılar. Buna göre tanrının evlatları, Amon rahiplerinin soyundan
gelen firavunlar değil, asıl evlatlar, Allah’ın bir antlaşma yaparak yönetimi
kendilerine devrettiği İbrahim, İshak ve Yakup’un soyundan gelen ben-i İsrail seçkinleridir.
Bu nedenle ülkeyi yönetme hakkı Ben-i İsrail seçkinlerine aittir.Çünkü, asıl
onlar, “Allah’ın evlatları ve en çok sevdiği kimselerdir!” (Maide Suresi,18) Yahudiler
özelde Hz. Üzeyir’i genelde ise kendilerini Allah’ın evlatları olarak kabul
ederler. Onlara göre Allah, “kendilerini evlat edinmiştir”, kendilerini seçmiştir
bu nedenle kutsal yasayı (Tevrat’ı) kendilerine bahşetmişler. Öyleyse, “Allah’ın
seçtiği ve evlat edindiği bir ulus olarak dünyayı
idare etmek bizim hakkımızdır!” derler. Bütün çalışmaları ve gayretleri bu
doğrultuda gerçekleşmektedir. Firavunların idareye ait düşünceleriyle, Yahudilerin
düşünceleri hemen hemen aynıdır. Evrensel düzeni sağlamak ve dünyayı idare etmek
onların hakkıdır. Çünkü Allah onları evlat (veliaht) edinmiştir. Allah’ın
evlatlarına yakışan da büyüyüp Allah olmaktır ya da Allah gibi olmaktır!.. Allah
Yahudilerin Rabbi, Yahudilerde diğer insanların Rabbi (efendileri)dir. Firavunlara ait bu saçma ideoloji, özünden
hiçbir şey yitirmeden kısmi değişikliklerle Yahudilere geçmiş durumdadır. Bundan
dolayıdır ki, yeryüzü Firavunizmden bir türlü kurtulamamaktadır. Bunlar, Allah’ın
kendilerine yüklediği kulluk ve sorumluluk görevini “seçilmiş kutsal kavim”
ideolojisine dönüştürerek insanları köleleştirme yolunu tuttular ve “sana kulluk
etmeyen millet ve ülke yok olacak!” dediler.(İşaya, 60/12) Yahudiliğin
bağrından doğan Hıristiyanlık ise, aynı düşünceyi bir başka şekler sokarak
aynen benimsemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa’nın katillerini (yani Hz. İsa’yı
öldüren yahudileri) Allah evlat edinmiş olmaz. Öyleyse Allah’ın gerçek evlatları
Hz. Mesih( İsa) ve O’nun takipçileri (kilise)dir.
Mesih Allah’ın biricik oğludur; Melekut’un yönetimini Allah O’na
devretmiştir. O da bu görevi, kendisi tekrar gelinceye kadar kiliseye (kilise babalarına)
devretmiştir. Kilise Mesih’in bedenleşmiş şeklidir. Bunun için yeryüzünün ve
hatta göklerin yönetimi (efendiliği, rablığı) bu “kutsal cemaate” aittir.
Çünkü onlar , “ Allah’ın evlatları ve O’nun en çok sevdiği kimselerdir!”
(Maide Suresi,18) Arap müşrikleri
ise, işi biraz daha farklılaştırmışlar, ( fazla ilim sahibi olmadıklarından
dolayı) Allah’a evlat olarak kendilerini
izafe etmemişler. Bunun yerine başka bir formülü devreye sokmuşlar: Onlara göre “Allah,
melekleri evlat edinmiştir!” Kendileri de meleklerin dostlarıdırlar, onları aracı
(şefaatcı) kılmışlardır. Böylece müşrik Araplar da farklı bir cepheden istismar
kervanına katılmışlar ve “imtiyazcı kabile” anlayışını öne sürerek
yeryüzünde müşrik düzene hayat vermişlerdir.(Bakınız Tevbe Suresi 30. Ayet ve
devamı) Öte yandan batıl
bir kuruntuyu “dinin özü” diyerekten piyasaya süren başka bir kesim de “kutupluk”
masalıyla bu kervana katılmıştır. Onlara göre kutup denilen zat, sağında ve
solunda oturmakta olan imamlarla beraber bütün bir varlığın işlerini görmektedir.
Biri “melekut alemini” diğeri “ şahadet alemini” idare eden imamlar, Evtad-ı
Erbaa (dört sutun), Ebdal (bedeller), Nuceba (soylular) ve Nukeba (başkanlar) ...Bütün
bunlar “ Allah evlat edindi” masalından baş kabir şey değildir… Sonuç olarak,
bütün müşrik düşüncelerin/düzenlerin alt yapısı(kafa yapısı) aynı
ideolojidir. Onlar, inansınlar ya da inanmasınlar kutsaldırlar!.. Kutsal lider, kutsal
devlet, kutsal yasa, kutsal millet, kutsal adam, kutsal kabile… Ayet’in ifadesiye, “İşte
böyle, onlardan önceliklerde tıpkı onların dediği gibi demişlerdi. Kalpleri (kafa
yapıları/düşünceleri ne kadar da) birbirlerine benzemiş!..” 116.
Allah, göklerin
ve yerin (bütün varlıkların) eşsiz ve
benzersiz yaratıcısıdır. (Hiçbir modeli ve örneği olmadan Allah gökleri ve yeri en
güzel şekilde yoktan yaratandır.) O, birşeyin olmasını isteyip kararlaştırdığı
zaman, ona sadece “ol!” der ve o şey de hemen oluverir!.. 117.
Evet, (uluhiyyet
ve nübüvvet gerçeğini) bilmeyen bu cahiller(Yahudiler,Hıristiyanlar, müşrikler…)dediler
ki: “ Allah bizimle, (senin peygamber olduğuna dair açık açık) bizzat konuşmalı
değil miydi?! Veya bize, (senin peygamber
olduğunu açık açık gösteren somut) bir ayet/delil/mucize gelmeli değil miydi?!” Bunlardan önceki önceki(kâfir)ler de tıpkı
bunların söylediklerine benzer şeyler demişlerdi. Bunların kalpleri (ruhları,kafa
yapıları,zihniyetleri,akılları, karakterleri) tamamen birbirine benzemiş!.. Oysa biz,
sağlıklı görmekte/anlamakta olan bir toplum için ayetlerimizi(delillerimizi) açık
seçik açıklamışızdır!.. 118.
Hakikat şu ki,
biz seni, (gerçek) bir müjdeci ve (kamil) bir uyarıcı olarak “Hak” ile (yani gerçeğin
ta kendisi olan şu Kur’an mucizesi ile) gönderdik! [Sana düşen sadece tebliğ
etmendir. Bunun ötesinde]sen, o cehennem dostlarından dolayı ( iman etmiyorlar diye)
asla sorguya çekilecek değilsin! 119.
Evet, [ Onları
razı edeceğim diye uğraşıp durma; çünkü] sen onların dinlerine (inanç ve yaşam
tarzlarına) uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar!
Onlara de ki: “ Allah’ın (gönderdiği) hidayet rehberi (Kur’an), uyulmaya değer yegâne rehberdir! [Şunu iyice bil
ki,] eğer sen, sana gelen bu hakikat(Kur’an) bilgisinden sonra, şayet onların heva ve
heveslerine (keyiflerine göre kurguladıkları, düzüp uydurdukları inanç ve yaşam
tarzlarına /ideolojilerine/yaşam felsefelerine) uyacak olursan ,(yemin olsun ki,) seni Allah’tan gelecek azaba karşı koruyacak ne
bir dost ve ne de bir yardımcı bulabilirsin! 120.
Kendilerine bu
kitap’ı (Kur’an’ı) verdiğimiz kimseler (var ya), onlar bunu hakkıyla (kemal-ı hürmetle,
dikkatle, ciddiyetle) okurlar/gereği ile amel ederler!.. İşte onlar, bu kitap’a iman
ediyor olanlardır!.. Evet, her kim de bu kitap’a nankörlük yaparsa (onu inkar eder, onu hakkıyla okumaz, onun ihtiva
ettiği esaslara uymaz ve onu keyfine göre yorumlarsa/tahrif ederse), işte onlar da büsbütün
hüsrana/zarara uğrayanların ta kendileridirler!. 121.
(İmdi) Ey İsrail
oğulları! Size ihsan ettiğim onca nimetimi ve sizi (bir zamanlar) bütün âlemlere(diğer
kabile ve kavimlere) üstün tuttuğumu (tekrar) bir hatırlayın/iyice düşünün!.. 122.
Ve öyle bir
günden (hesap gününden) korkup korunun ki, o gün hiçbir kimse,(her ne suretle olursa
olsun) bir başkasına asla hiçbir fayda sağlayamaz; kimseden (her ne suretle olursa
olsun) herhangi bir fidye de (kurtuluş bedeli) kabul edilmez ve kimseye (her ne suretle
olursa olsun) hiç bir şefaat (aracılık) da fayda vermez!.. Evet, (o gün) onlara (o
gün için şimdiden tedbir almamış olanlara) asla yardım da olunmaz!.. 123.
Evet, hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, Rabbi, İbrahim’i birtakım
kelimelerle (dayanılması çok zor bir takım olay, olgu, emir ve yasaklarla) imtihan
edip denemişti de o, onları (kendisinden istenilenleri) tamamen yerine getirmişti
(İmtihanını en güzel şekilde kazanmıştı)!.. Bunun üzerine Rabbi ona : “ (Ey
İbrahim!) Gerçekten ben, seni insanlara imam
(örnek şahsiyet /önder/peygamber) yapacağım!..” demişti. İbrahim de : “
(Rabbim!) Benim neslimden de ( imamlar; örnek şahsiyetler, önderler, peygamberler)
yap!..” demişti. Bunun üzerine Allah da şöyle buyurmuştu: “ (Ey İbrahim! Senin
neslinden de olsa) hiçbir zalim/hain benim ahdime nail olamaz!..” Not:
İsrail oğulları, önderliğin kendilerine ait olduğunu ısrarla iddia ediyorlardı,
halen de ediyorlar. Fakat zamanla zalimleştikleri ve ilahi davaya ihanet ettiler. Bu
nedenle önderlik onlardan alındı ve ehli olanlara verildi. Emanete ihanet etmiş bir
topluma, o emanet tekrar nasıl verilir?! Yüce
Rabbimiz emaneti her zaman ehline tevdi eder. Önder olmak isteyenler Hz. İbrahim gibi
dosdoğru olmalılar. Artık imam Hz. Muhammed (sav)dir. O’nun
önderliğinde yürümeyenler her zaman hüsrana uğrayacaklardır. İslam ümmetine düşen,
bir an önce şu kıytırık önderlerden kurtulmak ve Hz. Muhammed (sav)’i hayatlarının
örnek şahsiyeti yapmaktır. 124.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için tekrar tekrar dönüp gelecekleri,
( dalâletten dönüp Allah’a yönelecekleri, manevi hastalıklardan kurtulacakları,
ahlaki erdemler/sevaplar kazanacakları, takva elbisesi giyecekleri, manevi mutluluklarla
buluşacakları, coşup coşup taşacakları, yeniden düşünüp akıllarını
başlarına alacakları, manevi susuzluklarını giderecekleri ve yönelip birbirlerine kenetlenecekleri) bir merkez ve emniyetli kutsal bir sığınak
yapmıştık!..O halde, şimdi siz de ( Ey İnsanlar), İbrahim’in makamını/dinini (bütün
haram bölgesini ) namazgah (dua ve ibadet yeri/ arınma ve olgunlaşma merkezi) edinin (
ve size emanet etmiş oluğu tevhid dinini yeryüzünde yaymak için bütün gücünüzle
mücadele edin)!..Nitekim biz, İbrahim ve İsmail’e: “ Benim evimi; tavaf edenler,
(ibadet ve tefekkür amacıyla) itikafa girenler, rüku ve secde yapanlar (namaz kılanlar)
için, (her türlü şirk, inkar, zulüm ve pislikten) arındırıp tertemiz tutun!..”
diye emir buyurmuştuk ( ve böyle yapacaklarına dair onlardan söz almıştık)!.. Not:
Ayet-i Kerime, kendilerini Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e izafe eden Yahudi, Hıristiyan
ve Mekke’li müşriklere yönelik bir davet niteliği taşımaktadır. Onlara kendi
tarihsel önderleri ve onların konumları hatırlatılarak İslami tebliğ sürdürülüyor.
Kanaatimiz o ki, Kur’an-i Kerim’in nazil olduğu sıralarda, bu bölümde Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Kâbe ve
Mekke’ye dair verilen bilgiler muhtemelen Tevrat’ta bulun maktaydı. Kur’an-i Kerim’de,
“ hatırlayın/düşünün” diye çevirdiğimiz “iz” edatıyla gönderme yapılan
tarihi bilgilerin muhatapları tarafından biliniyor olması gerekmektedir. Demek ki
Onlar, kendilerine hatırlatılan bu bilgileri süreç içerisinde karartmışlar!… 125.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, İbrahim şöyle demişti/dua etmişti: “ Rabbim! Burayı emin/güvenli
bir belde kıl! Buranın halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli
mahsullerle rızıklandır!” (Allah da ona) şöyle demişti: “Ben, (sadece iman
edenleri değil,) nankörlük edip küfre saplananları da ( nasiplendiririm); (ama)
onları çok kısa bir süreliğine (dünya hayatında) faydalandırırım, sonunda da
onları cehennemin azabına duçar/mecbur ederim!.. Evet, orası ne kötü bir varış
yeridir!.. 126.
Ve yine hatırlayın/düşünün
o zamanı ki, İbrahim ve İsmail Beyt’in (kabe’nin) temellerini yükseltirken şöyle
dua ediyorlardı: “ Rabbimiz! ( Senin rızan için yaptığımız bu işi) bizden kabul
buyur! Hiç şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla işitmekte olan ve her şeyi hakkıyla bilmekte olan yalnızca
sensin sen!.. 127.
Rabbimiz! Bizi(
tüm benliğimizle) sana telim olan iki (kamil) Müslüman kıl! Neslimizden de (tüm
benlikleriyle) sana teslim olan Müslüman bir ümmet yap! Bize ibadet (yapacağımız)yerleri
ve yolları ( nerede ve nasıl ibadet edeceğimizi) göster! Tövbelerimizi kabul buyur!..
Hiç şüphe yok ki, Tevvâb olan( tövbeleri/dönüşleri daima kabul buyuran); Rahîm
olan (rızasına muvafık davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip,
rahmetini kesintisiz olarak devam ettiren) yalnız sensin sen!.. 128.
Rabbimiz!
Neslimize kendilerinden olan (öyle güzide bir insan) peygamber gönder ki, onlara senin
ayetlerini (mesajlarını, ilkelerini, talimatlarını, hükümlerini, emirlerini,
yasaklarını, tavsiyelerini, göstergelerini, delillerini, işaretlerini) okuyup
anlatsın, onlara Kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmet’i (Kur’an’ı anlayıp onu
hayatlarına aktarma basiret ve becerisini) öğretsin ve( böylece) onları (maddi ve
manevi her türlü pislikten) temizleyip arındırsın/tertemiz kılsın!.. Hiç şüphe
yok ki, Azîz olan(mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret kaynağı
olan, kullarına sonsuz izzet, şeref ve şahsiyet kazandıran); Hakîm olan (yaptığı
her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru olarak yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olan) yalnızca
sensin sen!.. 129.
[ İbrahim’in
dini işte budur. Şimdi söyleyin bakalım,] kendisini
aşağılık bir hale getiren (dar kafalı, beyinsiz ve anlayışsız budaladan) başka
kim, kendisini İbrahim’in milletinden (inanç ve yaşam yolundan) uzaklaştırmak
ister?! [ Hiç kimse.] Evet, gerçek şu ki, biz İbrahim’i, bu dünyada seçip
temizledik (Seçkin kullarımızdan kıldık)!.. Tabii ki O, ahirette de, elbette
salih/has kullarımızdan birisidir!.. 130.
Düşünün, Rabbi
Ona: “ ( Dosdoğru ve tertemiz bir) Müslüman ol!” demişti de; (buna karşılık) o,
(hiç tereddüt etmeden):“Ben, (bütün benliğimle) âlemlerin Rabbi olan Allah’
teslim oldum.” Demişti!.. Not: İşte, bu özverili ve
samimi tavrından ötürü İbrahim, önderliğe/imamlığa seçilmişti. Peki, Ey Ehl-i
Kitap ve ey müşrik zevat! Sizler Allah’ın, “Müslüman ol!” emrine karşılık
nasıl bir tavır takınıyorsunuz?! Hayır,
hayır! Bu tavrınızla siz, asla önder ve örnek olamazsınız… 131.
Ve (üstelik) hem
İbrahim ve he de Yakup, kendi evlatlarına bunu (dosdoğru ve tertemiz bir Müslüman
olmayı) tavsiye etmişlerdi. (Her ikisi de çocuklarına şöyle demişlerdi:) “ Evlatlarım! Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah,
sizin için bu dini (İslami inanç ve yaşam tarzını)seçmiştir! O halde siz de,( tüm benliğinizle sadece ve
sadece Allah’a teslim olan, O’nun rızası için kendini tertemiz ve lekesiz hale
getirmeye çalışan) Müslümanlar olmanın dışında, sakın başka bir hal üzere
(Yahudi, Hıristiyan, müşrik ve başka bir yaşam tarzı üzere) ölmeyiniz!..” 132.
( Ey İbrahim’in
milletinden uzaklaşmış olan Yahudi ve Hıristiyanlar!) Yoksa siz, Yakub’a ölü
(emâreleri) geldiği zaman orada mıydınız?! [ Hayır, siz orada değildiniz; ama Yakub’un
gerçek evlatları oradaydılar.] O zaman
Yakub (o gerçek evlatlarına) söyle demişti: “ ( Evlatlarım!) Sizler benden sonra
neye kulluk edeceksiniz?” Buna karşılık onlar da şöyle demişlerdi: “ Bizler,
senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın (kulluk ettiği) ilah olan bir tek
(Allah’a) kulluk edeceğiz!.. Çünkü biz, (bütün benliğimizle) daima O’na teslim
olmuş Müslümanlarız!..” 133.
İşte onlar, (
tertemiz Müslüman) bir ümmetti, gelip geçtiler… Onların kazandıkları kendilerine,
sizin kazandıklarınız da size aittir!..Evet, Sizler, onların yapıp-ettiklerinden asla
sorumlu tutulmayacaksınız/ sorguya çekilmeyeceksiniz!..[ Herkes kendi yapıp-ettiğinin
hesabını verecek.] 134.
( Buna rağmen)
Yahudiler dediler ki: “ Yahudileşin ki hidayete eresiniz/doğru yolu bulasınız!”
Aynı şekilde Hıristiyanlar da dediler ki: “ Hıristiyanlaşın ki hidayete eresiniz/
doğru yolu bulasınız!” Onlara de ki: “ Hayır, hayır! ( Biz ne Yahudileşir ve ne
de Hıristiyanlaşırız.) Doğrusu şu ki,
biz ancak, her türlü batıldan (düzme ve sahte olan anlayıştan) uzaklaşıp, içtenlikli
bir şekilde samimi ve dosdoğru bir mümin
olarak Allah’ı birlemiş olan İbrahim’im milletine (inanç ve yaşam tarzına)
uyarız!.. Çünkü O, kesinlikle (sizin gibi) müşriklerden biri değildi!.. 135.
( Ey
Müslümanlar! O halde) Sizler şöyle deyin: “ Biz, Allah’a; bize indirilen Kur’an’a,
İbrahim’e, İsmail’e, ishak’a, Yakub’a ve onların (iman) soyundan gelen
peygamberlere indirilmiş olanlara; Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olanlara ve (diğer tüm)
peygamberlere Rableri tarafından verilmiş olanlara iman ettik. Biz, peygamberlerden hiçbirinin
arasını diğerlerinden ayırmayız (Hepsine aynı şekilde iman ederiz); Çünkü biz, (
insaflı,samimi ve dosdoğru müminler olarak
her türlü batıldan, sahte ve düzmece anlayıştan uzaklaşıp, içtenlikli bir
şekilde bütün benliğimizle) sadece ve sadece Allah’a teslim olan Müslümanlarız!..” 136.
Şimdi, eğer
onlar (Yahudiler, Hıristiyanlar, müşrikler…) da, sizin gibi iman ederlerse, işte o
zaman hidayete ermiş/doğru yolu bulmuş olurlar! Yok, eğer ( sizin gibi iman etmekten)
kaçınırlarsa, işte o zaman da onlar, tam anlamıyla derin bir ayrılığa/
ayrımcılığa/ düşmanlığa/ çıkmaza düşmüş olurlar ( ve asla kurtulamazlar)!..
Evet, ( sen bu hak yol üzere yürü ve şunu bil ki,) onlara karşı Allah sana kâfidir!..
Evet, Allah, her şeyi hakkıyla işitmekte olan ve
her şeyi hakkıyla bilmekte olandır!.. 137.
( Ey
Müslümanlar! O halde sizler şöyle deyin: “ Bizler, tüm benliğimizi) Allah’ın
boyası ( olan o tertemiz İslam ile boyadık)!.. Boyası/dini, Allah’ın boyasından daha güzel olan kim vardır?! [ Hiç kimse.] İşte biz, (bunun için) yalnızca Allah’a kulluk
etmekteyiz!.. NOT:
Ayet-i kerimede harika bir istiare sanatıyla karşılaşıyoruz. Allah’ın dini, Allah’ın
boyası olarak ifade edilmiştir. Demek ki, bu inanç ve yaşam sistemi, insanın
yaratılış özelliklerine, onun doğal rengine bire bir uygun. Diğer dinler/
ideolojiler yapay boyalar gibidir; insanın doğal rengini/fıtratını bozarlar. Onlarla
boyana insan ucûbe bir görüntü kazanır. İnsan bir an önce o çirkin
görüntülerden kurtulmalıdır.Boya etkisini elbisede gösterdiği gibi, din de etkisini
insan özerinde göstermelidir. Müslüman Allah’ın boyasıyla boyanmış adamdır. 138.
( Kapıldıkları
kuruntular neticesinde Allah’ı kendi tekellerinde gören Yahudi ve Hıristiyanlara) de
ki: “ Siz bizimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?!
Oysa O, hem bizim Rabbimiz ( yaratıcımız, sahibimiz, efendimiz,
mutasarrıfımız) hem de sizin Rabbinizdir( O, bütün alemlerin Rabbidir)!.. Tabii ki,
bizim amellerimizin ( sorumluluğu) bize, sizin amellerinizin
(
sorumluluğu) size aittir!.. Ve işte bunun için
biz, ( tüm benliğimiz ve sorumluluğumuzla) sadece ve sadece O’na bağlanmış
kimseleriz!.. 139.
Yoksa siz,
gerçekten İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onların (iman)
soylarından gelen ( diğer) peygamberlerin Yahudi veya
Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?! [ Onlar, kesinlikle ne Yahudi ve ne de Hıristiyan idiler. Evet, Onların tümü de
bütün benlikleriyle Allah’a teslim olmuş Müslüman idiler.] Onlara de ki : “ Siz mi daha iyi biliyorsunuz
yoksa Allah mı?! [ Tabii ki Allah daha iyi biliyor.]
Evet , Allah tarafından kendisine ulaştırılmış olan bir şahitliği (
bütün peygamberlerin, Allah’a hiçbir şeyin hiçbir şekilde ortak koşulmadığı ebedi ve ezeli tevhid dini olan İslam’ın birer
öncüsü oldukları ve öteden beri müjdesini verip durdukları ahir zamanda gelecek
olan son peygamber Hz. Muhammed’in bu dini yeniden ihya edeceğine dair delilleri) bile bile gizleyenden daha zalim/ daha hain/daha
karanlık kim vardır?! [ Hiç kimse.] Evet, ( şunu bilin ki,) Allah, yapıp etmekte
olduğunuz şeylerin hiçbirinden asla habersiz değildir!.. [ Bütün bu yaptıklarınızın
hesabını vereceksiniz.] 140.
[ Ey
Müslümanlar! Sizler, sakın Yahudi ve Hıristiyanlar gibi tarihe ve tarihi şahsiyetlere
takılıp kalmayınız! Biliniz ki,] o tarihi şahsiyetler, bir
ümmetti, gelip geçtiler… Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız
da size aittir!..Evet, Sizler, onların yapıp-ettiklerinden asla sorumlu
tutulmayacaksınız/ sorguya çekilmeyeceksiniz!..[ Herkes kendi yapıp-ettiğinin
hesabını verecek.] 141.
İnsanlarda bir
kısım sefihler ( kendilerini imtiyazlı gören bazı beyinsiz, anlayışsız,cahil ve
yobaz kimseler) şöyle diyeceklerdir: “ Şimdiye kadar yönelip durdukları/ üzerinde
bulundukları kıblelerinden (şu müminleri) çeviren ( sebep) nedir?! Onlara de ki: “ Doğu da, batı da (tüm yönler
ve yerler) Allah’ındır.[ O dilediği yönü ve yeri kıble yapar. Önemli olan doğuya
ya da batıya yönelmek değil, O’nun emrine uymaktır. O’nun dini hiçbir kişinin,
ırkın, sınıfın ve toplumun tekelinde değildir.]
O, dilediği/ layık gördüğü kimseyi dosdoğru bir yola( her türlü aşırılık
ve sapkınlıktan uzak, gayet doğru, dengeli ve ölçülü bir inanç ve yaşam tarzına)
iletir!.. 142.
( Ey
Müslümanlar!) İşte böyle, [yerlerimizden
biri olan Kâbe’yi tevhidin, kardeşliğin,
birliğin, özgürlüğün, adaletin, emniyetin, barışın, ilahi rehberliğin,
hidayetin, kulluğun, arınmanın ve samimiyetin merkezi
kılarak; şereflendirip sizler için kıble yaptığımız gibi,] sizi de, ( ezeli ve
ebedi dinimiz olan islam’la şereflendirmek suretiyle) vasat/merkezi (her tarafı
dengeli, gayet adil, gayet doğru, gayet güzel, seçkin, ölçülü ve örnek) bir ümmet
kıldık ki, tüm insanların üzerinde ( hak
ve hakikatin, insaf ve ölçünün, ahlak ve adaletin, tevhid ve teslimiyetin, ilim ve
hikmetin) şahitleri (numune-i imtisalleri/ örnek modelleri ve öğreticileri) olasınız
ve tabii ki, bu Peygamber de, sizin üzeriniz de ( hak ve hakikatin, insaf ve ölçünün,
ahlak ve adaletin, tevhid ve teslimiyetin, ilim ve hikmetin)
tam şahidi (numune-i imtisali/ biricik örneği ve öğreticisi)
olsun!..Senin ( daha önce) üzerinde bulunduğun/ yöneldiğin kıbleyi ( yeniden) kıble
( tevhid ve Allah’a kulluğun ana merkezi) yapmamız,
ancak (her hal ve şarta) Peygamber’e uyanları, (İşlerine gelmediği veya
beklentilerine ters düştüğünde) topukları üzerinde gerisin geriye dönmekte
olanlardan ( münafıklardan) ayırt edip bilmemiz/ ortaya çıkartmamız içindir!.. Doğrusu
( yeni) bir kıblenin/ yönün/ merkezin belirlenmiş olması, Allah’ın kendilerine
hidayet nasip ettiği kimselerden ( gerçek müminlerden) başkasına çok ağır/zor
gelmiştir!.. ( O halde ey her hal ve şarta Allah’ın emrine uymayı karakter haline
getirmiş olan müminler! Şunu bilin ki,) Allah sizin( bu davaya olan) imanınızı asla
boşa çıkartıp zayi edecek değildir. ( Bu pazarlıksız imanınızın ve ona yaraşır
tüm amellerinizin karşılığını sizlere mutlaka verecektir. Bundan hiç şüpheniz
olmasın.) Evet, hiç gerçek şu ki, Allah,
insanlara karşı daima alabildiğine şefkatli olandır; daima alabildiğine merhametli
olandır ( Hak edene, hakkını daima eksiksiz olarak verendir)!.. NOT:
Mescid-i Haram’ın , “ kıble” olarak ilan edilmiş olmasının, Müslümanların, tüm insanlar üzerinde, onlar için ortaya çıkartılmış
vasat/ merkezi örnek/ rehber bir ümmet olmalarıyla çok yakın bir ilişkisi vardır.
Artık bu tarihten sonra tüm insanlığın şahidi ( numune-i imtisal’i/ örnek modeli
ve rehberi) Müslümanlardır. İnsanlığın dini de İslam’dır. Burada “kıble”,
örnek önderliğin/ imamlığın/ rehberliğin somut şeklidir. Buna göre Müslüman
ümmet, tüm insanlığın adil şahidi olma göreviyle yükümlüdür. Bu görev, hem
görüp gözetmeyi, hem de örnek model olmayı ve yönlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Artık bütün insanlık Allah’ın dinini ve onun somut şeklini Müslümanlardan öğrenecektir. Müslümanlar
“ kıbleye” yönelmenin anlamını tam olarak kavrama zorundadırlar. Kıble, İslam toplumunun sırf namaz ibadetini eda ederken
yöneldiği sıradan bir yön ve basit bir mekân değildir. Kıble(Kabe) her şeyden
önce tevhidin, kardeşliğin, özgürlüğün, adaletin, emniyetin, barışın,
rehberliğin, hidayetin, kulluğun ve merkezi örnek toplumun olmanın biricik sembolüdür.
O, bir toplumun bayrağı gibi, İslam toplumunun sembolüdür. Oraya yönelmek, hayatın
her alanında Allah’a yönelmektir. Oraya yönelmek varlığın yegane sabine, hayatın
ve tüm güzelliklerin ana merkezine; tevhide, adalete, kardeşliğe, özgürlüğe,
aydınlığa, hak ve hukuka yönelmek
demektir. Kabe’ye yönelmek, kabe’nin temsil ettiği dine(inanç ve yaşam tarzına) yönelmek
demektir. Neye ve nereye yöneldiklerinin farkında olanların ve bu yönelişe uygun
davranış geliştirenlerin imanlarını Allah asla zayi etmeyecektir. Onlar bu yönelişin
meyvesini hem bu dünyada, hem de ahirette yiyeceklerdir. Bunlar hidayet sahibi olan
insanlardır. “ çift kıble” sahibi olanların hidayetinden bahsedilemez. Mümin
insan hem “ Kabe’ye” hem de “…saray’a” yönelemez. Çift kıble sahibi
olmanın adı, İslami ıstılah sisteminde “ münafıklık”tır. Bu ayet-i Kerime’de
geçmekte olan “imanları” ifadesi, Mescid-, Aksa’ya doğru kılınan namazların
ötesinde, bu yeni önderliğe, insanlığın örnek modeli olmaya, Allah’ın dininin
yaşayan temsilcileri olmaya olan inançtır. İşte Allah, böyle bir imana sahip olan
insanların imanını boşa çıkarmayacaktır. Bu imanın açılımı İslam’dır. İslam, her türlü cahiliye inanç ve yaşayışından
uzaklaşarak Allah’a teslim olmaktır.
İşte bu inancın bayrağı dalga dalga dalgalanan Kabe’dir. 142. ayetin
başında “ sefihler….. diyecekler” ifadesinin yer alması, gerçekten enteresan bir
anlam içermektedir. İfadenin “ dediler” şeklinde değil de “ diyecekler”
şeklinde getirilmesi, bu yönelme işinin ve o sözün gelecekte zamanlarda da olacağını
ve söyleneceğini göstermektedir. Gerçek şu ki, bugün Müslümanlar “kıblelerini”
şaşırmış durumdalar. Onlarda bazıları kıblelerini değiştirip ( topukları
üzerinde gerisin geriye dönüp) başka taraflara yönelmişlerdir. İçine düştükleri
maymunca taklit hastalığı onları farklı kıblelere yönlendirmiş ve böylece onlar
merkezi örnek ümmet olma vasıflarını yitirmişlerdir. Müslümanlar, içlerindeki
beyinsiz ahmakların yüzünden şerefli önderler olma vasıflarını kaybetmişlerdir.
Mekke’deki “kıble” Avrupa’da, ABD’de,
Moskova’da, İsrail’de aranır olmuştur.
Bu beyhude çabalar, İslam ümmetini alabildiğine
izzetsiz kılmıştır. Bugün birisi çıkıp, Müslümanların gerçek kıblesine yönelecek
olsa, sefihler yine aynı sözü söylerler: “ Bunları döndükleri yerden çeviren
nedir?” Evet, bizleri kıblemize çeviren neden, Allah’ın emrine olan sarsılmaz
imanımızdır. Kıblenin
değişmesi olayı, özde müminle sözde mümini ortaya çıkaran en mühim olaydır.
İnsan tanımak istiyorsanız, onun nereye döndüğüne ve kimi örnek aldığına
bakınız. Kabe hayatın referans noktasına Allah’ yerleştirmektir… 143.
Biz senin,( yeni
bir kıble arzusuyla) yüzünü/bütün benliğini (zaman zaman ) gökyüzüne doğru çevirip çevirip durduğunu görüyoruz!.. [ Evet,
senin bu konudaki beklentine cevap vermeyi uygun bulduk.] İşte, şimdi seni hoşnut
olacağın ( muazzam) bir kıbleye/yöne/merkeze kesin olarak çeviriyoruz. Artık sen, yüzünü/bütün
benliğini (doğruluk, güvenlik, özgürlük, kardeşlik,adalet, kulluk ve tevhid’in
ana merkezi olan) Mescid-i Haram yönüne çevir!... Ve siz(de, ey insanlar!) artık her
nerede olursanız olun ( bütün farklılıklarınıza rağmen, aynı hedefe yönelen tek
bir ümmet olma bilinciyle) yüzlerinizi/bütün beliklerinizi onun tarafına/ yönüne
çeviriniz!.. (Oradan doğan tevhid dinini kabul edip aynı hedefe/kabe’ye yöneliniz! Sakın şu
Yahudilerin ve Hıristiyanların kıskançlıklarının kurbanı olmayınız; onların
fitnelerine,uyunlarına, yanıltıcı yorumlarına ve asılsız söylentilerine kanmayınız…) Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, şu kendilerine kitap verilmiş olanlar (Yahudi ve
Hıristiyan din adamları), bunun ( kıbleye yönelme emrinin) Rablerinden gelen bir
gerçek olduğunu elbette çok iyi bilmektedirler! Evet,
Allah, onların yapıp etmekte oldukları şeylerin hiçbirisinden kesinlikle
gafil/habersiz değildir!.. 144.
Evet, yemin
olsun ki, sen, şu kendilerine kitap verilmiş olanlara(Yahudi ve Hıristiyan din
adamlarına) bütün ayetleri (belgeleri,delilleri, mucizeleri) getirip göstersen bile,
onlar yine de ( kendi anlayışlarından vaz geçip) senin kıblene/yönüne/dinine tabi
olmazlar! Artık sen de onların kıblesine/yönüne/dinine
kesinlikle tabi olacak değilsin! (Zaten) onların bir kısmı bile diğer bir kısmının
kıblesine/yönüne/dinine asla tabi olmaz!..[ O halde, şunu iyice bil ki,] eğer sen,
sana gelen bu hakikat(Kur’an) bilgisinden sonra, şayet onların heva ve heveslerine
(keyiflerine göre kurguladıkları, düzüp uydurdukları inanç ve yaşam
tarzlarına/kıblelerine/ideolojilerine/yaşam felsefelerine) uyacak olursan, hiç şüphen
olmasın ki, o zaman sen de, kesinlikle o zalimlerden birisi oluverirsin! 145.
(Ey
Müslümanlar ve ey insanlık âlemi! Sakın
ha, onların, ellerinde yeterli delil olmadığı için bu gerçeği inkar ettiklerini
sanmayınız! Sizler, onların ne büyük
zalimler/hainler olduğunu bilemezsiniz! Bakınız,) şu kendilerine kitap vermiş
olduklarımız (var ya), onlar O’nu ( son peygamberi) kendi öz oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar/bilirler!.. Hal böyleyken, yine de onların (organize
olmuş büyük) bir kısmı, bu gerçeği, kesinlikle bile
bile gizliyorlar!.. 146.
(Onlar her ne
derse desinler ve her ne yaparsa yapsınlar sen, şunu kesin olarak bil ki; yegane ) Hak
ve hakikat, ancak Rabbin tarafından bildirilmiş olandır. Şu
halde, sakın o şüphe etmekte olanlardan birisi olma!.. 147.
Evet, herkesin (
ve her kesimin), kendisine yönelmekte olduğu bir yönü ( bir kıblesi, bir hedefi, bir
amacı) vardır. (O halde, siz ey müminler! Kıble konusundaki tartışmaları
bırakınız; çünkü sizleri Allah’a yaklaştıracak olan bu değildir.) Sizler hiç vakit kaybetmeden hemen ( yapmakla
emrolunduğunuz) hayırlara ( tevhide, adalete, kardeşliğe, kulluğa, özgürlüğe,
birliğe, beraberliğe, yardımlaşmaya, dayanışmaya ve bilumum hayırlı işleri
yapmağa) koşuşun!..(Ve şunu asla unutmayınız ki,) her nerede olursanız olun Allah,
sizin hepinizi ( mutlaka kendi huzurunda) bir araya getirecektir!.. Hiç şüpheniz olmasın
ki, Allah, her şeyi yapmaya mutlak olarak kadirdir!.. 148.
Evet,( bu konuda
yersiz tartışmalara ve itirazlara dalmanıza asla gerek yoktur.) artık her nereden çıkarsan
çık( ve her kim olursan ol), yüzünü (tüm benliğini) Mescid-i Haram yönüne
çevir!.. Hiç şüphen olmasın ki, bu ( hüküm) rabbin tarafından emir buyrulan
(kıyamete kadar asla değişmeyecek olan sabit ve hak/ hikmete uygun) mutlak bir geçektir.
Evet, Allah, sizlerin yapıp-etmekte olduğunuz şeylerin hiç birisinden asla gafil/
habersiz değildir!.. 149.
Şu halde, her
nereden çıkarsan çık (ve her kim olursan ol), yüzünü (tüm benliğini) Mescid-i
Haram yönüne çevir!.. ( Evet, siz de ey müminler!) Her nerede ( ve her ne halde)
olursanız olun, (bütün farklılığınıza rağmen, aynı imanı paylaşan bir ümmet
olarak) artık yüzlerinizi / tüm benliklerinizi (tam anlamıyla) Mescid-i Haram yönüne
çeviriniz ki, ( diğer ) insanların sizin aleyhinize tutunabilecekleri/
kullanabilecekleri hiçbir delilleri ( bahane ve itiraz noktaları) kalmasın; ancak
onlardan ( bile
bile nankörlük yapmayı meslek edinmiş olan) zalimler hariç!.. ( Zalimler her zaman
bir inkar gerekçesi bulurlar.) O halde, artık
onların hiçbirisinden(gerçeği karartan inatçı, mücadeleci ve kavgacı zalimlerden)
korkmayınız, sadece ve sadece benden korkunuz ( ve bana karşı derin bir saygı içinde
olunuz ki,) size olan o ( mühim) nimetimi tamamlayayım ve böylece siz de hidayete
eresiniz/ doğru yolu bulasınız!.. 150.
Nitekim ( o
mühim nimetimi tamamlamak üzere) size, sizden biri olan ( o güzide insanı) bir
peygamber olarak gönderdik: O size, bizim ayetlerimizi ( mesajlarımızı, ilkelerimizi,
talimatlarımızı, tavsiyelerimizi, emir ve yasaklarımızı) kemal-i hürmetle tane tane
okur/ anlatır ve onlara nasıl uyulacağını/ yaşanacağını gösterir; sizi (maddi ve
manevi her türlü pislikten) temizleyip arındırır; size
kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmeti ( Kuran’ı anlayıp hayata aktarma basiret ve
becerisini) öğretir ve size hiç bilmediğiniz/bilemeyeceğiniz ( daha) nice şeyleri
bildirip öğretir!.. 151.
Şu halde ( ey müminler!)
Sizler ( daima) beni anın/ hatırlayın/ hesaba katın ki, ben de ( rahmet ve
nimetlerimle) sizi anayım!.. O halde, ( haydi daima) bana şükredin ve sakın nankörlük
etmeyin!.. ( Ayetlerimin hilafına davranmayın.) 152.
Ey ( bu Kur’an’a)
iman etmiş olanlar! ( Haydi,) sabır ve namaz ile ( Allah’dan) yardım isteyin!.. Hiç
şüpheniz olmasın ki, Allah, daima sabredenlerle ( zorluklar karşısında yılmadan ve
ümitlerini kaybetmeden mücadele edenlerle) beraberdir!.. NOT: Ey iman şerefiyle şereflenmiş olan kullarım!
Biliniz ki, her nimetin bir külfeti vardır. Devraldığınız bu sancağın/ önderliğin/imamlığın
çok şerefli nimetleri olduğu gibi, bir kısım külfetleri de vardır. Sizler, yürümekte
olduğunuz bu yolda göreviniz gereği birçok imtihanla karşılaşacaksınız.
Nimetlerle imtihan olacağınız gibi, külfetlerle de imtihan olacaksınız. Çünkü biz
sizi, “ Biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden
eksilterek ( bir kısım sıkıntılara düşürerek) elbette imtihan edeceğiz!..” Böyle
yapacağız ki, iyi ile kötüyü, temiz ile pisi birbirinden ayırt edelim ve böylece
sizi kemale erdirelim ve size olan nimetimi tamamlayalım.
Kullarım! Bu yolda yürürken çok büyük ve çok sinsi iki düşmanla
karşılaşacaksınız: Biri dahili, diğeri harici olan bu iki düşman sizlere daima
pusu kurmuş durumdadırlar. Onlarla çarpışmadan yolculuğunuzu asla
tamamlayamazsınız. Bir taraftan “mücâhede/ nefis terbiyesi”, diğer taraftan “mücâdele/muharebe”
yapmaya mecbur kalacaksınız. Dahili düşmana karşı en zorlu “mücâhede”, harici
düşmana karşı da en zor “mücâdele”
savaşlarına gireceksiniz. İşte bütün bu durumlar karşısında sizi zafere götürecek
olan sabır ve namazdır. Bu yolculuğun başı, ortası ve sonu sabırdır. Mutlak
başarı iman, sabır, azim ve gayretten geçer. İyilikleri elde etmek için sabır, kötülüklerden
kaçınmak için sabır… Sabır..sabır..sabır.. Sabır sizin şiarınızdır… Sabrı
kuşanmak ilahi yardım kapılarını açar… Namaz ise, “ dinin direği, müminin
miracıdır.” Sizleri dünyevi ve uhrevi mükemmelliğe olaştıracak olan namaz
ibadetidir. Önder şahsiyet olmanın yolu “ günde en az beş kez ilahi “kalıba dökülmek”
ten geçer. Namaz ümmet teşkilatının, tanış olmanın, kardeş olmanın, sevmenin,
yardımlaşmanın, dayanışmanın, mükemmelleşmenin ve bir bütün olmanın en güzel
tezahürüdür. Namaza dayanmadan ilahi yardımı hak edemezsiniz… O halde, ey müminler!
Sabır ve namaz ile Allah’dan yardım isteyiniz!.. 153.
( Ey iman
edenler! Sizler, sakın şu kafirlerin dediği gibi,) Allah yolunda öldürülmüş/
canlarını feda etmiş olanlar için “ölüler” demeyiniz!.. Hayır, hayır! Onlar
asla ölüp yok olmadılar; tam aksine onlar, ( sonsuz nimetler içerisinde) yaşıyorlar;
fakat siz, (onların yaşamlarını) hissedemezsiniz/fark edemezsiniz!.. NOT:
İbni Abbas(r.a)’ın rivayetine göre bu ayet, Bedir şehitleri hakkında nazil
olmuştur. O gün mü’minlerden on dört yiğit şehit düşmüştü. Bu yiğitlerden
altısı muhacirlerden, sekizi ensardandı.(T.K) Konuyla ilgili değerlendirmelerde
bulunan Yahudi, münafık ve müşrik cephe insanları şöyle diyorlardı: “Muhammed’in
ashabı, kendilerini (boşu boşuna ve bir hiç uğruna) öldürüyorlar, hayatlarını
heba ediyor, bu dünyadan hiç bir şey elde etmeden çıkıp gidiyorlar ve bir hiç uğruna
ömürlerini tüketiyorlar…” Bu ve buna
benzer sözler söyleyenler, “insanların tekrar dirilmeyeceklerini, bu dünya da
çektikleri sıkıntıların karşılığının olmayacağın, cennet va’dinin bir
aldatma olduğun, ahiret diye bir alemin bulunmadığını ve bütün bunların Hz
Muhammed(sav) tarafından uydurulup
insanların aldatıldığını…”da söylüyorlardı. Bu yıkıcı propaganda mü’minlerin
gönlünü yaralıyor ve hatta bazı mü’minler üzerinde olumsuz etkilere sebep
oluyordu. Hatta bazı mü’minler de:” falanca öldü, falanca öldü!” demeye başladılar.
İşte bu ayeti kerime böyle bir atmosferde nazil oluyor. Hz. peygambere ve ahirete
inanmayan bu insanların sözlerini ve inançlarını reddediyor ve mü’minler,
şehidleri için kafirlerin söylediği sözleri söylememeleri emir buyruluyor. Zira
durum asla onların( Yahudi, münafık, müşriklerin) sandığı gibi değildir. Gerçekte
onlar ”yaşıyorlar”, fakat siz onların yaşamlarını hissedemezsiniz. Onlar şu
anda Rableri katında en mutlu, en güzel şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler. Hz.
Peygamber(s.a.s) şöyle buyurmuştur:” Şehidlerin ruhları, yeşil bir kuş halinde,
cennette diledikleri gibi gezerler. Sonra arşın altına asılmış olan kandillere
yaklaşırlar. Rableri onlara muttali oldu ve buyurdu ki: “ Ne istiyorsunuz?”, onlar
derler ki:” Ey Rabbimiz ne isteyelim ki zaten sen bize yaratmış olduğun varlıklardan
hiçbirine vermediğin şeyleri bize verdin!” Sonra Yüce Allah onlara yine aynı soruyu
tekrarlar. İsteksiz bırakılmayacaklarını görünce derler ki: “Ey Rabbimiz bizi
tekrar dünyaya döndürüp, ölünceye kadar senin yolunda cihat ettirmeni istiyoruz.”
Rableri der ki:” Ben onların bir daha dünyaya döndürülmeyeceklerini yazdım.”(İbni
Kesir) 154.
Yemin olsun ki,
( girmiş olduğunuz bu İslam yolunda) biz sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da
mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek ( bir kısım sıkıntılara düşürerek)
kesinlikle imtihan edeceğiz!.. Evet, sen, o sabredenleri
(zorluklar karşısında yılmadan ve Allah’a olan ümitlerini yitirmeden daima
mücadele etmekte olanları) müjdele!..[ Cennet onlarındır.] 155.
O sabreden
kullar öyle kimselerdir ki, başlarına bir musibet gelip çattığı zaman: “ Biz; (
can, mal ve sahip olduğumuz her şeyimizle) sadece ve sadece Allah’a aidiz!.. Evet, biz, sadece ve sadece O’na dönmekteyiz!.. [ Kaybedecek hiçbir
şeyimiz yoktur.]” derler. Not: Bu
ayet, mü’min almanın en mükemmel tanımını ortaya koymaktadır: Biz ve bize ait
olan her şey, sadece ve sadece Allah’ındır ve biz, O’na dönmekteyiz. Önder,
örnek olmanın temel mantığı bu düşüncede olsa gerek. İşte, tama da böyle düşünenler
önder örnek/imam/halife ümmet olabilirler. Bu düşünceye/imana sahip olan mü’mini
hangi musibet yıldırabilir ki? Böyle düşünen bir mü’min, musibetler karşısında
asla yılmaz. O, taşımakta olduğu bayrağı arkasına, sağına, soluna bakmadan ve hiçbir
maddi/ dünyevi hesap yapamadan taşır ve o bayrağı dikilmesi gereken her yere diker. 156.
İşte onlar,
Rablerinden (gelen) salavatlara ( mağfiretlere, nimetlere, lütuflara, bağışlara,
ihsanlara, feyizlere, desteklere, başarılara,) rahmet ve merhametlere nail olacak
olanlardır. Evet, işte onlar, hidayete ermiş olanların/ doğru yolu bulmuş olanların
ta kendileridirler!.. 157.
Hiç şüpheniz
olmasın ki, safa ve Merve tepeleri ( güçlü imanın, samimi kulluğun, sarsılmaz
sabrın, tahammülün, bitmez mücadelenin, fedakarlığın, ilahi aşkın, çetin imtihanın
ve ilahi yardımın tecelli ettiği) Allah’ın (dininin) sembollerindendir. Bu nedenle
her kim hacc veya umre yapmak niyetiyle Beytullah’ı ziyaret ederse, o iki tepeyi (
islama uygun olarak) tavaf/ sa’y etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Evet, her kim gönüllü
olarak yapması gerekenden daha çok hayır işlerse, ( bilsin ki,) Allah, Şâkir’dir: (Şükredenlerin şükürlerine/
hayırlı işler yapanların amellerine bolca karşılık verendir); Alîm’dir: (Her şeyi hakkıyla bilmekte
olandır)!.. 158.
Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki, indirmiş olduğumuz o apaçık
belgeleri( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet açık, gayet
anlaşılır ve gayet ikna edici olan o delilleri/ bilgileri) ve o hidayete erdirici
ilkeleri/dosdoğru yola ulaştıran o hükümleri,
biz onu kitap’ta (bütün) insanlar için apaçık olarak açıklayıp ortaya koyduktan
sonra, (çeşitli sebeplerden ötürü onu/ tevhid öğretisini) gizleyip durmakta olan
şu kimseler (var ya, Allah onlardan asla hoşnut
olmayacak/ onlara asla müteşekkir/ lütufkar davranmayacak)!.. İşte onlar, kendilerine hem Allah’ın lanet
edip durduğu ve hem de lanet etme hakkına
sahip olanların (gizlemeden ötürü gerçeği öğrenemeyen ve zarar gören tüm
insanların ve varlıkların) lanet edip durduğu kimselerdir!..[ Şu halde ey insanlar!
Gerçeği gizlemekte olanlardan uzak durunuz. Onlar, beraber olunacak kinseler
değildirler…] 159.
Ancak,(
bunlardan) tövbe edip hallerini düzeltenler ve gizledikleri gerçekleri gözler önüne
koyanlar/ açıklayanlar bunun dışındadırlar; (onlar, kendilerini lanete uğramaktan
kurtarmışlardır.) Artık onlar, benim (
rahmet ve mağfiretim ile) kendilerine yönelip tövbelerini kabul buyurduğum
kimselerdir. Evet, ben, Tevvab’ım: ( Aklını başına toplayıp da bana yönelen,
tövbe edip hatalarından dönen tüm kullarımı affedenim); ve yine ben, Rahîm’im: ( Rızama muvafık
davranan kullarıma özel rahmetimi, iyiliğimi ve güzelliğimi lütfedip, onlara olan
rahmetimi kesintisiz olarak devam ettirenim, hak eden herkese hakkını verenim)!.. 160.
Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki, (indirmiş olduğumuz o apaçık
delilleri/belgeleri/öğretileri) bile bile gizleyen/yalanlayan/ reddeden/ inkâr eden/ ve bu hal üzere kafirler olarak ölen kimseler
(var ya, onlara ben, asla mağfiret etmem)!.. İşte onlar; Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanlığın la’neti üzerlerine ( yağmış) olan kimselerdir!.. 161.
Onlar ( o lanet
denizinde) ebedi olarak kalıcıdırlar ve üstelik onların ( cehennemdeki azapları) ne
hafifletilir ve ne de kendilerine mühlet verilip göz açtırılır!.. NOT: Allah’ın dininden, birilerinin hatırı veya dünyevi
bazı menfaatler için bir şey veya birşeyler gizlemek, Yüce Allah’a şirk
koşmaktır. Bu davranış, özellikle bazı otoritelerin hatırı için yapılıyorsa
işte bu tam bir şirk olur. Çünkü gerçeğin ilan edilmesi/ açıkça duyurulması
Allah’ın açık bir emridir. Aksi davranışınızla siz, Allah’tan başka
otoritelerin kulluğuna girmiş olduğunuzu ortaya koymuş oluyorsunuz. Böyle davrananlar, sanki bir lânet yağmuruna
tutulmuş gibidirler. Her taraftan üzerlerine lânet yağmaktadır. Bir taraftan yüce
Allah’ın lâneti, bir taraftan meleklerin lâneti, bir taraftan tüm insanların lâneti
ve bir taraftan da bütün diğer varlıkların lâneti üzerine yağmaktadır. Bunlar
adeta sığındıkları her yerden kovulup atılıyorlar tıpkı uyuz bir it gibi.. Allah’a
sığınıyorlar, fakat o, bunları lânetleyip kovuyor, meleklere sığınıyorlar, fakat
onlarda bunları lanetleyip kovuyor; insanlara sığınıyorlar, fakat onların tümü
birden bunları lânetleyip kovuyor; diğer varlıklara sığınıyorlar. Oların da tümü
bunları kovup uzaklaştırıyorlar…Lânet üstüne lânet!.. Gidecek ve sığınacak hiçbir
yer yok! Onlar oracıkta, düşdükleri o lânet çukurunda öylesine, ebedi olmak üzere
kala kalıyorlar, üzerlerine kesintisiz lânet yağdığı halde!... Çünkü onlar
tarihin en büyük cinayetini işlediler, “gerçeği” gizlediler… 162.
( Ey insanlar! Sizler, sakın bu la’netlik kimselerin
önerdikleri şahıslara, varlıklara, güçlere, otoritelere, değerlere kulluk
etmeyiniz!..) Evet, sizin, (hükmü ve
hakimiyeti altına girip kendisine bağlanma zorunda olduğunuz) ilahınız, bir tek/
biricik ilah ( olan Allah) tır; O’ndan başka (Bağlanmaya değer )hiçbir ilah ( varlık,
güç, otorite ve değer) yoktur!..O, Rahman’dır: ( Rahmeti her şeyi kuşatmış;
iyiliği, lütuf ve ihsanı bütün varlığı sarmış; sonsuz ve sınırsız derecede
rahmet, iyilik ve güzellik sahibi olan ve çokça merhamet edendir); Rahîm’dir: (Hak
eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik
ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!.. 163.
Evet,( ey
insanlar!) Hiç şüpheniz olmasın ki, göklerin
ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ihtilafında ( birbirlerini takip edip
peş peşe gelmelerinde, karanlık ve aydınlık olmalarında, uzayıp kısalmalarında,
birbirine zıt ve ters olmalarında), insanlara fayda veren şeylerle denizlerde akıp
giden gemilerde, Allah’ın gökten bir su indirip de, onunla, ölümünden sora
yeryüzünü diriltmesinde ve orada her
türlü canlıyı çoğaltıp yaymasında, rüzgarların evirilip çevrilmesinde, gök ile
yer arasında (emre) hazır bekleyen bulutlarda [ ve daha nicelerinde], aklını
kullanmakta olan bir toplum için, ( Yüce Allah’ın bir tek/biricik ilah olduğuna ve O’ndan
başka kulluk edilmeye değer hiçbir varlığın,gücün, otoritenin ve değerin
bulunmadığına, O’nun bütünüyle Rahman ve Rahîm olduğuna dair) kesinlikle nice
deliller/ belgeler/ göstergeler vardır!.. NOT: Akıl,
sahibini hak ve hakikate götürecek ilahi bir alettir. Onu kullanmasını bilmeyen veya
yanlış kullanan asla iflah olmaz/olamaz. Akıllarını keyiflerinin emrine verenler,
heva ve heveslerini, kendi kişisel telakkilerini, istek ve tutkularını, canlarının
istediği şeyleri aklileştirirler. Böylece akıl nimeti tabii fonksiyonunu yitirir ve
hoşa giden her şey Allah’a denk haline gelir. Şirkin ana çıkış noktası
akılsızlık ve aklı yanlış kullanmaktır. İşte örneği. Okuyalım: 164.
( Ama bütün bu
delillere rağmen, yine de) insanlardan öyle(sefih) kimseler vardır ki, onlar, Allah’ın
berisinde/ daha aşağısında, ( bazı kimselere tutulup, onları Allah’a) denkler
edinerek, Allah’ı sever gibi onları sever dururlar!.(*) Oysa, ( gerçek anlamda) iman
edenlerin Allah’a olan sevgileri, ( başkalarına olan sevgilerinden) kat kat güçlüdür!..(**)
Evet,( Allah’tan başkalarını Allah’ı sever gibi severek) zalimlik/ hainlik
yapmış olanlar, ( kıyamet günü) cehennem azabına uğradıkları zaman, mutlak olarak
bütün güç ve kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve gerçekten de Allah’ın
azabının çok çetin olduğunu görecekleri gibi, keşke (o gerçeği şimdi) görselerdi!.. Not: (*) “Allah’ı
sever gibi onları severler!” deyimsel ifadesi şu anlamları ifade etmektedir: Allah’a yapılacak şeyleri
onlara yaparlar, Allah’ın rızasını düşünmeden onların rızasını düşünürler,
onlara olan sevgilerini hareket noktası kabul ederler, Allah’ın emirleri yerine
onların emirlerine uyarlar, onların görüş ve düşüncelerini esas kabul ederler,
onların yolundan giderler, onları Allah’ı sever gibi severler… İşte böylece
onları Allah’a denk/eşdeğer haline getirirler… (**) Gerçek müminler muvahhid oldukları için,
bütün muhabbetlerini bizzat Allah’a hasrederler. Allah’ın mahlukatına olan
sevgilerini Allah’a olan sevgilerinden alırlar. Onlar sevdiklerini Allah için
severler, Gerçek müminler, Allah için sevmekle, Allah’ı sever gibi sevmek
arasındaki farkı çok iyi bilirler. Onlar, hiç kimseyi Allah’ı sever gibi asla
sevmezler. Onların Allah’a olan sevgileri her şeyin üstündedir… 165.
İşte,
kendilerine uyulanlar(peşlerinden gidilenler), kendilerine uyanlardan alabildiğine
uzaklaşıp kaçtılar( onları reddedip tanımaz oldular!..
Ve işte, (her iki taraf da) cehennem azabını görüverdiler!.. Ve işte,
aralarındaki bütün bağlar/ bağlantılar/ ilişkiler tamamen kopup paramparça
oluverdi!.. 166.
Ve tabii ki, o
tabi olanlar( sözüm ona önder/öncü insanların peşlerinden gidenler) şöyle
dediler: “ Ah ne olurdu, keşke bizlere bir kere daha fırsat verilseydi de, (bugün)
onların bizden uzaklaşıp kaçtıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşıp kaçsaydık!..”
İşte böyle: Allah onlara ( yapıp-ettikleri bütün) işlerini, acısı üzerlerine
çökmüş onulmaz hasretler/ pişmanlıklar halinde gösteriyor/ gösterecek!.. Evet,
onlar, o azaptan asla çıkarılacak değillerdir!.. 167.
[ O halde,]Ey
insanlar! [ Bu ve buna benzer şirk ilişkilerinden ve bunların sonucu olarak cehenneme düşmekten
kurtulmanız için, şu] yeryüzünde bulunan
şeylerin, helal ve temiz olanlarından “yiyiniz”/ faydalanınız ve sakın o şeytan’ın/ şeytanların (insanları peşlerine takıp
yanlışlara, haramlara, iğrenç ve pis işlere sürükleyen sapık ve azgın kimselerin)
adımlarını izlemeyiniz!.. Gerçek şu ki o,
sizin için apaçık bir düşmandır!.. 168.
Evet, o size,
sadece (küçük-büyük, açık-gizli) her türlü kötülüğü, her çeşit
hayasızlığı,( edepsizliği, yüz kızartıcı fiili, cinsel sapkınlığı,günahları
açıktan işlemenizi) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri/ şirk düzenini
(uydurup) söylemenizi emreder durur!.. 169.
Evet, [ bakın,
akıllarını kullanmayıp da, şeytanın ve şeytanlaşmış kimselerin adımlarını
izleyenler ne hale gelmişlerdir:] Onlara: “(gelin) Allah’ın indirdiğine (Kur’an-î
ilkelere/ tevhid-î gerçeklere) uyun!” denildiği zaman, onlar: “ Hayır, hayır !
(Biz, Allah’ın indirmiş olduğuna değil,) babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye
(inanç ve yaşam tarzına) uyarız!..” dediler/ Bu konuda kesin bir kararlılık ve
tavır ortaya koydular. (Peki,) ya ataları, akıllarını ( doğru istikamette)
kullanmamış ve hidayetten de nasip almamış kimselerse?!..[ Yine mi onları
izleyecekler?!] 170.
Evet, (Allah’ın indirdiği bu hidayet rehberini) bile
bile gizleyen/yalanlayan/reddeden kimselerin (o
acayi p) halleri/ durumları, tıpkı (boş ve anlamsız) bağırıp-çağırmadan başka
hiçbir şey duymayan/anlamayan ve sadece çığırtkanlık yapıp duran (ahmak) kişinin
( tuhaf) haline/durumuna benzer!.. Onlar, (bu
Kur’an’ın cağrısına karşı) tam anlamıyla sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler;
bundan dolayı onlar akıllarını kullanamazlar!.. NOT: Bu ayetteki
vech-i şebeh (benzetme yönü) anlam ve amaçsızlıktır/ aptallıktır. Gerçekten de
bütün kafirler, nihai anlam ve amaçtan yoksun aptallardır. Onlar için “ gün
bugündür, dem bu demdir.” Öyleyse, “çal oynasın, vur patlasın.” Onlar sadece
yerler, içerler, tepinirler, çiftleşirler, bağırıp-çağırırlar… kuru gürültüler,
kaval sesleri, düdük sesleri, çan sesleri ve anlamsız haykırışlar… İşti
onların hayatı!.. Evet. Hepsi bukadar… 171.
Ey iman edenler!
Size rızık ( nasip-pay) olarak verdiğimiz şeylerin temiz ( ve hoş) olanlarından “yiyiniz”/
faydalanınız ve (bunlara karşılık) sadece Allah’a şükrediniz!.. Eğer siz,
yalnızca Allah’a kulluk ediyorsanız ( mutlaka böyle yapınız)!.. 172.
Allah size, [
onların/ o eski din mensuplarının haram listesi içerisinden] ancak ölü ( boğazlanmadan
ölmüş olan murdar hayvanı/ leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına
( kurban edilen)/ kendisiyle Allah’tan başkasına yaklaşılmaya çalışılan, Allah’tan
başkalarının rızası gözetilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat her kim,( haram
kılınmış olan bu hayvanların etinden yeme) mecburiyetinde kalırsa, haddi aşıp
taşkınlık yapmamak ve zaruret ölçüsünü aşmamak şartıyla (bunlardan yemesinde)
kendisine herhangi bir günah/ sakınca yoktur. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah Gafûr’dur:
(Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren
ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip,
onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!.. 173.
Hiç şüpheniz
olmasın ki, Kitap’tan Allah’ın indirmiş
olduğu şeyleri( Allah’ın ortaya koyduğu helal-haram, temiz-pis telakkilerini) bile
bile gizlemekte olanlar ve (yaptıkları) bu iş sayesinde az bir bedel( ahiret
nimetlerine göre çok küçük bir bedel olan
dünyevi menfaat) satın alanlar/ sağlayan şu kimseler
( var ya, asıl haram yiyenler onlardır)!.. Evet, işte onlar, karınlarına ateşten
başka hiçbir şey yemiyorlar/ doldurmuyorlar!..Evet, Allah, Kıyamet günü onlarla asla konuşmaz ( Onları adam yerine koymaz) ve
onları asla temize çıkarmaz!.. Evet, onlar için can yakan (elim)bir azap vardır!.. 174.
İşte onlar,
hidayeti verip karşılığında dalâleti, mağfireti( ilahi rahmetin tecelli ettiği
yaşam tarzını) verip karşılığında( cehennem) azabını satın alan kimselerdir!
Demek ki onlar, cehennem ateşine karşı ne kadar da dayanıklıymışlar!!! 175.
İşte böyle:
Onların bu duruma düşmelerinin (asıl) sebebi, Allah’ın (bu) Kitab’ı ( Kur’an-ı)
hak olarak indirmiş olmasıdır!.. [ Hak ve hakıkatı kabul etmek onlara ağır geldi;
onlar bu sebepten dolayı ona karşı çıktılar ve bu duruma düştüler.] Evet, gerçek şu ki, (iman etmeyerek ve içerisindeki
gerçekleri gizleyerek, bu) Kitap üzerinde ayrılığa düşenler ( var ya), elbette ki
onlar, çok derin bir ayrılık/ bölünmüşlük/ parçalanmışlık/ düşmanlık içindedirler!
[ Asla kurtulamazlar!..] 176.
[ Bakın,] Allah’a
gerçek anlamda kulluk ve bağlılık (gerçek dindarlık), yüzlerinizi doğuya ve
batıya döndürmeniz değildir; gerçek kulluk ve bağlılık, o kimsenin( yaptığı kulluktur ki,) O, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitab’a ve
peygamberlere ( şaibesiz olarak) iman etmiştir. (Kendi helal) malını,-ona olan
sevgisine rağmen-( sırf Allah’a olan sevgisinden ötürü) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara,( ihtiyacından ötürü) isteyenlere, boyunduruk altında bulunanların( köle
ve esirlerin) özgürlüğü için harcamıştır. Namazını,
büyük bir istek ve iştiyakla, kılınması gerektiği tarzda devamlı ve dikkatli bir
şekilde eda etmiş ve zekâtını da hakkıyla vermiştir. Tabi ki (onlar), söz verdikleri zaman, sözlerini daima
tastamam yerine getirirler( ahde vefa gösterirler). ( Gerçek kulluk ve bağlılık),
hasetsen felaket( meşakkat), zorluk ve
sıkıntılı zamanlarda sabrederlerin (yaptığı kulluktur)!.. İşte onlar, (dinlerine) gerçekten sadakat
göstermiş olanlardır! Ve işte onlar,( takvalı davranarak kendilerini koruma altına
alaların) muttakilerin ta kendileridir!.. 177.
[ Öldürme
olaylarında da gerçek kulluk ve bağlılık; töresel adetlere sarılmak, kan davası gütmek,
intikam peşinde koşmak, öfke ve tahriklere kapılıp cinayet işlemeye kalkışmak
değildir; bu konuda da gerçek kulluk ve bağlılık, hak ve hakikat/ adalet
ölçülerine uygun davranıp gerçek suçluyu cezalandırmaktır. Bunun için,] ey iman
edenler! Öldürülenler hakkında sizlere kısa ( adil karşılık) yazılmıştır. Hüre
karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın…[ Statüsü her ne olursa
olsun öldürme suçunu işleyen, işlediği
bu suça uygun ceza ile cezalandırılır. Kısas, başkalarına değil, sadece katile
uygulanır. Katil hür bir insan ise sadece o hür, eğer bir köle ise sadece o köle ve
eğer bir kadın ise sadece o kadın cezalandırılır. Katilin cezalandırılmasını
yeterli görmeyip, onun ailesinden, akrabalarından, kabilesinden ve bağlı olduğu
toplumundan birilerini cezalandırmaya kalkışmak cinayettir.] Fakat ( öldüren/ katil)
lehinde, ( öldürülmüş olanın) kardeşi/ velisi tarafından cüz-i bir şey ( suçun
bir kısmı) affedilirse ( katilin öldürülmesini değil de, bunun yerine kan bedeli/
diyet ödenmesini isterse), bundan böyle artık maruf olana/ örfe uymak ve ona diyet
tazminatını güzellikle ödemek gerekir. Bu ( hüküm), Rabbinizden bir hafifletme ve
bir rahmettir. Artık bundan sonra, her kim tecavüzkar davranırsa, ( bilsin ki,) kendisi
için çok elim bir azap vardır!.. 178.
Ey temiz ve has
akıl sahipleri, sizin için kısas ( hükmünü uygulamada) tam anlamıyla hayat( barış ve huzur) vardır!..
Umulur ki, (bu hükmü gerektiği gibi anlar ve uygularsınız da) korunursunuz!.. 179.
Sizden birisine
ölüm ( emareleri) gelip çattığı zaman, eğer bir hayır ( kayda değer bir mal)
bırakacaksa ( ve bıraktığı malın adil olarak paylaştırılmayacağından endişe
ediyorsa), maruf olana ( doğru ve adil olana)
uygun biçimde) ana-babaya ve ( diğer) akrabalara vasiyette bulunmanız ( ve bunun için
gerekli tedbirleri almanız ilahi bir hüküm olarak) sizlere yazılmıştır/ farz
kılınmıştır. Bu ( vasiyet), takvalı davrananlar üzerine ( mutlaka yerine
getirmeleri gereken ilahi) bir yükümlülüktür. Not: Bu ayet-i Kerime’yi sadece miras bağlamında düşünüp,
miras ayet ve hadisleriyle “ nesh” etmeye kalkışmanın tutarlı değildir. Bu ayet,
miras bağlamında değil, vasiyet bağlamında ele alınmalıdır. Çünkü, mirastan pay
alamayan akrabaların ( babası ölmüş torun gibi) varlığı ve din farklılığından
dolayı mirastan pay alamayan ana-babanın varlığı ve özel durumlar halen devam
etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. “Mirasçı için vasiyet yoktur.”
Hadisi, mirasçı olamayan akrabaya vasiyet olabileceğini de göstermektedir. Nisa suresi
11 v2 12. ayetler, mirasçılara yapılabilecek vasiyetin marufa uygun olan şeklini açıklamaktadır.
Yani o ayetler, bu ayeti hem tefsir etmekte ve hem de kısmi olarak tahsis etmektedirler. 180.
Ve her kim ( yapılan
bu vasiyeti) duyup öğrendikten sonra onu değiştirirse, ( bilsin ki,) onun vebali/ günahı
sadece ve sadece onu değiştirenin üzerinedir!.. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki,
Allah, Semi’dir : (Her şeyi hakkıyla işitmekte olandır), Alîm’dir: (Her şeyi
hakkıyla bilmekte olandır)!.. 181.
Fakat her kim
de, vasiyet edenin (maruf olandan/ hak ölçüsünden) sapıp bir adaletsizlik
yaptığından/ yanlı davrandığından veya bir günaha girdiğinden korkar ve ( bu
durumda vasiyeti hak ölçüsüne uygun olarak değiştirir ve) mirasçılar arasında bir
uzlaşma ( adil bir paylaşım) sağlarsa, ( bundan dolayı) ona herhangi bir günah
yoktur. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Gafûr’dur: (çok bağışlayıcıdır),
Rahîm’dir. (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel
bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam
ettirendir)!.. 182.
Ey iman edenler!
( Sizlere her türlü kötülüğü, fuhşiyatı,adaletsizliği
ve cinayetler işlemeyi emredip duran şeytan ve onun içinizdeki işbirlikçisi olan
nefsinize/ kışkırtıcı dürtülerinize karşı koruyucu bir kalkan olmak üzere)
Oruç, sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi, sizlere de yazılmıştır/ farz
kılınmıştır. Umulur ki, (gereğini yaparsınız da) takvalı davranırsınız/
korunursunuz! 183.
( Oruç size) o
sayılı günler ( sırasınca/ ramazan ayı boyunca farz kılınmıştır.) Evet, sizden
her kim hasta veya herhangi bir sefer/yolculuk üzerinde olursa (orucunu tutmayabilir;
buna mukabil tutamadığı o günler sayısınca diğer günlerde orucunu tutar. (İhtiyarlık
ya da şifa ümidi kalmamış/ tedavisi yapılamayan herhangi bir hastalıktan ötürü)
oruç tutmaya zoraki güç yetire bilecek durumda olanlar ( oruç tutunca ta’katları tükenecek
olanlar) ise, (oruçlarını tutmazlar); tutmadıkları her bir gün için, bir fakiri (
bir gün boyu) doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir.[ Fidyelerini verdileri takdirde
oruç tutmuş gibi sevap kazanırlar.] Evet,
her kim yapması gerekenden gönüllü olarak daha çok
hayır işlerse/ daha fazla fidye verirse/ daha çok nafile oruç tutarsa ( bilsin ki,) bu
kendisi için çok daha hayırlıdır. Evet, (güç ve meşakkatli oluşuna rağmen
herhangi bir mazeret üretmeden) eğer oruç tutarsanız, ( biliniz ki,) bu sizin için
çok daha hayırlıdır. Eğer ( oruç tutmanın faziletini) bilseniz (onu mutlaka
tutarsınız)!.. 184.
( Oruç tutmanız
gereken o sayılı/ sıralı günler) o ramazan ayıdır ki, ( bütün peygamberlerin ve
ilahi kitapların ta öteden beri anlata geldikleri) o gerçek hidayet yolunun tam ve
mükemmel/ apaçık bir belgesi ve bilgisi olan, hak ile batılın net ve eksiksiz ayırt
edicisi olan bu Kur’an, bütün insanlar için tam ve mükemmel bir hidayet
rehberi olmak üzere,( işte) o ayda indirilmiştir!.. Evet, sizden her kim o aya şahid
olursa (sağlıklı ve mukim olarak o ayda bulunur ve onun manevi değerini anlarsa), onu
oruç tutarak geçirsin!.. Her kim de hasta olur ya da herhangi bir sefer/ yolculuk
üzerinde bulunurda,( oruç tutamazsa), tutamadığı
günler sayısınca diğer günlerde oruçunu tutsun!..Allah sizin için kolaylık ister;
zorluk ( çekmenizi asla) istemez. ( Bu kolaylık, belirlenen) sayıyı tamamlamanız ( ve
en büyük olarak Allah’ı bilmeniz/ tanımanız) içindir. Umulur ki şükredersiniz/
Allah’ın istediği şekilde davranırsınız!.. 185.
Evet, Benim
kullarım, sana Ben’den sordukları zaman, “
Hiç şüpheleri olmasın ki, Ben, ( kendilerine) daima çok yakınım: ( Kendilerine
kendi şah damarlarından da yakınım. Evet,her ne isteyeceklerse, hiçbir aracıya baş
vurmadan direk olarak Ben’den istesinler; Çünkü Ben,)
davet eden/ dua eden her kulumun davetine/ duasına (mutlaka) icabet
ederim!.. O halde, onlar da Ben’im davetime ( tevhid çağrıma) icabet etsinler ve Bana
tam anlamıyla( şirksiz ve şeksiz olarak) inanıp güvensinler!.. Umulur ki ( böyle
davranırlar da,) rüşdlerine ererler: ( Akıl, iman ve davranış yönünden elverişli
hale gelir, olgunlaşır ve istikamet üzere yürürler)!. 186.
Oruç (la
geçirdiğiniz günün) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız ( onlarla cinsel
ilişkiye girmeniz) sizlere helal kılınmıştır: Onlar sizin( koruyucu ve güzelleştirici)
elbiseniz, siz de onların( koruyucu ve güzelleştirici) elbisesisiniz. Allah, (bu konuda) sizin nefislerinize sahip çıkamayacağınızı/beklenen
duyarlılığı gösteremeyeceğinizi ve kendinize ihanet edeceğinizi bildi de, lütuf ve
rahmetiyle sizlere muamelede bulundu/ yöneldi ve sizlere(oruçla geçirdiğiniz günün
gecesinde) hareket genişliği sağladı. Öyleyse, şimdi ( oruçla geçirdiğiniz günün
gecesinde) eşlerinize yaklaşabilir ve Allah’ın sizlere yazdığı/ meşru kıldığı
şeyden yararlanabilirsiniz!.. Sizin için, fecrin beyaz ipliği ( gündüzün başlangıcındaki
beyazlık) gecenin siyah ipliğinden (gecenin sonundaki karanlıktan) ayrılıp
belirginleşinceye kadar yiyip- içebilirsiniz!.. Şafak söktükten sonra, ( artık
ertesi) geceye/ akşama kadar orucu tamamlayınız/ tastamam tutunuz: ( Her türlü
yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak durunuz)! Fakat,
mescitlerde i’tikaf halinde iken ( oruçla geçirdiğiniz günün/günlerin gecelerinde
de) hanımlarınıza yaklaşmayınız/ onlarla cinsel ilişkiye girmeyiniz! İşte bunlar,
Allah’ın sınırları/ yasalarıdır!.. (Değil ihlal etmek,) onlara sakın
yaklaşmayınız!.. Allah, ayetlerini ( hükümlerini) insanlar için işte böyle açıklıyor!..
Umulur ki, ( bunları anlar ve gereğini yaparlar da,) takvalı davranırlar/
korunurlar!.. 187.
Evet, (bununla
beraber bir de,) Sakın mallarınızı, kendi aranızda batıl/ haksız ve haram yollar/ yöntemler/
nedenler ve gerekçelerle yemeyiniz: ( iç
etmeyiniz/harcamayınız)!.. yaptığınız
işin pekâlâ yanlış olduğunu bildiğiniz halde, günah işlemek/zulüm ve haksızlık
yapmak suretiyle insanların mallarından bir kısmını parçalayıp yiyebilmeniz/ ele geçirebilmeniz
için, sakın o mallarınızı hâkimlere/yöneticilere/ yetkililere sarkıtmayınız: (rüşvet
olarak vermeyiniz)!.. 188.
Onlar sana
hilalleri ( ayın bir ay boyunca aldığı şekilleri ve bunun her ay boyunca tekrarlanma
sebebini) soruyorlar!.. Onlara de ki: “ O ( hilaller), insanlar(ın dünya işleri) ve
hac ibadeti (din işleri) için birer (doğal)
vakit ölçüleridirler(*). [ Bakın,] Allah’a gerçek anlamda kulluk ve bağlılık,
“ evlere” arka tarafından gelmeniz(**) değildir; gerçek kulluk ve bağlılık, o
kimsenin yaptığı(iş)dır ki, o, (hayatın her alanında) takvalı davranmıştır
(Hayatın her alanında doğru olan yol ve yöntemi izlemiştir). Şu halde, “evlere”
“kapılarından” geliniz( işlerinizi Rabbinizin belirlediği usule/ yol ve yönteme
uygun olarak yapınız, düzenbazlıkla iş görmeye kalkışmayınız) ve ( her dem)
Allah’a karşı takvalı( saygılı ve sorumlu) davranınız!.. Eğer böyle
davranırsanız, belki o zaman arzu ettiğiniz sonuçlara/ kurtuluşa/ başarıya
ulaşırsınız!.. NOT: (*) Bu
ayet-i Kerime’de, belâgat ilminde “
el-Üslûbu’l-hakim”e diye adlandırılan bir anlatım sanatı vardır. Bu
anlatım sanatında, kendisine soru sorulan, sorulan soruya değil de, o konuda asıl
sorulması gereken soruyu nazari dikkate alarak cevap verir. Buna göre buradaki sorunun
takdiri şöyledir: “Onlar sana hilalleri ( ayın bir ay boyunca aldığı şekilleri ve
bunun her ay tekrarlanmasının hikmet faydalarını) soruyorlar.” Burada böyle bir üslûbun kullanılmış olması,
sorulacak soruların niteliğine ve adabına dair güzel bir ders vermeye yöneliktir.
Bununla şu denmiş oluyor: Ey insanlar! Peygamberinize, sizin hidayetinize yarayacak
sorular sorunuz; bir bilim adamına veya bir müneccime sorulabilecek soruları
Peygamberinize sormayınız… (**) “ Evlere arka tarafından gelmek ve evlere
kapılarından gelmek” ifadeleri, “ Kitab’ı
arkaya atmak” sözündeki gibi birer kinayeli sözdür. Bu ifadelerin hakiki manaları
olduğu gibi, bir de kinayeli ( mecazi) manaları vardır.Kinayeli sözler, onların
mecazi anlamları kastedilerek kullanılırlar. Kinayeli bir sözde kapalılık vardır,
örtük bir ifadedir. Bu tür sözler, hakiki anlamlarıyla mecazi anlamları arasında
bir köprü gibidirler. Hakikat tarafından bakıldığında sözün hakiki anlamı, mecaz
tarafından bakıldığında sözün mecazi anlamı görülür. Söz, asıl murad edilen
manaya işaret yoluyla delalet eder. Kinayeli sözlerde zihin, sözün gerçek manasından
mecazi manasına kendiliğinden geçiş yapar. Batıl yol ve yöntemlerle iş görmeye
kalkışmak, tamda evlere arkalarından gelmeyi ifade eder. Bir önceki ayette geçen“ Bi’l-Batıl” ifadesi, bir darb-i mesel ile, temsil-i bir anlatım ile açılanmaktadır.
Soruyu soranların örneği, evlerine normal yollardan değil de, arkalarından (
gelinmeyecek yollardan) gelen ahmak ve sinsi / düzenbaz adamların durumlarına
benzetilmiştir. “Evlere arkalarından gelmeye
çalışanların”, Allah’a gerçek anlamda kulluğa ulaşmaları mümkün
gözükmemektedir. Mümkün gözükse bile, evlerin arkalarında birer “delik”/gedik
açmalarına sebep olur. Bu durum evin mahremiyetini ortadan kaldırır, evi ev olmaktan
çıkarır. Yani dini deforme eder, bozar ve kulluğun yönünü değiştirir. Burada
kullanılan “ev” istiaresini iyi anlamak
mecburiyetindeyiz. Evlere kapılarından gelmek şu demektir: Dosdoğru bir yol ve metoda sımsıkı sarılarak
iş görmektir. Rabbimizin gösterdiği yol ve yöntemden daha uygun yol ve yöntem
yoktur. Bu yol ve yöntem de, her çeşidiyle haramdan
uzak durmayı, hile ve aldatmadan kaçınmayı, her çeşit düzenbazlığa son vermeyi,
net ve samimi olmayı zorunlu kılmaktadır. Düzenbazların dini olmaz. Hangi konuda
olursa olsun, “ bizi aldatanlar bizden değildirler.”
Bu kinayeli ifadeler burada harika bir anlam örgüsü oluşturmaktadır. Bu
ifadelerin burada kullanılması “ taşın
tam da gediğine konduğunu göstermektedir.” Bu
anlam örgüsüyle ayet, kendisinden önceki ayetlerin bir hatimesi, kendisinden
sonrakilerin de bir başlangıcıdır. Gerek inançta, gerek ibadetlerde, gerek muamelatta
ve gerekse de ahlak alanında bir mü’min, “evine” arkadan gelmeyi değil,
kapısından, Hz. Peygamber (sav)’in açtığı kapıdan gelme mecburiyetindedir. Hiçbir
hile, onu kurtarmaz. Mü’minim yapacağı
tek şey var: Adam gibi Hz. Muhammed(sav)’in arkasından yürümek ve O’nun açtığı
kapıdan girmektir. Diğer tüm uğraşlar, “evlere
arkadan girmeye” kalkışmaktır… Evlere arkadan girmek, asla iyilik ve taat
değildir… 189.
Şu halde, (
Allah’ın erine uyarak), Sizinle savaşanlara/ savaşmakta olanlara ( ve savaşacak
olanlara) karşı Allah yolunda siz de savaşın; fakat asla haddi (Allah’ın
belirlediği sınırları) aşmayın!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, haddi
aşanları/ mütecaviz davrananları asla sevmez! 190.
Evet, ( o savaş
ortamında), onları yakaladığınız her yerde öldürün ve sizi çıkarıp attıkları
her yerden (siz de) onları çıkarıp atın!.. Çünkü o fitne (baskı, zulüm, işkal,
bozgunculuk, entrika, işkence, kargaşa) ortamında yaşamak, savaşıp (düşman)
öldürmekten ( ve öldürülmekten) daha
çetin (bir bela)dır!.. Onlar Mescid-iHaram yanında sizinle savaşmadıkça, siz de
onlarla savaşmayın!..Eğer onlar orada da sizinle savaşırlarsa, (hiç tereddüt
etmeyin) siz de onlarla savaşın!.. O saldırgan/fitneci kafirlerin cezası işte böyledir!.. 191.
Eğer onlar, ( o
saldırgan ve baskıcı tavırlarından) vazgeçerlerse, (siz de onlara saldırmaktan
vazgeçin!.. Şunu asla unutmayınız ki,) Allah, Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır);
Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel
bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam
ettirendir)!.. 192.
Evet, hiçbir
fitne (baskı, zulüm, işkal, bozgunculuk, entrika, işkence) kalmayıncaya ve din(
hayata dair hüküm) yalnızca Allah’ın oluncaya kadar( Allah’tan başka hiç
kimseden korkulmayacak özgür bir ortama ulaşıncaya ve bir mü’min dini özgürce yaşayıp
tebliğ etme imkanı buluncaya kadar) onlarla savaşın!.. Eğer ( o saldırgan ve
baskıcı tavırlarından) vazgeçerlerse, (siz de onlarla savaşmaktan vazgeçin)!..
Şunu asla unutmayınız ki, Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur!.. 193.
Haram ay, haram
aya denktir (haram ayda size saldırırlarsa, siz de karşılık verin); hürmetler ( saygı
duyulması gereken şeyler ve yasaklara uymak) karşılıklıdır. O halde, her kim size
karşı (hürmetsizlik edip) haddi aşarsa/saldırgan davranırsa, siz de(ona) aynıyla
karşılık verin!.. Allah’a karşı
takvalı davranın(onun belirlediği sınırları asla aşmayın)!.. Evet, bilin ki, gerçekten
de Allah; (yardımı, zaferi,koruyup gözetmesi ve desteğiyle) takvalı davrananlarla
(belirlediği sınırlara riayet edenlerle) beraberdir! 194.
Evet, ( Allah
yolunda canlarınızla mücadele edin) ve
Allah yolunda(servetlerinizden de) infak ediniz: ( Bu yolda canla-başla mücadele etmeyi
ve servetlerinizden infak etmeyi terk etmek suretiyle sakın) kendinizi kendi ellerinizle
tehlikeye/ zillete ve cehenneme atmayınız!.. Evet, ( hayatın her alanında) iyilikler
yapınız!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah;(
yardımı, zaferi,koruyup gözetmesi ve desteğiyle) Muhsin olanlarla ( her hususta iyilik
yapanlar ve iyi davrananlarla) beraberdir!.. 195.
Ve (başlamış
bulunduğunuz) hacc ve umre (ibadetini) Allah için tam yapın( eksiksiz olarak
tamamlayın)! Eğer (başlamış olduğunuz hacc ve umre ibadetini, herhangi bir nedenden
ötürü tamamlamaktan) alıkonulursanız (bu durumda) kurban(lık hayvanlardan)
kolayınıza gelen birini( kurban olarak) kestiriniz! Kurbanlar, (kesilecekleri) yere ( ve
zamana) ulaşıp kurban edilinceye kadar başınızı tıraş etmeyin (ihramdan çıkmayın);
fakat, içinizden her kim hasta olursa veya başında (traş olmayı gerektirecek herhangi
bir sorun) bir eziyet bulunursa, (tıraş olur).Ama bu durumda olan kişinin oruç tutmak,
sadaka vermek ve kurban kesmek suretiyle bir fidye vermesi( özrünü karşılayacak bir
hayır yapması) gerekir. Her hangi bir engelle karşılaşmadığınızda da, (her kim
hacc için giydiği ihramı çıkarırda,) hacca kadar umreden istifade ederse (ihramın
yasak kıldığı bir kısım mubahlardan faydalanırsa, bu durumda) ona kolayına gelen
bir kurban kesmesi gerekir. Fakat kurban kesmeye imkân bulamazsa, hacc günlerinde üç
gün, hacc’dan sonra da yedi gün olmak üzere, tam on gün oruç tutması gerekir. Bu(hükümler),
ailesi (evi) Mescid-i Haram bölgesinde olmayanlar içindir.Allah’a karşı takvalı(
sorumlu, saygılı, bilinçli) davranın ve bilin ki, gerçekten de Allah, Şedîdü’l-igab’dır:
(Kurallarını ihlal edenleri çok şiddetli şekilde cezalandırandır!..) 196.
Hacc, mâlum
aylar(da)dır.Her kim, o aylarda haccı kendine farz kılarsa(hacc icadetini yapmaya kesin
olarak karar verip de, o aylarda ihrama girerse), artık (şunu bilsin ki,) hacc
esnasında (hacc için ihrama girildiği zaman içinde) cinsel ilişki (ve ona götüren
baştan çıkarıcı söz ve davranışlar, her türlü çirkin söz, hâl ve tavır), hak
ölçüsünden sapıp günah olan davranışlarda bulunmak ve her türlü münakaşaya
(ağız dalaşına) girişmek yoktur! (Sizler) Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu
bilir (yaptığınız hayrın karşılığını sizlere ihsan eder): Öyleyse (dünya ve
ahret yolculuğunuzda size lazım olacak şeyleri hazırlayınız); hiç şüpheniz olmasın
ki azıkların en hayırlısı takva (Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından
kaçınmak)dır! O halde, ey temiz ve has akıl sahipleri! Bana karşı takvalı
(saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranın! 197.
(Bununla
beraber, hacc mevsiminde ihramlı iken) Rabbinizin nasip edeceği lütuf(lar)dan herhangi
birini aramızda ( ticari, kültürel, siyasi, ilmi ilişkiler kurmanızda) sizlere hiçbir
günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp bir sel gibi dalga dalga akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram civarında ( Müzdelifenin sonuna
doğru olan o küçük dağda) Allah’ı
zikrediniz/ anınız; Onun, size gösterdiği şekilde (tüm cahili anlayış ve
adetlerden arınmış olarak, saf bir tevhid inancıyla) zikrediniz/ anınız!.. Gerçek
şu ki, siz, (O size bu hidayet yolunu göstermeden) önce (hak ve hakikat ölçüsünden)
sapıp delâlete düşmüş sapıklardan idiniz… 198.
Haydi, şimdi
siz de, insanların bir sel gibi dalga dalga akıp geldiği yerden (Arafat’dan) bir sel
gibi dalga dalga akıp gelin ( Her türlü imtiyazcı/ayrımcı anlayıştan uzak kalarak/
arınarak insanların içine karışın ve böylece tevhid dininin o doyumsuz çoşkusuna
ortak olunuz.) Allah’dan mağrifet dileyiniz!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah,
Gafur’dur: (Çokça bağışlayandır); Rahim’dir: (Hak eden herkese hakkını veren
ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip,
onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!.. Not: Sümme edatını,
ibni Kesir’in notuna binaen “haydi şimdi siz de” şekline çevirdim. Buradaki anlamıyla
edat, bir sonralıktan ziyade bir olguya katılmayı ( haberin habere bağlanmasını)
ifade etmektedir. Kendilerini imtiyazcı gören tutucu Kureyş kabilesine ve bu konuda
onlara benzeyen herkese yönelik harika bir çağrıyla karşılaşıyoruz… Ayet-i
Kerimenin ilk hitap çevresinde, Mekke müşrik düzeninde kendilerini imtiyazlı, ve
ayrıcalıklı gören tutucu Kureyş kabilesinin ve onu izleyen diğer kabilelerin olduğu
dikkate alınırsa, mesaj daha kolay anlaşılır. Onlar şöyle düşünüyorlardı:
Diğer insanlarla birlikte Arafat’a çıkmak ve onlarla birlikte vakfe yapmak bizlere,
Allah’ın evinin halkına yakışmaz. Böyle bir davranış bizim şerefimize leke sürer…
Çünkü biz, Allah’ın evinin halkıyız!..” Bu eksende mesaj, tüm çağları
kuşatan bir anlama sahiptir. Kısaca kendisini imtiyazlı gören herkes bu hitaba
muhataptır.. 199.
Ve
ibadetlerinizi (Hac menasikini) bitirdiğinizde,(vaktiyle) babalarınızı/atalarınızı
saygıyla andığınız gibi, hatta ondan çok daha güçlü bir şekilde Allah’ı
zikrediniz/ anınız!.. Evet, insanlardan öyle (sefih) kimseler vardır ki, onlar: “ Rabbimiz!” derler: “ Bize bu dünyada
güzellikler ver!”!.. [Bunların bütün çaba ve gayretleri sadece bu dünya hayatını
kazanmaya; makam-mevki, mal-mülk, şan-şeref edinmeye dönüktür.] Evet, bu kimselerin
ahretten yana hiçbir nasipleri yoktur!.. Not: Demek ki bu
insanlar, Hacc ibadetini sırf ticari bir hadise veya turistlik bir gezi olarak görüyorlar.
Din ve dinin şiarlarını dünyevi menfaat elde etme yönünde kullanan herkes burada
bahse konu edilen insanlar sınıfına dahildir. 200.
Evet,
insanlardan öyle ( akıllı) kimseler de vardır ki, onlar da: “ Rabbimiz!” derler,
“ Bize hem bu dünyada güzellikler ver, hem de ahrette güzellikler ver ve bizi o
cehennem ateşinin azabından muhafaza eyle!..” [ Bunların çaba ve gayretleri hem bu
dünya hayatını ıslah etmeye ve hem de ahret hayatını kazanmaya dönüktür.] 201.
İşte onlar ( o
her iki gurup), sadece kendi kazandıklarından pay/nasip alacaklardır!.. Unutmayınız
ki Allah, Serîu’l- Hisab’dır: ( Bütün bunların hesabını bir anda görecek olandır)!.. 202.
O halde, o sayılı
günlerde( teşrik günlerinde) Allah’ı (ayrıca) zikrediniz/ anınız!.. Her kim,
(Kurban bayramının birinci gününü takip eden) iki gün içinde ( Mina’dan dönmek
için) acele ederse/ dönerse, ona herhangi bir günah yoktur; ve her kim de ( üçüncü
güne) geri kalırsa, ona da her hangi bir günah yoktur. (Ama bu durum), takvalı
davranmış, ( Allah’ın emirlerini yerine getirmiş ve yasaklarından kaçınmış)
olan kimseler için geçerlidir. [ Yani her iki durumda da takvalı davranmış olan
kimseler için her hangi bir günah yoktur.] O halde ( ey müminler!) Allah’a karşı
(daima) takvalı ( saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranınız ve biliniz ki, gerçekten
de sizler, sadece ve sadece O’nun huzurunda toplanmaktasınız!.. [ Hesabı Sadece O’na
vereceksiniz] 203.
Evet,
insanlardan öyle ( sinsi hain ve gaddar) kimse de vardır ki, onun bu dünya hayatına
dair sözü ( düşünce ve görüşleri) senin hoşuna gider; ve üstelik o, ( gaye ve
maksadına ulaşmak için) Allah’ı da, kalbinde olana (taşıdığı duygu ve düşüncelerinde
samimi olduğuna) şahit tutar! [ İnsanları aldatmak için Allah’ı bir sembol
meta/kapital olarak kullanır/ istismar eder.] Gerçekte ise o, ( Allah’a ve O’nun
kullarına) karşı en azılı/ en gaddar düşmandır!.. 204.
O, iş başına
geçip hakimiyeti ele alınca, yeryüzünde/ ülkede fesat (bozgunculuk) saçmak için koşar
durur; (toprağın işlenmesiyle üretilmiş olan) her çeşit ürünü, ( verimli ziraat
alanlarını/ mümbit toprakları,insan emeğini, doğurgan kadınları) ve ( canlı
varlıklara ait) nesilleri helâk etmek için uğraşır durur!.. Unutmayınız ki, Allah,
bozgunculuğun hiçbir çeşidini asla sevmez!.. Not: Ayet-i
Kerime’de geçmekte olan “hars” kelimesi; 1)-
Toprağın işlenmesiyle üretilmiş olan her çeşit ürün ve tohumu, 2)- İşlenmekte olan toprağın bizzat kendisini,
3)- ve mecazi olarak da kadınları ifade etmektedir. Bu durumda ayet, her türlü ürün
ve tohumu, verimli toprakları insanların emeğini ve kadınları ifsat etmeyi ifade
etmektedir. 205.
Ona her ne
zaman: “ Allah’tan kork: ( Bu bozgunculukları yapma)!..” dense, ( o boş ve
anlamsız) gururu, günahları yüzünden kendisini kıskıvrak yakalayıverir ( ve tutsak
edinir: Yapılan bu uyarılar onu daha çok çılgınlık yapmaya sürükler)!.. Biliniz
ki, böylesinin hakkından sadece cehennem gelir!.. Evet, orası ne kötü bir yataktır!.. 206.
Evet,
insanlardan öyle ( değerli) kimse de vardır ki, o, Allah rızasını kazanmak için (
varını-yoğunu ve hatta canını bile verir de), kendisini, ( gururunun ve
tutkularının esaretinden) satın alır/ kurtarır!.. Unutmayın ki, Allah, kullarına
karşı çok şefkatlidir[ Bu fedakarca davranışları elbette ödüllendirecektir]!.. 207.
(O halde), ey
iman edenler! Hep birlikte (ve bir bütün olarak, her şeyinizle; beden ,zihin, akıl,
kalp ve ruh bütün boyutlarınızla ve tam
bir teslimiyetle Allah’ın gönderdiği ) bu
esenlik/islam yoluna giriniz ve sakın ha o
şeytanın adımlarını/ önerdiği yol ve yöntemleri izlemeyiniz!.. Gerçek şu ki, o,
sizin için apaçık bir düşmandır!.. 208.
Bakın,eğer
siz, hak ve hakikati apaçık olarak ortaya koyan bunca apaçık belge/ delil/ uyarı/
mesaj size geldikten sonra tökezleyip (
çamura) düşerseniz/ bu esenlik yolundan saparsanız, artık bilin ki, gerçekten de
Allah, Azîz’dir: ( sizi cezalandırmaktan hiçbir güç O’nu aciz bırakamaz!.. O,
mutlak galiptir, mutlak üstün olandır, sınırsız güç ve kudret sahibidir.) Hakîm’dir:
( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi
olandır)!.. 209.
( Şimdi, o
şeytanın adımlarını/ önerdiği yol ve yöntemleri izlemeyi adet haline getirenler
acaba neyi bekleyip duruyorlar?! Yoksa) onlar, Allah’ın, meleklerle birlikte
bulutlardan gölgeler içinde kendilerine çıkıp gelmesini ve böylece işin/ işlerinin
bitirilmesini mi bekliyorlar?! Oysa bütün işler Allah’a döndürülmektedir!. [ Son
sözü O söyleyecektir!..] 210.
( Dünya hayatının
cazibesine kapılıp da onca apaçık ayeti/ uyarıyı görmezlikten gelenlerin,
tökezleyip çamura düşenlerin, Allah’a teslimiyet yolundan sapıp Şeytanın ve
şeytanlaşmış insanların adımlarını izleyenlerin hallerinin nice olduğunu şu)
İsrail oğullarına sor/onların tarihi maceralarını incele/ araştır!..Biz onlara,
nice apaçık ayetleler vermiştik[ hani neticesi ne oldu]?! Bakın, herkim, Allah’ın (
bu İslam) nimetini, ( o nimet) kendisine geldikten sonra, onu değiştirir de (
şeytanın adımlarını izlemeye kalkışırsa) artık bilsin ki, gerçekten de Allah,
Şedîdü’l- igâb’dır: ( Cezası çok çetin olandır)!.. 211.
(Allah’ın gönderdiği
bu hidayet rehberini/ barış ve esenlik yolunu) bile bile reddeden/ inkâr eden/
gizleyen/yalanlayan kimseler için, şu
dünya hayatı/ yaşantısı alabildiğine süslenmiştir!..
( Onlar bu aşağılık yaşantının cazibesine/süsüne/ konforuna kapılırlar
da) iman eden kimselerin bir kısmıyla ( tam
bir teslimiyetle Allah’a teslim olan ve bir bütün olarak O’nun dinine giren hakiki
müminlerle) alay ederler!.. Oysa takvalı davranan ( hayatın her alanında Allah’ın
rızasını gözeten) bu müminler, kıyamet günü onların çok çok üstündedirler!.. Evet, ( şunu asla unutmayınız ki,) Allah,
dilediği kimseyi hesapsız şekilde rızıklandırır!.. 212.
( Başlangıçta)
bütün insanlar( hak din üzere yaşayan eşit) bir tek ümmet/toplum idiler. ( Fakat,
daha sora ihtilafa/ ayrılığa düştüler.) Bunun üzerine Allah, Peygamberleri
müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Evet,
onlarla birlikte hak ve hakikati ( bütün yönleriyle ortaya koyan) Kitab’ı
/ ilahi mesajı da gönderdi ki, ihtilafa/ayrılığa düştükleri konularda insanların
arasında( kitap/ Allah’ın yasadı) hüküm versin (Anlaşmazlığa düştükleri
konuları kitap/ Allah’ın yasası çözüme kavuştursun)!.. Ancak kendilerine kitap
verilmiş olanlar, kendilerine o apaçık belge ve bilgiler geldikten sonra, sırf
aralarındaki bağy (kıskançlık, azgınlık, ihtiras, taassup ve dünya hayatına düşkünlük)
yüzünden o apaçık belge ve bilgiler üzerinde ihtilaf çıkarttılar[ ve öylece,
Allah’ın o esenlik dinini/ inanç ve yaşam tarzını içinden çıkılmaz hale
getirdiler/ anlaşılmaz kıldılar]!.. Ama
Allah, kendilerine kitap verilen o azgın muhterislerin( Yahudi ve Hıristiyan
önderlerin), üzerinde ihtilaf çıkarttıkları hak ve hakikat konusunda, ( son
peygambere) iman edenleri, kendi izniyle/ iradesiyle doğruya ulaştırmıştır!.. Evet,
Allah, layık görüp dilediği kimseyi sırat-ı mustakîm’e ( kendisinin çizip
belirlediği o tek ve yegâne dosdoğru yola/ barış ve esenlik yoluna) hidâyet eyler!.. 213.
( Ey iman
edenler!) yoksa siz, sizden önce gelip geçen (mümin)lerin başına gelenlerin bir
benzeri, sizin de başınıza gelmeden, öyle kolayca cennete gireceğinizi mi
sandınız?! Felaket ve zorluklar, onlara
öylesine dokunmuş ve onlar öylesine sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla
beraber olan müminler: “ Allah’ın yardımı ne zaman ( gelecek)?!” diye feryat
etmişlerdi!.. Gözünüzü dört açın ve şunu bilin ki,
gerçekten de Allah’ın
yardımı çok yakındır!.. [ Yeter ki siz, bu iman ve hidayet üzere sebat edin.] 214.
( Evet,) Onlar
sana neyi infak edeceklerini soruyorlar(*): De
ki: “ İnfak edeceğiniz her bir hayır/harcayacağınız her bir mal, ( öncelikli
olarak) anne-babanıza, akrabalarınıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara
aittir!.. Unutmayınız ki, hayır namına her ne yaparsanız, Allah onu mutlaka hakkıyla
bilmektedir!.. [ Yaptığınız her bir hayrın karşılığını mutlaka sizlere
verecektir.] Not: Bu ayet-i
Kerime’de de, belâgat ilminde “ el-Üslûbu’l-hakim”e diye adlandırılan
anlatım sanatı vardır. Bu anlatım sanatında, kendisine soru sorulan, sorulan soruya
değil de, o konuda asıl sorulması gereken soruyu nazari dikkate alarak cevap verir.
Buna göre burada soruyu soranlara adeta şu mesaj verilmektedir: “ Neyi infak edeceğiz?” diye bir soru
sormayınız; “Kime ve kimlere infak edeceğiz?” diye sorunuz. Çünkü infak etmek
temel insani ve İslami bir vecibedir. İnfak
edilmesi gereken her neye sahip isen, ondan infak etmen gerekir. Onun için “neyi”
diye sormayınız, “nereye” diye sorunuz. Burada
böyle bir üslûbun kullanılmış olması, infak ibadetinin önemini en dikkat çekici
şekilde ortaya koymak içindir. ( Bkz. 189. Ayetin notuna) 215.
( Ey müminler!)
Sizin için sevimsiz ( zor ve meşakkatli) olsa da, ( haksızlıklara karşı Allah
yolunda) savaşmak sizlere yazılmıştır/ farz kılınmıştır!.. ( Bakın,) bir şey,
sizin için çok hayırlı olduğu halde, olabilir ki siz ondan hoşlanmayabilirsiniz; ve
yine, bir şey, sizin için çok kötü olduğu halde, olabilir ki siz ondan
hoşlanabilirsiniz!.. ( Sizin için hayırlı olanın ne olduğunu gerçek anlamda ancak) Allah bilir; siz
bilemezsiniz!.. [ Onun için, Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyunuz.] 216.
Onlar sana haram
ayları ( yani) onlarda savaşmayı soruyorlar[ Bu konuda seni ve müminleri
suçluyorlar]: Onlara de ki: “ O aylarda
savaşmak büyük bir suçtur; ancak, Allah yolundan alıkoymak, Allah’ a ( ve O’nun
yoluna karşı) nankörce tavır takınmak/ küfre sapmak, ( insanları) Mescid-i Haram’dan
menetmek ve onun ehlini ( müminleri) oradan çıkartıp atmak Allah nezdinde/ Allah’ın
yasasına göre, ( haram aylarda savaşmaktan) daha büyük bir suçtur!.. Unutmayınız ki, Fitne: ( Zor kullanarak, işkence
yaparak, değişik yıldırma yöntemlerine baş vurarak müminleri dinlerinden/ inanç ve
yaşam tarzlarından döndürmeye çalışmak, baskı ve zulüm düzenleri kurmak, küfür
ve şirk düzenini yaygınlaştırmaya çalışmak ve Allah’ın dininin yayılmasını
engellemeye kalkışmak…) öldürmekten daha feci/ daha beter bir cürümdür!.. ( Ey
müminler! Sakın onların barış havarisi kesilmiş olmalarına aldanmayınız!.. Gerçekte
onlar hiçbir kutsala saygı duymazlar. İşlerine öyle geldiği için barış ve
kutsaldan bahsederler… Bakın,) Eğer ( o fitne ehlinin) güçleri yetse, sizi
dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan asla vazgeçmezler!.. Sizden he kim
dininden döner de kafir olarak ölürse, ( kendisine gerçekten yazık etmiş olur.) İşte onlar, yapıp-ettikleri bütün amelleri hem
bu dünyada hem de ahrette boşa çıkmış olanlardır!.[ Onlar yaptıkları işlerin
faydasını göremeyeceklerdir.] İşte onlar,
cehennem ateşinin dostlarıdırlar; onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!.. 217.
Fakat (tam bir
teslimiyetle) iman edenler, ( dinlerini yaşama uğruna her çeşit kötülükten ve
ortamdan/ çevreden) hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ( var ya, onların
yapıp-ettikleri asla boşa çıkmayacaktır.) İşte onlar, Allah’ın rahmetini
umabilirler!.. Unutmayın ki, Allah, Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır);
Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel
bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam
ettirendir)!.. 218.
Onlar sana “Hamr”ı:
( Sarhoşlu veren ve uyuşturan her çeşit içki ve maddeyi) ve “meysir” i : ( Tüm
kumar çeşitlerini, şans oyunlarını ve avantadan mal-mülk elde etmeyi) soruyorlar: De
ki: “ O her ikisinde de hem çok büyük günah/ kötülük, hem de insanlar için
menfaatler vardır; ancak günahları ( neden oldukları kötülük ve zararlar), faydalarından
çok daha büyüktür!..[ Bu nedenle o her ikisinden de uzak durunuz!..] Ve yine onlar sana ( Allah yolunda) neyi infak
edeceklerini soruyorlar: De ki: “ Afv” ı:
( Sizi sıkıntıya düşürmeyecek şekilde ihtiyacınızdan arta kalan şeyleri/ ihtiyaç
fazlası olan şeyleri) infak ediniz!..İşte böylece Allah, ayetleri ( uyacağınız
kuralları) sizler için iyice açıklıyor. Umulur ki, ( hem dünya hayatı v e hem de
ahret hayatı hakkında) iyice düşünürsünüz!.. 219.
( Evet,) dünya
ve ahret hayatı hakkında ( lehinizde ve aleyhinizde olan şeyleri iyice düşününüz
ve buna uygun bir yaşam ortamı oluşturunuz!..) Ve
yine, onlar sana yetimlerden soruyorlar: De ki: “ Onlar için ıslah çalışmalarında
bulunmak ( onların bilgi, beceri, terbiye ve fazilet üzere yetişmelerini sağlamak,
durumlarını düzeltip işlerini yoluna koymak, sizin için çok hayırlıdır. Eğer
onlarla bir arada/ aynı çatı altında yaşarsanız, ( biliniz ki,) onlar sizin
kardeşlerinizdirler. Evet, şunu kesin olarak biliniz ki, Allah, müfsit olanları
(yetimler hakkında kötü niyet sahibi olanları, onların hak ve hukukunu çiğnemeye
kalkışanları, haklarını iç etmeye çalışanları) muslih olanlardan ( yetimlerin
hak ve hukukunu gözetenlerden) ayırmasını çok iyi bilir!.. Bakın, eğer Allah
dileseydi, elbette sizi, zorluklara koşardı/( Yetimlerle ilgili size daha ağır yükümlülükler
yüklerdi)!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak
üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her
şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!.. 220.
Evet, ( ey
müminler!) müşrik ( putperest) kadınlarla, onlar iman edinceye kadar!.. ( sizin için) mümin bir cariye, (nitelikli,
meziyetli ve hür olsa bile) müşrik bir
kadından – ki, o müşrik kadın hoşunuza gitse bile- elbette çok daha hayırlıdır!..Evet,
müşrik ( putperest) erkeklere de, onlar iman edinceye kadar ( mümin kadınları)
nikahlamayınız!.. ( mümin kadınların evlenmesi açısından) mümin bir köle, (
nitelikli, meziyetli ve hür olsa bile) müşrik bir erkekten – ki, o müşrik erkek
hoşunuza gitse bile- elbette çok daha hayırlıdır!.. İşte
onlar (müşrikler), sizi cehennem ateşine
çağırırlar; Allah ise, kendi izniyle ( aydınlatıp yol göstermesiyle) sizleri
cennete ve mağfirete ( ilahi rahmetin tecelli ettiği yaşam tarzına) çağırır!..
Bakın, Allah, ayetlerini ( uyulması gerekli olan ilahi ilkeleri) insanlar için iyice
açıklıyor!.. Umulur ki iyice düşünürler de gerekli dersleri alırlar!.. 221.
Ve yine, onlar
sana kadınların aybaşı halini soruyorlar: De ki: “
O bir çeşit rahatsızlık ( pislik ve necaset) durumudur. Bu sebeple,
kadınlar aybaşı halinde iken onlardan el çekin; temizleninceye kadar ( cinsel ilişki
için) onlara yaklaşmayın!.. Temizlendiklerinde ise, Allah’ın emir buyurduğu yoldan/
yerden onlara gelebilirsiniz/ cinsel ilişkiye girebilirsiniz!.. Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki, Allah, iyice tövbe edenleri ( yaptığı hatalardan dönüp daima doğru
istikamete/Allah’a yönelenleri, maddi-manevi,küçük-büyük, açık-gizli her çeşit
kötülük, günah ve pislikten ) temizlenenleri çok sever!.. 222.
( Çocuk elde
etme yönüyle) kadınlarınız/ eşleriniz, sizin ( ürün elde etmek için tohum ektiğiniz)
tarlalarınız gibidir; öyleyse, tarlanıza ( normal üreme yolundan olmak üzere) dilediğiniz
şekilde gelebilirsiniz/ varabilirsiniz!... Evet, kendiniz için ( ilerisini düşünerek,
Allah’ın emir ve yasakları çizgisine riayet etmek suretiyle) hazırlık yapınız! [
Sağlıklı ve imanlı nesiller yetiştiriniz…] Ve tabii ki, Allah’a karşı daima
takvalı ( saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranınız ve biliniz ki, gerçekten de (
bir gün) mutlaka O’na kavuşacaksınız!.. Evet,(
bu ilahi rehberliğe gerçek anlamda) iman edenlere müjdeyi ver!.. 223.
( Ey müminle! Olur-olmaz yere Allah’ın adını anarak
yaptığınız) yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanıza,günahlardan/
kötülüklerden kaçınmanıza ve insanlar arasında ıslah çalışmalarında
bulunmanıza Allah’ı engel kılmayınız!.. [ Allah’ı, yapacağınız iyiliklerin ve
kaçınacağınız kötülüklerin önünde bir engel haline getirmeyiniz.] Unutmayınız
ki, Allah, her şeyi daima hakkıyla işitmekte olandır, her şeyi daima hakkıyla
bilmekte olandır!.. 224.
( Kaldı ki)
Allah, yeminlerinizdeki “lağv” den ( yemin kastı olmadan sırf alışkanlık
nedeniyle ağızlarınızdan çıkan yemin lafızlı sözlerinizden ya da doğru olduğuna
inanarak ettiğiniz, fakat daha sora doğru olmadığı anlaşılan yeminlerinizden)
dolayı sizi sorumlu tutmaz; ve fakat,
kalplerinizin kazanmış olduğu ( bile bile yaptığınız maksatlı ve yalan
yeminlerden, beslediğiniz kötü düşünce ve niyetlerden) dolay ı sizleri sorumlu
tutar!.. Ama unutmayınız ki Allah, ( yine de) Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır);
Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve çok yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!.. 225.
( Îlâ/ yemin
yoluyla) kadınlarından/ eşlerinden uzak
durmaya yemin edenlerin ( en fazla) dört ay bekleme süreleri vardır!.. Eğer (bu müddet
içerisinde eşlerine) dönerlerse, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Gafûr’dur:
(Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren
ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip,
onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!.. NOT: İlâ yemin
anlamındadır. Erkeğin herhangi bir sebepten ötürü hanımına yaklaşmamaya yemin
etmesidir. Cahiliye devrinde Araplar bu
şekilde yemin ederek eşlerinden ayrılırlardı. Bu uygulama kadınlar için çok kötü
bir boşanma çeşidiydi. İlâ yapılarak boşatılan kadın, hayat boyu kocasına haram
sayılırdı; ama kocasından da ayrılıp başkasıyla evlenemezdi. Kadın kocasının
evinde bir hizmetçi konumuna düşer ve hayatının sonuna kadar öyle yaşamak zoruna
kalırdı. İslam, bu haksız uygulamaya son vermiş ve doğru olan yolu göstermiştir.
Bir erkek, herhangi bir nedenden ötürü yemin ederek karısından ayrılabilir; ama
cahiliye dönemindeki gibi ilâ nihaiye uzatıp kadını mağdur edemez. En fazla dört ay
eşinden ayrı kalabilir. Eğer bu müddet içinde eşine dönmemişse, kadının
hakkını verir ve güzelce ondan ayrılır. Böylece kadın da başının çaresine
bakar. 226.
Eğer ( bu müddet
içinde eşlerine dönmeyip, onları) boşamaya karar vermişlerse ( boşanırlar). Şunu
asla unutmayınız ki, Allah, daima hakkıyla işitmekte olandır, daima kemaliyle
bilmekte olandır!.. [ Bu itibarla sakın yanlış yapmayın!..] 227.
Boşanmış
kadınlar, üç kuru’ ( üç ay başı hali veya üç temizlik müddeti), kendi
kendilerini ( yeni bir evlilik yapmamak suretiyle) tutup gözetirler/ beklerler. Eğer
onlar, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten
inanıyorlarsa, Allah’ın, onların rahimlerinde yaratmış olduğunu ( çocuk veya hayız
durumunu) gizlemeleri kendilerine asla helal değildir. Eğer beyleri/ kocaları, bu
bekleme müddeti içerisinde barışmak ( aile hayatını yeniden düzene koymak ve devam
ettirmek) isterlerse, onları geri almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin
kadınlar (eşleri) üzerinde maruf (meşru) hakları olduğu gibi, kadınların da
erkekler ( kocaları) üzerinde meşru hakları vardır; ancak erkeklerin ( kocaların)
kadınlar( eşleri) üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayınız ki,
Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi
olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm
ve hikmet sahibi olandır)!.. 228.
( Dönüş
hakkı olan) boşama iki defadır. (Bu iki
hakkın kullanılmasından sonra, kadını) ya iyilikle tutmak ya da ( hak ve hukukuna
riayet ederek) güzelce salıvermek/ boşamak gerekir. Evet, onlara (mehir olarak)
verdiğiniz şeyden herhangi bir şeyi geri almanız, sizlere helal değildir. Ancak (
erkek ve kadın), Allah’ın sınırlarını ( evlilik haklarını) ayakta
tutamayacaklarından korkarlar ( ve kendi rızalarıyla ayrılmaya karar verirlerse, bu
durumda verdiklerinizi geri almanız, sizlere
helaldir. Ey müminler!) Eğer siz de erkek ve kadının, Allah’ın sınırlarını(
evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, (şunu bilin ki, bu
durumda) kadının fidye vermesinde ( aldığı mehri geri vermesinde ve bu yolla
boşanmasında), her ikisi için de her hangi bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın
sınırları/ yasalarıdır. Sakın ha onlara tecavüz etmeyiniz/ sınır ihlalinde
bulunmayınız!.. ( Bakınız, her kim Allah’ın tayin ettiği sınırları ihlal
ederse), İşte onlar, zalim olanların ta kendileridirler!.. 229.
Eğer erkek
hanımını ( üçüncü kez) boşarsa, ondan sonra o kadın başka bir erkekle evlenmedikçe
bir daha kendisine helal olmaz; fakat, eğer
sonradan evlendiği erkek de onu boşarsa, ( bu durumdan sonra) her ikisi de Allah’ın
sınırlarını ayakta tutacaklarına tam olarak inanırlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde/
yeniden evlenmelerinde, her ikisi için de herhangi bir günah/ sakınca yoktur. İşte
bunlar, Allah’ın sınırları/ yasalarıdır!.. ( Allah), bunları bilen ve anlayan bir
toplum için açıklıyor… 230.
Kadınları(nızı)
boşadığınızda, onlar ( yeni bir evlilik yapabilmek için gerekli olan) bekleme
sürelerinin sonuna yaklaştıklarında, artık onları ya iyilikle tutun ya da onları güzel
bir biçimde salıverin ( boşayıp serbest bırakın); sakın ha, zararlarına olarak (
hak ve hukuklarına) tecavüz etmek için onları ( zoraki) nikah altında tutmayın!.. (
Bakın), her kim böyle yaparsa, hiç şüphesi olmasın ki, o, sadece kendisine
zulmetmiş/ yazık etmiş olur!.. Sakın ha, Allah’ın ayetlerini/ yasalarını oyun ve
eğlence konusu yapmayın (hafife almayın)!.. Evet, Allah’ın sizin üzerinizdeki onca nimetini hatırlayın ve ( özellikle) de
üzerinize indirmiş olduğu kitab’ı ve hikmeti ( vahiy bilgilerini) hatırlarınız/ değerini bilin!.. ( Bakın, onlar
öyle değerli bilgilerdir ki), Allah o bilgiler ile sizlere öğüt verir!.. O halde,
Allah’a karşı daima takvalı (saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranın ve bilin ki, geçekten de Allah, her şeyi daima
hakkıyla bilmekte olandır!.. 231.
( Ey kocalar!
Üçüncü kez) kadınları (nızı) boşadığınız da, onlar da ( yeni bir evlilik
yapabilmek için gerekli olan) bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, kendi
aralarında şer-i ölçülere uygun olarak ( karşılıklı rıza ile) anlaştıkları
taktirde, artık (
evlenecek oldukları yeni) eşleriyle evlenmelerine engel
olmayınız!.. İşte bu, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmekte olan herkese kendisiyle öğüt verilen ( temel ilke)dir!.. İşte bu( ilkelere uymak), sizin için en hayırlı
ve en temiz olandır!.. Bakın, (sizin için neyin daha hayırlı ve neyin daha faydalı
olduğunu, elbette) Allah bilir; siz (tam olarak) bilemezsiniz!.. NOT: “
Siz boşadığınız zaman” ifadesi, velilere değil, kocalara yönelik bir ifadedir.
Bunun için ayetin muhatabı olarak kocaları aldık. 232.
Evet, ( boşanmış
durumdaki) anneler, emzirmeyi tamamlamak isteyen ( babalar) için, çocuklarını iki tam
yıl emzirirler/ bakarlar. Çocuk kendisinin olan baba, (bu emzirme müddeti içinde)
onların( çocuk ve anasının) yiyecek ve giyeceklerini ( geçimlerini) örfe uygun bir
şekilde ( imkânları ölçüsünde) karşılar. Tabii ki, hiç kimse gücünün
yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutulamaz: Ne bir anne çocuğu yüzünden zarara
sokulur, ne de bir baba. ( Şayet emzirme süresi içerisinde baba ölürse, çocuk ve
annesinin bakımı konusunda babanın) mirasçılarına da aynı yükümlülük (ve
görev) düşer. Evet, eğer (anne ve baba) karşılıklı istişare ederek kendi ortak
rızalarıyla çocuğu, ( iki yıldan önce) sütten kesmek (ve anasından ayırmak)
isterlerse, ( bu durumda) her ikisi için de herhangi bir günah yoktur. Evet, eğer
çocuklarınızı ( başka sütannelere) emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz
ücreti, örfe uygun olarak ödediğiniz ( ve çocuğunuzun emniyetini de
sağladığınız) takdirde, sizlere herhangi bir günah yoktur. Evet, ( hayatınızın
her alanında) Allah’a karşı daima takvalı (saygılı,sorumlu ve bilinçli) davranın
ve bilin ki, gerçekten de Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyi daima hakkıyla görmekte
olandır!.. 233.
Evet, sizden
ölenlerin arkada bıraktığı eşler, ( yeni bir evlilik yapmadan önce) dört ay on
gün kendi kendilerini tutup gözetlerler( gözetlesinler)!.. Böylece bekleme
sürelerinin sonuna ulaştıkları zaman, artık onların, meşru bir şekilde kendileri
hakkında yaptıkları/ yapacakları şeylerden dolayı, sizin için herhangi bir günah
yoktur. Evet, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyden
daima hakkıyla haberdar olandır!.. Not: Cahiliye
döneminde, kocası ölen kadın, bir yıl yas tutma mecburiyetindeydi. Kadın, bu süre
zarfında evinden ayrılamazdı. Kur’an-i Kerim, bu bekleme suresini kadının lehine
olarak hafifletmiş ve kadına kararlarında serbestlik hakkı tanımıştır. 234.
( Kocaları
ölüp de iddet beklemekte olan) kadınlara, evlenme isteğinizi üstü kapalı bir tarzda
imâ etmenizde veya ( bu arzuyu) içinizde tutup gizlemenizde, sizler için herhangi bir günah yoktur. Allah
kesin olarak bilmektedir ki, sizler, gerçekten de onları ( o dul kadınları)
hatırlayacaksınız/ onlarla evlenmeyi gönlünüzden geçireceksiniz. O halde, meşru
şekilde bir söz söylemenin dışında, sakın onlarla(gizli gizli) buluşma hususunda sözleşmeyin/
buluşmayın ve farz olan bekleme süreleri sona erinceye kadar da (onlarla) nikah akdi
yapmaya kalkışmayın!.. Evet, bilin ki, Allah, gerçekten de içinizde var olan her
şeyi hakkıyla bilmektedir!.. Öyleyse, ( gizli- aşikar yaptığınız her hususta) O’ndan
sakınınız!.. Ve şunu da(ayrıca) biliniz ki, Allah,( her şeye rağmen) Gafûr’dur:
(Kullarını çokça bağışlayandır); Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve çok
yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!.. 235.
(Nikah akdi yapıp
da) kendilerine henüz dokunmadığınız ( cinsel ilişkiye girmediğiniz) veya kendileri
için henüz bir mehir belirlemediğiniz ( kadınlarınızı/ eşlerinizi) şayet
boşarsanız, bunda size herhangi bir günah yoktur; fakat (böyle durumlar da bile
gönüllerini almak ve kendilerini onurlandırmak üzere) onları faydalandırınız/
onlara destek olunuz; (Pek tabii ki), imkanları geniş olan kendi gücü oranında,
imkanları dar olan da kendi gücü oranında makul bir şekilde ( onları
faydalandırsın)!.. Bu, Muhsinler ( iyilik
yapmayı adet haline getirmiş olan kimseler) üzerine mutlak bir yükümlülüktür/ bir
görevdir. 236.
Eğer siz onlara
bir mehir belirler de, henüz kendilerine dokunmadan ( cinsel ilişkiye girmeden) önce
onları boşarsanız, bu durumda, belirlemiş olduğunuz mehrin yarısı onlarındır
(belirlemiş olduğunuz o mehrin yarısını onlara veriniz)! .. Ancak,onların
(mehirlerini geri almaktan) vazgeçmeleri veya nikah akdini elinde tutan kimsenin
(velinin) bağışlaması müstesna. Evet, sizin ( mehrin tümünü) bağışlamanız
takvaya daha yakın/ daha uygun bir davranıştır. Evet, birbirinize karşı lütufkar
davranmanız gerektiğini ( hak ve hukukun ötesinde birbirinize karşı ihsanlarda
bulunup alicenaplık ve diğerkamlıkla muamele etmeniz gerektiğini) asla
unutmayınız!.. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her
şeyi daima hakkıyla görmekte olandır!.. Not: Kur’an’ın inşa etmek istediği toplum “fazilet
toplumu” dur. Fazilet toplumunun ana hareket eksenini “fedakârlık” , “lütuf”,
“ihsan” ve “merhamet” oluşturur. Bu toplumda herkes birbirine karşı fazilet
esasına göre davranır. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği nihai hedefin bu
olduğu asla unutulmamalıdır. Fazilet bilincini yitirmiş toplumlar, sadece “ fasık
toplum”lardır. Bu toplumlarda işler hep sarpa sarmış durumdadır. Bunların iflahı
mümkün değildir. Bu toplumların bir tarafını ıslah etseniz diğer tarafı dökülür…
İslami ve insani erdemlere hayat verilmeyen toplumlarda kaçınılmaz son, yıkımdır,
felakettir… Evet, her şeyin ötesinde kaçınılmaz olarak yapılması gereken şudur:
Toplumların temel birimi olan İnsana “ takva”
ve “fazilet “ bilinci kazandırmak… İşte, şayet bu yapılabilirse, insanlık
adına hiç şüphesiz çok büyük bir hayır yapılmış olur… 237.
( Ey müminle!
Sizleri “takva” ve “fazilet” yarışı bilincine ulaştıracak olan) o malum namazlarınızı ve (özellikle de işiniz,uykunuz
ve sâir meşguliyetleriniz nedeniyle, edâ edilmesi sizlere en ağır gelen ve bu
nedenden ötürüde sık sık edâ edememe durumunda
kaldığınız ve bunun için edâ edilmesi sizin için en faziletli olan ) o orta namazınızı
[- ki, bu namaz meşguliyetlerinizin ortasında kalıp sizin için yok olma tehlikesiyle
karşı karşıyadır-] titizlikle muhafaza edip koruyunuz ve ( sizi üstün ahlaki
meziyetlerle donatıp, hayatınızı alabildiğine güzelleştirecek olan ilahi yasalara)
gönülden bağlı kimseler olarak, tüm içtenliğiniz ile Allah için divan durunu!..(
Kendinizi “takva” ve “fazilet” sahibi kimseler haline getirebilmek için Allah’ın
huzurunda pür dikkat kıyam ediniz!..) 238.
Ama eğer (
herhangi bir nedenden ötürü) korkarda ( durup namazınızı adap ve erkanına uygun
olarak kılacak imkan bulamazsanız), o zaman yürüyerek veya binek üzerinde ( her nasıl
mümkün ise öyle) kılınız; ( tekrar) emniyete kavuştuğunuz zamanda ise,( adap ve
erkanına riayet ederek kılınız)!.. Evet, ( her daim) Allah’ı, bilmediğiniz
şeyleri ( Şer’i hükümleri) size öğrettiği şekilde ( usulüne uygun olarak) anınız!.. 239.
Sizden ölmek
üzere olup da arkada eşler bırakacak olan kimseler, eşlerinin ( evden) çıkarılmadan,
bir yıl süreyle geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler!.. Ama eğer onlar( dul
eşler, kocalarının vasiyetine rağmen bu bir yıllık süre dolmadan, dört ay on
günlük zorunlu iddet müddetlerini bekledikten sonra), kendileri (isteyerek) çıkarlarsa,
artık onların kendileri hakkında şer’i şerife uygun olarak yaptıklarından (ve
yapacaklarından) dolayı, sizlere herhangi bir günah yoktur. Evet, unutmayınız ki,
Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi
olandır.) Hakîm’dir:
( yaptığı her şeyi
yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!.. Not: İddet bekleme işi, sadece evlilik için
geçerlidir.Diğer işleri yapmasında hiçbir sakınca yoktur. 240.
Evet, boşanmış
kadınların, adalet ölçülerine uygun biçimde ( kocalarından) faydalanma/ nafaka alma
hakları vardır!.. ( Bu hakkı vermek ve verilmesini sağlamak), muttakiler ( Allah’ın
emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma hassasiyetine
sahip olan kimseler) üzerine mutlak bir yükümlülüktür/ bir
görevdir!.. 241.
Allah, sizlere
ayetlerini( yasalarını) işte böyle iyice açıklıyor!.. Umulur ki aklınızı
kullanırsınız!.. 242.
( Namazlarını titizlikle koruyup takva bilincini
geliştiremedikleri ve bu nedenden ötürü de birbirlerine karşı lütufkâr davranamadıkları
için faş olan/ dağılan) o kimselere hiç
bakmadın mı, [ne acayip bir haldir onların halleri!..Takva ve fazilet yoksunu olan o
insanların durumlarını hemen incelemeye al ve toplumların niçin yıkılıp yok
olduklarını öğren!..] Onlar, sayıları
binlerce olduğu halde, (görevlerini savsaklayarak), sırf ölüm korkusundan ötürü
yurtlarından çıkıp kaçtılar!..Bu yüzden Allah da onlara: “ Öyleyse, ölün (
zillet ve meskenet içerisinde sürünün)!..” dedi. Sonra da onlara ( uyarıcı ve
diriltici mesajlarıyla yeniden) hayat bahşetti: ( Onları içine düştükleri imansızlık,
ahlaksızlık, vefasızlık, korkaklık, zillet ve meskenet durumundan kurtarıp,
kendilerini yeniden hayat sahibi; iman, ahlak, fazilet, adalet, ölçü ve insaf sahibi;
dinamik, özgür, bilinçli ve sorumlu bir toplum haline getirdi.) Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki, Allah, insanlara karşı, elbette daima lütuf sahibidir ve fakat, insanların
çoğu şükretmezler!.. 243.
( O halde, ey
müminler! Yeniden dirilmeniz ve sahnedeki o şerefli yerinizi almanız için), Allah
yolunda (korkusuzca) savaşınız ve biliniz ki, Allah, daima her şeyi hakkıyla
işitmekte olandır; daima her şeyi kemaliyle bilmekte olandır!.. 244.
( Evet, şimdi)
kimdir, Allah’a güzel bir borç verecek olan? [ Haydi, bütün samimiyetinizle Allah
yolunda infak etmeğe koşuşun!..] Böyle yapanlar için, Allah, o borç verdikleri
şeyleri kat kat artırarak fazlasıyla geri ödeyecektir!..Unutmayınız ki, Allah,
daraltır ve genişletir…Evet, sizler sadece ve sadece O’na döndürülmektesiniz!.. Not:
Sunumun “ kimdir Allah’a borç verecek olan” şeklinde yapılması, muhatapları
infak etmeye teşvik ve tahrik içindir.Köşeli parantez içinde bu anlamı yansıtmaya
çalıştık. 245.
Musa’dan sonra
israiloğullarının (menfaatperest) ileri gelenlerine hiç bakmadın mı,[ne acayip haldi
onların halleri!.. O menfaatperest adamlarının yaşam öyküsünü hemen incelemeye al
ve nasıl şaşırıp sapıttklarını gör!..)?! Hani,
onlar, bir zamanlar Peygamberlerinden birine şöyle demişlerdi: “ Bize bir hükümdar(
komutan) gönder de, ( biz onun komutasında) Allah yolunda ( korkusuzca) savaşalım!..”
O da onlara: “ Size savaş yazıldığında ( Allah yolunda savaşınız emri
verildiğinde), ya savaşmayarak isyan ederseniz?!” demişti. Bunun üzerine onlar da:
“ Bizler yurtlarımızdan sürülüp çıkarılmış ve çoluk çocuğumuzdan olmuş bir
haldeyken, ne diye Allah yolunda savaşmayalım ki?” demişlerdi. ( Böyle demişlerdi)
ama, ne zaman ki, savaş kendilerine yazıldı, çok azı hariç sırt çevirip geri
döndüler!.. Evet, Allah, böyle (korkak, kaypak ve menfaatperest) zalimleri çok iyi
bilmektedir!.. 246.
Peygamberleri
onlara: “ İşte[ istediğiniz oldu]; Allah
size hükümdar (komutan) olarak Talut’u gönderdi!..” deyince, Onlar: “ Aââ! Nasıl
olur?! “ dediler, “ bizler hükümdar olmaya ondan daha layık iken ve O’na maldan
da bir bolluk ( zenginlik) verilmemişken, nasıl oluyor da hükümdarlık bizim yerimize
O’na veriliyor, ( Allah aşkına bu olacak iş midir)?!”
Bunun üzerine Peygamberleri onlara şöyle dedi: “ Evet, Allah, sizin başınıza
hükümdar olarak onu seçti; Çünkü,( Allah) ona hem ilimde ve hem de cisimde bir genişlik/fazlalık/üstünlük
vermiştir: ( O’nu hem ilim/hikmet ve hem de beden/fiziki güç yönün den sizden daha
üstün kılmıştır.) Evet, Allah mülkünü ( hak ve hakikati anlama ve kavrama yeteneğini/
akl-i selimi) layık görüp dilediği kimseye verir!.. Unutmayın ki, Allah, daimaVâsi’dir:
( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır);
daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!.. 247.
( Devamla)
Peygamberleri onlara şöyle dedi: “ Bakın, Allah’ın ( kullarından dilediğine
verdiği) mülkünün alâmeti/işareti, (dünya sevdası, çıkarcılık, isyan ve gurur
ile zayi’ olmasına neden olduğunuz) o saf ve tertemiz kalbinizin (Tabutun), dönüp
yeniden size geri gelmesidir. Sizin o
kalbinizde ( tabutta) Rabbiniz tarafından bahşedilmiş olan sekine ( tertemiz vicdan,
iman, sevgi, merhamet, iç huzur, insaf, vakar ve sağlıklı düşünme yetisi) ile Âl-i
Musa ve Âl-i Harun’dan (Musa ve Harun
ailelerinin/ iman edenlerinin en has ve en şerefli üyelerinden) kalma ve (şu anda)
meleklerin taşımakta olduğu muhteşem bir miras (inanç ve yaşam tarzı, din ve
şeriat) bulunmaktadır. [ İşte, böyle bir kalbe yeniden sahip olun ve ilahi
hükümranlığın alâmetlerini doyumsuzca müşahede edin.] Eğer gerçekten iman
ediyorsanız, hiç şüpheniz olması ki, bunda( bu anlatılan tabut/ nurlanmış kalp
olgusunda) sizler için muazzam bir ders vardır!.. Not: “Tabut”
kelimesi, her ne kadar “ahit sandığı” olarak anlaşılsa da, burada kastedilenin
“ vahiy bilgisine sahip kalp” olduğu açıktır. Konuyu açıklama babından müfredat’ta
şu bilgiler verilmektedir: Tabut, kalptir; sekine ise, onun içerisinde bulunan bilgi ve
hikmettir. Bu nedenle kalp; bilginin kabı, hikmetin evi, ilim ve hikmetin tabutu, ilmin
çanağı/ kabı ve ilim sandığı olarak isimlendirilmektedir. Bu anlamda olmak üzere
denmiştir ki, “sırrını sızdırmayan bir kaba/ kalbe koy.” Eski Ahit’te aynı
konunun anlatıldığı bölümde geçen bilgiler, tabutun kalp olduğuna delalet
etmektedir. ( Bakınız, 1. Krallar, 9:10) 248.
Evet, Tâlut
ordusuyla ayrıldığı zaman, ( Peygamberleri onlara) şöyle dedi: “ Gerçek şu ki, Allah, sizi bir “ nehir” ile
imtihan edecektir. Bakın, her kim ondan içerse o, benden değildir/ benim dinim ve yolum
üzere değildir; eliyle bir avuç içenler hariç,her kim ondan tatmazsa , işte o,
bendendir/ Benim dinim ve yolum üzeredir!..” Derken ( nehre ulaştılar), içlerinden
çok azı hariç, hepsi ondan (kana kan) içtiler!..Nihayet Tâlut beraberindeki
müminlerle nehri geçince, ( ondan nehrin beri yakasındaki içiciler) şöyle dediler:
“ Bugün, bizin Câlut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok!..” Buna karşılık, bir gün mutlaka Allah’a kavuşacaklarını
bilmekte olan hakiki müminler ise şöyle
dediler: “ Nice az sayıdaki ( inançlı ve nitelikli organize olmuş küçük)
topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok sayıdaki ( kalabalık) topluluklara gâlip
gelmişlerdir!.. Evet, Allah, sabır ve sebat gösterenlerle (zorluklar karşısında
yılmadan ve Allah’a olan ümitlerini yitirmeden daima mücadele etmekte olanlarla)
beraberdir!.. Not: “ Nehir”
kelimesi, genişlik ve bolluk anlamına da
gelmektedir. Kelimeyi mecazi boyutuyla düşünmek, harika anlam açılımları
sağlamaktadır. İktidar nimetine ulaşıp da orada şişmeyen kalmış mıdır?! Çok çok az… 249.
( Talut ve
emrindeki müminler), Calut ve ordusunun karsısına çıkıp saf tutunca: “ Rabbimiz!” dediler, “ üzerimize sabır
yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl; bu kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle/
bizi başarılı ve muzaffer kıl!..” 250.
Nihayet, Allah’ın
izniyle onları bozguna uğrattılar. ( O zaman bu ordunun içinde fakir ve yoksul
kesimden gelme bir genç asker olan) Davut, Calut’u öldürdü!..(Daha sonra) Allah, ona
hükümranlık ve hikmet( işleri en doğru ve en uygun biçimde yerli yerinde yapma
yeteneği) verdi ve dilediği daha başka bazı şeyler/ meziyetler de öğretti!..
Bakın, eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def’ etmesi
olmasaydı, yeryüzü elbette fesada uğrardı/ yaşanılmaz hale gelirdi!.. Evet, ( şunu
kesin olarak bilin ki,) Allah, bütün alemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir!..[ O
halde, ey müminle! Allah’ın düşmanlarını/
zalimleri def’ etmek ve yeryüzünü fesada uğramaktan kurtarmak için Allah yolunda
korkusuzca savaşınız!..] 251.
İşte ( bütün)
bunlar, Allah’ın ayetleridir; onları sana ( her türlü hata, şaibe, şüphe ve
tahrifattan uzak bir şekilde) hak ile okuyup iletiyoruz. Evet, hiç şüphen olmasın ki,
sen, ( bu ayetleri kendilerine emanet ettiğimiz) peygamberlerden birisisin!..[ O halde
her kim ne derse desin aldırma!..] 252.
İşte o
peygamberler ( kafilesi)… Biz, onların bir kısmını ( verdiğimiz meziyet ve
mucizelerle) diğer bir kısmından daha farklı özelliklerde kılmışızdır: Allah,
onların bir kısmına ( bizzat) konuştu, bir kısmını da ( çok üstün) derecelere
yükseltip onurlandırdı… Evet, Meryem oğlu İsa’ya da, o beyineleri ( hak ve
hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet açık, anlaşılır ve ikna edici
belgeleri/delilleri/bilbileri) verdik ve (ayrıca) onu, O Rûhu’l Kudüs ile de takviye
edip destekledik. Bakın, eğer Allah, (insanlara özgür irade vermeyip de, onların
zorunlu olarak tercih yapmalarını) dileseydi, o peygamberlerin ardından gelen insanlar,
kendilerine o apaçık belge ve bilgiler geldikten sonra, birbirlerini ( asla) öldürmezlerdi!.. Evet, onlar ( sağlıklı düşünmeyip) ihtilafa
düştüler: Kimisi ( o belge ve bilgilere) iman etti, kimisi de nankörce tavır
takınıp bile bile küfre saplandı!.. Evet, ( buna rağmen yine de) Allah dileseydi,
onlar birbirini ( asla) öldürmezlerdi; fakat Allah,(
sonsuz ilim ve hikmeti gereğince daima) dilediğini yapar!..[ Evet, şimdi Allah,
değişmez yasaları gereği sizin aracılığınızla, yeryüzünü fesada boğan
zalimleri def’ etmek istiyor. O halde, sakın savaşmazlık ederek görevinizi
savsaklamayın!..] Not:(1) Bu ayet-i kerimede” Rûhu’l Kudüs”ün
Hz. İsa’ya tahsis edilmiş olması, Hz. İsa’yı tenzih amacı taşımaktadır.
İsrailoğullarının Hz. İsa ve annesi hakkında söyledikleri o çirkin sözler, bu
ifadenin kullanılmış olmasıyla sahiplerine iade olunmuştur. Yoksa Rûhu’l
Kudüs=Cebrail ya da vahyi ilahi Hz.İsa’nın dışında diğer peygambere de inmiştir.
Ayriyeten bu ayetin son bölümünde, Hz, İsa’ya ilahlık yakıştıranlara da
örtülü bir uyarı görülmektedir. Eğer İsa (a.s), sizin sandığınız gibi ilah ya
da Allah’ın evladı olmuş olsaydı, iradesini tam anlamıyla gerçekleştirmiş
olurdu,evrensel barışı tam anlamıyla sağlamış olurdu. O, bunu istemiş ve bunun için
mücadele vermişti. Fakat, bunu başaramamıştır. Öyleyse, onun ilah olduğunu düşünmek
ya da O’nun Allah’ın evladı olduğunu düşünmek
saçmalıktır. Allah Teala,
Peygamberlerden her birine ayrı ayrı meziyetler ve
mucizeler vermiştir. Peygamber olmaları yönüyle her biri çok üstün şerefe nail olmuşlardır. Ancak her biri bir meziyet ve
sıfatta diğerlerinden farklı kılınmıştır. 253.
Ey iman edenler!
İçinde hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluk ( ve sevgi ilişkisinin) ve hiçbir
şefaatın/ kayırmacılığın olmadığı ( o dehşet verici) gün gelip çatmadan
önce, sizlere rızık ( nasip, pay) olarak verdiğimiz şeylerden bir kısmını ( Allah
yolunda) infak ediniz ve ( biliniz ki, adı-sanı her ne olursa olsun) kafirler, (
kendileriyle savaşacağınız) zalimlerdir!.. [ O halde, hem canınız ve hem de
malınızla Allah yolunda onlarla savaşınız!..] 254.
Allah, ( kulluk
ve itaat edilmeye layık yegane varlıktır)!.. O’ndan
başka ( kulluk ve itaat edilecek) hiçbir ilah/ otorite yoktur!.. ( O), Hayy’dır: ( En
üstün derecede idrak sahibi, tüm mükemmel sıfatlara kamil anlamda sahip, sonsuza
kadar ölümsüz, aktif olan ve daima hayat
bahşedendir)!.. (O), Kayyum’dur: ( Varlığı kendisiyle kaim olan, hayatın ve
varlığın yegane kaynağı, bütün mahlukatı yaratan, yaşatan, ayakta tutan ve yönetmekte
olandır. Her şey, O’nun irade ve kudretiyle var olmaktadır…)!.. O’nu ne bir uyuklama ( gaflet) tutar, ne de bir
uyku. Göklerde her ne varsa, yerde her ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan,
katında şefaat edecek olan kimmiş?! O, kullarının önlerinde ve arkalarında olan (
bildikleri ve bilmedikleri, yaptıkları ve yapacakları, açıkladıkları ve
gizledikleri) her şeyi hakkıyla bilmektedir!.. Oysa onalar, O’nun dilediği miktardan
başka, O’nun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü: ( Sonsuz ve sınırsız
hükümranlığı, ilmi, kudreti, ululuğu, azamet ve ihtişamı bütün) gökleri ve yeri
kaplamıştır!.. Onların korunup ayakta
tutulması O’na asla zor gelmez!.. Evet, O, yüceler yücesi ( mutlak aşkın) ve çok
büyük ( heybeti ve kahrı ile muazzam ve muhteşem) olandır!.. [ İşte, gerçek inanç
budur. İnsanlık, bu yüce hakikate iman etmelidir ki, karanlıklardan kurtulabilsin.] 255.
(Öteden beri
bütün peygamberlerin anlata geldiği iman gerçeği işte budur. Bunun doğruluğu apaçık
olarak ortadadır. Gönlü ve gözü hidayete açık olan kimse, bu inanç sistemini
rahatlıkla kabul eder. Gönül gözü körleşmiş olan kimsenin ise, bunu kabul etmesi mümkün
değildir. Bundan dolayı Allah, bu dini hiç kimseye zorla kabul ettirmemiştir;
inanıp-inanmamayı insanın serbest irade ve seçimine bırakmıştır. Bunun ötürü,
hangi tür ve hangi şekliyle olursa olsun) hiçbir ikrah ( baskı ve zorlama), Allah’ın
dininde yoktur!.. Çünkü, doğruluk yolu,
sapıklık yolundan net bir şekilde ayrılarak iyice belli olmuştur/ ayan beyan ortaya
çıkmıştır. Artık her kim Tağut’u ( Allah’a ve O’nun bu sahici dinine karşı
isyankar tavır takınıp zorla veya rıza ile Allah’ın kullarını kendine tutunmaya,
hizmet etmeye, kul-köle olmaya çağıranları ve onların oluşturmuş oldukları
şeytani düzenleri, inanç ve yaşam şekillerini) reddedip Allah’a iman ederse, hiç
şüphesi olmasın ki, o, kırılıp kopması asla mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa/
halkaya tutunmuş olur… Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Semi’dir : (Her
şeyi hakkıyla işitmekte olandır), Alîm’dir: (Her şeyi kemaliyle bilmekte
olandır)!.. 256.
Allah, iman
edenlerin velisi (yardımcısı, destekçisi)dir; onları
karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. ((Allah’ın gönderdiği bu inanç
sistemine karşı) nankörce tavır takınıp,
onu bile bile reddeden/ inkâr eden/ gizleyen/yalanlayan kimselerin velileri (
destekçileri, yol gösterici akıl hocaları) ise, tağutlar( azgın ve azdırgan
kiseler)dır. Bu azgın şeytanlar, onları aydınlıktan çıkartıp karanlıklara gömerler.
İşte onlar, Ateş’in dostlarıdırlar; onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!.. 257.
( Tağutların,
kendisini aydınlıktan çıkarıp karanlıklara gömdüğü ve bu nedenden ötürü de
hak ve hakikat karşısında tutulup kalan) o
kimsenin haline hiç bakmadın mı?! [ O azgın adamın yaşam öyküsünü hemen
incelemeye al ve nasıl şaşırıp sapıttığını gör!..O adam,] Allah kendisine
hükümranlık verdi diye şımarıp azgınlaştı ve Rabbi hakkında İbrahim’le
tartışmaya kalkıştı. Hani İbrahim O’na : “ Benim Rabbim, hem diriltmekte ve hem
de öldürmekte olan (Zat-ı muhterem)dır!..” demişti de, buna karşılık o : “ Ben
de diriltir ve öldürürüm!..” demişti. Bunun üzerine İbrahim: “ Gerçek şu,
Allah, güneşi doğudan getiriyor/ doğuruyor; haydi sen de onu batıdan getir/ doğur!..”
deyince, nankörlük edip bile bile küfre saplanmış olan o kafir, tutulup kalıverdi.
Evet, Allah, ( Şeytanı ve onun adamlarını dost edinen ve onların istediği tarzda düşünen/
davranan bu) zalimler güruhunu asla hidayete erdirmez!.. 258.
Yahut sen, (
Allah’a ve onun dinine karşı iyi niyetlerle dolu olan ve bu nedenden ötürü de Allah’ın,
kendisini karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkardığı) o samimi kimsenin haline
hiç bakmadın mı?! [ Bu insan tipini hemen incelemeye al ve nasıl hidayete
ulaştıklarını gör!..] Vaktiyle o adam, çatları çökmüş, duvarları yıkılmış,
harap olmuş ( altı üstüne gelmiş virane) bir yerleşim birimine uğramıştı. (
Kapıldığı ümitsizlik ve üzüntüden ötürü kendi kendine) şöyle dedi: “ Allah
burasını, böyle ölüp harap olduktan sonra ( acaba) nasıl/ ne zaman ve nereden ihya
edecektir/ canlandıracaktır?! Bunun üzerine Allah, onun canını alıp yüzyıl ölü bıraktı,
sonra onu tekrar diriltip ayağa kaldırdı ve ona şöyle dedi: “ ( Söyle bakalım, bu
hal üzere ne kadar kaldın?” O da: “ Bir gün ya da bir günden daha az bir süre
kaldım.” Dedi. Allah: “ Hayır!” dedi, “ sen bu hal üzere tam yüz yıl
kaldın!.. Ama yiyeceğine ve içeceğine bak, ( üzerinden bunca zaman geçtiği halde)
henüz bozulmamış!.. Evet, bir de şu eşeğine bak; ( o çoktan kemik yığını haline
gelmiş)!.. Biz bunu, seni insanlara bir ayet/
ibret vesilesi kılmak için yaptık…( Evet, şimdi) şu kemiklere bir bak; biz onları
nasıl birleştirip bir araya getiriyor ve sora da onlara et giydiriyoruz!..” ( Bu
durum), o adama apaçık belli olunca, “ evet” dedi, “artı çok iyi biliyorum ki,
Allah, gerçekten de her şeye hakkıyla kadirdir!.. 259.
Evet, onlara hatırlat
ki, vaktiyle İbrahim şöyle demişti: “ Rabbim! Bana
göster ölüleri nasıl diriltiyorsun? ( Rabbi de ona): “ Yoksa sen ( ölüleri
diriltmeye kadir olduğuma) inanmadın mı?” buyurmuştu. ( İbrahim): “ Elbette
inandım, fakat kalbimin mutmain olması/ imanımın ilme’l- yakin derecesinden ayne’l-
yakin dercesine çıkması için, ( yaratma işini somut bir şekilde görmek istiyorum.”
dedi. Bunun üzerine Rabbi ona şöyle buyurdu: “ Öyleyse, dört tane kuş al/ yakala
ve onları kendine iyice alıştır!.. Sonra ( onları kes, parçala; etlerini, tüylerini
birbirine karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak!.. Daha sonra
da onları kendine çağır; ( bak nasıl da hiç ölmemiş gibi sapasağlam) koşa koşa/
uça uça sana geliyorlar!.. Evet, şunu iyi
bil ki, Allah, , Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret
sahibi olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan,
tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!.. 260.
[ İşte Allah,
diriliş vakitleri geldiği zaman insanları da aynen böyle diriltecek ve yapıp-ettiklerinin
karşılığını kendilerine verecektir]: Mallarını Allah yolunda infak etmekte
olanların ( infak ettikleri malların) durumu, tıpkı
yedi başak bitiren ve her bir başağında yüz dâne veren bir tohum dânesi gibidir!..
Tıpkı bunun gibi, Allah, dilediği kimseye, ( yaptığı infakın karşılığı olarak
hak ettiğinden) çok daha fazlasını kat kat verecektir!..Evet,Unutmayın ki, Allah,
daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine
geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!.. 261.
Mallarını
Allah yolunda infak edip de, sonra ne başa kakma ve ne de eziyet etme suretiyle o infak
ettikleri şeylerin arkasına düşmeyenler var ya, işte onların ecri/ mükâfatı,
Rableri katında kendilerini beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar
asla mahzun da olmazlar!.. 262.
[ Bakın], gönül
alıcı tatlı bir söz söylemek ve kusur bağışlamak/ şefkatli ve hoşgörülü
davranıp ayıp örtmek/ münasebetsizliği affetmek, arkasından eziyet gelen bir
sadakadan çok daha hayırlıdır!.. Evet, unutmayınız ki, Allah, Ganî’dir: (Hiçbir
kimseye ve hiçbir şeye asla ihtiyaç duymayandır; herkes ve her şey mutlak anlamda O’na
muhtaçtır. Dolayısıyla O’nun sizin sadakalarınıza asla ihtiyacı yoktur. Sadaka
vermeye ihtiyacı olan asıl sizlersiniz...) Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve
çok yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!.. 263.
Ey iman edenler!
Allah’a ve ahret gününe inanmadığı halde, sırf insanlara gösteriş olsun diye
malını harcayan kimselerin yaptığı gibi, başa kakarak ve eziyet ederek
sadakalarınızın mükafatını sakın boşa çıkarıp heder etmeyiniz!.. Böyle yapan
kimsenin durumu, tıpkı üzerinde toz-toprak bulunan kaypak bir kayanın hali gibidir ki,
ona şiddetli bir yağmur isabet etmiş ve böylece onu cascavlak bırakıvermiştir!.. Gösterişçi
davrananlar ve yaptıklarını başa kakanlar, ( dünya hayatında) kazandıklarından (
âhiret hayatında) hiçbir şey elde edemezler!..Evet, unutmayınız ki, Allah, nankörler
güruhunu asla hidayete erdirmez!.. 264.
Allah rızasını
kazanmak ve kendilerini Allah yolunda kökleştirip sağlamlaştırmak için mallarını
infak edenlerin hâli, tıpkı yüksek bir yerde bulunan, yağmur aldığında kabaran ve
yükselen sıcak ve nemli bir bahçe gibidir ki, ona bolca yağmur isabet etmiş ve böylece
o, iki kat ürün vermiştir. Bakın, eğer ona bol yağmur isabet etmese bile, mutlaka
bir çisenti/ hafif yağmur ve nem düşüverir ve böylece o, vereceği ürünü yine
verir!.. Evet, unutmayınız ki, Allah, yapıp etmekte olduğunuz her bir şeyi hakkıyla
görmekte olandır!.. 265.
Sizden herhangi
biriniz, hiç arzu eder mi ki; altından ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından müteşekkil,
içerisinde kendisi için her çeşit mahsul bulunan (çok güzel) bir bahçesi bulunsun
da, ( bütün ümitlerini ona bağladığı bir sırada) kendisine ihtiyarlık gelip çatıversin
ve üstelik (kendisi böyle aciz bir haldeyken) bir de zayıf ve aciz/ bakıma muhtaç
çocukları olsun; derken ( kendisinin ve o çaresiz yavrularının biricik geçim kaynağı
olan) o bahçeye, içerisinde ateş bulunan bir kasırga gelip isabet ediversin ve böylece
o bahçe tamamen yanıp kül olsun?! [ Evet, böyle bir şeyi sizin hiç biriniz asla
istemez. İşte, Allah’a iman edip de, ardından ameline gösteriş ve başa kakma
ağusu katanların durumu aynen böyledir. Onlar, amellerinin karşılığını almaya en
çok muhtaç oldukları bir sırada, oluşturdukları riyakarlık ve başa kakma
kasırgasının, alacakları mükafatların tümünü
yakıp kül ettiğini göreceklerdir..] Allah,
sizlere ayetleri/ ilahi göstergeleri( uymanız gereken kuralları) işte böyle iyice açıklıyor!..
Umulur ki hakkıyla düşünürsünüz/ anlarsınız!.. 266.
Ey iman edenler!
Kazandığınızın en güzellerinden ve sizin için topraktan çıkardığımız
şeylerin bir kısmını ( Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine) infak ediniz; ama
sakın ha, size verildiğinde ancak göz yumarak/ istemeyerek alabileceğiniz ( adi,
değersiz ve kötü) şeyleri infak etmeğe yeltenmeyiniz!.. Evet, unutmayınız ki,
Allah, Ganî’dir: (Hiçbir kimseye ve hiçbir şeye asla ihtiyaç duymayandır; herkes
ve her şey mutlak anlamda O’na muhtaçtır. Dolayısıyla O’nun sizin
sadakalarınıza asla ihtiyacı yoktur. Sadaka vermeye ihtiyacı olan asıl
sizlersiniz...) Hamîd’dir: (Her türlü övgüye hakkıyla layıktır)!.. 267.
Şeytan sizi
fakirlik ( ve cimrilik) ile korkutur ve size çirkin işler yapmanızı ( riyakar
olmanızı, kaba davranmanızı, insanlara eziyet vermenizi) emreder; Allah ise, size
kendi katından engin bir bağış ve büyük bir lütuf vaad etmektedir!.. Evet,Unutmayın
ki, Allah, daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti
alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte
olandır)!.. 268.
Allah hikmeti (
yani hayatı gerçek boyutlarıyla anlayıp kavramayı ve buna uygun olarak doğru
davranış sergileme kabiliyet ve yeteneğini sağlayacak gerçek ilim ve anlayışı)
dilediği kimseye verir!.. Evet, her kime hikmet verilmişse, hiç şüphe yok ki ona çok
büyük bir hayır ( servet ve saltanat) verilmiştir!..Ancak, (Hikmetin en büyük servet
ve saltanat olduğunu) temiz ve has akıl sahiplerinden başkası asla düşünüp
anlayamaz!.. 269.
[ İster Allah için
olsun, ister riyakarlık ve başa kakmak için olsun], sizler her neyi (hangi maksatla)
infak ederseniz edin yahut her neyi ( hangi maksatla) adakta bulunursanız bulunun, şunu
kesin olarak bilin ki, Allah, onu mutlaka bilmektedir!..( Ona göre sizlere karşılık
verecektir.) Unutmayınız ki, zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur!.. ( Öyleyse, sakın
cimrilik ve riyakârlık etmeyiniz.) 270.
Eğer
sadakalarınızı,- riyakârlık, başa kakma ve eziyet etmeme şartıyla- açıktan/
alenen verirseniz, o ne güzeldir; ama eğer onları gizler ve ihtiyaç sahiplerine (
gizlice) verirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır. ( Bakın, eğer
sadakalarınızı gizli gizli verirseniz bu,) sizin günahlarınızın/ kötü duygularınızın
bir kısmını örter!.. Evet, asla unutmayınız ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her
şeyden daima hakkıyla haberdar olandır!.. 271.
[ Hangi din
mensubu olursa olsun, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzat. İman etmediler diye insanlara yardım etmezlik
yapma. Çünkü], senin görevin, ( her ne pahasına olursa olsun) insanları (bilfiil) hidayete erdirmek değildir!.. [ Sen ancak Allah’ın
ayetlerini tebliğ etmekle yükümlüsün.] Ancak Allah dilediğini/ layık gördüğünü
hidayete erdirir!.. Siz, ( Allah rızasını kazanmak için) hayır namına her ne infak
ederseniz edin, (biliniz ki bu), sadece kendiniz içindir. Zaten siz, sadece Allah rızasını
kazanmak için infak edersiniz!.. Evet, unutmayınız ki,
infak ettiğiniz her ne hayır varsa, o, sizlere tastamam geri
ödenecektir!.. Evet. sizlere asla haksızlık yapılmaz!... 272.
( Sadakalar,
özellikle ve öncelikle) kendilerini ( ilim,
hizmet ve cihad için) Allah yoluna hasretmiş/ adamış ( ve bu yüzden de) yeryüzünde
( rızık temini için) gezip dolaşmaya ( ve çalışıp çabalamaya) güç yetirememiş
olan ihtiyaç sahiplerine ( verilmeli) dir. [ Onlar, izzet ve iffetlerini korumaya çok
düşkün oldukları, nezih bir edep ve hayâ sahibi olmaya gayret ettikleri için,
dilenmeye asla tenezzül etmezler. Bu hallerinden dolayı) cahiller, onları zengin
zannederler. Oysa sen, onları simalarından/ alâmetlerinden tanırsın… Onlar yüzsüzlük
edip de insanlardan bir şey dilenmezler!.. Evet, siz, hayır namına her ne infak
ederseniz edin, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, onu daima hakkıyla bilmekte
olandır!.. 273.
Mallarını
gece-gündüz, gizli-açık ( yani her zaman ve her halde) Allah yolunda infak eden
kimseler var ya, işte onların ecri/ mükâfatı, Rableri katında kendilerini
beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla mahzun da olmazlar!.. 274.
[ Mallarını
Allah yolunda infak etmeyi terk edip de insanları açlığa mahkum eden ve sonra da
verdikleri borçlarla onları kendilerine muhtaç hale getiren ve böylece insanların
kanını emen, yani] faiz yiyenler var ya, onlar, ancak kendisini şeytanın çarpmış
olduğu kimsenin ( cinnet nöbetinden) kalktığı gibi kalkarlar/ dengesiz ve düzensiz
davranırlar!..[ Onlar, ayağa kalkmak istedikleri her seferinde sar’a nöbetine tutulup
titreyen ve daima dengesi bozulup yere yığılan kimsenin durumunda oldukları için, bir
türlü doğru şekilde düşünemezler/ yürüyemezler/ davranamazlar.] Bu dengesizlik, onların : “ Alış-veriş de
tıpkı faiz gibidir.” Demeleri ( ve faizli muamele yapıp insanları sömürmeye devam
etmeleri) sebebiyledir… Oysa, Allah, alışverişi helal, faizi ise haram
kılmıştır!..[ Çünkü alışveriş ancak ihtiyaçtan ötürü yapılır. Faiz ise,
ihtiyaç içinde bulunan insanın ihtiyacını mutlak olarak sömürmektir; ihtiyaç değil
zulümdür.] Artık her kime, ( faizin haram
olduğuna dair) Rabbinden bir öğüt gelir de, o, bu öğüdü dinler ve ( faizcilikten)
vazgeçerse, geçmişte olan şey kendisine aittir… Evet, onun işi ( kıyamet gününde
sorumluluğunun kaldırılmasına dair hüküm) Allah’a havale edilir. Fakat, her kim de
tekrar (faizciliğe) dönerse, [ artık o, cehennemi bolar]!.. işte onlar, Ateş’in
dostlarıdırlar; orada ebedi olarak kalıcıdırlar!.. 275.
Allah faizi (
faizli muamelelerle elde edilen kazancı) mahveder; sadakaları ( sadakalandırılarak
temizlenmiş olan kazançları) ise, kat kat artırır/ bereketlendirir/ sevabını kat
kat verir!..Evet, unutmayınız ki, Allah, ( haramı helal tanımakta ısrar eden ve böylece
insanların kanını emmeye devam eden tefeci faizci) nankörlerin ve günah işlemekten
çekinmeyen günahkarlardan hiçbirini asla
sevmez!.. 276.
Evet, hiç şüpheniz
olmasın ki iman edenle, imanlarına yaraşır şekilde Salih ameller işleyenler,
namazlarını büyük bir istek ve iştiyakla kılınması gerektiği şekilde edâ
edenler ve zekatlarını hakkıyla verenler var ya, , işte onların ecri/ mükâfatı,
Rableri katında kendilerini beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar
asla mahzun da olmazlar!.. 277.
Ey iman edenler!
( Emirlerini yerine getirmek, yasaklarından
kaçınmak suretiyle) Allah’tan korkup korunun ve faizden ( faiz düzeninden) kalan tüm
ilişkileri ve kazançları bırakın/ terk edin!.. Eğer gerçekten müminler iseniz (
mutlaka böyle yapın)!.. 278.
( Bakın,) eğer
böyle yapmazsanız, ( o zaman şunu iyi bililin ki,) Allah ve peygamberi tarafından (
size karşı örtülü) bir savaşın başlatılmasına izin verdiniz ( demektir)!.. Eğer
faizcilikten vazgeçip tövbe ederseniz, ana paranız sizindir. Ne haksızlık yapın ne
de haksızlığa uğrayın!.. [ Evet, zulmeden de zulme rıza gösteren de suçludur…] 279.
( Bakın), eğer
borçlu olan kişi zor durumda ise, genişleyinceye/ borcunu ödeyecek durumuma gelinceye
kadar ona mühlet vermeniz gerekir!.. Bununla beraber (alacağınızın tamamını Allah
rızası için) sadaka olarak bağışlamanız sizin için çok daha hayırlıdır!..
Eğer ( bu fedakârlığın manevi karşılığının büyüklüğünü) bilirseniz, (
mutlaka böyle davranırsınız…) 280.
Evet, Öyle bir
günden korkup korunun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz/ O’nun
huzuruna çıkartılacaksınız; sonra da herkese, ( kötü- iyi) kazandığı her bir şeyin karşılığı tastamam
ödenecektir!.. Evet, hiç kimseye asla haksızlık edilmez!.. 281.
Ey iman edenler!
Belirlenmiş bir vakte kadar ( her ne şekilde olursa olsun, içinde borç bulunan) bir
muamele ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu ( hukuki bağlayıcılığı olacak
bir şekilde) hemen yazınız!.. Aranızda ( güvenilir) bir yazıcı onu adaletle ( ne
fazla ne noksan, tam olması gerektiği şekilde dosdoğru ve anlaşılır bir biçimde)
yazsın!.. Hiçbir yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adil bir biçimde)
yazmaktan kaçınmasın, (onu mutlaka dosdoğru ve anlaşılır biçimde) yazıversin!..
Sadece borç veren kişi değil, üzerinde hak bulunan (borçlu olan) da yazdırsın ve (
emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle) Rabbi olan Allah’tan korkup
korunsun ve borcundan hiçbir şey eksik bırakmasın (ne zaman ve ne kadar vereceğini
tastamam yazdırsın)!.. Eğer üzerinde hak bulunan (borçlu olan) kimse bir beyinsiz
(görüşü zayıf olan bir kıt akıllı) veya zayıf (düşkün, çocuk, çaresiz) veya
onu yazdırmaya bizzat güç yetiremeyen (dilsiz, hasta) bir kimse ise, bu durumda velisi
onu adil (dosdoğru)bir şekilde yazdırsın!.. evet, bu işlemler yapılırken ( şahadet
etmeye ehil olan, doğruluğuna güvendiğiniz aklı başında) erkeklerinizden iki
kişiyi de ( bu borçlanma ve yazma işine ) şahit tutun!.. Eğer (bu evsafta) şahit
tutacak iki erkek bulunmazsa, (o zaman) razı olacağınız( şahitliğini kabul
edeceğiniz) şahitlerden bir erkek ve iki kadın (şahit) olsun ki, kadınlardan biri
unutur ve yanılırsa, diğeri ona hatırlatsın!.. [ Çünkü kadınların bu konudaki
bilgileri erkeklere göre daha sınırlı, tecrübeleri de daha azdır.] Evet, şahitler
de ( şahadet etmeye) çağrıldıkları zaman, (sakın şahadeti üstlenmekten ve
şahadet etmekten) kaçınmasınlar!.. Küçük olsun, büyük olsun, onu (borçlanmadan
doğan bütün hakları ve yükümlülükleri, borcun cinsini ve türünü) vadesine varıncaya
kadar yazmaktan asla üşenmeyin!.. Böyle yapmanız, Allah katında daha adaletli daha
sağlam ve şüpheye düşmemeniz için de en uygun yöntemdir. Ancak o (muamele) aranızda cereyan eden peşin bir
ticaret (alış veriş )ise, onu yazmamanızda size herhangi bir günah (vebal, mahzur)
yoktur. Ancak( ihtiyatlı olması için peşin) alışverişlerinizde de şahit tutun!..
(Evet) ne yazana ne de şahitlik edene asla zarar verilmesin!.. Eğer onlara zarar verecek
bir iş yaparsanız, hiç şüpheniz olmasın ki, bu, sizin için tam bir fısk (yoldan çıkma)
olur!.. Evet, Allaha karşı takvalı
davranın!.. Allah size (neyi nasıl yapmanız gerektiğini) öğretiyor/ sizi
eğitiyor!..[ Artık işlerinizi Allah’ın öğrettiği şekilde yapınız.] Ve şunu iyice bilin ki, Allah, her şeyi hakkıyla
bilmekte olandır!.. 282.
Ve eğer bir
seferde ( yolculuk ve ona benzer bir imkansızlık durumunda) olur da ve yazıcı da
bulamazsanız, o taktirde ( borca karşılık)
rehin alınacak mallar yeterlidir!.. [ Onunla alacağını belgelendirir.] Eğer birbirinize güvenmiş( ve rehin almaya gerek
görmemişseniz), artık kendisine güvenilen adam (borçlu olan kimse) emanetini(
borcunu) ödesin (güvene layık olduğunu göstersin) ve (emirlerini yerine getirmek,
yasaklarından kaçınmak suretiyle) Rabbi olan Allah’tan korkup korunsun!.. Evet, şahitliği( bildiklerinizi) asla
gizlemeyin!.. Evet, her kim şahitliği ( bildiklerini) gizlerse, gerçekten de o, kalbi
günah (dolu olan birisidir)!.. Evet, (unutmayın ki) Allah, yapıp etmekte olduğunuz her
şeyi hakkıyla bilmekte olandır!.. 283.
( Bakın), göklerde
her ne varsa, yerde her ne varsa(hepsi) Allah’ındır!.. ( Bunun için O’ndan hiçbir
şeyi asla saklayamazsınız!..) Siz, içinizdeki (o bozuk ve art niyetli düşünceleri)
açıklasanız da gizleseniz de, Allah ondan dolayı sizi (mutlaka) hesaba çeker ve ardından
da dileği kimseye mağrifet buyurur ve dilediği kimseye de (hak ettiği için) azab
ettirir!.. Evet, (unutmayın ki), Allah, her
şeye hakkıyla kadirdir!..[ Kudreti her şeyi yapmaya yetecek kadar büyüktür.] Not:
Ayet-i Kerimenin bağlamı alış-veriş ve şahitlik olsa da, genel bir anlam içerdiği
ve her türlü art niyeti, kötü ve bozuk düşünceleri kapsamakta olduğu görülmektedir.
Burada şunu söylemekte fayda olduğunu düşünmekteyiz: Şahitliği gizleyen ya da gerçeğe
muğayır (ters) şahitlikte bulunan kimsenin içinde gizli bir niyet vardır. Bunun
yanında bazı tüccar ve müşterilerin de, bazı art gizli düşünceleri ve hatta art
niyetleri olabilir. Örneğin, önce güven sağlayıp sonra aldatmak gibi… Şüphesiz Allah Teala yazmayı, şahit tutmayı,
rehin almayı ve güven esaslarını emir buyurarak malların korunmasını ve toplumsal
huzurun sağlanmasını garanti altına almayı murad etmiştir. Bütün bunlara rağmen
bazı art niyetli insanlar da çıkabilir ve yanlış yapabilir. İster alış-verişte, ister şahitlik yapma
konusunda ve isterse de hayatın diğer tüm alanlarında bilinçli olarak yapılan tüm
yanlışların hesabını Yüce Allah soracaktır… İşte, bu tür yanlışlar yapan
kişi, içinde sakladığı o gizli düşüncesini/ art niyetini ister açıklasın, ister
açıklamasın, Allah, onun hesabını
kendisine mutlaka soracaktır. 284.
(Bütün
âlemlere rahmet olarak gönderilen ve kendinden önceki peygamberler tarafından müjdelenmiş
olan şu son) peygamber, Rabbinden kendisine indirilmiş olan her bir şeye (tam
anlamıyla kat’i bir bilgi ve tam bir itminan ile) iman etmiştir!.. (Ona tabi olan gerçek)
müminler de (aynı şekilde iman etmişlerdir)!.. (Mükemmel bir akıl nimeti ile
ödüllendirilmiş olan bu iman toplumunun) her bir (ferdi); Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine (kesin olarak) iman etmişlerdir!.. (Onların hepsi de her zaman ve her
yerde şöyle demişlerdir/ inanıp tavır takınmışlardır:) “ Bizler, Allah’ın peygamberinden hiçbirinin arasını,
diğerlerinden asla ayırmayız, (Hepsine aynı şekilde iman ederiz)!.. Ve (yine) onların hepsi her zaman ve her yerde şöyle demişlerdir/
inanıp tavır takınmışlardır : ”Bizler, (Rabbimizin sözünü can-u gönülden) dinledik (anladık, kabul ettik
ve hayatımıza aktarmaya gayret ettik). Evet,
(bizler, hiç itirazsız, Rabbimizin emirlerine gönülden) itaat ettik (boyun eğdik)!..
(Bütün içtenliğimize rağmen şayet kusur ettiysek) mağfiretini (bağışlamanı,
hoşgörünü) dileriz, Rabbimiz!.. Evet,
herkesin dönüp- dolaşıp huzuruna varacağı( başka değil), sadece ve sadece
sensin!.. 285.
Allah hiç
kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şetle mükellef/ sorumlu tutmaz: Herkesin kazandığı
( iyilik) ancak kendisinedir; Ve yine herkesin kazandığı ( kötülük de) ancak
kendisinedir!..Ey Rabbimiz! ( Kulluğumuzu icra etmeye çalışırken) eğer unutur veya
hata edersek, bizi sorumlu tutup cezalandırma!.. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yükler yükleme!.. Ey Rabbimiz! Bize, gücümüzün yetmeyeceği
şeyleri/ altından kalkamayacağımız yükleri taşıtma!.. Bizi affet, bizi bağışla
ve bize merhamet eyle!.. Sen bizim mevlamızsın/ güvendiğimiz yegane efendimizsin; şu
kâfirler güruhuna karşı bizlere acil yardım eyle( onlara karsı bizi başarılı ve
muzaffer eyle)!.. [ Amîn = Duamızı kabul buyur Rabbimiz…] Not: Suremiz, ilk beş ayetinde tanıttığı o
gerçek müminleri (muttakileri), bu son iki ayetinde de karşımıza çıkartmak
suretiyle muazzam bir sunum örneği sergilemiştir. Bakara suresinde başlanılan o
harika yolculuk; duygu, düşünce, inanç ve amel notasında ulaşılan bu büyük iman
durağında bitmiş oldu. Ben kendi adıma söylüyorum: Yaklaşık olarak on sekiz yıl süren
bu yolculuğun bu kadar zevkli olacağını gerçekten de hiç tahmin etmemiştim. Teşekkürler
Rabbim.. Şimdi yeni bir büyük yolculuk
için hazırlığa başlıyoruz!.. Yarın, Allah’ın izniyle Âl-İ İMRAN kapısından yepyeni ve bambaşka bir
yolculuğa çıkacağız… Ey Rabbimiz! Kolaylaştır, zorlaştırma; yardımını ve
rahmetini bizden esirgeme… Son |
. |