1- Hayzlı Kadına Gömlek Üzerinden Mübaşeret Babı
Hadisi Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.
2- (Hayzlı Kadınla Bir Yorgan Altında Yatma Babı)
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.
Hadis-i Şeriften Aşağıdaki
Hükümler Çıkarılmıştır.
5 - Uykudan Uyanınca Yüzü ve Elleri Yıkama Babı
Hadisi Şerifin Muhtelif Rivayetlerinden Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.
7- Meni Gelmekle Kadına Yıkanmanın Vacib Olması Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:
8- Erkekle Kadın Menilerinin Sıfatını ve çocuğun Her İkisinin Menisinden
Halk Olunduğunu Beyan Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir.
9- (Cünüblükten Yıkanmanın Sıfatı Babı)
Hadisi Şeriften Aşağıdaki Hükümler
Çıkarılmıştır
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder :
Ebü Ömer Bu Hususta Beş Mezheb Olduğunu Söylüyor.
Hadis-i Şeriften Ulema İki Hüküm İstinbat Etmişlerdir
11- Başa ve Diğer Yerlere Suyu Üç Defa Dökünmenin Müstahab Oluşu Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
12 - Yıkanan Kadının Peliklerinin Hükmü Babı
13- Hayzdan Yıkanan Kadının Kan Gelen Yere Bir Perça Misk Sürmesinin
Müstehap Oluşu Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
14- Müstehaze, Müstehazenin Yıkanması ve Namazı Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.
15- Hayızlı Kadına Namaz Değil Yalnız Orucun Kazası Vacip Olması Babı
16- Yıkanın Kimsenin Elbise ve Ona Benzer Bir Şeyle Örtünmesi Babı
Hadisi Şerif Muhtelif Rivayetleri İle Şu Hükümleri İhtiva Eder.
17- Başkalarının Avret Yerlerine Bakmanın Haram Kılınması Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
18- Tenhada Çıplak Yıkanmanın Cevazı Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.
19- Avret Yerini (Açılmaktan) Korumaya Dikkat Gösterilmesi Babı
Hadisi Şerif Şu Faideleri İhtiva Eder
20- Kazay-ı Hacet İçin Örtülecek Şey
Babı
21- «Sü Ancak Sudan Dolayı İcab Eder» Hadisi Babı
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler
Çıkarılmıştır
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
23- Ateşte Pişen Şeylerden Abdest Lazım Gelmesi Babı
24- Ateşte Pişen Şeylerden Dolayı Abdest Lazım Gelmesinin Neshi Babı
Yukarıki Hadislerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır
25- Deve Eti Yemekten Abdest Lazım Gelmesi Babı
27- Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder
29- Müslümanın Necis Olmıyacağına Delil Babı
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.
30- Cünüplük Halinde ve Diğer Hallerde Allah Tealayı Zikir Babı
32- Helaya Girmek İsteyenin Ne Okuyacağı Babı
33- Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Babı
Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır
Bu bahisde hayzm bâzı
ahkâmı görülecektir. Hanefîlere göre hayzın en az müddeti üç gün üç gece en çok
müddeti de on gün on gecedir, Üç günden az ve on günden çok gelen kan hayız
değil, istihâza yâni hastalık kanıdır. Şafiîlere göre hayzm en azı bir gün bir
gece, en çoku on beş gündür. Mâlike göre ise en azı kanı görecek kadar
zamandır velev bir saat olsun.
1- (293)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim rivayet
ettiler. İshak: Bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Cerir Man
sûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Aişe-den naklen rivayet etti.
dediler. Aişe (Radıyaîlahu Anhâ) şöyle
demiş:
«Bizden, birimiz
hayzıni gördüğü zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona emreder o da
bir peştamal kuşanır sonra ona mübaşeret eylerdi.
2- (.,.)
Bize yine Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir
Şeybani'den rivayet etti. H.
Bana Ali b. Hucur
es-Sa'dî dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk, Abdurrahman b. Esved'den o da babasından o
da Âişe'den naklen haber verdi. Şöyle demiş.
«Bizden birimiz hayızh
olduğu zaman Resulüllâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) ona hayızmm şiddetli
zamanında peştamal kuşanmasını emreder; sonra ona muhaşeret eylerdi. Sizin
hanginiz Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gibi nefsine malik olabilir!..»
3- (294)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdiîlâh Şeybani'den
o da Abdullah b. Şeddâd [1] dan,
o da Meymûne'-den naklen haber verdi. Şöyle demiş: «Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kadınlarına hayızh
iken gömlek üzerinden mübaşeret eylerdi»
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbu'l Hayz» da EbûDâvûd, Tirmîzî, Nesâî ve İbni Mâce Kitâbu't - Tahâre» de
muhtelif râvilerden muhtelif lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetleri hayzın ahkamını bildirmektedir.
Hayz: Lûgatta akmak
manasınadır. Bazıları çıkan kan manasına geldiğini Söylemişlerdir. Şeriat İstılahında: Küçük ve hasta olmayan bir kadının rahminin
dışarıya attığı kandır. Lisanımızda buna aybaşı hali yahut âdet görmek denilir.
Âdet halindeki kadına araplar «hâiz» derler. Fasih ve meşhur olan lûğât budur.
Kelime müerinese sıfat olduğu halde sonuna niçin müennes alâmeti olan (tâ)
getirilmediği Nahiv ulemâsı arasında ihtilaflıdır. İmâm Halil b. Ahmed'e göre
bu kelime fiîl mânâsında kullanıldığı için ism-i mensup hükmündedir. Sibeveyhe
göre müzekker bir mevsûfun sıfatı olup mevsufu mahzûftur. Şey, insan yahut
şahıs diye takdir edilir. Yanî «insanün hâidûn» yahut «şahsım hâi-dun»
takdirindedir. Küfe ulemâsının mezhebine göre ise bu sıfat kadınlara mahsus
olduğu için sonundan müennes alâmeti atılmıştır. Fakat Kü-fe'lilerin mezhebine
itiraz edenler vardır. Çünkü hem müennese hem müzekkere sıfat olduğu halde
sonundan müennes alâmeti atılan bazı kelimeler vardır.
Ezherî hayzi : «Bulûğa
eren kadın rahminin mu'tâd vakitlerde rahimin dibinden attığı kandır.» diye
tarif eder.
Kerhî: «Hayz bir
kandır ki; çıktığı andan itibaren onunla kadın bulûğa erer» demektedir. Daha
başka tarifler de vardır.
İstihâza: Kadın
rahminden vakitsiz olarak gelen kandır. Hanefî-lere göre istihâza kadından üç
günden az yahut on günden çok gelen kandır. Buna biz hastalık kanı deriz.
Cümlesindeki «kâne»
fi'linin müzekker olarak kullanılması Nahiv imamlarını bir hayli meşgul
etmiştir. Rivayet bu şekilde sahihtir. Sîbe-veyhe göre bazı araplar cümlenin
faili müennes olduğu halde fi'li müzekker kullanırlar. Meselâ derler. Bunu Nahiv imamlarından
Ebu'l Hüseyin b. Harûf
dahi nakletmiştir. Dîğer Nahiv ulemâsı buradaki kâne'nin şan ve kıssa manâsına
geldiğini söylemişlerdir. Bu takdirde cümlenin manâsı: «Kıssa şu ki: birimiz
hayzini gördüğü zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona emrederdi»
demek olur. Bu günkü arap gramercileri «kâne» yi doğrudan doğruya lisânımızda
olduğu gibi yardımcı fiil kabul ederler. Bu takdirde hadisteki kâne «emere»
fiilinin yardımcısı olurki «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emrederdi» mânâsına gelir.
Mübaşeret: Teni tene
değdirmektir.
îttizâr : Gömlek
giymek peştemal veya çarşaf gibi bir şeye bürünmek demektir. Burada ondan murad
göbekten diz kapağın altına kadar olan yerleri Örtmektir. Hadisteki hayızın
fevrinden murâd: Hayz kanının en şiddetli ve çok geldiği zamandır.
İrb : Cima' âletinden
kinayedir. Bâzıları bu kelimeyi «erab» şeklinde rivayet etmişlerdir. Erab;
Hacet demektir. Bundan murâd cima' arzusudur. Bu takdirde hadisin mânâsı:
«Sizin hanginiz nefsine mâlik olurda böyle bîr muhaşeret esnasında haram
irtütâb etmekten yani hayız halindeki o kadınla cima'dan kendini koruyabilir»
demek olur.
Hattâbî bu rivayeti
kabul etmiş birinci rivayeti ihtiyar eden hadis ulemâsını ayıplamıştır.
1- Hayızlı
kadına mübaşeret caizdir. Mübaşeret erkeğin teni kadının tenine dokunmaktır. Bu
kelime cima' mânâsına da gelirse de burada bilicma' teni tene dokundurmak
manasınadır. Hayızlı kadına mübaşeret üç şekilde tasavvur olunabilir.
a) Hayızlı
kadına cima' etmekle olur. Bu bilicma' haramdır. Hattâ bunun helâl olduğuna
îtikad eden kâfir olur. Haram olduğunu bilerek yapan büyük günah işlemiş olur.
Böylesinin Allah'a tevbe ederek bir daha bu işi yapmaması gerekir. Keffâret
lâzım gelip gelmiyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre keffâret
vermesi lâzımdır. Katâde , Evzâî, Ahmed b. Hambel, İshak ve eski mezhebine göre
İmam Şafiî 'nin kavilleri budur. Şafiî 'nin yeni mezhebine göre keffâret lâzım
değildir. Hanefilerle Ekseri ulemânın kav-]ide budur. Şafiîlerden Nevevî
diyorki: «Hayız halindeki cima'ın helâl olmadığına îtikad eden bir kimse onu
unutarak yahut hayız hali olduğunu bilmeyerek yahut o hâlde cima'ın haram
olduğundan bihaber bulunarak veya cima';ı mecbur edilerek yapsa o kimseye
günah ve keffâret yoktur. Eğer hayz halinde olduğunu ve bu halde cima'ın haram
kılındığını bildiği halde kasten yaparsa ma'siyet irtîkâb etmiş olur. Onun
büyük günah olduğunu Şafiî nassan bildirmiştir. O kimseye tevbe vâcib olur.
Keffâret vacip olup olmaması hususunda iki kavil vardır. Bunların esah olanına
göre o kimseye keffârat lâzım değildir. Üç mezhep imamının yani Ebû Hanjfe,
Mâlik ve Ahmed b. Hanbe1in ve cumhur-u selefin kavilleride budur. Seleften At
â' İbni Ebi Müleyke, Şa'bi, İbrahim Nehaî, Mekhûl, Zühri, Ebu'z-zinâd, Rabîa,
Hammâd b. Ebi Süleyman, Eyyub-u Sahtiyâni, Süfyan-ı Sevri ve Leys b. Said (Rahimehûmûllah) bunlar meyanındadır.
Şafiî 'nin zayıf olan
eski kavline göre keffâret lâzımdır. Bu kavil İbni Abbâs (Rcıdiyallahıı
anhiimâ) ile Hasan-ı Basri, Saîd b. Cübeyr, Katâde, Evzâî ve
İshak 'tan da rivayet olunmuştur. Bir rivayete göre İmam Ahmed b. Hambelin
kavlide budur. Bu zevat keffâretin ne olacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Hasan-ı Basrî, Saîd b. Cübeyr ve diğerlerine göre bu cima'm keffâreti ya bir
altın yahut onun yarısıdır. Bir dinar keffâretin hayızm evvelinde, yarım
dinarın hayzm sonunda yahut bir dinarın hayzın şiddetli zamanında, yarım
dinarın hayız bittikten sonra lâzım geleceği meselesi dahi aralarında
İhtilaflıdır. Delilleri: İbnî Abbas (Radiyallahu anhiimâ) dan merfu' olarak
rivayet edilen:
«Her kim hayz halinde
karısına yakınlık ederse, bir altın yahut yarım altın tasadduk etsin.»
mealindeki hadistir.
Fakat bu hadis
bilittifâk zayıftır. Doğrusu keffâret lâzım gelmemektir.
b) Göbeğin
üst tarafına ve dizden aşağıya öpmek dokunmak veya sarmaşmak sureti ile yapılan
mübaşerettir. Bu bilicma' helâldir. Yalnız Ubeydetü's - Selmanî
ile diğer bazılarından bu yerlerin
hiç birine mübaşeretin caiz olmadığı rivayet edilmişsede bu rivayet şaz
ve münkerdir. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemjin gömlek üzerinden mübaşerette bulunduğunu bildiren
sahih hadisler bunu reddetmektedir.
c) Ön ve
arkaya olmamak şartiyle göbekle dizler arasına yapılan mübaşerettir. İmâm
A'zâma göre bu haramdır. Bir rivayete göre İmam Ebû Yusuf 'un Kavlide bu olduğu gibi Şafiî1erce sahih olan
kavilde budur Mezkûr kavil İmam Malik
'tende rivayet olunur. Ulemâdan Saîd b. el-Müseyyeb, Kaadi Şüreyh, Tavus,
Atâ', Süleyman b. Yesâr, Katâde gibi bir nice zevat dahi bu kavli tercih
etmişlerdir. Hanefî-lerden İmâm-ı-Muhâmmedle bir rivayette İmam Ebû Yûsuf
'a göre yalnız kan gelen yerlerden
korunmak suretiyle mübaşeret caizdir.
îkrime ile Mücahid,
Şa'bî, İbrahim Nehaî, Hakem,
Süfyân'ı Sevri, Evzâî,
Ahme-d b. Hambel, İshâk
b. Râhuye, Ebû Sevr, İbnî'l
Münzir ve Dâvûd-u Zahirî 'nin mezhebleride budur. Bu kavil delil itibarı ile
sair kavillere nazaran en kuvvetli kavildir.
Zîra Enes (Radiyallahu anh)
hadîsinde:
«Her şeyi yapın,
yalnız cima1 müstesna.» Duyurulmuştur.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in gömlek
üzerinden mübaşereti bu işin müstehab
olduğuna hamledilmiştir. İmam Muhammedin
kavli Hz. Ali, İbni Abbâs ve Ebû Ta1ha (Radiyallahu arihüm) hazeratmdanda nakledilmiştir.
Kurtubî'nin Mücâhid 'ten rivayetine göre cahiliyet devrinde Araplar hayz-lı
kadınlara arkadan cima'da bulunurlarmış. Hıristiyanlar hayızlı kadınlara cima'
eder yahudilerle mecûsiler ise bilâkis o halde kadınlardan, son derece uzak
kalır; hattâ hayz kesildikten bir hafta sonraya kadar onlara yaklaşmazlar;
kitaplarının emri bu olduğunu söylerlermiş.
2- Mübaşeret
halinde kadının mutlaka bir şeyle örtünmesi lâzımdır. Çünkü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selle/n) Âişe (Radiyallahu
Anhâ) ya bunu emretmiştir. Maksat kadının cima'dan korunmasıdır.
3- Mübaşeret
ancak o halde cima' etmiyeceğine
itimadı olanlara caizdir. Nefsine itimadı olmayana mübaşeret de caiz
değildir. Zira bir hadis-i şerifte varid olduğu üzere korunan bir yerin
etrafında dolaşan çobanın koyunlarını oraya kaçırması işten bile değildir.
Şafiî 'lerden bazısının kavli de budur. Nevevî bu kavli beğenmiştir.
4- Hadis-i
Şerifte gömlek giymenin hayzın şiddetli zamanı ile tak-yîd buyurulması onun
iptidası ile devamı arasında fark olduğuna delildir. Nitekim îbni Mâce 'nin
«Sünen» inde Hz. Ümmü Selem e
(Radiyallahu Anhâ) dan rivayet ettiği bir hadiste «Resulül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kanın şiddetli geldiği üç gün zarfında korunur ondan sonra mübaşerette
bulunurdu» denilmesi de bunu gösterir.
Nevevî'nin beyânına
göre kadın hayzı kesilip yıkanmadıkça yahut teyemmüm etmedikçe cima* haramdır.
Mübaşereti haram sayanlara göre onun hükmü de budur. İmam Mâlik ile îmâm Ahmed
ve diğer bir çok ulemâ dahi buna kaail olmuşlardır. İmam A'zama göre kan hayz
müddetinin son haddi olan on günde kesilirse yıkanmadan cima'a dahi helâl olur.
Übbî diyor ki:
«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in zevcelerine mübaşeret yapması
nefsânî şehvetini tatmin için değil onun caiz olduğunu göstermek içindir.
Mübaşereti zevcelerinin her birine yapması onun yayılıp şüyu' bulmasını ifade
eder. Nitekim çok kadınla evlenmesinden maksat da ahkâmı neşrederek
belletmekti. Çünkü zevcelerinden her biri gördüğünü ümmete haber verecekti...»
Bundan sonra Übbî her kocanın ailesine kızlarına ve hizmetçilerine öğretmesi
gerektiğini tenbih ederek fürûat kabilinden bir çok meseleleri ele almış ve onları
misallerle izah etmiştir. Biz sözü daha fazla uzatmamak için onları buraya
nakletmedik. Ancak mes'ele Übbînin dediği gibi pek mühimdir. Anne ve babaların
nazar-ı dikkatini celb eder kendilerine:
«Hepiniz çobansınız ve
hepiniz güttüğünüz sürüden mes'ulsünüz.» hadis-i Şerifi ile Teâla
hazretlerinin:
«Ey iman edenler! Kendinizi ve aile efradınızı cehennemden
koruyun!..» ayet-i kerimesini hatırlatırız.
4- (295)
Bana Ebu't-Tâhîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Mahrama'dan rivayet
etti. H.
Bize Harun b. Said
el-Eylî ile Ahmed b. İsa da rivayet ettiler. Dediler-ki: Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Mahreme babasından, o da İbni Abbâs'ın azatlısı
Küreyb'den naklen haber verdi. Küreyb [2]
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Meymûneyi şöyle derken
İşitmiş:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben hayzlı iken benimle beraber yatardı.
Aramızda bir elbise bulunurdu.
5- (296)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet
etti. (Dedi ki) :
Bize Muâz b. Hîşâm
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Yahya b. Ebi Kasîrden rivayet etti.
(Demiş ki) : Bize Selemetü'bnü Abdirrahmân rivayet etti. Önada Zeynep [3] binti
Ümmü seleme rivayet etmiş. Önada Üm-mü Seleme [4]
rivayet etmiş. Demişki: Bir defa ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelJem)
le beraber kadife bir çarşaf altında yatarken hayzı-mi gördüm hemen sıvışarak
hayz esvabımı giydim. Resulüllah (Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Hayzını mı
gördün?» dedi.
«Evet» dedim.
Müteakiben beni çağırdı ve onunla kadife çarşafın altında beraber yattım.
Zeyneb: «Ümmü Seleme ile
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüblükten dolayı ikisi bir kabta
yıkanırlarmış» demiş.
Bu hadisi Buhar i
«Kitâbu'l Hayz'ın bir iki yerinde ve «Kitâb't-Tahâre»de; Nesaî dahi
«Kitabu't-Tahare»de muhtelif ravilerden tah-riç etmişlerdir.
Gerçi Ebu Dâvûd Hz.
Aişe 'den buna muarız bir hadis rivayet etmişdir. O Hadiste Hz, Aişe: «Ben
hayzımı gördüğüm zaman yataktan hasırın üzerine inerdim. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana yaklaşmazdı; ben de temizleninceye kadar ona
yaklaşmaz-dım. demişsede de Aliyyû-1' Kaarî: İhtimal bu hadis mensuh-dur;
diyor. İbni Kesir ise onun tenezzüh ve ihtiyata hamledil-diğini söylüyor. İbni
Abbas (Radiyallahû anh) Hayz zamanında karısından uzaklaşirmış. Halası Meymûne
(Radiyallahû anh) bunu duyunca; ona haber göndererek: «Sen Resulullahm
sünnetinden yüz mü çeviriyorsun! Vallahi o hayızh kadınlarından biri ile yatar
aralarında dizleri geçecek kadar bir Örtüden başka bir şey bulunmazdı.» demiş
Hamile yahut hâmil:
Saçaklı kadife demektir. Hadîsin bâzı rivayet-, lerinde kelimenin yerine
«hamîsa» zikredilmiştir. Hamîsa dört köşeli ve iki çizgili çarşaftır. Bâzıları
siyah ve kırmızı çizgili bir kumaş olduğunu'
söylerler.
1- Hayzh
kadınla br yorgan altında yatmak Caizdir. Yalnız çıplak tenlerin göbekle diz
arasında biri birine değmesine mani bir perde bulunması lâzımdır. Ulemânın
beyânına göre gömlek üzerinden hayzh kadından istifade edildiği gibi kadının
mayiattan bir şeye elini sürmesi kocasının başını taraması ekmek ve yemek
pişirmesi gibi şeylerde mekruh değildir.
2- Kadının
mu'tâd elbisesinden başka hayız için elbise kullanması müstahabdır.
3- Hayızh
kadının teri temizdir. Gerçi Teâlâ Hazretleri: «Hayız hafinde kadınlardan uzak
kalın!» buyurmuştur:
Fakat bunun mâ'nâsı,
onlarla cima' etmeyin, demektir.
4- Hayızla
nifâsın, namaz ve oruca mâni olmak mescide girememek, kâbeyi tavaf edememek,
kur'an okuyamamak, ve mushafa dokuna-mamak hususatmda hükümleri birdir. Burada
her ne kadar nifastan bah-sedilmemişsede onun hakkında da bir çok hadisler
vardır.
Nifas: Çocuk
doğurduktan sonra gelen kandır. Azı için hudûd yoksada son haddi kırk gündür.
Ondan sonra kan gelse bile hastalıktan dolayı olduğu için kadının namaz oruç
gibi ibadetlerine manî değildir. Ekseri ule--mâ ve fukahânm kavilleri budur.
Hasan-ı Basrî'den nifâslı kadının elli gün namaz kılamayacağı rivayet
olunmuştur. Atâ' ise bu müddeti altmış güne çıkarmıştır.
6- (297) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kj:
Mâlike İbni Şîhâb'daıı duyduğum onunda Urveden,
onunda Amre [5] den,
onunda Aişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum, Aişe şöyle "demiş:
«Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Seîîem) îtikafe girdiği vakit başı bana yaklaştırır; bende onu
tarardım. İnsanın hacetinden başka hiçbir ş< için eve girmezdi» demiş.
7 - (...) Bize Kuteybetü'bnü Sa'id rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. Dedi ki: Bize Leys, İbni Şi-hab'dan, o da Urve ile Amre binti
Abdirrahman'dan o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'den
naklen haber verdi ki Aişe şunları söylemiş :
«Ben (îtikafta iken) hacet için eve girerdim. Evde
hasta bulunduğu halde onun halini ancak geçerken sorardım. Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) dahi mescidde
(itikâfda) iken başını bana uzatır; bende saçını (hayzh olduğum halde)
tarardım. Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfta iken eve ancak hacet
için girerdi.»
İbni Rumh (hadisi) :
«İtikâfta bulundukları zaman de (ye
tefsir et) mistir.»
8- (...)
Bana Harun b. Sa'îd el-Eylî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris Muhnmmd b. Abdirrahman b. Nevfel [6] den o
da Urvetü'bnü Zübeyr'den o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in
zevcesi Aişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:
«Resulüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) kendisi mücavir
iken mes-cidden başını bana çıkarır bende hayzh olduğum halde
başını yıkardım.»
9- (...)
Bize Yahya b. Yalıya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme Hişâm'dan
naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize Urve Aişe'den naklen haber verdi. Aişe
şöyle demiş:
«Resulüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) ben hücremde iken başını bana yaklaştırır; bende hayzh
olduğum halde onun başını tarardım.
10 — (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin b. Ali,
Zâide'den, o da Mansûrdan, o da İbrahim'den, o da Eşved'-den, o da Aişe'den
naklen rivayet etti. Aişe:
«Ben hayzlı iken
Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in başını yıkardım» demiş.
11- (298)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb de rivayet ettiler.
Yahya: Bize Haber verdi tabirini kullandı. Ötekiler bize Ebû Muâviye*, A'meş'ten
o da Sabit b. Ubeyt [7] ten,
o da Kaasim b. Muhammed [8] ten o
da Aişe'den naklen rivayet etti dediler, Aişe: «ResulüIIah (Sallaltafıü Aleyhi ve Seîlem) bana mescidden:
«Şu seccadeyi bana
uzatıver.» buyurdular. Ben hayzliyim
dedim. Bunun üzerine:
«Senin elinde hayz
yokfur.» buvurdnioı-
12- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide Haccac ile Ebû
Ganiyye'den, onlarda Sabit b. Ubeyt'ten o da Kaas-sim b. Muhammed'den o da
Aişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
«Bana Eesulüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve
Selle/n) kendisine seccadeyi uza ti vermemi mescidden emretti.
Ben hayalıyım dedim. Bunun üzerine: «Sen onu bana uzat. Çünkü senin elinde hayz
yokfur.» buyurdular.
13- (299)
Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Kâmil ve Muhammed b. Hâtım toptan Yahya b. Said'den
rivayet ettiler. Züheyr dediki: Bize Yahya Yezid b. Keysan'dan, o da Ebû
Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş. Bir defa
ResulüIIah (Salîaiiahü Aleyhi ve Seliem)
mescidde iken:
— «Ya Âişe! Bana elbiseyi uzat.» dedi. Aişe:
— «Ben hayzlıyım» dedi. Bunun üzerine:
— «Şüphesiz ki, senin
elinde hayz yokfur.» buyurdular. Aişe de elbiseyi kendilerine verdi.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'I-İ'tikâf»m muhtelif yerlerinde Ebû Dâvûd ile Tirmizî ve îbni Mâce
«Kitabu's-Savm» da Nesaî «Kitabu'I
İ'tikâf»ta tahrîc etmişlerdir.
Hadisin bütün
rivayetleri hayzlı bir kadının i'tikâfta bulunan kocasının başını taramak ve
yıkamak ona seccade vermek gibi hizmetlerinde bulunabileceğini ve hayızlı
kadının bedeni ile terinin temiz olduğunu göstermektedir.
İ'tikâf: Lûgatta bir
yerde durmak; iyi veya kötü birşey için nefsini hapsetmek mânâlarına gelir.
Şeriat istilahmda ise; Allah'a ibadet niyeti ile nefsini mescidde hapsetmektir.
İ'tikâfm sıfat ve ahkâmı inşaallah i'tikâf bahsinde görülecektir. İ'tikâfa
giren kimseye mu'tekif derler. Hadîsin bir rivayetinde zikri geçen mücavirden
murâd da budur.
Hamre: Seccade
demektir. Nevevî'nin beyânına göre bundan murad* yüzünün secde edeceği yere serilen
hasır veya kumaş parçasıdır. Hattâbî 'ye göre hamre yalnız başın secde edeceği
yere değil tnitfün vücüde kâfi gelcek derecede büyük seccadedir. Ebû Dâvûd 'un
İbni Abbâs (Radiyallahu anhümâ)dan rivayet ettiği bir hadis Hattabî 'nin
kavlini te'yid eder.
ResulüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) in insanın hacetinden başka hiçbir şey için eve girmemsinden
murâd Zührî'nin beyânına göre büyük ve küçük abdest bozmaktır. Ulemâ bunların
i'tikaf hükmünden istisna edildiğinde müttefiktirler. Fakat hasta dolaşmak
cuma ve cenaze namazları gibi başka ihtiyaçlardan dolayı mutekifİn mescidden
çıkıp çıkamayacağında ihtilâf etmişlerdir. Ashâb-ı kiramdan bazıları ile diğer
bir takım ulemâya göre bu gibi ihtiyaçlardan dolayıda mescidden çıkabilir.
Sevrî ile İbnî Mübarek'in mezhebleri budur. 'Bâzıları mu'tekifin kazâ-i
Hacetten başka hiç bir sebeple mescidden çıkamıyacağına kaildirler. Tirmizî
şöyle diyor: «Ulema bir şehirde cuma kılınan cami bulunursa o camiden başka
yerde İtikâf yapılamıyacağını söylemişlerdir. Çünkü mu'tekifin bulunduğu
mescidden çıkmasını mekruh görürler. Cuma namazını terk etmesine ise cevaz
vermezler...»
İmam Ahmed b. Hambel:
«Mu'tekif hasta dolaşamaz; cenaze arkasından gidemez, demiştir. İshak'a göre
ise i'tikâfa girerken bu gibi şeyleri şart koşan onlar için mescidden
çıkabilir.
İ'tikâfta bulunan
kimsenin ilim meclislerine iştirak edip edemiyeceği dahi ihtilaflıdır. İmam
Mâlik'e göre iştirak edemez, ve i'tikâfla alâkası olmayan hiç bir kurbette
bulunamaz. Namaz kılan nasıl başka ibadetleri meşgul olamazsa mu'tekifin
halide öyledir. Diğer ulemâya göre bu caiz hatta ilim meclislerine iştirak
ederek ilimle meşgul olmak müsta-haptır. Çünkü tahsil-i ilim en makbul
ibâdetlerdendir. Onlara göre mescidin şanına yakışan dikiş dikme gibi bir
sanatla meşgul olmak ve mubah olan şeyler hususunda cemaatla konuşmakta
caizdir. İmam Malik'-ten bir rivayete göre mu'tekif mescidde kendi sanatı ile
meşgul olursa i'tikâfı bâtıl olur. Han
ef ilerin «el-Bedâyi» namındaki fıkıh
kitabında: «Mu'tekif abdest bozmaktan mada hiç bir ihtiyaç için gece veya
gündüz mescidden çıkamaz yemek içmek uyumak, hasta dolaşmak ve cenaze namazı
kılmak içinde çıkamaz. Çıkarsa i'tikâfı bozulur. Bu hususta kasten çıkmakla unutarak çıkmak
arasında fark yoktur. Zorla çıkarılır. Veya mescid yıkılırda çıkar ve hemen
başka bir mescide girerse istihsa-nen i'tikâfı bozulmaz» deniliyor.
Bazıları mu'tekifin beş şeyden dolayı
mescidini değiştirebileceğini söylemişlerdir. Bunlar: Mescidin yıkılması, mescidin
cemaati dağılarak oraya kimsenin gelmez olması, hükümet tarafından
çıkarılması, zâlim tarafından çıkarılması ve mütegallibenin canına veya malına
kastetmelerinden korkması halleridir.
İmam Şafiî'ye göre
kasten mescidden çıkmak i'tikâfı bozarsada unutarak çıkmak bozmaz. Ona göre
yemek içmek için evine çıkmak dahi caizdir. Şafiî' imamlarından bazıları bunu
caiz görmemiş bu meselede Han ef Herle birleşmişlerdir. Bu rivayetler kadının
rızâsı ile ona başını yıkatmak; ekmek ve yemek yaptırmak gibi hususatın caiz olduğuna
da delildirler. Bu babta icma vardır. Fakat kadının rızası olmadan onu bu gibi
hizmetlerde kullanmak caiz değildir. Çünkü kadının vazifesi cima' hususunda
ona itaat ve evi ne kapanıp oturmaktan ibarettir.
14- (300)
Bize Ebû Bekr, b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dedilerki) : Bize Vekî' Mis'arla Süfyan'dan,
onlarda Mikdam b.
Şüreyc'den o
babasından, o da Âişeden naklen rivayet
etti. Âişe şöyle demiş:
«Ben hayz halinde ikn
bir şey içer; sonra onu Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) e verirdim. O
da ağzını benim ağzımın değdiği yere koyarak içerdi. Ben hayızh iken kemiğin
etini ısırır sonra onu Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ye Sellem} e verirdim. O da
ağzını benim ağzımın değdiği yere koyar
(ak ısırır) di» Züheyr: «içerdi»
cümlesini zikretmedi.
Ark : Üzerinde
et bakiyyesi bulunan kemiktir. Kelimenin meşhur mânâsı budur. Bazılarına göre;
bir miktar et demektir. İmam Halil b. Ahmed'e göre ark etsiz kemik demektir.
«Etearraku» kemiğin etlerini dişlerimle ısırırdım. Manasınadır. Hadis-i Şerif
hayızh kadının artığı ile bedeninin temiz olduğuna delildir. Bazıları İmam Ebü
Yûsuf'a göre bedeninin necis olduğunu söylemişlersede bu rivayet doğru değildir.
15- (301)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâ-vûd b. Abdurrahman
el-Mekkî [9],
Mansur'dan, o da annesinden, o da Aişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle
demiş:
«Ben hayızh iken
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} kucağıma yaslanır da kur'an okurdu»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Hayz» ile «Kitabu't Tevhidi» de Ebû Dâvûd, Nesâ-i veîbni Mâce dahi
«Kitabu't-Ta-hare» da muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. cümlesi şeklinde de rivayet
olunmuşsada Kurtûbî
bunun doğru olmayıp bir vehimden ibaret olduğunu söylmiştir. Buhârî 'nin
rivayetinde: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başı benim kucağımda
olduğu halde kur'an. okurdu» denildiğine göre buradaki yaslanmadan murad da
başını onun dizine koyması olacaktır. Safi î'lere göre mu'tekif mescidde su
bulanmazsa su içmek için dışarıya çıkabilir. Su bulursa bir kavle göre yine
çıkabilirsede esah olan kavle göre çıkamaz. Nevevî : «Vacip olan i'tikâfta mu'tekif
hasta dolaşamaz, cenaze için de çıkamaz. Veîevki cenaze vazifesi alettayin ona
düşsün; ama vacib olmayan i'tikâfta hasta dolaşmak ve cenaze namazı kılmak
caizdir» diyor. Ancak Şafiî 'lerden bazıları buna itiraz ederek bu gibi
şeylerden dolayı nafile i'tikâftan da çıkılamı-yacağını söylemişlerdir. Bu
mesele hakkında Şafiî1er dört hal mülâhaza ederler.
1- Hasta
dolaşmak ve cenaze namazı kıldırmak gibi vazifeleri te-hammül ve edâ alettayin
mu'tekife teveccüh etmez;
2- Tehammülü
mu'tekife düşer fakat edası ona teveccüh etmez. Bu iki halde mu'tekifin
mescidden çıkması i'tikâfmı bozar.
3- Vazifenin
tehammülü değilde edası mu'tekife teveccüh eder. Bu haldede mescidden çıkmakla
i'tikâf batıl olur.
4- Vazifenin
hem tehammülü hem edası mu'tekife teveccüh eder.
Bu halde Mescidden
çıkmak î'tikafı bozmaz.
«Mescidden bana
elbiseyi uzat!» buyurdu» cümlesindeki
«mescidden» sözü Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kavline mütealliktir. Yani bana
söylediklerini mescidden söyledi demektir. Bazıları bu sözün: «Bana mescidden
bir seccade ver» mânâsına geldiğini iddia ederek hayzlı kadının bedeninde
necaset olmamak şartiyle bir hacetten dolayı mescide girebileceğini
söylemişlersede bu doğru değildir. Çünkü Peygam'be r (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) zaten mescidin içinde idi. Aişe (Raâıyallahu Anhâ)dk kendi hücresinde
bulunuyordu ve hayz halinde idi. Onun özür beyân ederek seccadeyi vermek
istememesi hayz halinde kolunu mescide uzatmaktan çekindiği içindir. Eğer Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem)
ona mescide girmeyi emretmiş olsaydı: «Senin elinde hayz yoktur.» diye eli
tahsis etmenin bir mânâsı kalmazdı. Zira bu cümlenin mâ'nâsı: «Mescide
sokulmaması icâbeden hayız kanı senin elinde yoktur» demektir.
İbni Rümh'un
«i'tikafta bulundukları zaman» diye tefsirde bulunması ümmehat-ı' mü'mininin
de i'tikâfa girdiklerini gösterir. Filhakika öuhârî 'ninde rivayet ettiği
vecihle Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinin bâzılarına mecsidde
kendisi ile beraber îtikâfa girmelerine izin vermişti.
ibni Dakiki'lIyd: «Bu hadîsde hayzlı kadının kur'an okuyamıyacağına işaret
vardır. Çünkü caiz olsaydı onun
dizinde kur'an okumanın doğru olmadığı
hâtıra gelmez ve okunabileceğini bildirmeye -lüzum kalmazdı» diyor.
1- Hayzlı
kadına dokunmak caizdir. Çünkü temizdir.
2- Nevevî:
«Bu hadiste necaset mahalline yakın yerlerde Kur'an okumanın caiz olduğuna
delil vardır» demişsede Aynî buna
itiraz etmiş ve: «Hayzlı kadın temizdir. Pis olan ondan gelen kandır. Kan hayz
zamanlarının hepsinde pistir. Nevevî *nin dediğine bakılırsa helaya karşı
Kur'an okumakta mekruh olmamak îcab eder halbuki kur'an-ı
kerîme ta'zim için
helaya karşı onu okumamak gerekir. Çünkü bir şeye yakın olan onun hükmünü
alır.» demiştir.
16- (302)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman b. Mehdi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti (Dedi ki) : Bize
Sabit, Enes'den naklen rivayet ettiki: Yahudiler, aralarında kadın hayz
gördüğü zaman onunla beraber yemek yemezler ve evlerde onunla bir araya
gelmezlermiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı (bu hususu) ona
sormuşlar bunun üzerine Allah Teâlâ:
«Sana hayz meselesini
soruyorlar. De ki : O bir ezadır. Binaenaleyh siz hayz halinde kadınlar (ınızla
cima) dan sakının...» [10]
ayet-i kerimesini
sonuna kadar inzal
buyurmuş Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de:
«Her şeyi yapın,
yalnız cima' müstesna.» buyurmuş.
Yahudiler bunu
duymuşlar ve: «Bu adam bizim işlerimizden bize muhalefet etmedik hiç bir şey
bırakmak istemiyor» demişler. Az sonra Üseyd
b. Hudayr ile
Abbâd b. Bişr
gelerek:
«Ya Resulüllah!
Yahudiler şöyle şöyle diyor. Şu halde biz hayzlı kadınlarla düşüp, kalkmayalım
mı?» demişler.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in çehresi
derhal değişmiş: , (Ashab) biz
onlara darıldiğıni zannettik demişler.
Müteakiben Üseyd ile
Abbâd dışarıya çıkmışlar. Derken karşılarına
Peygamber (Salîaîîahü
Aleyhi ve Sellem) e hediye-süt götüren biri çıkmış Resulüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) o sütii bunların arkasından göndererek onlara içirmiş.
Böylelikle Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in kendilerine darılmadığım
anlamışlar.
Nefs-i hadistende anlaşılıyorki
ashab-ı kiramın hayzlı kadın hakkındaki sualleri bu babtaki âyet nazil
olmazdan evveldir. Onlar bunu; bizden önceki şeriatlar bizim içinde şeriattır»
zannederek sormuşlardı.
Nevevî diyorki hadiste
zikredilen ayetteki birinci mahîzdan murad kandır. İkinci mahîz ihtilaflıdır.
Bizim mezhebimize göre hayzdır. Bâzı Ulemâ bundan muradın fere olduğunu diğer
bazılarıda hayz zamanı olduğunu söylemişlerdir.
Üseyd ile Abbâd
(Radıyallahu Anhâ) nin; «Hayızlı kadınlarla düşüp kalkmayalım mı?» şeklindeki
suallerinden neyi kaşdettikleri Ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları: Bundan
maksad; kadınlarla bir arada yaşamak, beraber yiyip içmektir.
Übbî'ye göre bu suali
eski şeriatleri kendileri içinde şeriat zannettikleri için sormuşlardır.
İhtimal bu zevat Hayızlı kadınları ile cinsi mü-nasebetde bulunmak istemiş ve
bu suretle yahudilere muhalefet kasdet-mişler; Fakat dilekleri şeriata aykırı
olduğu için Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in canı sıkılmıştı diyenler vardır.
Resulüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) in Üseyd ile Abbâd (Radıyallahu Anhüma) nın arkalarından
kendilerine süt göndermesi hatırlarını hoş etmek ve gönüllerini almak içindir.
Yani yüzündeki değişikliği görerek canının sıkıldığını anlayınca üzülmüşlerdir
diye göndermiştir. Bu Fahr-i Kainat (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin
son derece müşfik ve merhametli olduğuna delildir.
17- (303)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Veki' ile Ebû Muaviye ve Hüşeym, A'meş'den o da Münzir
b. Ya'lâ [11] dan-ki bu zât Ebû Ya'lâ
künyesini taşır- o da İbni'l Hanefiyye' [12] den,
o da Ali'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
«Ben çok mezî* gören
bir adamdım. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) e sormağa da kızının bende
olması dolayısıyle utanıyordum. Binaenaleyh Mikdad b. Esved'e emrettim de o
sordu Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Zekerini yıkar ve
abdest alır.» buyurdu.
18- (...)
Bize Yahya b. Habib el-Harisi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâbib yani
İbni'l Haris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Süleyman haber verdi. (Dedi ki) :Münziri Muham-med b. Ali'den o da Ali'den
naklen rivayet ederken işittim. Ali şöyle demiş:
«Fatime'den dolayı
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e meziyi sormaktan utandımda Mikdad'a
emrettim o sordu. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ondan abdest lâzım
gelir.» buyurdular.
19- (...)
Bana Harun b. Sa'id el-Eyli ile Ahmed'b. İsa dahi rivayet ettiler. Dedilerki:
Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahreme-tü'bnü Bükeyr, babasından,
o da Süleyman b. Yesâr'dan o da İbnİ Abbâs'-tan nalden haber verdi. İbnİ Abbâs
şöyle demiş:
Ali b. Ebî Tâlib:
Mikdad b. Esved'i Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selienı) e gönderdik de ona insandan çıkan nıeziyi
ne yapacağını sordu-. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Abdesf al; fercini de
yıka.» buyurmuşlar, dedi.
Bu hadisi Buharî
Taharet ve -İlim bahislerinde Nesaî Taharet bahsinde Ebû Dâvûd ile Tirmizî'de
ayni bahiste tah-rîc etmişlerdir. Müslim'in Harun 'dan tahriç ettiği ikinci
rivayetin senedindeki Mahreme hakkında söz edilmiş ve babasından işitmediği
söylenmişsede hadisin metni sahihtir. Nitekim diğer rivâyet-leride bunu
gösterir.
Hadîsin rivayetleri
muhteliftir. Nesâi'nin rivayetinde Hz. Ali (Radiyallahû anh) m: «Ben çok mezî
gören bir adam idim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızı da nikahım
altında idi. Bu sebeple sormaya utandım da yanı başımda oturan bir zata: Şunu
sor dedim. O da sordu ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Mezide abdest
vardır.» buyurdular» dediği; Tîrmizî'nin. rivayetinde meseleyi bizzat kendi
sorduğu Resu1ü11ah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in cevaben:
«Meziden abdest,
menidense gusul lâzım gelir.» buyurduğu; Ebû
Dâvûd 'un rivayetinde Ali
(Radiyallahû anh) in:
«Ben çok mezi gören
bir adamdım. Bu sebeple her mezi gördükçe yıkamaya başladım. Hattâ sırtım
çatladı. Nihayet bunu Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)e söyledim. Yahut
söylendi. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bunu yapma, mezî
gördüğün zaman zekrini yi kayr ver ve abdesfini al.» buyurdular.» dediği; İmâm-ı
Ahmet Taberanî ve Nesâî'nin bir rivayetinde soran zatın Ammar
olduğu bildirilmektedir.
Görülüyor ki bâzı
rivayetlerde Resulüllah'a soranın Mikdad b. Esved, bazılarında Ammâr
(Radiyallahû anh) bir ri-vâyettede bizzat A1i (Radiyallahû anh) olduğu
zikredilmektedir. İbni Hibbân bu rivayetlerin arasını te'lif edrek: « Hz. Ali
(Radiyallahû anh) Mikdad'a sormasını emretmiş fakat sonra kendisi sormuştur.
Yahut sorduğu için mecazen kendisi sordu denilmiştir.» diyor. Hz. A1i (Radiyallahû
anh) 'm-hem Mikdad'a hem Ammar'a sordur-w"- olmasıda mümkündür.
Mezi:
Ekseriya zevcesi ile oynaşırken gelen berrak sudur. Kadınlarda erkeklerden
daha çok görülür. Bu kelime mezy ve meziy şekillerinde de okunabilir. Hattâ
bâzıları şedde ile meziyy şeklinde okunmasını daha fasih görünürler.
Vedy:
Bevlden sonra gelen sudur. Bunu da şedde ile vediyye şeklinde okuyanlar vardır.
Hz. Ali (Radiyallahû
anh) m buradaki arkadaşlarına emri vücüb ifade eden emir değildir. Buna ilmi
tâbiri ile İltimas denilir: Hadiste zikri geçen fercten murâd zekerdir. Lafzın
mutlak zikredilmesi bütün zekerin yıkanmasını İcab edersede burada murâd küllü
zikir cüz'ü irade kabilinden yalnız pisliğin çıktığı yerdir. Maamafih bütün
zekeri yıkamak lâzımdır diyenlerde olmuştur.
1- Meziden
dolayı yıkanmak lâzım gelmezsede abdest bozulur. Çünkü mezî necistir. Zekerin yıkanması bundan dolayı
emredilmiştir. İmam1 Şafiî'ye göre bütün zekeri yıkamak vacip değildir. Yalnız
mezinin bulaştığı yerleri yıkamak kâfidir. Bu bâbta İmam-ı Ma1ik'ten muhtelif rivayetler vardır.
2- İstiftâda
vekâlet caizdir. Yani bir kimse bir meseleyi sormak için başka birini vekil
edebilir.
3- Damadın
kayın pederine karşı adab-ı muaşerete riayet etmesi ve gerek onun grekse kayın
validesinin huzurunda cima'a dair sözler söylememesi müstahabtır. Bu hüküm
kadının sair akrabaları hakkında da böyledir.
4- Mezînin
mutlak surette abdest îcâb ettiğine İmam-ı Azam ile İmam-ı Şafiî bu hadisle
istidlal etmişlerdir. Mâ1ikiyye
ulemâsına göre ise hadisten murad karısı ile oynaşırken gelen mezidir. Bu
meziden dolayı abdest almak lâzım gelirsede başka bir sebeple veya bir illetten
dolayı gelen mezî abdest icab etmez. Ma1ikîlerin bu sözü cumhûr-u ulemânın
kavline muhaliftir.
Şâfiilerden Nevevî
diyor ki: «Bu hadis taşla istihcânın yalnız mûtâd olan bevlle kazurat hakkında
caiz olacağına delildir. Kan ve mezî gibi nâdir vuku bulan hallerde mutlaka su
ile temizlenmek îcâb eder. Mezhebimize göre esah olan kavil budur.»
20- (304)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Vekî' Süfyân'dan, o da Selemetü'bnü Küheyl'den, o da Küreyb'den, o da İbni
Abbâs'tan naklen rivayet ettiki: Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Seîlem)
geceleyin kalkmış; Kazâ-i hacet etmiş sonra yüzünü ve ellerini yıkamış ve
uykuya yatmış.
Bu hadisin şerhinde
Nevevî şunları söylemiştir: Allah-ü A'lem kazâ-i hacetten murad abdest bozmak
olacaktır. Kaadi lyâz'da aynı şeyi söylemektedir. Yüzü yıkamaktaki hikmet uyku
eserini gidermektir el yıkamaya gelince Kaadi lyâz: «İhtimal ellerine bulaşan
bir şeyden dolayıdır» demiştir.
Bu hadis geceleyin
uyandıktan sonra tekrar uyumanın mekruh olmadığına delildir. Selefin bazı
zâhid ve âbid zevatından bunun mekruh olduğu nakledilmiştir. İhtimal onlar
bundan vazifeye mâni olacak derecede dalarak uyumayı kastedmişlerdir. Bu
takdirde uykuyu kerih görmeleri Resulü İlah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in
fi'line muhalif değildir. Çünkü (Aleyhisselâtii vesselam) efendimiz vazife ve
evradına mani olacak derecede uykuya
dalmazdı.»
21- (305)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler: Dediler ki:
Bize Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihab'dan, oda Ebû
Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki, Resulüllah
(Sallaiîahü Aleyhi ve Seîlem) cünüb iken uyumak isterse uyumazdan önce namaz
abdesti gibi abdest ahrmış.
22- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Uleyye ile Vekî' ve
Gunder, Şu'be'den, o da Hakem'den, o da İbrahim'den o da Esved'den, o da
Aişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: ResuIüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüp
olurda yemek veya
uyumak isterse namazına aldığı abdest gibi abdest alırdı.
(...) Bize
Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz dahi rivayet etti. Dedi ki: Bize babam rivayet etti. Dedi ki: Bize Şu'be
bu isnâdla rivayet etti.
İbnü'I Müsennâ kendi
rivayetinde: «Bize Hakem rivayet etti. İbrahîmi rivayet ederken işittim dedi»
ibaresini kullandı.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabul-gusl» de muhtelif ravîlerden tahriç etmiştir. Nitekim Müslim de burada
muhtelif râvîler vasıtasiyle onu Hz. Aişe. İbnî Ömer Ebû Saîd-i Hudrî ve Ene
&(Radiyallahu anhüm) tahriç etmiştir. Bu babta Ebu Davud ve başkaları Hz.
Ali (Radiyalîahû anh) dan merfu' bir hadis rivayet etmişlerdir. O hadiste:
«Şüphesiz ki içinde
köpek, suret ve cünüb bulunan eve melekler girmez.» denilmektedir:
Bazıları babımız hadisi
için: «Buhârî bunu Ebû Dâvûd
hadîsinin zayıf olduğuna işaret olmak üzere tahrîc etmiştir» demişlerdir. Fakat bu söz
doğru değildir. Çünkü evvelâ Ebû Dâvûd
hadisi zayıf değil sahihtir. Onun sahih olduğunu İbni Hıbban ve Hâkim tasrih etmişlerdir. Zayıf olduğunu
söyleyenler isnadında Nüceyy-i
Hadramî bulunduğunu bu zattan yalnız
oğlu Abdullah rivayet ettiğini onunda meçhul olduğunu
söylersede mezkûr Abdullahm meçhul
değil mevsuk bir zat olduğunu Iclî beyân etmiştir. Binaenaleyh hadisin sıhhatma
bir diyecek yoktur.
Sonra bu hadîsten
murad yıkanmaya kulak asmayrpta cünüp gezmeyi âdet edinen ve cünüb olduğu halde
üzerinden bir veya birkaç vakit namaz geçenlerdir ki zamanımız hakkında pek
mühim bir hüccettir. Çünkü bu gün bir çok kimselerin boyuna cünüb gezdiklerini
hattâ bir çoklarının cünüblük nedir; bu babta ne gibi bir vazife vardır bilmediklerini kimi gıyaben kimi şifahen
işitiyoruz. İşte hadis-i şerif böyle
müslümanlara şiddetli bir ihtardır. Ve âdeta kulaklarından çekercesine: «Eğer müslü-mansanız nıüslümanliğm şerait ve
adabını Öğrenin! Bu perişan halinizle sizin evlerinize melekler girmez.
Müslüman olduğunuza şehadet edecek kimse bulunmaz; tuttuğunuz şeytanî yol göz
baka baka sizi esfel-i sâfilî'ne götürür...» demektir. Hadisin maazallah dinden
dönmüş mürtedlerle yahut müslüman olmayanlarla alâkası yoktur. Onun ihtarı
müslüman olduğu halde bu gibi cürümleri irtikâb edenlerdir.
Babımız hadîsine
gelince; o da muhtelif rivayetleri ile cünüblüğün hükmünü bildirmektedir. Hulâseten
söylemek lâzım gelirse hüküm, şudur. Cünüb olan bir kimseye derhal yıkanmak
müstehab olmakla beraber farz değildir. Yıkanmayı namaz vakti gelinceye kadar
yahut Kur'an-ı kerimi ele almak, okumak. Kâbeyi tavaf etmek ve secde-i tilâvet
gibi cünüp olarak yapılması memnu olan bir ibadeti yapmak isteyinceye kadar
tehir edilir. Fakat bunlardan hiç birini cünüb olarak yapamayacağı için o anda
yıkanması farz olur. Hadîsin geri kalan hükümlerini inşallah bütün
rivayetlerini sıraladıktan sonra göreceğiz.
23- (306)
Bana Muhammed b. Ebî Bekr el-Mukaddemi İle Züheyr b. Harb da rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Yahya -ki İbni Saîd'dir- Ubey-dullah'tan rivayet etti H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile İbni Nümeyr dahî rivayet ettiler. Lâfız onlarındır. İbni Nümeyr:
Bize babam rivayet etti dedi. Ebû Bekr ise: Bize Ebû Üsâme rivayet etti dedi.
Her ikisi: Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da (babası)
Ömer'den naklen rivayet etti dediler. Ömer:
— «Ya Resulâllah!
Bizden birimiz cünüb olduğu halde uyuyabilirini?» demiş. Resulüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem) :
— «Evet, abdest alırsa (uyuyabilir).» buyurmuşlar.
24- (...)
Bize Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahdurrezzak, İbni
Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber
verdi ki: (babası) : Ömer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den fetva istiyerek:
— «Bizden birimiz
cünüp olduğu halde uyuyabilir mi?» diye sormuş ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
- «Evet, abdest alsın;
sonra y.kanmak istediği vakte kadar uyusun.»
buyurmuşlar.
25- (...)
Bana Yahya b. Yahya da rivayet etti. Dedi ki: Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim,
onunla İbnî Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadisi Malik'e Okudum. İbni Ömer
şöyle demiş:
Ömerübnü'l-Hattâb
geceleyin bâzan cüniib olduğunu
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) e anlattı.
Resulüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Seüem) ona:
«Abdest al; zekerini
yıka; sonra uyu.» buyurdular.
26- (307)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Muaviyetü'bnü
Salih'den, o da Abdullah b. Ebî Kays [13] tan
naklen rivayet etti. Abdullah: Aişe'e Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)
'in vitir namazını sordum diyerek hadisi zikretmiş ve sözüne şöyle dvam etmiş.
(Aişe'ye) cünüblük hususunda ne yapıyordu? Uyumazdan Önce yıkan ıyormuydu?
Yoksa yıkanmazdan öncemi uyuyordu?
dedim. Aişe:
«Bunların her ikisini
de yapıyordu; bazı defa yıkanır da öyle uyur; bazen de abdesf ahr uyurdu.» dedi.
— Ben: «Bu işte
serbesti halk eden Allah'a hamd olsun» dedim.
(...) Bana
bu hadisi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdî
rivayet etti. H.
Bana bunu Harun b.
Said el-Eylî dahi rivayet etti. (Deki ki) : Bize İbni Vehb. rivayet etti.
Bunların ikisi de Muaviyetü'bnü Salih'tan bu is-nadla bu hadisin mislini
rivayet etmişlerdir.
27- (308)
Bİze Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gısas
rivayet etti. H.
Bize Ebu Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide haber verdi, H.
Fana Amru'n-Nâkid ile
îbnü Nümeyr dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mervân b. Muâviyete'I-Fezârî
rivayet etti. Bunların üçü de Âsım'-dan, o da Ebu'l Mütevekkil [14] den,
o da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivayet etmişler. Ebû Said şöyle demiş:
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bîriniz ehline
yakınlık eder de sonra onu tekrarlamak isterse abdest alıversİn.» buyurdular.
Ebû Bekr kendi
rivayetinde:
«İkisinin arasında
abdest alıversin.» ibaresini ziyade etmiş ve yeûde fi'linin yerine yuâvide
fiilini zikrederek demiştir.
Hadîsin muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Hz. Ömer (Radiyallohû anh) Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e cünüb olarak uyumanın hükmünü sormuştur. Buradaki rivayetlerin
zahirine bakılırsa bazı geceler cünüp olan Hz. Ömer'in kendisi isede Nesaî'nin
rivayet ettiği bir hadisten bunun İbni Ömer olduğu anlaşılıyor. Çünkü o
hadiste:
«İbni Ömer
cünüb olmuş da
(babası) Ömere gelerek
bunu soyle-. mis. Ömer (Radiyaîîahû anh) da Resulüllah (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)"&
giderek bu hususta ne emir buyuracağını sormuş. Resulüllah (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem):
«Abdesf alsın da öyle
uyusun.» buyurmuşlar, deniliyor.
Binaenaleyh babımızın
25 numaralı hadîsinde Resulüllah
(Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)m
«Abdest al; zekerini
yıka; sonra uyu.» emri Hz. Ömer 'e değil oğlu
Abdulahadır.
Anlaşılan mes'eleyi
sormak için Resûlu Ekrem (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)evvlâ Ömer (Radiyaîîahû
anh)gitmiş sonradan oğ-luda gelmiş ve
Resulüllah (Saîlaiîahü Aleyhi ve
Sellem) cevabı doğrudan doğruya ona vermiştir. Böyle olmasa bile bu emir
babası vasıtasiy-le yine Hz. Abdullah 'a
aid olmuş olur. Çünkü verilen cevab bizzat sorana hitaben söylenmiş de
olsa sordurana aiddir. Mezkûr rivayette:
«Abdest al; zekerini yıka; sonra uyu.» buyurulmuş yani evvelâ abdest sonra
zekerini yıkama zikredilmişsede cümleler
biribirinin üzerine . (vav)la atfedildiği için evvelâ abdest almak ondan
sonra zekerini yıkamak icab etmez. Çünkü atıf edatı olan vav tertibe delâlet
etmez o yalnız iki şey'in bir araya toplanmasını ifade eder. Şu halde mânâ
«Abdest almakla zekerini yıkama işlerinin ikisini birden yap» demek olur.
Evvelâ zeker yıkanıp sonra abdest alınacağı malumdur. Hatta hadisin İmam Mâlik 'ten rivayet edilen lâfzı:
«Zekerini yıka; sonra
abdesf al; sonra uyu.» şeklindedir.
Asıl olanda budur. Bu
rivayet kitabımızdaki rivayetin zahirine göre hüküm vererek: «Evvelâ abdest
alınır; sonra zeker yıkanır.» diyenlerin sözünü reddeder. Çünkü bu abdest
hadesle bozulan abdest değil sırf te-abdüd için alınan hususi bir abdesttir.
1- Cünüb
olan bir kimsenin uyumadan önce abdest alması meşru'-dur. Ancak bunun
müstehabmı yoksa vacibmi olduğu ihtilaflıdır. Sevri, Hasan
b. Hay, Sa'id b. el-Müseyyeb ile hanefilerden İmam Ebu Yusuf 'a göre
cünüb olarak uyumakta bir beis yoktur. Onlar bu hususta Tirmizî'nin rivayet
ettiği Hz. Aige hadisiyle istidlal ederler. Mezkûr hadiste Aişe (Radiyaîîahû
anhâ) Peygamber (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)- Cima'dan sonra (eğer her hangi
bir farzın edası zamanı değilse) uyur
suya temas etmezdi.»
demiştir.
Ayni hadîsi İbni Mâce
ile İmam Ahmed b. Han-belde tahriç etmişlerdir. Tahâvî onu yedi tarikten
rivayet eder-ki bunların birinde şöyle denilmektedir: «Aişe: Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidden döndükten sonra Allanın dilediği kadar
namaz kılar; sonra döşeğine uzanır ve zevcesinin yanına yatardı. Bir ihtiyacı
olursa onu kaza eder sonra olduğu gibi her hangi bir farzın edası zaman değilse
uyur suya dokunmazdı» demiştir.
2- Evzâî.
Leys , İmam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, Şafiî., İmam Mâlik, İmam Ahmed b.
Hanbel, İshâk, İbni Mübarek ve diğer ulemâya göre cünüb olan kimse uykuya
yatmadan namaz abdesti gibi abdest alır. Ancak bu abdestin sıfatı ve hükmü
hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmede göre; cünüb olan kimsenin uyumazdan
yahut ikinci defa cima' etmez'den veya. yeyip içmezden önce zekerini yıkayarak
abdest alması müstehaptır. Bu kavil ashab-ı kiramdan Hz. Ali ile Abdullah b.
Ömer (Radiyaîîahû anh) den rivayet edilmiştir. Sa'id b. el-Müseyyebe göre
cünüp olan kimse yemek yiyeceği zaman ellerini yıkar ve mazmaza yapar. Bu kavil
İmam Ahmedle İshak'tan da rivayet olunur. «Mücâhit yalnız ellerini yıkar
demiştir. İmam Malik'e göre ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar. Ulemâdan
Ebû Ömer: «Et - Temhid» nam eserinde şöyle demektedir: «Cünüp olan kimseye
uyumazdan evvel abdestin vâcib olup, olmadığı hususunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Fukahânın ekserisine göre bu vacip değil mendüp ve müstehabdır.
Bazılarına göre cünüb
kimsenin me'mur olduğu abdestten murad: pisliği zekerini ve ellerini
yıkamaktır, ki temizlikten İbarettir. Araplarcâ temizliğe de abdest denilir. Bu
zevat İbni Ömer (Radiyaîîahû anh) m uykudan evvel tam abdest almazdığını
söylerler ve hadîsi rivayet eden odur. Hangi hususta söylendiğini en iyi
bilende odur. Derler İmam Mâlik cünüp olan kimse namaz abdesti gibi abdest almadıkça
uykuya yatamaz; fakat abdest almadan cima' edebilir. Yemekte yiyebilir. Yalnız
ellerinde pislik varsa onları yıkar. Hayzlı kadın abdest almadan uyuyabilir;
demiştir. Bütün bu hususatta İmam Şafiî'nin mezhebi-de budur. İmam Ebû Hanîfe
ile Sevrî: Cünüb olan kimsenin
abdestsiz uyumasında bir beis yoktur. Amma abdest alması bizce daha makbuldür.
Bir şey yemek isterse ellerini yıkar ve ağzını suyla çalkalar» demişlerdir.
Hasan b. Hayy'in kavlide budur. Evzaî: Hayzlı kadınlar cünüb bir şey yemek
istedikleri zaman yalnız ellerini yıkarlar» diyor, Leys b. Sa'd ise: «Cünüb
olan bir kimse erkek olsun kadın olsun abdest almadıkça uyuyamaz» demektedir.
«Ebu Ömer'in sözü burada sona erer.
3- Mâliki 'lerden İbni
Habîb'e göre cünüb kimsenin uyumazdan evvel abdest alması farzdır. Dâvûd-u
Zahir î'nin mezhebide budur.İbni Hazm bu meselede Dâvûdu Zâhîri'den
ayrılarak: «Cünüb bir kimsenin j^mek yiyeceği, ;' uyuyacağı, selâm alacağı ve
Allah'ı zikredeceği zaman abdest
alması müstehabtır. Bu abdest vacip
değildir» demiştir. İbnü'l
A'rabî îmam Mâlik 'le İmam
Şafiî 'ninde vücûbe kail
olduklarını söyler. Onlardan
sonra gelen ulemâdan bazıları bu nakli inkâr etmiş ve Şafiî 'nin böyle bir şey
söylemediğini; Şâfiîyye ulemâsının bunu söylediğini bilmediklerini
ileri sürmüşlerdir. Aynî diyorki:
«Sonra gelen ulemânın Şafiî 'den
nakledilen bu sözü kabul etmemeleri mü-cerred bir inkârdır. Binaenaleyh ispata
mukavemet edemez. Şafiîyye ulemasının
mezkûr kavli bilmemeleri Şafiî 'nin onu
söylememiş olmasını istilzam etmez.»
Resûlüllâh (Saîîalîahü
Aleyhi ve Sellem) in cünüb iken suya dokunmadan uyuduğuna dair az yukarıda
zikri geçen Hz. Aişe hadîsine Tahâvî şu mukabelede bulunmuştur; «Hadîs ulemâsı
bu hadisin yanlış olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu hadis muhtasardır. Onu
uzun bir hadisten Ebû İshâk
kısaltmış ve kısaltırken de hatâ etmiştir...» Ebû Dâvûd diyor ki: «Bize
Hüseyn elvâsitî rivayet etti. (Dedi ki) : Yezid b. Hârunu bu
hadis yani Ebû İshâk hadisi vehimdir
derken işittim. Bir rivayette Yezîd : Bu hadis sahih değildir demiş» Tirmîzî
ile Ebû Ali et-Tu-s î:» Bir çok
kimselerin Esved tarikiyle Hz. Aişe'den
rivayet ettiklerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
cünüblükten dolayı namaz için aldığı
abdest gibi abdest alırmış. Bu rivayet Ebu
İshak'm rivayetinden daha sahihtir. Ulemâ Ebû İshâk hadîsini Ebû İshâk'm
bir hatâsı gibi kabul ederlerdi» demişlerdir.
Dâre-Kutnî, Beyhaki ve
İbni Kuteybe gibi bazı hadis ulemâsı mezkûr Hz. Âişe hadisini sahih çıkarmağa
çalışmışlardır* Dâre-Kutnî: «Hz. Aişe 'den gelen iki şekildeki rivayetin ikiside
doğruya benziyor. Çünkü Aişe: Bâzan
evvela yıkanır bazan sonra yıkanırdı demiş. Nitekim gudayf, Abdullah b.Ebi
Kays ve başkaları da Aişe (Radiyallahû anh) dan onu bu şekilde rivayet
etmişlerdir. Câizki Esved bunu bellemiş Ebû İshak'da Esvedden
abdesti gusulden sonra aldığı cümlesini; İbrahim ile Abdurrahman ise abdesti gusulden 'önce aldfığı şıkkını
bellemişlerdir. Bu babta İbni Kuteybe şunları söylemiştir: «İhtimâl her iki
şekilde vaki' olmuştur. Abdest alması onun müs-tehab olduğunu; almamasıda caiz olduğunu göstermek içindir. Şayet Ebû İshâk
hadisi doğru ise en güzel çare-i hal şudur; Hz. Aişe Esved'e Resulülla h
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bazen abdest aldığını bazanda abdest ile
güslü sabaha doğru bırakdığını haber vermiştir.
Esved'de İbrahim 'e rivayet ederken tesu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
abdest alırdığı Ebû İshak'a rivayet ederkende guslû tehir ederdiğini
söylemiştir.» Aynî bu tevcihi daha güzel bulmaktadır. Gerçi
Âişe (Radiyallahû anha) dan birinci rivayetine muhalif rivayetler nakledilmiştir.
Bu rivayetlerin birinde Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) in cünüb iken
bir şey yemek isterse yalnız ellerini yıkadığı; diğerinde namaz aböesti gibi
abdest aldığı beyan edilmişsede Tahâvî
abdest rivayetinin ellerini yıkama rivayeti ile nesh edildiğini
söylemiştir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in cünübken
uykudan evvel abdest aldığını İbni Ömer
(Radiyallahû anhümâ) dahi rivayet etmişsede sonraları kendisi yalnız ellerini
yıkamakla iktifa etmiştir. Buda abdest hadisinin nesh edildiğine delildir. Çünkü
ravi bir hadisi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den rivayet eder de sonra o rivayetin hilâfına harekette
bulunur. Yahut hilâfına fetva verirse bu o rivayetin neshedildiğini bildiğine
hamledilir. Çünkü öyle olmasa kendi rivayet
ettiği hadîsin hilâfiyle amel edemez.
İbni Cevzî 'nin
beyânına göre cünüb olan kimsenin uykuya yatmazdan önce ya abdest alarak yahut
elleri ve ağzı yıkamak suretiyle yapılan temizliğin hikmeti melekler kirden
pastan ve pis kokulardan kaçtıkları içindir.
28- (309)
Bize Hasan b. Ahmed b. Ebî Şuayb el-Harranî [15]
rivayet etti (Dedi ki) : Bize Miskin [16] yâni
Bükeyr el-Hazzâ', Şu'be'den, o da. Hişâm b. Zeyd [17] den
o da Ens'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
bir gusül ile bütün kadınlarını dolaşırmış.
Bu hadisi Buhârî tiraz
lâfız farkiyle «Kitabu'I Gusul» de bir iki yerde Nesaî dahi «Işratü'n-Nisâ»
bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Buhârî 'nin bir
rivayetinde o gün Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dokuz zevcesi diğer
rivayetinde onbir zevcesi olduğu beyân ediliyor. Bu cihet ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Tafsilâtı Buhârî
şerhlerindendir.
Hadîs-i Şerifteki
tavaftan murad cima'dir. Buhârî 'nin rivayetinde Katade'nin:
«Enes'e Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna daya-nabîliyormuydu? dedim Enes:
Biz aramızda ona otuz
erkek kuvveti verildiğini konuşuyorduk cevabını verdi» demeside bunu gösterir.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in bir gusulle bütün kadınlarını dolaşmasının birkaç veçhe
ihtimali vardır, Şöyleki:
1- Bunu
seferden geldiği zaman yapmıştır. Çünkü o zaman Kasım denilen zevceler arasında
adalete riayet lâzım değildir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sefere çıkarken zevceleri
arasında kur'a çektirir; .kur'a kime düşerse beraberine onu alırdı. Döndüğü
zaman kasme yine başlardı. Fakat başlarken bu hakta bütün zevceleri müsavi
olduğu için hiç birini tercih etmez bir defada hepsinin yanma uğrar kasme ondan
sonra başlardı.
2- Birden
tavaf meselesi zevcelerinin rizası ile olmuştur.
3- Mühelleb'e
göre bu iş zevceleri arasında kur'a çektirerek sefere çıkacağı gün olmuştur.
Çünkü kur'adan sonra kasme riâyet lâzım değildir.
Ancak bu te'viller
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e zevceleri arasında devam üzre
müsavata riâyet farzdır diyenlere göredir, ki ekseri ulemânın kavli budur. Ona
kasm vacip değildir diyenlere göre hadisi te'vile hacet yoktur. İbnü'l Arabî
diyor ki: Allah nikâh babında bazı şeyleri Peygamberine tahsis buyurmuştur.
Onlardan biride kendisine bir saat tahsis etmesidir o vakitte zevcelerinin
onun üzerinde hakkı yoktur. Onların hepsinin yanma, girer kendilerine dilediği
muameleyi yapar sonra nevbet sırası hangisininse ona döner. Müslim'in
kitabında I farıi Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste bu saati'n ikindiden sonra
.olduğu bildirilmektedir.»
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) m zevcelerini bir gusulle fakat ayrı ayrı abdest alarak
tavaf etmiş olması muhtemeldir. Yahut abdest almadan bir gusulle hepsini
dolaşmış ve bununda caiz olduğunu göstermek istemiştir. Ebû Davud'un «Sünen»
inde rivayet ettiği bir hadîste:
«Peygamber
(Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) bir gece bütün kadınlarını ziyaret etti ve her
birinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine:
Ya Resulâllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Neden bir defa yıkanmakla iktifa etmiyorsun?
dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Böyle yapmak daha
pâkf daha temiz ve daha iyidir.» buyurdular, denilmektedir.
Ebû Dâvûd evvelki
rivayetin bu rivayetten daha sahih olduğunu söylemiştir. Rivayetlerin ikisi de
sahih olduğuna göre bazan arada yıkanmış bazan yıkanmamış demek olur.
Nevevî cima'dan evvel
alman abdestin hikmeti hakkında şunları söylüyor: «Ulemâmız hikmeti ;hadesi
hafifletmesidir. Çünkü abdest azadan hadesi giderir. Diyorlar. Ebû Abdillâh
Mâzirî di-yorki: Bu abdestin sebeb-ü hikmeti ihtilaflıdır. Bazıları uyku
esnasında ölürüm korkusu ile iki taharetten biriyle gecelemiş olmak için
almıştır, demiş; bir- takımları da ihtimal abdest alması yıkanmaya neşatı
açılsın içindir demişlerdir. Aynî hilaf hayzlı kadının uykudan önce abdest
alması hususunda da mevcuttur. Geceyi temiz geçirmekle ta'lil edenlere göre
kadının abdest alması müstehabtır. Mazirinin sözü budur.
Ulemâmıza gelince:
Onlar Hayz ve nifaslı kadınlara abdest almanın müstehab olmadığında ittifak etmişlerdir.
Çünkü bu kadınların hadesleri-ne abdestin bir tesiri yoktur. Kadının hayzı
kesildimi cünüb gibi olur.»
Babımız hadisleri
cünüblükten yıkanmanın fevrî olmadığına yani derhal yıkanmak farz değil namaz
gibi temizliğe mütevakkıf bir ibadet yapılacağı zaman farz olduğuna
delildirler. Bu babta bütün ulemâ müt-tefİKtir.
29- (310)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b- Yûnus el Hanefî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. Dedi ki: İshak
b. Ebî Talha: Enes b. Mâlik bana şunu rivayet etti dedi. Enes şöyle demiş.
Ümmü Süleym [18] —ki
bu kadın râvî İshâk'm ninesidir— Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) e
gelerek Aişe;de onun yanında olduğu halde:
Ya Resulâllah! Erkeğin
uyku esnasında gördüğünü kadın da görür. Binaenaleyh erkeğin kendinde gördüğünü
kadın da görüyor, demiş bunun üzerine Aişe:
— Ya Ümme Süleym
kadınları kepaze ettin. Allah hayırını versin demiş. Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) Aişe'ye.
— «Bilâkis
sen!.. (Bu söze
sen daha lâyıksın.)
Allah senin hayırını versin. Evet, ya Ummü Süheym kadın
da bunu gördüğü zaman yıkanmalıdır.»
buyurmuşlar.
30- (311)
Bize Abbâs b. Velid [19]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zîd b. Zürey, rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Said, Katadeden naklen rivayet etti. Onlara da Enes b. Mâlik rivayet etmiş.
Ona da Ümmü Süleym söylemiş ki kendisi Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem)
e uykusu esnasında erkeğin gördüğünü gören kadının ne yapması lâzım geldiğini
sormuş Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem):
— «Kadın bunu görürse yıkansın.» buyurmuş. Ümmü Süleym demiş ki:
— «Ben bundan utandım, (ama yine de) Bu
olurnıu? diye sordum» Nebiyyyullah
(Salîallahü Aleyhi ve Selîem)
— «Evet! Ya
benzerlik nereden oluyor.
Erkeğin suyu (menisi) koyu beyazdır; kadınınla ise sıvı ve sandır.
Bunlardan hangisi üstün yahut önce gelirse benzerlik ondan olur.» buyurdular.
31- (312)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Salih b. Ömer [20] rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Mâlik-i Eşcâî, Enes h, Mâlik'ten naklen rivayet
etti. Enes şöyle demiş:
— Bir kadın Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) e uykusu esnasında
erkeğin gördüğünü gören kadınm ne yapması lâzım geldiğini sordu Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem):
— «Erkekten gelen kadından da gelirse
yıkansın.» buyurdular.
32- (313) Bize Yahya
b. Yahya et-Temimî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, Hişâm b, Urveden, o da
babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen haber
verdi. Ümmü Seleme şöyle demiş:
— Ümmü Süleym
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e gelerek:
— Ya Resulâllah! Şüphesiz kî Allah hak (ki beyân
buyurmak) dan haya etmez. Acaba
ihtilâm olduğu vakit kadına da gtısul lâzım mı? diye sordu. Resuliillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Evet! Suyu (meniyi) görürse lâzımdır.»
buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme:
— Ya Resulüllah kadın ihtilâm olurmu? dedi
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Allah hayrını versin. Ya çocuğu ona neden
benziyor?» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Berkr b. EM Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî
rivayet etti. H.
Bize îbnî Ebi Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bunlar hep birden Hişâm b.
Urveden bu isnadla bu hadîsin mânâca benzerini rivayet etmişlerdir. Yalnız
Süfyân:
«Ümmü Seleme dedi ki
ben kadınları rezîl ettin dedim» cümlesini ziyâde etmiştir.
(314) Bize
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden
rivayet etti.. (Demiş ki) : Bana Ukayl J>. Hâlid, 1b-nî Şihab'dan rivayet
etti. İbnî Şihâb şöyle demiş:
— Bana Urvetü'bnü Zübeyr haber verdi ona da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in zevcesi Aişe (Radiyallahû
anh) haber vermişki Ümmü Süleym -yani
Ümmü Benî Ebî Talha- Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına
girmiş... Âişe Hişâm hadisi mânâsında rivayette bulunmuş; Yalnız bu hadiste:
«Râvî şunu söylemiş:
«Aişe dedi ki: Ben de
ona: Yazık sana! hiç kadın bunu gÖrürmü? dedim cümlesi vardır.
33- (...) Bize
İbrahim b. Mûsâ er-Râzî [21] ile
Sehl b. Osman ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreybindir. Sehl
«haddesenâ» tabirini kullandı, ötekiler: «Bize İbni Ebî Zâİde, babasından, o da
Mus'ab b. Şeybe'den, o da müsâfî' b. Abdillâh [22] dan
o da UrvetüVnü Zübeyr'-den, o da Aişe'den naklen haber verdi dediler. Âişe
şöyle demiş:
— «Bir Hanını Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e Kadın ihtilâm olurda suyu görürse yıkanacakmı? diye sordu.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Evet» cevabım verdi Âişe kadına: «Allah
hayrını versin. Kahrolası!» dedi. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
— «Bırak onu.
Benzerlik bundan başka bir sebebten mi olur? Kadının suyu erkeğin
suyuna galip gelince çocuk dayılarına
benzer; erkeğin suyu kadınınkine galip gelirse çocuk amcalarına
benzer.» buyurdular.
Bu hadisi Buhâri
«Kitabu't-Tahâre», «Kitabu'İ Edep» ve «Halk-ı Adem» de Ebû Dâvûd, Tirmîzî,
Nesâî ve İbni Mâce «Kitabu't- Tahâre»de
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki Resulüllah (SaUalkıhü Aleyhi ve Seîlem) e Suali
soran kadın Ünımü Süleym'-dir. Müslim 'in Abbâs b. Velid .den tahriç ettiği 30
numaralı hadiste: «Ünımü Süleym ben bundan utandım (ama yinede) Bu olur-mu diye
sordum dedi.» buyuruluyor. Hafız Ebû Ali el-Gassânî bunun yerine bâzı
nüshalarda Ümmü Seleme zikredildi-ğini söylemişsede Kaadî Iyâz: «Doğrusu Ümmü
Süley m'-dir. Çünkü bu hadiste suali soran Ümmü Süleym, ona itiraz eden Ümmü
Seleme 'dir. Önceki hadiste ise itirazı yapan Aişe (Radiyalîahû anha) dır. Âişe
ile Ümmü Selemenin hep birden itiraz etmiş olmaları da muhtemeldir» diyor.
Ümmü Süleym
(Radiyalîahû anha) Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e uyku esnasında
kadının ihtilâm olmasının hükmünü sormuştur. Kadınların bu meseleyi erkeklere
açması âdeten ayıp ve utanılacak bir şey sayıldığı için Hz, Ümmü Süleym
suâlini kendine hâss bir nezâketle kapalı bir şekilde sorduğu halde Aişe ve
Ümmü Seleme (Radiyalîahû Anhüma) dayanamayıp itiraz etmişlerdir. Hz. Âişe' nin:
«Ya Ümme Süleym kadınları kepaze ettin» diyerek onların dâima sakladıkları
utanılacak bir sıfatlarını söylediğinden dolayı Ümmü Süleym'i muâhaze etmiştir.
Çünkü kadınlardan menî gelmesi onların erkeklere karşı fazla şehvetli olduklarına delâlet eder.
cümlesinin asıl mânâsı
sağ elin topraklansın demektir. Evvelce de beyân ettiğimiz gibi bu cümle
hakkında gerek selef gerekse halef ulemâsı arasında pek çok ihtilâf edilmiştir.
Muhakkikinin tesbit ettiği on sahih kavle göre bunun asıl mânâsı «fakir
olasın» demektir. Lâkin araplar onu bu mânâda kullanmazlar. Söz gelişi
türkçede olduğu gibi «Allah hayırını versin, Allahtan bul, Allah müstehakım
versin» mânâsında kullanırlar. Nitekim lisanımızda da bu ve emsali sözler ekseriyetle beddua makamında değilde
bâzan takdir bâzan leaccüb bâzan da ta'yib için kullanılırlar. Araplar bu
mânâda: «Allah belâsını versin, annesiz kalsın, babasız kalsın, annesi
ağlasın, vay anasının haline» gibi sözler kullanırlar. Bunları onlar da kimi
zem kimi medih, teşvik ve teaccüb makamında
söylerler. Meselâ : derler
ki bunun asıl mânâsı «Allah belâsını versin ne cesur
adammış» demektir. Fakat bu cümle ile o kimseye beddua değil takdir murâd
edilir. Ve âdeta: «Aferin ne cesur adammış» denilmiş gibi olur. Bâzıları mezkûr
cümlenin hakikaten beddua mânâsında kullanıldığım iddia etmişlersede kabul edilmemiştir. Kaadi İyâz:
«Bu söz arapların konuşma âdetine göre bir şeyi inkâr yahut takdir
ve'î'câb için söylenir; Araplar bunun
asli mânâsını kasdetmezler» diyor. Hâsılı bu gibi sözler yerine göre
mânâlandırüırlar.
Resulüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) in ayni cümleyi Aişe (Radiyalîahû anha) ya iade etmesi: «Bu
sözü asıl sana söylemeli. Çünkü Ümmü Süleym bir kusur işlemedi. O ancak dinine
âid kendisine terettüp eden bir vazifeyi sordu. Bundan dolayı ona itiraz olunur
mu? Asıl itiraza lâyık sensin. Zira itiraz edilmeyecek bir şeye itiraz ettin»
mâ'nâsmadır.
Bazı nüshalarda bu
cümleden sonra bir «hayır» kelimesi zikredilmiştir. Bü kelime cümlenin tefsiri
sayılır. Bir çok müshalarda burada olduğu gibi zikredilmemiştir. Zikredilen
nüshaların bâzısında da «haber» şeklinde zaptedilmiştir. Kaadi Iyâz haber
şeklindeki rivayetini beğenmeyerek: bu bir şey csğildir» demişsede Nevevî her
ki şeklinde doğru olduğunu söylüyor. «Hayır» kırâetine göre «ben bu cümle ile
beddua kastedmedim; senin hayrını murâd ettim mânâsına gelir. Haber kira-etine
göre ise: «Ben bu cümle ile beddua kasdetmedim; bu bir haber cümlesidir. Hakikatıkastedilmez»
demektir. Aişe (Radiyalîahû anhâ)mn bir rivayette mezkûr cümle ile beraber «ve
Üllet» demesi dahî ayni mânâyadır. Bu kelimenin aslı «eline harbî batsın»
demektir. Fakat hakîkî mânâsı maksut değildir. Bir rivayette Hz. Âişe sual
sahibine «uf» demiştir. Bu kelime «sıkılıyorum» mânâsına gelen bir ism-i
fiildir. Bununla bıkkınlık sıkıntı ve tiksinti ifade edilir.
Hadisin bir
rivayetinde Hz.Ümmü Seleym sualine başlarken: «Şüphesiz ki Allah hakkı beyân
buyurmaktan haya etmez» demiştir. Bu söz bir iktibastır. Çünkü âyet-i
kerîmedir. Allah'ın hakkı beyandan haya etmemesi, onu beyandan çekinmemesi
manasınadır. Çünkü hayanın asıl mânâsı ayıplanmak veya zemmedilmek korkusu ile
insana arız olan kırıklık ve değişmedir. Biz buna utanma deriz. Utanmanın
hakikati Allah Teâlâ hazretleri hakkında müstahildir. Binaenaleyh .bu söz
burada bir istiâre-i tebaiyye kabîlindendir.
Hazreti Ümmi Süleym'in
sorduğu suali Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Havle binti Hakîm,
Sehle binti Süheyl ve daha başka kadınlarda
sormuşlardır.
Refu1ü11ah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in cevaben «Evet! Ya benzerlik nereden geliyor?» sözünün mânâsı:
Çocuk erkekle kadının
menilerinin karışmasından meydana gelir. Bunların hangisi galebe çalarsa çocuk
ona benzer demektir. Bu sözü müteakip:
«Erkeğin suyu (menisi)
leoyu beyazdır; kadınınla İse sıvı ve sarı.» buyurmuştur.
Bu îzâhât meninin
sıfatı hakkında büyük bir kaide olmuştur. Sağlam oîan erkek ve kadınların
ekseriyetle menilerinin sıfatı budur. Ulemânın beyânına göre erkek menisinin üç
hassası vardır.
1- Yaş
olduğu zaman kokusu hamur kokusuna; kuru olduğu zaman ise yumurta kokusuna
çaldırır.
2- Atıla
atıla gelir.
3- Dışarıya
lezzetle çıkar; çıktıktan sonra da bir gevşeklik arız olur.
Ekseri ulemâya göre bu
üç sıfatta erkekle kadın menileri arasında fark yoktur. Mezkûr sıfatların bir
tanesi meniyi İspat için kâfidir. Bu sıfatlardan hiç biri bulunmazsa çıkan
suya meni hükmü verilmez.
1- Dînî bir
meseleyi âdeten utanılacak husûsâta ait olsa bile sormak îcâb eder. Çünkü
hakikatta böyle bir mesele karşısında utanmak haya sayılmaz. Hayadan ancak
hayır doğar. Bu gibi yerlerde utanarak sormaktan çekinmek ise hayır değil şer
doğurur. Unutulmamalıdır ki Hz. Aişe (Radiyalîahu arihâ) «Ensârın kadınları ne iyi kadınlardır.
Utanmak dinde fakîh olmalarına engel teşkil etmedi.» demiştir.
2- Erkek ve
kadının meniyi gördüğü zaman yıkanmaları farzdır. Çünkü Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selîem) in
bir kişiye verdiği hüküm umûma şâmildir. Meğerki; o hükmün husûsi olduğunu bildiren
bir delil buluna.
3- Kadının
da erkek gibi menîsi vardır.
4- Hadîs-i
Şerif kıyasın sübûtuna delildir. Zira uyku esnasında ih-tilâm olan kadına ayni
hal başına gelen erkeğin hükmü verilmiştirki bu. nâzîri nazire kıyastan başka
bir şey değildir.
34- (315)
Bana Hasan b. Alî el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Tevhe [23] —ki
Rabî' b. Nâfi'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye yânı" İbni Sellâın,
Zeyd'den yani kardeşinden naklen rivayet etti. Zeyd Ebû Sellâm'dan dinlemiş.
Demiş ki: Bana Ebû Esma' er-Rahabî [24]
rivayet etti. Ona da Resulüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) m âzâdhsı Sevbân
rivayet etmiş.'Demiş ki: Resulüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)1ın vâyet etti.
Önada Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)ın yanında ayakta duruyordum.
Derken yahudi ulemâsından bir âlim gelerek esselâmu aleyke yâ Muhammedi dedi.
Bunun üzerine ben onu öyle bir it-timki az daha yere yuvarlanıyordu.
— Beni Niçin
itiyorsun? dedi.
— Yâ Resulâllah
desene! dedim. Yahudi:
— Biz onu ancak ailesinin verdiği ismiyle
çağırırız; dedi. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Hakikaten benim adım ailemin bana isim
olarak verdiği Muham-med'dir.» buyurdu. Müteakiben yahudî :
— Sana
bazı şeyler sormaya
geldim; dedi. Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
— «Acaba söylersem sana
bir faydası olur mu?» dedi
Yahudi:
— Kulaklarımla
dinlerim; cevabını verdi.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) yanındaki bir sopa ile yere bir takım çizgiler çizerek:
— «Sor.» dedi. Yahudî!
— Yerle göklerin başka bir kılığa
değiştirileceği gün insanlar nerede olacak? dedi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Köprünün yanında karanlık içinde
olacaklar.» cevâbım verdi. Yahudi:
— «Peki insanlardan (köprüyü)
ilk geçen kim olacak? diye
sordu.
— «Fakİr muhacirler.»-buyurdu. Yahudi:
— Ya cennete girerken onların hediyesi ne
olacak? dedi.
— «Balık
ciğerinin ziyâdesi!» buyurdular.
— Onun arkasından yiyecekleri ne olacak? diye
sordu.
— «Onlara
cennetin etrafında otlayan cennet
Öküzü kesilecek.» buyurdu,
— Onun üstüne ne içecekler? dedi.
— «Orada Selsebîl adı verilen bir kaynakfan
(içecekler).» buyurdular Yahudi:
— Doğru söyledin; dedi ve şunu ilâve etti: Hem ben sana yer yüzünde yaşayanların bir
peygamberden yahut bir veya iki
kişiden başka hiçbirinin bilmeyeceği bir şeyi sormağa geldim. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Acaba söylersem sana bîr faydası olur mu?»
buyurdu. Yahudi:
— İki kulağımla
dinlerim; dedi ve ilâve etti: Sana çocuğun nasıl meydana geldiğini sormaya
geldim. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
— «Erkeğin menisi beyaz, kadının menisi ise
sarıdır. Bunlar bir yere gelirde, erkeğin menisi kadınınkine galebe çalarsa
Allah'ın izni ile erkek çocuk doğururlar.
Kadının menisi erkeğinkine
galebe çaldığı zaman
da Allah'ın izni ile kız doğururlar.»
buyurdular. Yahudi:
— Vallahi doğru söyledin sen gerçekten bir
Peygambersin; dedi sonra çekilip gitti. Müteakiben Resulüllah (SaUaUahü Aleyhi
ve Sellem) :
— «Hakikaten bu adam bana soracağını sordu. Ama
ben onun sorduklarından bir şey bilmiyordum. Tâ ki Allah onları bana
bildirdi.» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Yahya b. Hassan haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâ-viyetü'bnü Sellâm bu isnadda
bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o:
«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanında
oturuyordum» dedi. Birde:
«Batık ciğerinin zaidesi. »
«Çocuk doğurur; kız
doğurur.» dedi.
Çocuk doğururlar kız
doğururlar.» demedi.
Yahudi âliminin
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelmesi ya onun doğruluğunu
deneyerek îman etmek için yahut sırf imtihan maksadı iledir. Zahire bakılırsa
cevaplarını tastik ettiği halde iman etmeden oradan ayrılmıştır. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm vermesi ve Hz. Sevban (Radiyallahû anh)
kendisini ittiği halde ona unf-u şiddetle cevap vermemesi ilminin kendisine
kazandırdığı edep ve terbiyeye delâlet eder: Biz onu ancak ailesinin verdiği
ismiyle çağırırız» demesi de âlime yakışan bir cevaptır. Halbuki Kureyş
Hudey-biye musâlehasmda; «Senin hakikaten Resulüllah olduğunu bilsek seninle
harb etmezdik» demişlerdi. Maamafih Yahudi âliminin nezâket göstermesi o anda
başka bir şey elinden gelmediği için de olabilir;
«Kulaklarımla
dinlerim» demesi: «Senin söylediklerini dinler doğrumu dcgilmi düşünürüm»
manasınadır. Yoksa bununla senin sözlerin bir kulacımdan girer bir kulağımdan
çıkar manasını kastedmemiştir.
Resulüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Selletn) in elindeki değnekle yeri kazması öteden beri arap
büyüklerinin âdeti olan,bir iştir. Onlar mühim bir mesele karşısında düşünceye
daldıkları zaman böyle yaparlardı.
Yahudi âliminin, ilk
Suali kıyamete dair olmuştur. Gerek onun sualinden gerekse Fahr-i kâinat
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)efendimizin verdiği cevaptan anlaşilıyorki
kıyamet gününde yer yüzünün yalnız sıfatı değil bizzat kendisi değişecektir.
Çünkü yeryüzünün yalnız sıfatı değişse meselâ dağlar vadiler dümdüz edilmek
sureti ile yeryüzü bugünkünden başka bir hal alsa yahûdî âlimine bunu anlamak
müşkil gelmezdi.
Ayni suali Resu1ü11ah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)e Aişe (Radiyallahu anhâ) nın dahi sorduğu rivayet
olunur. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in:
«Onlar köprünün
yanında karanlıkta olacaklardır.» buyurmasıda bu değişmenin zat itibarı ile
olacağına delildir. Köprüden murâd sırattır. Nitekim Âişe (Radiyallahu anhâ)ya.
verilen cevapda tasrih edilmiştir.
Değişen yerin dümdüz
beyaz olacağı gizlenecek hiçbir yeri bulunmayacağı Hz. Seh1 (Radiyallahu anh)
m rivayet ettiği bir hadiste beyan buyurulmuştur. Bunun keyfiyetini Allah
bilir.
Yahûdinin: «Sıratı ilk
defa kimler geçecek?» sualine Resû1u Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sel!em)«fakır
muhacirler.» cevabını vermiştir. Bu sözün umumu fakir muhacirlerin
zenginlerden efdal olmasını iktizâ edersede
Hz. Osman ve Abdur rahman b. Avf {Radiyallahu anhüm) gibi zenginlerin Ebû
Hüreyre ve Ebû
Zerr (Radiyallahu anhüm) gibi
bakirlerden efdal olduğuna icmâ'ı ümmet vardır. Bâzan bir zât kendisine hâss
bir meziyetten dolayı üstünlük vasfı . iiezikrolunabilir. Bu onun mutlak
surette başkalarından üstün olduğuna delâlet etmez. Bu sebepledir ki böyle
hadislerle fakirliğin zenginlikten daha makbul olduğuna istidlal edilemez.
Ashab-ı kiramın kendi aralarında fakirlikmi daha makbul dür, Zenginlik mi?
meselesini münakaşa ettikleri ve neticede zenginliği daha makbul buldukları
rivayet olunur. Çünkü zenginlerin mallan ile kazandıkları dereceleri fakirler
kazanamaz. Fakirle zenginin ibâdet ve tâât hususunda müsavi olduklarını kabul
edersek zengin mâli ibadetleri sayesinde
fakiri geçer. Resul Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in zikrettiği
fakirler kendi zamanındaki
fakirlerdir. Yoksa sırattan önce geçmek için muhacirlerin aleddevam
fakir kalmaları şart değildir.
Yahûdinin üçüncü suali
cennete girerken ehl-i cennete ne gibi iz-zet-ü ikramda bulunulacağı
meselesidir. Tuhfe: ikram için bir kimseye verilen hediyedir. Bu suâle
cevaben Resûl-ü Zîşân (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem) bir rivayette «Balık ciğerinin ziyadesi.» diğer bir rivayette
«Balık ciğerinin zaidesi.» buyurmuştur. Bu iki kelime manâca birdir. Ve
ciğerin kenarındaki çıkıntı demektir ki; ciğerin en güzel yeri de orasıdır.
Cennete girer girmez yiyecekleri şey evvelce kendileri için tahsis edilip
cennet bahçelerinde otlamakta olan öküzün eti, içecekleri de selsebil ismindeki
kaynağın suyu olacaktır. Bunların hakikatlarım Allah bilir.
1- Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in:
«Benim adım ailemin bana isim olarak verdiği Muhammed'dir.» buyurması onun son derece insaf ve yüksek
ahlâk sahibi olduğuna delildir.
2- Bir kimse
bililtizam iman ve itikad etmedikçe «doğru söyledin silâmiyet yüce bir
dindin; Muhammed (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
Peygamberdir» gibi sözlerle müslüman olmuş sayılmaz.
3- Bu hadis
gâibden haber veren bir cûcizedir.
4- Mühim bir
iş karşısında yeri sopayla kazmak mürüvvete aykırı sayılmaz.-
35- (316)
Bize Yahya b. Yahya et - Temîmiî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebû Muâviye,
Hişâm b. Urveden, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe
şöyle demiş: Kesulitflah (Sallallahü
Aleyhi ve Seiletn) çünüblükten yıkanacağı zaman, evvelâ ellerinden başlar onları yıkardı. Sonra sağ
eliyle sol eline su dökerek avret yerini yıkardı. Sonra namaz abdestî gibi
abdest alırdı sonra suyu alır ve parmaklarını saçlarının diplerine sokar (ak
başını güzelce yıkar) di. İyice temizlendiğine kanaat getir-dimi başına üç avuç
su atar, sonra bütün vücüdüne su
dokunurdu (en) sonra ayaklarını yıkardı.
(...) Bize
bu hadîsi Kuteybetü'bnü Said ile Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize Ali b. Hucr da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir rivayet etti, H.
Bize Ebû Küreyb dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnî Nümeyr rivayet etti. Bunların üçü de
Hişânıdan bu isnadla rivayet etmişlerdi. Onların hadisinde ayakların yıkanması
yoktur.
36- (...) Bize
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet ettit
(Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «çünüblükten yıkanmış ve evvelâ üç
defa ellerini yıkamış...» Bundan sonra râvi hadîsi Ebû JVtuâvîyeninki gibi
rivayet etmiş. Fakat (o da) ayakların yıkanacağını zikretmemiştir.
(...) Bize
bu hadisi Amru'n-Nâkid dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bizt Muâviyetü'bnü Amr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zaide Hîşâm'dan rivayet etti. Demişki: Bana
Urve, Âişe'den naklen rivayet ettiki: Resulü I lalı
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) çünüblükten yıkanacağı zaman evvelâ ellerinden başlayarak onları kaba
daldırmazdan önce yıkar; sonra namaz için aldığı abdest gibi abdest alırmış.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Gusl» de Nesâî «Kitâbu't-Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.
Re sulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in evvelâ ellerini yıkaması ya temizlik; yahut
uykudan uyandıktan sonra elleri yıkamanın meşru olduğunu göstermek içindir.
«Namaz abdesti gibi abdest alırdı» cümlesiyle lügaten abdest denilebilen el
yıkamadan ihtiraz olunmuştur.
Bu bâbta Nevevî
şunları söylemiştir: «Ulemâmız diyor ki çünüblükten temizlenmenin kemâli şöyle
olur. Yıkanan kimse ellerini kaba daldırmazdan önce onları üç defa yıkayarak
taharet mahallerini ve bedeninin sair yerlerini pislikten temizledikten sonra
tamamiyle namaz abdesti gibi abdest alır. Sonra parmaklarının hepsini suya
daldırarak bir avuç su a,hr. Onunla başının ve sakalının saçlarını hilâllar ve
başına üç avuç su atar. Bedeninin koltuk altı, kulak ve göbek gibi çukur
yerlerine, ayak parmaklarına dikkat eder. Bunların her yerine suyu ulaştırır.
Sonra başına üç avuç su döker sonra da vücûdunun sair yerlerine üçer defa su
dokunur; ve her defasında elinin erebildiği yerleri ovalar. Eğer nehirde veya
gölde yıkanıyorsa üç defa suya dalar ve suyu vücûdunun her yerine, sık veya
seyrek bütün saçlarının dışına ve içine ta saç bittiği yerlere kadar ulaştırır.
Müstehab olan sağ taraflardan ve bedeninin üst kısımlarından başlamaktır.
Kıbleye karşı durmalı ve gusul sona erdikten sonra şe-hadet getirmelidir. Gusle
başlarken niyet etmeli ve niyyet gusul bitinceye kadar devam etmelidir. İşte
guslün kemâli budur: Bütün bu vazifelerin içinde farz olanı suyun ilk cüz'ü
vücuda temas ettiği anda niyet etmek ve suyu bütün bedenine, saçlarına ta'mim
etmektir. Bedenin necasetten temiz olması guslün şartıdır. Bundan geriye
kalanlar sünnettir. İbrik gibi bir kabla yıkanan kimsenin şu inceliğe dikkati
gerekir. İstincâ edecek istincâ yerini su ile temizledkten sonra o yeri birde
çünüblükten temizlemek niyetiyle yıkamalıdır. Çünkü onu o anda yıkamazsa sonra
unutabilir. Ve yeri yıkamadığından dolayı da guslü sahih olmaz...»
Nevevî şafiîlere göre
bu izahatı verdikten sonra: «Bizim mezhebimiz ve bir çok imamların mezhebi
budur. Yıkanırken veya abdest alırken ovunmanın farz olduğuna İmam Malik ile
Müzenî'den başka kail olan yoktur. Diğer ulemaya göre ovunmak sünnettir; onu
terkedenin abdesti de, guslü de sahihtir. Çünüblükten yıkanılacağı zaman
abdest almak yalnız Davûd-u Zahirîye göre farzdır. Şâir ulema onun sünnet
oldugunu söylemişler. Bir kimse abdest almadan bütün vücudune su dökünse guslü
sahihtir; onunla namaz kılması ve diğer ibadetleri yapması caiz olur. Lâkin
efdal olan yukarıda zikrettiğimiz gibi-guslün ya başında ya sonunda abdest
alarak onun faziletini kazanmaktır. Guslün başında abdest alan sonunda almaz.
Bir gusülde iki defa abdest almanın müstahab olmadığında bütün ulemâ
müttefiktir." diyor.
Hanefîler göre gerek abdest de gerekse gusül de niyet
farz değil sünnettir.
1- Abdest ve
gusülden önce elleri yıkamak müstahabtır. Ancak ellere pislik bulaşmışsa o
zaman elleri yıkamak farz olur.
2- Gusülden
Önce abdest almak sünnettir. Bu husustaki kavilleri daha evvel görmüştük.
Resûlül'lâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) İn gusülden Önce tam abdest alması
ayakların gusülden sonra yıkanmayacağına delildir. Şafiî 'den rivayet olunan esah kavilde
budur. İkinci kavline göre ayaklar gusülden sonra yıkanır Üçüncü kavline göre
ise yer temiz olduğu takdirde ayaklar önce yıkanır, temiz değil veya su azsa sona
bırakılır. Hazreti Şafiî
bu babdâkı hadislerin arasını bu suretle birleştirmiştir.
Hanefîlere göre: Ayakların altında su birikiyorsa guslün
sonunda, birikmiyorsa başında yıkamak icâbeder. îmâm
Mâlik'in mezhebide budur.
3- Gusülde
sakal ve baştaki saçların aralarını güzelce hilâllayarak suyu saçların diplerine ulaştırmak Hanefîlere
göre farzdır, Abdestde bu sünnettir.
Malîkîler 'den bir
rivayete göre sakalı hilâllamak vâcib, diğer rivayete göre vâcib değildir. İbni
Battal gusülde baştaki saçların Mallanmasının vâcib olduğuna icmâ'
nakletmiştir. Mâ1ikiyye ulemâsı sakalıda buna kıyâs ederler.
4-
Bâzılarına göre yıkanırken başa üç avuç su atmak ve bedenin şâir yerlerinide
üçer defa yıkamak müstehaptır. Mâlikilerden Kurtubî ile Mârûdî üçer defa
yıkamanın müstehab olmadığını söylemişlerdir. Kurtûbî :
«Başına üç avuç su
atmasından, başını üç defa yıkadığı anlaşılmaz; zira gusülde tekrar meşru'
değildir. Tekrarda meşakkat vardır. Resû1ü11âh (Sallatlahü Aleyhi ve Seliem) in
başına üç defa su atması, başmın sağ tarafından başladığı içindir; sonra sola
geçmiş: Sonra da başının orta yerinden dokunmuştur; nitekim Buhârî ile Ebû
Dâvûd 'un rivayet ettikleri Hz. Aîşe hadisinde de ayni şekilde yıkandığı
bildiriliyor.» demiştir.
5- Hz. Âişe 'nin: «Sonra vücudunun sair yerlerine
suyu döktü» sözünden vücudunu ovuşturdu mânâsı
çıkmaz. Ovuşturmak Hanefilerle ve
Hambelîlere göre müstehabtır. Mâlikiler 'den bazıları da bu kavli tercih
etmişlersede İmam Mâlik ile Müzenî ovuşturmanın farz olduğuna kaildirler. Onlar
guslü ab-deste kıyas ederler. Hattâ İbni Battal: «Bu lâzımdır» demiştir. Fakat
diğer ulemâ ovuşturmanın abdestde dahi farz olduğunu kabul etmezler.
6- Gusül
ederken parmakları suya daldırmak caizdir.
37- (317)
Bana Ali b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İsâ b. Yûnus rivayet
etti. (Dedi ki) : O Bize A'meş Salim bin Ebi'l- Câ'd' [25] dan
o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'tan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana teyzem
Meymûne rivayet etti. Dedikİ: Resuiüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
cünüblükteıı yıkanmak için suyunu getirdim. Evvelâ elerini iki yahut üç defa
yıkadı. Sonra elini kaba daldırdı. Sonra ondan .aldığı suyu avret mahalline
dökerek onu sol eliyle yıkadı. Sonra sol elini yere sürerek onu şiddetle oğdu.
Sonra namaza- abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra başına avuç dolusu üç avuç
su döktü, sonra bedeninin sair yerlerini yıkadı, sonra bulunduğu yerden
çekilerek ayaklarını yıkadı; sonra ben kendisine havluyu getirdim. Fakat o bunu
kabul etmedi.»
(...) Bize
Muhammed b. Sabbâh ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe, Ebû Kü-reyb, Eşecc ve îshak
toptan Vekî'den rivayet ettiler. H.
Bize bu hadisi Yahya
b. Yahya île Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye
rivayet etti. Vekî' ile Ebû Muâviye'nin ikisi-de A'meş'den bu isnadla rivayet
etmişler. Yalnız onların hadisinde, başına üç avuç su döktüğü ibaresi yoktur.
Vekı'in hadisinde nıazmaza ve istîn-şâki da zikretmek suretiyle bütün abdestin
tavsifi vardır. Ebû Muâviye'nin hadîsinde ise havlu kaydı yoktur.
Bu hadisi Buhârî gusl
bahsinin «Mazmaza ve istinşak» babında tahriç etmiştir. Bâzıları «Buhâri'nin
onu burada Gusl bahsinde zikretmekten muradı Mazmâzâ ile İstinşâkm Gusûlde
farz olmadığına işaret içindir. Gusül için abdest almak bilicmâ' farz
değildir. Mazmaza ile istinşak ise abdest de tabî olan şeylerdir. Asıl olan
abdest farz olmayınca onun tabileri bulunan mazmaza ile istinşak ta farz
değildir.» demişlerdir. Fakat bu istidlal doğru değildir. Zira hadîsin bir
rivayetinde mazmaza ile istinşak tasrih edilmişlerdir.
Resûlüllâh
(Sallallahii Aleyhi ve Selleın) in onlara
devam üzere yaptığı şüphesizdir. Bu ise vücûb ifade eder.
Hadîsin buradaki rivayetinde
Resû11ü1Iâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) .in kurulanmak için getirilen
havluyu kabul etmediği; Buna-r î 'nin rivayetinde ise onunla kurulanmadığı
bildiriliyor ki mânâ itibariyle ikiside birdir. Hz. Âişe (Radiyallahu anhâ)
dan rivayet olunan' bir hadîste Resûlüllâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in
yıkandıktan sonra kurulanmak için bir bezi bulunduğu bildirilmektedir,
1- Sü ile
taharetlenen kimsenin ellerini sabunla yahut onun yerini tutacak bir şeyle hiç
olmazsa toprakla yıkaması müstahabdır. Çünkü, bu gibi şeyler pisliğin kokusunu
daha iyi giderirler.
2-
Yıkandıktan sonra mümkünse kurulanmamak müstahaptır. Nevevî diyor ki: «Ulemâmız
abdestde olsun gusülde olsun azanın kurulanması hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Bu hususta beş kavil vardır. Bunların en meşhuruna göre kurulanmamak
müstahaptır. Fakat kurulanmak da mekruh değildir. İkinci kavle göre kurulanmak
mekruhtur. Üçüncüye göre mubahtır. Biz
de bu kavli ihtiyar ediyoruz. Çünkü kurulanmak memnudur, veya müstahabdır
demek için delil lâzımdır. Bu hususta bir delil yoktur. Dördüncü kavle göre
müstahabdır. Çünkü kurulanmakta, kirden pastan korunmak Vardır. Beşinci kavle
göre kurulanmak yazın mekruh, kışın mekruh değildir. İşte ulemâmızın kavilleri
bunlardır. Diğer ulemâ ile ashab-ı kiram kurulanma hususunda İhtilâf
etmişlerdir. Onlardan da üç kavil rivayet olunur.
a) Abdestte
olsun gusülde olsun kurulanmakta beis yoktur. Enes b. Malık (Radiyallahu
anh) ile Süfyân-ı
Sevrî 'nin mezheb-leri budur.
b) Abdestte
ve gusülde kurulanmak mekruhtur. İbni Ömer (Radiyallahu Anhüma) ile (îbni Ebî
Leylâ)'m kavilleri budur.
c)
Kurulanmak yalnız abdestte mekruhtur. Gusülde mekruh değildir. İbni Abbâs
(Radiyallahu Anhüma) nm mezhebi de budur. Buradaki hadisle diğer sahih bir
hadiste Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m havlu kullanmadığı; hattâ
bir rivayette yıkandıktan sonra başından su damlayarak çıktığı bildiriliyor.
Ashab-ı Kiramdan bir cemâat onun kurulandığını da bir çok vecihlerden rivayet
etmişlerdir. Yalnız bu rivayetlerin senedleri zayıftır. Tirmîzî bu babda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den
hiç bir sahih hadis rivayet olunmadığını söyler.
Ulemâdan bâzıları bir
rivayette Meymûne (Radiyallahu anha) nm: «Eliyle suyu şöyle şöyle yapıyordu»
diyerek suyu silktiğini göstermesi ile istidlal etmiş ve kurulanmanın mubah
olduğuna kail olmuşlardır. Zira silkmek mubah olunca kurulanmak da Öyle hatta
evlâ olmak îcâbeder. Çünkü suyu gidermekde her ikisi müşterektir.
3- Yıkanan
kimseye suyunu hazırlayarak getirmek müstahabtır.
38- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ehî Şcybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdıis,
A'meş'den, o da Sâlİnı'den o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan, o da
Meymûne'den naklen rivayet etti. Ki Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
SeHem)e bir peşkir getirilmiş. Fakat o buna dokunmamış ve suyu şöyle yapmaya
yani silkmeğe başlamış.
Bu rivayet Abdest ve
Gusülden sonra elleri silkmekte bir beis olmadığına delildir. Nevevînin beyânına
göre Şâfiîyye ulemâsı bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Meşhur kavle göre elleri
silkmemek müs-tehabdır. Fakat mekruh değildir. İkinci kavle göre elleri silkmek
mekruhtur. Üçüncü kavle göre mubahtır. Bizzat Nevevîde bunu ihtiyar etmekte;
el-silkmenin mekruh olduğunu bildiren hiç bir hadis sabit olmadığını
söylemektedir.
39- (318)
Bize Muhammedü'bnül - Müsennâ el - Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû
Âsim Hanzaletü'bnü Ebî Süfyan'dan o da Kaasım'-dan, o da Âişe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
Resûlüllâh {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) cünüblükten yıkanacağı zaman külek [26] gibi
bir şey isterdi. (Ondan) iki avucu ile (su) alır; (yıkanmaya) haşinin sağ
tarafından başlar; sonra sol tarafını yıkardı. Sonra iki avucu ile (tekrar) su
alarak onu başının üzerine dökerdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabü'I Gusl» de tahrîc etmişdir. Buhârî onun için bir bâb tahsis ederek:
«Yıkanmaya hilâb veya koku sürünme ile başlayanın babı» demişsede bu hususta
kendisine üç fırka tarafından îtîraz edilmiştir.
Birinci fırka: Bu
hususta Buhârî 'nin vehm ve hatâya düştüğünü İddia ederler. Hattâ İ smaîl î
«Müstahrec» inde şöyle der: «Allah Ebû Abdi11âh Buhârî'ye rahmet eylesin.
Hatâdan kim salim olabilir ki? Hazret, hilâbı koku sanmış. Gusülden önce
kokulanmanın ne mânâsı olabilir? Hilâb ancak içine süt sağılan k^b demektir.
Buna Mihleb de derler...»
İkinci Fırka :
Hadis'te tashif yapıldığını iddia ederler. Onlara göre kelimenin aslı hilâb
değil cüllâb yani gülsuyu demektir. Kelimenin aslı Fârisîdir. Ezherî
de bu fırkadandır.
Üçüncü fırka : Buhârî
'nin sözünü te'vil ederek: Korkudan, örfî manâsını kasdetmediğini bu sözle
bedeni temizleyerek, kiri pası ve necaseti gidermeyi, hilâb kelimesiyle de su
kabını muiâd ettiğini söylerler. Taberî
de bunlardandır.
Aynî bu üç fırkanın
kavillerini sıraladıktan sonra her birine ayrı ayrı cevap vermiştir. Şöyleki:
1- Buhârî
hilâb kelimesiyle koku sürünmeyi kasdetmemiştir. Çünkü koku sürünmeyi hilâbm
üzerine atfetmiştir. Matufla, matufun aleyhin hükümleri ise başka başka
şeylerdir. Onun hilâbdan maksadı su kabıdır. Hattabî'nin beyânına göre hilâb
bir devenin sütünü alacak kadar kabtır.
2- Ezherî
'nin de dahil olduğu ikinci fırkanın tashif iddiası doğru değildir. Kelime
hilâb şeklinde rivayet olunmuştur. Hattâ
Kurtûbî : Bu kelime ancak hâ'nm kesri
ile hilâb okunur. Başka türlü okumak doğru değildir. Onu koku zanneden vehmetmiştir. Fârisî
de gülsuyuna cüllâb değil, cülâb derler. Aslı gülâbdır. Bu da maruf
çiçeğin adı olan gül ile su mânâsına gelen «âb» kelimelerinden mürekkebdir. Onlarda
kaide muzâfun ileyhin muzâftan önce gelmesidir. Keza sıfat da mev-sufundan önce
gelir. Cüllâb içilen meşrubatın ismidir.» demektedir.
3- Buhârî
biri kab diğeri koku olmak üzere iki şey zikretmiş; bunları biri biri üzerine
atfeyle mistir. Fakat maksadı onlardan birini anlatmaktır. Onu âdeti, ekseriya
babın evvelinde bir şey zikretmek, sonra bir sebebten dolayı o şeye dair hadis
rivayet etmemektir. Burada da Öyle yapmıştır.
Hasılı hilâbdan murad
koku sürünmek değil su kabıdır. Kabı zikretmekle gusl için ne kadar su
harcanacağı beyân edilmek istenilmiştir.
Hadisin buradaki
rivayetinde: «Eliyle aldı» denilerek, el müfred olarak zikredilmişse de diğer
rivayetlerde «elleriyle» denildiğine göre buradaki elden murâd iki elidir.
Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elleriyle suyu alarak başına
dökmesi «kaale» kelimesiyle ifâde edilmiştir. Bu kelimenin asıl mânâsı
söylemekse de, arablar onu yapmak mânâsında bütün işlerde kullanırlar. Meselâ:
«Kaale bi yedihî keza» derler ve «eliyle şöyle yaptı» mânâsını kasdederler.
Burada da öyledir.
Hadis-i Şerif yıkanan
kimseye su hazırlamanın ve yıkanırken evvelâ başın sağ tarafına; sonra sol
tarafına; sonra da ortasından dökerek yıkamanın müstehab olduğuna delildir.
Hz. Âişe'nin: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) yıkanmak istediği vakit
şunu isterdi» demesi, âdetinin devam üzere bu olduğunu gösterir.
40- (319)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike İbni Şihâbdan dinlediğim onun
da Urvetü'bnü Zübeyr'den, onunda .Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi
okudum:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) cünüblükten dolayı farak denilen bir kabtan
yıkanırdı.»
41- (...)
Bize Kuteybetü’bnü Said rivayet etti. ( Dedi ki ) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize İbni Rumh da
rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd ile Ebû Bekr b. Şeybe, Amrü'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb dahi rivâyet
ettiler. Dediler ki: Bize Siifyan rivâyet etti. Bunların ikiside Zührî'den, o
da Urve'den o da Âişe'den naklen rivâyet etmişlerdir. Âişe şöyle demiş:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kadeh
denilen bir kabda yıkanırdı ki o da farak demektir. Bir kaptan hem ben hem o
yıkanırdık.» Süfyân'ın hadisinde «Bir kaptan» denilmiştir. Kuteybe şöyle
demiştir: «Süfyân: Farak üç sâ'dır, dedi»
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî dahî tahrîc etmişlerdir.
Farak :
Onaltırıt1 su alan kabtır. Hadîs ulemâsı bu kelimeyi «fark» şeklinde okurlar.
İbni Esîr'in beyânına göre farak on-altı, fark ise yüz yirmi ntl su alan
kablardır. Müs1im'in buradaki rivayetine göre Siifyan b. Uyeyne farakı üç sâ'
alan kaptır, diye ta'rif etmiştir. Nevevî cumhûr-u ulemânın bu kavli tercih
ettiğini söyler. Bâzıları: «Farak: İki sa' alan kaptır» demişlerdir. Üç sa'takriben
dokuz litre eder.
Rıtl:
Takriben dört yüz altmış gramlık bir ölçüdür.
Müdd: İki
rıtl alan ölçüdür. Hadîsin bir rivayetinde «Kabdan», diğer rivayetinde «Kabda»
yıkanıyordu, denilmişsede ikisindende maksat bir kaptan yıkanmasıdır. Zaten
«Kabdan» mânâsını ifâde eder «min» edatı burada cinsi beyân eder. Yâni o
kabdaki sudan yıkanıyordu, demektir. Kabdaki suyun hepsini sarfediyordu
mânâsına değildir.
1- Erkekle
kadın bir kabdan yıkanabilirler. Ayni kabdan abdest almaları dahi bilittifâk
caizdir.
2- Erkekten
artan su ile yıkanan kadın cünüplükten temizlenir. Cumhura göre bunun aksi de
caizdir. Yanî kadından artan su ile erkek de yıkanabilir. Bu hususta Nevevî
şunları söylemiştir:
«Erkek ve kadının
gerek bir anda bir kabdan gerekse birbirlerinden artan su ile yıkanmaları
caizdir. Abdest veya gusle yetecek su bir miktarla tayin edilmiş olmayıp
guslün şartı, yani bütün âzânın yıkanması te'min olunursa bu hususta az suyun
da çok suyun da kifayet edeceğinde bütün müslümanlar müttefiktir. İmam Şafiî
(Rahimehullah):
«Bâzan idareli
davranılır azsu yeter. Bazanda idaresiz davranılarak çok su yetmez» demiştir.
Ulemânın beyânına göre gusülde müstehab olan bir sâ'dan azı, abdestte müstahab
olan ise bir müdden az su kullanmamaktır...
Deniz kenarında bile
olsa suyu israf etmenin memnu' olduğunda bütün ulemâ müttefiktirler. Zahire
göre; bu memnûiyetden murâd kerâ-het-i tenzîhiyyedir. Ulemâmızdan bazıları:
«İsraf haramdır» demişlerdir.
Erkekle kadının bir
kabtan yıkanmalarına gelince: Bu da bütün müs-lümanlarm ittifakı ile caizdir.
Delilleri bu babın hadisleridir.
Kadının erkekten artan
su ile yıkanması bilittifak caizdir. Erkeğin kadından artan su ile yıkanması
ise İmam Mâlik ve Ebû Hanîfeye hûtan su ile yıkanması ise İmam Mâlik ve Ebû
Hanîfeye ve cumhûru ulemâya göre caizdir. Bu hususta kadının evvel yıkanması
ile sonra yıkanması arasında fark yoktur. İmâm Ahmed b. Hambel
ile Dâvûd-u Zâhîri'ye g kadın yalnız başına suyu kulanarak yıkanırsa
ondan artan su yıkanması caiz olmaz. Bu kavil
Abdullah b. Sere İs ile Hasan-ı
Basrî 'den de rivayet olunmutu
Ahmed b. Hambel ile
Dâvûd-u Zâhîri'ye göre evvelâ kadın yalnız başına suyu kulanarak yıkanırsa ondan
artan su ile erkeğin yıkanması caiz olmaz. Bu kavil Abdullah b. Sere İs ile
san-ı Basrî 'den de rivayet olunmuştur.
Bir rivayette İm Ahmed bizimle beraberdir. Hasan-ıBasrî ile Said b. el-Müseyyebin kadından artan suyu mutlak surette mekruh gördükleri
rivayet edilir. Muhtar olan. cumhurun kavlidir. Çünkü; Resulü11âh (Salîaîlahü
Aleyhi ye Sellem) 'in zevceleri ile birlikte ve keza birbirlerinden artan suyla
yıkandıklarını bildiren hadisler
şahindirler. Kadının yalnız yıkanmasının bu hususta hiç bir tesiri yoktur.
Nitekim hadisin bir rivayetinde
Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) in zevcelerinden birinden artan suyla yıkandığı bildirilmektedir. Bu hadîsi Ebû
Dâvûd, Tirmîzî, Nesâî
ve diğer Sünen sahipleri tahrîc etmiş;
Nesâî onun hakkında; «Hasen sahih bir hadistir» demiştir. Vakıa
karıkocanın birbirlerinden artan suyla yıkanmasını me-neden bir rivayet vardır.
Fakat Ulemâ bu hadise muhtelif cevablar vermişlerdir.
Evvelâ; başta Buhârî
olmak üzere Hadîs imamları mezkûr hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. İkinci
cevap: O hadisteki nehiy-den murad kadının âzasından dökülen sudur. Bittabi o
su müsta'mel olur.
Üçüncü cevap :
Hadisteki nehiy müstehab ve efdal şekli beyân içindir. Mezkûr hadîs sahîh bile
olsa nesh edildiğine hüküm olunur.
3- Cünüb ile
hayzlı kimseden artan su temizdir.
4-
Derâverdî'ye göre bu hadis karı ile kocanın bir birlerinin avret yerine
bakabileceklerine delildir.
42- (320)
Bana Ubeydııllah b. Muâz el - Anberî rivayet etti. Dedi ki Bize babam rivayet
etti. Dedi ki: Bize Şu'be Ebû Bekr b. Hafs'dan, [27] o da
Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan naklen rivayet etti. ŞÖyle demiş: Âişe'nin süt
kardeşi ile birlikte, onun yanına girdim. Süt kardeşi ona Peygamber
(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) in cünüblükten nasıl yıkandığını sordu. Bunun
üzerine Aişe bir sâ' kadar (su alan) bir kab isteyerek yıkandı. Onunla
aramızda bir perde vardı. Ve başının üzerine üç defa su dökün-dü Peygamber
(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) in zevceleri saçlarını kısaltırlar perçem gibi
olurdu.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabû'l Gusl» de tahrîc etmiştir.
Bazıları Hz. Âişe’nin
yanma giren zâtın kardeşi Abdur-rahman, diğer bazıları anne bir kardeşi Tufey1
olduğunu söy-lemişlersede doğru değildir. Buradaki rivayet o iddiaların fâsid
olduğunu gösteriyor. Hakikatta onun yanma giren zat süt kardeşidir. Bâzıları
onun Abdullah b. Yezîd olduğunu söylerler ve bu hususta Müslim'in Cenaze
bahsinde rivayet ettiği bir hadisle istidlal ederlersede bu da doğru değildir.
Çünkü o hadîs bu hâdiseye ait değildir. Gerçi onda süt kardeşi Abdullah b.
Yezid zikredilmiştir. Fakat orada zikredildi diye buradakinin de aynı zat olması
icâb etmez. Çünkü; Âişe (Radİyallahu anhâ)mn Kesir isminde bir süt kardeşi daha
vardır. Bu sebeple buradakinin hangisi olduğunu ta'yine imkân yoktur.
Âişe (Radiyallahû
anha) mn süt kardeşi ile birlikte yanma gelen Ebû Seleme onun kız kardeşi Ümmü
Külsüm 'ün süt oğludur. Yani Âişe (Radiyallahû anha) onun teyzesidir. Kaadi
Iyâz diyor ki: «Anlaşılan bu iki zat Hz. Âişe 'nin başını ve vücudunun mahrem
zevata haram olmayan üst kısmını yıkarken görmüşlerdir. Çünkü görmeyecek
olsalar su istiyerek onların huzurunda temizlik yapmasının mânâsı
kalmazdı. Onların görmiyeceği
bir yerde olsa bu sefer de: «Bize
şöyle anlattı» diye hikâye ederlerdi. Demek ki mahrem zevatın görmesi helâl
olmayan yerlerini örtmek için araya bir perde koymuştur.
Vefre : Kulakları
geçmeyen salınmış saç demektir. Bazıları vefre lim-me'den daha çok olan saçtır,
demiş. Bir takımları bilâkis, vefrenin, lim-meden daha az olduğunu
söylemişlerdir. Limme omuz başlarına kadar sarkan Örülmedik saçtır. Kaadî Iyâz
(Rahimehullah, m beyânına göre; arap kadınlarının âdeti saçlarını pelik yaparak
örmekti. İhtimal Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selîem) 'in zevceleri onun
vefatından sonra ziyneti terk ettikleri için pelik uzatmaktan vaz
geçmişlerdir. Kaadî 'nin bu kavli başkalarından da rivayet olunmuştur.
Ümmehât-ı mü'minin Resulü İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatında böyle
bir şey yaptıkları nakledilmediği gibi vuku'u tahmin dahi olunmamıştır.
1- Bir şey'i
fi'len öğretmek ve Öğrenmek müstehabtır. Çünkü fiilin tesiri sözden daha
çoktur.
2- Yıkanan
kimsenin suyu vücudüne tekrar tekrar dökünmesi şart değildir. Bu hususta
muayyen bir abdest yoktur. Şart olan yalnız suyun bütün bedeni kaplamasıdır.
3- Hîn-i
hacette kadınların saçlarını bir parça keserek hafifletmeleri caizdir.
43- (321)
Bize Harun b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Mahremetü'bnü Bükeyr, babasından, o da Ebû Selemte'bni
Abdirrahman'dan naklen haber verdi. Ebû Seleme şöyle demiş: Âişe dedi ki:
ResûlüIIah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) yıkanmak istediği vakit sağından başlar sağ eline su
dökerek onu yıkardi. Sonra vücudundaki pisliğin üzerine sağ eliyle su döker;
onu sol eliyle yıkardı. Bu işleri görünce başına su dokunurdu. Resulüllâh
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) ile ben
cünüb iken bir kabtan yıkanırdık.»
44- (...)
Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Leys, Yezîd [28] den
o da Irak'dan, o da Hafsa binti Abdirahman b. Ebî Bekr'den — bu kadın
Münzirü'bnü Zübeyr'in zevcesidir — naklen rivayet etti. Önada Âişe haber vermiş
ki: Kendisi Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ile üç müdd yahut ona yakın
(su) alacak bir kabdaıı yıkanırlarmış.
45- (...) Bize
Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. Dedi ki: Bize Eflâh b. Humeyd [29],
Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
«Resulüllâh (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) ile ben cünüblükten dolayı bir kabdan yıkanıyorduk. Ellerimiz
o kabın içine girib çıkıyordu.»
46- (...)Bize
Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Haysem'e, Âsım-ı Ahvelden,
o da Muâze [30] den, o da Âişe'den naklen
haber verdi: Âişe şöyle demiş:
Resulüllâh (Saiîaiiahü
Aleyhi ve Seliem) ile ben aramızdaki bir kab-dan yıkanırdık. O benden evvel
davranır; ben kendisine bana bırak; bana bırak derdim. Âişe her ikisinin cünüb
olduklarını söylemiştir.
47- (322)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe hep beraber İbnİ Uyeyne'den
rivayet ettiler. Kuteybe dedi ki: Bize Süfyan Amr'dan, o da Ebu'ş- Şâ1 sâdan, o
da İbnİ Abbâs'tan naklen rivayet etti* İbni Abbâs şöyle demiş:
«Bana Meymûne haber
verdi ki kendisi Peygamber (Salîaîîahü Aleyhi ve Seliem) ile bir kabdan
yıkanırlarmiş.
48- (323)
Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. İshâk: Bize haber
verdi tâbirini kullandı. İbni Hâtİm ise: Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti,
dedi. Muhammed. demiş ki; Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b.
Dinar haber verdi. Dedi ki: Galiba bildiğime ve hatırımda kaldığına göre bana
Ebû'ş - Şa' sâ haber verdi. Önada İbni Abbâs haber vermiş ki:
Resûlüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) Meymune'den
artan su ile yıkanırmış:
49- (324)
Bıze Muhammed b. el - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Bize Muazb. Hışam r.vayet
etti. Dedi ki: Bana babam, Yahya b. Ebî Ke-sır'den nvâyet etti. (Demis ki) :
Bize Ebû Selemete'bni Abdirrahman rivayet ett, Önada Zeyneb hinti ümnıi Seleme
rivayet etmiş. OnadTümmü Seleme anlatmış ki: Kendisi Resûlüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sel(em) ile
cünüblükten dolayı bir kabtan yıkanırlarmış.
Bütün bu rivayetler
erkekle kadının bir kabtan beraberce veya biri diğerinden artan suyla
yıkanmalarının caiz olduğunu göstermektedir. Ulemânın bu husustaki kavillerini
yukarıda gördük.
Şöyleki :
1- Kadın
cünüb veya hayzlı değilse; ondan artan suyla erkeğin yıkanmasında beis yoktur.
2- Erkek ve
kadının birbirlerinden artan suyla yıkanmaları mekruhtur.
3- Kadından
artan suyla erkeğin yıkanması mekruh ise de erkekten artan suyla kadının
yıkanmasında kerahet yoktur.
4- Erkekle
kadının beraberce başlıyarak abdest almalarında beis yoktur. Kadından artan su
da zararsızdır. İmam. Ahmed b: Hambe1'in mezhebi budur.
5- Erkekle
kadının birbirlerinden artan suyla yıkanmalarında beis yoktur. Bu hususta beraberce
yahut ayrı ayrı aynı kaptan yıkanmaları hükmen müsavidir. Cumhur-u Fukahânm
kavli budur. Erkekle kadının bir kabdan
yıkanabileceği hususunda Tahâvî, Kurtubî ve Nevevî ulemânın müttefik olduklarını nakletmişlerdir.
Bu mes'ele Ashâb-ı Kiramdan Ali b. Ebi Tâlib, İbni Abbâs, Câbir, Enes, Ebû Hüreyre, Âişe, Ümmü Seleme, Ümmü
Hâni ve Meymûne (Radiyaîlahu
anh'ûm) hazerâtmdan rivayet olunmuştur.
Hz. A1i hadisini İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn-i Abbas hadisini «El' Kebir» inde
Tabarânî, Cabîr hadisini «Musannef» inde İbni Ebî Şeybe, Enes
hadisini Buhârî, Ebû Hüreyre hadisini
« Müsned» inde Bezzâr, Âişe hadisini
Tahâvî ile Beyhâkî, Ümmü Seleme
hadisini İbnî Mâce ile Tâhavî, Ümmû Hâni hadisini Nesaî, Meymûne hadisini Tirmîzî tahrîc etmişlerdir. Mezkûr
hadislerin hepsi sahih olup «erkekle kadın birbirlerinden artan su ile
yıkanamaz» diyenlerin aleyhine delildirler.
Erkekle kadının ayni
kaptan hangisinin evvel başlıyacağı meselesine gelince bir hadiste peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden birinin cünüblükten yıkandığı
ve Resûlüllâh (Sallaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in ondan artan su ile sbdest almak
ve yıkanmak istediği zevcesinin: «Ya Resûlâllâh! Ben cünübtüm» dediği Fahr-i
kâinat efendimizin ona:
«Su cünüb olmaz»
buyurduğu rivayet edilmiştir. İbnî Mâce ile Tahâvî de abdest hakkında buna
benzer hadisler rivayet etmişlerdir. Hattâ Tâha vî, hadîsi rivayet ettikten
sonra: «Bu gösteriyor ki suyu biri diğerinden sonra ahrmış» demektedir. Vâkıâ
Resû1ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in erkekle kadının birbirinden artan
suyla yıkanmalarını men ettiğini bildiren rivayetler de vardır. Fakat bu
rivayetler itirazdan salim değildirler. Hattâ bâzıları hakkında hadîs
ulemâsı «Sahih değildir» demişlerdir.
İbni Tîn bazı ulemâdan
naklen eskiden erkeklerle kadınların bir kaptan ayrı ayrı abdest aldıklarını
rivayet edersede mezkûr zevat her halde ecnebi erkeklerle ecnebi kadınları
kasdetmiş olsalar gerektir. Çünkü bir adamın kendi ailesiyle bir kabdan
beraberce yıkanabileceğim babımız hadîsleri göstermektedir.
50- (325)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. el-
Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman yanî İbnî Mehdî rivayet
etti. İkisi de demişler kî: Bize Şu'be Abdullah b. AhdiIIâh b. Cebr'den rivayet
etti. Demiş ki: Enes'i şöyle derken işittim. Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) beş mekkûk ile yıkanır bir mekkûk (su) ilede abdest alırdı.
İbnü'l- Müsenna: «Beş
Mekâkî dedi.
İbnî Muâz da:
«Abdullah b. Abdillâh'dan naklen dedi. tbnî Cebr'i zikretmedi.
Görülüyor ki rivayetlerin
birinde İbnî Cebr lâfzı zikredilmiş diğerinde edilmemiştir. Nevevî bunların
ikisinin de sahih olduğunu söylüyor. Ulemâdan bazıları İbnî Cebr'in
yanlışlıkla zikredildi-ğini, doğrusunun İbnî Cabîr olacağını söylemişsede
buradaki hatâ itiraz edendedir. Çünkü Abdullah b. Abdillâh'a hem İbnî Cebr
hemde İbnî Câbir denilir. Bu iki vechi İmam Buhârî beyân etmiş; ona Mis'ar b.
Kidânı, Şu'be ve Abdullah b. İsâ gibi zevatın İbnî Cebr dediklerini söylemiştir.
Mekkûkün cem'i Mekâkîk
ve Mekâkiy gelir. Nevevî .burada ondan «Müdd» kastedilmiş olmasını muhtemel
görüyor. Übbî: «Mekkûk Iraklıların kullandığı bir ölçektir. Medine sâ'i ile bir
buçuk sâ' alır» diyor.
51- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Mis'ar'dan o da
İbnî Cebir'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (su) ile abdest alır. Bir sş'dan beş
müdde kadar (su ile) yıkanırdı.
52- (326)
Bize E>û Kâmil el- Cahberî ile Amir b. Alî ikisi birden Bişr b. Mufaddal'den
rivayet ettiler. Ebu Kâmil dedi ki: Bize Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû Reyhâne, Sefine'den rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'i cünüblükten bir sâ' su yıkar bir müdd (su) da abdestine yeterdi.
53- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbnî Uleyye rivayet
etti. H.
Bana Ali b. Hucr dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Ebû Rey-hâne [31] den,
o da Sefine [32] den naklen rivayet etti.
Ebû Bekr bu Se-fîne için Resûlüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Seilem) in sahabisi
olan Sefine dedi- Sefine şöyle demiş: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
bir sâ' (su) ile yıkanır bir müdd (su) ilede abdest alırdı.»
İbni Hucr hadisinde:
«Yahut onu bir müdd su temizlerdi» dedi, İbaresi vardır. Ebû Rey hâne:
«Ama Sefine
ihtiyarlamışti. Ben onun hadisine (pek) güvenemiyor-dum» demiş.
Bu hadisi Buhâri
«kitabu'l Vudû» da tahric etmiştir.
Hadis-i şerif muhtelif
rivayetleri ile Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) abdest ve guslü için
ne kadar su sarf ettiğini göstermektedir. Müdd ile Sâ'ın neler olduğu yukarıda
kısaca arz edilmişti. Ancak sâ' hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bu
husustaki tafsilâtı «Tec-rid-i Sarîh» mütercimi merhum Ahmed Naîm beyden
dinleyelim. Naîm bey şöyle diyor:
«Sâ': Beş rıtl-ı
Bağdadî ile bir sülüs rıtl (1/3) istîab eden kaba denir. Bir müdd de bir sâ'ın
dörtte biri miktarıdır. Bu Şafiîler-den Nevevî 'nin verdiği hesaptır. Ancak bu
ölçek pek ihtilaflı olduğundan ihtilâfların derecesini anlamak istiyenler
Kamus Tercemesi'nden müdd, sâ', mekkûk, rıtl kelimelerine müracaat edebilirler.
(Aleyhisselâtü vesselam) Efendimiz hazretlerinin muhtelif miktarlarda su ile
abdest alıp iğtisal buyurduklarına dâir diğer pek çok rivayetler de vardır.
Buradaki miktarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak âzası üzerinden akacak suyun
en az miktarını gösterir. Bedenin azası üzerinden su aktıktan sonra bu
mikdarlardan da az su ile hades giderilebilir. İsraf dedirtmeyecek ziyadesiyle
de caizdir. Medine-i Münevvere'de kullanılan müdd -ki fuka-
hâ arasında «Müdd-ü
Nebevi» namıyla maruftur- (4/3) rıtıl miktan alan bir hacim ölçüsüdür.
Dört müdd bir sâ'dır. Ancak müdd ile sâ'ın miktarlarını anlamak, mikyas tutulan
ritim ne miktar olduğunu bilmeye bağlıdır. Ritim ise Bağdadîsi, Şâmîsi vardır.
Yani birinin küsuru İran, diğerinin ki Roma ölçüleri olup hesap edilince
takrîbî bir miktar gösteren iki ölçektir.
Rıtl-ı Bağdadî (130) daha doğrusu İmam
Nevevî 'nin tahkikine göre (900/7 ) dirhemdir. Esah olan ikinci takdir
isede kesirli olduğundan buna (10/7) dirhem; diğer ta-
birle bir miskâl
katarak kesirsiz (130) dirhem itibâr edilmiştir, deniliyor.
(4/3)
rıtl olan bir müdd-ü nebevi bu hesaba göre
(1200/7) veya (130) dirhem
hesabına göre (520/3) dirhem eder ki en doğru hesap ve takdire göre bir
dirhem (3.0898) gram ettiğinden bu miktar su (0,530) yani yarım litreden biraz
ziyadece bir şey tutar. Bu miktar bu gün sucu* ların kullandıkları su
bardaklarından üçünün aldığı sudan azdır. Bu, İmam Şâfîî ile Hîcâz fukahasmm
takdiri olup Ebu Hanife ile Irak fukahasma göre ise müdd, iki rıtl olduğundan abdest
suyunun miktarı (1,06) litre eder ki; beş kadehten biraz ziyadecedir.
Rıtl-ı Şâmî : Kamus
Tercümesi'nin rıtl maddesinde beyân edildiğine göre (12) okiyye ve her okiyye
(40) dirhem olduğundan bu hesaba göre (480) ve bir müdd (620) dirhem olmak
lâzım gelirse de yine kamusun mekkük maddesinde tafsil edildiğine göre bir
okiyye (5/3) istâr bir istar
(9/2 )
mıskal, bir miskâl de (10/7)
dirhem olduğundan bir rıtl- yine İmam Nevevi 'nin bildirdiği üzere - (900/7) ve
bir müdd (1200/7) dirhem olmuş olur. Bu hesaba göre okiyye Kamus
müterciminin rıtl maddesinde dediği
gibi kırk dirhem değil Hicazlılarm" takdirine göre (75/7) ve Iraklıların
takdirine göre (150/7) dirhem olmuş olur. Meğer ki o maddede dirhem nâmiyle
gösterdiği, başka ölçü ola.
Kesûl-ü Ekrem
(Aleyhisselâtü vesselam) Efendimiz hazretlerinin -buradaki rivayete nazaran -
abdest suyu işte bu kadar az miktardadır. Gusül için kullandıkları su da - bu
rivayete nazaran - dörtten beş müdd kadardır ki; o da (4800/7) den (6000/)
dirhem eder ki aşağı yukarı (2,120) den
(2,650) litreye kadar eder. Irak fukâhasının müddû iki rıtl itibâr ettiklerine
göre ise bu miktar takriben (4,24) den (5,3) litreye kadardır.
Müs1im'in burada Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe 'den rivayet ettiği son hadisdeki tefsirinden anlaşılıyorki
Ebû Bekr b. Ebi Şeybe Sefine'yi Resûlüllah (SailallaHü Aleyhi ve Sellem) in
sahâbisi olmakla vasıflandırmış; Ali b. Hucr ise bu tavsifi yapmayarak sâdece
ismini anmakla iktifa etmiştir. Hadisin sonunundaki: «Ihtiyarlamişti da ben
onun hadisine itima d edemiyordum» cümlesini söyleyen Ebu Reyhâne
ihtiyarlıyandan maksad da Hz. Sefine 'dir. Müslim (Rahimehullah) bu Hadisi
ssir hadislere mütâbaat için rivayet etmiştir.
1- Resûl-ü
Ekrem (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) bir
sâ' su ile yıkanırdı. Bazen bu miktarı beş müdde kadar arttırırdı. Bu
gösteriyorki; gusl için yetecek su bir miktarla tayin ve tahdid edilmemiştir.
Binaenaleyh vücûdun her yerini ıslamak şartı ile az su ile de, çok su ile de
yıkanmak caizdir. Ancak gusül ve abdestde hadislerin gösterdiği miktardan daha
az su kullanmamak müstehabdır. Vâkıâ Enes (Radiyallahû tmh) beş müddü
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)in gusülde kullandığı saya hudut
göster mişsede bazı ulemânın kanâatlerine göre o. daha ziyade kullandığını duymamış
olacaktır. Yoksa Âişe (Radiyallahû artha) dan Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem)m farak denilen büyük bir kaptan yıkandığı rivayet edilmiştir. Maamafih
Hz. Enes'in «Beş müdde kadar suyla yıkanırdı» demesinden. «Bundan öteye geçr
mezdi, bundan aşağiyada bırakmazdı» manasını çıkararak daha fazla kullandığını
onun duymamış olmasına hamletmek doğru değildir. Çünkü Enes (Radiyallahû anha)
gördüğünü hikâye etmiştir. Onun gördüğü bu.miktardır. Fakat hâller ihtiyaca
göre değişebilir. Hz. Âise (Radiyallahû anha) Hadis'inde farak denilen o kabın
dolu olup olmadığı ve keza içindeki suyun bitinceye kadar sarfedilip edilmediği
zikredilmemiştir. Binaenaleyh beş müdden daha fazla su harcadığı hususunda o
hadis delil olamaz.
Bazıları Mâ1ikiler
'den İbni Şaban ile Hanefi1erden bir takımlarının müdd ve sâ'ın miktarında bu
hadis'e muhalefette bulunduğunu, fakat yinede hadis'te zikredilen miktarla
abdest ve gusl'su-yurıu ta'yin ettiğini söyliyerek hadis'i onların- aleyhine
hüccet göstermek istemişse de buda doğru değildir. Gerçi î bn i Şaban abdest ve
gusül suyunu vacip olmak üzere bir miktarla tayin etmişsede Hanefî-1 erden
miktar gösterenler onu vâcibdir diye göstermemiş yalnız kifayet edeceğini söylemişlerdir.Hanefi1er
'don buna kail olan yalnız İmam Muhammed 'dir. İmam Mulıammed 'in «Gusül için
kullanılan su bir müdden az olursa bedenin her tarafına kâfi gelmez» dediği
rivayet olunur. Ama bu mesele yıkanan şahısların vücudlarına göre değişir.
Onun için İzzüddin b. Abdisselâm abdest alan ve gusl eden kimselerin hallerini
üçe ayırmıştır.
a) Vücudça Resûlüllah
(SulUıflahü Aleyhi re Sellem) Efendimiz gibi mu'tedil hilkatta
bulunanlar bir müdd ve hadım az su kullanmamak hususunda ona uymalıdırlar.
b) Vücudça
zaif ve nahif olanlar gusül ve abdeslte suyu
Resûlüllah {Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in kullandığı nisbete göre
kullanmalıdırlar.
c) Vücudça
pek uzun. geniş ve şişman olanlara yine peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Sellem) in
kullandığı müdd ve sa'a nisbetle kullanmaları müstehab olur.
2- Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz bir müdd ile abdest alırlardı.
Hanefîler'e göre bir müdd ile iki rıtl, Şafiîlere göre bir Irak rıtlı ile onun
üçte biridir. Sa' ise İmam Ebû Yusuf 'a göre Irak rıtlı ile (16/3 ) rıtlıdır.
İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtmın kavilleri de budur. İmam Ebû
Hanife ile İmam Muhammet!'e göre Sâ': Sekiz rıtldır.
54- (327)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet
ettiler. Yahya: Bize haber verdi tâbirini kullandı ötekiler: Bize Ebü'l Ahvas,
Ebû İshak'dan, oda [33]
Süleyman b. Surad'dan, [34] Oda
Ciibeyr b. Mut'im'den naklen rivayet etti, dediler. Cübeyr şöyle demiş: Ashab
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle/n) in huzurunda gusüî hakkında münakaşa
ettiler. Cemaatten biri:
— Bana gelince, ben
başımı şöyle ve şöyle yıkarım, dedi. Bunun üzerine Resulüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Seilem) :
«Bana gelince : Ben de
başıma üç avuç su dokunurum.»
buyurdular.
Bu hadis'i Buharı «Kitabü'l Gusl» de Ebû Dâvûd, Nesâî ve
İbni Mâce «Kitabü'l - Tahâre»de tahrîc
etmişlerdir
İfâda : Suyu
akıtmak, dökünmek demektir. Hadeste taksime delâlet eden «Emmâ» kullanılmış,
fakat ibarenin bâzı kısımları hazfedilmiştir. Mânâ şudur.: «Bana gelince: Ben
suyu başıma üç avuç döküyorum, fakat başkalarının ne yapardığım bilmiyorum.
Yahut başkaları böyle yapmıyor.» Maamafih mezkûr edat tahkik edilirse mahzûf
takdirine dahî hacet kalmadığı görülür. Çünkü «Emmâ» şart tafsil ve te'kid
bildiren bir edât-dır. Te'kid bildirdiğini Zemahşerî beyân etmiştir. Burada da
te'kid içindir. Binaenaleyh taksime giderek mahzûf takdirine hacet yoktur.
Ashab-ı kiram'ın
münâkaşası guslün sıfatı hakkındadır. Bazısı gusül şöyle yapılır; bazısı böyle
yapılır demiş Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) de sünnet vecihle guslün
nasıl yapılacağını kendilerine öğretmiştir.
1- İlim
hakkında münazara ve mübahase yapmak caizdir.
2- Büyükler
huzurunda münazara ve mübahase yapılabilir.
3- Gusülde
âzâyı üç defa yıkamak sünnettir. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir. Fakat bütün
bedeni bir defa yıkamak bilicmâ farzdır. Mazmaza ile istinşâkm farz olup
olmadığı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre gusülde bunlar da farzdır. Bu husustaki
hilaf meşhurdur. Nevevî'nin beyânına göre bilumum Safi ilerce, yıkanırken suyu
üç defa başa dökmek müstehabdır. Bedenin şâir kısımları da başa ve abdest
uzuvlarına kıyasla üçer defa yıkanır. Hattâ Gusülde her uzvu üç defa yıkamak
abdestdekinden evlâdır. Çünkü abdest tekerrür eder. O tahfif esası üzerine
mebnîdir. Binaenaleyh Abdestde âzâyı üçer defa yıkamak müs-tehab olunca guslde
bu iş evleviyette kalır. Nevevî; Bu hususta «El-Hâvi» sahibi Kaâdi'l kudât İmam
Ebul Hasen Mârûdi'den başka ulemâmızdan
muhalefet eden kimse bilmiyoruz.
Mârûdi: Gusülde tekrar müstahab değildir demişse de bu söz şazz ve metruktür»
demektedir.
55- (...)
Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be Ebû ishâkdan, o da Süleyman b. Surad'dan, o da Cübeyr b.
Mut'im'den, o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seîiem) den naklen rivayet
etti ki: (Aleyhisseîâtü vesselam) efendimizin huzurunda cünüblükten yıkanmak
(meselesi) konuşulmuş da:
«Bana gelince ben
başıma üç defa su dokunurum.» buyurmuşlar.
56- (328)
Bize Yahya b. Yahya ile İsmail b. Salim rivayet ettiler. Dediler kî: Bize
Hüseyni, Ebu Bişr'den, o da Ebu Siifyan'dan, o da Cabir b. Abdillâh'dan aklen
haber verdi ki: Sâkif hey'eti Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) e
sorarak:
— Bizim memleketimiz
soğuktur. Acaba yıkanma işi nasıl olacak? demişler, Resulü Ekrem (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bana gelince, ben başımın üzerine üç defa su
dökerim.» buyurmuşlar.
îbni Salim kendi
rivayetinde şöyle dedi: «Bize Hüşeym rivayet etti, (Dedi ki) : «Bize Ebû Bişr
haber verdi» bir de: «Sakif heyeti dedilerki.. Resûlallâh!...» dedi.
İmam Müslim
(Rahimehullah) bu hadîsin rivayetinde de zaman zaman gösterdiği ilmî dirayet
ve vukufunu göstermiştir. Şöyleki: Kavilerden Hüşeym müdellistir ve Ebû Bişr
'den rivayet ederken hadis imamlarınca ihtilaflı olan «an» sığasını
kullanmıştır. Bir mü-dellisin bu sîga ile rivayet ettiği hadis hüccet olarak
kabul edilmez. Meğer ki o hadisi şeyhinden işittiğini ispat eylesin. İşte
Müslim, Salim 'in rivayetinde Hüşeym'in bize Ebû Bişr haber verdi dediğini
göstermekle şeyhinden işittiğini ispat etmiştir. Bu rivayetler de yukarıkilerih
delâlet ettikleri Ahkâmın delillerindendir.
57- (329)
Bize Muhammed b. El Müsenna da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abdülvehhab yâni
Es - Şekafî [35] rivayet etti (Dedi ki) :
Bize Ca'-fer babasından, o da Cabir b. Abdillahtan naklen rivayet eyledi. Câbir
şöyle demiş: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) cünüplükten yıkanacağı
zaman başına üç avuç su dökerdi.
Bunun üzerine Hasan b.
Muhammed Cabir'e: [36] «Ama
benim saçım çoktur» demiş. Cabir denıişki bende ona; «Ey kardeşim oğlu Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in
saçı senin saçından daha çok ve daha temizdi, dedim.»
Bu Hadis-î Buharı
Kitâbü'l Gusl»ün bir iki yerinde Nesâî dahî aynı bahiste tahrîc etmişlerdir.
Hasan b. Muhammed Hz.
Câbir'e «Benim saçım çoktur» demekle başını yıkamak için üç avuç suyun
yetmiyeceğini anlatmak istemiştir. Hz. Câbir de ona «Be kardeşim oğlu
Resûlüllah (Sa'.allahü Aleyhi ve Sellem)in saçı senin saçından daha güzel ve
daha temizdi» Cevabını vererek üç avuç su ona bile yeterdi sana mı yetmeyecek
demek istemiştir.
1-
Selef-i Sâlihîn Peygamber
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in fiilleri ile ihticâc eder ve ona râm
olurlardı.
2- Suyu
israf etmek mekruh'tur.
3- Saç çok
da olsa başı üç avuç suyla yıkamak kâfidir.
4-
Yıkanırken evvelâ başa ondan
sonra vücûdun sair yerlerine su dökülür.
5- Dinî
husûsâtı ulemâya sormak gerektiği gibi bilenlerin cevap vermesi de vâcibdir.
6- Hadîs-i
Şerîf, Resu1ü11ah (Salîaîlahü Aleyhi ve Selîem) in daima
başını üç avuç suyla yıkadığına delildir.
58- (330) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n - Nâkıd, İshâk b. ibrahim ve İbni Ebî Ömer
hepsi birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. İshak dediki: Bize SÜfyan, Eyyüb
b. Musa'dan [37] o da Saîd b. Ebî Saîd el-
Makburî'den, o da Ümınü Seleme'nin âzâdlısı [38]
Abdullah b,
Râfi'den, o da Ümmü
Seleme'den naklen haber verdi Ümnıü Seleme şöyle demiş.
«Yâ Resûlüllâh. Ben
başımın peliğini ören bir kadınım, cünüplükten yıkanmak için onu çözeyim mi?»
dedim.
«Hayır! Başına yalnız
üç avuç su atman sana yeter; sonra üzorine suyu dökünür ve temizlenirsin.» buyurdu.
(...) Bize
Amru'n - Nâkıd'da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hâ-rûn rivayet etti.
H. Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti ( Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber
verdi (Yezid ile Abdürrezzak) demişlerki bize (Sevri, Eyyüb b. Musa'dan naklen
bu isnadla haber verdi.
Abdürrezzak hadîsinde
«Onu hayz ve cünüplük dolayısîyle çözeyim mi?
(Peygamberimiz) Hayır,
dedi «cümlesi vardır. Sonra râvî Hadîs-i İbni Uyeyne hadîsinin manâsîyle
zikretmiştir.
(...) Bu
Hâdîs-î bana Ahmed ed-Dârimi dahî rivayet etti. (Dedi ki) Bize Zekeriyâ b. Adiy
rivayet etti. (D.edi ki) : Bize yezîd yanî İbni Zürey, Ravh b. Kaasim'den
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyüb b. Musa bu isnadla rivayet etti. ve: «Onu
cünüplükten dolayı çözerek yıkayayımmı?» dedi Hayzı zikretmedi.
59- (331)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ye Ali b. Hucr toptan İbni
Uleyye'den rivayet ettiler. Yahya dediki bize İsmail b. Uleyye Eyyüb'deıı, o da
Ebu Zübeyr'den, O da Ubeyd b. [39]
Umeyr'-den naklen haberlerdi. Demiş ki: Aişe Abdullah b. Amr'in [40]
kadınlara yıkanacakları zaman peliklerini çözmelerini emrettiğini duymuş. Bunun
üzerine; «Şu İbni Amr'a şaşarım, kadınlara, yıkanacakları zaman peliklerini
çözmeyi enıredernıiş, başlarını tıraş etmelerini eniretmiyormuş bârî,
Vallahi, ben ve
Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve
Sellem) bir kaptan yıkanırdık .Başıma üç defa su dökmekten
fazla bir şey yapmazdım» dedi.
Bu rivayetler gusül
ederken kadının saçını çözmesi îcap etmediğini bildirmektedir.
Dafr : Saç
örgüsü yani pelik demektir. Bazıları bu kelimenin «Dufur» şeklinde okunacağını,
dafr kırâetinin yanlış olduğunu iddia etmişlerse de bu iddia doğru değildir.
Kelime iki şekilde de okunabilir. Ancak sabit ve muttasıl Hadislerde «Dafr»
şeklinde zaptedildiği için o şekilde okunması tercih olunur.
Hafne: Avuç
dolusu demektir. Hâdis-i rivayet eden Ümmül Müminin Seleme (Radiyalîahû
anha)nın ismi Hind'dir. Hadîs'in ahkâmı hakkında Nevevî şunları söyler.:
«Cumhur ulemâ ile
bizim mezhebimize göre yıkanan kadının saçlarının içine ve dışına su işlediği
zaman onları çözmek vacip değildir. Pe-liklerini çözmeden içlerine su
işlemiyecekse çözmek vacip olur. Ümmü Seleme Hadisi onun saçlarına çözmeden su
işlediğine hamledilir. Çünkü suyu saçların her tarafına vardırmak vâciptr.
Hattâ İbrahim Nehâi 'den rivayet olunduğuna 'göre saçların içine su işlesin,
işlemesin her halde onları çözmek vaciptir. Hasan-ı Bâsrî ile Tavus «Hayzdan
yıkanırken saçların çözülmesi vacip, cünüplükten yıkanırken vacip değildir, demişlerdir.
Bizim delilimiz Ümmü Seleme Hadis'idir. Erkeğin başında peliği bulunursa onun
hükmü de kadın gibidir.»
Hanefîlere göre
yıkanırken su saçların dibine işlemek şartıyle kadının peliklerini çözmesi
vacip değildir. Hattâ Sahîh rivayete göre pelik-lerini ıslatmak dahî lâzım
değildir. «Hanefîlere» Bu Hadis haber-i vahittir. Binaenaleyh onunla
Tealâ hazretlerinin
«Cünüp olursanız
tertemiz yıkanın.» âyet-i kerimesine ziyâde edilemez, şeklinde bir itiraz da
vârid olamaz. Çünkü saç her cihetle bedenden değildir. Âyet-i Kerîmedeki emirse
bedenin temizlenmesine aittir. Bir de gözlerin içi gibi zaruret yerleri
yıkamaktan istisna edilmiştir. Zira bunda güçlük ve zarar vardır. Kadının
saçını çözmesinde zarar yoksada güçlük vardır.
Peliklerin
ıslatılmasına gelince: Sahîh Kavle göre bu da vacip değildir çünkü bunda da
güçlük vardır. İmam Hasan b. Ziyâd'm Ebû Hanîfe‘den bir rivayetine göre saçlar
üç defa ıslanır ve her defasında sıkılır. Bu suretle aralarına suyun işlemesi
temin edilir. Pelikler zaten çözülmüş ise Fakîh Ebû Cafer 'den bir rivayete
göre onları ıslatmak vacip olur.
Erkeğin başında pelik
bulunursa çözüp çözmeyeceği ihtilaflıdır. İhtiyaten çözmesi vaciptir.
Nevevî diyorki; «Gerek
cünüplükten gerekse hayz ve nifâs gibi şeylerden yıkanma hususunda erkekle
kadının hükmü birdir. Yalnız hayz ve nifâstan yıkanan kadınların misk
kullanmaları müstehabdır. Erkeklere Misk kullanmak müstehab değildir. Kadın
bakire ise yıkanırken suyu fercinin dahiline ulaştırması vacip değildir. Bakire
değilse fercinin kaza-i hacete oturduğu zaman açılan yerlerini yıkaması vacip
olur. Çünkü o yerler bedenin dış kısmı hükmündedir. İmam Şafiî ile ulemâmızın
ekserisi bu ciheti nassan beyân etmişlerdir. Ulemâmızdan bâzılarına . göre
bakire olmayan kadmm dahili fercini yıkaması vacip değildir. Bâzıları da bunun
hayz ve nifâstan temizlenirken vacip olduğunu, cünüplükten temizlenirken vacip
olmadığını söylerler. Fakat Sahîh olan birinci kavildir.
Hanefilere göre
kadının fercinin dış kısmını yıkaması vaciptir. Zira ağız hükmündedir.
Parmağını dahile sokarak yıkaması vacip değildir. Fetvada buna göredir. Yâni bu
meselede Hanefilerle Şafiiler hemen hemen ittifak etmiş gibidirler. Sünnetsiz
erkeğin avret mahallindeki kılıfın içini yıkaması müstehabtır. Hattâ «En -
Nevazil» nam eserde yıkanmasının vacip olduğu bildiriliyorsa da esah olan
birinci kavildir.
Hz. Abdullah b. Amr'in
yıkanırken kadınlarına saçlarını çözmelerini emretmesi bunu vacip gördüğüne
hamledilir. Şu halde yıkama emrini vermesi ya suyun ulaşması îcap eden saç
diplerinin yıkanması içindir. Yahut onun mezhebine göre yıkanacak kadının
mutlaka saçını çözmesi vaciptir. Nitekim İbrahim Nehâi 'nin mezhebi de budur.
Bu takdirde İbni Amr (Radiyalîahû anh) Ümmü Seleme .ve Âişe (Radiyalîahû
Anhüma) hadîslerini duymamış demektir. Mamafih İbni Amr'm bu emri müstehab
olmak üzere ihtiyaten vermiş olması da ihtimal dahilindedir. Allahüâlem.
60- (332)
Bize Amr b. Muhammed en - Nâkıd ile İbni Ebi Ömer hep beraber İbni Uyeyne'den
rivayet ettiler, Amr dediki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Mansûr b. Safiyye'den [41] o da
annesinden [42] o da Âişe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
«Bir kadın Peygamber
(Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) e hayzmdan nasıl yıkanacağını sordu.»
Müteakiben Âişe Resulüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Selîem) in kadına nasıl gusül edeceğini sonra bir misk
kırıntısı alarak onunla nasıl temizleneceğini anlattığını söylemiş ve demişki:
«Kadın fcen o misk
kırıntısı ile nasıl temizleneceğim» dedi Resulüllah (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Onunla temizlen işte!
Sübhânallâh!» buyurdu, ve örtündü. Süfyan b. Uyeyne eliyle yüzünü kapayarak
nasıl örtündüğünü bize işaret etti -Âişe demişki:
«Ben kadını kendime
doğru çektim ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ne demek istediğini
anlayarak kadına: onu kanın geldiği yere sürersin dedim.»
îbni Ebî Ömer kendi
rivayetinde;
«Onu kanın eserleri
Üzerine sürersin dedim» şeklinde söyledi.
(...) Bana
Ahmed b. Saîd ed-Dârimi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Vübeyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr Annesinden o da
Âişe'den naklen rivayet ettiki bir kadın peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e;
«Ben hayz'rmdan
temizlendiğim vakit nasıl yıkanacağım?» diye sormuş Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Üzerine misk sürülmüş
bir bez parçası al da onunla temizlen.» buyurmuşlar. Sonra Mansûr hadîsi'
(geri kalan kısmını) Süfyân hadîsi gibi anlatmış.
61- (...)
Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. îbni'l Müsenna
dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti.
{Dedi ki) : Bize Şube,
İbrahim b. el Muhacir'den [43]
rivayet etti. Demiş ki, Safiyye'yi Âişe'den naklen rivayet ederken dinledim.
Şöyleki Esma' Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) e hayz'dan nasıl
yıkanılacağım sormuş Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sizden biriniz suyunu
ve sidresini alır da temizlenir. Temizliği de güzel yapar. Sonra suyu başına
dökerek başını şiddetle ovalar, ta ki su saç diplerine kadar ulaşsın. Sonra
vücuduna su dökünür, sonra üzerine misk sürülmüş bir bez parçası alarak onunla
temizlenir.» buyurmuşlar. Esma:
«Onunla nasıl
temizlenecek ya?» diye sormuş, Resül-ü Ekrem
«Sübhanallah! Onunla
temizlenirsin işte!» buyurmuş. Bunun üzerine Aişe galiba sözünü gizlemek isteyerek
(Fısıltı ile Esma'ya) «Kanın yerine sürersin» demiş.
Esma «Peygamber
(Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) e cünüplükten nasıl yıkanılacağım da sormuş
Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve
Sellem):
«Su alarak temizlenir
ve güzelce paklanır. Yahut mübalağalı şekilde paklanır. Sonra onu başına
dökerek başım ovalar. Tâ ki su saçların dibine varsın, sonra üzerine suyu
dökünür.» buyurmuşlar. Bunun üzerine Âişe:
«Şu ensar kadınları ne
iyi kadınlardır. Dinlerini öğrenmek hususunda kendilerine haya mâni olmuyor»
demiş.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be Bu isnadla bu hadis-in mislini rivayet etti. Ve şöyle dedi.
«Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sübhanallah! Onunla
temizlen işte.» buyurdu ve örtündü.
(...) Bize
Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe dahi hep birden Ebül Ahvâs'dan o da
İbrahim b. Muhâcir'den, o da Safiyye binti Şeybe'-den, o da Âişe'den naklen
rivayet ettiler. Âişe şöyle demiş:
«Esma binti Şekel
Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) in huzuruna girerek:
— Yâ Resülâllah!
Bizden birimiz hayzdan temizlendikten sonra nasıl yıkanacak? dedi...
Râvi hadîsi nakl
etmiş, fakat hadîste cünüplükten yıkanmayı zikretmemiştir.
Bu hadisi Buhârî
«Taharet» ve «Hayz» bahislerinde, Ebû Dâvûd ile Nesâi dahi «Taharet» bahsinde
tahrîc etmişlerdir. Yalnız Müslim'in, Muhammed b. El Müsennâ ve İbni Beşşâr
tarikiyle tahrîc ettiği (61) numaralı rivayeti Buhâri kitabına almamıştır.
Çünkü mezkûr rivayetin senedinde İbrahim b. Muhacir, vardır. Bu zat Buharı
'nin şartına uygun değildir. Bununla beraber Alî b. El Medîni 'nin ondan kırk
tane hadîs rivayet ettiğini yine Buhâri söylemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ile
Süfyan onun hadisini kabulde beis görmemişlerdir. Fakat İbnil Cevzî onu
zayıflar arasında zikretmiştir.
Buraya kadar geçen
hadîslerde erkek ve kadının nasıl yıkanacakları görülmüştü. Bu bâbta hassaten
hayz'dan temizlenen bir kadının sünnet veçhiyle nasıl temizleneceği beyân
ediliyor. Hayz'dan ve keza nifas'dan temizlenen bir kadın evvelâ güzelce
yıkanıp paklandıktan sonra bir pamuk veya bez parçasına misk yahut gül yağı
gibi güzel kokular sürerek onunla fercini ve kan bulaşan yerlerini güzelce
oğuşturarak temizliği bu suretle tamamlayacaktır. Nevevî bütün kan bulaşan
yerlerin güzel koku sürülmüş bezle silinmesi îcap ettiğini yalnız «Elmuknî»:
Sahibinin söylediğini
bunu başka yerde bulamadığını kaydederek garip görüyorsa da nefsi hadiste Hz.
Aişe 'nin:
— Ben kadına o bezle
kan m eserlerini sil, dedim cümlesi bu garabete mahal bırakmamakta ve
«Elmuknî» sahibinin haklı olduğunu göstermektedir. Yine Nevevî'nin beyânına
göre güzel koku sürünmenin hikmeti hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Cumhuru
Ulemânın kabul ettikleri Sahih kavle göre bunun hikmeti o yerlerdeki pis kokuyu
gidermektir. Bu bâbta Şafiilerden Mârûdi iki vecih nakletmiştir. Bunlardan
biri pis kokuyu gidermek, diğeri güzel koku sürmenin gebeliği
ko-laylaştırmasıdır. Birinci Kavle göre misk bulamayan onun yerini tutacak
güzel kokularla kanın yerinde kalan pis kokuyu giderir. İkinci kaville amel
edilirse kadın misk yerine kust ve ezfâr gibi şeyler kullanacaktır. Kust bir
nevî güzel kokulu nebattır.
Ezfâr : Diş
büyüklüğünde yapılmış siyah renkli güzel kokulu bir şeydir. Onun ne zaman
kullanılacağı dahi ihtilaflıdır. Pis kokuyu gidermek için sürülür, diyenlere
göre gusülden sonra, gebeliğe faydası olur, diyenlere göre gusülden önce
kullanılır. Fakat bu ikinci kavle Nevevi itiraz etmiş:
«Onun bâtıl olduğunu
ispat için Müslim'in buradaki rivayeti kâfidir» demiştir.
Hadîsi Şerifde zikri
geçen sidreden murad dahi yıkanırken kullanılan sidre yaprağıdır. Sidrenin
Nebik ağacı demek olduğunu Miraç hadisinde görmüştük. Rivayete göre bu ağacın
yapraklarını kurutarak döğerler ve onunla hamamda yıkanırlarmış. Az evvel işaret
ettiğimiz vecihle Nevevî : «Güzel koku sürünmekten Murâd kadının çabuk gebe
kalmasına sebep olmasıdır «sözünü zaif hattâ bâtıl bulmakta. Ve şu mütâlâayı
dermeyan etmektedir: Çünkü bunun muktezasmca kokuyu yalnız evli ve hemen cimâı
tasavvur olunan kadın sürecektir. Halbuki bizim bildiğimiz ulemâdan böyle bir
şeye kail olan yoktur. Doğrusu koku sürünmekten maksat o yeri temizlemek ve pis
kokuyu gidermektir. Evli ölsün olmasın Hayz ve Nifasdan temizlenerek yıkanan
kadınlara bu müstehaptır. Ve yıkandıktan sonra sürülür. Kadın misk bulamazsa
onun yerine herhangi bir güzel koku sürebilir. Onu da bulamazsa toprak ve
benzeri şeylerle pis kokuyu giderir. Ulemâmızın kavilleri budur. Kadın pis
kokuyu giderecek bir vasıta bulamazsa su ile yıkanması kâfidir. Ancak vasıta
bulduğu halde kullanmaması mekruh bulamadığı takdirde su ile iktifa etmesinde
kerahet yoktur.
Fırsat: Bez veya pamuk
parçası demektir. Misk herkesçe malum olan kokudur. Umumiyetle ulema onu bu
manâya almışlardır. Bâzıları kelimeyi meşk şeklinde okumuş ve onun üzerinde
kılları bulunan deri parçası mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kaadı İyâz
«Meşk» rivayetinin daha çok olduğunu söylemiş, Ebû Ubeyd ile İbni Küteybe
Fırsat kelimesini kabul etmiyerek doğrusunun (Karda) olacağını iddia etmişler
hatta bazıları karsa denileceğini söylemişlerdir. Vakıa «karda» ve «korsa»
kelimelerinin mânâsı da parça demektir. Fakat bu iddiaların hepsi zaîfdir.
Doğrusu kitabımızın rivayetidir.
Mümesseke : Üzerine
misk sürülmüş demektir ki, Bu da o şeyin yün veya pamuktan bir parça olduğunu
gösterir.
Rivayetlerin
mecmu'undan anlaşılıyor ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e sual
sormağa gelen kadın ensardan Esma'binti Şeke1'dir. Sahih ve meşhur olan da budur.
«Elmetâli» sahibi Şeke1'in «Şek» okunacağım söylemiş; Hatibi Bağdadi ile diğer
bazı Ulemâ ise soran kadının Esma'binti Yezid b. Seken olduğunu kendisine
«Kadınların hatibi» denildiğini söylemişler. Hattâ İbni Cevzî İle Dimyatı buna
cezmen kail olmuşlardır. Dimyâti, Müslim'deki ismin tashif olduğunu
söylemiştir. Esma (Radiyallahû anha) nın babası Yezid olup kendisine Şeke1 lâkabı
verilmiş olması ihtimâl dahilindedir. Hadisin birçok kitaplardaki rivayeti
Müslim'in buradaki rivayeti gibidir. Ebû Dâvûd gibi bâzı hadîs imamları Esmâ'yi
babasının adını zikretmeden rivayet etmişlerdir. Nevevî her iki vechi
zikretmiş, fakat hangisinin tercih edileceğini söylememiştir. Ebû Tâhir ve Ebû
Mûsâ gibi bâzı zevat bu hususta Nevevî'ye tabi olmuşlardır.
Sonradan yetişen bazı
Ulemâ Hatibi Bağdadi 'nin sözünü doğru bulmuş ve ensar içersinde Şeke1 isminde
bir kimse bulunmadığını söylemişlerdir. Vak'amn müteaddit olduğunu söyleyenler
de vardır.
Hz. Esma 'nın sualine
karşı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin «Sübhanallöh»
buyurması hayretinin ifadesidir. Resulü Zîşan (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
böyle herkesin düşünmeden anlıyabileceği bir sözü Hazreti Esma'nın
anlıyamamasma şaşmıştır. Sübhanallah kelimesinin böyle yerlerde taaccüp için
kullanıldığını yukarıda görmüştük.
Hadisin bir
rivayetinde «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) utanarak yüzünü çevirdi»
denilmiştir. Müs1im'in rivayetinde yüzünü kapadığı bildiriliyor. Diğer bir
rivâyetde Hz. Aişe (Radiyallahû anha) «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in
utandığını görünce kadına Öğrettim» demiştir. Müs1im'in rivayetinde bu
Ta'limİn fısıltı ile konuşarak yapıldığına işaret olunmuştur.
Cünüplükten yıkanma
sualine Resulüll ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Su alarak temizlenir
ve güzelce paklanır. Yahut mübalâğalı şekilde paklanır.» cevabını vermiştir.
Burada Ravinin şek ettiği anlaşılıyor. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) «Güzelce paklanır» mı «yoksa «Mübalâğalı şekilde paklanır» mı
buyurduğunu kestirememiştir. Kaadî lyâz'a göre bu cümlede birinci defa
zikredilen temizlikten murad pislik ve hayz kanıdır. Fakat Nevevî bununla
abdest kas-dedilmiş olmasını daha vârid bulmaktadır. Abdest bahsinde gördüğümüz
hadisler Nevevî'nin kavlini te'yid ederler.
1- Hayız ve
Nifastan sonra yıkanan bir kadının hayz kanı bulaşan her yerine güzel koku
sürünmesi müstehabtır.
2- Dînî bir
meseleyi sormaya Âr' etmemelidir.
3- Bir şeye
hayret edince Sübhanallah denilebilir.
4- Avret
yerlerine dair söz edilirken onları kinaye suretiyle anlatmak müstehabtır.
Şâir müstehcen sayılan şeylerde de hüküm budur.
5- Kadın
utandığı hallerini dahi bir alime sorabilir. Hattâ Hz. Aişe bundan dolayı ensâr
kadınlarını medhetmiş ve «Şu ensâr kadınları ne iyi kadınlardır dinlerini
öğrenmek hususunda kendilerine haya mani olmuyor» demiştir.
6- Soran
kimseye anlatmak için cevab tekrar edilebilir.
7- Alimin
anlatiğı bir meseleyi anlayamayana, o
meseleyi alimin huzurunda başkasının
izah etmesi caiz'dir. Elverirki alimin bundan memnun kalacağını bilsin. Bu
suretle anladığı o meseleyi o alimden dîye nakletmek caizdir.
8- Bir
alimin huzurunda ondan daha aşağı mertebede olan birinden ilim öğrenilebilir.
9- Bir alimi
dinleyenlerin onun her söylediğini bellemeleri şart değildir.
10- Öğreniri
mevkiinde bulunan bir kimseyi mazur görerek kendisine rıfku mülâyemetle muamelede
bulunmak gerekir.
11- Bir kimsenin kusurlarını ört bas etmelidir.
12- Hadis-i
Şerif Fahri Âlem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin yüksek ahlâkına
delildir.
62- (333)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki Bize
Vekî, Hişânı b. Urve'den, o da Babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti.
Aişe şöyle demiş. Fâtime Binti Ebi Hubeyş Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek:
— Ya Resûlâllah, ben
(daimî surette) istihâzah bir kadınım, hiç temizlenemiyorum, acaba namazı bıraksam mı? diye sordu Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Hayır! O bir damar
kanından ibarettir, hayz değildir. Hayz geldi mi namazı bira ki ver, gittiği
vakit kanı yıka ve namazını kıl.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abdülâziz b. Muhammed ile Ebû
Muâviye haber verdiler. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti (Dedi ki) : Bize Cerîr rivayet eyledi H.
Bize İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti H.
Bize Halef b. Hişâm da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hamnıâd b. Zeyd rivayet etti. Bunların hepsi
Hişâm b. Urve'den, Veki'in hadisi ve isnadı gibi rivayette bulunmuşlardır.
Ruteybe'nin Cerîr'den
naklen rivayet ettiği hadisde:
«Fâtıma binti Ebî
Hubeyş b. Abdilmuttalip b. Esed geldi. O bizden bir kadındır» sözleri vardır.
Hammad b. Zeyd hadisinde ise ziyade bir söz vardır, biz onu terk ettik.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbül - Vudu'» da taline ettiği gibi Ebû Davûd, Tirmizi ve Nesâi dahi
rivayet etmişlerdir. Hadisi rivayet eden Fâtime Binti Ebî Hubeyş b. Muttalib b.
Esed !dir. Ebu Hubeyş'in ismi Kays b. Muttalib'-dir. Müslim'in ekseri
nüshalarında Abdulmüttalib diye zikredilmiştir. Bâzıları bunun yanlış olduğunu
iddia etmişlerdir. Hattâ Nevevî «Ulemâ bunun Vehm olduğunda müttefiktirler.
Doğrusu Fatime 'nin dedesinin ismi
Abdulmüttalib değil sadece Mutta1ib'tir.» demiştir. Aynî dahî bunu
tasdik ederek «Doğrusu budur Zehebide (Tecridü's - Sahabe) adlı eserinde onun
Kays b. Mutta1ib b. Esed olduğunu söylemiştir. Bu Fatime bir hadiste üç defa
boşandığı zikredilen Fatime binti Kays değildir» diyor.
İstihâzanın hayz kanı
değil hastalık sebebiyle kadından gelen kan olduğunu hayz bahsinde görmüştük.
Bu kan bazı hadîslerde bildirildiğine göre azil denilen bir damardan çıkar.
Halbuki Hayz kanı Rahmin dibinden gelir.
İstihâzalı bir kadının
ibadetleri hususundaki hükümleri fıkıh kitaplarında tafsilatıyla îzâh edilmiştir.
Biz burada Nevevi'nin işaret ettiği bazı noksanlara temas edeceğiz.
Birçok hususda
istihâzalı kadının hükmü temiz kadınlar gibidir. Bi-.naenaleyh kan geldiği
halde mezhebimize ve Cumhûr-u ulemâya göre kocası o kadana yakınlık edebilir.
İbni'1 Münzir (el-İşrak) nâm eserinde bu kavli -İbni Abbâs (Radıyallahu
Anhiima) ile Sâid b. el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Ata' b. Ebi Ra-bâh, Saîd b.
Cübeyr, Katâde , Hammad b. Ebi Süleyman, Bekr b. Abdillah el-Müzeni, Evzâi,
Süfyan-ı Sevri, İmam Mâlik, İshâk ve Ebû Sevr Hazerâtından nakletmekte ve
kendisininde buna kail olduğunu söylemektedir. Yine İbnil Münzir 'in beyânına
göre Hazreti Aişe istihâzalı kadına kocasının yakınlık edemiyeceğini
söylemiştir. İbrahim Nehâi ile Hakim'in mezhepleri de budur. "İbni Şîrîn'e
göre istihzah kadınla cima' etmek mekruhtur. İmam Ahmed b. Hanbe1'den bu
hususta iki kavil rivayet olunur. Birinci kavle göre İstihâzalı kadınla cima'
caiz değildir. Meğerki hastalığı uzun zaman devam ede. İkinci kavle göre yine
caiz değildir. Ancak kocasının zina etmek ihtimali karşısında caiz olur. Bu
kaviller içersinde muhtar ve makbul olanı Cumhurdun kavlidir. 'Cumhur'un delili
İkrime'nin rivayet ettiği Hamne binti Cahş (Radiyallahû anha) hadîsidir.
Mezkûr hadisde Hz. Hamne 'nin istihâzalı bir kadın olduğu ve kocasının kendisi
ile cima' ederdiği beyân olunur. Hadisi Ebû Dâvûd ile Beyhâki ve diğer imamlar
tahric etmişlerdir. İmam Buhâri Sahih'in-de İbni Abbâs'm «İstihâzalı kadınla
kocası cima' edebilir» dediğini rivayet eder. Böyle bir kadın namaz, oruç,
v.s. ibadetler hakkında teiniz sayılınca, cima hakkında da temiz addedilmesi
gerekir. Birde bir şeyin haram olması ancak şeriat'le sübut bulur. İstihâzalı
kadınla cimâ-nm tahrimi hususunda Şer'i bir delil yoktur.
Namaz, Oruç, İ'tikâf,
Kur'an okumak, mushafa el sürmek ve üzerinde taşımak, secde-i tilâvet, secde-i
şükür ve diğer ibadetlerin üzerine farz olması hususunda istihâzalı kadın
ulemânın ittifakı ile temiz hükmündedir. Yani bunlarla mükelleftir. Yalnız
namaz kılmak istediği vakit gerek hadesten, gerekse necasetten temizlenmesi
ihtiyaten lâzımdır. Binaenaleyh abdest veya teyemmümden önce fercini yıkaması
ve içine pamuk yahut bez parçası gibi birşey sıkıştırarak necaseti gidermesi
hiç olmazsa azaltması îcab eder. Eğer gelen kan az olur da bu kadarcığı ile
önü alınırsa başka bir şeye hacet yoktur. Kan çok gelirse bundan başka kuşak
kullanması icap eder. Bu şöyle olur: Kadın beline bezden veya ipten bir kuşak
sarar sonra iki tarafı ip şeklinde uzun başka bir bez parçası alarak fercinin
üzerine yerleştirir. Ve bir tarafını önünden, diğerini de arkasından almak
üzere belindeki kuşağı sımsıkı bağlar. Bu suretle fercine yerleştirdiği pamuğu
güzelce yerine yerleştirerek kanın akmasına mâni olur. Şafiilerce bu vaciptir.
Buna teleccüm, istisfâr, veya tâsîb derler. Kuşak kullanmak onlara göre yalnız
iki yerde vacip değildir. Biri pamuğun üzerinde toplanan kan çok gelerek
vücudu yaktığı ve rahatsız ettiği, diğeri oruçlu bulunduğu zamandır. Bu iki
surette pamuk kullanmaz sadece kuşak kullanır.
Şafiîlere göre, gerek
pamuk kullanmak gerekse üzerine kuşak sarmak abdestden önce vâcib olan
vazifelerdir. Kuşağı sarar sarmaz vakit kaybetmeden abdest alması icab eder.
Şayet aradan biraz zaman geçtikten sonra abdest alırsa o abdestin sahih olup
olmaması hususunda iki kavil vardır. Bunların sahih olanına göre o abdest
makbul değildir.
Kadın tarîf edildiği
şekilde pamuğu kullanır, kuşağı sarar da sonra kendi taksiri olmaksızın kan
gelirse abdesti ve namazı bozulmaz. O ab-destle farz namazını kıldığı gibi
dilediği kadar nafile namaz da kılabilir. Çünkü kadın kendine düşen vazife
hususunda kusur etmemiştir. Gelen kanı durdurmak ise elinde değildir. Fakat
gerek pamuğu tıkıştırmakta, gerekse kuşağı bağlamakta kusur ederde ondan
dolayı kan dışarıya çıkarsa abdesti bozulur. Bu hal namazda vâki olursa namazı
bâtıl olur. Farz namazı kıldıktan sonra olursa abdest bozulduğu için nafile
kılamaz.
Her farz namaz için
fercini yıkamak ve oraya pamuk doldurarak bağlamak îcap edermi? Etmezmi?
meselesine gelince bakılır. Eğer sargı yerinden kaymışda etrafından kanın
çıkmasına mani olamıyorsa yeniden yıkayarak sargıyı tazelemesi îcab eder.
Sargı yerinden
oynamış, kan da çıkmamışsa esah olan kavle göre yine sargıyı ve abdesti
tazelemesi icap eder.
Şafiilere göre
istihâzalı kadın bir abdestle, eda olsun kaza olsun yalnız bir farz namazı
kılabilir. Fakat aynı abdestle farzdan önce ve sonra dilediği kadar nafile
namaz kılabilir. Bir kavle göre hiç nafile namaz kılamaz. Çünkü nafile
kılmasında zaruret yoktur. Bunların doğrusu birinci kavildir. Ulemâdan Urvetüb'nü
Zübeyr, Süfyan-ı Sevri, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr 'in mezhebleri de budur.
Hanefilere göre
istihâzalı kadının temizliği vakitle mukayyetdir. Vakit çıktımı abdesti
bozulur. Müteakip namaz için tekrar abdest alması îcab eder. Bevlini tutamayan,
daima burnu kanıyan ve yarasından daima kan sızan mazurların hükmü de budur.
Yalnız İmam Züfer'le Ebû Yûsuf'a göre ikinci namazın vakti girdiği zaman tekrar
abdest almak îcap eder. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğduktan sonra abdest
alsa İmam Â'zam ile İmam Muhammed'e göre o abdestle öğleyi kılabilir. Fakat
İmam Züfer'le Ebû Yûsuf'a göre kılamaz. Öğlenin vakti girdiği zaman tekrar
abdest alması îcab eder. Hasılı özürlülerin abdesti İ-mam Âzam'la İmam
Muhammed'e göre vaktin çıkması ile İmam Züfer'e göre vaktin girmesi iîe, İmam
Ebû Yûsuf'a göre ise hem çıkmasiyle, hem girmesiyle bozulur. Bu ihtilâfın
faydası yalnız yukarıki misâlde arz ettiğimiz vecihle güneş doğduktan sonra
abdest alan mazur hakkında zahir olur. Vakit içinde alınan abdestle mazurlar
istedikleri kadar farz, nafile, ve kaza namazı kılabilirler.
İmam Mâlik ile Rabia
ve Dâvud-u Zahiri 'ye göre istihâza kanı abdesti bozmaz. Kadın abdest aldığı
zaman o abdesti kandan başka bir sebeple bozuluncaya kadar dilediği farz
namazları kılabilir.
İstihâzeli kadına
yalnız hayz vakti geçtiği zaman yıkanma vacip olur. Selef ve halef ulemâsının
cumhuru buna kaildirler. Ashab-ı Kiramdan Ali İbni Mes'ud, İbni Abbas, ve Aişe
(Radiyaîîahu anhüm) ile onlardan sonra gelen Urvetü'bnü Zübeyr, Ebû Selemete'bni
Abdirrahman, Ebû Hanife, 'Mâlik ve Ahmed b. Hanbel Hazeratmm kavil-leride
budur. Abdullah b. Ömer, İbni Abbas, İbni Zübeyr, Ata b. Ebî Rabâh hazerâtmın
«İstihâzalı kadına her namaz için yıkanmak vaciptir.» dedikleri rivayet olunur.
Hz. Aişe 'den bir rivayete göre her gün bir defa, Saîd b. el Müseyyeb ile
Hasan-ı Basri 'den bir rivayete göre öğleden öğleye daima yıkanması îcâb eder.
Cumhurun delili : Esas
itibarı ile bu gibi mazurlara şeriatın vâcib kıldığı ibadetlerden başka hiç bir
şeyin vacip olmamasıdır. Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) îstihazalı
kadına yalnız hayzı geçtikten sonra yıkanmasını emretmiştir. Bu bâbta başka bir
emri yoktur. Vâkia Ebû Dâvûd ile Beyhâki 'nin ve diğer bâzı hadis ulamasının
eserlerinde Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in istihâzalı kadına
yıkanmasını emrettiği bildirilîyorsa da bu rivayetler sabit değildir. Onların
zayıf olduğunu Beyhâki ile ondan önceki bâzı ulemâ beyân etmişlerdir. Bu babta
sahih olan rivayet Buhâri ile Müs1im'in tahrîcettikleri Ümmü Habîbe Binti Cahş
hadîsidir ki az sonra görülecektir. Mezkûr Hadiste Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. Ümmü Habîbe'ye;
«Bu ancak bir damar
kanıdır, sen yıkanıver de namazını kil.» buyurmuş, bu emre binâen Ümmü Habîbe
(Radiyallahû anha) da her namaz için yıkanmaya başlamıştır. İmâm Şafiî;
«Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yalnız yıkanıp namaz kılmayı
emretmiştir. Bundan her namaz için yıkanmayı emrettiği anlaşılmaz. Şüphesiz ki;
emrolunmadiği halde yıkanması inşaallah tetavvu olur. Bu ona kalmış bir iştir.»
demiştir. Şafiî'nin üstadı Süfyan b. Uyeyne ile Leys b. Sa'd ve daha başkaları
buna yakın sözler söylemişlerdir.
İstihâza bahsinin sair
ahkâmı fıkıh kitaplarında görülebilir. Hadis-i Şerif de
«Hayır o bir damar
kanından ibarettir. Hayz değildir. Hayz geldi mi namazı bırakıver, gittiği
vakit kanı yıka ve namazını kıl» buyurulmaktadır.
Hayızın bittiği
hanefilere göre âdet zamanının geçmesi ile bilinir. Kadın adet zamanını
şaşırırsa teharri eder. Yani araştırma yapar. Eğer adet günlerinin geçtiğine
kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.
Şâfiilere göre hayzm
bittiği kanın renginden anlaşılır. Hayzm bittiğine en kuvvetli delil kanın
siyah renkte gelmesidir. Ondan sonra sıra ile kırmızı sarımtırak, sarı ve
bulanık renkler gelir. Bu renklerin en kuvvetlisini gördüğü günlerde kadın
hayızlıdır. Zayıfını gördüğü zaman hayzı bitmiş olur. Hayz zamanını ayırmak
için Şafiilerin üç şartı vardır.
1- Kanın
kuvvetli renkte geldiği günler onbeş günü geçmeyecektir.
2- Kuvvetli
renkte gelen kan hayz sayılabilmek için en az bir gün bir gece devam edecektir.
3- Zayıf
renkte gelen kan kadının hayızdan temizlenmesine delil olabilmek için en az
onbeş gün devam etmelidir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel 'in mezhebleri
de budur. Nevevi :
«Hayzın bittiğine ve
temizlik devresinin başladığına alâmet,
kanın, sarılık ve bulanıklığının kesilmesidir. Ondan
sonra beyaz bir akıntının gelip gelmemesi mühim değildir.» demektir.
Bir çok fıkıh
kitaplarında Resulüllah (Saîialîahü Aleyhi ve Sellem) in
«Bu ancak koparak
boşanan bir damar kanıdır.» buyurduğu rivayet edilirse de Nevevî bu cümle
hakkında; «Mânâsı doğru olmakla beraber Hadisteki bu ziyade maruf değildir»
diyor.
Hadîsin sonunda
Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in «Gittiği vakit kanı yıka ve
namazını kıl.» buyurmuş olması zahiren müşkül görünür. Çünkü yıkanmayı
emretmemiştir. Fakat her ne kadar bu rivayette yıkanmayı zikretmese de yıkanmak
yine vaciptir.. Zira Hadis'in başka rivayetlerinde yıkanma emri vardır.
Rivayetler birbirini tefsir ederler.
İkinci rivayetteki
«Bizden bir kadın» dan Murâd Benî Esed kabilesinden demektir. Bu söz ya Hişâm
b. Urve 'nin yahut babası Ürvetü'bnü Zübeyr 'indir. Aynı rivayete Hammâd b. Zeyd
'in naklettiği ziyâdeyi Ebû Dâvûd ve başkaları abdest deye tahric etmişlerdir.
Kaadi İyâz'm beyânına göre mezkûr ziyade «Kendinden kanı yıka da abdest al.» cümlesidir.
Bu ziyâdeyi Nesâi ile başkaları tahric etmişlerdir. Müs1im'in ondan Sarfı nazar
etmesi yalnız Hammad b. Zeyd rivayet ettiği içindir. Nesâi :
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu hadisde «Abdest al» dediğini Hammad 'den
başka rivayet eden bilmiyoruz.» demiş, Ebû Dâvûd dahi abdest rivayetlerinin
hepsinin zayıf olduğunu söylemiştir.
1- Dini
hususlarda kadın bizzat erkeklerden fetva sorabilir.
2- Şer'i bir
ihtiyaç karşısında kadının sesini dinlemek caizdir.
3- Hayz
günlerinde istihâzalı bir kadının namaz kılması haramdır. O günlerde kıldığı
namaz bütün ulemanın icma'ı ile fasittir. Bu hususta farz ve nafile namazlar
arasında bir fark yoktur. Kabe'yi tavaf, cenaze namazı, secde-i tilâvet ve
secde-i şükür dahi namaz hükmündedir.
4- Hadis,
kanın pis olduğuna delildir.
5- Hayız
biter bitmez kadına namaz farz olur, Binaenaleyh kadının derhal yıkanarak
eriştiği vaktin namazını kılması icap eder. Çünkü temiz hükmüne girmiştir.
Artık namaz ve oruç gibi ibadetlerini bırakamaz. İmam Şafii 'nin mezhebi de budur. İmam Malik
'den üç kavil rivayet olunur. Birinci rivayete göre hayız günleri geçtikten
sonra üç gün yıkanır. Buna «istithâr» denir. Kadm ondan sonra istihâzalı
sayılır. İkinci kavlime göre kadın onbeş gün namaz kılmaz. Ona göre hayzm en
uzun müddeti onbeş gündür. Üçüncü rivayete göre, Hanelilerle beraberdir.
6-
Hanefilerden bazıları ön ve arkadan başka yerlerden çıkan kanın abdesti
bozduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Resûlül1âh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) taharetin bozulduğuna sebeb,
kanın damarlardan akmasını göstermiştir.
Vücuddan çıkan her kan ise mutlaka bir damardan gelir.
7- Özür
sahiplerinin her namaz için mi, yoksa her namaz vakti için mi abdest alacakları
Hânefilerle Şâfiîler arasında ihtilaflıdır. Hânefiîere göre her namaz vakti
için alırlar. Çünkü hadisin bir rivayetinde bu cihet tasrih edilmiştir.
Şâfiîlere göre ise her farz namaz için ayrı abdest alır. Ancak o abdestle bir
çok nafile namaz kılabilirler.
63- (334)
Bize Kuteybetü-bnü Said rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leyş rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize leys, İbni Şihab'dan o da Urve'den, o da
Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:
— Ümmü Habibe Binti
Cahş Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den fetva isteyerek; «Ben
istihâzahyım, dedi.» Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O sadece bir damar
(kanı) dır, yıkanıver, sonra namazını kıl.» buyurdular. Artık Ümmü Habibe her
namaz için yıkanıyordu.
Leys b. Sa'd «İbni
Şihab» Rcsûlüllah (SalkıUahu Aleyhi ve Sellem) İn Ümmü Habibe biııti Cahş'a her
namaz için yıkanmasını emrettiğini söylemedi, lâkin bu iş Ümmü Habibe'nin
kendiliğinden yaptığı bir şeydir» demiş.
İbni Itıımh kendi
rivayetinde: İbnetÜ Cahş dedi: Ümmü Habibe'yi söylemedi.
64- (...)
Bize Muhammed b. Selemete'I - Muradı de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah
b. Vchb, Anır b. el- Hâris'ten, o da İbni Şihab'-dan, o da Urvetü'bnü Zübeyr
ile Amra Biııti Abdirrahman'dan, onlar da
Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'dcn naklen rivayet ettiler. Ki Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in baldızı ve Ab-durrahman b. Avf'ın zevcesi
Ümmü Habibe binti Cahş yedi sene İstihâza görmüş ve bu babda Resûlüllah (Saüalîahü
Aleyhi ve Sellem) e fetva sormuş Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki bu hayz
değildir, lâkin bu bir damar (kanı) dır. Binaenaleyh sen yıkan ve namazını
kıl.» buyurmuşlar.
Âişe demişki:
«— Artık Ümmü Habibe
kız kardeşi Zeynep binti Cahş'in odasında bir leğen içinde yıkanıyor, hatta
kanın kızıllığı suyun üstüne çıkıyordu.»
İbni Şihap şöyle
demiş:
— Ben bu hadisi Ebu
Bekr b. Abdirrahman b. Haris b. Hişam'a naklettim, de Ebu Bekr:
«Allah Hind'e rahmet
eylesin, bu fetvayı o işitseydi vallahi ağlardı, çünkü kendisi namaz kılmazdı,
dedi.»
(...) Bana
Ebu İmran Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbrahim yani İbni Sa'd, İbni Şihâb'dan, o da Amra binti Abdirrahman'dan, o da
Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş.:
«Ümmü Habibe Bînti
Cahş Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)e geldi kendisi yedi sene istihâza
görmüştü...»
Ravi hadîsi «Hâttâ
kanın kızıllığı suyun üstüne çıkıyordu» cümlesine kadar Amr b. Haris hadisi
gibi rivayet etmiş; sonunu söylememiştir.
(...) Bana
Muhammed übnü'l Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan b. Uyeyııe,
Zühri'den, o da Amra'dan, o da Âîşe'den naklen rivayet etti. Aişe bu rivayette
de ötekilerin hadisinde olduğu gibi.
«Binti Cahş yedi
senedir istihâza görüyordu» demiş.
65- (...) Bize
Muhammed b. Rumh rivayet etti (Dedi ki) Bize leys, haber verdi. H. Bize
Kuteybetüb'nü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezİd b. Ebi
Habib'den, o da Ca'ferden, o da.Irâk'dan, o da Urve'-dcn, o da Aişe'den naklen
rivayet etti. Ki Aişe söyle demiş: Ümmü Ha-bibc Kesûlûllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) e (İstihaza) Kanı(ni) sordu, ben onun leğenini kanla dolu gördüm.
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
ona:
«Hayzın seni
hapsettiği müddet bekle, sonra yıkan ve namazını kıl.» buyurdu.
66- (...)
Bana Musa [44] b. Kureyş Et - Temimi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Bekir b. Mudar [45]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ca'fer b.
Rabia Irak b. Malik'den, o da Urvetii'bnü Zübeyr'den, o da Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Aişe'den naklen rivayet etti: Aişe şöyle demiş: [46]
«Abdur-rahman b. Avf'ın zevcesi Ümmü Habibe binti Cahş Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) e (İstihaze) kan(m) dan şikâyet etti. Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) ona :
«Hayzın seni
hapsettiği müddet bekle, sonra yıkan!» buyurdular. Artık Ümmü Habib'e her
namaz için yıkanıyordu.
Bu hadisi bütün Kütübü
- Sitte sahihleri tahric etmişlerdir. Hadis-i şerifte Resû1ü1ah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) e sual sorduğu bildirilen Hz. Ümmü Habîbe Ümmehat-ı
Mümininden Zeynep binti Cahş (Radiyallahû anha) nın kız kardeşidir. Vâkidi ile
Harbi isminin Habîbe, künyesinin Ümmü Habîb olduğunu söylemişler, Dare Kutni
dahi bunu tercih etmiş isede sahih rivayetlerdeki meşhur künyesi Ümmü Habîbe
'dir. İmam Ma1ik'in (El-Muvatta) ında Hz. Abdurrahman b. Avf'ın zevcesi Zeyneb
binti Cahş olduğu, istihaze kanını da onun gördüğü rivayet edilmiştir. Bazıları
bunun vehmolduğunu, diğer bazıları da vehim değil, doğrusunun bu olduğunu iddia
etmişlerdir. Onlara göre bu kadının ismi
Zeyneb, künyesi Ümmü
Habîbe 'dir.
Ümü'l Mü'minin Zeynep
(Radiyallahû anha) ya gelince Onun asıl isminin Birre olduğunu sonra Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) onu değiştirerek kız kardeşinin ismini verdiğini
söylerler. Çünkü kız kardeşi künyesi ile meşhur olduğuna göre ona Zeyneb
demekle bir iltibas vaki olmamıştır. Hz. Ümmü Habibe 'nin Hamne isminde bir kız
kardeşi daha vardır. Ulemadan bazıları Ümmü Habibe ile Kamne 'nin ikisininde
istihazalı olduğunu diğer bazıları Ümmü1-Mü'minin Zeynep (Radiyallahû anha) nın
dahi istihazalı olduğunu söylerler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında on- kadının istihazalı olduğu rivayet edilmiştir. Bunlar, Ümmü
Habibe binti Cahş, Ü m -raü'l Mü'minin Zeynep binti Cahş, diğer kız kardeşi
Hamne binti Cahş, Ümmü1 Mü'minin Meymune (Radiyallahû anha) nın anne bir kız
kardeşi Esma, Fatime binti Ebi Hubeyş, Sehle binti Süheyl, Ümmü'l Mü'minin
Şevde binti Zem'a, Zeynep binti Ümmü Seleme, Esma el Harisiyye ve Badiye binti
Gay1ân'dır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in Hz. Ümmü Habibe'ye verdiği yıkanma emri mutlaktır. Bunun
her namaz için yahut bazan yıkanma ihtimali vardır. Ebu Davud 'un tahric ettiği
bir rivayet her namaz için yıkanması lâzım geldiğini bildirmektedir. Çünkü o
rivayette «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona her namaz için
yıkanmayı emretti» denilmiştir. Beyhaki bu rivayetin yanlış olduğunu söylemiştir.
Müs1im'in buradaki rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in her
namaz için yıkanmayı emretmediği Hz. Ümmü Habibe 'nin kendiliğinden yıkandığı
bildirliyor. Bu hususta rivayetler muhteliftir. Bazılarında Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ümmül Mü'minin Zeynep Binti Cahş'a:
«Her namaz için
yıkan.» diye buyurduğu, diğer
bazılarında :
«Her namaz için abdest
al.» dediği bildiriliyor. Hattâ Mûslîm'in Hammâd b. Zeyd 'den rivayet ettiği
hadiste, Hammâd yalnız başına rivayet etmiştir diye kitabına almadığı cümle
dahi bazılarınca budur. Mezkûr cümleyi yalnız Hammâd " değil Ebû Avâne ve
başkaları dahi rivayet etmişlerdir. Bununla beraber onu yalnız Hammâd rivayet
etmiş olsa bile kabul edilmesi lâzım gelir. Çünkü Hammâd mütemed bir ravidir.
Mutemed ravinin ziyadesi ise makbuldür.
Bazıları bu hadisin
Fatime binti Ebi Hubeyş hadisi ile nesh edildiğini söylerler. Çünkü Hz. Aişe,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra Fatime hadisiyle
fetva vermiş, bu suretle Ümmü Habîbe hadisine muhalefette bulunmuştur. Bundan
dolayı Ebu Muhammed el-îşbîlî; «Fatime hadisi istihaza hakkında rivayet edilen
en sahih hadistir.» demiştir. Az yukarıda İmam Şafii 'den naklen onun da; «Ümmü
Habibe'nin her namaz için yıkanması Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
emri ile değil kendi fiilidir.» dediğini söylemiştik. Cumhur'u Ulemanın kavli
de budur. Yani istihazalı bir kadına her namaz için yıkanmak vacip değildir.
Hattabi (319 - 388); «Bu haber muh tasar» dır. Onda kadının hal-u şanı beyan
edilmemiştir. Her istihzah kadına her namaz için yıkanmak vacib değildir.
Yıkanmak aucak müptelâ kadına vaciptir.
Müptelâ : Gelen kanın
hayz'mı istihaza mı olduğunu ayıramıyan yahut gününü, vaktini ve sayısını
unutan kadındır. Böylesi hiçbir namazını terk edemediği gibi her namaz için
yıkanması da vacibtir, diyor.
Ebu Bekr b. Abdirrahman'm;
«Allah rahmet eylesin» diyerek zikrettiği Hind'in onun zevcesimi yoksa
akrabasımı olduğuna dair hiçbir yerde bir malûmata tesadüf edilememiştir. İbni
Hacer'in «El-İsâbe» adlı eserinin sonunda bir Hind'den bahsedilmiş fakat kim
olduğu beyan edilmemiştir.
67- (335)
Bize Ebu'r Rabi'ez Zehram rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd Eyyub'dan, o da
Ebu Kılâbe'den, o da Muaze'den naklen rivayet etti. H.
Bize Hammâd da Yezid
er-Rişk [47] den, o da Muâze'den
naklen rivayet etti ki bir kadın Aişe'ye:
«Bizden birimiz hayz
günlerindeki namazını kaza edeceknıi?» Diye sormuş. Aişe'de:
— «Sen Haruriye'misin?
Muhakkakla bizden her birimiz Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında hayz görür; sonra hiçbir kaza ile Me'mur olmazdık» demiş.
68- (...)
Bize Muhammedü'bnü'I - Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Cafer rivayet etti: (Dedi ki) : Bize Şu'he Yezid'-den naklen rivayet eyledi.
Demişki.
— Ben Muâze'den
dinledim. Kendisi Aişe'ye «Hayzlı bir kadın namazı kaza edeceknıi» diye
sormuş. Aişe:
«Sen Har ur i yemisin?
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kadınları elbette hayz görürlerdi:
Kendilerine onun yerine bir şey emr bu-yurdumu? Cevabını vermiş.
Muhammed b. Cafer:
«Aişe bu sözü ile kazayı Murad ediyor» demiştir.
69- (...)
Bize Abd bin Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Asım'dan, o da Muâze'-den naklen haber verdi demişki:
Aişe'ye sordum, neden hayzlı kadın orucu kaza ediyorda, namazı kaza etmiyor»
dedim. Aişe :
«Sen Harûriyemisin?
dedi.
«Haruriye değilim ama
soruyorum işte.» Dedim Aişe:
«(Vaktiyle) Bu iş
bizim başımıza gelirdi de orucu kaza etmekle emro-lunur; namazın kazası ile
me'mur olmazdık» cevabını verdi.
Bu Hadis-i bütün
Kütüb-ü Sitte sahipleri muhtelif ravilerden tahric etmişlerdir. Hadisin birinci
rivayetinde Hz. Aişe'ye sual soran kadının ismi zikredilmemiş. Diğer rivayetlerinde
soranın bizzat Muâze olduğu bldirilmiştir. Hadisin muhtelif rivayetlerinin
ifade ettiği mana kadının suali ve Hz. Aişe (Radiyallahû anha) nm cevabıdır.
Kadın: «Hayzhlar neden orucu kaza ediyorda, namazı kaza etmiyorlar?» diye sormuş
Aişe (Radiyallahû anha) da «Sen haruriyyemisin yoksa» diye söze başlayarak
Sahib-i Şeriat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kendilerine
böyle emrettiğini anlatmıştır.
Harûrâ: Kûfe'ye yakın
bir köydür, Hz. A1i (Radiyallahû anh) aleyhine kıyam eden hariciler ilk defa
burada toplanmışlardı. Bunlar Hz. Ali 'nin, Ebu Muse1 Eş Jari ile Amr b. Âs'ı
hakem tayin etmesine şiddetle itiraz ediyorlardı. Hatta kendisine «Allah'ın
emrinde şekk ettinde düşmanını hakem yaptın» demişlerdi. Husumetleri gitgide
artarak nihayet bir sabah kumandanları Abdullah 'm idaresi altında 8.000 nefer
toplanarak Hz.. A1i aleyhine kıyam ettiler. Hz. A1i kendilerine Abdullah İbni
Abba s(Radıyallahu Anhüma) yi gönderdi. İbni Abbâs (Radiyallahû anha) onlarla
münazarada bulundu, kendilerine nasihatlar verdi. Bunun üzerine 2.000 nefer
yaptıklarına pişman olarak muhalefetten vaz geçtiler. 6.000 i inatlarında
ısrar ettiler Hz. A1i (Radiyallahû anh) da üzerlerine ordu göndererek onlar-la
harb ve kendilerini perişan eyledi. Bunlar din babında pek şiddet gösterirler.
Hayzlı kadının namazları kaza edeceğine kail olurlardı. Hariciler aslen altı
fırka olup hepsi Hz. Ali ile Osman (Radiyallahû anh) dan teljerri ederler ve
onlardan uzak kalmayı her ibadete tercih eylerlerdi. Nikâhlarında bile bunu
şart koşarlardı. Halbuki bu yaptıkları tamamıyla dalâlet ve İcma'ı Ümmete
muhalefet idi. İşte Aişe (Radiyallahû anha) nm (Sen harûriyemisin) diye sorması
bundandır. Yani; bu sual dalâlet fırkalarından haricilerin soracağı bir sualdir.
Çünkü onlar hayzlı kadinin namazları kaza edeceğini kaildirler. Sen de bu
çirkin tarikatamı mensupsun? demek istemiş sonra, Resûlüllah (Sallallahil
Aleyhi ve Sellem) zamanında bütün ezvac-ı tâhiratın hayz gördüklerini fakat
Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) in yalnız orucu kaza etmelerini emir
buyurduğunu, namazın kazasını emretmediğini, kazası lâzım' gelse onu da
emrederdiğini anlatmıştır. Bunun üzerine kadın kendisinin Haruriye' olmadığını
yani haricilerle bir alâkası bulunmadığını, yalnız meseleyi iyi anlamak için
sorduğunu söyleyerek özür beyan etmiştir.
Hayzlı kadının yalnız
orucu kaza edip namazı kaza etmiyeceğine bütün müslümanlarm icma'ı vardır. Bu
hususta nifaslılar da aynı hükümdedir. Yalnız hâriciler Ehl-i Sünnetin bu
icma'ına muhalefet etmişlerse de onların muhalefetinin hiçbir kıymet ve tesiri
yoktur. Ulema-i kiram namazla oruç arasındaki farkı şöyle izah ederler.
Namazların sayısı çoktur. Çünkü onlar günde beş defa tekerrür ederler. Bu
sebeple günlerce kalan namazları her hayızdan temizlendikçe kaza etmek güç
olur. Oruçda ise bu güçlük yoktur. Çünkü oruç senede bir defa gelir. Hayz
günleride ekseriyetle birkaç günü geçmez. Binaenaleyh orucun kazasında hiçbir
güçlük yoktur. İşte orucun kaza edilip, namazın edilmemesi bu hikmete meb-nidir.
Selefi Sâlihinden bazıları namaz vakti geldikçe hayzlı kadına ab-dest almasını
ve kıbleye karşı oturarak Allah'ı zikretmesini emrederler-miş. Bu kavil
Ukbetübnü Âmir (Radiyallahû anh) ile Mekhu1'den rivayet olunmuştur. Atâ'; «Ben
böyle bir şey duymadım ama bu pek güzel bir iştir» demiştir. Ebu Ömer ise; «Bu
emir fukaha indinde metruktür. Hatta onu mekruh görürler diyor.» Ebû Kılâbe
dahi; «Bu meseleyi soruşturduk fakat aslı olduğunu Öğrenemedik.» demiştir.
Said b. Abdilâziz; «Biz bunu bilmiyoruz ve mekruh görüyoruz» mütelaasmda
bulunmuştur. Hanefilerih «Münyetül - Müfti» nam eserinde hayzh kadının her
namaz vakti abdest alarak evinin mescidinde bir namaz miktarı oturması, teşbih
ve tehlilde bulunması müs-tehabdır.» denildiği gibi «Ed-Dirâye» nam kitapda da;
«Böyle yapan kadına kıldığı en güzel namazın sevabı yazılır» denilmektedir.
Hayzlı kadın oruçla
muhatap değildir; orucun kazası ona ayrı bir emirle lâzım gelir. Bazıları
onunda oruçla muhatap olduğunu fakat hayz halinde onu terketmesi emredildiğini
söylerler. Bunlar «Abdestsiz bir kimsede namazla muhatabdır. Ama Abdestsiz
olarak namazını kılamaz» derlersede bu doğru değildir. Çünkü kadına hayz
halinde iken oruç tutmak haramdır. Bir kimsenin haramı işlemekle muhatap
olması caiz değildir. Bu Mes'ele Abdestte kıyas edilemez, zira Abdestsiz bir
kimsenin ab-dest alarak namazı kılması mümkündür. Lâkin hayzlı bir kimsenin
Ab-dcst dahi alsa namaz kılması, caiz değildir.
70- (336)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti dediki Malike Ebü'n Nadr'dan duyduğum ona
da.Ümmü Hânî binti Ebi Talib'in [48]
azadlısi Ebü Mürre'nin [49]
haber verdiği şu hadisi okudum. Ebu Mürre Ümmü Hâni binti Ebi Talib'i şunları
söylerken işitmiş.
«Mekke'nin
fethedildiği sene Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) e gittim. Onu
yıkanırken buldum kızı Fatime'de kendisine bir elbise ile perde tutuyordu.
71- (...)Bize
Muhammed b. Rumh b. el Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize leys Yezîd b. Ebî
Habîb'den, o da Said b. Ebi Hind'den naklen haber verdi. [50]
Said'e de Akîl'in azadlısi Ebu Mürre rivayet etmiş, ona da Ümmü Hani Binti Ebi
Talib söylemişki rivayet etmişki: Kendisi Mekke'nin fethedildiği sene
Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin yukarısında bulunduğu bir
sırada onun yanına gelmiş, Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) yıkanmıya kalkmış, Fatime'de onun üzerine perde tutmuş.
Sonra Resulüllah (Sallaiîahü
Aleyhi ve Selle/a) Elbisesini alarak
ona sarınmış, sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kılmış.
72- (...)
Bize bu hadisi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Üsame, Velid b.
Kesîr'den, o da Said b. Ebi Hİnd'den bu isnadla rivayet etti. Said :
«Resulüllah
(Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) e (yine) kendi elbisesi ile kızı Fatime perde
tuttu yıkandığı zaman elbisesini alarak ona sarındı sonra kalkarak sekiz rekât
namaz kıldı. Bu kuşluk zamanında idi» demiş.
Bu Hadis-i Buhari
«Kitabu's - Salât», «Kitabu't - Tahâre» «Ki-tabü'l - Ed*.b» de bir hayli lâfız
farkıyla tahric ettiği gibi Müslim buradan başka «Kitabu's - Salât» da Tir mizi
«Kitabü'I - İstizan» da Nesai ile İbni Mâce'de «Kitabu't - Tahâre» de muhtelif
ra-vilerden tahric etmişlerdir. Tirmîzî İmam-ı Ahmed 'in. Bu bab-ta vârid olan
en sahih şey Ümmû Hân'i hadisidir.» dediğini nakleder, ki doğrudur.
Hadisde de beyan
olunduğu vecihle Ümmü Hâni Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)in Amcası
Ebu Ta1ib'in kızı ve Hz. A1i 'nin kız kardeşidir. İsmi ihtilaflıdır. Bazılarına
göre Fâhite diğer bazılarına göre Fatime 'dir. Hind olduğunu söyleyenlerde
vardır. Hâni ismindeki oğlunun adı ile kün yel en m iştir. Ümmü Hânî
(Radiyallahû anha) Mekke'nin fethedildiği gün müsiüman olmuştur. Mekke
hicretin 8 nci yılında fethedilmişti.
1- Bir kimse
arada perde olmak şartı ile mahrem
akrabasından bir kadının yanında yıkanabilir.
2- Erkek
yıkanırken kadın ona perde tutabilir.
3- Sekiz
rekât kuşluk namaz kılmak meşru'dur. Hadisdeki «Bu kuşluk zamanında idi»
cümlesini bazıları «Bu kuşluk namazı idi» şeklinde tefsir ederler. Mezkûr cümle
kuşluk namazının sekiz rekât olduğuna delil değildir, diyenler olmuş ve
Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) in o anda kıldığı sekiz rekât kuşluk
namazı diye değil Mekke feth edildiği içindir, mütelâasmı ileriye
sürmüşlersede bu söz bir hayalden ibarettir. Çünkü Hadisin ikinci rivayetinde
Hz. Ümmü Hâni «Sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kıldı» demiştir ki bu söz o
namazın kuşluk zamanına mahsus bir sünnet olduğunu sarahaten ifade eder. İbni
Abdi1berr «et Temhîd» nanıındaki eserinde ikrime tarikiyle Ümmü Hânî 'den şu
hadisi rivayet etmiştir. Ümmû Hâni demişki: Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve
Sellem) Mekke'ye geldi de sekiz rekat namaz kıldı.
Ben bu nedir? diye
sordum.
«Bu kuşluk namazıdır.»
buyurdular.
Müslümanlar öteden
beri kuşluk namazının sekiz rekât olduğuna bu Hadisle ihticac edegelmişlerdir.
Hadisin üçüncü
rivayetinde «Sekiz secde namaz kıldı» denilmiştir. Bundan maksad: Sekiz
rekâttır. Her rekâtda mutlaka secde bulunduğu için Cüz'ü zikir, küllü murad
kabilinden mecazen rekâta secde denilmiştir.
73- (337)
Bize İshak b. İbrahim El - Hanzali rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müse'I [51]
Kaari haber verdi. (Dedi ki), bize Zaide A'meş'den, o da Salim b. Ebil Ca'd'dan
o da Küreyb'den, o da İbni Abbas'dan, o da Mey-mune'den naklen rivayet etti.
Meymune;
«Ben Peygamber
(Salîalîahü A leyhi ve Sellem) e su koydum ve ona perde çektim de yıkandı»
demiş.
Bu hadis de
yukarıdakiler gibi yıkanırken başkalarının göremiyece-ği şekilde kapalı bir
yerde bulunmanın vücubuna delâlet eder. Bir kimsenin zaruret olmadıkça
başkasına avret yerlerini göstermesi caiz olmadığı gibi yine zaruret olmadıkça
başkasının avret yerine bakması da caiz değildir. İbni Batta1'm de naklettiği
vecihle peştemalsız hamama giren kimsenin şehâdeti kabul edilmiyeceğine Fetva
imamlarının ittifakı vardır. İmam A'zam (80-150), Mâlik (93-179), Şafii
(150-204) ve Süfyanı Sevri 'nin kavilleri budur. Hatta hamamda yıkanacağı
havuza girerken peştemalmı atarak avreti görünen kimsenin şehâdeti dahi İmam
Ma1ikle Şafii'ye göre sakıttır. İmam A'zam'la Sevri bu kadarını özür
saymışlardır. Çünkü bundan korunmak imkansızdır. Ulema karı kocanın
birbirlerinin avretlerini görebileceklerine ittifak etmişlerdir.
74- (338)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize zeyd b. Hubab, Dâhhak
b. [52]
Osman'dan naklen rivayet etti Demiş ki, Bana Zeyd b. Eşlem, Abdurrahman b. Ebi
Said'i [53]
Hudrî'den o da babasından naklen haber verdiki Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Erkek erkeğin, kadın
da kadının avret yerine bakamaz ve bir elbisenin içinde erkek erkeğe
yanaşamaz. Kadın dahi bir elbisenin İçinde kadına yanaşamaz.» buyurmuşlar.
(...) Bana
bu hadisi Harun b. Abdillah ile Muhamıned b. Râfi'dc rivayet ettiler dediler
ki bize ibni Ebî Füdeyk [54]
rivayet etti. (Dedi'ki) : Bize Dahhak b. Osman bu isnadla haber verdi. Harünla
Muhanımed (Avret yerine) Erkeğin
uryesİ, Kadının uryesi tabirlerini kullandılar.
Urye kelimesi, «ırye»
ve «ureyye» şekillerinde de okunabilir. Lügat ulemasının beyanına göre manası;
soyunmuş ve çıplak demektir.
1- Erkekler
erkeklerin kadınlar kadınların avret yerlerine bakamaz-lar. Bu cihet ulemanın
ittifakı ile haram olduğu gibi erkeklerle kadınların birbirlerinin avret
mahalline bakması dahi bil ıcma' haramdır. Peygamber (Saiîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) erkeklerin birbirlerinin avret mahallerine bakmalarını men etmekle
onların kadınların avret mahalline bakmaları dahi memnu olduğuna işaret
buyurmuştur. Hatta erkeğin avret mahalline bakmak memnu olunca kadmınkine
bakmanın memnu ve haram olacağı evliyette kalır. Yalnız bu tahrim ecnebi
erkeklerle ecnebi kadınlar hakkındadır. Karı kocaya gelince Hanefilere göre
karı koca birbirlerinin avret yerlerine bakabilirler. Hatta İbni Ömer
(Radıyallahu Anhüma)dan rivayet edildiğine göre lezzet-i tahsil için bakmak
daha müessirdir. Bazıları bakmamanın evlâ olduğunu çünkü bakmanın unutkanlığa
sebebiyet verdiğini söylemişlerdir. Bu bâbda Re sûl üllah (Saiîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Biriniz ehline
yakınlık etmek istediği zaman mümkün olduğu kadar örtünsün, merkep gibi
çırılçıplak soyunmasınlar.» buyurmuştur.
Erkek erkeğin
avretinden başka her yerine bakabilir. Kadının ecnebi bir kadına bakması da
erkeğin erkeğe bakmasına kıyas olur. Yani göbeğinden diz kapağının altına
kadar olan yerlerine bakamaz. Kadının erkeğe bakması da aynı hükme tabidir.
Maamafih erkeğe bakmakla şeh-vetlenir veya bakarsa şehvetleneceğini tahmin
ederse fitneden korunmak için bakmaması icab eder. Bakılması caiz olan yerlere
şehvetlenme-mek şartiyle dokunmak da caizdir.
Erkek kendi
cariyesinin bütün bedenine bakabilirsede başkasının cariyesinin ve nikâhı
haram olan akraba kadınların yalnız yüzlerine, başlanna, göğüslerine, kol ve
baldırlarına, saçlarına bakabilir. Ecnebi hür bir kadının ise şehvetten emin
olmak şartiyle yalnız yüzü ile ellerine bakabilir.
Şehvetten emin olmayan
onlarada bakamaz. Bundan yalnız hâkim ile şahit müstesnadır. Ecnebi hür bir
kadına şehvetten emin olsa bile dokunmak caiz değildir. Sahibesine karşı köle
ecnebi bir erkek hükmündedir.
2-
Şafii'lere göre bu meseleleri Nevevi Şöyle anlatmaktadır.
«Karı koca
birbirlerinin avret mahallerine bakabilirler. Yalnız bundan fere müstesnadır.
Bu hususta ulemamızın üç kavli vardır. Esah olan kavle göre karı kocanın hacet
yokken birbirlerinin ferclerine bakmaları mekruhtur. Haram değildir. İkinci
kavle göre ikisininde bakmaları haramdır. Üçüncü kavle göre erkeğin karısının
fercîne bakması haram kadının erkeğinkine bakması mekruhtur. Kadının fercinin
içine bakmak daha şiddetle mekruh ve haramdır.
Erkeğin cariyesine
nispetle hükmü : Onunla Cima'a hakkı varsa karı kocanın hükmü gibidir. Eğer
cariye neseben erkeğe haramsa meselâ kız kardeşi, halası, veya teyzesi gibi
yakın akrabası ise yahut süt kızkardeşi veya, nikah dolayısiyle haram olan
kaynana ve onun kızı yahut oğlunun karısı olursa hür kadınlar gibidir. Şayet
cariye mecusi, Mürted, putperest, veya iddet beklemekte yahut mükatebe olursa
ecnebi cariye hükmündedir.
Erkeğin nikâhı haram
olan akraba kadınlara bakması ve keza o kadınların erkeğe bakmaları sahih olan
kavle göre göbekten yukarı ve diz kapaktan aşağıya olmak şartıyla mubahtır.
Bazıları yalnız hizmet esnasında açılan yerlere bakabileceklerini
söylemişlerdir.
Hanefilere göre avret
mahallinin hududu erkeklerde göbeğin altından başlıyarak diz kapağın altına
kadar olan yerlerdir. Diz kapak avrettir. Çünkü Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi
ve Sellem) bir Hadis-i Şe-rifde :
«Diz kapak
avrettendir.» buyurmuştur. Cariyenin avret mahalli dahi, erkeğin gibi İsede
onun karnı ile sırtı da avrettir. Çünkü bu yerler şehvet yerleridir.
Binaenaleyh göbekle diz arasına benzerler. Bu hususta bütün cariyeler hatta
mükâtebe, müdebbere ve ümmü veled olanların hükmü hep birdir. Hürre bir kadının
elleri ile yüzünden başka her yeri avrettir. Ayaklan hakkında iki rivayet
vardır. Sahih rivayete göre ayaklar namaz dışında avret, namaz İçinde
değildir.
— «Ed - Dürrû'l -
Muhtar» da şöyle deniliyor.: «Genç kadının erkekler arasında yüzünü açması
menedilir. Bu, yüzü avret olduğu için değil, fitneden korktuğundan dolayıdır.»
Şafiilere göre ecnebi
erkeklerin birbirlerine nisbetle avretleri göbekle diz arasıdır. Kadınların
birbirlerine nisbetle hükümleri dahi budur. Ancak göbekle dizlerin a.vret
sayılıp sayılmıyacağı hususunda Şafiiyye ulemasının üç kavli vardır. Esah kavle
göre bunlar avret değildir. İkinci kavle göre ikiside avrettir. Üçüncü kavle
göre göbek avret, dizler değildir. Erkeğin ecnebi bir kadının neresine olursa
olsun bakması haramdır. Kadının erkeğe bakması dahi böyledir. Bu hususta
şehvetli olup olmamanın hiç bir ehemmiyeti yoktur. Bazıları 'Şehvetsiz olmak
şartıyla kadın erkeğin yüzüne bakabilir.» demişlersede Nevevi bu sözün hiç bir
kıymeti olmadığını söylemiştir. Ecnebi hür kadınla ecnebi cariye hüküm itibarı
ile müsavidirler.
Erkeğin güzel ve
yalabık gençlerin yüzüne bakması şâfiilerce haramdır. Bu hususta şehvetle veya
şehvetsiz bakmanın bir farkı olmadığı gibi fitneden emin olup olmamanın da bir
tesiri yoktur. Hz. Şafii 'nin nassan beyan ettiği mezhebi budur. Delili «Böyle
bir gencin kadın hükmünde olmasıdır. Çünkü güzellikçe kadına benzediği gibi
şer hususuna böyleleri kadınlardan daha yakındırlar. Binaenaleyh onlara bakmak.ev-leviyetle
haramdır. Ancak şer'i bir ihtiyaç dolayısiyle meselâ alışverişde, doktor
muayenesinde ve mahkeme huzurunda şehadet ederken bakmak caizse de o halde
şehvetle bakmak yinede haramdır.
Zira bakmak ihtiyaç
için tecviz edilmiştir. Şehvete ihtiyaç yoktur. Şafiiyye ulemasmca karı koca
ile cariye sahibinden başka her insana şehvetle bakmak herkese haramdır.
4- İki
erkeğin ye keza iki kadının bir örtü altına girmeleri tahrimen memnu'dur.
5- Bir
kimsenin avret mahalline vücudunun hangi uzvuyla olursa olsun dokunmak
haramdır. Bu hususta ulema müttefiktirler. Nevevi diyorki:
«Bu mesele birçok
kimselerin hamamlarda dikkat etmedikleri umumi bir belvâdır. Böyle bir yere
giren kimseye gözünü, elini ve diğer azasını başkasının avretinden koruması
kendi avretini de başkalarından muhafaza etmesi gerekir. Böyle bir şeyin
vukuunu gördüğü zaman gördüklerine tenbih ve ihtarda bulunması vacibdir. Ulema
tenbihin fayda ver-miyeceğini zannetmekle bu vazifenin sükut etmiyeceğini
inkârın behemehal vacip olduğunu söylemişlerdir. Meğerki kendisi veya başkası
hakkında fitne çıkacağından endişe ede.»
6- Nevevi'nin
beyanına göre kimsenin görmiyeceği bir yerde erkeğin- bir ihtiyaçtan dolayı
avret mahallini açması caizdir. İhtiyaç yoksa mesele ihtilaflıdır.. Ulemadan
bazıları mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şafii'lerin esah kavline göre
haramdır.
75- (339)
Bize Muhammed b. Rafi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hammâm b. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmâm bize Ebu
Hüreyre'nin Resûlüllah Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) den rivayeti
şudur, diyerek bir takım hadisler söylemiş
ez-cümle: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Benî İsrail çıplak
olarak yıkanırlar; birbirlerinin avretlerine bakarlardı. Musa (Aleyhisselâm)
ise yalnız başına yıkanırdı. Benî İsrail :
— Vallahi
Musa'yı bizimle beraber yıkanmaktan olsa
olsa fıtıklılığı men ediyor,
dediler. Bİr defa Musa (Aleyhisselâm) yıkanmaya gitti ve elbisesini bir taşın
üzerine koydu, derken tas elbisesini
kaçırdı. Musa :
— Aman
taş elbisemi, aman taş elbisemi
bırak, diyerek arkasından alabildiğine koştu. Böylelikle Benî İsrail,
Musa'nın avret yerini gördüler de:
— Vallahi
Musa'da hiç bir kusur yokmuş,
dediler. Müteakiben taş durdu ve Musa İyice görüldü; sonra
elbisesini alarak taşı dövmeye başladı.»,
buyurdular demiş. Ebu Hüreyre:
«Vallahi Musa'nın taşa
vurmasından taşta altı veya yedi tane bere izi kalmıştır» demiş.
Bu hadis-i Müslim
«Ehadisü'I - Enbiyâ» bahsinde tahric etmiştir. Buhari'de ise «KitabıTl Gusl»
dedir.
Kaadi İyaz'm beyanına
göre Beni İsrail'in çıplak yıkanarak birbirlerinin avret yerlerine bakmaları
Hz. Mûsâ'ya ve onun şer'iatma muhalefet içindir. Bu hadisin bizim için delil
teşkil etmesi şer'atınıızdan önce geçen seri'atların bizim içinde şeri'at
olması esasına istinad eder. Mesele ihtilaflıdır. Esah olan kavle göre bizden
önce geçen şeriatlar Allah'veya Resulü tarafından red ve inkâr edilmemek
şaratıyla bize hikâye edilirse bizim için de seri'attırlar.
Beni İsrail :
İsrail oğulları demektir. İsrail, Yakup (Aleyhisselâm)m ismidir. Yakup
(Aleyhisselâm) İshak'in, İshak'da Ha-lilullah ibrahim (Aleyhimesselâm) m
oğludur. Beni İsrail Yakup (Aleyhisselâm)m oniki oğlundan türemiş ve
üremişlerdir.
A' der :
Fıtıklı ve poluç demektir.
Musa (Aleyhisselâm) m
taşa hitab ederek, (Elbisemi ver ey taş) demesi taş elbisesini kaçırdığı için
ona akıllılar muamelesi yaptığmdandır. Taş elbisesini vermeyince onu dövmesi de
bundandır. Ulemadan bazıları «Hz. Musa 'nm taşı dövmesi, onda iz bırakarak
mucize göstermek içindir. Bunun vahiy suretiyle yapılmış olması da muhtemeldir.
Taşın beni İsrai1'e doğru yuvarlanarak elbiseyi götürmesi Musa (Aleyhisselâm)
m ikinci bir mucizesidir.» diyorlar.
Hz. Ebu Hüreyre 'nin taşta
altı veya yedi darbe izi bulunduğunu yeminle ifade ettiğini söyleyen zât
bazılarına göre Ravi Hemmâm 'dır. Fakat Kirmanî bu söz doğrudan doğruya Ebu Hüreyre
'nin olduğuna kaildir Hemmâm'm sözü olarak kabul edildiğine göre bu söz
müsneddir. Ebu Hüreyre 'nin sözü olduğuna göre ise mürseldir. Fakat her iki
takdire gorede Hadis Merfu hükmündedir. Çünkü Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh)
Hazretlerinin böyle bir sözü kendiliğinden söylemesine imkân yoktur. Onu
mutlaka Resû1ü1Iah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den duymuştur.
1- Kimseye
görünmemek şartıyla tenha bir yerde yıkanmak için veya başka bir sebeple
soyunmak mubahtır.
2- Tedavi
yahut bir kusurunu ispat veya kusurdan salim olduğunu göstermek gibi mücbir
zaruret karşısında bir kimsenin avret yerine bakmak caizdir.
3- Bir şeyi
haber verirken Hz. Ebû Hüreyre 'nin yaptığı gibi yemîn etmek caizdir.
4- Allah
Tealâ hazretleri hilkat ve ahlâk cihetiyle
peygamberlerini-
bütün noksanlıklardan
nezîh yaratmıştır.
5- Hz. Musa
(Aleyhisselâm)'d, beşeriyet galebe ederek taşı dövmüştür. Burada şöyle bir
sual hatıra gelebilir. Avret yerini açmak Peygam-ber'ân-i İzam şöyle dursun
bizlere bile haramdır. Şu halde bunu Musa (A leyhisseîâm) gibi büyük bir
peygamber nasıl yapmıştır?.
Cevap : Bu bizim
şeriatımızda böyledir. Onların şeriatında avret mahallini açmak memnu değildi.
Buna delil Beni İsrai1'in çıplak olarak yıkanmaları, Musa (Aleyhisselâm)'
kendilerini gördüğü halde men etmemesidir. Haram olsa mutlaka men ederdi. Bu
sefer de Musa (Aleyhisselâm) m neden tenhada yıkandığı suali ortaya çıkar.
Bunun cevabı: Vacib olduğu için değil, utandığından bunu yapardı. İhtimal üzerinde
ince bir gömlek varmıştır da, suda ıslanınca tenine yapışmış; azasını Beni İsrail görmüşler ve bu suretle şüpheleri
zail olmuştur.
Saîd b. Cübeyrin
beyanına göre Musa (Aleyhisseîâm)m elbisesini götüren taş seferlerde daima
yanında bulundurduğu taştır. İcabında ona vurur ve su kaynamağa başlardı.
(Allah'u A'lem)
6- Hadîs-i
Şerif Mûsâ (Aleyhisselâm)m mucizelerine
delâlet etmektedir. Bunlar taşın elbiseyi Benî İsrail 'den bir cemaate götürmesi,
Hz. Mûsâ 'nın taşa nida etmesi ve taşı döverek onda iz bırakmasıdır.
76- (340)
Bize İshâk b. İbrahim El - Hanzalî ile Muhammed b. Hatim, b. Meymûn hep birden
Muhammed b. Bekr'den rivayet ettiler. Muhammed: Bize îbni Cüreyc haber verdi
demiş. H.
Bana İshâk b. Mansûr
ile Muhammed b. Râfi' dahi rivayet ettiler. Lâfız onlarındır. İshâk (Ahberanâ
İbni Râfi ise) (Haddesanâ) tabirlerini kullandılar. İbni Râfi dedi İd; Bize
Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc' haber verdi (Dedi ki) :
Bana Amr b. Dînâr haber verdi ki Câbir b. AbdiIIah'ı şöyle derken işitmiş. Kabe
bina edilirken Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) ile Abbas taş getirmeye
gittiler. Abbas, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) e.
— Taşlardan korunmak
için esvabını omuzuna koy! dedi. O da Öyle yaptı. Fakat derhal yere düştü ve
gözleri semaya dikildi. Sonra kalkarak; esvabımı - ver esvabımı dedi. Abbas'da üzerine esvabını kuşattı.
îbni Râfi Kendi
rivayetinde: «Boynuna...» dedi; «Omuzuna...» demedi.
77- (...)
Bize Zühey b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh. Ubâde rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dînâr
rivayet etti. Dedi ki;
Câbir b. Abidillah'ı
şöyle rivayet ederken işittim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kureyş'le
birlikte Kabe'ye taş i1 [55]
taşıyormuş. Üzerinde de esvabı varmış. Amcası Abbas ona:
Ey kardeşim oğlu
esvabını çözsende onu omuzuna taşların altına koy-sana, demiş.
Râvi diyorki: Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu çözerek omuzumuı üzerine
koydu. Fakat hemen bayılarak düştü. Artık o günden sonra bir daha çıplak olarak
görülmedi.
Bu hadis-i Buharı
«Kitâbü's - Salât» ile «Bünyânü'l Kabe» de tahric etmiştir. Vak'a R,esû1ü11ah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in çocukluğunda geçmiştir. İbni Battal ile İbni
Tîn'in beyanlarına göre Kureyş Kâbe'yi bina ederken Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in yaşı onbeş idi. Hişâm; «Kabe'nin bina edilmesi ile
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Peygamber olarak gönderilmesi
arasında beş senelik bir müddet vardır, demiştir. Bir rivayete göre Kabe
Resullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğumundan 36 sene sonra bina
edilmiştir. Beyhâki; «Kabe'nin bina edilmesi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) in Hatice (Radiyallahû anha) ile evlenmesinden öncedir» diyor. Meşhur
kavle göre Kureyş Kabe'yi Hz. Hatice 'nin evlenmesinden 10 sene sonra bina
etmiştir. Şu halde R e-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in o zaman
yaşı135 olur. Nitekim Muhammed b. İshak'ın kavli de budur. İbni İslı âk'm
beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçüklüğünde görüp
geçirdiği ve Allah'ın kendisini muhafaza buyurduğu bazı şeyleri hikâye ederken
şöyle demiştir.
«Kendimin Kureyş
çocuklarının arasında bulunduğumu hatırlarım.. Birbirimize oynamak için taş
taşırdık, hepimiz soyunmuş, esvabını boynuna asmış, üzerlerinde taş taşıyorduk,
ben de onlarla beraber aynı halde gidip geliyordum. Birden bana birisi bir
tokat vurdu, kim olduğunu göremedim. Yalnız canımı yakan bir tokat olduğunu
hatırlıyorum. Sonra bana (elbiseni kuşan) dedi, ben de elbisemi alarak kuşandım
ve taşları elbisemi kuşanmış olarak arkadaşlarımın arasında ensemde
taşımaya başladım.»
Sühey1i : « İbni İshak'in
bu hadisi salıihse vak'anm iki defa cereyan ettiğine hamledilir. Biri
küçüklüğünde biride Kabe yapılırken vuk'u bulmuştur.» diyor. Buharı ile Müs1îm'in
tahric etmedikleri bir rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e
bir melek inerek esvabını bağladığı bildiriliyor.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in düşüp bayılmasına sebep avret mahallinin açılmasıdır. Bu
vak'adan sonra kendileri hiç bir zaman açık saçık görülmemişlerdir.
1- Resûl-ü
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz küçüklüğünden beri çirkin
şeylerden cahiliyet ahlâkından ve her türlü re-zâilden muhafaza buyurulmuş,
peygamberliğinden önce ve sonra daima en nezîh bir hayat yaşamıştır.
2-
(Aleyhisselâtü vesselam) Efendimizi Cenab-ı Hak, en güzel ahlâk ve en mükemmel
hâyâ fıtratı ile yaratmıştır. Kendileri evinden çıkmayan bakire bir kızdan daha
utangaç idiler. Onun için de avret mahalli açılınca düşüp bayılmış, ve bir
daha asla çıplak görülmemişlerdir.
3- Çıplak
gezmek ve avretinin görüneceği şekilde halk arasında açık saçık dolaşmak caiz
değildir. Ulemanın beyanına göre buradaki Abbâs (Radiyallahû anh) Hadisi hem halk huzurunda hemde tenha bir yerde çıplak gezmenin caiz
olmadığına delildir. Bazıları bunun o hâle mahsus olduğunu söylerler. Çünkü
Kâbe'yi bina ederken Kureyş'in kadını
erkeği taş taşımışlardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem):
«Ben böyle bir yerde
çıplak gezmekten men edildim.» demek istemişti. Eğer buradaki nehiy her zaman
ve mekâna şamil olsaydı kimsenin göremiyeceği tenha bir yerde cünüplükten
yıkanan kimseyede açılmayı yasak ederdi. Halbuki Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) yalnız görülecek yerde çıplak bulunmaktan men etmiştir.
Avret yeri görülecek
şekilde oturmak da çıplak gezmek hükmündedir. Onun içindir ki Şarî' hazretleri
peştamalsız hamama girmeyi yasak etmiştir.
Vâkı'a Hz. Ali: «Bir
kimse avret yerini açarsa melek ondan kaçar» demiş. Ebû Mûse'l-Eş'arî 'nin
dahi: «Ben Rabbimden utandığıma karanlık evde yıkanırım. Belimi bile
doğrultmam» dediği rivayet olunmuşsa da bu rivayetler o halde örtünmenin
müstahab olduğuna hamledilmişlerdir. «Et - Tevdih» nam eserde: «Tenha yerde de
Örtünmek vacibdir dediğimize göre acaba nehir ve kaynak sularına peştamalsız
girmek câizmidir? Bu hususta iki kavil vardır:
Birinci kavle göre
caiz değildir. Çünkü nerede olursa olsun çıplak gezmek yasak edilmiştir.
İkinci kavle göre
caizdir. Çünkü su avret yerini örtme hususunda peştamal yerini tutar. Allah-u
A'lem» deniliyor.
78- (341)
Bize Saîd b. Yahya el - Emevî [56]
rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b.
Hakûn b. Abbâd Tt. Huneyf el - Ensârî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu
Ümâmete'bnü Sehl b. Huneyf [57],
Misver b. Mahreme'den naklen haber verdi. Misver şöyle demiş: Taşımakta
olduğum ağır bir taşı getirdim. Üzerimde hafif bir esvab vardı. Taş üzerinde
iken esvabım çözülüverdi. Taşı bırakamadım ve (o vaziyette) yerine kadar
götürdüm. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Don de elbiseni al.
Çıplak gezmeyin!» buyurdular.
Bu hadisleri
müslümanların dikkatle okumaları îcâb eder. Müslüma-mm diyenler bir kere
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in «Çıplak gezmeyin» emrine baksınlar.
Bir de kendilerinin ve ailelerinin bu günkü hallerini düşünsünler.Ondan sonra
söyleyecek bir şey bulabilirlerse lütfen söylesinler. Burada mini etekten,
deniz kıyılarındaki üryan ve perişan hallerden bahsederek sözü uzatmaya lüzum
görmüyoruz. Müslümanlıktan istifa ederek onunla alâkasını kesenlere ve maruf
tabiriyle gayri müslimlere de sözümüz yoktur. Ancak müslümanlara ve müslümanlık
iddiasında bulunanlara söylenecek pek çok sözler vardır. Emr-i bil maruf ve
nehy-i ani-1' münker müslümanların en mümtaz ortak vazifesi olduğuna göre, biz
de bu kabilden sayılmak üzere, mümlümanları kendi hallerini kontrole davet
ediyoruz. Sunuda hatırlatmak isterizki «Zamanın icâbı böyle» diye bir kaide
olmadığı gibi «Modadır, modaya uymak icab eder» şeklinde bir kaide de yoktur.
Bunlar islâm düşmanları tarafından müslümanlar arasına salınmış mikroplar,
Tabîr-i âharlâ, zehirli gazlardır. Bu kabilden olmak üzere «Zaman sana uymazsa
sen zamana uy.» şeklinde uçurtmalar îcad olunmuş. Bugün bunlar hâşâ emr-i ilâhi
imiş gibi dillere destan edilmiştir.
Hülâsa İslama taban
tabana zıd mânâ taşıyan bu saçmaların islâmda asla yeri yoktur. Müslüman zamana
değil Kur'an'a ve Nebî-i Zîşan Efendimizin hadislerine uymakla mükelleftir.
Onlar da müslüman-lara açık saçık üryan ve perişan bir halde gezip
dolaşmamalarını müslü-manlığm vakar ve şerefi ile mütenasip bir şekilde
giyinerek avret mahallerini her zaman ve her yerde örtmelerini
emretmektedirler. Bu hadisde «Çıplak gezmeyin» buyurulması, çıplak gezmenin
haram olduğuna delildir.
79- (342)
Bize Şeyban b. Ferrûh ile Abdullah b. Muhammed b. Esmâ'ed-Dubaî rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Mehdî -ki İbni Meymûn'-dur- rivayet etti, (Dedi ki) :
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Ebi Yakûp [58] Hasan
b. Alî'nin âzadlısı [59],
Hasan b. Sa'd'dan, o da Abdullah b.
Ca'fer'den naklen
rivayet etti. Demiş ki: Birgün Resûlüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem) beni
terkisine aldı. Bana sur olarak öyle bir söz soy-lediki ben onu insanlardan hiç
bir kimseye söylemem. Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seilem) in def-i hacet
için, kendisi ile siperlenmeyi en sevdiği şey ya bir tepecik yahut hurmalık
idi.
İbni Esma' kendi
rivayetinde «Yâni bir hurma bahçesi» dedi.
Hâiş : Hurma kümesi
demektir. Kelimenin kendi lâfzından .müfredi yoktur: Buna Hâs ve Huş' da
denilir. Hadiste bu kelime hurma bahçesi diye tefsir edilmiştir.
Hedef : Tümsek yer ve
tepecik manasına gelir..
Hadis-i Şerîf kazâ-i
hacet esnasında bahçelik veya çukur bir yere oturarak kimseye görünmemenin
sünnet olduğunu bildirmektedir.
80- (343)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya h. Eyyiib, Kuteybe ve İbni Hucıır rivayet
ettiler. Yahyr. b. Yahya «Ahberanâ» diğerleri ise «Had-desana» tabirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail - ki İbni Ca'fer'dir [60]
Serik'ten yani ibni Ebi Nemr'den, o da Abdurrahman b. Ebi Saîd el - Hudrî'den,
o da babasından naklen rivayet etti demiş ki:
Pazartesi günü
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellenı) ile birlikte - kuba'ya (gitmek üzere
yola) çıktım Benî Salim (in bulunduğu yer) e vardığımız zaman Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi-ve Sellem) Itbâ'nıri kapısı önünde durarak ona seslendi,
İtbân esvabını sürükleyerek çıktı. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Adama acele
ettirdik.» buyurdu, İtbân :
«Ya Resûlallah ne
buyurursun, bir adam karısı İle cima halinde iken acele ettirilirde meni
indirmezse ona ne lâzım gelir?
dedi. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem):
«Su ancak sudan dolayı
icab eder.» buyurdular.
81- (...)
Bize Harun b. Said el - Eyli rivayet etti (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Ona da
Ebu Selemete-bnü Abdirrahman, Ebû Saîd-i Hud-rî'den o da peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet et-mişki,. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Su ancak sudan dolayı
icab eder.» buyurmuşlar.
Bu hadîs'in şerhinde
Nevevî şunları söylemiştir.:
«Malumun olsun ki
şimdi Ümmet inzal vaki olsun olmasın cima'lâ gusl'ün vacip olacağına ittifak
etmiştir. Ashab-ı Kirâm'dan bir cemaat guslün ancak meninin inzali ile vacip
olacağına kaildiler. Sonra bazıları bu kavilden döndü ve diğerlerinin
vefatından sonra icma «Münakid oldu.» Buhâri ile Müs1im'in ittifaken rivayet
ettikleri aşağıda görülecek bir hadisde Zeyd b. Hâlid el-Cüheni 'nin Osman b.
Affan'a:
«Bir adam karısı ile
cima1 ederde meni gelmezse buna ne dersin?» "diye sorduğu, Osman (Radiyallahû anh)m;
«Namaz abdesti gibi
abdest alır ve zekerini yıkar» dediği Hz. Osman'ın bunu Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ye Sellem) 'den işittiği ve Ali
b. Ebi-Ta1ib, Zübeyrü'bnü'l-Avvam, Ta1hatü'bnü
Ubeydillâh ve Ubeydü'bnü Kâ'b (Radiyallahû Anhüm) hazeratma da sorduğu onların
da abdest almayı ve zekerin yıkanmasını emrettikleri bildiriliyor. Babımız hadisinde
dahi:
«Su ancak sudan dolayı
icab eder.» buyurulmaktadır. Fakat bu Babdan sonra Müs1im'in rivayet ettiği bir
hadiste cima' halinde, meni nazil olsun olmasın gusül lâzım geldiği beyân
olunmaktadır. İşte ulemâ bu hadisle amel etmişlerdir.
«Su ancak sudan dolayı
icab eder.» hadisi sahabenin cumhuru ile onlardan sonra gelen ulemaya göre
mensuhtur. Onlara göre buradaki ne-sihden murad vakti ile meni nazil olmaksızın
yapılan cima'dan dolayı yıkanmak sakıt iken sonra vacip olmasıdır. İbni Abbas
(Radiyallahû anh) ile başkalarına göre hadis mensuh değildir. Ondan murad uyku
halinde ihtilâm olupda meni görmiyenlere guslün vacip olmamasıdır. Bu hüküm
şüphesizki bakidir.
Hadîsin mânâsı gusül
ancak meninin çıkması dolayısiyle vâcîb olur demekdir. Yani Hadisteki birinci
sudan murad hakîki su, ikinciden ma-radda menidir. Buna Bedi' ilminde «Cinası
tam» derler:
82- (344)
Bize Ubeydullah b. Muâz el - Anberi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize el- Mu'temir
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebu'l-Alâ'İbnü'ş-Şİhhİr [61]
rivayet etti Dedi ki: Kur'-an'ın bazı âyetleri birbirini nasıl neshederse
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) in bazı hadisleride birbirini
neshederdİ.
Müs1im 'in Ebu -1. Â1â'da
naklolunan bu haberini burada rivayet etmekten muradı yukarıda geçen:
«Su ancak sudan dolayı
İcab eder.» hadisinin mensuh olduğunu anlatmaktır.
Ebu'1 Âlâ 'nm: «Sünnet de sünneti neshederdİ» sözü
doğrudur.
Ulema sünnetin
sünnetle dört şekilde neshediHiğini söylerler. Şöyle ki:
1- Mütevâtir
hadis yine kendisi gibi mütevâtir olan bir hadisle nesh edilir.
2- Haber-i
Vahid, Haber-i vâhidle neshedilir.
3- Haber-i
vâhid mütevâtir hadisle nesh edilir.
4- Mütevâtir
Haber-i vâhid ile nesh edilir. Bu dört vecihten üçü bil-ittifâk câizsede dördüncüsü ihtilaflıdır. Cumhur'u Ulemâya göre
mütevâtir bir hadis haber-i vahid ile neshedilemez. Zahirîlerden
bazıları bunu tecviz etmişlerdir.
Usûl-ü Fıkıh ulemâsı
neshin kitapla sünnet arasında da cereyan ettiğini söylerler. Onlara göre
kitap kitapla sünnette sünnetle neshedildiği gibi sünnet kitapla ve kitap
sünnetle dahi neshedilebilir. Ancak kitabı neshedecek sünnetin kitap
derecesinde olması îcab eder. Bundan murad sünnetin mütevâtir olmasıdır.
Mütevâtirden bir derece aşağı olan Haber-i meşhur ile kitap üzerine ziyade
meselesi usul uleması arasında ihtilaflıdır.
Kitap âyetlerinin
birbirlerini neshetmesi de üç şekilde tasavvur olunabilir.
1- Bazen bir
âyetin başka bir âyetle hem tilâveti hem hükmü neshedilir, Yani artık o âyetin
hükmü ile amel edilemediği gibi namazda okunması da caiz değildir.
2- Tilâveti
nesh edilmekle beraber hükmü baki kalir.
3- Hükmü
nesh edilir, tilâveti kalır. Yani o âyetin hükmü ile amel olunmaz. Fakat âyet
Kur'an'da yazılıdır, namazda okunabilir.
83- (345)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeyhe livâyet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'be'den
rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'l -
Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler.
Dediler ki. Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hakem'den, o da
Zekvan'dan, o da Ebu Saîd'i Hudri'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensardân bîr zatın yanına uğramış ta kendisini
çağırtmış. O zat başından su damlayarak çıkmış bunun üzerine Peygamber
«Galiba sana acele
ettirdik.» buyurmuş. O zat:
«Evet Ya Resûlüllah»
mukabelesinde bulunmuş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şayet acele ettirilir
veya meninin tıkanmasına maruz kalırsan, sana gusül lâzım değil, yalnız abdest
icab eder.» buyurmuşlar.
İbni Beşşar :
«Acele ettirilir veya
meninin tıkanmasına maruz bırakilırsan.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l Vudu'» da tahrîc etmiştir.
Hadîsin buradaki
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ensârdan bir zatın
evine uğrayarak kendisini çağırttığı, Buharı 'nîh rivayetinde ise evine
uğramaktan bahsedilmiyerek ensardân bir zatı çağırttığı bildiriliyorsada hâdise
bir olduğuna göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zatın evine
uğrayarak kendisine haber göndermiş demektir. Mezkûr zatın Itban (Raâiyallahû
anh) olduğunu .Müs1im yukarıki rivayetlerinden birinde tasrih etmişti. İtbân
b. Mâlik (Radiyallahû anh) Bedr gaza'sına iştirak eden en-sardandır/ Bazı
rivayetlerde Resûlüllah (SaÛallahü Aleyhi ve Sellem) in çağırttığı zatın Salih
ismini taşıdığı bildirmiştir. Bu takdirde hâdise ayrı ayrı iki yerde tekerrür
etmiş demektir. Aksi takdirde MüsIim'in rivayeti daha sahihtir.
İkhât : Asıl
itibarı ile yağmursuzluk ve yerin bu sebeple çoraklaması demektir. Burada ondan
murad istiare tarikiyle cima' esnasında meninin tıkanması ve dışarıya
çıkmamasıdır.
1- Karine'ye
göre hüküm vermek caizdir. Çünkü Hz. İtbân çağrıldığı dakikada beklenilen
süratle çıkmamış, çıktığı zaman da üzerinde yıkandığını gösteren alâmetler
görülmüş; Bundan cima ile meşgul olduğu anlaşılmıştır.
2- Yıkanmaya
devam müstehabdır. Zira Peygamber (Saîîallahü
Aleyhi ve Seliem) yıkandığı için geciken
İtbân (Radiyallahû anh) a birşey dememiştir.
3- Bu
hadisin hükmü mensuhtur. Yalnız Hişâm b. Urve, A'meş, Süfyan b. Uyeyne ve Dâvûd-u Zahirî 'nin neshe
kail olmadıkları rivayet edilir. İnzal olmaksızın yapılan cima'nın gusül icab
etmiyeceği Osman b. Affan, Ali b. Ebi
Tâlib Zübeyrü'bnü'l-Avvâra
Talhatü'bnü Ubey-dillah, Sâ'dü'bnü
Ebî Vakkas, Abdullah b.
Mes'ud, Rafi' b. Hadîc, Ebû Saîd-i, Hudrî, Übey b. Kâ'b, Eyyubel-Ensâri,
İbni Abbâs, Nu'mân b. Beşir, Zeydü'bnü
Saîd (Radiyallahû Anhüm) Hazerâtı ile Cumhur'u Ensârdan ve tabiinden Ata' b. Ebi
Rabâh, Ebû Selemete'bnü Abdurrahman,
Hişam b. Urver A'meş ve bazı zahirîlerden rivayet edilmişsede bu zevatın
irtihallerinden sonra mes'elenin guslü îcab edeceğine icma'ı ümmet mün'akîd
olduğunu yukarıki hadislerde arz ettiğimiz vecihle Nevevî beyân etmiştir.
Maamafîh İbni Hazm'in beyânına göre İnzâlsiz cima'nm gusül icab edeceğine Ashab-ı
Kiram'dan Ümmü-1 Mümin'in Aişe, babası Ebû Bekr-i Sıddık, Ömer b. Hattab, Abdullah
b. Ömer, Osman b. Affan, Ali b. Ebi Ta1ib,
Abdullah b. Mesud ve İbni Abbas (Radiyaîlahü anhüm) ile muhacirîn-i kiram kail
olmuşlardır. Görülüyorki; inzâlsiz cima'nm gusül icap etmiyeceğine kail olan
birçok Ashab-ı kiramdan guslü icap edeceği de rivayet olunmuştur. Mezheb imamlarından
Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmet b.
Hanbel Hazerâtı ile bu zevatın
mezheblerine tabi birçok ulema hatta zahirîlerden bazıları inzâlsiz cima'nın
guslü icap ettiğine kaildirler.
İbrahim Nehai ile Süfyan-ı
Sevrî 'nin mezheblerİ de budur.
84- (346)
Bize Ebü'r - Rabî'ez - Zebram rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb
Muhammed b. A'lâ dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam babasından, o da Ebû Eyyub'dan, o da Übey
b. Ka'b'dan naklen rivayet etti. Übey şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) e kadınla cima7 ederken menisini getirmeyen erkeğin hükmünü
sordum.
«Kadına temas eden
nesneyi yıkar, sonra abdest alarak namaz kılar.» buyurdular.
85- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm h. Urve'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana babam mutemed bir zattan, - bununla Ebu Eyyub'u kastediyor -
O da Übey b. Ka'b'dan, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den
naklen rivayet etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ehliyle cima'
edip de meni indirmeyen erkek hakkında :
«Zekerini yıkar; ve
abdest alır.» buyurmuşlar.
Bu Hadîs-i Buharı
«Kitabû'l - Gusl» de tahric etmiştir.
«Kadına temas eden
nesneyi yıkar...» cümlesinden murad kadının fercine temas eden zekerini yıkar
demektir. Burada Buhâri sarihlerinden Kirmâni şöyle diyor:
«Eğer bundan maksad
kadının fercinden bulaşan rutubeti yıkamak-sa, o halde bu söz bu manaya nasıl
delâlet ediyor? Zahire göre kadına mutlak surette temas eden el ve ayak gibi
uzuvları yıkamak vacib değildir? dersen, ben de derim ki: Bu sözde izmar
vardır. Yahut bu söz kinayedir. Çünkü şöyle takdir edilir. «Erkek kadının
fercine temas eden uzvu yıkar» bu ise lâzımı zikir, melzumu murad kabilinden
kinayedir. Zira kadına temas lâzım, rutubet bulaşması da melzumdur.»
Anlaşılıyorki; erkek
evvelâ avret mahallini yıkayacak, sonra abdest alacaktır. Hatta hadîsin bir
rivayetinde namaz abdesti gibi abdest alacağı tasrîh edilmiştir.
Buhârî bu hadîsi
rivayet ettikten sonra «Yıkanmak daha ihtiyattır» demiş ve hadîsin mensûh
olmadığına işaret etmiştir. Fakat Cumhur'u ulemâya muhalefet ettiği için İbnü'l
A'râbî (468-543) kendisine şiddetli tariz de bulunmuş: «Meni gelmese bile her
cima'mn gusl icab edeceğine Ashab-ı Kiram ve onlardan .sonra gelen ulemâ
ittifak etmişlerdir. Bu bâbda Davud-u Zahirî 'den başka muhalif yoktur. Onun
muhalefetine de itibar yoktur. Binaenaleyh din imamlarından ve müslüman
ulemasının en büyüklerinden biri olduğu halde nasıl olurda İmam Buharî burada
guslün müstehab olduğunu söyleyebilir. Ama ihtimâl o bu sözü ile «dinde ihtiyat
olan yıkanmaktır» manasını kastetmiştir. Bu mesele Usul-ü dinde meşhur bir
babtır. İmam Buharî 'nin ilmine ve imamlığına yakışan da bu mânâdır» demiştir.
İbnü'l A'rabî 'nin ittifak
iddiası söz götürür. Çünkü az yukarıda da arz ettiğimiz vecihle bu mesele
hakkında Ashab-ı Kiram arasındaki hilaf meşhurdur. Yalnız Nevevî'nin dediği
gibi bu mesele hakkında ihtilâf eden Ashab ile tabiinden sonra icma' vak'i olmuştur
denilebilir. Tahâvî'nin (238-321) rivayet ettiği bir habere göre Resûlüllah
(Saîlalîahü Aleyhi ve Selîem) in ashabı Ömerü'. bnü'l Hattab'm huzurunda
cünüplükten yıkanma meselesini müzakere etmişler. Bazıları: «Sünnet mahalli
sünnet mahallini geçtimi gusül vacip olur demiş, diğer bazıları yıkanmak ancak
meninin çıkması ile vacib olur» idiasında bulunmuşlar. Bunun üzerine Ömer (Radiyallahû anh)
«Sizler en hayırlı
insanlar, Bedr gazileri olduğunuz halde hu meselede böyle ihtilâf ederseniz,
sizden sonra gelenlerin hali ne olur? de.mîş. Hemen Ali b. Ebi Tâ1ib söz alarak;
«— Ya Emire'l
Mü'minin. Bu meseleyi öğrenmek istersen Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem)
in zevcelerine birini gönderde sorduruver» demiş.
Ömer (Radiyallahû anh)
'da Aişe (Radiyallahû anha)ya bir adam göndererek sordurmuş. Hz. Aişe:
«Sünnet mahalli,
sünnet mahallini geçtimi muhakkak gusl vacib olur»
cevabını vermiş.
O zaman Ömer (Radiyallahû anh) şunu söylemiş :
«Bundan sonra gusül
ancak meninin çıkması dolayisiyle vâcib olur diyen birini işitmeyeyim, yoksa
şiddetle cezalandırırım. « Tahâvi bunları
kaydettikten sonra şöyle demektedir.
«İşte Ömer. Halkı
Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı huzurunda bu meselede
yıkanmaya teşvik etmiş kendisine hiçbir itiraz eden bulunmamıştır.»
Hâsılı, Ashab-ı
Kirâm'dan sonra bâzı zevat menî nazil olmayan ci-ma'dan gusül lâzım
gelmiyeceğine kail olmuşlarsada ulemânın büyük ekseriyeti lâzım geleceğine
ittifak ettiklerinde şüphe yoktur. Bu sebeple bu mesele hakkında icma'ı ümmet
vaki olduğu söylenmiştir. Atâ' ;
«Bu meselede nâs
ihtilâf ettikleri için ben en sağlam bir mesnede is-tinad etmiş olmak
maksadıyle yıkanmadıkça canım rahat etmiyor» dermiş.
86- (347)
Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Hümeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Abdüssamed b. Abdülvârîs rivayet etti. H.
Bize Abdülvâris b.
Abdüssamed'de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden, o
da Hüseyin b. Zekvân'dan, o da Yahya b. Ebî Kesir'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana Ebû Seleme haber verdi, ona da Atâ' b. Yesâr haber vermiş,
ona da Zeyd b. Hâlid el - Cühenî haber vermiş, ki Kendisi Osman b. Affan'a
sormuş ve şöyle demiş.:
«Bir adam karısı ile
cima' ederde menisini indirmezse ne buyurursun?» dedim. Osman:
«Namaza abdest alır
gibi abdest alır ve zekerini yıkar» dedi ve şunları ilâve etti. :
«Ben bunu Resûlüllah
(Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) den işittim.»
(...) Bize
yine Abdülvâris b. Abdüssamed rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden, o
da Hüseyin'den naklen rivayet etti. Yahya demiş-ki: Bana Ebû Seleme'de haber
verdi. Ona da Urvetü'bnü Zübeyr haber vermiş. Ona da Ebû Eyyûb kendisinin bu
hadîsi Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) den işittiğini haber vermiş.
Bu Hadîsi Buhâri
«Kitabü'l Vudû» ve «KUâbü'l - Gusl) de tah-ric etmiştir. Osman (Radiyaîlahû
anh) m evvelâ abdest almayı sonra zekerini yıkamayı zikretmesi, bu işin bu
tertib üzere'yapılmasını îcâb etmez. Çünkü cümleler birbiri üzerine atıf
edatlarından (vav) ile bağlanmıştır. Vav tertibe delâlet etmez. O mutlak
surette cemi' bildirir. Yani iki iş birden yapılacaktır. Binaenaleyh ibarede
her ne kadar zekerin yıkanması sonra zikredilmişsede fi'len evvelâ o yıkanacak
sonra abdest alınacaktır. Nitekim bunu tasrih eden rivayetler de vardır.
Mamaafih evvelâ abdest alsada sonra zekerini yıkasa abdesti bozulmaz.
1- Karısı
ile cima' ederek menisini indirmeyen kimseye yıkanmak va-cib değildir. Ona
vâcib olan yalnız zekerini yıkamak ve namaz abdesti alır gibi bir abdest
almaktır. Ancak yukarıda da beyân ettiğimiz gibi bu hadîs mensûhtur.
Binaenaleyh bugün onunla amel edilemez. Maksat: Bu hadîs mensûh olmasa ondan bu
hüküm çıkardı demektir. Onun hükmünü nesheden hadis bu bâbdan sonra
görülecektir.
2- Ulema
bütün zekerin mi yoksa ona mezi gibi pislik bulaşan yerin mi yıkanacağında
ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik 'e göre bütün zekeri yıkamak Şafii'ye
göre ise yalnız pislik bulaşan yerini yıkamak vacibtir. Malikîlerden bazıları bu meselede Hz. Şafiî
ile beraberdirer. Zührî'den bir rivayete göre hayalara mezi bulaşmamışsa
onları yıkamak lâzım değildir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Hanbe1î'lerden
îbni Kudâme (541 - 620) «El - Mugnî» nam
eserinde; «Mezî abdesti bozar, mezi şehvet sebebiyle çıkan kaygan bir sudur.
Zekerin başında bulunur. Bunun hükmü hususundaki
rivayetler muhteliftir. Bir rivayette
istincâ ve abdest îcab etmez. İkinci bir rivayete göre mezîden dolayı zekeri
ve hayaları yıkayarak abdest almak vacibtir.» diyor. Tahâvî: «Peygambe r
(Sallaüahü Aleyhi ve Seltem) in edep yerlerini yıkaması vacib olduğu için değil
büzülsünde mezi çıkmasın diyedir. Buna delil
Müs1im'in sahihinde rivayet ettiği:
«Abdest al ve fercinin
üzerine su serp.» hadisidir. Hanefîlerle Şâfiî ve Mâ1ik'in ve bir rivayette
Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur.» demiştir.
87- (348)
Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Gassân el - Mismaî rivayet ettiler. H.
Bize bu hadîsi
Muhammed b. el - Müsennâ ile tbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. Bu ravilerin
hepsi dediler ki. Bize Muâz b. Hişam rivayet etti dedi ki: Bana babam,
Kâtade'den, Matar'da Hasan'dan, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet ettiler ki Nebiyullar
(Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Erkek kadının dört
şu'besi arasına oturup da onu yorarsa kendisine yıkanmak vacib olur.» buyurmuşlar.
Matar'ın hadîsinde :
«Meniyi indirmese
bile.» kaydı vardır. Râvilerden Züheyr : «Kadının dört eş'ubu arasına.» diye
rivayet etti.
(...) Bize Muhammed
b. Amr b. Abbâd b. Cebele rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ebî Adiy
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana Vehb b. [62]
Cerir rivayet etti. Bunların ikiside Şu'be'den, O da Kâtade'-den bu isnadla b
uhadîsin mislini rivayet ettiler. Ancak Şu'be'nin hadisinde:
«Sonra varını yoğunu
sarfederse.» kaydı vardır. «Meni indirmese bile.» dememiştir.
Bu Hadîs-i Buhâri
«Katâbü-I - Gusl» de, Ebû Dâvûd (202 - 275) Nesâi (215 - 303) ve İbni Mâce (209
- 273) dahi «Kitabü-t Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.
Şu'ab : Şu'be'nin
cem'idir Şu'be, İbni Esîr'in beyânına göre herşeyin bir kısmı ve parçası
demektir. Hadîsin bir rivayetinde şu'ab yerine «Eş'ub» denilmiştir. Eş'ub
toplanmak manasına gelen şâabm cem'idir.
Hadîsdeki dört
Şu'beden ne kastedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlar
elerle ayaklardır. Bir takımları ayaklarla uyluklar olduğunu söylemişlerdir.
Kâadi İyâz (476-544)'a göre bundan murad kadının dört tarafı yani kollariyle
bacaklarıdır. En akla yakın mânâ ellerle ayaklar yahut ayaklarla uyluklar
olmasıdır. Bununla kinaye suretiyle cima' kastedilmiştir. U44Ş- < cümlesini bazıları :
«Sonra kadına var
kuvvetini sarfederse.» şeklinde, bir takımları da : «Kadını yararsa» mânâsında
tefsir etmişlerdir. .
1- Gusl icab
etmek için meninin gelmesi şart değildir. Haşefe yani sünnet mahallinin
kaybolması ile erkeğe de kadına da gusl lâzım gelir. Bugün bu mesele hakkında
hiç bir hilaf yoktur. Hilaf ilk zamanlarda mevcuttu. Yukarıda da beyân
ettiğimiz gibi. ulemâdan bazıları menî gelmemek şartıyla yapılan cima'ın
gusülü icap etmiyeceğine kail olmuşlardı. Bu zevat: Hz. Osman ve Ubey b. Ka'ab
(Radıyallahu Anhüma) hadisleri iîe ve bu bâbda Buharı 'nin Ebu Saîd' Hudri'den;
İbni Mâce'nin Ebû Eyyûb-u Ensâri'-den; Tâhâvi'nin Ebû Hüreyre 'den; îmam Ahmed
b. Hanbel'in İtban-ı Ensâri ile Râfi b. Hadîc'den; Ebû Ya'1a'nin Abdur rahman
b. Avf 'dan, Bez-zar'm Abdullah b. Abbas 'dan tahric ettikleri hadislerle
istidlal etmişlerdir. Bu hadislerde guslü ancak meninin inmesi îcab, edeceği
bildirilmektedir. Cumhurun delilleri de sadedinde bulunduğumuz Müslim hadisleri
ile Tahâvi ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri Hz. Aişe hadisidir. Mezkûr hadisi
birçok hadîs ulemâsı muhtelif senetlerle rivayet etmişlerdir. Tirrnizî onun
hakkında: «Bu hadîs hasen sahihtir, demiştir.» Bu eserler Resûlüllah
(Sallaliahli Aleyhi ve Sellem) in filini yani meni gelmese bile cima'dan sonra
yıkandığını haber vermektedir. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) dan rivayet
edildiğine göre:
«Gusl ancak meni
gelmekle vâcib olur.» hadisi ihtilâm olanlar hakkındadır. Yani bir kimse
rüyasında cima ettiğini görsede meni gelmese ona gusl lâzım değildir, demektir.
Babımızın hadisi muhaliflerin istidlal ettikleri rivayetleri neshetmiştir.
Vakıa buradaki rivayette neshe dair bir kayıt yoksa da Ebû Dâvûd 'un «Sünen»mde
rivayet ettiği bir hadiste Übey b. Ka'b (Radiyallahû anh) Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu işi islâmiyetin başında halka bir ruhsat olsun
diye yapmıştı. Çünkü o zaman sebat azdı, sonra bize yıkanmayı emretti: Bunu
nehy buyurdu... demiştir. Ebû Dâvûd H. Übeyy'in işaretle anlatmak istediği
şeyin: «Gusul ancak menî gelmekle vacib olur» hadisi olduğunu söylemiştir. Bu
mânâda başka bir Jıadîsi Ebu Dâvûd, İbni Mâce ve Tirmizî tahric etmişlerdir.
Tirmizi onun hakkında da «Hasen sahih bir hadistir.» demiştir.
2- Ebû Bekr
Ed-Dekkâk ile Hanbelîlerden bâzıları «Bir şeyi alem yani ism-i hassı ile
zikretmek, hükmün o şeyden başkasında bulunmamasını îcab eder» diyerek menî
gelmemek şartıyla yapılan cima'-nın gusl icab etmiyeceğini ileri sürmüşler ve
şunları söylemişlerdir. «En-sar menîsiz cima'nın guslü îcab etmeyeceğini
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Su ancak sudan dolayı
İcab eder.» hadîsi şerifinden anlamışlardır. Hadîsteki birinci sudan murad
gusl, ikinci sudan murad menidir. Yani yıkanmak ancak menî sebebiyle vacib olur
demektir. Bittabi Ensâr-i Kiram ehl-i lügat ve Fasih araplardandılar. Onlar bu
hadisten yıkanmanın yalnız meni geldiği surete mahsus olduğunu anladılarda
menî gelmemek şartıyla vâki olan cimanm gusl icap etmiyeceğine bu hadîsi delil
getirdiler. Eğer hadiste su isminin betahsis zikredilmesi ondan başkasında bu
hüküm bulunmayacağına delâlet etmemiş olsaydı ensarm istidlalleri de sahih
olmamak îcâbederdi.
Bunlara Buhârî şârihi
Aynî şu cevabı vermiştir. Hadîste suyun zikredilmesi hükmün ona tahsisi
kabilinden değildir. Su «Elif - lâm» ile ma'rife olarak zikredilmiştir. Elif
Lâm'm hükmü ortada malum ve ma'hud bir şey bulunmadığı zaman istiğrak ifâde
etmektir. Biz de En-sar-ı Kiramın anladıkları gibi bu sözün istiğrak ve inhisar
mânâsı ifâde ettiğine kailiz. Lâkin başka bir delil, yâni; icma' hay^ ile
nifastan dolayı yıkanmanın vâcib olduğunu bildirince; bunlardan mâda yerlerde artık
inhisara mahal kalmamıştır; ve mânâ şöyle olmuştur: «Meniye müteallik bütün
yıkanmalar suya münhasırdır. Bu hüküm başkasına sabit değildir.» Gerçi burada
da meni inmeden yapılan cima'da gusl lâzım gelmemek îcâb eder gibi bir sual
hatıra gelebüirsede buna şöyle cevap verilir. Meni bazen ıyânen bazen de
takdîren sabit olur. Nitekim erkekle kadının sünnet mahalleri birbirlerine
kavuştuğu zaman hakikaten meni yoktur; fakat takdiren vardır. Çünkü maruf
tabiri ile iltika-i hıtâneyn denilen bu iş meninin gelmesine sebeptir.
Hakikatini görmeğe imkan olmayan böyle gizli yerlerde sebep müsebbinin yerine
ikame olunur. Nitekim uyku halinde insanın abdesti bozulup bozulmadığını
anlamasına imkan olmadığı için abdestin bozulmasına sebep olan uyku müsebbeb
yerine ikame edilmiş ve uyku abdesti bozar denilmiştir.
88- (349)
Bize Muhammed b. el - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Muhammed b.
Abdillah el [63] Ensarı rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize
Hişam b. Hassan
rivayet etti. (Dedi ki) : Humeyd b.
Hilâl [64] Ebu
Bür-de'den, o da Ebû Mûs'el - Eşari'den
naklen rivayet etti. H.
Bize yine Muhammed b.
el - Müsenn'â rivayet ettj. (Dedi ki) : Bize Ab-dül Â'lâ rivayet etti. Bu hadis
onundur. (Dedi ki) :Iîize Hişâm, Humeyd b. Hİlâl'den rivayet etti, o: Ebû
Musa'dan demiş: Halbuki ten bu hadisin yalnız Ebû Bürde'de rivayet edildiğini
bilirim. Ebû Mûsâ şöyle demiş.
Bu bâbta Muhacirlerle
Ensâr'dan bir cemaat ihtilâf ettiler. Eıısâr;
«Gusl ancak defkden
yahut meniden dolayı lâzım gelir, dediler
Muhacirler ise:
«Hayır, Cima' varını?
gusl vacibdir» mukabelesinde bulundular.
Râvi diyorki, Ebu Musa
şöyle dedi:
«Ben sizi bu
münakaşadan kurtarayım dedim ve kalkarak, Aişe'nin yanına girmek için izin
istedim. Bana izin verildi. Aişe'ye dedim ki; Ey anneciğini; yahut ey
müminlerin annesi! Ben sana birşey sormak istiyorum, ama senden de utanıyorum.»
Aişe :
«Seni doğuran annene
sorabileceğin bîrşeyi bana sormaktan utanma; çünkü ben de senin annenim» dedi
ben :
«Öyle ise guslü icab
eden nedir?» dedim Aişe :
«Bilene rastladın;
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seîîem):
«Erkek (cadının dört
şu'besi arasına oturur da sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse gusl
vacib olur.» buyurdular, dedi.
Deik :
Meninin atıla atıla gelmesidir. Aslında suyun şiddetle dökülmesi manasınadır. cümlesi
«Tam sorduğunun hakikatini bilen mütehassısına rastladın manasınadır.
Bu cümleyi ilk defa
arap hükemasmdan Malik b. Cübeyr söylemiş. Sonraları darb-ı mesel olarak
kalmıştır. Hz. Hasan bey'at için Irak'a giderken yolda meşhur şair Ferezdak'a rastlamış;
— Kendisine ne var ne
yok diye sorunca; Ferezdak şu cümleyi kullanmış.
«Halkın kalpleri
seninle amma kılıçları Beni Ümeyye ile beraberdir.» demiştir.
Hadisdeki: «Mess» den
murad cima'dır. Hıtân dahi sünnet olmak manasına gelirsede burada murad sünnet
yeridir.
«Sünnet mahalli sünnet
mahalline temas ederse...» cümlesinden mu-rad cima eder de erkeğin aletinden
haşefe miktarı kadmm fercine dahil olursa gusl vacip olur, demiştir. Yoksa;
sırf dokunmak değildir. Çünkü zekerin sırf kadının sünnet mahalline dokunması
bütün ulemânın ittifakı ile guslu icap etmez, İbni Kudame «el Mugni» nam
eserinde şunları söylemektedir.
«Guslü icab eden şey
haşefenin ferce dahil olmasıdır. Bu hususta ci-ma'mn öne yapılsın arkaya
yapılması insana veya hayvana; ölü veya diriye, gönüllü veya zorla, uyurken
veya uyanık olarak îka-ı müsavidir.
Hanefîlere göre;
erkekle kadının sünnet mahalleri birbirine kavuşurda haşefe miktarı duhul vâki'
olursa gusl vacibdir. Haşefe miktarı duhul yoksa sırf sünnet mahallerinin
birbirine değmesi guslü icab etmez. Yalnız imâm Âzam'la İmam Ebû Yusuf'a göre
abdest almak lâzım gelir. İmam Muhammed'e göre abdestte lâzım değildir.
Hanefîlerin «el-Muhit» adlı kitabında; «Bir adanı bakire olan karısına yakınlık
etse menî gelmedikçe gusl icab etmez. Zira kadının hâlâ bakire kalması duhul
olmadığına delâlet eder. Lâkin bakire kadın fercinden başka bir yerine cima
edilmek suretiyle gebe kalsa hem kadına hem kocasına gusl vacib olur. Buna
sebep meninin gelmesidir. Çünkü meni olmakasızm gebelik sübut bulamaz.
Ebû Hanîfe (Rahimehuîlah)
Hayvana veya ölüye cima etmekle gusl vacib olmaz meğerki; menî gele demiştir.
Babımızın hadislerini
şerh ederken Nevevî (631-676) şunları söylemiştir. «Hadîsin mânâsı şudurki:
Guslün vacip olması için menî gelmesi şart değildir. Her ne zaman haşefe ferce
dahil olursa, hem erkeğe hem kadına gusl vâcib olur. Bugün bu meselede hilaf
yoktur. Eshâb-ı Kiramdan bâzıları ile onlardan sonra gelen zevat buna
muhalefet etmişler.. Fakat sonraları söylediğimiz şekilde icma'ı ümmet vâki
olmuştur. Bunu yukarıda da beyan etmiştik. Ulemâmızın beyanına göre; erkeğin
haşefesi kadının veya erkeğin dübürüne veya bir hayvanın ferci ile dübürün-den
birine dahil olsa gusl îcab eder. Bu babda insan veya hayvanın ölü veya diri,
küçük veya büyük olmaları ve keza o işin kasten veya unutarak yapılması, kendi
arzusu ile veya zorla îkâ edilmesi müsavidir. Erkek uyurken onun aletini kendi
aletine idhal etmesi ve keza zekerin intişar edip etmemesi, erkeğin sünnetli
veya sünnetsiz olmasının bir farkı yoktur. Bütün bu suretlerde hem faile hem
mef'ûle gusül vacip olur. Meğerki; faille, mef'ûlden biri sabîy ola. Bu
takdirde ona gusl vacip olmaz. Çünkü mükellef değildir. Fakat cünüp olmuştur;
denilir. Eğer sabîyy-i mümeyyiz olursa ona yıkanmasını emretmek velisine vacib olur.
Nitekim abdest almasını da emretmek vacibtir. Böyle bir sabî ve sabiyye
yıkanmadan namaz kılsalar kıldıkları namaz sahih olmaz Âkil baliğ olmazdan
önce yıkanmayan sabiye baliğ olduktan sonra yıkanmak vacibtir. Sabî iken
yıkansada sonra bulûğa erse tekrar yıkanması lâzım gelmez.
Ulemâmız cima'da
nazar-ı itibâra alınacak cihetin, sağlam kimselerde haşefenin duhulü olduğunu
söylerler. Bu cihet ittifâkîdir. Haşefe ta-mamiyle görünmez olursa bu cima'a
bütün hükümler taalluk eder. Bütün zekerin duhulü bi-1' ittifak şart değildir.
Haşefenin yalnız bir kısmı dahil olsa buna da bir ittifak hiç bir hüküm
terettüp etmez. Yalnız- bazı ulemâmız şazz bir kavil olmak üzere buna da bütün
haşefe hükmü verilir demiş-lerse de mezkûr kavil yanlış, münker ve metruktür.
Erkeğin aleti kesilmiş
olursa bakılır. Eğer haşefeden az bir miktarı kalmışsa ona hiçbir hüküm taalluk
etmez. Kalan haşefe miktarı olursa görünmez olacak derecede girdiği takdirde
bütün hükümler taalluk eder. Kalan miktar haşefeden fazla ise bu hususta ulemamızdan
iki meşhur kavil vardır; bunların esah olanına göre ahkâm haşefe miktarına,
taalluk eder.
İkinci kavle göre :
Kesildikten sonra uzvun geriye kalan kısmı ta-mamiyle görünmez olmadıkça hiçbir
hüküm terettüp etmez.
Bir kimse zekerine bez
sararak bir kadının fercine idhal etse bu hususta ulemâmızın üç kavli vardır.
Bunların sahih ve meşhur olanına göre erkeğe ve kadınada gusl vacibtir. İkinci
kavle göre ikisinede bir şey lâzım değildir.
Üçüncü kavle göre;
sarılan bez kalın olurda lezzetin ve ıslaklığın geçmesine mâni teşkil ederse
gusl vacib değildir. Aksi takdirde gusl vacibtir. Bir kadın fercine hayvan
zekeri idhal etse yıkanması vacip olur, kesilmiş zeker idhal ederse esah kavle
göre kadına yine gusl vacip olur.» Nevevî'nin sözü burada nihayet bulur.
89- (350)
Bize Hârûn b. Maruf ile Hârûn b. Said el-Eylî rivayet et-tüer. Dediler ki: Bize
İbni vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İyâz b. Abdillah, Ebû Zübeyr'den o da
jCâbir b. AbdîIIah'dan, o da [65]
Ünımii Kül-süm'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi
Âişe'deıı naklen haber verdi: Âişe şöyle demiş.
«Bir adam ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'e, zevcesi ile cima' yaparak menisini inzal
etmiyen kimsenin hükmünü sordu. Bu karı kocaya gusl vacip olur mu? dedi,
Aişe'de orada oturuyordu, Kesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
S elle m):
«Sununla ben,
ikimiz bunu yapıyoruz, sonra
yıkanıyoruz.»: buyurdular.
İksâl :
Meniyi zaptetmek inmesine mâni olmaktır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in :
«Sununla ben, ikimiz
bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz.» buyurarak Aişe (Radiyallahû anha) yi
göstermesi onu bizzat kendisinin de yaptığına beyândır. Çünkü böyle söylemesi
soran zata daha ziyâde tesir eder.
1-
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fiilleri vücûp ifade eder; aksi
takdirde bu söz soran zâta cevap teşkil etmez. Fakat mesele ulemâ arasında
tafsilâtlıdır. Bir defa fiil Kasdî yapılmış olmalıdır. Kasıtsız olarak meselâ;
uyku halinde yaptığı fiiller bundan hâriç kaldığı gibi zelle tabii fiiller,
mücmeli beyan ettiği fiiller ve ResûlüIIah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in
zâtına mahsus fiilleri de hariçtirler.
Zelle : Hata sureti ile
yaptığı fiildir. Hz, Adem'in memnu' olan ağaçtan yemesi Musa (Aleyhisselâm)
'm-kıpti ye dokunmakla ölümüne sebep olması gibi.
Tabii fiillerden murâd
yiyip -içmek, oturup- kalkmak gibi mubah olan fiillerdir.
Mücmeli beyandan murâd : Anlaşılması izaha muhtaç olan âyetlerin izah ve
tefsiridir. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu husustaki beyânı
âyete tabidir. Tabi' için ise ayrı hüküm yoktur. Âyet o fiilin vâcib olduğunu
bildiriyorsa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in fiili de vaciptir.
Mubah olduğunu bildiriyorsa onun fiili de mubahtır.
Resûl-ii Ekrem
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) efendimizin zatına mahsus yâni ümmetine değil de
yalnız ona vâcib olan bir takım fiilleri vardır. Teheccüd denilen gece namazı
ile duha ismi verilen kuşluk namazı bunlardandır. Mezkûr namazları kılmak
ümmeti için farz değil fakat onun için farzdır.
İşte bu saydığımız
fiiller ümmet için hüccet değildirler. Bunlardan başka işlediği fiillere
gelince: Evvelâ fiilin sıfatına bakılır. Eğer ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hakkında o fiil vâcib ise ümmeti hakkında da vâcib, müstahab ise ümmeti
hakkında da müstahabtır. Fi'lin Peygamber-i Zişan (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
hakkındaki sıfatı bilinmiyorsa o fiilin yakînen bilinen en aşağı derecesi ile
amel olunur ki; o da mubah olmasıdır.
2- (Aleyhisselâtü vesselam) Efendimizin Hz. Aişe'ye
işaretle :
«Sununla ben ikimiz
bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz» buyurması hin- hacette böyle bir sözün
zevcenin yanında söylenebileceğine delildir. Bir maslahata mebni olduğu için
bu söz çirkin sayılmaz. Ancak böyle bir sözü maslahat ve hacetten dolayı değil
de bir sırrı ifşa maksadı ile söylemek çirkindir.
90- (351)
Bize Abdülmelîk b. Şuayb b. Leys rivayet etti. Dedi ki: Bana bahanı dedemden
rivayet e"tti. Demiş kii Bana UkayI b. Halici rivayet etti, dedi ki: İbni
Şihab şunu söyledi. Bana Abdülmelik b. Ebî Bekr b. Abdurrahman b. Haris b.
Hişâm [66]
haber verdi, Ona da Haricetü'bnü Zeyd el - Ensâri [67]
haber vermiş ki babası Zeyd b. Sabit şunları söylemiş: Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) 'i :
«Abdest; ateşte pişen
şeylerden dolayı icab eder.» buyururken işittim.
... - (352)
İbni Şihab dedi ki: Bana Ömer b. Abdilâziz haber verdi, ona da Abdulah b. İbrahim
b. Kaariz [68] haber vermİşki kendisi
Ehu Hü-reyre'yi mescidde abdest alırken bulmuş, Ebû Hüreyre:
«Ben sadece yediğim
keş kırıntılarından dolayı abdest alıyorum. Çünkü Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem)'i:
«Ateşte pişen şeyleri
yedikten sonra abdest alın.» buyururken işittim,» demiş.
... - (353)
İbni Şihâb dedi ki: ana Said b. Hâlid b. Amr b. Osman [69] haber
verdi. Ben kendisine bu hadîsi rivayet ederken o da ateşten pişen şeylerden
dolayı abdest almak lâzım gelip gelmiyeceğini Urvetü'bnü Zü-beyr'e sorduğunu
söyledi. Urve Şöyle demiş: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in zevcesi
Aişe'yi «Resülüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem) :
«Ateşte pişen şeyler
(İ yedik) den sonra abdest alın.» buyurdular, derken işittim.
Buradaki birinci
rivayetin senedindeki Abdülmelik b. Ebî Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam
yerine bazı nüshalarda Abdullah b. Ebî Bekr denildiği yani Abdü1me1ik'in yerine
Abdu11ah'm konulduğu görülmüşse de bunun hatâ olduğunu Ebû Ali el-Gassani ve
başkaları beyân etmişlerdir. Doğrusu burada zikredilendir.
İkinci rivayetteki
Abdullah b. İbrahim b. Kaariz'-m yerine Müslim Cuma bahsinde İbrahim b. Ab,
dillah b. Kaarız'ı zikretmiştir. Bu isim hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
İmam Müslim adeti vecihle burada da evvelâ mensûh hadisleri, sonra onlan
nesheden rivayetleri zikretmiştir. Diğer hadîs imamlarının dahi bu gibi
yerlerde adetleri Müs1im'in âdeti gibidir. Filhakika yukarıdaki üç rivayet
ateşte pişen et ve süt gibi şeyleri yemenin ab-desti bozduğuna delâlet
ediyorsada aşağıdaki hadisler bozmadığını göstermektedirler. Ebû Hüreyre
hadîsi mescitte abdest almanın caiz olduğuna delildir.
91- (354)
Bİze Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Malik, Zeyd
b. Eslem'den, o da Ata b. Yesar'dan, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti.
Ki: Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bir koyun küreği yemiş sonra namaz
kılmış abdest almamış.
(...) Bize
Züheyr b. Harb'da rivayet etti, dedi ki: Bize Yahya b. Said,
Hişam b. Urveden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Vehb b. Keysân [70] ,
Muhammed b. Amr b. Ata' [71] 'dan
o da İbnİ Abbâs'dan naklen haber verdi. H.
Bana Zührî de Ali b.
Abdillah b. Abbâs' [72]'dan,
o da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Ali
dahi babasından, o da İbni Abbas'dan naklen rivayet ettiki Peygamber
(Salîaliahü Aleyhi ve SeUem) etli bir kemik yahut et yemiş, sonra namaz kılmış
fakat abdest almamış; suya da el değdir-memiş...
92- (355)
Bize Muhammed b. Sabbâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Saîd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Zühri, Ca'fer b. Amr b. Ümeyyete'd-Damrî'den o da,
babasından naklen rivayet etti. Babası Re-sûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve
Selîem) 'i bir (Koyun) kürek(in)den kesip yerken görmüş, sonra namaz kılmış,
fakat abdest almamış.
93- (...)
Bana Ahmet b. İsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Vehb rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana Amr b. Haris, İbni Şihâb'dan, o da Cafer b. Amr b. Ümeyyete'd Damri [73] den
o da babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş: Resûlüllah (Salîaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'i bir koyun küreğinden kesip yerken gördüm, Müteakiben
namaza davet edildi. Hemen kalkarak bıçağı attı ve namaz kıldı, fakat abdest
almadı.
İbni Şihâb : «Bunu
bana AH b. Abdillah b. Abbâs babasından, o da Re-sûlülfah (Salîaliahü Aleyhi ve
Sellem) den bunu rivayet etti» demiş.
... - (356) Amr
demiş ki, Bana Bükeyr b. Eşec dahî İbni Abbâs'ın azadlısı Küreyb'den, o da
Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Meymûne'den, o da
Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) Meymûne'nin yanında kürek yemiş. Sonra
namaz kılmış, fakat abdest almamış.
(...) Amr :
Bana Ca'fer b. Rabîa, Yâkup b. Eşecc [74] den,
o da İbni Abbâs'ın azadlısı Küreyb'den, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve
SeUem) in zevcesi Meymûne'den naklen bunu rivayet etti» demiş.
94- (357) Amr
demiş ki : Bana Said b. Ebi Hilâl, Abdillah b. Ubey-dillâh b. Ebi [75]
Râfi'den, o da Ebu Gâtâfan'da, o da Ebu Râfi'dan naklen rivayet etti. Ebu Râfi
:
«Şahadet ederim ki:
Ben Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem)'e koyuıuııı ciğerini kızartırdım. Sonra namaz kılar, fakat abdest almazdı» demiş.
95- (358) Bize
Küteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ukayl'den o da
Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdullah'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet
etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) süt içmiş sonra su isteyerek
ağzını çalkalamış ve:
«Bunun yağı
vardır.» buyurmuş.
(...) Bana
Ahmed b. İsa dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana da Amr haber verdi. H.
Bana Züheyr b. Harb'da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâhyâ b. Saîd, Evzâ'i'den rivayet etti. H.
Bana Harmeletü'bnü
Yâhyâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) :
Bana Yûnus rivayet etti. Bunların hepsi ibni Şihab'dan Ukayl'in Zühri'den
naklettiği isnadla bu hadisin mislini rivayette bulunmuşlardır.
96- (359) Bana
Ali b. Hucr rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize İsmail b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhamnıed b. Amr b. [76]
Halhale, Muhammed b. Amr b. Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (SaiiaiUıhü Aleyhi ve Sellem) esvabını üzerine toplayarak namaza
çıkmış. O esnada kendisine ekmekle etten müteşekkil bir hediye getirmişler.
Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ondan) üç lokma yiyerek cemaata
namaz kıldırmış, hiçbir suya da el değdirmemiş.
(...) Bize
bu hadisi Ebû Küreyb'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Velid b.
Kesır'den rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Amr b. Atâ rivayet etti.
Ben İbni Abbâs'Ia beraberdim...» diyerek hadîsi İbni Halhale hadisinin mânâsı
île rivayet etti.» Bu hadiste «İbni Abbâs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bunu yaptığına şahit olmuş» cÜmlesîde vardır. Birde «Namaz kıldı»
demiş. Fakat «Cemaata kıldırdı» kaydını söylememiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Abdest» bahsinde muhtelif râvîlerden muhtelif lâfızlarla rivayet ettiği gibi
diğer (Kütüb-ü Sitte) sahipleri dahî rivayet etmişlerdir. Hadîsin bir
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir koyunun kürek
etinden yediği diğer, rivayetinde kendisine koyunun içi yani böbrekleri ile
ciğerlerinin kızartıldığı başka rivayetinde süt içip ağzını çalkaladığı daha
başka bir rivayetinde kendisine hediye olarak getirilen et ve ekmekten üç
lokma yediği fakat bütün rivayetlerde bundan dolayı abdest tazelemeye lüzum
görmiyerek namaz kıldığı bildirilmektedir. Buharı 'nin bu bâbda rivayet ettiği
bir hadiste. Ebû Bekr, Ömer ve Osman (Radiyallahû Anhûm) Hazeratmm da et
yedikleri fakat abdest almadıkları bildiriliyor. Aynı ha-disî birçok imamlar tahric
etmiştir. Hattâ Tahavî onu on tarikden rivayet eder. Tahavî Ashab-ı Kiram'dan
birçoklarının et vesaire yedikten sonra abdest almadıklarını da kaydeder.
Buharı 'nin Ashab hadîsini rivayet etmekten muradı ateşde pişen şeyleri yemekle
abdest bozulmayacağına İcma'i sükuti vâki olduğunu anlatmaktır.
İcma'ı Sükûtî : Bir
asırda yetişen müctehidlerin bir mesele hakkında bir kısmının hükmü beyân
etmesi, diğerlerinin de o meseleyi duydukları halde birşey söylemeyip
susmalarıdır.
Görülüyorki; ateşte
pişen herhangi bir yemeğin bâ husus etin abdes-ti bozduğuna ve bozmadığına dâir
rivayetler vardır. Bu sebeple ulemâ iki kısma ayrılmışlardır. Bir kısmına göre
ateşte pişen herhangi bir şeyi yemek Abdesti bozar. Hasan-ı Basrî Zührî, Ebû
Kılâbe, Ebu Miclez ve Halife Ömer b. Abdi Haziz hazerâtı buna kail
olanlardandır. Ashab-ı Kiram'dan Zeydb. Sabit, Ebû Talha, Ebu Mûse'l -Eş'ari,
Ebû Hüreyre Enes b. Malik, Ümmü'l-Mü'minin Aişe ve Ümmü Habîbe ile Ebû Eyyüb
el-Ensarî (Radiyalîahâ Anhûm) haze-ratinm mezhebleri de budur. Delilleri Müs1imıin
bu babta rivayet ettiği hadislerle Nesaî (215 - 303), Taberanî (260-360) ve
Tahâvî (238 - 321)'nin rivayet ettikleri Zeydü'bnü Sabit (RadiyaUahû anh)
hadisi; yine Tahâvî ile Tabâranî 'nin rivayet ettikleri Ebu Talha hadisi
Tirmizî (209-279) ile İmam Ahmed b. Hanbel'in (164-241) rivayet ettikleri Ebu
Hüreyre hadisi ve Tahavî 'nin rivayet ettiği Seh1 b. Hanza1e hadisidir. Mezkûr
hadisler ateşte pişen şeylerin abdestin bozacağına delâlet ederler.
Selef ve Halefin
cumhuruna göre ateşte pişen herhangi bir yemeği yemekle Abdest bozulmaz.
Nitekim Ashab-ı Kiram'dan Ebu Bekri Sıddik, Ömer b. Hâttab, Osman b. Affân Ali
b. Ebi Tâlib, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Ab-bâs, Abdullah b. Ömer,
Ebud-Derdâ, Cabir b. Semura, U"bey b. Ka'b, Amir b. Rabia ve Ebü Ümâme
(RadiyaUahû anhûm) hazerâtı ile diğer birçoklarının .mezhebleri bu olduğu gibi
Cumhur-u tabiin ve Mezheb imamlarından E b'u. Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed b.
Hanbel de buna kaildirler. Aynı kavil hadis imamlarından İshâk b. Rahuye,
Yâhyâ b. Yâhyâ, ve Ebu Sevr gibi zevattan da rivayet olunmuştur. Bu zevatın
delilleri de babımızın neshe delâlet eden hadisleri ile İbni Abbâs 'dan, Amr
b. Ümeyye 'den ve daha başkalarından rivayet edilen birçok hadislerdir. Bu
hadisler ateşte pişen birşeyi yemekle abdestin bozulacağını bildiren hadisleri
neshetmiş-lerdir. Bâ husus Câbir (RadiyaUahû anh)'dan rivayet edilen bir hadis
bu bâbda soylecek söz bırakmamıştır. Zira Hz. Câbir «Bu iki şıktan Resûlüllah
(SaUallahii Aleyhi ve Seîlem) 'in son olarak yaptığı ateşte pişen bir şeyden dolayı
abdest almamalttı» demiştir. Bu hadis abdest îcab eden hadislerin nesh
edildiğini sarahaten göstermektedir. Hadisi Tahavi, Ebu Dâvud, Nesai ve İbni
Hibban rivayet etmişlerdir.
Gerçi nesh ancak
tarihle bilinir. Müslim 'in rivayetlerinde tarih zikredilmemiştir. Lâkin «El-Muvâtta»
da hâdisenin Huneyn gazasında, geçtiği
tasrih edilmiştir. Bu gaza ateşte
pişmiş yemeğin abdesti bozacağım
bildiren hadislerin söylenmesinden çok sonradır, Câbir hadisi de son olarak
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'in pişmiş yemekten sonra abdest
almadığını bildirir Du bâbda İbni Abbas ile Ebu Hüreyre münazara yapmışlar,
İbni Abbâs:
«Ateşten pişen şeyden
abdest lâzım gelirse kaynak su ile abdest almak da caiz olmamak icab eder»
demiş. Ebu Hüreyre:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den bir hadis rivayet olunurken ona misâl getirme»
mukabelesinde bulunmuştur.
İkinci bir delilleri
de abdest icab ettiğini gösteren delillerden muradın Şer'î değil lügavî abdest
alması ihtimalidir. Yani et ve süt gibi yağlı şeyler yiyenin elini ağzını
yıkaması emrolunmuştur. Lügaten buna da abdest denilebilir.
Son rivayette «İbni
Abbas, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığına şahit olmuş»
denilmesi Hz. İbni Abbâs‘ın ilk rivayetinden doğacak bir şüpheyi gidermek
içindir. Şüphe şudur; bundan önceki rivayetin senedinde sıra İbni Abbâs
(RadiyaUahû Anhüma) gelince «İbni Abbas'da Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etmiş» denilmiştir. Bundan İbni Abbâs (RadiyaUahû
Anhüma) 'nm hadiseyi gözüyle gördüğü yüzde yüz anlaşılmamakta görmüş olması
ihtimali muhtemel olduğu gibi, görmeyip başkasından işitmiş olması ihtimali de
çıkartabilmektedir. Başkasından işittiği takdirde ise; hadis mürsel olur.
Gerçi; Cumhurun kavline göre onunla yine istidlal edilebilirse de Ebu İshâk
el-Esferai 'nin kavline göre böyle bir hadisten hüccet olamaz. İşte İmam Müslim
bu ciheti nazar-ı dikkate alarak ikinci rivayette İbni Abbâs hazretlerinin
vak'ayı bizzat müşahade ettiğini bildiren rivayeti göstermekle, bu bâbdaki
şüpheyi gidermiş ve hadise hiçbir diyecek olmadığını anlatmak istemiştir.
1- Ateşte
pişen et, süt vesaire gibi yiyecekleri yemekle abdest bozulmaz.
2- Eti
bıçakla kesmek caizdir, vakıa Ebu Davud'un «Sünen» inde rivayet ettiği bir
hadiste bundan menedilmişsede o hadis zayıftır. Sabit olsa bile ihtiyaç
olmadığı zaman bıçak kullanmak memnudur, diye tahsis olunur.
3- İmamları
namaza davet etmek caiz hatta müstehabdır. Resû1ü11ah (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) 'i namaza davet
eden Bi1â1-ı Habeşî (Radiyaîlahû anh) 'dır.
4- Nefî
üzerine şahadet etmek caiz ve makbuldür, Elverirki; nefiy edilen şey burada
olduğu gibi mahsur bulunsun. (Burada mahsur bulunan şey abdest almadı
cümlesidir.)
5- Yemekten
ve süt gibi yağlı şeyleri içtikten sonra ağzı çalkalamak müstahabdır. Bundan
maksat ağzın temizlenmesi ve yağlı maddelerle, yemek kırıntılarının dişlerin arasında kalarak namaz
esnasında yutulmasına mani olmaktır.
6- Yemekten
önce ve sonra elleri yıkamanm hükmü ulema arasında ihtilaflıdır. Makbul olan
kavle göre bunların ikisi de müstehabdır. Meğerki ellerin tertemiz olduğu
yüzde yüz bilinsin. İmam Malik
(Radiyaîlahû anh) «Eller temizse yemekten önce ve sonra onları yıkamak müstahab
değildir. Ancak yemekten evvel eller kirli yemekten sonrada yemeğe kokacak
şekilde bulaşık olursa yıkamak
müstahabdır» demiştir.
97- (360)
Bize Ebû Kamil Fudayl b. Hüseyin el - Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû Avâne Osman b. AbdiIIah b. Mevheb'den, [77] o da
Ca'fer b. Ebû Sevr'den, [78] o da
Câbir b. Semure'den [79]
naklen rivayet ettiki. Bîr zat Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) 'e :
— «Koyun eti yedikten sonra abdest alayım mı?»
diye sormuş Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) :
— «İstersen al, istersen alma.» cevabını
vermiş. O zat :
— Deve eti yedikten sonra abdest alayım mı?»
diye sormuş Resûl-ü Ekrem (Sallailahü
Aleyhi ve Seîlem):
— «Evet, deve eti yedikten sonra abdost al.»
buyurmuşlar. O zat :
— «Koyun ağıllarında namaz kılabilirmiyim?» demiş
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve
Seîlem) :
— «Evet!»
cevabını vermiş.
— Deve ireklerinde namaz kılabilirmiyim?» diye
sormuş Efendimiz (Buna) :
— «Hayır!»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâvi-ye b. Amr rivayet
etti. (Dedi (ki) : Bize Zaide, Simâk'tan rivayet etti. H.
Bana Kaasim b.
Zekeriya'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydul lah b. Musa Şeyban'dan, o da
Osman b. Abdillah b. Mevheb ile Eş'as b. Ebi'ş- Şa'sa'dan [80]
naklen rivayet etti. Bunların her biri Ca'fer b. Ebi Sevr'den, o da Câbir b.
Semura'dan, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) den naklen Ebû
Kanıil'in Ebû Avâne'den rivayet ettiği hadis gibi rivayette bulunmuşlar.
Bu hadis deve eti yemenin
abdesti bozacağını bildiriyor. Ulemâ bu hususta da ihtilâf etmişlerdir. Başta
Hulefa-i Râşid'în Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (Radiyaîlahû Anhûm) olmak üzere
Abdullah b. Mes'ud, Übey, b.
Ka'b, Abdullah İbni Abbâs, Ebu'd-Derdâ, Ebû Talhâ, Amir b.
Ra-bia ve Ebû Ümame (Radiyalîahû anhûm) ile Cumhuru tabiin, Ebû Hanîfe, Malik,
Şafii ve bu mezheplerin ulemâsı deve" eti yemenin abdesti bozmadığına kail
olmuşlardır.
İmam Ahmed b. Hanbel
ile İahâk b. Râhuye, Yâhyâ b. Yahya, Ebû Bekr İbni'l-Münzir İbni Huzeyme ve Ebû
Bekr Beyhakî'ye göre deve eti abdesti bozar. Bu kavil mutlak surette hadis
ulamasından ve bir kısım Sa-habe-i Kiramdan rivayet olunur.
Abdestin bozulduğuna
kail olanlar, babımızın hadisîyle istidlal ederler. Berâ b. A2 îb (Radiyalîahû
anki 'dan rivayet olunan bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
deve eti yemenin abdesti bozup bozmadığı sorulduğunda, abdest almayı emir
buyurduğu bildiriliyor. İmam Ahmed'le İshak b. Rahuye bu bâb-da biri Câbir
diğeri Berâ (Radiyalîahû Anhüma) dan olmak üzere iki sahih hadis bulunduğunu
söylemişlerdir. İmam Nevevi (631 -676) bu mezhebin delilini daha kuvvetli
buluyor.
Cumhuru ulemâ bu
hadise Hz. Câbir hadisiyle cevap vermişlerdir. Yukarıda da' gördüğümüz vecihle
Câbir (Radiyalîahû anh) hadisinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in son icraatı ateşte pişen bir şeyden abdest almamaktı» denilmiştir.
Koyun ağıllarında
namaz kılmak bilittifak mubahtır. Deve ireklerin-de namaz kılmaz ise kerahet-i
tenzihiye ile mekruhtur. Buradaki kera-hatin sebebi ihtilaflıdır. Bazıları
koyun ağılından daha pis koktuğu için mekruh olduğunu söylerler. Zira koyun ve
deve sidiklerinin necis veya temiz olması hususundaki ihtilâf müsavidir. Yani
birinin necaset veya tahareti diğerininkine tercih edilmiş değildir. İmam
Malik her iki cins hayvanın bevillerinin temiz olduğuna, İmam-ı A'zam Ebu
Hanife ile İmam Şafii ise her ikisinin necis olduğuna kaildirler. Bazıları
«buradaki nehyin deve ireklerine kazâ-i hacet için oturul-masıdır» derler. Bir
takınılanda develer ürkerek namaz kılan kimseyi korkutacağı veya meşgul edeceği
için orada namaz kılmanın men edildiğini söylemişlerdir,
Ibnü-1 Kâtip buradaki
nehyi mûtad olan deve ireklerine tahsis etmiştir. Ona göre geceleyin develerin
yanında yatan bir kimsenin onların yanında namaz kılması mekruh değildir.
Çünkü, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) seferde devesine karşı durarak
namaz kılmıştır.
98 - (361)
Bana Amru'n - Nâkid ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. Bunlar hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Amr
dedi ki, bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'-den, o da Saîd ile Abbad [81] Temîm'den,
Abbâd da amcasından naklen rivayet etti ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e namazda iken; hayaline abdesti bozuldu gibi gelen kimsenin hükmü arz
olumuş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Böyle bîr kimse ses
İşitmedikçe veya koku duymadıkça namazdan çıkamaz.» buyurmuşlar.
Ebû Bekr ile Züheyr b.
Harb kendi rivayetlerinde. «Soran zât Abdullah b. Zeyd'dİr» dediler.
99- (362)
Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüliah (Salkiîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz karnında bir
şey hisseder de ondan bir şey çıkıp çıkmadığını kestiremezse ses İşitmedikçe
veya koku duymadıkça sakın mescidden çık-masın.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'l Vudu'un müteaddit yerlerinde ve «Kitâbü'l Bûyû'» da Ebû Dâvud, Nesâi
ve İbni Mâce dahi «Kitabü't Tahâre» de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Bu manada daha birçok
hadisler varid olmuştur. Ez cümle İbni Huzeyme (223-311) İbni Hibban ( -354) ve
Hâkim (321 - 405)'in tahric ettikleri Ebû Saîd'i Hudr î(Radiyallahû anh)
hadisinde: «Resûlüliah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Birinize şeytan gelir
de abdestin bozuldu derse, yalan söyledin deyiversin; ancak burnu ile bir koku
duyar veya kulağı ile ses işitirse o başka!» buyurdular, denilmektedir. İmam
Ahmed b. Hanbe1'in «Müsned» inde dahi bu manada bir hadis vardır. Ebu Saîd
(Radiyallahû anh) hadisindeki :
«Yalan söyledin
deyiversin.» cümlesini İbni Huzeyme:
«İçinden yalan söyledin
dersin.» şeklinde tefsir etmiştir. Doğrusuda budur. Çünkü namazda olan bir
kimsenin dili ile bunu söylemesi caiz değildir. İbni Hibbân'm «Sahih'inde yine
Hz. Ebu Saîd'den Merfu olarak rivaye tettiği bir hadiste:
«Birinize şeytan gelir
de, sen abdestin i bozdun derse, içinden, yalan söyledin, deyiversin!» buyurulmuştur ki bu da İbni Huzeyme'nin tefsirini te'yid eder.
Namazda olan kimsenin
yellendiğini ya koku duymak, yahut ses işitmek sureti ile bümesidir. Bunlardan
birini iyice bilmedikçe namazdan çıkmak doğru değildir. Sesi kulağı ile
işitmek, kokuyu da burnu ile duymak bil icma' şart değildir. Çünkü sağır olan
bir kimse sesi işitmez, burnu tıkalı olan da kokuyu duyamaz. Binaenaleyh
bunların mevcut olduğunu bilmek kâfidir.
Hattabi (319 - 385) :
«Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki nevi hadisi zikretmekle hükmün
onlara mahsus olduğunu anlatmak istememiştir. Onun verdiği cevap soran zatın
sualine uygun düşmek için bu tarzda varid olmuştur. Ön ve arttan çıkan her şey
bu manâdadır. Bazan namaz kılan yellenir de sesini işitmez kokusunu da duymaz
fakat bu halin vuku bulduğunu iyi bilirse yeniden abdest alması icab eder...»
diyor.
Hadisin birinci
rivayetinde Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sual soran zatın kim olduğu
tasrih edilmemişse de Ebu Bekr ile Züheyr rivayetlerinde bu zatın Abdullah b.
Zeyd olduğu bildirilmiştir. Yalnız bunu ezanın râvisi olan Abdullah b. Zeyd
(Radiyallahû anh) ile karıştırmamahdır. Çünkü o-nun ismi Abdullah b. Zeyd b.
Abdirabbih 'dir. Ve yalnız ezan hadisini rivayet etmiştir. Buradaki Abdullah
ise; Abdullah b. Zeyb b. Âsim 'dır ki buradan başka bazı yerlerde mesele
abdestin sıfatı ve «Sâlâtü'l - İstiska» bahislerinde hadîsleri vardır.
1- Bu hadis
islâmın temellerinden ve Fıkhın kadelerinden birini teşkil eder. Bu kaide
«Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye»'nin onuncu maddesinde: «Bir zamanda Sabit olan
Şey'in hilâfına delil olmadıkça bekası ile hük-molumır.» Şeklinde hülâsa
edilmiştir. Buna mâruf tabiri ile «İstishab» derler. Ulemâ mezkûr kaidede
müttefik iseler de onun nasıl kullanılacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Kaidenin misâli babımızın meselesidir. Yani bir kimse abdestli olduğunu yakînen
bilirde bozulduğunda şüphe ederse o kimsenin abdestli olduğuna hükmedilir.
Şüphenin namaz içinde veya dışında olmasının bir te'siri yoktur. Fukaha bu
hususa ittifak etmişlerdir. Yalnız
İmanı Mâlik 'den iki rivayet
vardır.
Birine göre namaz
hâricinde abdestinde şüphe eden kimseye abdest almak lâzım, fakat namaz içinde
şüphe edene lâzım değildir.
İkinci rivayete göre;
her iki hâlde de abdest alması lâzım gelir. İmam Ma1ik'in birinci kavli Hasan-ı
Basrî 'dende rivayet olunur. Ancak Şafiî1er mezkûr kavli şazz olarak kabul ederler.
Mâ1ik'in ikinci kavli
Şafiilerdende rivayet olunmuşsa da bu kavil garib görülmüştür. İbni Kaani'
İmam Malik 'ten üçüncü bir kavil rivayet eder.Bu kavle göre İmam Malik hazretleri
Cumhur-u ulemâ ile
beraberdir. Yani şüphe ile abdest bozulmaz demiştir. Mâlikİlerden İbni Habib
bu şüphenin yalnız yellenmeğe mahsus olduğunu, diğer hadeslere şümulü
bulunmadığını söylemiştir.
Abdestsiz olduğunu
yüzde yüz bildiği halde abdest alıp almadığında şüpheye düşen bir kimse
ulemânın ittifakı ile abdestsizdir. Şekk meselesi ayrıca Mecelle'nin dördüncü
maddesinde «Şek ile yakın zail olmaz.» şeklinde hülâsa edilmiştir. Bir kimse
karısını boşayıp, boşamadığında veya kölesini azad edip etmediğinde yahut temiz
suyun pislenip, pislenmediğinde veya pis bir şeyin temizliğinde şüphe etse,
keza namazı üçmü kıldı, dörtmü, rükû ile sücûdu yaptımı yapmadımı, oruca veya
namaza niyet-lendimi, niyetlenmedimi? gibi. hususlarda ibadet esnasında şüpheye
düşse bütün bu şüphelerin hiçbir tesiri yoktur. Çünkü kaide icabı: Hadis [82] olan
şey yok hükmündedir. Şafiîier bu kaideden on küsur meseleyi istisna ederler.
2- Şafiilere
göre şekkin iki tarafının müsavi gelmesi hadesîn mevcut olup olmamasmda ve iki
ihtimalden birisini tercih hususunda
tesirsizdir. Onlara göre şek yakînın zıddıdır. Bu tarif Usûl-ü Fikh ulemâsının
Istılahına uymazsada lügat ulemâsının ıstılahına muvafıktır. Böyle müsavi
şekilde tereddüt eden yani abdestli
olduğunu ne kadar tahmin ederse abdessiz olduğunuda o derece tahmin eden
kimseye ihtiyaten abdest almak müstahab olur.
3- Hâ11âbi
«Bu hadiste içtiği görülmeyen yahut içtiğine şahit bulunmayan bir kimseye
itiraf etmese bile üzerinde içki kokusu bulunması sebebile had vurulur,
diyenlere delil vardır.» demişsede Aynî bunun söz götürdüğünü söyleyerek.
«Şer'i hadler şüphe ile sakıt olur. Burada şüphe vardır» diyor.
4- Hadis-i
Şerif Vuk'u bulan hâdiselerin ulemâya sorulmasının ve onların da cevap
vermesinin meşru olduğuna delildir.
5- İlim hususunda
utanmak yoktur. Zira Peygamber
(Satlallakü Aleyhi ve Seîlem) ashabına herşeyi Ta'lim buyurmuştur.
6- Haber-i vâhid makbuldür.
7- Bir hâlde
bulunan kimse o halin hilafı vuku bulmadıkça başka hâle intikal edemez.
8- Hadisi
şerif Ashabın her hususta Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)e müracaat
ederdiklerini göstermektedir.
100- (363)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe, Am-ru'n-Nâkıd ve İbni Ebû Ömer
Toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler, Yahya dedi ki, Bize Süfyan b. Uyeyne
Zührî'den, o da Ubeydullah b. Ab-dillah'dan, o da İbni Abbas'dan naklen haber
verdi. İbni Abbas şöyle demiş: Meymûne'nin azadlı bir cariyesine bir koyun
tasadduk edilmiş. Koyun ölmüş. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) de
onun yanından geçerek :
«Bunun derisini
alsanız da tabaklayıp ondan faydalansanız ya!» buyurmuş oradakiler.
— «O Ölüdür, dediler»
bunun üzerine Resul-u Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Onun ancak yenmesi
haramdır.» buyurmuşlar.
Ebû Bekr ile İbni Ebî
Ömer kendi rivayetlerinde Meymûne (Radiyallahû anha) dan dediler.
101- (...)
Bana Ebut' Tâhir ile Harmele'de rivayet ettiler, dediler ki: Bize İbni Vehb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ubeydullah b.
Abdillah b. Utbe'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki: Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Ölü bir koyun buldu. Bu koyun Meymunenin azadlı
bir cariyesine sadaka malından verilmişti. Bunun üzerine: Resulüllah
(Sallaîîahü Aleyhi ve Seîlem):
— «Bunun derisinden istifade etseniz ya!» buyurdu. (Oradakiler)
— «O ölüdür» dediler. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem):
— «Onu.i ancak yenmesi haramdır.» buyurdular.
(...) Bize
Hasan el-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Ya'kup b. İbrahim b. Sa'd'dan
rivayet ettiler. Demiş ki, Bana babam Sâlih'den, o da tbni Şihab'dan bu isnadla
Yunusun rivayeti gibi rivayette bulundu.
102- (...)
Bize İbni Ebî Ömer ile Abdullah b. Muhammed ez Zührî [83] de
rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. Dediler ki Bize Süfyân, Amr'dan, o
da Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) atılmış bir koyun ölüsünün yanına uğradı. Bu koyun
Meymunenin azadlı bir cariyesine sadaka malından verilmişti. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Bunun derisini alarak
tabaklasalar da ondan istifade etseler ya!» buyurdular.
103- (364)
Bize Ahmet b. Osman en - Nevfeli rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âsim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize îbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dinar
haber verdi. (Dedi ki) : Bana hayli zaman önce Ata haber verdi. Dedi ki Bana İbni
Abbâs haber verdi. Önada Meymûne haber vermiş ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem) zevcelerinden birinin bir koyunu varmış; koyun ölmüşde Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Onun derisini alsanız
da ondan istifade etsenizdi ya!» buyurmuşlar.
104- (365)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrahim b. [84]
Süleyman, Abdülmelik b. Ebî [85]
Süleymandan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) Meymûne'nin âzâdh bir cariyesine âid (ölü) bir koyunun
yanından geçmiş de.»
«Bunun derisinden
istifade efsenizdi ya!» buyurmuşlar.
105- (366) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Zeyd b.
Eslem'den naklen haber verdi. Ona da Abdurrahman b. [86]
Va'le haber vermiş ki Abdullah b. Abbâs şöyle demiş:
Ben Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Deri tabaklandığı
vakit femiz olur.» buyururken işittim.
(...)Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Anıru' - Nâkıd da rivayet ettiler. Dediler ki Bize
İbni Uyeyne rivayet etti. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülaziz yani İbni Muhammed rivayet
etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
İshâk b. İbrahim dahî hep birden Vekfden, o da Süfyan'dan naklen rivayet
ettiler. Bunların hepsi Zeyd b. Eslem'den, o da Abdurrahman b. Va'Ie'den, o da
İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bunun yani
Yahya b. Yahya hadîsinin mislini rivayet ettiler.
pw X™r Cu \Bana İshfk
b- Mansû' "e Ebû Bekr b. İshâk rivayet ettiler Ebu^Bek^Haddesenâ» Ibni
Mansûr ise; «Ahberanâ» tabirini kullandılar
İbni Mansur dedi ki.
Bize Amr b. [87] Rabî haber verdi dediki,
bize Yahya b. Eyyüb, Yezid b. Ebî Habib'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'l
Hayır [88]
rivayet etmiş demiş ki. İbni Va'Iete's Sebe'î- [89] nin
üzerinde bir kürk gördüm, de ona dokundum. İbni Va'le :
«Ona neden
dokunuyorsun? Ben Abdullah b. Abbâsa sordum. Dedim ki biz Mağrİbde bulunuyoruz
yanımızda Berberîlerle, Mecusiler de var. Bazan onların kestikleri bir koç bize
getiriliyor, ama biz onların kestiklerini ye-miyoruz. Bize içine hayvan yağı
koydukları tulumları da getiriyorlar?» İbni Abbâs şu cevabı verdi.»
— Biz bu meseleyi
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e sorduk. «Deriyi tabaklayan şey, onun
temİzleyiçişidir.» buyurdular.
107- (...)
Bana İshak b. Mansûr ile Ebû Bekr b. İshâk da Amr b. Rabî'dan rivayet ettiler.
(Dediler ki) ; Bize Yahya b. Eyyüb, Ca'fer b. Ra-bîa'dan, o da Ebu'l Hayr'dan
naklen haber verdi. Ebu'l Hayr demişki, Bana İbni Va'Iete's - Sebei rivayet
etti dedi ki. Ben Abdullah b. Abbas'a sordum. Ve:
— Biz Mağrib'de
bulunuyoruz. (Ba'zan) bize Mecusîler içlerinde su ve hayvan yağları bulunan
tulumlar getiriyorlar dedim. İbni Abbâs sadece «iç» diye cevap verdi bunun
üzerine ben :
— «Bu senin düşündüğün bir reymidir?» dedim.
îbni Abbas Ben Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) : i :
— «Deriyi tabaklayan şey, onnu tem izley
içişidir.» buyururken işittim dedi.
Bu Hadîsi Buhârî
Kitabii' - Zekât «Kitabu'I - Buyu ve «Kitabuz Zebâih» da Ebû Dâvûd «Kitaâbu'I -
Libas'da», Nesâî «Kitâbu'z - Zebâih» da tahric etmişlerdir..
Hadis-i Şerif burada
olduğu gibi birçok tarîklerden muhtelif lâfızlarla rivayet edilmiştir.
Bunların bazılarında ölen koyunun Ümmü'1 Müminin Şevde Bin ti Zem'a
(Radiyallahû anha) ya diğer bazılarında Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) ya, bir
takımlarında da Zeynep (Radiyallahû anha) ya âit olduğu bildiriliyor. Hâdisenin
ayrı ayrı geçmiş olması muhtemeldir.
Bütün bu rivayetler
eceli ile ölen bir hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceğini
bildirmektedir. Gerçi Ölü hayvanın hiçbir yerinden istifade edilemiyeceğini
bildiren hadisler de vardır. Fakat o hadisler zayıftır. Bunların bazıları
«Tabaklanmadan istifade edilemez» şeklinde te'vil dahî edilmişlerdir.
Tabaklanmakla derinin temizleneceğini bildiren hadisler ise sahihtirler.
Binâenaleyh nesih iddiasına da lüzum kalmadan onlarla amel olunur.
Babımız hadîsleri ile
gerek Ashab-ı Kiramdan gerekse tabiin hazerâ-tından pek çok zevat istidlal
etmiş ve ölü hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceğine kail olmuşlardır.
Ezcümle İbni Mes'ud (Radiyallahû anh) ile Saîd b. El-Müseyyeb, Atâ b. Ebû
Rabâh, Hasan-ı Basrî, Sa'bî ibrahim Nehâî, Salim ibni Cübeyr Katade Dalıhak,
Yahye'l Ensarî Leys, Evzâi,- Süfyan'i Sevri ve Abdullah b. Mübarek hazerâtı
buna kail oldukları gibi Hanefi1er'le Şafiîler'in mezhebleri de budur.
Bu Hadîsler «Ölü
hayvan derisi tabaklansa bile ondan istifade caiz değildir.» diyenlerle «Ölü
hayvan derisinden tabaklanmadan dahi istifade edilebilir.» diyenlerin
kavillerini reddetmektedir. İbni Şihâb-ı Zühri ile Leys b. Sa'd , Meşhur olan
kavilerine göre ölü hayvan derisinden tabaklanmadan dahi istifade edilir
demişlerdir. Maamafih aynı zevattan bunun hilafı da rivayet olunmuştur. Ma1mer
b. Raşid'in rivayetine göre Zührî derinin tabaklanmasına lüzum görmez ondan ne
surette olursa olsun istifade edilebileceğini söylermiş. Ebî Abdillah Mervezî
«Buna Zührî'den önce hiçbir kimsenin kail olduğunu bilmiyorum, Zühri ise
hadisin zahirine bakarak hüküm veriyordu. Çünkü Hadiste «Onun yalnız yenmesi
haramdır, buyurulmuştur.» diyor. Tahavi (238-321) Leys
«Tabaklanmamış Ölü
hayvan derilerinin satılmasında beis yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) onlardan istifade etmeğe izin vermiştir. Satmak ta bir istifadedir.»
dediğini rivayet eder.
«Tabaklanmamış ölü
hayvanın derisinin satılabileceğine fukahâdan Leys 'den başka hiçbiri kail
olmamıştır.» demektedir. İmamı Ma1ik'den dahi îbni Şihâb'ın mezhebine benzeyen
bir kavil rivayet olunmuştur. Hz. Mâlik; «Bir kimse ölmüş bir hayvan derisi
satın alırda onu tabaklar ve ayakkabı yapmak için parçalarsa kurumadan onu
satamaz.» demiştir ki bu söz onun mezhebine göre tabaklanmamış ölü hayvan
derisinin satılabileceğini gösterir. «El-Tavdîh» nam eserde ölü hayvan
derisinin tabaklanması ve temizlenmesi hususunda yedi kavil zikrediliyor. Şöyle
ki:
1-
Tabaklanmakla köpek ve domuz derisinden mâda bütün derilerin içi ve dışı temiz
olur. Artık bu deriler yaş ve kuru bütün yiyecekler hususunda kullanılabilir.
Ölen hayvanın eti yensin yenmesin derisi kullanılabilir. Ashab-ı Kiramdan Ali
b. Ebî Ta1ib ile Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anhûma.) 'nın ve İmam Şafii
'nin mezhebleri budur.
2- Ölü
hayvanın hiç bir yeri temizlenemez. Bu kavil selefi sâlihin'den bir cemâatin
mezhebidir. Hz. Ömer ile Oğlu Abdullah
ve Aişe (Radiyallahû anhûm) hazeratının mezhebleri bu olduğu söylenir. İmam
Ahmed b. Hanbel'in Meşhur kavli bu
olduğu gibi bir rivayette İmâm Malik'in mezhebi de budur.
3-
Tabaklanmakla yalnız eti yenen hayvanların
derileri temiz olur. Evzâi, İbni Mübarek ve Ebû Sevr 'in mezhebleri
budur.
4- Domuzdan
mâda bütün hayvanların derileri tabaklanmakla temiz olur. İmam Âzam Ebû Hanife
'nin mezhebleri budur.
5- Tabaklanmakla
bütün hayvanların derileri temiz olursa da bu temizlik derilerin içlerine
değil dışlarına aittir , İçleri temizlenmez. Deriler yalnız kuru yiyeceklerde
kullanılabilir. Sıvı yiyeceklerde kullanılamaz. Derilerin tüylü taraflarında
yani dışlarında namaz kilınabilir. Fakat içlerinde kılınamaz. Mâlikiyye
imamlarının rivayetlerine göre İmam Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi budur.
6- Köpek ve
Domuz da dahil olduğu halde bütün hayvan derilerinin içi ve dışı tabaklanmakla
temiz olur. Dâvud-u Zahirî (202 -270)
iîe diğer zahiriye ulemasının mezhebleri budur. Bu kavil Hanefîler-den
İmam Ebû Yusuf (113 - 182) dan da rivayet olunur.
7- Ölü
hayvan derilerinden tabaklanmadan dahi istifade edilebilir. Onları kuru ve yaş
bütün yiyecekler hususunda kullanmak caizdir. Züh-r î ile Şafiilerden
bazılarından söz olarak rivâye-t edilen kavil budur. Nevevî bu kavle
şafiilerden hiçbir kimsenin iltifat etmediğini söylüyor.
Lügat ulaması «îhâb»
kelimesinin mânâsında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre ihâb: Mutlak surette
deri demektir. Diğer bazıları ise tabaklanmayan, deriye ihab denildiğini
tabaklandıktan sonra ona «Edîm» ıtlak edildiğini söylemişlerdir.
Derinin ne ile
tabaklanacağına gelince: Hanefîlere göre derinin bozulup kokmasını önleyen her
şeyle hatta güneşte kurutmak, topraklamak ile dahi deri tabaklanmış olur.
Hayvanı Şer'i usule göre kesmek dahi ayni işi görür. Bu surette kesilen
hayvanın eti de temiz olur. Yalnız hayvan, eti yenrniyenlerden ise eti temiz
olmakla beraber yenmez. Fakat hayvanı ehil olmayan birisi meselâ bir Mecusî
keserse o hayvanın derisi kesmekle temizlenmez. Ayrıca tabaklanmak îcâb eder. .
Yine Hanefîlere göre
ölü hayvanın hayat girmeyen cüzleri temizdir. Binaenaleyh kemikleri, tüyleri,
gagaları, sinirleri, tırnakları, temizdir. İnsanın kemik ve killanda bu hükme
dahildir. Şafiî1ere göre hayvanın derisi çürüyüp bozulmayı menedecek nar kabuğu
karaz vesaire ile tabaklanırsa da güneşte kurutmak, topraklamak, kül veya tuz
serpmekle esah olan kavle göre deri temizlenemez. Necis ilâçlarla temizlenip
temizlenemiyeceği hususunda iki kavil vardır. Bu kavillerin esah olanına göre
temizlenir. Yalnız tabaklandıktan sonra deriyi yıkamak ister. Temiz bir şeyle
tabaklandıktan sonra dahi yıkamak icab edib etmeyeceği hususunda yine iki
kavil vardır. Şafiî 1 ere göre deriyi mutlaka bir Fail-i muhtarın tabaklaması
şart değildir. Deriyi rüzgâr tabakhaneye uçursa temiz sayılır. Tabaklanan deri
şafiîîerce bilittifak temiz olursa da satılıp satılamıyacağı hususunda îmam
Safi (Radiyaiîahû artha) 'den iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına
göre o deriyi satmak caizdir.
Ölü hayvanın üzerinde
bulunan tüyleri muhtar olan kavle göre temiz değildir. Çünkü dibağatın onlara
bir tesiri yoktur. Şafîîyye ulemâsı ölü hayvan derisinin tabaklanmadan önce yaş
şeylerde kullanıla-mıyacağma fakat kuru şeylerde kullanılabileceğine kail olmuş
fakat bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir.
108- (367)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti, dedi ki, Mâlik'e Ab-durrahman b. [90]
Kaasim'den dinlediğim, onunda babasından, onunda Aişe'den rivayet ettiği şu
hadisi okudum. Âişe şöyle demiş:
— Seferlerinin birinde
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) ile birlikte (yola) çıktık. Beydâ'
yahut Zatü'l - Ceyş denilen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Onu aramak
için ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o yerde bekledi, Cemaat da onunla
beraber beklediler. Halbuki su başında olmadıkları gibi yanlarında su da yoktu.
Bunun üzerine halk Ebû Bekr'e gelerek: Aişe'nin yaptığını görüyormusun? Hem
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i, hemde yanındaki insanları
yollarından alıkoydu. Bunlar su başında değiller yanlarında su da yok, dediler.
Derken Ebu Bekr yanıma geldi ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını dizime
koymuş, uyumuştu. Ebu Bekir (bana) :
«Sen hem Resûlüllab
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i, hem de yanındaki insanları yollarından
alıkoydun. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok!» dedi. (Hasılı)
Ebu Bekr beni (adamakıllı) azarladı ve Allah'ın dilediği kadar söylendi.
Eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Kıpırdamama ancak Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Selîem) Jin dizimde bulunması mâni oluyordu. Böylece Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) uyudu ve susuz olarak sabahladı. Bunun üzerine
Allah Teâla teyemmüm âyetini indirdi ve Ashâb teyemmüm ettiler. Nakîblerden
biri olan Üseyd b. Hudayr.
— Bu sizin ilk
bereketiniz değildir, Ey Ebu Bekr hanedanı! dedi. «Aişe demiş ki:
Müteakiben üzerinde
bulunduğum deveyi kaldırdık
gerdanlığı da altında bulduk.
109- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe rivayet etti dedi ki, Bize Ebü Usame rivayet etti,
H.
Bize Ebu Küreyb'de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Üsame ile İbni Bişr, Hişâm'dan o da
babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki; Aişe kızkardeşi Esma'dan
emaneten bir gerdanlık .almış bu gerdanlık kaybolmuş da Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Selîem) ashabından bazı zevatı onu aramaya göndermiş. Namaz vakti gelince
gerdanlığı arayanlar abdestsiz olrak namaz kılmışlar ve Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Selîem) in yanına geldikleri vakit vaziyeti kendisine şikayet
etmişler. Bunun üzerine teyemmüm ayeti inmiş, Üseyd b. Hudayr (Hz. Aişe'ye :
(Radiyallahû anha) :
«Allah sana hayır
ihsan eylesin. Vallahi senin başına birşey gelmemiştir ki Allah sana ondan bir
mahlas ve Müslümanlara onda bir bereket halk etmesin.» demiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbüt - Teyemmüm» «Kitâbü'n Nikâh» «Fadlu Ebû Bekr» «Kitâbü't - Tefsir» ve
«Kitâbü'I - Muharibin» de muhtelif râvilerden tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd ve Nesâi'de rivayet etmişlerdir.
Beydâ' : Ebû Ubeyd
el-Bekr'in beyânına göre Mekke'ye Zülhüleyfe'den daha yakın bulunan bir yerdir.
Yine Ebû Ubeyd bu yerin Zülhüleyfe 'nin karşısındaki Şerif olduğunu
söylemiştir. Kirmanı Beydâ' ile Zatü'l-Çeyş'in Medine ile Mekke arasında iki
yer olduğunu söylemiştir. Hâdisenin Beydâ 'da damı yoksa Zatü'1-Ceyş 'demi
geçtiğinde şüphe eden Aişe (Radiyallahû anha) 'dır.
Hz. Aişe 'nin
kaybettiği gerdanlık hadisin ikinci rivayetinde tasrih buyurulduğu vecihle kız
kardeşi Esmâ'ya ait olup oniki dirhem kıymetinde ucuz bir şeymiş. Bundan dolayı
babası Ebu Bekr-i (Radiyallahû anh) Sıddık Hz. Aişe 'yi nıuâhaze etmiş hattâ
böğrüne dokunmuştur. Aişe (Radiyallahû anha) 'nin hâdiseyi anlatırken babam
demeyip «Ebu Bekr beni azarladı» demesi onu ecnebi menzilesinde tuttuğu
içindir. Çünkü Babalık makamı Merhamet ve şefkat iktizâ eder. Ebû Bekr (Radiyallahû anh) 'in tekdiri ise buna
muhaliftir.
Bahsedilen seferin
hangi sefer olduğu ihtilaflıdır. İbni Abdilber (368-463) «Et - Temhîd» nâm
eserinde bunun Benî Mustalik gazası olduğunu nakletmiş «El - İstizkâr» adlı
eserinde de seferin bu olduğunu kati bir lisânla anlatmıştır. Ondan önce İbni
Sa'd ile İbni Hibban dahi aynı şeyi söylemişlerdir. Beni Mustalik gazasına
Gazve-i Müreysî' adı da verilir. Meşhur İfk kıssası bu gazada geçmiştir.
Müreysi' gazası İbni Sa'd'm rivayetine göre Hicretin beşinci yılında vuku'
bulmuştur. «El-îklil' sahibi Ebû Abdill ah dahi bunu tercih eder. Buharı 'nin
İbni İshâk 'dan rivayetine göre ise Hicretin altıncı senesinde vaki' olmuştur.
Hatta Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetine göre Hicretin dördüncü yılındadır.
İbnül-Cevzi, İbni Habib'in: «Aişe (Radiyallahû anha) 'nin gerdanlığı hicretin
dördüncü yılında Zatü'r-Rika' gazasında düşmüştür. İfk hadisesi ise Beni
Mustalik gazasında vuku bulmuştur.» dediğini söylerse de, bu rivayet Taberanî
'nin rivayetine muhalif düşer. Taberânî'nin rivayetine göre İik hâdisesi
teyemmümün meşru1 kılınmasından öncedir. Onun rivayetinde şöyle denilmektedir.
«Aişe dedi ki:»
«Benim gerdanlığım
hadisesi geçtikten ve iftiracılar sözlerini söyledikten sonra Resûlüllah
(Saliallahü. Aleyhi ve Selîem) ile birlikte başka bir gazaya çıktım ve yine
gerdanlığım düştü de onu aramak için ordunun beklemesine sebep oldu, Fecr
doğdu, ben de Allah'ın dilediği kadar Ebû Bekr'den tekdir yedim. Bana;
«Kızcağızım her
seferde âlemin başına belâ ve çile kesilirsin insanların yanında su yok dedi,
«Bunun üzerine Allah
teyemmüm hakkındaki ruhsatını indirdi, Ebû Bekr'de bana; Senin ne mübarek
olduğunu ben anlayamamışım, dedi.»
Bu hadisin isnadı
güzeldir ,bazıları Taberânî 'nin bu rivayetine bakarak vak'anın ayrı ayrı
seferlerde geçtiğini iddia etmişlerdir. Hattâ Muhammed b. Habîb-i Ensârî buna cezmen
kail olmuş ve «Aişe'nin gerdanlığı hem Zatûr -' Rika, hem de Benî Müstalik
gazasında düşmüştür,» demiştir. Sonra gelen ulemâdan bir takımları gerdanlığın
Müreysi gazasında düşmesini ihtimalden uzak görmüşler ve Müreysi denilen yerin
Mekke tarafında olduğunu Vak'anın ise Hayber taraflarında geçtiğini söylemişlerdir..
Onlar bunu Hz. Aişe'nin Beyda'a yahut, Zatü1-Ceyş'e vardığımız zaman...»
Sözünden almışlardır. Bu yerlerin Medine ile Hayber arasında bulunduğunu
söylerler. Nitekim Nevevî de buna cezmetmiştir, fakat doğru değildir. Beyda, Zülhüleyfe'dir.
Ebû Ubeyd'in beyânına göre Zatü'I-Ceyş, Medine'ye bir konak mesafede bulunan
bir yerdir. Ve Medine ile Mekke arasına düşer. Humeydjî'-nin rivayetinde
gerdanlığın Ebva gecesi düştüğü bildirilmektedir. Ki bu da Vak'anın Mekke ile
Medine arasında cereyan ettiğini gösterir. Çünkü Ebvâ, Mekke ile Medine arasındadır.
Hadisin Ali b. Müshir rivayetinde gerdanlığın düştüğü yerin ismi «Salsal» diye
zikredilmektedir. Bunun Zfilhüleyfe'de bir dağ olduğunu Bekrî söylemiştir.
«el-Ubâb» sahibi; « (Salsal) Medine yolu üzerinde bir yerdir. Aslen Salsal,
Yemâme yakınlarında Benî Aclan kabilesine ait kızıl bir tepenin içinden
kaynayan bir sudur» demiştir.
Hasılı İfk vak'ası ile
bu hadiste beyan edilen gerdanlık düşürme hâdisesi ayrı ayrı iki-seferde vuk'u
bulmuştur.
«Bu sizih ilk bereketiniz
değildir ey Ebu Bekr hanedanı!» diyen zat ikinci Akabe begâtmda nâkib seçilen
zevattan biri olan Üseyd b. Hudayr (Radiyaîlahû anh) hazretleridir. Hicretin
yirminci yılında vefat etmiş, cenazesini bizzat Hz. Ömer (Radiyaîlahû anh)
kıldırarak Medine'nin «el-Bakî» nammdaki
kabristanına defnedilmiş tir.
Hadisin İbni Nümeyr
rivayetinde «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adam gönderdi o da
gerdanlığı buldu» denilmekte Mâlik 'in
rivayetinde ise «Deveyi kaldırdık ve gerdanlığı bulduk»
buyurulmaktadır.
Zahiren bu iki rivayet birbirine zıd gibi görünürse de El-Mühe11eb'in beyânına
göre aralarında tearuz yoktur. Çünkü ihtimal gerdanlığı aramaya Üseyd b. Hüdayr
hazretleri gönderilmiş fakat gittiği yerde bulamayıp döndükten sonra bulmuştur.
Gönderilen zevat dönüp geldikten sonra gerdanlığı bizzat Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in deveyi kaldırırken bulmuş olması da muhtemeldir.
Binâenaleyh iki rivayetinde arasında tenâ'kuz yoktur. Maama-fih yukarıda da
işaret ettiğimiz gibi vak'a iki defa cereyan ettiği için El-Mühelleb'in
te'viline hacet dahi yoktur. Rivayetin biri vak'anın birine diğeri de ötekine
aittir, demekle ortada tearuz kalmaz. «Hanedan» diye tercüme ettiğimiz «Âl»
den murad bizzat Ebû Bekr (Radiyaîlahû anh) dır. Ebu Bekr (Radiyaîlahû anh) ile
birlikte ailesi efradı ve ona tabi olanlar da kastedilmiş olabilir. Bu kelime
eşraf hakkında kulanılır. Gerçi Kur'an-i Kerîm'de «Âl-i Fir-avn» buyurulmuşsa
da bu, ya fir'avnm tesavvuruna göre böyle zikredilmiş yahut tehekküm ve istihza
içindir.
Zatü'r-Rika' ile Beni
Müstalik gazalarının hangisinin evvel vuk'u bulduğu Siyer ulemâsı arasında
ihtilaflıdır. İbni Ebi Şeybe 'nin Hz. Ebu Hüreyre 'den rivayet ettiği bir
hadise göre Zatü'r - Rika gazası Beni Müstalik seferinden sonradır. Buharî'ye
göre de Zatü'r - Rika' Ebu Muse'l-Eş'ari (Radiyaîlahû anh) Hazretlerinin
gelişinden sonra vuk'u bulmuştur ki bu da o seferin Beni Müstalik gazasından
sonra olduğuna delâlet eder.
Teyemmüm ayetine
gelince: Bu bâbda İbnü-1 Arab.î şunları söylemiştir:
«Bu mesele müşkildir.
Ben bunun derdine bir çare bulamadım. Çünkü Âişe (Radiyaîlahû anha) 'nın iki
teyemmüm âyetinden hangisini kasdet-tiğini bilmiyoruz» İbni Battal (... — 444)
Acaba bu ayet Sûre-i Nisa ayetimidir, yoksa Mâide süresindeki ayetimidir,
diyerek tereddüdünü ifade etmiş; Kurtubi ise Sure-i Nisa'daki teyemmüm ayeti
olacağını söylemiştir. Çünkü Maide Süresindeki ayete abdest ayeti derler.
Sûre-i Nisa'daki ayetde ise abdest zikredilmemiştir. Vahidi «EsfcaV-ün - Nüzul»
de bu hadisi Nisa Süresindeki- âyetin yanında zikretmiştir. Bu bâbda daha
birçok sözler söylenmiştir.
Hadisdeki kelimesinin
fi'li mazi ve emr-i hâzır olması ihtimali vardır Fi'li mazi olduğuna göre
«Teyemmüm ayeti indikten sonra ashab teyemmüm ettiler» mânâsına gelir. Emir
olduğuna göre Kur'an'-m nazmini beyan yahut âyeteki lâfızdan bedel olur. Yani;
Allan Teâlâ «Teyemmüm edin» ayetini indirdi demek olur.
Bu hadisin şerhinde
safiîlerden Nevevî (631-676) şu izahatta bulunmuştur:
«Teyemmüm lügatte kasdetmek
mânâsına gelir. İmam Ebû Mansur el-Ezherî Arap lisânında teyemmüm kast mânasına
gelir» demiştir.
«Teyemmüm Kitab,
sünnet ve icma'i ümmetle sabittir, O Allah Teâlâ'-nın bu ümmete tahsis
buyurduğu bir imtiyazdır. Ümmetin ulemâsı gerek küçük gerekse büyük abdestden
dolayı teyemmümün yalnız yüzle ellere yapılacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız
nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bizim mezhebimizle ekseri ulemânın mezheplerine
göre elleri iki defa toprağa vurmak ve biri ile yüze diğeriyle de dirseklere
kadar kollara mesh etmek lâbübdür. Ashab-ı kiramdan Ali b. Ebi Talib, Abdullah
b. Ömer, Hasan-ı Basri, Şa'bi, Salim b. Abdil-lah b. Ömer, Süfyan-ı Sevri, İmam
Malik, Ebû Hanife ve eshab-ı rey (Radİyallahû anhûm) hazerâtı ile diğer birçoklarının
mezhebleri budur.
Ulemâdan bir cemaate
göre teyemmüm için eller yalnız bir defa toprağa vurulur. Ve onunla hem yüze
hem kollara mesh edilir. Ulemâdan Atâ, Mekhul, Evzâi, Ahmed b. Hanbel, İshak ve
İbni Münzir ile bilumunr hadis imamları buna kaildirler. Zührî'nin
«KoNar©koltuklara kadar mesh etmek vacibtir» dediği rivayet olunur. Ulemamızın
ondan rivayetleri budur. İmam. Ebû Süleyman Hattâbi ise: «Dirseklerin arkasını
mesh etmek lâzım gelmiyeceği hususunda ulemanın hiçbir ihtilâfı yoktur» demiştir.
Ulemâmız İbni Sîrîn'in «Teyemmüm için elleri üçden daha az toprağa vurmak
kâfi değildir. Eller bir defa toprağa vurularak yüze mesh edilir, ikinci
vuruşla ellere, üçüncü vuruşlada kollara mesh edilir.» dediğini rivayet
ederler.
Ulema küçük Abdest
için teyemmüm etmenin caiz olduğuna ittifak ettikleri gibi cünüp, hayz ve
nifash olanlar için dahi teyemmümün cevazına bütün şehirler uleması ile
onlardan önce geçenler ittifak eylemişlerdir. Halef ve selefden bu babda
muhalefet eden bulunmamıştır. Yalnız •Ömerü'bnü'l Hattab ile Abdullah b. Mes'ud
(Radİyallahû anhûma.j'nm bu meselede muhalefetleri rivayet olunmuştur. Aynı
kavil tabiinden İmamı İbrahim Nehai'ye dahi nisbet edilir. Maamafih Ömer'le
İbni Mes'ud hazeratmın muhalefetten rücu' ettikleri söylenmektedir. Teyemmümün
cünüp için de caiz olduğunu gösteren birçok sahih ve meşhur hadisler vardır.
Cünüp olan bir kimse
teyemmümle namazını kıldıktan sonra yıkanması bilittifak vacib olur. Bu
hususta muhalefet eden yalnız tabiinden Ebû Selemetü'bnu Abdirrahman 'dir. Ona
göre yıkanmak lâzım gelmez, ise de bu mezheb ondan evvelki ve sonraki ulemanın
icma'ı ve bu bâbdaki sahih ve meşhur hadislerle terkedilmiştir, R e-sûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) suyu bulduğu zaman cünüp kimsenin yıkanmasını emretmiştir.
Abdestsiz olan
kimsenin bazı uzuvlarında nesacet bulunsa ve ondan dolayı teyemmüm etmek istese
bizim mezhebimizle Cumhur-u ulemanın mezheblerine göre bu teyemmüm caiz
değildir. İmam Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) «Pislik bedene bulaşmışsa teyemmüm
caizdir. Elbisede ise caiz değildir.» demiştir. Böyle bir kimseye namazını
tek-' rar kılmak icab etmediği hususunda Hanbeliyye uleması ihtilâf etmişlerdir.
İbni Münzir diyorki «Sevri, Evz.ai ve Ebu Sevr, necaset yerini toprakla silerek namazını
kılar derlerdi.
Teyemmümle kılman
namazın iadesine gelince: Bizim mezhebimize göre hastalık veya yara gibi
birşeyden dolayı teyemmüm eden kimseye namazını iade lâzım değildir. Ama su
bulamadığından dolayı teyemmüm etmiş ise bakılır. Yolculuk gibi ekseriyette su
bulunmayan bir yerde ise namazı iade etmesi vacib değildir. Fakat suyun nadiren
bulunmadığı bir yerde teyemmüm etmişse sahih olan mezhebe göre namazın iadesi
vacib olur.
Kendileri ile teyemmüm
caiz olacak şeylerin cinsi hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Şafii, Ahmed b.
Hanbel, İbni Münzir, Davud-u Zahirî, ve ekseri fukahaya göre teyemmüm ancak
azaya yapışacak tozu bulunan temiz toprağa yapılır. Ebu Hanife ile Mâlik yer
cinsinden olan herşeye hatta yıkanmış taşa bile teyemmümün caiz olduğunu
söylemişlerdir. Malikiler'den bazıları daha ileriye giderek yere bitişen ağaç
vesaire gibi şeylere de teyemmüm etmenin caiz olduğunu beyan etmişlerdir. Kâr
üzerine teyemmüm hususunda İmam Ma1ik'in iki rivayeti vardır. Evzai ile
Süfyan-ı Sevrî'ye göre gerek kar gerekse yer üzerinde bulunan herşeyle teyemmüm
caizdir.
Teyemmümün hükmü :
Bizim mezhebimizle ekseri ulemanın mezhebine göre teyemmüm hadesi gidermez.
Yalnız namazı mubah kılar. Onunla farz namazları ve dilediği kadar nafile
kılmak mubahtır. Yalnız bir teyemmümle iki farz kılınmaz. Bir kimse farz namaz
kılmak için teyemmüme niyet etse onunla farz ve nafile kılabilir. Fakat yalnız
nafile namaz için niyet ederse o teyemmümle nafile kılar, farz kılamaz. Bir teyemmümle
birkaç cenaze namazı kümak caiz'dir. Keza bir teyemmümle bir farz namazı birkaç
cenaze namazı kılabilir: Namaz vakti girmeden teyemmüm edilemez. Su bulamadığı
için teyemmümle namaz kılan bir kimse namazda iken suyu görse namazı bozulmaz
onu tamamlaması icab eder. Ancak üzerine iade lâzım gelenlerden ise böylesinin
namazı suyu görmekle bozulur. Allahu A'lem. Nevevi'nin izahatı burada sona
erdi.
Hanefilere göre suyu
bulamayan veya kullanmaya kudreti olmayan kimse temiz olmak şartıyle toprak ve
yer cinsinden olan kum, kireç, taş, vesaire gibi şeyler üzerine teyemmüm
edebilir. Ancak İmam Ebû Yusuf toprakla kumdan başka birşey üzerine teyemmümü
caiz görmemiştir. Abdestsiz, cünüp, hayz, ve nifaslı kimselerin teyemmümle
namaz kılmaları caizdir. Teyemmümde niyet farzdır. Yalnız taharete yahut namaz
kılmak için teyemmüme niyet etmek kâfidir. Abdestsizliği ve cü-nüplüğü gidermek
için niyetlenmek şart değildir. Teyemmüm eden kimse onunla istediği kadar farz
ve nafile namaz kılabilir. Abdest aldığı takdirde yetişemiyeceğini tahmin eden
bir kimse cenaze ve bayram namazları için teyemmüm edebilir. Fakat cuma namazı
için teyemmüm edemez. Çünkü Cumanın halefi vardır. Ona yetişemiyenler öğleyi
kılarlar, vaktin daralması dahi teyemmümü mubah kılamaz. Zira namazın kazası
vardır.
Abdesti bozan herşey
teyemmümü de bozar. Ayrıca suyu kullanmaya kudreti olan kimsenin suyu görmeside
teyemmümünü bozar. Tafsilât fıkh kitaplarmdadır.
1- Bazıları
bu hadisle istidlal ederek susuz bir yerde kalmanın ve susuz bir yola gitmenin
caiz olduğunu söylemişlerse de onların bu kavli söz götürür. Çünkü hadiste
mevzuu bahis olan Ashab-ı Kirama Medine yakındı. İhtimal Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ashabın yanında su
olmadığını bilmezdi. Yanlarında su bulunmamasından murad abdest almaya yetecek
kadar su da olabilir. İhtimâl içecekleri kadar suları varmıştır.
2- Kadın
evli bile olsa icabında babasına şikâyet edilebilir. Ashabı Kiramın Aişe (Radiyallahû anha) 'yi Hz.. Ebû Bekr'e şikâyet etmeleri Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykuda bulun du-ğundandir. Maamafih uyanık dahi
olsa hatırı kırılmasın diye onu babasına şikâyet etmiş olabilirler.
3- Bir işi
sebebine nisbet etmek caizdir. Zira Ashâb-ı Kiram «Aişe'nin yaptığını
görmüyormusun» diyerek orada
kalmalarına sebep olduğu için susuz bırakmayı ona nisbet etmişlerdir.
4- Bir kimse
mübaşeret halinde olmamak ve damadının
rızası bulunmak şartıyla kocasının yanında da kızını ziyaret edebilir.
5- Bir kimse
kocadaki kızını dahi te'dib ve terbiye edebilir. Müreb-bînin terbiyesi de bu
hükümde dahildir.
6- Uyuyan
bir kimseyi rahatsız etmemek için hareketi mucib olan bir hâl karşısında
sabrederek kıpırdamamak müstahabdır. Namaz kılan Kur'an okuyan veya ilimle
meşgul olan kimselere karşıda aynı şekilde hareket olunur.
7- Seferde teheccüd
namazını terketmeye bu hadisle istidlal edilerek ruhsat verilebilir
8- Abdest
almak için su aramak ancak vakit girdikten sonra vâcib olur. Çünkü hadîsin Amr.
b. Haris rivayetinde
«Namaz vakti geldi de
su aradı.» denilmiştir.
9- Hadîs-i
Şerîf, abdest ayeti inmezden önce de müslümanlara abdest vâcib olduğuna
delildir. Ashab-ı Kiramın
susuz kaldıklarından Ebû Bekr (Radiyallahû anh) 'a şikâyetleri ve önün
da Aişe (Radiyallahû anha) 'yi muâhaze etmesi bunu gösterir. İbni Abdilber
(368-463} «Bütün siyer ulemâsmca mâlumdurki
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) namaz farz kılındıktan sonra
abdestsiz namaz kılmamıştır. Bunu kimse inkâr edemez. Meğer ki cahil
veya inatçı ola!» demiştir. Burada şöyle
bir sual hatıra gelebilir. Abdest daha önceden farz kılındığına göre sonradan
abdest âyetinin indirilmesinde ne hikmet olabilir?.
Cevap : Bunun hikmeti
abdestin farz kılındığı âyetle okunmuş olmaktır. Abdest ayetinin baş tarafı
evvelce nazil olup müslümanlarm onunla amel etmesi sonra geri kalan kısmının
nazil olması da muhtemeldir. Bu1 takdirde âyete teyemmüm ayeti denilmesi küllü
zikir cüz'i murad kabilinden mecaz olur. Lâkin hadîsin Amr b. Haris
rivayetinde âyetin bütünü zikredilmiştir. Yani abdest ve teyemmümü farz kılan
âyet bu kıssada tam olarak indirilmiştir. Şu halde evvelce abdest yalnız sünnetle
sabit olmuştu; sonra abdestle teyemmüm beraberce bu ayetle meşru kılınmışlardır.
Yalnız Hz. Aişe teyemmümü zikretmiş, abdesti söylememiştir. Çünkü burada
maksat teyemmümdür denilir.
10- Teyemmümde
niyet farzdır, zira teyemmümün mânâsı, kasdet-mektir. Evzâi ile İmam Züfer'den
mâda bütün fukahânın kavilleri budur.
11- Teyemmüm
hususunda hasta, sağlam, abdestsiz ve cünüp müsavidir. Bu hususta Hicaz, Irak,
Şam, Mağrib ve Maşrık'da bulunan bütün şehirler ulemâsı ittifak etmişlerdir.
Yalmz Hz. Ömer'le İbni Mes'ud (Radıyallahu Anhüma) 'nın «cünüplüğü sudan başka hiçbirşey
temizleyemez» dedikleri rivayet olunursa da bu babdaki hadisler sahih ve sabit
oldukları için fukahadan onların kavlini tercih eden bulunmamıştır.
12- Seferde
teyemmüm caizdir. Bu cihet ittifaki ise de hazarda yani evinde bulunana teyemmümün
caiz olup olmayacağı ihtilaflıdır.
İmâm Malik ile diğer Malikiyye
ulemâsına göre teyemmüm seferde de, hazarda da caizdir. Su bulamıyan yahut
hastalık, şiddetli korku ve vaktin çıkması gibi bir özürden dolayı suyu kullanamayan kimse teyemmüm eder. Ebû Ömer:
«Bütün bunlar Ebû Hanife ile İmam Muhammed'in kavilleridir» demiştir. Ancak bu
iddia doğru değildir. Zira vaktin çıkacağından korkmakla Ebû
Hanife 'ye göre teyemmüm caiz olmaz.
İmam Şafii'ye göre
evinde bulunan sağlam kimseye teyemmüm caiz değildir. Meğerki telef olmak
korkusu bulunan. Bu hususda Taberi'de Şafii ile beraberdir. Hanefîler'den İmam
Ebû Yûsuf ile İmam Züfer'e göre evinde olan kimseye hastalık, korku, vaktin
çıkması gibi sebeplerle teyemmüm caiz olamaz. Leys, Taberî ve İmam Şaiii'ye
göre evinde su bulamayan sağlam veya hasta bir kimse vaktin çıkmasından
korkarsa teyemmüm ederek namazını kılar ve sonra o namazı iade eder. Atâ b.
Ebi Rebâh «Su bulunursa ne hasta teyemmüm edebilir ne de sağlam» demiştir.
13- Emniyet
bulunmak şartiyle gaza ve diğer seferlere kadınlarla çıkmak caizdir. Bir adamın
üç veya dört karısı bulunsa onlardan hangisini dilerse seferde onu yanma alabilir.
Sefere çıkmazdan önce kur'a çektirerek kime düşerse onu götürmesi müstehabdır.
İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre kura çektirmek vâcibtir.
14- Helâl
mal muhteremdir. Az da olsa kıymetini bilmek ve muhafaza etmek gerekir. Çünkü Hz.
Aişe'nin kaybettiği gerdanlık 14 dirhem kıymetinde ehemmiyetsiz birşeydi.
Böyle iken yine de arayıp buldular.
15- Mal
muhafazası vakit içinde susuz kalmaya bile sebep olsa yine caiz ve meşrudur.
16- Bir
kimseden emaneten bir mal almak ve sahibinin izni bulunmak şartiyle o malla
sefere gitmek caizdir.
17-
Kadınların gerdanlık ve zinet takınmak suretiyle kocalarına karşı süslenmeleri
caizdir;.
Maalesef bugün birçok
kadınların bunun tam tersine hareket ettikleri yani kocalarına karşı
süslenmeyip sokağa, çarşıya, pazara çıkarken kendilerini başkalarına
beğendirmek için alabildiklerine süslendikleri ve bu uğurda birçok mahrem
yerini de gösterdikleri herkesin malûmudur. Bu hale karşı caiz demek şöyle
dursun sadece haram demek bile az gelir. Zira irtikâb edilen menhiyat yalnız
bir cihetten değil müteaddit yollardan olduğu için tabir caizse buna katmerli
haram demek îcab eder.
18- Erkek
başını karısının dizine koyarak uyuyabilir.
19- Bir
maslahattan dolayı meşakkate tahammül
caizdir Çünkü Aişe (Radiyallahû anha)
«Kıpırdanmama Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dizimde
yatması mâni oluyordu» demiştir.
20- Hadis-i
Şerif Hz. Aişe ile babası Ebû Bekr'i Sıddık (Radıyallahu Anhüma) 'nın
faziletine ve onlardan birçok defalar bereket geldiğine delildir.
21- Hadîsin
ikinci rivayetinde «Namazlarını abdestsiz olarak kıldılar» denilmesi su veya
toprak bulamayan kimsenin abdestsiz namaz kılabileceğine delildir. Mesele
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîler'den İmam Âzam 'in kıyasına göre su ile teyemmümden
birine kudret kazanmcaya kadar bekler, namaz kılmaz İmam Ebu Yusuf'a göre
teşeb-büh maksadıyla namaz kılar sonra namazı iade eder. İmam Muhammed'in bu
husustaki kavli muztaribtir.
Nevevî, İmam Şafii
'nin bu mesele hakkında dört kavli bulunduğunu söylüyor. Mezkûr kavillerin en
sahihine göre: Abdestsiz namazı kılarak sonra iade etmek vâcibtir. İkinci
kavle göre o namazı kılmak vâcib değil müstehabtır. Fakat onu kılsın kılmasın
kaza etmesi vâcibtir.
Üçüncü kavle göre: Abdestsiz bir kimsenin namaz kılması haramdır. O namazın iadesi
vâcibtir.
Dördüncü kavle göre: Abdestsiz kılması vacib,
iadesi lâzım değildir.
Müzeni 'nin mezhebi de
budur. Nevevî delil itibariyle bu kavlin en kuvvetli olduğunu söylüyor ve bu
hadisle benzerleri hadisler onu teyid eder mahiyettedir. Zira böyle bir namazın
iadesi lâzım geldiği Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Selletn) 'den nakl
olunmamıştır. Muhtar olan kavle göre kaza yeni bir emirle vâcib olur. Halbuki
bu babda bir emir sabit olmamıştır. Binâenaleyh kaza vâcib değildir» diyor.
110- (368)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve İbni Nümeyr toptan Ebû
Muâviye'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dediki: Bize Ebû Muâviye [91]
A'meşden, o da Şakîkdan naklen rivayet etti. demiş ki; Ben Abdullah ve Ebû Musa
ile birlikte oturuyordum. Ebû Musa'ya:
«Yâ Ebâ Abdirrahman [92] bir
adam cünüp olşada bir ay su bulama-sa ne buyurursun.
«— Bu adam namazı ne
yapacak.» dedi Abdullah:
— «Bir ay suyu
bulanıasada teyemmüm edemez» cevabını verdi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ :
— «Ya Maide süresindeki şu :
(Eğer su bulamazsanız
temiz toprağa teyemmüm [93]
ediverin) âyetine ne dersin?.» dedi Abdullah:
— Eğer bu ayette bu adamlara ruhsat verilmiş
olsa nerdeyse suyu soğuk buldukları zaman toprakla teyemmüme kalkışırlar.»
dedi. Bu sefer Ebû Musa Abdullah'a şunu söyledi.:
— «Sen
Ammar'm: Beni Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Seltem) bir hacet peşinde
gönderdi. Ben cünüp oldumda su bulamadım ve toprakda hayvan yuvarlanır gibi
yuvarlandım. Sonra Peygamber
(Sailailahü Aleyhi ve Selletn) 'e gelerek bu vak'ayı kendisine anlattım.
Resûlüllah (Sailailahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Ellerinle şöyle
yapman sana yeterdi.» buyurdular dediğini işittin mi? Sonra elerini bir defa
yere vurarak sol eliyle sağ eline, avuçlarının dışına ve yüzüne mesh etti.
Abdullah'da:
— «Ya sen Ömer'in Ammar'm sözüne kanaat
getirmediğini görmedin mi?» Cevabım verdi.
111- (...)
Bize Ebû Kâmil el-Cahderî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : bize Abdülvâhid [94]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Şakik'ten rivayet etti. Şakik; Ebû Musa,
Abdullah'a şöyle dedi diyerek. Hadîsi bütün kıssası ile Ebû Muaviye hadisi
gibi rivayet etmiş şu kadar varki o Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem):
«Şöyle yapman sana
yeterdi.» buyurdu, demiş. Ve ellerini yere vurmuş. Sonra ellerini silkereJc
yüzüne ve kollarına mesh etmiş.
112- (...)
Bana Abdullah b. Hâşiftı el-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yani İbni
Saîd el-Kâttan, Şu'be'den rivayet etti. Demiş ki [95] bana
Hakem [96]
Zerr'den o da Said b. Abdirrahman b. Ebzâ [97] dan,
o da babasından naklen rivayet etti ki, bir adam Ömer'e gelerek:
— Ben cünüb oldum da su bulamadım, demiş. Ömer
:
— Namaz kılma,
cevabını vermiş. Bunun üzerine Ammar :
— Hatirlarmisın ya Emire1 - Müminin! Hani senle
ben bir seriyye-deydik ve ikimizde cünüb olmuş fakat su bulamamıştık, sen namaz
kıl-mamıştın ama ben toprakda yuvarlanarak namazımı kılmıştım da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sana sadece ellerini
yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi.»
buyurmuştu, demiş. Bunun Üzerine Ömer:
— Allahtan kork ya Ammâr» demiş Ammâr:
— İstersen bunu hiç söylemiyeyim mukabelesinde
bulunmuş. Hakem diyor ki: Bu hadîsi bana İbni Abdirrahman b. Ebza da babasından
Zerr'in hadisi gibi rivayet etti. (Dedi
M): Bana [98] Seleme de Zerr'den naklen Hakem'in zikrettiği
bu isnadla rivayet etti. Ömer: (Ammâr'a) :
«Üzerine aldığın
mesuliyeti sana bırakıyoruz» demiş.
113- (...) Bana
Ishak b. Mansûr'da rivayet etti". (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümeyl rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hakem'den naklen haber verdi demiş ki: Zerr'i İbni
Abdurrahman b. Ebzâ'dan naklen rivayet ederken dinledim. Şunları söyledi:
Hakem dedi ki: «Ben bu hadîsi İbni Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o da babasından
naklen rivayet ederken dinledim ki: Bir adam Ömer'e gelerek:
— Ben cünüb oldum da su bulamadım; demiş, İbni
Abdirrahman ha-r dişi rivayet etti ve ona şunu ziyade eyledi. Ammar :
— Ya Emîre'l Mü'min'in
istersen Allah'ın üzerime farz kıldığı (İtâât) hakkın için ben bunul kimseye
söylemiyeyim, demiş. Fakat «Bana Seleme Zerr'den rivayet etti.» cümlesini
söylemedi.
Bu Hadisi Buhâri
«Kitâbü't - Teyemmüm» ve «Kitâbü't - Taha-re»de; Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesâî ve
İbni Mâce «Kitabü't-Tahâre» de tahric etmişlerdir.
Hadîsin birçok
muhtelif rivayetleri vardır. Kütüb-ü Sitte sahibleri onu kimi uzun kimi
muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Buhâri ile Müs1îm'in rivayetleri dahi
muhtasardır. Bâzı rivayetlerinde çölden bir bedevi gelerek Hz. Ömer (Radiyallahû anh)'a sual sorduğu, keza
bazı rivayetlerinde teyemmüm için ellerin toprağa bir defa, diğer rivayetlerinde
iki defa vurulacağı zikredilmektedir. Ebû Dâvud bu hadisin tamamını Abdurrahman
b. Ebzâ (Radiyallahû anfy) dan rivayet
etmiştir. O rivayetde Abdirrahman (RadiyaUahû anh) şöyle demiştir. «Ömer
(RadiyaUahû anh) 'm yanındaydım. Ona bir a-dam gelerek; Biz bir yerde bir veya
iki ay kalıyoruz, cünüp oluyor su bulamıyoruz, dedi. Ömer: Ben su bulmadıkça
namaz kılmam diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammar ;
«Ya emire'l -
Mii'ıtıinin hatırlamazmısın hani seninle ikimiz develerin basındaydık. İkimiz
de cünüp olduk. Ben yerde yuvarlandım. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e gelerek bunu kendisine anlattım» da:
«Sana sadece şöyle
yapman yeterdi.» buyurarak ellerini yere vurmuş sonra onları üfleyerek yüzüne
ve yarıya kadar kollarına mesh etmişti, dedi. Ömer:
«Ya Ammar Allah'tan
kork.» mukabelesinde bulundu. Ammar :
«Ya emire'l - Mü'minin! İstersen vallahi ben
bunu ebediyyen kimseye söylemem» dedi.
Ömer: «Hayır vallahi
biz senin üzerine aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz.» dedi.
Hz. Ömer, Ammâr
(RadiyaUahû mıha)'a «Allahtan kork» ihtarım
yapmakla rivayet ettiğin hadise dikkat et! Belki unutmuşsundur, ihtimal bunu
başka bir hadîsle karıştirmışsmdir, demek istemiştir. Ammâv (Radiyallahû anha)
dahi «İstersen bunu kimseye söylemiyeyim» diyerek şayet söylememekde bir
maslahat varsa söylemiyeceğini, çünkü Emirü'l-Mü'minine itaatin kendisine borç
olduğunu anlatmıştır. Hz. Ammâr (RadiyaUahû anh) âzâdhlardan ve Bedr gazasına
iştirak eden As-hab-ı Kiramdandır. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) onu
Hz. Huzeyfe ile kardeş vsnmKtif
1- Hz.
Ömer (RadiyaUahû anh) cünüp İçin
teyemmümü caiz görmemiştir. Buna delil hadisin bir rivayetinde Hz. Ammâr'a «Sen
namaz kılmadın» demiş olmasıdır.
2- Bu hadîs
kıyâsın sahih olduğuna
delildir. Çünkü Ammar
(RadiyaUahû anh) «Bana gelince ben yerde
yuvarlandım» demiştir. Bu gösteriyor ki Hz Ammâr ictihad etmiş ve cünüplük
halinin abdest-sizliğe benzemediği zanniyle onu gusîe kıyas eylemiştir.
Anlaşılıyor ki Hz. Ammâr teyemmümün aslını biliyormuş. Bu içtihadını Peygamber
(Saiiallahii Aleyhi ve Sellem) 'e haber verince Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve
Sellem} teyemmümün nasıl yapılacağını ve bu bâbda cünüplük ile abdestsizliğin
müsavi olduğunu kendisine tâlim buyurmuştur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) devrinde ictihâd caiz-midir?, değil midir meselesi Usûl-ü fıkıh,
ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Esah kavle* göre caizdir. Bir kavle göre hiç
caiz değildir. Bir kavle göre ise onun huzurunda caiz değil fakat gıyabında caizdir.
3- Bu hadis teyemmümün
sıfatın beyân etmekte ve teyemmüm için ellerin bir defa toprağa vurularak yüz
ve kolların mesh edileceğini bildirmektedir. Nitekim Atâ 'mn bir rivayette
Şa'bî'nin ve meşhur kavline göre Evzâi 'nin mezhepleri bu olduğu gibi İmam
Ahmed bin Hanbel, İshak, Taberi, ve Ebu Ömer'de buna kail olmuşlardır. Bu babda
Hz. Ammar 'dan rivayet edilen en sahih hadîs budur. Ammâr (RadiyaUahû anh) m
diğer rivayetleri ihtilaflıdır. Ancak bu hadis hakkında İbni Ebî Hâzim Şunları
söylemiştir. «Ammâr 'in bu hadisi iki şeyden hâli değildir. Yani Ammâr bu
teyemmümü ya emirle yapmıştır, yahut emirsİz. Eğer Peygamber (SaUaUahü Aleyhi
ve Selieıu) den emir almadan yaptıysa, Peygamberin bunun hilâfına teyemmüm
ettiği sabit olmuştur. Emirle yaptıysa hadis men-suhtur. Hem de Nâsihi
yine Ammâr hadisidir.»
Ulemâ teyemmümün nasıl
yapılacağında İhtilâf etmişlerdir. Hane-fîler'Ie, Malikîler'e ve Şafiîler'e
göre teyemmüm için eller iki defa temiz toprağa vurulur. Bunların birincisi ile
yüze İkincisi ile dirseklere kadar kollara mesh edilir. Leys b. Sad'm mezhebi
de budur. Ancak İmam Ma1ik'e göre elleri bileklere kadar mesh etmek farz,
dirseklere kadar mesh etmek farz değil İhtiyaridir. İbni E bi Leylâ ile Hasan
b. Hayy'a göre dahi teyemmüm için eller iki defa toprağa vurulur. Fakat her
vuruşta yüze ve dirseklerle beraber kollara mesh edilir. Hattâbi (319-388)
«Benim bildiğime göre bunlardan başka ulemâdan bu söze kail olan yoktur.»
demiştir. Zührî (50-124) teyemmümde kolların koltuklara kadar mesh edileceğine
kail olmuştur. Ulemâdan bazıları teyemmüm için ellerin yere dört defa
vurulacağını ikisiyle yüze, ikisiyle de kollara mesh edileceğini söylemişlerse
de bu sözün sünnetten hiçbir delili yoktur. Bâzılarıda cünüplükten dolayı
yapılan teyemmümde kolların omuzlara kadar, abdestsizlikten dolayı yapılan teyemmümde
ise bileklere kadar mesh edileceğini söylemişlerdir. Bu kavil dahî zayıftır.
İmam Mâlik 'ten bir rivayete göre eller üç defa toprağa vurulur, bunların ikisi
farz üçüncüsü müstahabdır. İbni Sirîn 'den dahi böyle bir kavil rivayet olunur.
Ona göre üçüncü defada toprağa vurularak birinci ile yüze, ikincisiyle ellere,
üçÜncüsüyle de kollara mesh' edilir.
Hz. Ammâr'dan bu
bâbdaki rivayetler muhtelif ve muztarip olduğu için her rivayetine kail
olanlar bulunmuş; bu sebeple birçok kaviller ortaya çıkmış olduğundan
Kitabullah'ın zahirine müracaat olunmuş ve abdeste kıyasen teyemmüm, için
ellerin iki defa toprağa vurulacağına bunların biri ile yüze diğeri ile ellere
dirseklerle beraber mesh edileceği-.ne hükmolunmuştur. Nitekim hadîsin bu şekli
gösteren rivâyetleride vardır. Bunların bâzılarını Tahâvi, Taberâni, Dâre
Kutni, Beyhâki, Hâkim, İbni Ebi Şeybe, Bezzâr ve diğer hadîs imamları tahric
etmişlerdir. Mezkûr hadislerin bâzısı mevkuf bâzıları merfu'dur. Ancak mecmuu
birbirlerini takviye ve teyid ettikleri cihetle hasen derecesinden de aşağı
düşmezler. Binaenaleyh onlarla ihti-câc olunabilir.
4- Ebû
Hanîfe'ye göre üzerinde toz bulunmayan taş üzerine teyemmüm caizdir. Zira
ellerin tozlanması muteber olsa Resulül1ah ( Sallalîahü Aleyhi ve- Seliem) ellerini üfürmezdi.
5-
Teyemmümde ellerini üfürmek veya silkmek sünnet yahut müstahabtır.
114- (369)
Müslim der ki: Leys b. Sa'd, Cafer b. Rabîa'dan, o da Abdurrahman b.
Hürmüz'den, o da İbni Abbâs'ın azadlısı Ümeyr'den naklen rivayet etti ki,
Abdurrahman Umeyr'i şöyle derken işitmiş.:
«Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Seliem) 'in zevcesi Meymûne'nin âzâdhsı Abdurrahman b. Yesâr ile
ikimiz geldik ve Ebû Cehm b. Haris b. Sımmete'l - Ensârî'nin yanına girdik. Ebû
Cehm şunu söyledi, Resûlül-lah (SalldUahü Aleyhi ve Seliem) Bi'r-i Cemel
tarafından geldi, kendisine bir adam rast gelerek selâm verdi, ise de;
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) hemen onun selâmını almadı: (Oradaki)
bir duvara varınca yüzüne ve ellerine mesh etti, sonra selâmı aldı.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabü't-Teyemmüm» de Ebû Dâvûd, ile Nesai'de «Kitabü't - Tahare» de tahric
etmişlerdir.
Müs1im'in bütün
rivayetlerind ebu hadis burada olduğu gibi Müs1im 'le Leys'in arası münkatı'
olarak rivayet edilmiştir. Böyle hadislere muallâk denildiğini kitabın
mukaddimesinde görmüştük. Müslim'in Sahih'inde ondört yahut oniki münkatı'
hadis vardır.
Bu Hadisin senedindeki
Abdurrahman b. Yesar hata olarak zikredilmiştir. Doğrusu Abdullah b. Yesâr
'dır. Bu-hârî, Ebû Dâvûd, Nesai ve diğer hadis imamları onu doğru olarak
Abdullah b. Yesâr diye rivayet etmişlerdir. Kaadî Iyâz (476-544) «Sahih-i Müslim
'in bizim rivayet ettiğimiz Semerkandî tarîkmda bu isim Abdullah b. Yesâr
şeklinde doğru olarak tesbit edilmiştir. Bunlar dört kardeştir. Abdullah,
Abdurrahman, Abdülmelik ve Meymûne 'nin azadlısı Atâ' » diyor. Yine bu
hadîsteki Ebû Cehm ismi hatâdır. Doğrusu Buharı ile diğer Hadis İmamlarının
tesbit ettikleri ve-cihle Ebû Cuheym 'dir. Ayni ismi Müslim dahi «Esma'ül
Rica'I» nâm eserinde Ebu Cüheym şeklinde tesbit etmiştir. Bu zatın ismi
Abdullah 'tır. Namaz kılanın Önünden geçmenin hükmüne dâir hadîs rivayet
etmiştir. Tam ismi Abdullah b. Haris b. Sım'mete'l.-Ensârî 'dir. «Hamisa»
hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm başkadır. Bi'r-i Cemel, Medine'ye yakın bir yerin
ismidir.
Hadîs-i Şerif
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in o defa su bulamadığı için duvardan
teyemmüm ettiğine hanılolunmuştur. Çünkü su bularak onu kullanmaya kaadir olan
kimseye teyemmüm caiz değildir. Bu hususta namaz vaktinin daralmasının da bir
te'siri yoktur. Vakıa Şafiilerden Beğavi (214-310) bazı Şafiiyye ulemâsından
naklen vakit daralınca teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını sonra ab-dest
alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu kavil Şafii1er arasında
ma'ruf ve makbul değildir. Onlara göre vaktin daralması sebebiyle bayram ve
cenaze namazları için bile teyemmüm edilemez. Ha-nefîler'e göre cenaze ve
bayram namazları için yetişememek endişesiyle su bulunduğu halde dahi teyemmüm
caiz olduğunu az yukarıda görmüştük.
1- Duvara
teyemmüm caizdir. Yalnız Şâfiilerle diğer birçok ulemaya göre üzerinde toz
bulunması şarttır.
2-
Hanefîler'den bazıları taş üzerine teyemmüm edilebileceğine bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü
Medine'nin duvarları kara taştan yapılırdı.
3- Tahavî
(238-321) Cenaze namazı için teyemmüm caiz olduğuna bu hadisle istidlal etmiştir.
Küfe ulemâsı ile Leys ve Evzâi'nin
mezhebleri de budur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fırsatı
kaçırmamak için duvara teyemmüm ederek selâmı almıştır.
4- Nafile
ibadetlerle Secde-i tilâvet, Secde-i Şükür ve Mushafa dokunmak gibi fazilet
sayılan işler için de teyemmüm edilebilir. Bu hususta bütün ulema
müttefiktirler. Şafîiler'den bazıları:
«Teyemmüm ancak farz için caizdir» demişlersede bu kavil şazz ve
münkerdir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir. Sahibinin izni olmaksızın Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) o duvardan nasıl teyemmüm etmiştir.
Cevap : Duvarın
sahibsiz orta malı olması ihtimali vardır. Sahibli olsa bile Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o zatın bu işe kızmayıp memnun kalacağını
bildiği için duvarına teyemmüm etmiştir. Rizâ halinde sahibine sormadan
başkasının malından istifade etmek yalnız Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) e değil bütün ümmetine ca-iz'dir; bunu evvelcede gördük.
5- Teyemmüm
yüze ve ellerle kollara meshetmek suretiyle yapılır.
115- (370)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Dahhâk b. Osman'dan, o da Nâfi'den, o da
İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki; Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
küçük abdest bozarken (yanından) bir zat geçmiş de kendilerine selâm vermiş
fakat Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) onun selâmını almamış.:»
Bu hadîsin muhtelif
rivayetleri vardır. Ez cümle Taberânînin «El-Evsât» daki rivayetinde «Adam
yolda görünmez olmak üzere iken Resûlülllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
ellerini duvara vurarak kollarına meshetti sonra o adamın selâmını aldı ve :
«Senin selâmını
almama bir mâni
yoktu ama ben
abdestsizdim.»
buyurdu. Keza Bezzâr'm
sahih bir senedle haric ettiği rivayette «Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) küçük abdest bozarken yanından bir adam geçti de ona selâm verdi, o da
selâmı aldı, adam geçi.t» gittikten sonra Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) arkasından seslendi ve :
«Senin selâmını almama
sebep, gider de ben Peygambere selâm verdim ama selâmımı almadı, dersin diye
endişelenmemdir. Bir daha beni bu halele görürsen bana selâm verme, çünkü
versen de selâmını almam!» buyurdu.» denilmektedir. Bu bâbda daha başka
rivayetler de vardır. Bu rivayette; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in kendisine abdest alırken verilen selâmı almadığı, Abdesti bitirdikten sonra
özür dileyerek Allaha'ın ismini abdestsiz olarak anmak istemediğini bildirdiği
görülmektedir.
Bâzıları; bunun
islâmiyetin ilk zamanlarına mahsus olduğunu, sonraları abdest alırken verilen
selâmı kabul ettiğini söylerler. Tahavî Şerhinde «Selâm almamak meselesi abdest
ayeti ile neshedilmiştir. Bazıları Aişe (Radiyallahû anha) 'dan rivayet edilen
hadisle nesh edildiğini söylemişlerdir: Mezkûr hadiste Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi-ve Sellem) 'in her zaman Allah'ı zikrederdiği beyân ediliyor» denilmektedir.
Hattâ Abdullah b. Alkame 'nin babasından rivayet ettiği bir hadisde: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest almak istediği zaman biz kendisiyle
konuşmazdık, o da bizimle konuşmazdı ona selâm verirdik, fakat o bize selâm
vermezdi, bu hâl ta ruhsat âyeti (yani) :
«Ey mü'minler! Namaza
kalkmak istediğiniz vakit yüzünüzü yıkayın.» kavl-i kerimi ininceye kadar böyle
devam etti» denilerek nesh meselesi tasrih edilmiştir. Bâzıları
neshe.gitmeyerek hadisi istihbab manâsına te'-vil etmişlerdir. Onlara göre
abdestsiz selâm almak caizse de abdest bittikten sonra selâm almak müstahabdır
1- Abdest alırken
selâm veren bir kimse selâm sımayı hak edemez. Bu cihet ittifâkidir.
2- Kaza-i hacet esnasında
selâm vermek ve almak mekruhtur. O halde bulunan bir kimsenin zikir, teşbih,
tehlil ve aksıran kimseye teşmitte bulunması dahi aynı hükümde dahildir.
Müezzinin ezanını takip ederek okuyamaz. Bütün bunlar cima halinde dahi
mekruhturlar. Kendisi aksır-sa dili ile söylemiyerek içinden Allah'a hamdeder.
Ancak Nevevi'nin beyanına göre buradaki kerahet, tahrim için değil kerahet-i
tenzîhiy-yedir.
Kaza-i Hacet esnasında
her nevi söz mekruhtur. Yalnız zaruret halinde meselâ kuyuya düşmek üzere
bulunan bir âmâyı yahut yılan, akrep gibi bir insana zarar vermek üzere bulunan
hayvanları gördükte'konuşmak mekruh değil bilâkis vâcibtir.
Mevzu-i bahis kerahet
meselesi Şafiilerle ekseri ulemânın mezhebidir. İbni Münzir onu İbni Abbâs,
Atâ, 'id-i Cüheni ve İkrime hazerâtırun kavilleri olmak üzere rivayet etmiştir.
İbrahim Nehâi ile İbni Şirin'in konuşmakda
beis görmedikleri
rivayet olunur.
(371) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yani ibni Saîd rivayet
etti. Dedi ki: Bize Hunıeyd rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebi
Şeybe de rivayet etti lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye,
Humeyd-i Tavü'den, o da Ebû Rafi'den, O da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki Ebû Hüreyre cünüp olarak Medine yollarından birinde Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem)'e rastlamış ve hemen sıvışarak gitmiş, yıkanmış, Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) onu araştırmış, Ebû Hüreyre geldiği zaman :
«Nerede kaldın ya Eba
Hüreyre?» diye sormuş. Ebû Hüreyre :
«Ya Resulâllah bana
cünüp halimde tesadüf ettin. Ben de yıkanma-dikça senin yanında oturmayı doğru bulmadım; demiş.' Bunun
üzerine
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Sübhânallah! Mü'm İn
necis olmaz.» buyurmuşlar.
Bu Hadîsi Buhârî
«Kitâbü'I - Gusl» ün bir iki yerinde tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmîzî,
Nesâi, ve İbni Mâce dahi muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadis-i Şeriftedi yani
(Sıvıştı) kelimesi biri bu olmak üzere dokuz şekilde rivayet edilmiştir. Bu
rivayetlerin bazılarıda denilmiştir. Mezkûr kelimeler (Geriledim, Çekildim) ve
(Döndüm) mânâlarına gelirler. Bâzı rivayetlerd yani (Koştum) diğerlerinde yani
(Kendimi necis itikad ettim), bir rivayette yani (Şitab ettim), diğer rivayette
yani (Kendimi noksan buldum), başka bir rivayette, yani (Kendimi Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürümekten men ettim), diğer bir
rivâyettede yani (Sıvıştım) denilmiştir.
«Sübhânallah» kelimesi
evvelce de arz ettiğimiz gibi taaccüb ve hayret makamında kullanılır. Bu kelime
mahzûf bir fi'lin mef ulüdür. «Seni tenzih için teşbih ettim yâ Rabbî!..»
takdirindedir. Daha başka takdirlerde yapılmıştır. Hattâ bazıları
Sübhânallah»m mânâsı: «Tâat hususunda Allah'a koşarım» demektir. Mütâlâasında
bulunmuşlardır.
1- Mü'min
necis olmaz, o cünüp de olsa abdestsizde bulunsa temizdir. Hattâ onun dirisi,
ölüsü, artığı, teri, salyası ve gözyaşı dahî temizdir. Daha doğrusu bütün Ben'i
Âdem temizdirler. Çünkü bu hususlar da^kâfir de mü'min gibi temiz hükmündedir.
Ölü hakkında İmam Şafii 'den iki kavil vardır. Bunların esah olanına göre Ölü
temizdir. İmam Buhârî'-nin «Sahİh»inde İbni Abbas (Radıyallahu Anhütna) 'dan
ta'lîk suretiyle rivayet ettiği bir hadisde :
«Müslüman diri iken
de, ölü iken de necis olmaz.» buyurulmuştur. Aynı hadisi Hâkim- «El-Müstedrek»
inde mevsûl olarak rivayet etmiştir. Hâkim bu hadisin Buharı ile Müs1im'in
şartlarına uyduğunu, fakat onu kitaplarına almadıklarını söylemiştir. Mezkûr
hadis müslümanm dirisinin de ölüsünün de temiz olduğu hususunda büyük bir asıl
ve kaidedir. Müslümanm dirisi bilicmâ, temizdir. Hatta bir kadın çocuk düşürse,
fer cin den çocuğun üzerine bulaşan ıslaklık bile temizdir. Bu hükümde kâfir de
müslüman gibidir. Dâre-Kutn î 'nin rivayet ettiği Hz. Âişe hadisinde Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m bedene ve yere cünüp hükmü vermediği beyân
olunmuştur. İbni Abbâs(Radıyaîlahu Anhüma) «Dört şey vardırki cünüp olmazlar.
İnsan, elbise, su, ve yer» demiştir. Begavî'nİn tefsirine göre bunun mânâsı;
Cünüp olan bir kimseye temas eden insan, elbise, yer cünüp olmadıkları gibi
yine cünüp bir kimsenin elini daldırdığı su dahi necis olmaz demektir. İbni
Münzir; «Bilumum ulemâ Cünüp olan kimsenin terinin temiz olduğuna ittifak
etmişlerdir.'Bu hüküm İbni Abbâs., İbni Ömer ve Aişe (Radiyallahû anhûm) 'den
de sabit olmuştur. Ebû Hanîfe ile Şafiî 'nin mezhepleri budur. Başkalarından
onların kavline muhalefet eden de bilmiyorum, demiştir.
Kurtûbi, İmam Şafii'ye
göre kâfirin necis sayıldığını söylemiştir. İbni Münzir «Yahudi, Hristiyan, ve
Mecûsînin teri bence temizdir.» demiş. İbni Hazm ise Müşriklerin terlerinin necis
olduğuna hükmetmiştir. Delili :
«Müşrikler ancak
necistir.» âyet-i kerimesinin zahiri ile babımız hadîsinin mefhum-u
muhalifidir. Yani ona göre hadis-i şerifde:
«Mü'min necis olmaz.»
buyurulnıası, kâfir necis olur mânâsına gelir.
Bu delillerle İbni
Hazm kâfirin necis-i ayn olduğuna hükmetmiştir. Fakat kendisine cevap verilmiş
ve «Ayet-i Kerîmeden murad kafirlerin bedenleri değil itikad ve fiillerinin
necis olmasıdır. Buna delil Teâlâ hazretlerinin Ehl-i Kitaptan kız almayı
müslümanlara mubah kılmasıdır. Malumdur ki; Ehl-i kitap bir kadınla evlenen
kimseye beraber yattıkları vakit onun teri bulaşır, bununla beraber ondan
dolayı yıkanması emre-dilmemiştir. Şu halde diri olan bir insan ayn değildir.
Zira erkeklerle kadınlar arasında hüküm itibarı ile bir fark yoktur,
denilmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Müslüman'ın dirisi de
ölüsü de temiz olduğuna göre cenazesi niçin yıkanıyor.
Cevap : Hanefiyye
ulemâsı cenazenin niçin yıkandığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına
göre; cenazenin yıkanması necis olduğu
için değil, hadesden dolayıdır. Çünkü ölen kimsenin mafsalları gevşediği için
kendisinden hades zuhur eder. Yoksa insan ölüsü Allah tarafından bir ikram
olmak üzere necis sayılmamıştır. Necis sayılmış olsa sair hayvanlar gibi
yıkamakla temizlenmemesi icab ederdi. Burada sağlığında olduğu gibi ona yalnız
abdest aldırmakla iktifa etmek gerekirdi. Lâkin sağlığında hades daima tekerrür
ettiği, ölüm sebebi ile ise tekerrür etmediği için ölüm halindeki hades
cünüplüğe benzetilmiş ve bütün azanın yıkanması îcab ettiğine hükmolunmuştur.
Çünkü bu yıkama bir defaya mahsus olduğu için onda hiçbir güçlük yoktur.
Irak ulemasına göre
cenaze hadesten dolayı değil ölüm sebebi ile pislendiği için yıkanır. Çünkü
insanda kan vardır, bu sebeple Ölüm halinde insan pislenir ve diğer necis
şeylere kıyas olunur. Cenaze necis olmasa su kuyusuna düşerek Ölen insanın
oradaki suyu pislemesi ve keza cenaze üzerinde iken namaz kılan bir kimsenin
namazının sahih olması icab ederdi. Halbuki insan ölmekle kuyunun suyu pis
olduğu gibi üzerinde cenaze bulunan kimsenin namazı da caiz değildir.
2- Fazilet
sahiplerine hürmet ve ta'zimde bulunmak, onların yanında en güzel kılık ve
kıyafet, terbiye ve nezâketle oturmak müstehab-tır. Ulema, hocasının yanında,
talebenin kendini çekip çevirerek temiz, pak bir hâlde oturmasını, onun yanma
giderken sünnet vecihle traş olmasını, tırnak ve bıyıklarını keserek üzerinden
kir ve ter kokularını gidermesini müstehab görmüşlerdir.
3- Âlîm bir
zât kendisine tâbi olanlardan birinin hatâya düşeceğini anladığı zaman o
meseleyi açarak doğrusunu anlatmalı ve hükmünü bildirmelidir.
4- Kendisine
gusl icap eden bir kimse yıkanmayı bir parça geciktirebilir; ancak bu
gecikmenin namaz vaktini geçirecek kadar fazla olmaması şarttır.
5- Namaz
vaktini geçirmemek şartı ile cünüp kimse yıkanmadan bazı işlerine bakabilir.
6- Hadis-i
Şerif müminlerin gönüllerini hoş etmeye, fakirlere yardıma ve Allah için
tevazu göstererek onun emirlerine tabi olmaya işaret etmektedir.
116- (372)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû
Küreyb'de rivayet ettiler. Dediler ki Bİze Veki', Mis'ar'dan o da Vasıl'dan, o
da Ebû Vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet ettiki, Huzeyfe cünüp iken
kendisine ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) tesadüf etmiş. Huzeyfe hemen
sıvışarak (Gitmiş) yıkanmış sonra gelerek:
Ben cünüptüm demiş
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) : «Müslüman necis olmaz.» buyurmuşlar.
Müslim (Rahimehullah)
bu rivayeti yükarkini takviye için zikretmiş olsa gerekir. Çünkü yukarki
rivayetin isnadı hakkında söz edilmiştir. Kaadı Iyaz, Ebû Abdillah Mâzerî
'nin, «Bu isnâd münkâtı'dır. Hadisi Humeyd, Bekir b. Abdillah el Müzenî'den, o
da Ebû Râfi 'den, rivayet etmiştir. Onu Buhârî ile Ebû Bekir b. Ebi Şeybe'de
böyle tahric etmişlerdir.» dediğini söylemektedir. Filvaki' Buhârî öyle rivayet
ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, İbni Mâce ve diğer hadis imamlarida'aynı
şekilde tahric etmişlersede Müs1im'in böyle münkâtı rivayet etmesinin metn-i
hadîse hiçbir zararı yoktur. Çünkü hadîsin" metni 'Munkati1 senedli Ebû
Hüreyre rivayetinde ne ise buradaki muttasıl senedli rivayetinde de odur.
Huzeyfe rivayetinin
senedine bir diyecek yoktur. Râvîlerinin hepsi Kûfelidir. Yalnız Huzeyfe
(Radiyallahû anh) ekseriyetle Me-dâin'de yaşamıştır.
117- (373)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala ile İbrahim b. Mûsâ rivayet ettiler dediler ki;
Bize İbni Ebî Zaide babasından, O da Hâlid b. Seleme [99] den,
o da Behiy' [100] den, o da Urve'den, o da
Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe: Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem)
(zamanının) her anında Allah'ı zikrederdi» demiş.
Bu hadis bütün
hallerde Allah Tealâ'yı zikir, teşbih, tehlil,
tekbîr
ve tahmîd'in caiz
olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedir. Yalnız cünüp ile hayzlı
kimselerin Kur'an okuyup okuyamaması hususunda ihtilâf vardır. Cumhuru ulemaya
göre, cünüp ve hayzlı kimselerin Kur'an okuması haramdır, Hattâ Şâfiilere
göre; bu hususda bütün âyetle yarım âyetin farkı yoktur. İkisini de okumak
haramdır. Onlara göre cünüp bir kimsenin Kur'an kasdı ile (Bismillah), yahut
(Elhamdülillah) demesi haramdır. Bunlarla zikri kasdeder; Yahut hiçbirşey
niyet, etmezse haram değildir. Cünüp ve hayzlının kalplerinden Kur'an
okumaları ve mushafa bakmaları caizdir. Yıkanmak istedikleri zaman zikir
kasdiyle (Bismillah) demeleri müstahabdır.
Hanefîlere göre;
kur'an kasdiyle (Bismillah) yahut (Elhamdülillah) demek mekruhtur. Fakat
bunları nimete şükür yahut sena kasdiyle söylemekte kerahet yoktur.
İmam Mâlik Hayzlı
kadına Kur'an okumayı tecviz 'etmiştir. Tahâvî'ye göre Cünüp ve hayzlılar yanın
âyet okuyabilirler. Bu kavil İbni Semâ'a tarikiyle İmam Âzam 'dan da menkûldür.
Onlara göre hayzlı bir muallime Kur'an-i Kerîm'i kesik kesik kelimeler şeklinde
okutabilir. Hattâ dua ve sena niyetiyle fatihayı okumak dahî caizdir.
«Fetâvâ'i Zâhiriyye»
adlı kitabda, «Hayzlı ile cünübün Tevrat, Zebur, ve incili okumamaları gerekir.
Çünkü hepsi kelâmullahtır. Vitir duasını okumalarıda mekruhtur. Zira Übey b.
Ka'b (Radiyallahû anh) kunut duasını
Kur'an-ı Kerîm'den iki sûre saymıştır.
Büyük veya küçük
abdest bozarken ve cima halinde zikrin mekruh olduğunu teyemmüm babında
görmüştük. Şu halde Hadis-İ Şerif o hallerle tahsis olunmuş demektir. Yâni bu
hadisten maksat o hallerden gayri Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in
her zaman Allah'ı zikir ettiğini anlatmaktadır. Bu hususta abdestli abdestsiz
veya cünüp bulunmakla ayakta, oturur, yürür veya yatar halde bulunmak arasında
hiçbir fark yoktur.
118- (374)
Bize Yahya b. Yahya et - Temîmî ile Ebu'r Rabî' Ez -Zehrânî rivayet ettiler.
Yahya: Bize Hammâd haber verdi dedi. Ebu'r Rabî' ise; Bize Hammâd, Amr b.
Dinar'dan o da Saîd b. el - Huveyrİs'den [101] o
da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti, ki Peygamber (Saîlalîohü Aleyhi ve
Sellem) heladan çıkmış, kendisine yemek getirmişler ve Abdest lâfı etmişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve" Sellem) :
«Ben namaz kılmak mı
istiyorum ki, abdest alayım.» buyurmuşlar; dedi.
119- (...)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne,
Anır'dan, o da Saîd b. el-Huveyris'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Ben İbni Abbâs'dan
dinledim. Şöyle diyordu:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Heladan gelmiş de kendisine yemek
getirmişlerdi. Abdest almayacak mısın, dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Niçin? Namaz mı kılacağım
ki, abdest alayım.» buyurdular.
120- (...)
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Müslim et -
Tâifî, [102] Amr b. Dinar'dan, o da
Sâib oğullarının âzâdlısı Saîd b. Huveyrİs'den naklen haber verdi ki, Saîd,
Abdullah b. Abbâs'i şöyle derken işitmiş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) helaya gitti; geldiği zaman kendisine yemek takdim ettiler ve:
— Ya
Resûlüllah! Abdest almayacakmısın? dediler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Niçin?
Namaz için mi?» buyurdular.
121- (...)
Bana Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû Âsim, İbni Cüreyc'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Saîd b. Huveyris rivayet
etti. Saîd, İbni Abbâs'ı şöyle derken işitmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) helada kazâ-i hacet etti de kendisine yemek getirildi. O (bundan) yedi,
fakat suya falan dokunmadı.
İbni Cüreye demişki:
Bana Amr b. Dînâr, Said b. Huveyrİs'den naklen sunuda ziyade etti. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)':
— Sen abdest almadan,
demişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Namaz kılmak
istemedim' ki, abdest alayım.» buyurmuşlar. Amr bunu Said b. Huveyrİs'den
dinlediğini söyledi.
Bu hadis-i Şerifin
bütün rivayetleri abdestsiz bir kimsenin .yemek yiyebileceğini göstermektedir
Ulemâ abdestsiz yemek yemek, su içmek,
Allah'ı zikretmek ve
Kur'an-ı Kerim okumak gibi şeylerin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Bıa
hususta hiçbir kerahet yoktur. Bütün sahih hadisler bunların cevazına delâlet
ettiği gibi icma-ı ümmet dahi mün'akid olmuştur. Abdest almak ancak namaz
vakti daraldığı zaman vacib olur.
Buradaki rivayetlerin
metinlerinden de anlaşılacağı vecihle mevzu-i bahis olan abdestden murad: Şer'î
abdesttir. Bununla beraber Kaadî îyâz onu lûgavî abdest mânâsına almış ve
elleri yıkamaktan ibaret olduğunu söylemiştir. Kaadi İyaz yemekten önce el
yıkamanın müstehap veya mekruh olduğu hususunda ulemânın ihtilâf ettiğini ve
îmam Mâlik'le Sevrî 'nin bunun kerahetine kail olduklarına nakletmişse de
Hadîsden murad! Neveyî 'ninde beyân ettiği vecihle el yıkamak değil Şer'i
abdesttir. Allah-u A'lem.
122- (375)
Bize Yâhyâ b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Zeyd haber verdi,
Yahya şunu da söyledi. Bize Hüşeym haber verdi. Bunların ikisi de Ahdulaziz b.
Suheyb'den o da Enes'den naklen rivayet etmişler.
Hammâd'uı hadîsinde:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) helaya gireceği vakit...» Cümlesi,
Hüseyin'in hadisinde: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) kenîfe gireceği zaman...» ibareleri
vardır. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) helaya girerken :
«Ya Rabbi, Hübs ve
Habâisden sana sığınırım.» dermiş.
(...) Bize
Ebû Bekr h. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb'da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail -ki İbni Uleyye'dir - Abdulazİz'den bu isnadla rivayet etti ve
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Hubs ve Habâisden
Allah'a sığınırım.» dediğini söyledi.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'l - Vudû» ile «Kitâbü'd - Deavât» da Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesaî ve İbni
Mâce «Kitâbü't - Tahâre» de tahric etmişlerdir.
Hattâbî (319-388)'nin
beyânına'göre; huds, habisin cem'i, ha-hâis ise habîsenin cem'idir. Bu iki
kelimeden murad Şeytanların erkek ve dişileridir. Yani Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) helaya girerken erkek ve dişi şeytanlardan Allah'a
sığmırmış.
Hattabî umumiyetle
hadîs ulemasının bu kelimeyi «Hubs» şeklinde «ba»nm sükûnu ile telâffuz
ettiklerini, fakat bunun hata olduğunu, kelimenin doğru olarak Hubus şeklinde
okunacağını söylemiş ve sözlerine şunu ilâve etmiştir. Çünkü şeytanlar
helalarda bulunurlar. Helalar Allah'ın zikre dilmediği yerlerdir. Bu sebeple
Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şeytanlardan korunmak için evvelâ Allah'a
sığmırmış. Fakat Hattabî'nin hata iddiası doğru değildir. Çünkü tahfif için
sakin okumak caizdir. Kelime burada olduğu gibi başka yerlerde de hubs
şeklinde bâ'nm sükûnu ile rivayet edilmiştir. Ulemâdan Ebî Ubeyd Kaasim b.
Sellâm, Fârâbi ve Fârisî gibi zevat mezkûr kelimenin bu şekilde okunduğunu
rivayet etmişlerdir. Meşhur- olan rivayetide budur. Yalnız bazıları kelimenin
mastarının da aynı şekilde gelmesine bakarak birbirlerine karışmasınlar diye
bunun hubus okumanın evlâ olacağı söylenebilir, demişlerdir. Bazıları Huhs'dan
murad küfür, Habâîs'de şeytanlardır, demişlerdir. İbni Battal ( -444)'a göre
hubus kelimesi bilumum kötülüklere şamil bir kelimedir. «Hubs» şeklinde
okunursa pislik mânâsına masdardır. Bâ-zan da isim olarak kulanılır. Habâis'den
murad ona göre de şeytanlardır. Bu kelime hakkında İbnü1-A'rabî şu tafsilâtı
verir «Arap lisanında» Hubs'un aslı kerih görülen şey mânâsına gelir. Bu
kelime söz hakmda kullanılırsa sövmek, dinler hakkında kullanılırsa küfür,
yemekler hakkında haram, içilen şeyler hakkında zararlı, mânâlarına gelir. Bazıları
«Hubs» iyi ve makbul olmayan fiil yani kötülük, Habâis ise; bilcümle kötü
fiiller ve çirkin huylar mânâsına gelir demişlerdir.
Kenîf, Hela ve mirhâd,
aynı manâya gelen sözlerdir. Bunlardan murad bizim de hela dediğimiz ayak
yoludur.
1- Helaya
girileceği zaman Resûlüllah1 (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yaptığı gibi istiâ'zede bulunmak bütün
ulemâya göre müstahabdır .Bu hususta evlerdeki helalarla ovanın farkı yoktur.
Çünkü ovada Kazâ-i hacete oturmak da hela hükmündedir. Helaya girerken istiâ'zeyi unutan kimsenin
helaya girdikten sonra istiaze etmesi Hz. İbni Abbâs ile diğer bir takım ulemâya göre mekruh, İbni Ömer
(Radıyallahu Anhüma) 'nın da dahil olduğu bir cemâate göre caizdir.
2- İbni
Battal bu hadisle istidlal ederek helada Allah'ın zik-redilebileceğine kail
olmuştur. Maamafîh bu hususdaki rivayetler muhteliftir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bi'ri Cemel
denilen yere kazâ-i hacet için giderek döndükten sonra bile teyemmüm etmeden selâm
almadığını az yukarıda görmüştük.
Bu sebeple ulemâ ihtilâf etmiş.
Bâzıları helada Allah'ı zikretmenin mekruh olduğunu, diğer bâzıları da caiz
olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallahâ anh) Atâ', Mücâhid ve Şa'bi
kerahete kail olanlardır. îkrime dille
değil, kalple zikrin caiz olduğunu söylemiştir. Hz. Abdulah b. Amr'in helada
Allah'ı zikreddiği, îbni Vehb'den rivayet olunmuştur. Azramî diyorki Şâ'bî 'ye;
«Ben helada aksırırsam Allah'a hamd edeyim mi? diye sordum: «Hayır, oradan
çıkmadıkça hamdetme!» dedi. Müteakiben Nehâî'ye giderek bu meseleyi sordum o
«Allah'a hamdet!» dedi. Ona Şa'bî'nin sözünü naklettim, Nehaî; «Hamd yukarı
çıkar aşağı inmez» dedi. îbni Şîrîn ile
İmam Mâ1ik'in kavlide budur.
Buharı 'nin Atâ'dan
rivayet ettiği bir habere göre üzerinde ismullah yazılı yüzükle helaya girmekde
beis yoktur. Hasan- Basrı ile Said b. el-Müseyyeb'in nıezhebleri de bu olduğu
rivayet edilir. Ulemâdan bâzıları üzerinde ismullah yazılı yüzük vesaire ile
helaya girmeyi doğru bulmamışlardır. Buhârî,; «Bunun haram olmaması sahihtir»
diyerek kerahet-i tenzîhiye ile mekruh olduğuna işaret etmiştir.
Bi'r-i Cemel hadisini
ulemâ ihtiyata ve fazilete hamletmişlerdir. Çünkü abdestsiz selâm almamak şart
değildir. Taberî (224-310) «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
abdestsiz selâm almaması müslümanlarm birbirlerine abdestsiz selâm
vermemelerini ta'lim ve te'dib içindir» demiştir.
3- Helaya
girerken yapılacak istiâze gibi sözlerle
olur.
4- Peygamber
(Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) 'in istiaze etmesi Allah'a kulluğunu ifade ve
ümmete bunu talim içindir. Yoksa Fahri Kâinat efendimiz bütün ins-ü cinnin
şerlerinden mahfuz idiler. Hattâ cinlerden birini mescidin direğine
bağlamıştı. Bu onun cinlerede hakim ve mutasarruf olduğuna delildir.
5-
İstiâzeden Önce Bismillah demek müstehabdır. Mamer'inin rivayet ettiği bir
hadisde besmele tasrîh olunmuştur.
123- (376)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize ismail h. Uleyye rivayet
ettu H. Bize Şeyban b. Ferrûh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvaris
rivayet etti, bunların ikisi de Abdülaziz'den, o da Enes'den, naklen rivayet
etmişler. Enes şöyle demiş:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birisine yavaşça birşey söylerken namaza ikâmet
getirildi. (Abdülvaris'in hadisinde: Nebiyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
birisiyle gizlice konuşurken denilmiştir) fakat cemaat uyuyuncaya kadar kendisi
namaza kalkmadı.
124- (...)
Bize Ubeydullah b. Mûâz el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Abdüllaziz b. Süheyb'den, o da Enes b. Mâlik'den
işitmiş olmak üzere rivayet etti. Enes şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir adamla gizlice konuşurken namaz için ikâmet getirildi.
Fakat kendileri ashabı uyuyuncaya kadar gizli konuşmaya devam ettiler, sonra
gelerek onlara namaz kıldırdılar.
125- (...)
Bana Yahya b. Habîb el-Hârisi dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Halid —ki
îbnil Haristir— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Kâtade'den, naklen rivayet
etti. Demiş ki: Enes'i şöyle derken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlemjm. ashabı uyurlar sonra abdest almadan namaz kılarlardı.
Şu'be demiş ki:
Katâde'ye «Sen bunu
Enes'den mi işittin?» dedim:
Evet İyvallah!» cevabını verdi.
126- (...)
Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr ed - Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad, Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivayet
etti ki şöyle demiş: Yatsı namazına ikâmet getirildi. Bu sırada bir zât; benim
bir hacetim var, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onunla gizlice görüşmeye gitti. Tâki cemaat yahut cemaatten bâzıları uyudular;
sonra namazı kıldılar.
Bu hadîsi Müslim
«Namaz» bahsinde de tahric ettiği gibi Buhârî «Ezan» bahsinde. Ebu Davud 'da
namaz bahsinde tahric etmişlerdir. Hadisin muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Ashab-ı Kiram yatsı namazını kılmak üzere toplanmışlar,
namaz için ikâmet getirilmiş. Tam bu sırada bir kavmin büyüğü olduğu söylenen
bir adam gelerek Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüşmek
istemiş, o da mescidin bir köşesine çekilerek kendisi ile gizlice uzun uzun
görüşmüş ve onu İslama yatıştırmaya çalışmış. Aynî diyorki; «Gelen bu zatm bir
melek olması En es (Radiyallahû anh) 'in onu insan suretinde görmesi ihtimalden
uzak değildir.
Hadis muhtelif
rivayetleri ile uykunun abdest boznuyacağma delâlet etmektedir. Yine Enes (Radiyallahû
anh) 'dan bir rivâyetde;
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı yatsıyı beklerken uyurlar hatta
başları göğüslerine düşerdi; sonra namazı kılarlar, abdest almazlardı»
denilmektedir.
Hadîsin bir
rivayetinde Katâde «Enes rivayet ederken işittim» dediği halde Şu'be' nin ona;
«Sen bunu Enes'den mi işittin» diye sorması, işitip işitmediğini iyice tesbit
etmek içindir. Çünkü Katâde (Rahimehullah) Müdellislerdendir. Şu'be ise tedlîsi
son derece hor görenlerdendir. Hattâ «Zina etmek tedlis yapmaktan ehvendir»
dediği rivayet olunur. Evvelcede arzettiğimiz gibi müdellisin «an» edatı ile
«filândan» diyerek rivayet ettiği hadisle ihticac olunmaz. Filândan işittim
derse ancak o zaman hadisi makbul olur. Bu sebepten Şu'be (Rahimehullah) Katâde
'nin hadîsi işitip işitmediğini iyice tesbit etmek istemiştir. Her halde
Katâde dahi onun bu fikrini anlamış olacakki hadîsi Enes 'den işittiğini Allah'a yemin ederek
söylemiştir.
1- Bir
cemâat huzurunda iki kişinin gizlice konuşmaları caizdir. Ancak bir yerde bir
kişiyi yalnız bırakıp da iki kimsenin gizli
konuşmaları yasak edilmiştir.
2- Zaruret
îcâbı olarak namazla ikametin arasını ayırmak caizdir. Gerçi Ulemâdan İbrahim
Nehâi, ile Zührî
ve Hançfî-ler ezanla ikâmet arasında konuşmayı kerih görmüş; İmam Mâlik'-in
dahî İkametle namaz arası uzarsa ikametin iadesi müstahabdır. dediği rivayet
olunmuştur. Fakat Hanefîler'in konuşmayı kerîh görmesi zaruret olmadığına
göredir. Hattâ onlarca zaruret yokken konuşmak haramdır. Zaruret bulunduğu
zaman konuşmak onlara göre de mekruh değildir.
3- Namaz
vaktin evvelinden biraz sonraya geciktirilebilir.
4- Birçok
meseleler bir araya gelince evvelâ en mühim olanın çaresine bakılır.
5- Oturarak
uyumak abdesti bozmaz. Babımız hadisinde asıl maksat budur. Ulemâ uykunun hades
olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre uyku bizzat hades yani
abdesti bozan şeylerden bindir. Diğerleri uykunun bizzat hades olmadığına onun
yalnız bir mazınne-i hades yâni abdestin bozulduğu zannını veren bir hâl
olduğuna kaildirler. Bir şeyin künhünü anlamak mümkün olmazsa sebebine o şeyin
hükmü verilir. Meselâ seferde dört rekâtlı namazların ikiye indirilmesi
meşak-katdan dolayıdır. Fakat meşakkati yüzde yüz tahdid mümkün olmadığı için
ona sebeb olan yolculuk meşakkat yerine geçirilmiş ve şer'an muteber olan bir
mesafeye gidilirse namazlar ikişer rekât'kılınır, denilmiştir. Burada da
öyledir. Haddi zatında uyku abdesti bozmamakla beraber, uyku halinde bulunan
bir insan abdestinin bozulup bozulmadığını kontrol imkânına sahip olmadığı
için uyku hades yerine geçirilmiş ve onunla abdestin bozulduğuna hükmedilmiştir.
Uyku hakkında ulemâdan
dokuz kavil rivayet edilmiştir.:
a) Uyku
hiçbir surette abdesti bozmaz. Bu kavil Ebû Mûse1, Eş'arî (Radiyalîahû anh) ile
Saîd b. El-Müseyyeb, Ebû Miclez, Humeyd b. Abdİrrahman, e1-A'rac ve Evzâi 'nin
mezhebi eridir Hattâ İbni Hazm 'in beyânına göre Ashab-ı kiramdan bir cemaatle
îbni Ömer (Radiyalîahû anh) Mekhûl ve Ubeydetü's-Selmanî dahi buna kaümişler.
b) Uyku
herhalde abdesti bozar. Hasan-ı Basrî, Müzeni, Ebû Ab dillâh Kaasim b. SeZlâm
ve î s-hâk b. Râhuye buna kaildirler. îbni Münzir: Bu kavil garip olarak İmam.
Şafiî 'dende rivayet edilmiştir. Ben de buna kailim demiş; aynı kavlin mânâ
itibarı ile İbni Abbâs, Enes ve Ebû Hüreyre (Radiyalîahû anhûm) hazerâtından
rivayet o-lunduğunu söylemiştir.
İbni Hazm'e göre haddizatında uyku hadestir ve
az olsun,
çok olsun abdesti
bozar. Bu hususta oturarak uyumakla, ayakta uyumanın ve keza namaz içinde
yahut namaz dışında rükû ve sücûd halinde veya dayanarak yahut uzanarak
uyumanın bir farkı olmadığı gibi yanmda-kilerin, uyuyan kimsenin abdesti
bozulmadığını yakînen bilip bilmemelerinin de bir tesiri yoktur.
c) Çok uyku
abdesti bozarsada az uyku hiçbir hâlde abdesti bozmaz. İbni Münzir bu kavlin Zührî, Rabîa , Evzâi, İmam Mâlik bir rivayetde İmam Ahmed b. Hanbe1'in mezhebi olduğunu
söylüyor. Bâzıları akla galebe çalacak kadar derin olursa uykunun abdesti
bozacağına kail olmuştur.
d) Uyku
rükû, sücûd, kıyam ve kuûd gibi bir namaz hey'etinde olursa abdesti bozmaz bu
hal namazın içinde olsun, dışında olsun hükmen müsavidir. Fakat birşeye
dayanarak veya sırtüstü yatarak uyuyan kimsenin abdesti bozulur. Ebû Hanîfe
ile Dâvûd-u Zâhi-r î 'nin mezhebleri budur. Garîb bir kavil olarak imam Şafiî
'den de rivayet olunur. Hammad b. Ebî Süleyman ile Süf-yan-ı Sevrî dahi buna
kail olmuşlardır.
e) Uyku
yalnız rükû hâlinde olursa abdesti bozar İbni Tîn bunu İmâm Ahmedb. Hanbel'in
bir kavli olmak üzere rivayet etmiştir.
f) Yalnız
secde hâlinde uyku abdesti bozar. Bu kavil de İmam Ahmed'den rivayet olunmuştur.
g) Namazda
secde halinde uyuyanın abdesti bozulmaz.
Fakat namaz dışında secde
halinde uyuyanın abdesti
bozulur. Namazda kasten uyuyanın abdesti dahî bozulur. Bu
kavil İbni Mübarek 'indir.
h) Namazda
uyumak abdesti bozmaz, namaz dışında uyumak bozar. Bu kavil İmam Şafii 'den
rivayet olunur.
i) Oturarak
ve Mak'admı yere yerleştirerek uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Bu hususda
az veya çok uyumakla namaz içinde veya dışında bulunmak müsavidir. İmam Safi
(Rahimehullah) 'm mezhebi budur.
Ebû Bekr İbni'l- Arabi
«Ulemâmız uykuya dair birbirine muarız olarak rivayet edilen hadislerden
çıkarılan uyku meselelerini tetkik etmiş ve bunların onbir hale inhisar
ettiğini görmüşlerdir ki, bunlar uyku, yürüme, ayakta durma, dayanma, rükû,
bağdaş kurarak oturma, dizlerini dikerek ve ellerini önden bağlıyarak oturma,
yaslanma, hayvan üzerinde bulunma, secde, yatma ve bir yerde karar kılıp oturma
şekillerinden birine mahsustur.» demiştir.
Fakat bütün bunlar
yalnız ümmet hakkındadır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin
uykusu onun hasâisinden olmak üzere hiçbir surette abdestini bozmaz.
Nevevî diyor ki:
Delilik, baygınlık, içki veya ilâçtan mütevellid -sarhoşluktan dolayı aklın
zail olması bilittifak abdesti bozar. Bu hususta azlığın ve çokluğun vesâirenin
de bir farkı yoktur. Uyuklamak abdesti bozmaz. Sünnet budur. Uyumanın alâmeti
akla galebe çalması göz ve diğer hassaların muattal kalmasıdır. Uyuklamak ise
akla galebe çalmaz. Onda hasselerde
muattal kalmaz. Yalnız gevşerler.
Bir kimse uyudumu, uyukladımı şüphe etse
abdest alması vacip değil müstehab olur. Uyuduğunu yüzde yüz bilsede mak'adımn
yere döşenip döşenmediğinde şüphe etse abdesti bozulmaz, yalnız onu tazelemesi
müstahâb olur. Oturarak uyuşa da. Sonra mak'adı yahut mak'adınm bir tarafı
yerden ayrılsa bakılır; eğer bu iş uyanmadan olmuşsa abdesti bozulur. Çünkü
makadı yere yerleşmediği halde bir müddet uyumuştur. Uyandıktan sonra yahut
uyanırken makadı yerden ayrılır yahut ne zaman ayrıldığında şüphe ederse
abdesti bozulmaz. Makadmı yere döşeyerek kendisi de duvar gibi bir şeye dayanarak
uyursa abdesti bozulmaz. Bu hususda dayandığı şey alındığı takdirde kendisi
yere düşecek derecede uyusun uyumasın fark yoktur.
Dizlerini dikerek ve
ellerini önden sararak oturan ve bu halde uyuyan hakkında Şafiiler'den üç
kavil nakledilir. Bir kavle göre bağdaş kurup oturan gibi bunun da abdesti
bozulmaz. İkinci kavle göre yatarak u-yuyan gibi bunun da abdesti bozulur.
Üçüncü kavle göre makadı yere yerleşmeyecek derecede zayıfsa abdesti bozulur.
Şişmansa abdesti bozulmaz.
Hanefîlere görede
uyuklamadan abdest bozulmaz.
6-
Hanefîlere göre ikametle namazın arası yemek ve çok konuşmak gibi amel-i Kesîr
sayılan bir şeyle ayrılırsa ikamet yeniden getirilir. Az bir amelle ayrılırsa
ikamet tekrar edilmez. Çünkü onun tekrarı meşru olmamıştır. Mâlikîlerden Übbî'de
ve Namaz gecikirse ikamet tekrarlanır.» diyor.
[1] Ebu'l Velid Abdullah b. Şeddad b. Hâd: Kûfe'lidir. 81
tarihinde nehirde boğularak vefat etmiştir.
[2] Küreyb b, Ebî
Müslim: İbni Abbas
radiyallahu anhümanın azadlısıdır.
Sahi-hayn râvîlerindendir. Vefat tarihi
98 dir.
[3] Zeynep biati Ümmi Seleme (Radiyallahû anha): Asıl ismi
Bİrre olup Resulul-lah (S.A.V.) kendisine Zeynep ismi vermiştir. Resulüllah (S.A.V.)
den hadîs rivayet etmiştir.
Hadîsleri Buhâri ve
Müslim'dedir.
[4] Ümmiil Mİİ'mİnin Ümmü Seleme (Radiyallahu anha): îsmi
Hİnd binti Ümey-ye'dir. Hz.
Zeyneb'in annesidîr.
[5] Aınra
binfi Abdjrrahnıan b.
Es'ad: Sahihayn râvîlerindendu. 103
tarihinde 77 yaşında vefat
etmiştir.
[6] Muhammed b.
Ahdirrahman b. Nevfel: Medine'lidir.
Urvetü'bnü Zübeyr'in yetimidir. 119
tarihinde Mısır'da vefat
etmiştir. Sahihayn râvîlerindendir.
[7] Sabit b.
Ebcyd el-Ensari: Müslim'in râvîlerindendir.
[8] Kaasim z. Muhammed b. Ebi Bekr: Sahihayn
râvîlerindendir. 102 tarihinde 73
yaşinda vefat etmiştir
[9] Ebu
Süleyman Davud b.
Abdirrahman el-Mekki: Sahihayn râvîlerindendir
[10] Sûre-i
Bakara, âyet: 222.
[11] Ebû Yala Miinzir
b. Ya'lâ cs-Sevrî:
Kûfe'lidir. Sahihayn,
râvîlerindendir
[12] Ebu'l-Kaasîm Muhammed b. AH- b. Ebî Tâlib : Hz. Ömer zamanında doğmuş, 80, 81 veya
114 tarihinde Medine'de vefat ederek
«eI-Baki'»a defnedilmiştir.
[13] Ebu'l-Esved Abdullah b. Ebİ Kays: Azadlılardandır.
Müslim'in râvîlerindendir.
[14] Ali b. Davud.
[15] Ebu Müslim Hasan b. Atamed b. Ebi Şuayb: Halife Ömer
b. Abdilaziz'in azad-r. Müslim'in râvîîerindendir.
[16] Ebu
Abdirrahman Miskin b.
Bekeyr el-Hazzâl el-Cezerî:
Sahihayn râvîlerindendir.
[17] Hişâm b. Zeyd
el-Ensarî: Hz. Enes b.
Mâlik'in torunudur.
[18] Hz. Enes b.
MaHk'in annesidir. tsmi
ihtilaflıdır. Sehle diyenler
olduğu gibi Muleyke ve
daha başka olduğunu
söyleyenler de vardır.
Meşhur bir sahabİyyedir.
[19] Ebu'l Abbas b. Velid b. Nasr: Sahihayn râvîlerindendir
[20] Salih b. Ömer el-Vâsîfi: Hulvan'da yaşamıştır.
Müslim'in râvîlerinden olup bir hadîs
rivayet etmiştir.
[21] Ebu İshak İbrahim
fa. Musa er-Râzî:
Sağır lâkabı ile mâruftur. Sahihayn
râ-vîlcrindendir. 220 tarihinden
sonra vefat etmiştir
[22] Bu ismin hata
olduğu söylenir, doğrusu
Abdullah b. Musâfi'dir: Müslim'in
râ-vîlerinden olup bir
hadîs rivayet etmiştir.
[23] Ebu Tevbe Rabi' b. Nâfİ el-Halebı: TarSUS ta yaşamıştır.
Sahihayn râvîlerindendir
[24] Ebıı
Esma1 er-Rahabî Anır
b. Mersed : şam’lıdır Müslim’in
ravilerindendir
[25] Salim b.
Ebi'I Ca'd Rafi'
el-Eşcaî: Kûfe'ii azadlılardandır. 89 tarihinde vefat etmiştir.
[26] İçerisine süt
sağılan kaptır.
[27] Ebu Bekr
Abdullah b. Hafs
b. Ömer: Müslim'in
râvîlerindendir.
[28] Yezîd b. Ebi
Habîb.
[29] Ebu Abdirrahman
Eflâh b. Humeyd
b. Nâfi' el-Ensâri: Azadhlardandır. Sa-hihayn râvîlerindendir.
[30] Muaze binU
Abdillâh el-Adeviyye: Basra'lidır.
Sahihayn râvîlerindendir.
[31] Ebu Reybâne
Abdullah b. Matar
yahud Ziyâd bin Malar:
Basrali azadlılar-dandır.
Müslim'in râvîlerindendir.
[32] Sefine Ebu Abdirrabmsn Mihran b. Ferrâh: Resûlüllâh
(S.A.V.) in veya Üm-mü Seleme (R.A.)'nm âzadhsıdır. İsmi
ihtilaflıdır. Sefine onun lâkabıdır.
Bİr gazada çok yük taşıdığı İçin
Resû'-ü Ekrem (S.A.V.)
kendisine: «Sen sefinesin
(gemisin)» demiş bir daha bu lâkabla anılır olmuştur.
[33] Süleyman 4».
Surad el-Huzâi (R.A.):
Kûfeli meşhur bir Sahabi-i Celildir.
65 tarihinde Eteezire'de Vali
iken şehid edilmiştir
[34] Cübeyr b.
Mut'im b. Adiy (R.A.): Ashab-i Kirâm'dan olup Hz. Muaviye'nin hilâfeti zamanında Medine'de vefat etmiştir
[35] Ebu Muhammed Abdülvehhab b. Abdilraecİd Es-Sekafi:
Basra'lıdir. Sahiheyn
râvîlerindendir. 110 tarihinde
doğmuş 194 de vefat etmiştir.
[36] Hasan bin Muhammed ibnil Hanefiye: Hz.
Ali'nin torudunur, Ömer b. Ab-dilaziz zamanında
vefat etmiştir.
[37] Ebu Musa Eyyüb b. Musa b. Amr: Mekke'İidir.
Sahihayn râvîlerİndendir
[38] Ebu Rafi' Abdullah
b. Râfi: Medine'Iidir.
Hz. Ümmii Seleme'nin azadlısıdır. Müslim'in râvîlerindendir.
[39] Ebu Abdiliâh Ubeyd b. Unıeyr b. Kalâde: Mekke'lilerin kadisıydı. Sahihayn râvîlerindendir
[40] Bazı nüshalarda bunun îbni Ömer (R.A.) olduğu zikredilmiştir.
[41] Mansur b. Safiyye:
Sahihayn râvîlerindendİr. Babasının
adı Abdurrahman1-dır. Ancak
annesinin adıyla meşhurdur
[42] Safiyye
bînti Şeybete'l-Kureşiyye: Müsafi'nin
kız kardeşidir. Sahihayn
râvî-lerindendir
[43] İbrahim b. Muhacir
el-Beceli, Müslim'in râvîlerindendir. Kûfe'lidir.
[44] Musa b, Kureyş
b. Nafi'et-Tcmimi: Müslim'in
râvîlerindendir.
[45] Ebu Yakup İshâk b. Bekr b. Mudar: AzadJılardandır.
Mısırlılardan sayılır, Müslim'in
râvîlerindondir.
[46] Saflığında cennetle müjdelenen on sahabeden biri ve
Resûlüllah (S.A.V.) in bacanağıdır.
Bedr gıızilerindendir. 33
tarihinde irtihal etmiştir.
[47] EbıTl-Ezher Yezid b. Ebî Yezîd ed-Dabıii:
Azatlılardandır, Basralılardan sayılır, Mekke'nin arazisini bir defa hac
mevsiminden evvel, bir de hac mevsiminde ölçmüş; ikinci Ölçümde mesahanın daha
geniş olduğu görülmüş. Bundan hac mevsiminde bir mucize olarak Mekke
arazisinin genişlediği anlaşılmıştır. 130 tarihinde Basra'da vefat etmiştir.
Kendisine neden Risk denildiği ihtilaflıdır. Fârİsîde risk : Taksimci,
gayretli, uzun sakallı ve akreb manâlarına gelir. Filhakika bu zat hem taksimci, hem
de uzun sakallı idi.
[48] Ümmü Hâni Fâhite binti Ebi Talib: Hz.
Ali'nin kız kardeşidir. Fetih
yılında Müslüman olmuştur.
[49] Ebu Miirre
Yezîd: Ümmü Hani'nin azadlısi
olup, ondan hadîs rivayet etmiş-lir. Sahihayn râvîlerindendir.
[50] Said b. Ebî
Hind: Medine'Iİ Selemetü'bnü Cündep
(R.A.)'ın azadlisıdır. Sahihayn râvîlerindendir.
[51] Muse'l-Kaari:
Müslim'in râvîlerinden olup,
abdest hakkında Zâide'den
hadis rivayet etmiştir.
[52] Ebu Osmam Dahhâk b, Osman El-Kureşi : Medine'licıir.
Hakîm b. Hizam'ın kardeşi oğludur. Müslim'in
râvîlerindendir.
[53] Ebu Cafer Abdurrahman b. Ebî Saîd'i-Hudri (?-112):
Mcdine'lidir. Müslim'in râvîlerindendir
[54] İbni Ebi Füdeyk Ebu İsmail Muhammed b. İsmail:
Azadlılardantlir. Sahîhayn râvîierindendir.
200 veya 201 tarihlerinde vefat etmiştir
[55] Süheylî, Kabe'nin beş defa -bina edildiğini söyler.
İlk defa Hz. Âdem'in hayatında Şit (A.S.) tarafından; ikinci defa İbrahim
(A.S.); üçüncü defa Islâmiyetten önce Kureyş tarafından; dördüncü defa İbni
Ziibeyr zamanında Kabe yanarak İbni Zübeyr tarafından; beşinci defada Abdülmclik
tarafından bina edilmiştir. Da!ıa sonra Ebu Ca'fer-el Mansûr'da Kabe'yi yıkarak
yeniden yapmak istemişse de bu iş oyuncak olur ve Kabe'nin heybeti kalmaz
endişesi ile İmam Malik
(R.A.)'e kendisine mani olmuştur.
[56] Ebu Osman Saîd
b. Yahya b.
Saîd el-Emevî: Bağdat'lıdır. Sahihayn
râvîlerindendir.
[57] Ebu Ümâmete'bnü Sehl: Es'ad b. Sehl b. Huneyf (R.A.),
Peygamber (S.A.V.)'e yetişmiş,
fakat ondan hadîs
rivayet edememiştir. Sahihayn
râvîlerindendir. Vefat tarihi 100 dür.
[58] Muhammed
b. Abdillah b.
Ebi Yakup : Basra'lidır.
Sahihayn râvîlerindendir.
[59] Hasan b. Sa'd:
Hasan b. Ali'nin
azadlisıdır, Kûfe'Iidir, Müsl'm'İn
râvîlerindendir
[60] Ebu
Abdillah Şerik b.
Abdillah b. Ebi
Nemr el-Kurcşi : Sahihayn
râvîlerin-dendir.
[61] Ebu'l Alâ Yezid b. Abdillâh b. Şihhir el-Âmiri:
Sahihayn râvîlerindendir.
[62] Ebu'l-Abbas
Vehb b. Cerir
b. Hâzim (? - 206) :
Basra'lıdir. Sahihayn râvîle-rindendir. 588
[63] Muhammed b.
Abdillah b. el-Müsenna el-Ensari (118-215):
Medine kadısıdır. Sahihayn
râvîlerindendir
[64] Ebu Nasr
Humeyd b. Hilâl
el-Hilâlî: Basra'hdır. Sahihayn
râvîlerindendir.
[65] Ünınıii Küîsiim
binti Ebî Bekr:
Müslim'in râvîierindendir. Hz.
Âi^e'den hadîs rivinet etmiştir.
[66] Abdülmelik b. Ebi Bekr; Mecline'lidİr. Sahihayn râvîlerindendİr.
Hişam b. Ab-dilmelik zamanında vefat etmiştir.
[67] Haricetü'bnü
Zeyd b. Sail
el-Ensârî: Medine'üdir, Sahihayn
râvîlerindendİr.
[68] Abdullah
b. ibrahim b.
Kaarız ez-Zührî:
Medine'lidır. Müslim'in râvîlerindendir.
[69] Ebu Osman Sa'id
b. Halİd b.
Amr b. Osman
b, Affan el-Kureşi :
Medine-lidir. Müslim'in râvîlerindendİr.
[70] Ebü
Nuaym. Vehb b.
Keysân: Hz. İbni
Zübeyr'in âzâdlısıdır. Medine'lidı'r. Sahihayn râvîlerindendir.
[71] Ebü AbdİIIah
Muhammed b. Amr b.
Atâ b. Ayyaş:
Medine'li âzâdlılardan-dır. Sahihayn
râvîlerindendir. Pek heybetli ve
mürüvvet sahibi bir zat
olduğu için Halife olması bile
konuşulurmuş
[72] Ebü
Muhammed Ali b.
Abdillah b. Abbas
e] Hâşimî: Müslim'in
râvîlerin-dendir. 110 veya 117 tarihlerinde Şam'da vefat etmiştir
[73] Cafer b. Aııır b. Ümeyyete'd-Damrî: Medıne'lidİr.
Halife Afadiilmelik b. Ver-van'ın mi
t kardeşidir. V'elid
b. Abdülnıelİk zamanında
vefat etmiştir.
[74] Ya'kup h. Abdillah
b. el-Eşecccl-Mahzunıi: Azadlılardandır. Müslim'in
râvîlerindendir.
[75] Abdullah
b. Ubeydillah b.
Ehi Râfi': Müslim'in
râvİlerindendir.
[76] Muhammed b. Amr
b. Halhale: Medinelidir. Sahihayn
râvîlerindendir.
[77] Osman b. Abdillah b. Mevheb El-A'rac el-Kureşî: Aslen Medine'li olup Irak'la yaşamıştır. Sahihayn râvîlerindendir
[78] Ebu Sevr Ca'fer Ebî Sevr tkrinıe : Müslim'in râvîlerindendir.
[79] Ebû Abdillah Cabir b. Semura b. Cünâde (R.A.) : Ashab-ı kiramdandır. 74 tarihinde Kûfe'de vefat etmiştir.
[80] Eş'as b. Ebi
Şa'sa' Süleym b.
Esved : Kûfe'İidir. Sahihayn
râvilerindendir.
[81] Abbad b. Temim el-Eosari: Medİne'lidir. Sahihayn
râvîlerindendİr.
[82] Hadîs olmak :
Sonradan meydana gelmek;
yeni olmak demektir.
[83] Abdullah
b. Muhanmıed b.
Misver Ez-Zütıri: Basra'lıdir. Abdest
ve Cihad bahislerinde Süfyan
b. Uyeyne'den hadîs
rivayet etmiştir.
[84] Ebu Ali Abdürrahim
b. Süleyman el-Kİnâni:
Kûfe'de yaşamıştır. Sahihayn râvîlerindendir
[85] Ebu
Abdillah Abdülmelik b.
Ebi Süleyman el-Fezart:
Kûfe'lidir. Müslim'in
râvîlerindendir
[86] Abdurrahman
b. Va'le es-Sebe'i : Mısırlıdır. Müslim'in
râvîlerindendir
[87] Amr b. Rabî' b. Tarık:
Mısır'lıdir, Sahİhayn
râvîlerindendir.
[88] Ebul-Hayr Mersed b.
Abdullah el-yezenî.
[89] Abdurrahman
b. Va'le es-Sebe'i:
Mısır'lıdır. Müslim'in râvîlerindendir
[90] Ebu Muhammed Abdurrahman b. Kaasim
b. Muhammed b. Ebi
Bekr es-Sıddık : Zamanının en fâzıl ve âlimi olduğu söylenir. 126 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.
[91] Ebu
Muaviye Muhamıned b.
Hazim
[92] İbni Mes'ud'un
kîinyesidir.
[93] Sure-i Mâide, âyet: 6.
[94] Abdülvâhid b. Ziyad el-Abdi.
[95] Hakem b. Uteybe
[96] Zerr b. Abdillaîı
el-Hemdanî : Kûfe'lidir. Sahihayn
râvîlerindendir.
[97] Said b. Abdirrahman
b. Ebzâ: Azadlilardandir. Kûfe'lidir.
Müslim'in râvîlerindendir
[98] Selemetii'bnü
Köbeyl.
[99] Hâlid b. Sclcmetc'1-Mahzûmî el-Kureşi:
Kûfe'lidir. Müslim'in râvîlerindendir
[100] Behiy :
Ebı'ı Mulıamnıed Abdullah b. Beşşâr; Kûfe'lidir. Müs'ab b.
Zübeyr'in âzadlısıdsr.
[101] Saîd b. El-Huveyris
yahut İbni Ebî
Huveyris: Mekke'lidir. Sâib
oğullarının âzadlisidir.
[102] Muhammed
b. Müslim el-Tâifî:
Müslim'in râvîlerindendir.