22- MÜSÂKAAT BAHSİ. 3

1- Meyve ve Ekinin Bir Kısmı Mukabilinde Müsakaat ve Muamele Babı. 3

2- Fidan Dşkmenin ve Ekin Ekmenin Fazileti Babı. 5

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 6

3- Âfat  (Telefatın) ı Hesaptan Düşme Babı. 7

4- Borcun Bir Kısmını Hesabdan Düşmenin Müstehab Oluşu Babı. 8

Bu  Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 8

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :. 9

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 10

5- Sattığı Malı İflas Eden Müşterinin Elinde Bulan Kimsenin Onu Dönebileceği Babı  11

6- Fakire Mühlet Vermenin Faziletş Babı. 13

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 14

7- Zenginin Borcunu Sallantıda Bırakmasının Haram Kılınması; Havalenin Sahih Oluşu ve Zengine Havale Edildiği Zaman Onu Kabulün Îstihbabı. 14

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 15

8- Kırda Çimen Otlatmak İçin Muhtac Olunan Suyun Fazlasını Satmanın, Onu Vermekten İmtina Etmenin ve Erkek Hayvanın Çiftleşmesi Mukabilinde Ücret Almanın Haram Kılınması Babı  15

9- Köpeğin Parası, Kahinin Ücreti ve Fahişenin Mehrinin Haram Kılınması; ve Kediyi Satmaktan Nehi Babı. 17

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler. 18

10- Köpeklerin Öldürülmesini Emir; Bu Emrin Neshedildiğini, Av, Ekin, Hayvan ve Emsali Şeyler İçin Beslenenler Müstesna Olmak Üzere Köpek Edinmenin Haram Kılındığını Beyan Babı  19

11- Hicamet Ücretinin Helal Oluşu Babı. 24

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:. 25

12- Şarap Satmanın Haram Kılınması Babı. 25

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 26

13- Şarap, Laşe, Domuz ve Putları Satmanın Haram Kılınması Babı. 26

14- Riba Babı. 29

15- Sarf Babı ve Altının Nakden Gümüşle Satışı Babı. 30

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 31

16- Altını Gümüş Mukabilinde Veresiye Satmanın Yasak Edilmesi Babı. 33

17- İçinde Boncuk ve Altın Bulunan Gerdanlığın Satışı Babı. 33

18- Zahirenin Misli Misline Satılması Babı. 34

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 35

19- Ribayi Yiyenle Yedirene Lanet Babı. 38

20- Helal İle Amel ve Şüpheli Şeyleri Terk Babı. 38

21- Deveyi Satıp Binmeyi İstisna Babı. 41

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 44

22- Bir Kimsenin Ödünç Bir Şey Alıp da Ondan Daha İyisini Vermek Suretiyle Ödemesi Babı ve «Sizin En Hayırlınız Borcunu En İyi Ödeyeninizdir, Hadisi. 44

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 45

23- Fazlalıklı Olarak Hayvanı Hayvanla Satmanın Cevazı Babı. 46

24- Rehin ve Rehinin Hazarda, Seferde Cevazı Babı. 46

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 47

25- Selem Babı. 47

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:. 48

26- Yiyecek Şeylerde İhtikar Yapmanın Haram Kılınması Babı. 48

27- Alış-Verişte Yeminden Nehi Babı. 49

28- Şuf'a Babı. 49

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 50

29-  Komşunun Duvarına Mertek Çakma Babı. 50

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 51

30- Zulmü, Yer Gasb Etmeyi ve Saireyi Haram Kılma Babı. 51

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 52

31-  Yol Hakkında İhtilaf Edildiği Vakit Yolun Ne Kadar Olacağı Babı. 53


22- MÜSÂKAAT BAHSİ

 

Müsâkaat: Sulamak mânâsına gelen (saky) den alınmıştır. Şeriat ıs­tılahına : Bağ ve bahçeyi, mahsûlün bir kısmı mukabilinde birine vere­rek baktırmaktır. Medîne1i1er buna muamele derler. Onların kendilerine mahsus tâbirleri vardır. Meselâ; müzâreaya, muhabere; icâ-reye, bey'; mudârebeye, mukaareza; salata, secde derler.

Kelimenin müşareket bildiren (mufâale) babından kullanılması ya akid iki kişi arasında yapıldığı için yahut taglîb suretiyledir. Müsâkaat müzârea gibidir.

 

1- Meyve ve Ekinin Bir Kısmı Mukabilinde Müsakaat ve Muamele Babı

 

1- (1551) Bize Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb rivayet etti­ler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Yahya yâni el-Kattân, Ubey-dullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Saliallahii Aleyhi ve Seliem) Hayber halkına, ora­da çıkan meyve veya ekinin yarısı karşılığında muamele yapmış.

 

2- (...) Bana Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali yâni İbni Müshir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş :

«Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i, çıkan meyve veya ekinin yarısı mukabilinde verdi. Zevcelerine her sene kuru hurmadan seksen, arpadan yirmi vesk olmak üzere yüz vesk veriyordu. Ömer hilâ­fete geçince Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ya ken­dilerine arazî ve su bölmek yahut her yıl onlara veskları ödemek şartiyle muhayyer bıraktı. Onlar muhtelif hareket ettiler. Bâzısı arazî ile suyu, bâzısı da her yıl vesklerin verilmesini ihtiyar ettiler. Âişe ile Hafsa, arâ-tî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.

 

3- (...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber halkına oradan çıkan ekin veya meyvenin ya­rısı mukabilinde muamele yapmış.

Râvi hadîsi Alî b. Müshir rivayeti gibi nakletmiş; yalnız :  «Âişe ile v Hafsa, arazî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.» cümlesini zikretmemiş: «Pey­gamber 'Sallaîlahü Aleyhive Sellem) 'in zevcelerini, kendilerine yer bölmek şartiyle muhayyer bıraktı.» demiş; suyu da zikretmemiştir.

 

4- (...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî, Nafî'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:

«"Hayber fethedilince yahudîler Resulüllah (Sallallahü'Aleyhive Sellem) den, Hayber'de çıkan meyve ve ekinin yansını vermek şartiyle çalışmak üzere kendilerini orada bırakmasını istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu şartla dilediğimiz müddetçe sizi burada bırakıyorum...» buyur­du. Sonra râvi hadîsi İbni Nümeyr'Ie îbni Müshir'in Ubeydallah'dan ri­vayet ettikleri gibi rivayette bulunmuştur. Bu rivayette : «Hayber'in yan gelirinden meyve iki paya bölünür; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beşte birini alırdı» ifâdesini ziyade etmiştir.

 

5- (...) Bize tbni Kumlı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Xeys, Mu-hammed b. Abdirrahmân'dan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah (Safta J/a/iü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi ki, Hay­ber'in arazî ve hurmalıklarını, meyvesinin yansı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} *in olmak şartiyle kendi mallarından işletmek üzere Hay­ber yahudilerine vermiş.

 

6- (...) Bana Muhanımed b. Râfİ' ile İshâk b. Mansûr rivayet et­tiler. Lâfız İbni Râfi'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mûsâ b. Uk-be' Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Ömer b. Hattâb yahudîlerle hirîstiyanları Hicaz toprağından sürmüş. Zâten Resûlüllab (Salialllihü Aleyhi ve Sellem) Hayber fethedilince yahudîleri oradan çıkar­mak istemiş. Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resulünün ve müs-lümanlarınmış. Bundan dolayı yahudîleri oradan çıkarmak istemiş. Der­ken yahudiler çalışmayı üzerlerine almak ve meyvenin yarısı onların ol­mak şartiyle kendilerini orada bırakmasını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den dilemişler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) onlara ;

«Bu şartla sizi dilediğimiz müddetçe burada bırakıyoruz.» buyurmuş ve yahudiler tâ Ömer kendilerini Teyma'ya ve Erîha'ya sürgün edinceye kadar orada kalmışlar.

Bu hadîsin iki rivayetini Buhârî «Müzârea» bahsinde tahrîc etmiştir.

Hayber: Medine ile Şam arasında Medîne'ye dokuz konak mesafede bulunan münbit bir vahadır. Burada yahudiler yaşarlar­dı. Vâhâyı müteaddit kalelerle tahkim etmişlerdi. Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir.

Müslümanların Hayberli sulhan mı yoksa harben mi fethet­tikleri ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin beyânına göre bâzıları harben alındığını söylemiş; bir takımları sulh yolu ile, daha başkaları ahâlisinin çekilmesiyle harpsiz darpsiz girildiğini ileri sürmüşlerdir. Hat­tâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir kısmının da ahâ­lisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi : «Bir kısmı sulhan, bir kısmı da harben alınmıştır.> diyenler de vardır. Kaadî Iyâz bu son kavlin esah olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile ona tâbi olanların ve Süfyan b. Uyeyne 'nin kavilleri de budur.

Babımız rivayetlerinden birinde :

«Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resulünün ve müslümanların îdi.» denilmesi bu yerin harben alındığına delildir. Çünkü müslümanların hakkı ancak harbederek aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivayetinde :

«Arazî yahudilerin, Resulün ve müslümanlann idi.» denilmiştir ki, bu da o yerin sulhan alındığını gösterir. E1- Mühe11eb bu iki ri­vayetin arasını şöyle bulmuştur: Rivayetlerin birincisi sulhdan önceki hâli, ikincisi de sulhdan sonraki hali beyân etmektedir; zîra Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile, bir kısmı da harben alınmıştır. Harben alman kısım tamamiyle Allah'a, Resûlü'ne ve müslümanlara aitti; sulh yolu ile alınan kısmı ise yahudîlerindi; sulh akd edildikten sonra müslü­manlann oldu.

Müsâkaat ve müzâreayı tecviz edenlerin en kuvvetli delilleri bu ri­vayetlerdir. Zîra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seîlem) 'in Hayber halkına, çıkan meyvenin yarısı mukabilinde muamele buyurması müsâ­kaat, ekinin yansı karşılığındaki muamelesi de müzâreadır. îmam Mâlik, Seyri, Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, muhadisler, Zahirîler ve cumhûr-u fukahâ müsâkaatm caiz ol­duğuna kaildirler.

Hanefîler 'den İmam Âzam'la Züfer'e göre mü­sâkaat da müzârea gibi hiç bir suretle caiz değildir. Müsâkaat meselesi, müzâbeneden nehyeden hadîsle nesholunmuştur.

îmam Âzam babımız rivayetlerini te'vîl etmiş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hayberliler'e yaptığı muamelenin müzârea ve müsâkaat değil, onlara bir iyilik ve ihsan olmak üzere bir harâc olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre Resûîüllah 'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i ganimet olarak almıştı. Yahudilere hiç bir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmını almak şartiyle mallarım ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir. Buna harâc-ı mu-kâseme derler. Harâc-ı tavzif gibi mukâseme de caizdir.

Harâc-ı mukâseme: İslâm hükümdarı tarafından mahsulün üçte bir, dörtte bir veya onda bir gibi muayyen bir miktarı alınarak arazînin sa­hiplerine bırakılmasıdır. Bu takdirde arazîden mahsul elde edilemezse sahiplerinden de bir şey alınmaz. Bu bir nevi' cizye yâni zimmîlere [1] mahsus vergidir. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr ve Ömer (Radiyaîlahü anh) devirlerinde yahudüerden ayrıca cizye alındığı hiç bir hadîste rivayet olunmamıştır. Eğer bu vergi cizye olmasa idi, yahudîlerden cizye almak îcâbederdi. Bu hal İmam Âzam hazretlerinin te'vîlinin sahîh olduğunu gösterir.

Harâc-ı muvazzaf: Zimmîlerin ziraata elverişli arazîsinden dönüm basma alınan bir sâ' ve bir dirhemlik vergidir.

Müşâkaatı caiz görenler onun ne gibi ağaçlar hakkında yapılacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Dâvûd-u Zahirî'ye göre müsâ-kaat yalnız hurmada caizdir. Çünkü bu bir ruhsattır; jıasean beyân edi­len ağaçtan başkasına teşmil edilemez.

îmam Şafiî yalnız hurma ile üzüme mahsus olduğunu söyle­miştir. Müsâkaat ona göre de ruhsat ise de birçok yerlerde üzüme hurma hükmü verildiği için burada da ikisine bir hüküm vermiştir.

İmam Mâlik «Her nevi ağaçta müsâkaat caizdir.» demiştir.1 Şafiî 'nin bir kavli de budur. Mâ1ik'e göre müsâkaatm tecviz edilmesine sebep, ihtiyaç ve maslahattır. Bu ise bütün ağaçlara şamil­dir; binâenaleyh hurmaya kıyasen bütün ağaçlarda müsâkaat caizdir.

Hadis-i şerifte: «Çıkan mahsûlün yansı karşılığında...» buyurulma-sı, müsâkaatm yan, üçte bir ve dörtte bir gibi muayyen bir cüz' muka­bilinde yapılacağına delildir. Meçhul miktarla meselâ : Mahsulden bir şeyler vermek şartiyle müsâkaat yapmak caiz değildir.

İmam Şafiî ve ona muvafakat eden birçok ulemâ müstakil-len müzâreaya cevaz vermedikleri halde müsâkaatle birlikte olursa ona tebean müzâreanın da caiz olduğunu söylemişlerdir. Delilleri: Bu hadîste müzâreanın müsâkaat üzerine atfedilerek : «Meyve veya ekinin yarısı karşılığında...» denilmiş olmasıdır. Zira onlara göre: Nazımda kıran, hü­kümde müsavat îcâbeder. Yâni bir delilde iki şey yan yana zikredilir ve biri diğeri üzerine atfolunursa ikisinin hükmü de bir olur. Burada mü-zârea, müsâkaat üzerine atfedilmiştir. Müsâkaat caiz olunca ona tâbi olan müzârea da caizdir. Binâenaleyh bir kimse ile yemiş ağaçları hakkında müsâkaat yapan, arazîsini işlemek için müzârea da yapılabilir.

İmam Mâlik müstakillen olsun müsâkaata tebean olsun mü-zâreayı tecvîz etmemiştir. Yalnız ona göre müsâkaat akdiyle bahçe alan bir kimse ağaçların arasındaki arazîyi ekebilir.

îbni Ebî Leylâ, Hanefîler 'den îmam Ebû Yûsuf ile îmam Muhammed, şâir Küfe ulemâsı, mu-haddisler, İmam Ahmed, îbni Kuzeyine, îbni Sü­reyh ve diğer bir takım ulemâ müzârea ile müsâkaatm birlikte olsun ayrı ayrı olsun yapılabileceğine kaildirler. Nevevî : «Zahir ve muh­tar olan kavil budur.» dedikten sonra Hayber'deki müzâreanın mü­sâkaata tebean değil, müstakillen yapıldığını söylemiş; müslümanîann, asırlar boyunca müzârea yapageîdiklerini hatırlatmıştır.

Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) kâfirleri Arap yarımadasından çıkarmaya niyetli idi. Nitekim veratına yakın bunu emir de buyurmuştu. Onun için de yahudî1er'in isteklerini muvakkaten kabul etmiş:

«Dilediğimiz müddete kadar sizi burada bırakıyorum.» buyurmuştu.

Zahirîler hadîsin bu cümlesiyle istidlal ederek müsâkaatm meçhul müddetle de yapılabileceğine kail olmuşlardır. Cumhura göre müsâkaat, İcâre gibi malûm bir müddet için yapılır; müddeti belli/olmayan müsâ­kaat caiz değildir. Çünkü Peygamber (Saîlallahü A leyhi ve Sellem) 'in bu sö­zü yahudîlerle müsâkaat akdi değil, maslahat îcâbı, bir müddet daha Hayber'de kalmalarına müsaade idi; onlarla müsâkatı bundan sonra yapmıştı.

Bâzıları: «Meçhul müddetle müsâkaat yapmak İslâm'ın ilk devirle­rinde Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus olmak üzere caizdi.> demiş; bir takım ulemâ da Hayber'de kalmak için yahudîlere ma­lûm bir müddet tâyîn edildiğini, hadîsin bu cümlesiyle Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellenı)'in ;

<*Bu malûm müddet bitince sizi buradan çıkarırız.» demek istediğini söylemişlerdir. Bu takdirde murâd : Müsâkaatm nikâh* ve satış gibi mü-ebbed değil, muvakkat bir akid olduğunu beyandır.

Ebû Sevr mutlak olarak akdedilen müsâkaatın bir sene müd­det iktizâ ettiğini söylemiştir.

Hadîsteki: «Kendt mallarından işletmek üzere...» ifâdesi müsâkaatla bahçe alan kimsenin vazifesini bildirmektedir. Bu vazife ağaçlan sula­mak, budamak, aşılamak, köklerini temizlemek ve kazmak, yemişini ko­rumak, zamanı gelince toplamak gibi her sene yapılan hizmetlerdir. Du­var yapmak, < hendek kazmak gibi her yıl tekerrür etmeyen işlerse mal sahibine aittir.

Babımız rivayetleri kahran alman arazînin şâir menkul mallar gibi gaziler arasında ganimet olarak taksim edileceğini göstermektedir. Zîra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber arazîsini taksîm et­miştir.

Mâlikîler: «Bu gibi arazîyi İslâm hükümdarı müslümanlara vakfeder. Nitekim Hz. Ömer Irak arazîsini vakfetmiştir.» demiş­lerdir.

İmam Âzam 'la Küfe ulemâsına göre hükümdar îcâb-ı hale göre muhayyerdir. Gerekirse taksîm eder; îcâbında arazîyi sahiple­rine bırakarak onları haraca bağlar.

Nevevî'nin beyanına göre Yahudilerle yapılan muamele ganimetler taksîm edilip gaziler hisselerini aldıktan sonra onların rızâ-lariyle olmuştur.

Hz. Ömer'in Yahudiler 'i sürgün ettiği Teymâ' Medine ile Şam arasında Medîne'ye yedi-sekiz konak mesafede bir yerdir. Erîhâ' ise Şarkı'l-Ürdün'de sarp yollarla çıkılan dağlık arazîde bir şehirdir. Beyt-i Makdis'e at yürüyüşü ile bir günlük mesafededir. Ömer (Radiyallahü anh) 'in Hayber 'den yahudîler'i sür­mesi Arap yarımadasından gayri müslimlerin çıkarılması hususundaki hadîsten yalnız Hicaz kastedildiğine delildir. Zîrâ Teymâ' Arap yarımadasından ma'dûddur, fakat Hicaz 'dan değildir. Vâki-dî Hicaz'ı: «Medîne'den Tebûke; ve Medine 'den Küfe    yoluna kadar olan yerlerdir.» diye tahdîd etmiştir.

 

2- Fidan Dşkmenin ve Ekin Ekmenin Fazileti Babı

 

7- (1552) Bize tbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülmelik, Atâ'dan, o -da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) :

«Bİr müslüman bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenilen (yemiş) mutlaka onun için sadakadır. O ağaçtan çalınan (yemiş) onun için sadaka, yabanî hayvanların yediği sadaka, kuşların yediği dahî onun için sadakadır. (Ha­sılı) bir kimse o ağacı (n yemişini yeyip) azaltırsa, bu onun için mutlaka sadaka olur.» buyurdular.

 

8- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys ri­vayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi İd, Peygamber  (Salktlhhü Aleyhi ve Sellem) hurmalığının içinde bulunan Ümmü Mübeşşir-i Ensâriyye'nin yanına girerek ona :

«Bu hurmalığı kim dikti, müslüman mı, kâfir mi?» diye sormuş.

Ümmü Mübeşşir :

— Müslüman  (dikti) cevabını vermiş.

Bunun üzerine Resûlüllah (Salîallühü Aleyhi re Sellem):

«Eğer bir müslüman bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan yahut hayvan veya başka bir şey yerse, bu onun için mutlaka sadaka olur.»  buyurmuşlar.

 

9- (...) Bana Muhammed b. Hatim ile İbni Ebî Halef rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Ravh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Ab-dillah'ı şunu söylerken işitmiş : Ben Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Eğer müslüman bir adam bir fidan diker veya ekin eker de, ondan bir yabanî hayvan, kuş yahut başka bir şey yerse, bunda onun İçin mut­laka sevab vardır.»  buyururken işittim.

İbni Ebî Halef (Kuş yahut başka bir şey yerine) : «Kuş bir şey* dedi.

 

10- (...) Bize Ahmed b. Saîd b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekerİyyâ b. İshâk ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dînâr haber verdi ki, Câbir b. Ab-dillâh'ı şöyle derken işitmiş:

Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bir bahçede Ümmü Ma'bed'în yanma girerek:

«Ey Ummü Ma'bed! Bu hurmaları kim dikti; mütlüman mı, kâfir mi?» diye sordu. Ününü Ma'bed:

— Müslüman   (dikti)   diye cevap verdi. Resulü Hah (Sal laİhhü Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer müslüman bir kimse ağaç diker de, ondan bir intan veya hay­van yahut kuş yerse, bu mutlaka onun için kıyamet »ününe kadar bir ta­da ka olur.» buyurdu.                                                                                '

 

11- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gıyâs rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile İshâk b. İbrahim de hep birden Ebû Muâviye'-den naklen rivayet ettiler. H.

Bize Amru'n-Nâkid dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Muhammed rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Fudayl rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayette bulunmuşlardır.

Amr, Ammâr'dan rivayetinde; Ebû Küreyb [2] de Ebû Muâviye*-den naklettiği rivayetinde ziyade ederek: «Ümmü Mübeşşir'den» dediler. tbni Fudayl'in rivayetinde : «Zeyd b. Harise'nin karısından»; îshâk'ın Ebû Muâviye'den rivayetinde ise : «Bâzan Ümmü Mübeşşir'den, o da Peygam­ber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'den dedi; bâzan demedi.» ibareleri vardır.

Bu râvilerin hepsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen Ata', Ebu'z-Zübeyr ve Amr b. Dinar hadîsleri gibi rivayette bulunmuş­lardır.

 

12- (1553) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd ve Muham-med b. Ubeyd el-Guberî rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı; Ötekiler: Bize Ebû Avfine, Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti; dediler. En e s şöyle demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer bir mOsfüman bir ağaç diker yahut ekin eker de, ondan bir kuş veya insan yahut hayvan yerse, bundan dolayı ona mutlaka sadaka olur.»   buyurdular.

 

13- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müslim b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebân b. Yezîd rivayet etti. (De­di ki) : Bize Katade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki, Nebiyyullah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Ensârdajı bir kadın olan Ümmii Mübeşşir'in bir hurmalığına girdi de:

«Bu hurmaları kim dikti? Müslüman mı, kâfir mi?» diye sordu.

— Müslüman (dikti) dediler. Râvi yukarıkilerin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

Bu hadîsin Ahmed b. Saîd rivayetinde Hz. Câbir b. Abdi11âh'dan nakleden râvi Amr b. Dînâr hakkında Ebû Mes'ûdu Dimaşkî şunu söylemiştir: «Müs1im'in bütün nüshalarında bu hadîste Amr b. Dînâr zikredilmiştir; hal­buki burada malûm olan Câbir'den Ebu'z-Zübeyr'in riva­yetidir.»

Hz. Enes rivayetini Buhlri «Müzârea» ve «Edeb» bahis­lerinde;   Tirmizi   «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Ağaç dikme hususunda İmam Ahmed b. Hanbel sa­habeden Ebû Eyyûb, Ebu'd-Derdâ\ Sâib b.H.al-lâd ve Muâz b. Enes hazerâtmdan hadîsler rivayet etmiş­tir. Alî b. Abdi1âzîz'in «El-Müntehab» adlı eserinde Enes (Radiyaîiahûanh)'dan güzel bir isnadla tahrîc ettiği bir hadîste: «Kesûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml;

«Birinizin elinde bir fidan bulunduğu halde kıyamet kopar da, henüz kopmadan o fidanı dikebilirse hemen diksin!» buyurdular denilmektedir.

Rivayetlerin bâzılarında Hz, Zeyd b. Harise 'nin zevcesi Ümmü Mübeşşir, bazılarında Ümmü Ma'bed olarak zikredilmiştir. îbni Abdilberr: «Bu tadının Ümmü Bişr binti'1-Berâ' b. Ma'rur olduğu söylenir.» diyor, Neve-vî, Ümmü Bişr dahî denildiğini ilâve etmiş: «İsminin Huleyde olduğunu söyleyenler varsa da bu rivayet sahîh değildir.» de­miştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ağaç dikmek ve ekin ekmek pek faziletli birer ameldir. Ulemâ en faziletli kazanç yolunun ne olduğunda ihtilâf etmişlerdir.Bâzıları bunun ticâret olduğunu, bâzıları el sanatı, bir takımları da ziraat oldu­ğunu söylemişlerdir. Hadîslerin ekserisi el sanatının en faziletli kazanç yolu olduğunu göstermektedir.

Hâkim'in «Müstedrek»inde Hz. Ebû Bürde 'den rivayet ettiği bir hadiste:

«Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e en iyi kazancın ne olduğu soruldu da:

«Kişinin efinin emeği ite mebrûr olan her alış veriştir;» buyurdular. denilmektedir. Hâkim: «Bu hadîsin isnadı sahîhtir.> demiştir. Mâ-mâfih kazanç yollarının bâzısı helâl olması yönünden, diğeri umûmun is­tifadesi cihetinden efdal olabilirler. Şu halde hükmün ihtiyaca göre de­ğişmesi îcâbeder. Zirâata ihtiyaç fazla olduğu zaman halka hizmet için zirâatla; ticârete ihtiyaç çoğaldığında ticâretle meşgul olmak daha fazi­letlidir.   Aynî   bu tevcihi beğenmiştir.

2- Âhirette hayırlı amellere terettüb edecek sevap müslümanlara mahsustur. Çünkü ibâdet ve tâatler ancak müslüman olanlardan kabul edilir. Bir kâfir çeşme veya köprü yaptırsa; yahut sadaka verse âhireti için bir faydası yoktur. Yalnız dünyada mükâfatını göreceğine dair ha­dîs varid olmuştur. Gerçi   Enes (Radiyallahü anh) hadîsinin bâzı riva­yetlerinde müslüman yerine : «Bir kul ağaç dikerse...» denilmiştir. Kul tâbiri müslümana da, kâfire de şâmil ise de, mutlak olan o rivayet bu­radaki  (müslüman)  kaydiyle mukayyed rivayetlere hamlolunur. Fakat müslüman tâbirinde müslüman kadın da dahildir; zîra sevap istihkakı hususunda erkekle kadın müsavidir.

3- Ağaç diken veya ekin eken kimse bundan sevap kasdetsin etme­sin kendisine sevap verilir. Hattâ fidanı diktikten, ekini ektikten sonra satsa, yaptığı iş rızk bâbmda insanlara yardım olduğu için yine sadaka yerine geçer.

Hadîsin buradaki bir rivayetinde:

«Onun için kıyamete kadar sadaka olur.» buyuruluyor. Acaba ağaç veya ekin bitip yetse de sevabı devam edecek mi, yoksa bu sevap ağaç ve ekinin devamı müddetince mi verilecek? şeklinde bir suâl hatıra ge­lirse Aynî buna: «Zahire bakılırsa murâd ikinciisdir.» diye cevap veriyor. Yâni ağaç ve ekin devam ettiği müddetçe sevap verilir; demek istiyor. Nitekim Nevevî de: «Bu işi yapanın ecri ağaç ile ekin ve onlardan yetişen ağaçlar, ekinler devam ettiği müddetçe kıyamete ka­dar devam edecektir.» diyerek bu ciheti biraz daha izah etmiştir.

4- Müslümana; çalınan ve hayvanlar tarafından telef edilen malın­dan dolayı da ecir verilir.

5- Hadîs-i şerîf bir kimsenin arazîsini gerek kendisi gerekse ge­lecek nesli için i'mârda bulunmasına teşvik etmektedir.

 

3- Âfat  (Telefatın) ı Hesaptan Düşme Babı

 

14- (1554) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdi11âh'dan naklen haber vermiş ki, Resûlüllah   (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Eğer dîn kardeşine meyve satarsan...» buyurmuş. H.

Bize Muhammed b. Abbâd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Damra, İbni Cüreyc'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den naklen rivayet etti, ki EbuVZübeyr,   Câbir b. AbdiIIâh'i   şunu   söylerken   işitmiş:   Resûlüllah (Saliaîtahü Aleyhi ve Seliem) :

«Dîn kardeşine yemiş satar da, o yemişi âfet vurursa, ondan bir şey alman sana helâl olmaz; kardeşinin malını haksız yere ne ile alacaksın!» buyurdu.

 

(...) Bize Hasan El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim, îbni Cüreyc'den bu is» adla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

15- (1555) Bise Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve Alî b. Hucr riva­yet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail b. Ca'fer, Humeyd'den, o da Enes'-den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Seliem) kemâle gelmedikçe hurmanın yemişini satmaktan nehî buyurmuş.

(Râvi Humeyd demiş ki:) Bunun üzerine biz Enes'e: Yemişin ke­mâli nedir? diye sordu. Enes:

— Kızarması ve sararmasidir. Ne dersin; Allah yemişi vermeyive-rirse, din kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılarsın? dedi.

 

(...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb ha­ber verdi. (Dedi ki) : Bana Mâlik, H «mey d-i TavU'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seliem) meyveyi kemâl buluncaya kadar satmaktan nehî buyurmuş. (Oradakiler Enes'e) :

  Kemâl bulmak nedir? diye sordular. Enes :

  Kızarmasıdır; dedi ve şunu ilâve etti: Allah meyveyi vermezse dîn kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılacaksın?

 

16- (...) Bana Muhammet! b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülazîz b. Muhammed, Humeyd'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah o hurmalığa yemiş vermezse bir hanginiz dîn kardeşinin ma­lını kendine ne ile helâl kılar?» buyurmuşlar.

 

17- (1554) Bize Bişr b. Hakem ile İbrâhîm b. Dînâr ve Abdülceb-bâr b. Alâ' rivayet ettiler, lâfız Bişr'indir. (Dediler ki) : Bize Siifyân b. Uyeyne, Humeyd-i A'rac'dan, o da Süleyman b. Atîk'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âfât (tele­fatın)'ı hesaptan düşmeyi emir buyurmuş.

Ebû İshâk —ki Müslim'in arkadaşıdır—: Bize Abdurrahman b. Bişr, Siifyân'dan bu isnadla rivayette bulundu; dedi.

Bu hadîsin Hz. Enes rivayetini Buharı «Büyü'» bahsinde tahrîc etmiştir. Hz. Enes'in kitabımızdaki üçüncü rivayeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e muttasıl ve merfu' gösterilmişse de Dârekutnî bunu «Hâvilerden birinin vehmi» diye vasıflandırmış; hadîsin Resûlüİlah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in değil, Hz. Enes'in sözü oldu­ğunu beyân etmiştir.

Cevâih: Câihanın cem'idir. Câiha : Yemiş ve diğer malları helak eden âfettir. Büyük musibet ve fitne mânâlarına da gelir.

Satılan meyve henüz müşteri toplamadan dolu gibi semavî bir âfet sebebiyle telef olursa.'zararı satıcı mı çeker; yoksa müşteri mi? mesele­sinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir.

Hanbelîler 'den îbni Kudâme «El-Muğnî» nâm ese­rinde şunları söylüyor:

«Bu mesele üzerinde birkaç vecihle söz edilmiştir :

1- Câihanın telef ettiği meyveler filcümle satıcının garantisi altındadır. Ekseri Medîneliler'in kavli budur ki, Yahya b. Saîd-i Ensârî, İmam Mâlik ve Ebû Ubeyd ile hadîs ulemâsından bir cemaat da bunlar meyanmdadır.

2- Câiha:  Rüzgâr,  dolu,  çekirge ve  susuzluk  gibi  insanın  dahlü tesiri bulunmayan her âfettir.

3- Zâhir-i mezhebe göre âfetin azı ile çoğu arasında bir fark yok­tur. Ancak, tahdîd ve inzibatı mümkin olmayacak derecede az ve telef elması âdet hükmüne giren miktara itibar edilmez.   İmam   Ahrned: Ben on veya yirmi hurma tanesinde itibâr edilecek demem; üçte birin ne olduğunu da bilmem; lâkin zarar üçte birden, dörtte veya beşte bir­den fazla olursa hesaptan indirim yapılır; demiştir. Başka bir rivayette İmam   Ahmed:   Zarar ziyan malın üçte birinden az olursa onu müşteri çeker; demiştir. İmam Mâlik   ile eski mezhebine göre Şafiî 'nin kavilleri de budur. Çünkü meyve ve ekinin bir kısmını ister istemez kuşlar yiyecek, rüzgâr dağıtacak, bir kısmı da yere dökülecek­tir. Binâenaleyh bu zararla semavî âfetin getirdiği zarar arasındaki had-din ta'yini lâzım gelir, Şeriatın vasıyyet ve hastanın bağışı gibi yerlerde üçte biri nazar-ı itibâra aldığını görüyoruz.  Bu sabit olunca  deriz ki: Âdetten fazla bir şey telef olursa, telef olan miktar umumî kıymetten düşülür. Meyve veya ekinin hepsi telef olursa akid bozulur; müşteri pa­rasını geri alır. Bir kısmı telef olursa, malın üçte biri miktarını yahut daha fazla tuttuğu takdirde, zararı miktarı umûmî kıymetten düşülür. Zarar malın üçte birinden az ise kıymetten bir şey düşülmez. Alanla satan âfette veya âfetin telef ettiği miktar hususunda ihtilâf ederlerse söz satanındır, çünkü malda asıl olan, selâmettir.»

Selef ulemânın cumhuru ile Sevrî İmam Âzam, Ebû Yûsuf, Muhammed, yeni mezhebinde İmam Şafiî, Ebû Ca'fer Taberî ve Zahirîler: «Müşteri teslim almışsa âfet sebebiyle zayi' olan malın miktarı az olsun çok olsun zarar kendine aittir; teslim almadan telef olursa zara satıcınındır.» demişler­dir. Burada malın tesliminden murâd, tahliye yâni müşteriyi malı ile baş başa bırakmaktır.

Âfetin sebep olduğu zararın umumî nyattan düşüleceğine kail olanlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu husustaki emri ve hadîsteki:

«Ondan bir şey alman sana helâl olmaz.» cümlesiyle istidlal etmiş­lerdir. Bir de : «Ağaçların sulanması ve bakımı sahibinin vazifesi olduğu için ağaçtaki meyveler ma'nen onun elindedir ve teslimden önce telef olmuş gibidir.» derler.

Zararın umumî fiyattan düşülmeyeceğim söyleyenler, bundan son­raki babın ilk hadîsiyle istidlal etmişlerdir.

Bu rivayetlerde zikri geçen: «Dîn kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılarsın?» cümlesinden murâd : Meyve telef olduğu zaman müşte­rinin parasına mukabil ortada mal kalmadığını; binâenaleyh satıcının bu parayı haksız yere almış olacağını beyândır. Bu cümle hükmün galibe (ekseriyete) göre verileceğine delildir.

 

4- Borcun Bir Kısmını Hesabdan Düşmenin Müstehab Oluşu Babı

 

18- (1556) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Bükeyrden, o da Iyâz b. Abdillâh'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş : 

Resûlüllah iSallaHahü Aleyhi ve Selle m) zamanında bir adamın satın al­dığı yemiş sebebiyle başına belâ geldi; borcu çoğaldı. Derken ResûIüllah

«Ona sadaka verin!» buyurdu; ve halk ona sadaka verdi. Ama bu onun borcuna yetmedi. Bunun üzerine Rcsûlüîlah (Saîİallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtın alacaklılarına :

«Bulduğunuzu alın; size bundan başka bir şey yoktur!» buyurdular.

 

(...) Bana Yûnus b. Abdİlâlâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Bükeyr b. Eşecc'-den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi.

Satıcı müşteriye teslim ettikten sonra semavî bir âfetle telef olan meyvenin parasını müşteri geri alamaz diyenlerin delili bu hadîstir. Zira bu hadîste Resûiüllah (Salİaliahii Aleyhi ve SeUem)zzr&T gören müşteriye sa­daka yerilmesini emir buyurmuştur. Eğer parasını geri almaya hakkı ol­saydı buna hacet kalmazdı. Onlar geçen hadîsteki âfet zararına tekabül eden meblâğın geri verilmesi emrini istihbâb mânâsına hamletmişlerdir.

Yahut bu emir meyve kemâle gelmeden satıldığı zamana mahsustur; der­ler. Âfet sebebiyle zayi' olan meyvenin zararını satıcıya yükleyenler bu hadîsteki borçlanma meselesine kargı şu cevabı vermişlerdir: İhtimal meyve kemâle geldikten sonra müşterinin ihmâl ederek toplamaması yü­zünden telef olmuştur. Bu takdirde zararı müşteri çeker. Bundan dola­yıdır ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadisin sonunda:

«Size bundan başka bir şey yoktur.» buyurmuştur. Âfet zararlarının bedeli iade edilmeyecek olsa. alacaklılar kalan paralarını da isterlerdi. Muhalifleri de bunlara cevap vermiş ve : «Hadîs-i şerif: «Size şimdilik bundan başka bir şey yoktur. Bu zât fakir kaldığı müd­detçe ondan alacak  istemeniz size helâl  olmaz;  vakti  halt düzellnceye kadar beklemelisiniz; mânâsını ifade eder.»    demişlerdir.

 

Bu  Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif müslümanlarm hayır işlerinde birbirlerine  yar­dımcı olmalarına, muhtaçlara, borçlulara muavenete ve sadaka vermeye teşvik etmektedir.

2- Borcunu  Ödemeye  imkân  bulamayan fakirin  peşine  takılarak ondan mütemadiyen alacak istemek veya kendisin hapsettirmek helâl de­ğildir. İmam Mâlik,  Şafiî   ve birçok Mâ1ikiye  ule­mâsının kavilleri budur.    İbni Şureyhin : «Borcunu ödeyinceye kadar hapsolunur; velev ki, Vakîrliği sübût bulsun.» dediği; İmam Âzam'm alacaklıya borçluyu mütemadiyen tâkîb hakkı tanıdığı riva­yet olunur.

3- İflâs eden bir kimsenin elbise gibi zarurî ihtiyacından maada bütün malı alacaklılarına teslim edilir.

Bu hadiste zikri geçen borçlunun Hz.    Muâz b.  Cebel   ol­duğu söylenir.

 

19- (1557) Bana arkadaşlarımızdan birçok kimseler rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmâîl b. Ebî Üveys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana kardeşim, Süleyman yâni İbni Bilâl'den, o da Yahya b. Saîd'den, o da Ebu'r-Ricâl Muhammed b. Abdirrahmâıvdan naklen rivayet etti ki, an­nesi Amra binti Abdirrahmân şunları söylemiş : Ben Âişe'yi şöyle der­ken işittim :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) kapıda yüksek sesle konuşan da­vacı sesleri işitti. Bir de baktı ki, biri diğerinden borcunu indirmesini istiyor; ondan bir şey hakkında hoş muamele rica ediyordu. O da: Val­lahi yapamam, diyordu. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkarak:

«Nerede o iyiİik yapmayacağına Allah'a yemin veren?» diye sor­du. O zât:

— Benim yâ Resûlâîlah! (Borç indirimi ile hoş muameleden) hangi­sini dilerse onun olsun! dedi.

Bu hadîs İmam Müs1im'in «Sahîh»inde maktu' olarak ri­vayet ettiği on iki hadisten biridir. Kaadî Iyâz bu hususta şun­ları söylemiştir: «Râvi (Bana birçok kimseler rivayet etti) yahut (bana sika bir zat rivayet etti) veya (bana arkadaşlarımızdan bâzısı rivayet etti) derse o hadis, bu fennin ulemasmca ne maktû'dur; ne de mürsel veya mu'dal; belki meçhul bir kimseden rivayet kabîiindendir.»

Nevevî, Kaadî 'nin sözünü tasdik ettikten sonra : «Lâkin ne olursa olsun bu hadîs başka bir tarîkten sabit olmasa bu metinde bu ri­vayetle ihticâc olunamazdı. Ama başka tarikten sabit olmuştur. Buhârî onu «Sahîh»mde İsmâîl b. Ebî Üveys 'den rivayet etmiştir. İhtimâl Müslim (birçok kimseler) sözü ile Buhâri ve başkalarım kasdetmiştir. Müslim bu İsmâîl 'den «Hacc» bahsinde ve «Cihâd»m sonunda vasıtasız olarak rivayette bulunmuş­tur. ..» diyor. Hadîsi Nesâî  dahî rivayet etmiştir.

Bu gibi rivayetlere bâzıları «munkati'» bâzıları «muallâk» demiş; Ebû   Dâvûd   ise onları «mürsel» saymıştır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hadîs-i şerîf borçluya karşı iyi muameleye, borcunun bir kıs­mını bağışlamak suretiyle ihsanda bulunmaya teşvik etmektedir.

2- Hayırlı iş yapmamaya yemin etmekten nehyediyor. Bâzıları bu hadîse bakarak a'râbî kıssasını müşkü saymışlardır. Kitabımızın baş taraflarında zikri geçen bu kıssanın hülâsası şudur: Bedevilerden bir zât Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi veSeîlemj'e gelerek İslâm'ın şartlarını sormuş; cevabını aldıktan sonra : «Vallahi bundan ne fazla yaparım, ne noksan!» diye yemin etmiş; Resûlüüah (Sahaiialıü Aleyhi ve Selieın) de ;

«Eğer sözünde sâdık ise kurtuldu.» buyurmuş; bir hayır olan ziyade­yi yapmamağa yemin ettiği halde ona ses çıkarmamıştı.

İşkâlin cevâbı: Bedevi kıssasında Peygamber (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) İslâm'a davete ve ona insanları ısındırmağa çalışıyordu; onun için Bedeviye daha müsamahakâr davranmıştı. İslâm'a kalbi yatmış bir kim­senin hâli böyle değildir; onu hayırlı iğleri fazla yapmaya davet edebi­lir. Nevevî : «Hayır yapmamaya yemîn eden bir kimsenin bu ye­minden dönerek keffâret vermesi müstehapür.»  diyor.

3- Hadîsimiz sahâbe-i  kiramın  sürati  intikallerine;  ve itaat için Peygamber(Sallalluhü Aleyhi ve Sellem)''in bir işaretini gözettiklerine; hayır işlemeye son derece mütemayil olduklarına delildir.

4- Borçlunun alacaklıdan biraz indirim yapmasını İstemesi caizdir. Mâlikîler 'den bâzıları bunu kerîh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma vardır. Kurtubî : «İhtimâl keraheti  mutlak söyleyenlerin maksatları bunun hilâf-ı evlâ olduğunu anlatmaktır.»  de­miş. Aynî,  İmam Azam'm mezhebinin de böyle olması ge­rektiğini söylemiştir Nevevi indirim istemekte beis olmadığını söy­ledikten sonra : «Lâkin zaruret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkire ve­ya ezaya vardırmamak şarttır.» diyor.

5- Hak  sahiplerinden  şefaat  istemek  ve  hayır  hususunda  şefaat­çiliği kabul etmek meşru'dur.

 

20-  (1558)   Bize  Harmele  h. Yahya  rivayet  etti.   (Dedi  ki) :  Bize Abdullah b- Vehb haber verdi.   (Dedi  ki) : Bana Yûnus, İbni  Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik riva­yet etti. Abdullah ona babasından naklen haber vermiş ki, babası, İbni Ebî Hadred'de olan bir alacağını Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında mescidde ondan istemiş. Bu münasebetle gürültü kaldırmış­lar: hattâ Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) evinde olduğu halde ses­lerini duymuş da yanlarına çıkmış; odasının kapı perdesini faile açmış. Ve Kâ'b b. Mâlik'e seslenerek :

«Yâ Kâ'b!» demiş. Kâ'b:

  Lebbeyk      Resûlâllah! mukabelesinde  bulunmuş. Resûîüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ona eliyle: Alacağının yansını bırak, diye işa­ret etmiş. Kâ'b :

  Bıraktım       Resûlâllah!    demiş.    Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve SeUem)\hn\ Ebî Hadred'e :

«Ka!k borcunu öde!»   buyurmuşlar.

 

21- (...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Ömer haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus, Zührî'-den, o da Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik'den naklen haber verdi. Ona da Kâ'b b. Mâlik haber vermiş ki, kendisi İbni Ebî Hadred'de olan bir alacağını istemiş... Râvî, İbni Vehb hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

(...) Müslim der ki: Leys b. Sa'd da rivayet etti. [3] (Dedi ki) : Ba­na Ca'fer b. Rabîa, Abdurrahman b. Hürmüz'den, o 4a Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik'den, o da Kâ'b b. Mâlik'den naklen rivayet etti ki, Kâ'b'ın, Ab­dullah b. Ebî Hadred-i Eslemî'de alacağı  varmış. Bir ara  ona  tesadüf ederek yakasına yapışmış. Ve konuşmuşlar; hattâ sesleri yükselmiş. Der­ken yanlarına Resûlüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) uğramış ve:

«Yâ Kâ'b!» demiş; ve eliyle : Yansım bırak der gibi işaret buyur­muş. O da alacağının yarısını almış;  yarısını bırakmış.

Bu hadîsi Buhâri «Salât», «Sulh», «Eşhas» ve «Mülâzeme» ba­hislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Kadâyâ»da; İbni Mâce  «Ahkâm» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Şatr: Yarı ve cüz' mânâlarına gelir. Burada yarı mânâsına kulla­nılmıştır. Nitekim rivayetlerin birinde tasrîh de edilmiştir.

Hadîsin bir rivayetinde; «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîetn) yan­larına çıkmış» denilmiş; diğer rivayette bunun yerine : «Yanlarına uğra­mış» ifâdesi kullanılmıştır. Halbuki çıkmak başka uğramak başkadır. Bu ciheti nazar-ı itibara alan bâzı ulema iki rivayetin arasım bulmuş ve : »-İhtimâl Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ onlara tesadüf ede­rek yanlarına uğramış; sonra Kâ'b (Radiyallahü ar.h) hasmını muhake­me için getirdiğinde yüksek sesle konuştuklarını duyunca yanlarına çık­mıştır.» demişlerdir. Aynî'ye göre rivayetlerin arasını bulmak için ; «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların seslerim işitince evinden çıkmış ve yanlarına uğramıştır.» demek daha muvafıktır; çünkü hadîsler birbirini tefsir ederler. Bu hâl muhtelif yollardan rivayet olunan bir ha­dîste çok vâki' olur.

Sicf veya Secf: Perde demektir. Bazılarına göre kapının iki kanadı verine takılan iki parça perdedir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah ( Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in   Hz. İbni  Ebî Hadred'e : «Kaik borcunu öde!» buyurması vücûb ifâde eder. Hadîs-i şerif borç indirimi ile ödemeyi uzun zaman  sallantıda bırakmanın bir arada bulunamayacağına işaret etmektedir. Çünkü alacağının yarısından vaz geçen bir kimse, geri kalanını da uzun zaman beklerse zarar görmüş olur.

2- îbni    Battal 'in beyanına göre mescidde hukuk dâvası ve alacak talebi caizdir.

3- Fazla olmamak şarüyle mescidde yüksek sesle konuşmak mu­bahtır  Çünkü ResûîüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Kâ'b   ile ar­kadaşına bu hususta bir şey dememiştir. Gerçi İbni Mâce'nin Hz. Varile 'den,    Ebû    Nuaym'ın Hz.  Mûaz ile Cübeyr b. Mut'i m (Radiyalhhü arûı) 'dan rivayet ettiği bâzı hadîslerde çocukların ve dâvaların mescidlerden uzaklaştırılması, mescidlerde yüksek sesle ko­nuşulmaması emir buyurulmuşsa da bu hadîslerin zayıf oldukları, binâ­enaleyh bu meselenin hiç bir muâriz bulunmaksızın mubah olarak kal­dığı ileri sürülmüştür. Fakat Aynî bu cevâbı beğenmemiş; bu bâbta şunları söylemiştir : «Bu cevap benim hoşuma gitmiyor. Çünkü zayıf ha­dîsler, yollan ve mahradan değişik olursa birbirlerini te'yîd ve takviye ederler. Evlâ olan : Yüksek sesle konuşmayı rnen'eden hadîsleri fazla gü­rültü çıkarıldığı zamana hamletmektir. İbâha da fazla gürültü olmadığı surete hamlolunur.»

İmam Mâlik; «Bir kimsenin mescidde birinden alacak iste­mesinde beis yoktur; ama ticâret ve sarraflık muamelelerini hoş görmü­yorum.» demiştir.

4- İşarete i'timâd caizdir. İyi anlaşıldığı takdirde işaret dil ile be­yân gibidir. Bu esâsa binâen dilsizin işaretle yemini, gehâdeti, liâm ve bütün akidleri muteberdir; elverir ki, işaretinden maksadı ne olduğu iyi anlaşılmış olsun.

5- Hâkim irşâd yolu ile sulha işaret edebilir. Burada sulh ittifaklı ikrar üzerine yapılmıştır. Zira davacıların münakaşası borç olup olmadı­ğında değil, ödeme hususunda idi. İnkâr üzerine sulha gelince :  İmam Azam'la    Mâ1ik'e göre caiz; Şâfiî'ye göre bâtıldır.  îbni Ebî Leylâ'nm kavli de  Şâfii'nin gibidir.

6 - Hakkını almak için borçlunun peşine düşmek caizdir.

7- Hak sahibi nezdinde şefaatte bulunmak, davacıların mülayemet-le aralarına girerek onları uzlaştırmak menduptur.

8 - Ma'siyet hususunda olmamak şartiyle şefaat ve aracılığın kabu­lü caizdir.

9- Odada perde kullanmak meşrudur.

 

5- Sattığı Malı İflas Eden Müşterinin Elinde Bulan Kimsenin Onu Dönebileceği Babı

 

22- (1559) Bize Ahmed b. AbdiHâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm haber verdi. Ona da Ömer b. Abdilâziz, ona da Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris b. Hişâm haber vermiş, ki Ebû Bekr, Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu (yahut şöyle buyururken işittim) :

«Bir kimse İflâs eden bir adamın {veya iflâs eden bir insanın) elinde İken malına olduğu gibi yetişirse, ol mal İçin o kimse başkasından daha haklıdır.»

 

(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin ha­ber verdi. H.

Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Rumh da hep birden Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.

Bize Ebu*r-Eabîf ile Yahya b. Habîb el-Hârisî dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd yâni İbni Zeyd rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-vehhâb, Yahya b. Saîd ve Hafs b. Giyâs rivayet ettiler.

Bu râvUerin hepsi Yahya b. Saîd'den bu isnâdla Züheyr hadîsi mâ­nâsında rivayette bulunmuşlardır. İçlerinden îbni Rumh kendi rivaye­tinde :

«Herhangi bir kimsenin iflâsı teşhir edilirse...» dedi.

 

23- (...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Süleyman —ki îbni İkrime b. Hâlid el-Mahzûmî'dir— îbni Cüreyc'-den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana İbni Ebî Hüseyn rivayet etti. Ona da Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr h. Hazm haber vermiş; ona da Ömer b. Abdilâzîz, Ebü Bekr b. Abdirrahmân'm badîsindeıi, o da Ebû Hürey-re'nin hadîsinden, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellenı) 'den naklen, malından olan bir kimsenin elinde meta' bulunduğu zaman (ne yapıla­cağı) hakkında rivayette bulunmuş; ama eîde bulunan malın o malı sa­tan sahibine mahsus olduğunu ayırmamıştir.

 

24- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer ile Abdurrahmân b. Mehdî rivayet ettiler. (Dedi­ler ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da Nadr b. Enes'den, o da Beşîr b. Nehîk'den, o da Ebû Hüreyre'den, oo da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem) 'den naklen rivayette bulundu :

«Bir kimse iflâs eder de biri malını aynen (onun yanında) bulursa o mal (ı aimay) a (başkasından) daha haklıdır.» buyurmuşlar.

 

(...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmâîl b. îbrâhîm rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Saîd rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hi­şâm rivayet etti.  (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti.

Her iki râvi Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmiş ve:

«O kimse o malda alacaklılardan daha ziyâde hak sahibidir.» demiş­lerdir.

 

25- (...) Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef ile Haccâc b. Şâir de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Selemete'I-Huzâî rivayet etti. (Haccâc : Mansûr b. Seleme, [4] dedi.) (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Huseym b. Irâk'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, KesûlülJah (SaUaltahü Aleyki ve Seİlem) :

«Bİr kimse iflâs eder de, biri malını onun elinde aynen bulursa, o mal (ı almay) o (başkasından) daha haklıdır.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü1-İstikrâz»da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Büyû!»da; İbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif râviîerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif Şâfiiler'e göre satış; Hanefîîer'ce ise gasb, emanet ve emsali hakkında; vârid olmuştur. Bu bâbta : îbni Huzeyme, îbni Hibbân ve İmam Mâlik dahî hadisler rivayet etmişlerdir. Bir mal satın alıp da iflâs eden yahut Ödemeden ölen ve aldığı mal olduğu gibi durduğu halde başka malı olmayan bir kimse hakkında uîema ihtilâf etmişlerdir.

Atâ' b. Ebî Rabâh, Urvetü'bnü Zübeyr, Tâvûs, Şa'bî, Evzâî, Ubeydulîah b. Hasen, İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshâJt ve Dâvûd-u Zahirî bu hadisin zahiri ile istidlal ede­rek : «Bir adam iflâs eder de elinde satın aldığı bir maî bulunursa, o malı satan şahıs malını almaya diğer alacaklılardan daha haklıdır.» de­mişlerdir. Ebû Ömer İbni Abdilberr, Hicaz fuka-hâsı île muhadişlerin, bâzı feri' meselelerinde ihtilâf etmekle beraber bu hadisin umumu ile istidlal hususunda ittifak hâlinde olduklarını kaydet­tikten sonra şunları söylemiştir : «Sattığı malı olduğu gibi müflisin elin­de bulan bir kimse malını geri almak ister de diğer alacaklılar buna razı olmaz, ona malının parasını ceplerinden vererek o malı kendileri almak ister; alırken fazlasına da el koyarlarsa caiz olur mu olmaz mı mesele­sinde Mâ1ik Me Şafiî ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik: Alacaklıların buna hakkı vardır; onlar malın parasını verirlerse mal sa­hibi malını geri alamaz, demiş; Şafiî ise bu hususta alacaklılara söz hakkı olmadığını söylemiş ve ; Bu malı müflis ile mirasçılarının almaya haklan yoksa alacaklıların hiç de olmaz; burada ancak malı satana mu­hayyerlik vardır, isterse malını ahr; dilerse almaz da diğer alacaklılarla birlikte o mala ortak olur; çünkü Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o malda sahibine, alacaklılardan daha fazla hak tanımıştır; demiştir. Ebû Sevr ile İmam Ahmed'in ve bir cemaatin kavilleri de budur.

Mâlik 'le Şafiî, mal sahibi parasının bir kısmını alırsa ne hüküm verileceğinde de ihtilâf etmişlerdir. İbni Vehb ile baş­kalarının Mâlik 'den rivayetlerine göre mal sahibi dilerse'aldığı meb­lağı iade ederek malını alabilir. Şafiî şöyle demiştir : Satılan mal bir köle olur da yarı parasını aldıktan sonra iflâs vuku' bulursa, kölenin yansı sahibinin oîur; zîra para kölenin aynına mukabildir. Kalan yan­sım da alacaklılar nâmına satar. Aldığı paradan bir şey iade edemez; çünkü alacağını almıştır.    İmam   Ahrned'in kavli de budur.

Müflisin tevkif edilmeden ve mahkemece iflâsına hüküm verilmeden ölmesi hâlinde dahî ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, müflisin ölü hükmünde olmadığını, ölüm hâlinde mal sahibi malını aynen buldu­ğu takdirde diğer alacaklılarla beraber olacağın;, iflâs halininse böyle olmadığını söylemiştir.    İmam   Ahmed'in kavli de budur.

«Et-Tevdîh» [5] nâm eserde: Hadîsin muktezâsı, mal sahibinin dönebil-mesidir; ister paranın bir kısmım almış olsun; çünkü hadîs mutlaktır; de­niliyor. Şafiî 'nin yeni kavli budur. Eski kavlinde buna muhalefet etmiş, sadece paranın kalan kısmında alacaklılarla ortak olacağını söy­lemiştir.»

Şâfiî1er hadîsin : «Bir kimse malını olduğu gibi bulursa...» cümlesiyle istidlal ederek mal sahibinin malını alabilmesi için onu ol­duğu gibi, hiç değişmemiş bulmasını şart koşmuşlardır. Mal azalmak gibi zâtında yahut sıfatlarından birinde değişikliğe uğramışsa, sahibi diğer alacaklılarla beraber olur. Buhâri şârihi Aynî, Şâfiîler'-den birinin bu bâbta uzun tafsilât verdiğini söylemiş ve bu tafsilâtı ki­tabında nakletmiştir.

İbrahim   Nehâî. Hasan.ı    Basrî,   bir rivayette Şa'bî, Vekî1 b. Cerrah, Abdullah b. Şubrume , Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhanımed b. Hasen ve Züfer'e göre malı satan kimse sair alacaklılar gibidir, Ömer  b.  Abdilâzîz 'den sahih senetle rivayet olunmuştur ki:

«Bir kimse sattığı malın parasından bir miktarını alır da sonra müş­teri iflâs ederse, satanla diğer alacaklılar müsavî olur.» demiştir. Zührî'nin kavli de budur. Böyle bir kavil Hz. Alî'den de rivayet olun­muştur. Katâde'nin Ha1Iâs b. Amr vasıtasiyle A1i (Radiyallahü anh) dan tahrîc ettiği bu rivayette:

«Malı satan onu olduğu gibi bulursa, alacaklılarla beraber olur.» denilmektedir. Hz. Ali'nin bu sözü : «Bu hususta sahabeden Osman'ın kavline muhalefet eden bilmiyoruz.» diyen İbni Münzir'in kav­lini reddeder. Hz. Osmanin kavli şudur: Bir kimse birindeki ala­cağını aldıktan sonra hâkim borçluyu müflis ilân etse, artık o kimsenin aldığı kendinindir. Çünkü hassaten alacaklıların o mala karışma, haklan yoktur. Kim hak isbât ederse o aîır. Fakat sattığı malı aynen müflisin elinde bulan onu almaya diğer alacaklılardan daha haklıdır. İşte îmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel bu kaville amel etmiş­lerdir,

Hanefi ler 'den Tahâvî babımız hadîsi hakkında şunları söylemiştir: «Bu hadîste bir kimsenin aynen kendi malını bulmasından bahsediliyor; halbuki satılmış mal artık satanın kendi malı değildir; bu mal satmazdan önce onun idi. Bir adamın kendi malı ancak ondan gasber dilen yahut ödünç veya emaneten verdiği şeylerdir. Bu gibi mallarda o kimse diğer alacaklılardan daha haklı olur. Hadîs-i şerîf işte bu mânâda vârid olmuştur. Nitekim Hz. Semuratü'bnü Cündeb 'den rivayet olunan bir hadîs de buna delâlet etmektedir. Hadîs şudur : Re-sûlüllah " (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ;

«Bir kimsenin eşyası çalınır yahut kaybolur da, onu bîr adamın elîn-de olduğu gibi bulursa, o kimse aynen o eşyayı almaya en ziyade hak sahibidir. Müşteri parasını satıcıdan geri alır.» buyurdular.)

Bu hadîsi Taberân'î dahî tahrîc etmiştir. Hadîs-i şerif, Ebû Hüreyre hadîsinden murâd : Emânet, ödünç ve mağsub gibi mallar olduğunu beyan ediyor; böyle bir malı sahibi, olduğu gibi bir kimsenin elinde bulursa almağa hakkı vardır. Diğer alacaklıların onda hakkı yok­tur; zîra sahibinin miîkinde bakîdir; gâsıbm ve keza hırsızın elinde bu­lunması zulüm ve tecâvüz yolu ile olduğu için milkiyet ifâde etmez. Ama malı satarak müşteriye'teslim etmek böyle değildir. Satış, malı sahibi­nin milkinden çıkarır velev ki parasını almamış olsun.»

Gerçi Hz. Semûra  hadîsinin râvilerinden   Haccâc b. Ertat hakkında söz edenler olmuşsa da yersizdir. Ondan İmam Âzam, Sevrî, Şu'be ve İhni Mübarek gibi bü­yükler hadîs rivayet etmiş; Iclî , Ebû Zür'a, İbni Hibbân ve Hatîb gibi birçok hadis uleması onun sika. sadûk, fakîh ve hafız olduğunu söylemişlerdir.

Aynî 'nin beyânına göre kendilerinde teassub eseri görülen bâzı zevat Hane filer hakkında âdaba aykırı sözler söylemişlerdir. Meselâ : Kurtubî; «Hanef iler 'den bâzıları bu hadisi hiç bir esasa dayanmayan bir takım te'vîllerce tefsire kalkışmışlardır.» demiş; Nevevî: «Hanefî1er onu zaif ve merdûd bir takım te'vîllerle tefsir ettiler.» mütâleasmda bulunmuş: İbni Battal:  Hanefî1er satıcının alacaklılarla müsavi olduğunu söylerler. Tefsir hadîsini kıyâsla reddederek: Satılan mal müşterinindir; parası da onun zimme­tindedir, derler.» şeklinde söze başlayarak Hanefî1er'e cevaplar vermiş; hattâ «Tevdîh» sahibi: «Ebû Hanîfe bu hadisi, içinde satış zikredilmemiştir bahanesiyle gasb ve emânete hamletmiş; onu zaif, merdûd te'vîlJerle tefsir etmiş; Alî ile İbni Mes'ûd'dan ri­vayet olunan sübût bulmamış bir şeye takılmış kalmıştır..,» diyecek ka­dar ileri gitmiştir.

Aynî Hanefîler tarafından bu zevatın her birine ilmî ve rcmknf cevaplar vermiştir. Bunlar «Umdetifl-Kaarî»nin «İstikraz» bah­sinde görülebilir.

 

6- Fakire Mühlet Vermenin Faziletş Babı

 

26- (1560) Bize Ahmed b. Abdillâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr, Ribl b. Hırâş'-dan rivayet etti. Onlara da Huzeyfe rivayet etmiş. Demiş ki: Resûlüllah {Salîailahü A leyhi ve Seîlem) şöyle buyurdular:

«Melekler sizden öncekilerden bir adamın ruhunu karşıladılar da : "Hayır nâmına bir şey İşledin mi?" diye sordular. O zât:

  Yok (işlemednn) cevâbını verdi.

  Duşun! dediler. Adam:

— Ben insanlara veresiye mal verir; hizmetkârlarıma: Fakire müh­let vermelerini, zengine de müsamahakâr davranmalarını emrederdim; dedi.

«Allah     (Azze ve Celi): "O kulumu affedin!"» buyuran.

 

27- (...) Bize Alî b. Hucr ile tshfik b. İbrahim rivayet ettiler. Lâ­fız İbni Hucr'undur. (Dediler ki) : Bize Cerir, Mugîre"den, o da Nuaym b. Ebî Hrâd'den, o da Bibi b. Hırâş'dan naklen rivayet etti. Ribt şöyle demij:

Huzeyfe ile Ebû Mes'ûd bir araya geldiler de Huzeyfe şunları söy­ledi : Bir adam Rabbine kavuştu. Rabib ona: Ne yaptın? diye sordu. Adam:

— Hayır nâmına hiç bir şey yapmadım; ancak ben servet sahibi bir adamdım. Bu sebeple insanlardan alacak isterdim. Ama miimkin olanı alır; olmayana da müsamaha gösterirdim; cevabını verdi. (Teâlâ Hazret­leri meleklerine) :

«Kutumu affedin!» buyurdu.

Ebû Mes'ûd: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'i böyle bu­yururken işittim, demiş.

 

28- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca*fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Rib'î b. Hırâş'dan, o da Huzeyfe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet etti ki:

  Bir adam ölmüş de cennete girmiş. Kendisine: (Dünyada) ne ya­pıyordun? diye sormuşlar. Ya hatırlamış yahut hatırlatılmış da :

  Ben insanlarla alış-veriş yapardım. Fakire mühlet verir; para pul hususunda müsamaha gösterirdim; cevâbını vermiş. Bu sebeple de affo­lunmuş.            .

Bunun üzerine (orada bulunan) Ebû Mes'ûd: «Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den ben -de işittim.» demiş.

 

29- Bize Ebû Saîd-i Eşecc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid-i Ahmar, Sa'd b. Târık'dan, o da Rib'î b. Hırâş'dan, o da Huzeyfe'den nak­len rivayet etti. Huzeyfe £öyle demiş:

Allah (in huzurun) a kullarından Allah'ın kendisine mal verdiği bir kul getirilmiş de ona: Dünyada ne yaptın diye sormuş. Kullar Allah'dan hiç bir söz gizleyemezler ya! O kul:

— Yâ Rabbi! Bana malını verdin. Bu sebepten insanlarla alış veriş yapıyordum. Âdetim (alış verişte) müsamaha göstermek idi. Binâenaleyh zengine kolaylık gösterir; fakre de mühlet verirdim; demiş. Bunun üze­rine Allah   (Azze ve Celi):

«Ben buna senden daha layı ki m; kulumu affedin!» buyurmuş.

Bunun üzerine Ukbetü'bnü [6] Âmir-i Cühenî ile Ebû Mes'ûd-i En-sârî: «Biz bunu Resû\ü\lah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ağzından işittik.» demişler.

 

30- (1561) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebt Şeybe, Ebû Küreyb ve İshâk b. tbrâhîm rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Ebû Muâviye, A'meş'-den, o da Şakîk'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivayet etti, dediler. Ebû Mes'ûd şunu söylemiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyur­dular ki:

«Sizden Önceki ümmetlerden bir zât (kabirde) hesaba çekildi; ama hayır namına hiç bir şeyi bulunmadı. Yalnız insanlarla düşüp kalkardı; zengindi. Hizmetkârlarına fakiri (borcundan) affetmelerini emreylerdi. Al­lah  (Azze ve Celi): Bİz buna ondan daha lâyıkız; onu affedin! buyurdu.

 

31- (1562) Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim ile Muhammed b. Cafer b. Ziyâd rivayet ettiler. Mansûr: Bize İbrahim b. Sa'd, Zühri'den riva­yet etti, dedi. İbni Ca'fer ise: Bize İbrahim —ki tbni Sa'd'dır— İbni Şi-hâb'dan, o. da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, ki Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) şöyle buyur­muşlar; dedi:

«Vaktiyle bîr adam insanlara borç para verir; hizmetkârına : Bir fakîre varırsan onu affedİver; umulur kî Allah da bizi affeder; derdi. Niha­yet bu zât Allah'a kavuştu; Allah da onu affetti.»                                      :

 

(...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen ha­ber verdi. Ona da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe rivayet etmiş. Ubey­dullah da Ebû Hüreyre'yi: Ben Kesûlüllah(SaIlallakü Aleyhi ve Sellem) 'i bu hadisin mislini irâd buyururken işittim; derken dinlemiş.

 

32- (1563) Bize Ebul-Heysem Hâlid b. Hidâş b. Aclân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da Yahya b. Ebî Ke-sîr'den, o da Abdullah b. Ebî Katâde'den naklen rivayet etti, ki Ebû Ka-tâde bir borçlusunu aramış da borçlu ondan gizlenmiş. Sonra onu bulmuş. Borçlu : Ben fakirim, demiş. Ebû Katâde: Allah'a yemin eder mi­sin? diye sormuş. Borçlu:

  Billahi, diye yemin etmiş. Ebû Katâde:

  Zîrâ ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem)V :

«Her Icimİ Allah'ın kıyamet gününün dehşetinden kurtarması memnun ederse fakire nefes aldırsın; yahut alacağını ona bağışlasın!»buyururken işittim; demiş. işi; deş.

 

(...) Bu hadîsi bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Cerîr b. Hâzim, Eyyûb'dan naklen bu hadîsin benzerini haber verdi.

Hz. Huzeyfe rivayetini Buhârî «Kitâbü'1-Büyû'», «Benî îsrâîl* ve «İstikraz» bahislerinde; İbni Mâce «Ahkâm»da; Ebû Hüreyre (RadİyaUahü anh) rivayetini Buhâri «Büyü'» ve «Benî tsrâîl», bahislerinde; Nesâî «Büyû'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Fityân: Fetânın cem'idir. Fetâ: Hür veya köle hizmetçi demektir. Rivâyetlerdeki tecevvüz ve tecâvüz tâbirleri: Alacak isterken müsamaha göstermek; affetmek mânâlarmadır.

Bu hadîsler borçlu fakire mühlet vermenin ve borcunun ya tamamını vâhut bir kısmını bağışlamanın; borç isterken zengin, fakır kim olursa olsun herkese müsamaha göstermenin faziletine delildirler.

Ulemâ zenginliğin hududunu tâyinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Nafakası üzerine vacib olan kimselerin geçimini te'mîn eden zengin sa­yılır, demişlerdir. Sevrî, îbni Mübarek, İmam Ah-med ve îshak'a göre elli dirhem gümüşe veya o kıymette altına sahip olan zengin sayılır. İmam Şafiî: «Bir kimse bâzan ka­zandığı bir dirhemle zengin, bâzan da bedenen zayıf ve aile efradı kala­balık olması sebebiyle bin dirhem kazansa fakır olur.» demiştir. Bir ta­kımları zenginliği zekâttaki nisâb miktarına mâlik olmakla, bâzıları da zekât almağa ehil olmamakla tahdîd etmişlerdir. Elbisesinden, meskenin­den, hizmetçisinden, borcundan ve aile nafakasından İazla malı bulunan kimsedir; diyenler de olmuştur.

Hanefîler'e göre zenginlik üç mertebedir:

1) Zekât îcâbeden zenginlik;

2) Sâdaka-i fıtır ve kurban îcâbeden,    zekât almayı haram kılan zenginlik; ve

3) Dilenmeyi haram kılan zenginlik. Bâzıları bunu elli dirhem, kıy­metinde malı olmakla tahdîd etmişlerse de ekseriyete göre günlük yiye­ceğini ve avret yerini örtecek elbisesini te'mîn eden kimseye dilenmek haramdır. Kazanmaya kudreti olan fakirin hükmü de budur.

Aynî diyor ki: «Bütün bunlar dilnmesi ve sadaka alması caiz olup olmayan kimse hakkındadır. Burada yâni fakire mühlet verilmesi husu­sunda îtimad edilen cihet zenginliğin, fakirliğin Örfü âdete râci' olması­dır. Emsaline nisbetle vakti hâli yerinde plan, zengin; böyle olmayan fa­kirdir.»

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Borçluya zengin olsun, fakir olsun müsamahakâr davranmanın, fakirin borcunu ya tamamen yahut kısmen bağışlamanın fazileti pek bü­yüktür. Yapılan iyiliği az görmemelidir. Çünkü az da olsa ebedî saadete ve rahmet-i İlâhİyyeye sebep teşkil edebilir. Bu hüküm bizden önceki­lerin de şeriatıdır.

2- Kölenin çalışıp kazanması mubahtır.

3- İnsan öldüğü vakit bir nevi' hesaba çekilir.

 

7- Zenginin Borcunu Sallantıda Bırakmasının Haram Kılınması; Havalenin Sahih Oluşu ve Zengine Havale Edildiği Zaman Onu Kabulün Îstihbabı

 

33- (1564) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mfllik'e, Ebu'i-Zinâd'dan dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SallallahüAleyhi

ve Sellem) :

«Zenginin borcunu sallantıda bırakması zulümdür. Biriniz bir zengine havale olunursa, havaleyi kabul etsin!» buyurmuşlar.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yû­nus haber verdi. H.

Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrez-zâk rivayet etti. Her iki râvi birden : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber(SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Havale» bahsinin iki yerinde; Tirmi-zî, Nesâî ve İbni Mâce «Büyû'»da muhtelif râvilerden tah-rîc etmişlerdir.

Bu bâbda İbni Mâce, Hz. Abdullah b. Ömerden; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce, Şerîd b. Süveyd (Raâiyallahu a«/i)'dan; Bezzâr , Hz. Câbir'den ha­dîsler rivayet etmişlerdir.

Matl: Aslında demiri uzatmak için yaymaktır. Burada ha bugün ve­receğim ha yarın diyerek borcu sonraya bırakmak; müddetini uzatmaktır.

Kurtubî: «Matl: ödemesi gereken borcunu, imkânı varken ödememektir.» demiştir. Ezherî'ye göre matl müdâfaadır. Ganîye izafe edilmesi masdarm faile izâfesidir. Bâzan masdar me'fûle de izafe olunursa da burada mânâ: ödemeye iktidarı olan zenginin borcunu öde­meyip sallantıda bırakmasıdır. Âcizin hükmü böyle değildir. Mâmâfîh bu­rada masdarın mef'ûlüne muzâf olduğunu söyleyenler de vardır. Bu tak­dirde mânâ şöyle olur: Alacaklı zengin bile olsa borcu ödemek îcâbeder; onun zenginliği, hakkının geciktirilmesine sebep teşkil edemez. Zengine olan borcun hâli böyle olunca fakire olan borç meselesi evleviyette kalır. Görülüyor ki, masdarı mef'ûlüne muzâf kabul edenlerin kavli tekellüf ve teassüften hâlî değildir.

Hadîs-i şerifte zenginin borcunu ödemeyip sallantıda bırakmasının zulüm olduğu bildiriliyor. Kurtubî *nin ta'rîfine göre lügatte zu~ lüm: Bir şeyi îcâbettiği yere koymamaktır; şerîatte ise haram ve mez-mûm olan şeydir. Mâ1ikî1er'den Sühnûn : «Zengin bir adam borcunu ödemeyip sallantıda bırakırsa şehâdeti kabul olunmaz; çünkü kendisine zâlim adı verilmiştir.» demiştir. Bazıları İmam Şafiî 'ye göre bu işi tekrarlamış olmak şartiyle şehâdeti reddedildiğini söylemiş­lerdir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Borcu sallantıda bırakıp Ödememek memnû'dur. Kasden Ödeme­mek büyük günah sayılır mı sayılmaz mı meselesinde ulema ihtilâf et­mişlerdir. Cumhura göre kasden ödemeyen fâsik olur. Fâsik hükmü ve­rilmek için bu işi tekrar tekrar yatmıs olması da şart değildir. Nevevî,  Şâfi! mezhebinin muktezâsma göre tekrarın şart olduğunu söylemişse de Sübk'î buna i'tirâz etmiş ve: «Bizim mezhebin muk-tezâsı tekrarın şart olmamasıdır.» dedikten sonra; «Bir hak istenildikten ve ödemeye mâni' de bulunmadıktan sonra,    onu vermemek gasıb gibi olur; gasıb ise büyük günahtır. Hadîste buna zulüm denilmesi de büyük günah olduğunu gösterir; büyük günah için tekrar şart değildir.» şeklîn­de istidlalde bulunmuştur.

2 - Borcunu ödemekten âciz kalan kimse, Ödemeyi özürsüz olarak uzatanlar hükmünde değildir.

3- Fakîr, ödemeye imkân buluncaya kadar borcundan dolayı hab-sedilmez; ödemeye zorlanmaz. Bâzıları hak sahibinin onu hapsettirebile-ceğine; bir takımları da peşini tâkib edebileceğine kail olmuşlardır.

4- İmam Şafiî 'ye göre havaleyi kabul etmek müstehaptır. (Havale: Borcu birinin zimmetinden başkasının zimmetine geçirmektir.) Dâvûdu Zahirî buradaki emri vücub mânâsına almıştır. Ona göre havaleyi kabul farzdır,   imam  Ahmed 'den biri vücub, diğeri nedib olmak üzere iki kavil rivayet olunmuştur. Cumhura göre havaleyi kabul etmek müstehabtır;  çünkü fakire kolaylık için meşru' olmuştur. Hattâ mubah olduğunu söyleyenler de vardır.

Bu meseleyi îbni Vehb, tmam Mâlik'e sormuş; Hz. tmam: «Bu bir tergîb emridir; ilzam değildir; ama havale borç mu­kabili olmak şartiyle ftesûlüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize ita­at gerekir...» cevabını vermiştir.

îbni Rüşd: «Ulemâdan bâzıları havalenin yalnız altınla gü­müşte caiz olduğunu söylemiş; yiyecekte buna cevaz vermemişlerdir; tmam Mâlik her iki yiyecek ödünçten olmak şartiyle buna cevaz vermiştir...» diyor.

îmam Âzam havaleyi zahire ve emsali mukabilinde para ile tecviz etmiştir. Bu hususta fıkıh kitaplarında tafsilât vardır.

 

8- Kırda Çimen Otlatmak İçin Muhtac Olunan Suyun Fazlasını Satmanın, Onu Vermekten İmtina Etmenin ve Erkek Hayvanın Çiftleşmesi Mukabilinde Ücret Almanın Haram Kılınması Babı

 

34- (1565) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize VekT haber verdi. H.

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti.

Bu râviler hep birden İbni Cüreyc'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayette bulunmuşlardır. Câbir:

«Resûİüllah (SallaÜahü Aleyhi ve Seltemj suyun fazlasını satmaktan nehî buyurdu.» demiş.

 

35- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bavh b. Ubâde haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şun­ları söylerken işitmiş:

«Resûİüllah [Sattatlahii Aleyhi ve Sellem) devenin çiftleşmesini satmak­tan, suyu- ve ziraat yapmak için yeri satmaktan nehî buyurdu. (Evet) Resûİüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem) işte bunları nebi buyurdu.»

 

36- (1566) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Mâ-Jik'e okudum. H.

Bize Kuteybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti.

Bu râvilerin ikisi de Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hü­re yre'den naklen rivayet etmişlerdir ki, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Akıbet ottan menedilmeye varacağı için suyun fazlası (başkasına) men'edilmez.» buyurmuş.

 

37- (...) Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. Lâfız Har-mele'nindir. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) ; Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahmân rivayet ettiler ki, Ebû Hürey-re şunu söylemiş: Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Akıbet otu menetmİş olacağınız için, suyun fazlasını başkasından esirgemeyin!» buyurdular.

 

38- (...) Bize Ahmed b. Osman En-Nevfelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim Dahhâk b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cü-reyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ziyâd b. Sa'd haber verdi. Ona da Hilâl b. Üsâme, ona da Ebû Seleme b. Abdirrahmân haber vermiş ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Dolayısİyle ot satılmış olacağı için, suyun fazlası satılamaz.» buyur­dular.

Bu hadîsin Hz. Ebû Hüreyre rivayetini Buhâri «Ki-tâbü'I-Müsâkaat» ile «Terkü'l-Hıyel»de, Nesâî «İhyâü'l-MevâUda tahrîc ettikleri gibi, diğer Kütüb-ü Sitte sahipleri de rivayet etmişlerdir. İbni  Mâce'nin tahrîc ettiği bir rivayette :

«Uç şey vardır ki, bunları başkasına vermemek olmaz : Su, ot ve ateş!» buyurulmuştur. İbni Merdeveyh'in tefsirinde Hz. Va­sile   b.   Eska 'dan şu hadîs rivayet olunmuştur:

Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'ın kullarından suyun fazlasını, otu ve ateşi esirgemeyin, zîra Allah bunları kuvvetlilere menfaat, zayıflara kuvvet olmak üzere yarat­mıştır.»

Kele': Yaş olsun kuru olsun ot manasınadır. Kuru ota Araplar ha-Şİş ve heşîm; yaş ota da uşb ve rutb derler.

Bu rivayetlerde: Fazla suyu satmak, hayvanı çiftleştirmek için ki­raya vermek ve ziraat için yeri kiralamak yasak edilmektedir.

Fazla suyun satilamamasına sebep, dolayısiyle merayı satmış olmak­tır. Bu mesele şöyle îzâh olunur: Bir kimse kendine milk olmak üzere kırda mera kenarında bir su kuyusu kazar. Kuyudan ihtiyacına yetip artacak kadar su çıkar. Etrafındaki merada ise başka su yoktur. Hayvan sahipleri sürülerini bu merada otlatabilmek için bu kuyudan istifade et­meye mecburdurlar. Aksi takdirde meradan istifâde edemezler; çünkü hayvanları susuzluktan ölür. Bu hâl karşısında suyu vermemek, hayvan­ların otlamasına mâni' olmak mânâsına geleceği için fazlasını parasızca hayvan sahiplerine vermek emrolunmuştur. İbni Bezîze fazla suyu ihtiyaç sahiplerinden esirgemenin büyük günahlardan sayılacağını söylemiştir.

Hadîsin son rivayetinde :

«Dolayısiyle ot satılmış olacağı için, suyun fazlası satılamaz.» buyu­rulmuştur. Zîra kuyu sahibi suyun 'fazlasını parasız vermezse o merada hayvan otlatmağa imkân kalmayacaktır. Şu halde hayvan otlatabilmek için suyu satmak, milki olmayan merayı satmak gibidir.

Hadîsteki nehyin tahrîm mi yoksa tenzih mi ifâde ettiğinde ihtilâf olunmuştur. Tıybî : «Suyun milk olup olmamasını da bu esâsa bina etmişlerdir; evlâ olan: Nehyi kerahete hamletmektir.» diyor. Şafiî1er'in «Et-Tevdîh» adlı fıkhında bu mesele hakkında şu îzâhât veril­miştir : «Buradaki nehî İmam Mâlik ile Evzâi"ye göre tah-rîme hamledilmiştir. Hattâbî ile îbni Tîn bu kavli Şâfii'den de nakletmişlerdir. Bâzıları su vermeyi müstehap görerek nedb mânâsına hamletmişlerse de bizce esah olan kavle göre ekin için değil hayvanlar için suyu vermek vaciptir.» Bu meselede Hanefî1er'in mezhebi de budur.

Kuyu sahibinin suyu ihtiyâcına sarf etmek hususunda haklı olduğu ittifâkî bir meseledir. Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) suyun fazlasını esirgemekten menetmiştir. Fazlası olmayan su bu nehîde dahil değildir. Kaplara doldurulan suyun fazlasını vermek vâcib değildir; me­ğer ki suyu isteyen muztar kalmış, ola!

Nevevi diyor ki: «Kuyu sahibinin ihtiyacından artan suyunu ekin sulamak için başkasına vermesi vâcib değil; hayvan sulamak için vermesi vaciptir. Vücubun da şartları vardır. Bunların birincisi: Hayvan sahibinin mubah su bulamaması; ikincisi: Suyun hayvan ihtiyacı için verilmesi; üçüncüsü.: Kuyu sahibinin ihtiyacı olmamasıdır.»

Yolculara ve hayvanlarına su verilir. O yerde oturmak isteyenler hakkında iki vecih vardır. Birinci veçhe göre onlara su vermek vâcib değildir; zira orada kalmalarına zaruret yoktur. Esah olan ikinci veçhe göre ise vaciptir. Bu takdirde su için onlardan para alınıp alınmayacağı hususunda da iki kavil vardır. Esah olan kavle göre para alınmaz; çünkü Resûlüllah (Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) suyun fazlasını satmayı yasak et­miştir.

«Devenin çiftleşmesini satmak...»dan murad : Boğa ve aygır gibi hay­vanları çiftleştirmek için kiralamaktır. İmam Âzam, Şafiî, Ebû Sevr ve diğer bir takım ulema bunun bâtü ve haram oldu­ğunu söylemişlerdir. Hayvanı kira ile alan kimse onu kendi hayvanı ile çiftleştirse bile hiç bir ücret vermesi lâzım gelmez; çünkü satılan şey meçhul ve teslimi, imkânsızdır.

Ashâb ve tabiînden bir cemaat, İmam Mâlik ve diğer bâzı ulemâ malûm bir .müddet yahut malûm sayıda çiftleştirme için hayvan kiralanabileceğine kail olmuşlardır. Onlara göre bu bir ihtiyaç ve men­faattir; bu bâbtaki nehl tenzihe hamledilir.

«Zirâat için yeri satmak» arazîyi kâra vermektir. Ulemânın bu hu­sustaki kavillerini «Yeri kiraya verme» bahsinde görmüştük.

 

9- Köpeğin Parası, Kahinin Ücreti ve Fahişenin Mehrinin Haram Kılınması; ve Kediyi Satmaktan Nehi Babı

 

39- (1567) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Ebû Bekr b. Abdirrahmân'dan, onun da Ebû Mes'ûdu Ensârî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resüllallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t köpeğin parasını, fahişenin mehrini ve kâhinin ücretini yasak etmişler.

 

(...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. Her iki râvi Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin mis­lini rivayet etmişlerdir. İbni Rumh'un rivayet ettiği Leys hadîsinde «Leys'in Ebû Mes'ûd'dan işittiği» zikredilmiştir.

 

40- (1568) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd El-Kattân, Muhammed b. Yûsui'dan rivayet etti, (Demiş ki) : Sâib b. Yezîd'i, Bati' b. Hadîc'den naklen rivayet ederken işittim. (Demiş ki) : Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSeHem/i:

«Kazancın en kötüsü fahişenin metıt-i, köpeğin parası ve haccâımn kazancıdır.» buyururken işittim.

 

41- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana İbrahim b. Kaarız, Sâİb b. Yezîd'den rivayet etti, (De­miş ki): Bana Râfi' b. Hadîc, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etti.

«Köpeğin parası habistir; fahişenin mehri habistir; haccâmın kazancı da habistir.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize İshâk b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrez-zâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Yahya b. Ebî Kesîr'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet eyledi.

 

(...) Bize İshâk b. İbrâhîm rivâyeî etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şü-meyl haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hişâm, Yahya b. Ebî Kesîr'den riva­yet etti. (Demiş ki) : Bana İbrahim b. Abdillâh, Sâib b. Yezîd'den riva­yet etti. (Demiş ki) : Bize Râfi' b. Hadîc, Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve te'ler,, 'den bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

42- (1569) Bana Seleme b. Şehîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil, Ebu'z-Zübeyr'den ri­vayet etti. (Demiş ki) : Cabir'e (satılan) köpekle kedinin paralarını sor­dum:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan menetti.» dedi.

Bu hadîsin Ebû Mes'ûd-u Ensâri rivayetini Buhârî «Büyü'», «İcâre», «Talâk» ve «Tıbb» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Kitâbü'l-Büyû'»da; Tirmizî «Büyü'» ile «Nikâh» bahis­lerinde; Nesâî «Nikâh» ve «Sayd»da; İbni Mâce «Ticârât»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî bu bâbda : Ömer, Ali, İbni Mes'ûd, Câbir, Ebû Hüreyre, İbni Abbâs, İbni Ömer ve Abdullah b. Ca'fer (Radiyallahû anhûm) hazerâtından da hadîsler rivayet olunduğunu söyle-. miş; kendisi babımız rivayetlerinden Sâib b. Yezîd'in Râfi' b. Hadîc'den naklettiği hadîsi de tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud,   Nesâî    ve  İbni  Mâce  dahî rivayet etmişlerdir:

Buhâri  sarihi Aynî, Tirmizî 'nin işaret ettiği zevatın hadîslerini ve bu hadîsleri kimlerin tahrîc ettiğini göstermiş; bu bâbda : Ebû Cuheyfe, Abdullah b. Amrf Enes b. Mâ­lik, Sâib b. Yezîd ve Meymûne binti Sa'd i'Radiyctllahû anhûm) 'dan da hadîsler rivayet olunduğunu söylemiştir. Hü­lâsası şudur:

Hz. Ömer hadîsini Taberânî «EI-Kebîr»inde; A1i (Radiyaüahü anh) hadîsini İbni Adiy «EI-Kâmil» adlı eserinde tahrîc etmişlerdir. İbni Mes'ûd hadîsini kimin tahrîc ettiği be­yan edilmemiştir.

Câbir (Radiyaliahü anh) hadîsini Müslim,- Ebû Dâvûd ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Babımızın son rivayeti bu hadîstir.

Ebû Hüreyre hadîsini Ebû Dâvûd, Nesâî, İbni Mâce ve Hâkim; İbni Abbâs (Rarfıyallahü anh) ha­dîsini Ebû Dâvûd ile Nesâî; İbni Ömer hadî'sini İbni Ebî Hatim tahrîc etmişlerdir. Fakat İbni Ömer rivayeti hakkında : «Bu hadîs münkerdîr.» denilmiştir.

Abdullah b. Ca'fer hadîsini İbni Ebî Adiy «El-Kâmil» nâm eserinde rivayet etmiştir; bu hadîs de zaîftir.

Ebû Cuheyfe hadîsini Buhâri, Abdullah b. Amr hadîsini Hâkim «El-Müstedrek» adlı eserinde; Enes (Radiyallahu anh) hadîsini İbni Adiy; Sâib b. Yezîd ha­dîsini Nesâî, Meymûne hadîsini de Taberâhî tahrîc etmişlerdir. Bu rivayetlerin bâzılarında az çok ziyadeler vardır. Fakat köpek satmanın, fahişe mehrinin, kâhin ücretinin ve haccâmın kazancı­nın yasak edilmesi hususunda hemen hepsi müttefiktir.

Fahişenin mehrinden murâd: £inâ mukabilinde yahut haram olan nikâh karşılığında ona verilen paradır. Buna mehir denilmesi şeklen ben­zediği içindir. Hattâbî'nin beyânına göre kâhin : Gelecekte olacak şeyleri ve sırlan bildiğini iddia eden kimsedir. Çalınan şeyleri ve bunları kimin çalıp nereye götürdüğünü bilmekle meşgul olanlara «Arrâf» denir.

Eskiden Araplar arasında birçok kâhinler vardı. Bunların bâzıları gaibten kendilerine haber getiren cinnî arkadaşları olduğunu söyler; bir takımları gaib İşlerini anlamak için kendilerine hâs bir anlayışa sahip ol­duklarını iddia ederlerdi. Müneccimlere kâhin, tabîblere arrâf ve kâhin diyenler de vardır. Bunlar nehîde dâhil değillerdir.

Hulvân : Bahşiş, rüşvet mânâlarına gelir. Burada maksat, kâhine ve­rilen ücrettir. Bu kelime : Kızının mehrinden babasının kendine pay ayır­ması mânâsında da kullanılır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler.

 

1- Hasan-ı Basri, Muhammed b. Şîrîn, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ, Hakem, Hammâd b. Ebî Süleyman, Rabîa, Evzâî, İmam Şafiî, İmam Ahmed, İshâk, Ebû Sevr, İbni Münzir ve Zahirîler bu hadîslerle istidlal ederek köpeğin satılmasını mut­lak surette caiz görmemişlerdir. İmam Mâ1ik'in iki kavlinden biri de budur. Hanbelîler 'den İbni Kudâme: «Köpek satı­şının herhalde bâtıl olduğunda mezhebimiz ihtilâf etmez.» demiştir.

Hz. Ebû Hüreyre köpek parasını mekruh görmüş; Câ -bir (Radiyallahü anh) ise yalnız av köpeğinin satılmasına ruhsat vermiş­tir ki, Atâ' ile   İbrahim Nehaî'riin kavilleri de budur.

Bu meselede Mâli'kiyye ulemâsı ihtilâl' etmişlerdir. Bâzıları­na göre köpeğin satılması caiz değildir. Bir takımları edinilmesi şer'an caiz olan köpeğin satılmasını mekruh fakat sahih bulmuş; îcânnı tecviz etmemişlerdir.   Şâfiîler 'den de buna kail olanlar vardır.

İmam Mâlik' "El-Muvattada : »Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) parasını yasak ettiği için ben köpeğin —ava alıştırılmış olsun olmasın— parasını mekruh addederim.» demiş; «El-Muvatta'» şerhinde ise edinilmesi mubah olan köpeğin parası hakkında İmam Mâ1ik'in bir defa cevaz verdiği, bir defa da vermediği kaydedilmiştir.

Zahirîler 'den İbni Hazm'e göre köpeği satmak asla caiz değildir. Bu hususta av köpeğiyle çoban veya ev köpeğinin farkı yoktur. Yalnız mecburiyet ve iztırar karşısında köpeği satın almak müşteriye he­lâl, satıcıya haram olur. Bu mesele zulmü defi etmek için rüşvet vermek gibidir.

Şâfiîler 'e göre bir kimse birinin av yahut çoban köpeğini öl­dürse ödemesi îcâb etmez.

imam Şafiî: «Karşılığı olmayan şeyin, öldürüldüğü zaman kıymeti de yoktur.» demiştir.

İmam    Ahmed'in kavli de budur. Delilleri babımız hadîsleridir.

Atâ'b. Ebî Rabâh, İbrâhîm Nehaî, İmam Âzam, Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlikîler 'den îbni Kinâne ile Şuhnûn ve bir rivayette İmam Mâ­lik, faydalanılan köpeklerin satılması caiz, paraları mubah olduğunu söylemişlerdir. İmam Âzam 'dan bir rivayete göre saldırgan kö­peği satmak caiz değildir; parası da mubah olmaz.

«El-Bedyı'» adlı eserde deniliyor ki: «Domuz müstesna olmak üzere köpek, pars, ardan, kaplan, kurt ve kedi gibi azılı hayvanların satılma­sına gelince: Ulemâmıza göre bu caizdir. «Asi»m [7] rivayetinde hayva­nın ava alıştırılmış olup olmaması farksızdır; nasıl olsa satılabilir, İmam Ebû Yûsuf 'dan bir rivayete nazaran saldırgan köpeğin satılması caiz değildir. Nitekim bu kavil İmam Atarn'dan da rivayet olun­muştur. Sonca bu zevatın kaidelerine göre hayvanı öldürene kıymetini ödemek vacib olur. Delilleri: Hz. Osman'in bir köpeği öldüren kim­seye yirmi deve verdirmek suretiyle onu ödetmesi ve Abdullah b. Amr b. Âs (Radiyallahü anh) 'nın av köpeği öldürene kırk dirhem, ço­ban köpeği öldürene bir koç vermek lâzım geldiğine hüküm vermesidir.

Hanefî1er'in delillerini muhalifleri zaif bulmuş; Hz. Osman 'dan rivayet edilen eserin munkatı' olduğunu; Abdullah b. Amr'in eseri ise biri munkatı', diğeri senedinde meçhul râvisi bulunan iki zaîf yoldan rivayet olunduğunu, binâenaleyh Buhâri'nin de işa­ret ettiği vecihle ihticâca elverişli olmadığım söylemişlerdir. Hattâ Beyhakî: «Hz. Osman 'dan bunun hilafı sabit olmuştur; zîra hutbe okuyarak köpeklerin öldürülmesini emretmiştir.» dedikten sonra Ab­dullah b. Amr'in da köpek mukabilinde1 para almaktan nehyet-tiği rivayet olunduğunu binâenaleyh köpeğin ödeneceğine hükmettiği sa­bit olsa bile usûlü rıkıh ulemasınca sahîh olan kavle göre hükmüne de­ğil, rivayetine itibar olunacağını söylemiştir.

Beyhakî'ye Hanefîler tarafından Aynî cevap ver­miştir. Aynî evvelâ Beyhakî'nin «Hz. Osman 'dan bunun hilafı sabit olmuştur.» sözü üzerinde durmuş; bu rivayetin senedini in­celedikten sonra onun isbât için delîl olmağa kâfi gelmediğini söylemiş­tir. Çünkü senette İmam Şafiî: «Bana mevsuk bir zât Yûrus'dan rivayet rivayet etti.» demektedir. Hz. Şafiî bu sözü ile ekseriya İbni Ebî Yahya'yi yahut Zenci'yi kasdeder ki, bunların ikisi de zaîftir. Şu halde Şafiî 'den başkaları bu rivayeti mecruh kabul edebilirler.

Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in köpekler hakkındaki son be­yanâtı öldürülmelerini yasak etmek olmuş; bundan yalnız kara köpeği istisna etmiştir. Şu halde Hz. Osman köpeklerin öldürülmesine na­sıl emir verebilir? Eğer bu emir verme işi doğru ise mutlaka onun zama­nında ortaya çıkan bir mefsedetten dolayıdır. «Et-Temhîd» sahibi İbni Abdilberr şunları söylemiştir : «Medîne'de güvercinle oyna­mak ve köpek boğuşturmak modası çıktı da   Ömer   ve   Osman (Radiyallahü anJt) köpeklerin Öldürülmesini, güvercinlerin de kesilmesini emrettiler. Hasen dedi ki: Ben Osman'ı .hutbesinde kaç defa : Köpekleri öldürün; güvercinleri kesin! derken işittim.»

Bundan da anlaşılıyor ki, bir maslahattan dolayı bir zamanda köpek­lerin öldürülmesine emir vermek, başka zamanda onları öldürenlerin öde­memesini gerektirmez.

Beyhakt 'nin munkatı' dediği Hz. Osman hadîsi başka bir yoldan da munkatı' olarak rivayet edilmiştir. Beyhakî 'nin mezhep imamı Şâfiî'ye göre mürsel bir hadîs başka bir yoldan mürsel ola­rak rivayet edilirse hüccet olur.

Beyhakî, Buhârî 'nin Hz. Abdullah b. Amr ri­vayeti hakkında «ihticâca elverişli değildir.» dediğini söylüyorsa da bu­na îbni Ebî Adiy: «Ben bu hadîste Buhâri 'nin dediğin­den bir eser bulamadım ki söyleyeyim!» cevâbını vermiştir.

Beyhakî 'nin : «Hükmüne değil, rivayetine itibar olunur.» sözü de kabule şayan değildir; çünkü sahâbînin Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi veSetleml'den rivayet ettiği bir hadîse muhalefet ettiği neticesini doğu­rur. Biz bir sahâbî hakkında böyle bir zanda bulunamayız. Binâenaleyh İtibâr sahâbînin hükmünedir. Rivayeti hilâfına hüküm vermesi, o hadîsin mensûh olduğunu öğrendikten sonra olmuştur.

Köpek satmayı yasak eden hadîsler hakkında Tahâvî de aynı şeyleri söylemiştir.

Kedinin hükmüne gelince : Ulemâ bunda da ihtilâf etmişlerdir. Cum­hura göre kediyi satmak caizdir. Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Hakem, Hammâd, İmara Mâlik, Süfyân-ı Sevrî, Hânefîler, İmam Şafiî, îmanı Ahmed ve îshâk'm kavilleri budur. îbni M-ünzir: «Bize îbni Abbas 'tan kedinin satılmasına ruhsat verdiği rivayet olun­du. Bir taiıte bunu mekruh görmüşlerdir. Bu da Ebû Hüreyre ile Tavus ve Mücâhid 'den rivayet olundu. Câbir b. Zeyd'in kavli de budur.» demiştir.

Kedinin satılması memnu' olduğuna dair Tirmizî, Nesâî ve Tahâvî, Hz. Câbir'den hadîs rivayet etmişlerse de satıl­masını caiz görenler bu hadîse muhtelif cevaplar vermişlerdir..Şöyle ki:

a- Bu hadîs zaîf ve merdûddur.

b- Câbir (Radiyallahü anh) hadîsi vahşîleşen ve bu sebeple teslimi mümkİn olmayan kedi hakkındadır. Bâzı ulemânın buna kail olduklarını Beyhakî   «Sünen»de nakletmiştir.

c- Kediyi satmak İslâm'ın ilk devirlerinde, onun necis bir hayvan olduğuna hüküm verildiği zaman yasak edilmiştir. Bilâhare artığının temiz olduğuna hüküm verilince satıp parasını almak da helâl olmuştur. Bu kavli dahî   Beyhakî bâzı ulemâdan nakletmiştir.

d- Câbir 'hadîsindeki nehî tahrîm değil kerâhet-i tenzîhiyye ifâde eder. İbni Hazm bunun aksini iddia etmiştir.

e- Nevevî : «Mutemed olan cevap şudur ki, hadîs-i şerif fay­dası olmayan kediye hamlolunmuştur; yahut nehî tenzih içindir; ta ki İnsanlar bu hayvanı birbirlerine hediye ve emanet etmeye alışsınlar.» diyor.

2- Fahişeye verilen zina parası ve keza haram olan nikâh için ve­rilen mehir haramdır. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır.

3- Kâhine verilen ücret haramdır. Kâhinlerin söyledikleri bâtıl ve yalan şeyler olduğu için bu bâbda nehî yârid olmamış olsa yine malı bâ­tıl sebeple yemek kabilinden haram olurdu.

4- Haccâm'ın kazancını haram sayanlar bu hadîslerle istidlal ederler. Mesele ihtilaflıdır. Selef ve halef   ulemasının ekserisi haram olmadığına kaildirler. İmam Ahmed'in meşhur olan kavli de budur; diğer bir rivayette : «Hür olana haram, köleye helâldir.» de­miştir ki, muhaddislerin kavli de budur.

Cumhurun delîli İbni Abbâs (RadtyallaM anh) hadîsidir. Mez­kûr hadîste:

«Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) kan aldırdı ve haccama ücre­tini verdi.» denilmektedir. «Haccam'a ücret vermek haram olsa ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de vermezdi.» diyorlar. Onlar babımız hadîsle­rini tenzihe yahut bayağı sanatlara tenezzül etmemeye, bilâkis güzel ah­lâka, büyük işlere teşvik mânâsına hamletmişlerdir.

 

10- Köpeklerin Öldürülmesini Emir; Bu Emrin Neshedildiğini, Av, Ekin, Hayvan ve Emsali Şeyler İçin Beslenenler Müstesna Olmak Üzere Köpek Edinmenin Haram Kılındığını Beyan Babı

 

43- (1570) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi oku­dum :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) köpeklerin   öldürülmesini   emir buyurdu.

 

44- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Usâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet eyledi. İbni Ömer şunu söylemiş:

«Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîlem) köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu ve köpekler Öldürülsün dîye Medine'nin nahiyelerine haber gön­derdi.»

 

45- (...) Bana Humeyd b. Mes'ade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr yâni İbni Mufaddal rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail yâni İbni Ümeyye, Nâfi'den, o da Abdullah'dan naklen rivayette bulundu. Abdul­lah şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) köpeklerin öldürülmesini emir buyurur; biz de Medine ve etrafına sökün ederek öldürmedik köpek bı­rakmazdık. Hattâ çöl halkından bir kadıncağızın ardından giden köpeğini bile öldürürdük.-

 

46- (1571) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Zeyd Amr b. Dinar'dan, o da tbni Ömer'den naklen haber verdi kij Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)av köpeği yahut koyun veya hay­van köpeği müstesna olmak üzere köpeklerin öldürülmesini emir buyu­rurdu.

Bunun üzerine'tbni Ömer'e: Ebû Hüreyre (yahut ekin köpeği) diyor; demişler. İbni Ömer : «Şüphesiz Ebû Hüreyre'nin ekini var!» cevâ­bını vermiş.

 

47- (1572) Bize Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet etti. H.

Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Uba­de haber verdi. (Dedi ki) : Bize tbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Abdillâh'ı şunu söylerken işitmiş:

«Resûlüllah (Sollallchü Aleyhi ve Sellem) bize köpekleri öldürmeyi emir buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile Öl­dürürdük. Sonra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) köpekleri öldürme­yi yasak etti ve:

— Hâlis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın; çünkü o şeytandır; buyurdu.»

 

48- (1573) Bize Ubaydutlah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'dan rivayet etti. O da Mutarrif bt Abdillah'ı İbni Mugaffel'den naklen rivayet ederken dinlemiş. İbni Mugaffel demiş ki:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) köpekleri öldürmeyi emreyledi. Sonra:

«Köpekler onların ne işine giriyor!» buyurdu. Sonra av köpeği ile ço­ban köpeği hakkında ruhsat verdi.

 

49- (...) Bana bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid yâni İbni Haris rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hâtinı dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Velîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham­med b. Ca'fer rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr haber verdi. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti.

Bu râvİlerin hepsi Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.

îbni Hatim, Yahya'dan rivayet ettiği hadîsinde: «Koyun   köpeği ile av ve ekin köpekleri hakkında ruhsat  verdi.» dedi.

Bu hadîsin Abdullah b. Ömer (Radiyallahii anh) rivayetini Buhâri «Bed'ü'1-Halk»;, Nesâî ile İbni Mâce «Sayd» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.

İmamMâlik ile mezhebi uleması ve diğer birçok zevat bu hadîslerde istisna edilen köpeklerden maadasının öldürülebileceğine kail olmuşlardır. Onlara göre öldürmekten istisna edilenlerden geriye kalan köpekler hakkındaki öldürme emri mensûh değil, muhkemdir. Kaadi  Iyâz : «Bence köpek edinmek evvelâ umumî surette yasak edilmiş; ve bütün köpeklerin öldürülmesi emrolunmuş; sonra kara köpeklerden maa­dasının öldürülmesi yasaklanmış, fakat av köpeği ile hayvan ve ekin bek­çiliği yapan köpeklerden bıska herhangi bir köpeğin edinilmesi menedil-miştir.» diyor. Nevevî, Kaadî 'nin bu sözünü hadîslerin zahirine uygun bulmaktadır. Gerçi İbni Mugaffel hadîsinde Peygamber (SallaHah'û Aleyhi ve Sellem):

«Köpekler onların ne işine giriyor!» buyurmuştur. Bunun mânâsı «Öldürmesinler hayvanları!» demektir; ve âmindir, yâni kara köpeği de şâ­mildir; fakat kara köpeğin öldürülmesi icâbettiği, önceki rivayetten an­laşıldığı için İbni Mugaffel hadîsi o rivayetle tahsis edilmiş demektir.

Saldırgan köpeğin öldürüleceğinde bütün ulemâ müttefiktir. Zararı olmayan köpeklerin öldürülüp öldürülemeyeceği ihtilaflıdır. Şafi1erden    îmamülharemeyn    şunları söylemiştir :

«Peygamber (Saliatiahü Aleyhi ve Selİem) evvelâ bütün köpeklerin Öldü­rülmesini emir buyurmuş; sonra bu hükmü neshederek kara köpekten maadasını Öldürmeyi yasak eylemiş; bilâhare şerîat —kara olsun olma­sın— bütün zararsız köpeklerin öldürülmemesi hususunda karar kılmış­tır.» îmamülharemeyn İbni Mugaffe {(RodiyaUahü anh) dan rivayet olunan şu hadîsle istidlal etmiştir :

«Resûlüllah   (Saliatiahü A leyhi ve Sellem}:

«Eğer köpekler de ümmetlerden bir ümmet olmasa idi, ben onların öldürülmesini emrederdim!» Bu hadîsi «Sünen» sahipleri rivayet etmiş­lerdir.

Hz. Ebû Hüreyre hakkında gerek İbni Ömer (Radiyalîahii anh) 'nın : «Şüphesiz onun ekini var!» demesi, gerekse mütea-kib rivayetlerin birinde Sâ1im'in : «Ebû Hüreyre: Yahut ekinlik köpeği derdi; kendisi çiftçi idi.» sözü onun rivayetini gevşetmek yahut rivayeti hakkında şüpheye düşürmek için değildir. Bu sözlerden murâd Hz. Ebû Hüreyre 'nin çiftçi olması dolayısiyle bu hususa dikkatli davranarak herkesten iyi bellediğini anlatmaktır. Zîra bir şeyin içinde bulunan kimsenin onu herkesten iyi bilmesi âdettir.

Ebû Hüreyre (RadiyaUahü anh) 'in rivayet ettiği ziyadeyi İbni Mugayfe1 , Süfyân b. Ebî Züheyr ve îbni Ha­kem de zikretmişlerdir. Binâenaleyh bu hususta Hz. Ebû Hüreyre yalnız değildir. Kaldı ki, yalnız başına da rivayet etse rivayeti yine makbuldür.

Benîm: Hâlis, koyu kara demektir. Aynî bunu «faydadan uzak, zarara yakın şeytan» diye ta'rîf etmiştir.

Köpeğin iki noktalısından murâd: Gözlerinin üstünde iki nokta gibi beyazı olanıdır.

İmam Ahmed b. Hanbel ile Şafiî1er'den bâzıları bu hadîsle istidlal ederek hâlis siyah renkli köpeğin avcılıkta kullanıla-mıyacağına kail olmuş : «Çünkü siyah köpek şeytandır; helâl olan av şeytanın değil, köpeğin avladığıdır.» demişlerdir.

Cumhuru ulemâya göre sair köpekler gibi kara köpeğin de avda kullanılması helâldir. Hadîste ona şeytan denilmesi köpek cinsinden olma­dığını anlatmak için değildir. Bundan dolayıdır ki, beyaz köpeğin ağzını soktuğu kab nasıl yıkanırsa kara köpeğinkini de yıkamak îcâb eder. imam   Âzam,    Mâlik    ve    Şafiî 'nin mezhepleri de budur.

Ebû Ömer îbni Abdilberr şöyle diyor: «Bizim ih­tiyar ettiğimiz vecih şudur ki, zarar vermedikçe hiç bir köpek Öldürül­mez. Çünkü Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) canlı mahluku silâha hedef yapmaktan nehî buyurmuştur. Köpeği sulama hadîsi vardır; bir hadîste «Her hararetli ciğeri sulama mukabilinde ecir vardır.» Duyurul­muştur. Bir de bütün şehirlerde, bunca ulema ve alenî ma'sıyete, mün-kerâta asla göz yummayan zevat olduğu halde köpek öldürme işi terk edilegelmiştir. Ben müslümanların fukahâsından hiç birinin köpek edin­meyi adaleti cerhe sebep saydığını, hiç bir hâkimin köpek sahibinin şe-hâdetini reddettiğini bilmiyorum. Yalnız Şafiî mezhebine göre ih­tiyaç yokken köpek edinmek haramdır.»

îbni Abdilberr, köpeklerin öldürülmesi emrinden etleri­nin de yenilemiyeceğine istidlal etmiş ve : «Güvercinin kesilmesi, köpek­lerin ise öldürülmesi babında Ömer'le Osman 'dan gelen rivayeti görmüyor musun?» diyerek eti yenilen hayvan hakkında (kesmek) ye­nilmeyen hakkında ise (öldürmek) tâbirleri kullanıldığına işaret etmiştir.

Evet, bu hadîsler hakîkaten eti yenilen hayvanla yenilmeyenin aynı hükümde olmadığına delâlet etmektedir; zîra kesilip yenilen hayvanın öldürülmesi için emir vermek caiz değildir.

Kara köpeği şeytan kabul edenlere bu hadîslerde delîl yoktur. Çün­kü Teâlâ Hazretleri kötülüğü iyiliğine galebe çalan insanlara da şeytan ismini vermiş; bununla beraber Öldürülmelerini emir buyurmamıştır.

Köpeğe'şeytan denilmesi hususunda .Nevevi bir şey söyleme­miştir. Aynî behîmi şeytan diye tefsir ettikten sonra şöyle mütâlea-da bulunuyor : «Bu gibi şeyler tefekkür ve teemülle anlaşılamaz; bun­lara kıyas yolu ile de erişilemez; şeriat sahibinden ne gelmişse onda ka­rar kılınır. Filhakika İbni Abdilberr, Hz. îbni Abbâs'dan :

(Köpekler cinlerdendir; onlar cinlerin zayıf olanlarıdır.) hadîsini riva­yet etmiş; bir rivayette:

(Köpeklerin karaları ile alacaları cinlerdendir.)denilmiştir. îbnü'l-A'râbî: Köpekler cinlerin sefîl ve zayıf olanlarıdır; diyor...»

Anlaşılıyor ki, Aynî hadîsin müteşâbihattan olduğuna işaret et­mek istiyor. Bizce en salim yol da budur. Mâmâfîh yukarıda da arzettiğimız vecihle köpeğe, şerri hayrından fazla olmasına bakarak cin denil­miş olması ihtimalinden de bahsetmiştir.

İbni Abdi1berr'in bahsettiği «Köpeği sulama» hadîsini Buhâri «Bed'ü'1-halk» bahsinde Hz. £üü Hüreyre 'den ri­vayet etmiştir. Hadîs şudur:

«ResulüHah (Üatlallahu Aleyhi ve Setkm): Fahişe bir kadın bir kuyu başında susuzluktan dilini çıkarmış soluyan ve ölümle pençeleşen bir kö­peğin yanına uğradı. Hemen ayakkabısını çıkararak baş Örtüsü île bağladı ve hayvana su çıkardı; bu sebeple de günahları affolundu; buyurdular.»

ibnü'i. Arabı aıyor la: «jvopeği sulama nadısınin köpekleri öldürme yasağından evevi de, sonra da varid olması ihtimâli vardır. .Ev­vel varıü oldu ise du husustaki yasağı nesheüemez; çünkü KesulüUan (baılatianu Aleyhi ve Sellem) butun çöldeki köpekleri aegıı, yalnız Medine'nin köpeklerini öldürmeyi emir buyurmuştu. JNeshediien de budur, Çöiltrdeki köpekler hakkında ne öldürme emri vardır, ne de nesin. Ha­dîsin zânirı dam bunu göstermektedir. Bir de köpeği öldürmek vâcib olsa sulaması icab etmezdi. Susuzluk hararetiyie ölüm bir araya getiri­lemez Nitekim bu, âsî olan kâfire bile yapılmaz; isyanı olmayan köpeğe nasıl tatbik edilebilir!..» bahih hadîste vârid olduğuna göre Peygamber {Sattaliühü Aleyhi ve Setlem);yahudileiin katlini emir buyurduğu zaman su-suzluKtan şikâyet etmişler de:

(Onların üzerine kılıcın harareti ile susuzluğun hararetini bir araya getirmeyin!) buyurmuş; yuhudiler su verildikten sonra öldürülmüşlerdir.»

 

50- (1574) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu ha­disi okudum. İbni Ömer şunu söylemiş: Resûlüllah (Saliatlahü Aleyhi ve Sellem);

«Çoban köpeği ile av köpeği müstesna, her kim köpek edinirse ame­linden her gün iki kîrât eksilir.» buyurdular.

 

51- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyfce ile Züheyr b. Harb ve tbni Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Sâ-lim'den, o da babasından, o da Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'den naklen rivayette bulundu.

«Av veya çoban köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse ecrinden her gün iki kîrât eksilir.» buyurmuşlar.

 

52- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyub, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullan­dı, ötekiler: Bize İsmâîl yâni İbni Ca'fer, Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti ki, Abdullah, İbni Ömer'i şunu söylerken işitmiş dediler: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):.

«Av yahut çoban köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse amelin­den her gün İki kîrât eksilir.»  buyurdular.

 

53- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Öte­kiler : Bize İsmail, Muhammed'den yâni İbni Ebî Harmele'den, o da Sa­lim b. Abdillâh'dan, o da babasından, naklen rivayet etti kî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Çoban yahut av köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse amelin­den her gün bir kîrât eksilir.»   buyurmuş; dediler.

Abdullah demiş ki: «Ebû Hüreyc : Yahut ekinlik köpeği, dedi.»

 

54- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hanzale b. Ebî Sülyân, Sâlim'den, o da ba­basından, o da JlesûMiliah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayette bulundu:

«Av yahut çoban köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse ame­linden her gün iki kîrât eksilir.»  buyurmuşlar.

Salim demiş ki: «Ebû Hüreyre: Yahut ekinlik köpeği, derdi. Ken­disi arazî sahibi- idî.»

 

55- (...) Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mer-vân b. Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Hamza b. Abdillâh b. Ömer haber verdi. (Dedi ki) : Bize Salim b. Abdillâh, babasından nak­len rivayet etti.  (Demiş ki): Re$û\ül\ah (Saltallahü Aleyhi ve Seilem):

«Çoban yahut avcı köpeği müstesna, herhangi bir hâne halkı köpek edinirlerse amellerinden her gün iki kîrât ekşitir.»  buyurdular.

 

56- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet et­tiler. Lâfız İbni Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da Ebu'l-Hakem'-den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbnî Ömer'i Peygamber (Sailaliahii Aleyhi ve Sel!en;ı'f\en naklen rivayette bulunurken İşittim:

«Ekinlik yahut koyun veya av köpeği müstesna, bir kimse köpek edi­nirse ecrinden her gün bir kîrât eksilir.» buyurmuşlar.

 

57- (1575) Bana Ebu't-Tâhir Üe Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'-dan, o da Saîd b. Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah

(Sallailahii Aleyhi ve Selîem) 'den naklen haber verdi:

«Bir kimse av, koyun veya araz? köpeği olmayan bir köpek edinirse gerçekten o kimsenin ecrinden her gün iki kîrât eksilir.» buyurmuşlar. Ebu't-Tâhir'in  hadîsinde  «Arazî köpeği»   yoktur.

 

58- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdur-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ebû Sele-me'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) :

«Koyun, av veya ekinlik köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse ecrinden her gün bir kîrât eksilir.»  buyurdular.

Zührî şunu söylemiş: «İbni Ömer'e Ebû Hüreyre'nin sözünü andılar da: Allah Ebû Hüreyre'ye rahmet eylesin, ziraat sahibi idi; dedi.»

 

59- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm-ı Destevâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. EM Kesîr, Ebû Seleme'den, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (SaÜatlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bir kimse (kapısında) köpek tutarsa amelinden her gün bir klrât ek­silir; yalnız ekinlik veya koyun köpeği müstesna!» buyurdular.

 

(...) Bize İshâk b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şuayb b. İshâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdir-r a hm ân rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

(...) Bize Ahmed b. Münzir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssa-med rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.^Ebî Kesir bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

60- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-vâhid yâni İbni Ziyâd, İsmâîl b. Sümey'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Rezîn rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim.: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bir kimse av ve koyun köpeği olmayan bir köpek edinirse, amelin­den her gün bir kîrât eksilir.»  buyurdular.

 

61- (1576) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Malik'e, Yezîd b. Husayfa'dan dinlediğim, ona da Sâib b. Yezid'in haber verdiği, onun da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından Şenûe [8] kabilesine mensûb bir zât olan -Süfyân b. Ebî Züheyr'den dinlediği şu 'hadîsi okudum. Süfyân şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Bir kimse kendisine ekin veya hayvan beklemeğe faydası olmayan bir köpek edinirse, amelinden her gün bîr kîrât eksilir.» buyururken işit-tim.

Sâib: «Bunu Resûlüllah {Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den sen mi işit­tin?» diye sormuş. Süfyân:

«Şu mescidin Rabbına yemîn olsun ki, evet!» demiş.

 

(...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve Ibni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail, Yezîd b. Husayfa'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sâib b. Yezîd haber verdi ki, yanlarına Süfyân b. Ebî Züheyr eş-Şeneî gelmiş de: «Resûlüllah (Sallallahü A ley hi ve Sellem) y ukarıki hadîs gibi îrâdda bulundu.* demiş.

Hz. Ebû Hüreyre ve Süfyân b. Ebî Züheyr rivayetlerini Buhâri «Müzârea» ve «Bed'ü'1-Halk» bahislerinde; Süfyân rivayetini Nesâî ile İbni Mâce «Kitâbü's-Sayd» da tahrîc etmişlerdir.

Mâşiye : Deve, sığır ve koyun gibi hayvanların hepsine verilen bir isimdir; ekseriyetle koyun hakkında kullanılır.

Dar': Aslında çift tırnaklı ve tabanlı hayvanlara verilen isimdir. Bu­rada mâşiyeden kinayedir.

Dârî:  Ava alıştırılmış;  Öğretilmiş manasınadır. Bu kelime  hadîsin muhtelif rivayetlerinde: «dâriyen, dârî, dârin, dâriyetin» şekillerinde kullanılmıştır. Dâriyen şeklinin îrâbı hakkında söz yoktur. Dârî ile dârin şekilleri (mâşiye) üzerine atı'f suretiyle mecrûr olup mevsûfun sıfatına izafeti kabîlindendirler. Bu takdirde «dârî» deki yânın hazf edilmemesi meşhurun hilâfınadır. Bazıları buradaki «dârî» kelimesinin «sâid» yâni avcıya sıfat olduğunu söylemişlerdir; yâni avcıya istiare yolu ile «dârî» denilmiştir.

 «Dâriyetin» rivayetine gelince :   Burada hazif olduğu   söylenmiştir.

Terkîb: yâni «Ancak talimli köpekler sahibi­nin köpeği» takdirindedir.

Kîrât: Lügatte beş arpa ağırlığı, yarım dâmk ve bir şeyin, yirmi dörtte biri gibi mânâlara gelir. Burada Allah'ın bildiği bir mikdâr mana­sınadır. Hadîsten murâd : Köpek edinen kimsenin amellerinden bir cüz'ü-nün sevabı eksilrnesidir.

Hadîsin bâzı, rivayetlerinde köpek edinen kimsenin ecrinden bir kî­rât, diğerlerinde iki kîrât eksileceği bildiriliyor. Ulema bu iki muhtelif rivayetin arasını muhtelif şekillerde te'lîf etmişlerdir. Bâzıları kîrât far­kının insanlara eziyet hususunda birbirinden farklı iki nevi' köpeğe nis-betle yapılmış olması ihtimâli üzerinde durmuşlardır. Bunlara göre iki kîrât» fazla eziyet veren köpeğin sahibine aittir. Bir takımları: «İki kîrât kasaba ve köylere, bir kîrât kır ve çöllere mahsustur.» demiş; daha baş­kaları iki nevi' kıratın ayrı ayrı iki zamana ait olduğunu ileri sürmüş­lerdir. Bu takdirde evvelâ bir kîrâttan bahsedilmiş; bilâhare iki kîrât azalacağı bildirilmek suretiyle hüküm daha ağırlaştırılmıştır.

Sevapların niçin eksiltüeceği de ihtilaflıdır. Bâzılarına göre buna se­bep, köpek bulunan haneye meleklerin girmemesidir. Bu hususta: KÖpe-ğin yoldan geçenlere saldırması, yasak olan bir şeyi irtikâb ettikleri için sahiplerine bir ceza olması, köpeğin çok necaset yemesi, fena kokması, bazı köpeklerin şeytan olması, sahibinin haberi yokken kaplara ağzını sokması gibi birçok ihtimâller üzerinde durulmuştur.

Eksiltilecek ecrin geçmişe mi yoksa geleceğe mi âit olacağında ve keza kıratın mahallinde ihtilâf olunmuştur. Bâzıları: «İki kîrâttan biri gündüz, diğeri gece amellerine aittir.» demiş; diğerleri, bir kîrât farzdan, bir kîrât da nafile ibâdetten eksiltileceğim söylemişlerdir.

Köpek edinmenin caiz olup olmaması hususunda Şâfiî1er'den Nevevî şunları söylüyor : "Bizim mezhebimize göre ihtiyaç yokken köpek edinmek haramdır. Ama av. ziraat ve hayvan muhafazası gibi şey­ler için edinilmesi caizdir. Evleri, sokakları ve bunlara benzer yerleri muhafaza için edinilip edinilemeyeceği hususunda iki vecih vardır. Bi­rinci veçhe göre caiz değildir. Çünkü hadîslerin zahirleri ziraat, av ve çoban köpeğinden maadasını sarahaten yasak etmektedir. Esah olan veç­he göre bu üç nevi' köpeğe kıyâsen diğerlerini edinmek de caizdir; bu hususta hadîslerden anlaşılan illetle amel olunur ki, o da ihtiyaçtır.

Acaba köpek yavrusu edinerek av, ziraat ve hayvan muhafazası hu-susatında terbiye etmek caiz midir? Bu bâbda dahî iki vecih vardır. Esah olan veçhe göre câizdir.>

Hanefîler 'den Kemâl b. Hümâm «Fethü'l-Kadîr» adlı eserinde : «Köpeği av yahut hayvan, ev ve ziraat muhafazası için edinmek bilicmâ' caizdir; lâkin hırsız yahut düşman korkusu olmadıkça onu haneye sokmamalıdır...» diyor.

Mâ1ikî1er'den bâzıları, edinilmesi caiz olan köpeğin temizliğine bu hadîslerle istidlal etmişlerdir. Çünkü insanların arasında bulunduğu hâlde ondan korunmak son derece güç bir iştir. Onlara göre köpeği edin­meğe izin vermek, ondan maksud olan hususâtı tamamlayan şeyler için de izin sayılır. Fakat bu zevâtm görüşleri, köpeğin ağzını soktuğu kabın yedi defa yıkanmasını emreden hadîse muarızdır. Hadîs-i şerîf hayırlı işlere teşvik, sevabı eksiltecek işlerden sakınmayı tenbîh etmektedir.

 

11- Hicamet Ücretinin Helal Oluşu Babı

 

62- (1577) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Alî b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail yâni İbni Ca'fer, Humeyd'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes b. Mâlik'e hac camın kazancı soruldu da şunları söyledi:

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seîlem) kan aldırdı. Ondan Ebû Taybe kan aldı. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m) ona iki Ölçek zahire veril­mesini emir buyurdu. Sahipleri ile de konuştu; onlar da haracının bir kısmını indirdiler. Ve Resû\ül\aıh(SallaHahii Aleyhi ve Sellem):

«(Kan hareketinden dolayı) Kendisiyle en iyi tedavi gördüğünüz şey hacâmettir; yahut : Hacâmet sizin en İyi rlâçlarınızdandır.» buyurdular.

 

63- (...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân yâni Fezârî, Hıuneyd'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'e Hac-câmın kazancı soruldu... ve yukarıki hadîsin mislini nakletmiş. Yalnız o: «Kendisiyle en iyi tedavi gördüğünüz şey hacâmet ve hind buhurudur. Hem çocuklarınıza (boğazlarını) sıkmak suretiyle işkence etmeyin!» şek­linde söylemiştir.

 

64- (...) Bize Ahmed b. Ha sen b. Hırâş rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humeyd'den rivayet etti. Humeyd şöyle demiş:

Enes'i şunu söylerken işittim :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) faizim haccâm bir (âzâdlı) kö­lemizi çağırdı da kan aldırdı; ve kendisine bir ölçek yahut bir veya iki müdd [9] (zahire) verilmesini emir buyurdu. Hem onun hakkında ko­nuştu. Bu sebeple kölenin vergisi hafifletildi.

 

65- (1202) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. H.

Bize tshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mahzûmî haber verdi. Her iki râvi Vüheyb'den rivayet etmişlerdir. (Vüheyb demiş ki:) Bize Tâvûs, babasından, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kan aldırmış; haccâma da ücretini ver­miş ve burnuna ilâç çekmiştir.

 

66- (...) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Abd'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Âsım'dan, o da Şa'bî'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den Benî Beyaza kabilesinin (âzâdlı) bir kölesi kan aldı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ücretini verdi. Efendisi ile de konuştu. Bunun üzerine efendisi onun ver­gisini hafifletti. Eğer (haccâm ücreti) haram olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ücret vermezdi.»

Bu hadîsleri Buhâri «Büyü'», «İcâre» ve «Tıbb» bahislerinde tahrîc etmiştir. Bu bâbda Tahâvî ile Ebû Ya'lâ, Hz. Câbir'den,   Tahâvî,   Hz.   Ali 'den hadîsler rivayet etmişlerdir.

Hıcâmet: Kan aldırmak demektir. Hıcâmet ücreti hakkında ulemâ­nın ihtilaf1 ettiklerini «Kâhinin ücreti...» babında görmüştük. Bu hadîsler kan aldırmanın mubah ve en iyi tedâvî çarelerinden biri olduğunu bil­dirmektedir. Gerçi Tahâvî 'nin Müzenî'den rivayet ettiği bir hadîste:

«Muhaysa, Peygamber (SallallahüAleyhi'veSellem)'e kan alıcının ka­zancının helâl olup olmadığını sordu da, ondan yemesini yasak etti. Son­ra tekrar sordu; yine yasak etti. Sonra tekrar sordu; yine yasak etti. Sa'd müracaatında devam edince nihayet: Onu su taşıdığın deveye alaf pa­rası yap yahut kölelerine yedir.» buyurdular, deniliyor

Bu hadîs yek nazarda hıcâmet ücreti helâl değilmiş zannım veriyor­sa da Tahâvî 'nin beyanına göre hakikatte onun helâl olduğuna de-lîldir. Çünkü bir kimsenin kendine helâl olmayan bir şeyi kölesine ve hayvanına yedirmesi de helâl değildir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) köleler hakkında:

«Onlara kendi yediğinizden yedirin!» buyurmuştur. Hz. Muhay-yısa 'ya hıcâmet parasını hayvan ve kölelerine sarfetmesini mubah kı­lınca bu husustaki yasağı neshettiği anlaşılmış; bu suretle hıcâmetten kazanılan paranın hem kendine hem de başkalarına helâl olduğu sübut bulmuştur. Tahâvî: «İmam   Âzam'la   İmam Ebû Yû­suf   ve   Muhammed'in kavilleri de budur.» diyor.

Resûlüllah(Saltallahü Aleyhi veSetlem) 'den. kan alan zât Benî Beyaza kabilesinden Muhaysa b. Mes'ûd'un âzâdlı kölesi Ebû Taybe'dir. İsmi ekser-i ulemâya göre Nâfidir. Dînâr ve Meysere olduğunu söyleyenler de vardır. 143 sene yaşadığı rivayet edilir. Hadîste cemi' sîgasiyle : «Sahipleriyle de konuştu...» denilmesi ya birkaç kişinin müşterek malı olmasından yahut mecâzendir. Nitekim: «Bu adamı filân oğullan vurdurdular.» denir; halbuki vuran içlerinden bir kişidir. Peygamber (Sallalİohü A leyhi ve Sellem) 'den Benî Beyâza âzâdhsı Ebû Hind Sinan veya Sâ1im'in de kan al­dığı rivayet olunur.

Harâc: Köle sahibinin kölesini her gün ödemeye mecbur tuttuğu ver­gidir. Buna muhârece de derler. Köleyi başkalarına ücretle çalışmak ve her gün yahut her hafta kazancının muayyen bir miktarını sahibine ver­mek, geri kalanı kendinin olmak şartiyle serbest bırakmaktır. Darîbe ve ecr dahî harâc mânâlarına gelir.

«Hem çocuklarınıza (boğazlarını) sıkmak suretiyle işkence etmeyin!»

cümlesinden murâd : Boğazları ağıran çocukları, gırtlaklarını sıkmakla değil, Hind buhuru denilen nebatla tedâvî edin, demektir. Bu tedâ-vînin şekli: Hastayı sırt üstü yatırarak burnuna ilâcı akıtmaktır. Hasta­lık aksırıkla çıkar.

Aynî 'nin beyanına göre burada hıtâb, Hicaz1ı1ar'la sair sıcak memleket in sanlarına dır. Çünkü o yerlerde yaşayanların kanlan sıvı olduğundan vücuttan çıkan harareti emmek için bedenin dışına mey-ledermiş. Aynî şöyle diyor : «Bundan da hitabın ihtiyarlara değil, gençlere olduğu mânâsı çıkar. Zîra ihtiyarların bedenlerinde hararet az­dır. Taberî, İbni Şîrîn'in: Bir adam kırk yaşına vardı mı artık kan aldırmaz; dediğim sahîh senetle rivayet etmiştir. Bâzıları bu sözü ihtiyacı olmayanlara hamletmiş, bir takımları da doktorların bunun aksini iddia ettiklerini söylemişlerdir.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kan aldırmak ve bunun için ücret vermek caizdir. Bu bâbtaki nehî bazılarına, göre mensûhtur. Bir takımları nehyin kerâhet-i tenzîhiy-ye ifâde ettiğini söylemişlerdir.

2- Kölenin günlük veya aylık olmak üzere muayyen bir vergi karşılığmda serbest çalışmasına müsaade etmek ve bu vergiyi icâbında ha­fifletmek caizdir.

3- San'at sahibi bir köleye sahibinin izni olmaksızın icrây-i san'at ettirilebilir.

 

12- Şarap Satmanın Haram Kılınması Babı

 

67- (1578) Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Abdülâlâ b. Abdilâlâ Ebû Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd el-Cüreyrî,' Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ben Kesû\ü\\ah fSaîlallahü Aleyhi ve Sellem) "i Me-dîne'de hutbe okurken dinledim:

«Ey cemâati Allah şaraba ta'rîzde bulunuyor; galiba onun hakkında bir emir indirecek. Binâenaleyh kimde ondan bir şey varsa hemen satsın da faydalansın!» buyurdu. Az zaman sonra Peygamber (Salîaüahü Aleyhi ve Sellem) r

«Gerçekten Allah Teâlâ şarabı haram kılmıştır, tmd! kimin elinde on­dan bir şey bulunduğu halde bu âyet kendisine ulaşırsa, artık ne içsin, ne de satsın!» buyurdular. Bunun üzerine yanlarında şarap bulunan bazı kimseler (bu emri) Medine yolunda telekkî ettiler ve onu derhal dök­tüler.

 

68- (1579) Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Zeyd b. Eslem'den, o da Mısırlı bir zât olan Abdurrahmân b. Va'le'den naklen rivayet etti ki, kendisi Abdullah b. Abbas'a gelmiş. H.

Bize Ebu't-Tâhir de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mâlik b. Enes ve başkası Zeyd b. Eslem'den, o da Mısırlı Abdurrahmân b. Va'lete's-Sebeî'den naklen ha­ber verdi. Kendisi Abdullah b. Abbas'a üzümden sıkılan (şarab) in hük­münü sormuş da İbni Abbâs şunu söylemiş :

Bir adam HesülüUah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'e; bîr tulum şarap he-diyye etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bilir misin ki, Allah bunu haram kılmıştır?» buyurdu. Adam:

  Hayır,, cevâbını verdi ve hemen birine birşeyler fısıldadı. Resûlüllah  (SaUallahü A leyhi ve Sellem):

«Ona ne fısıldadın?» diye sordu. Adam:

  Şarabı satmasını emrettim; dedi.

«Onun içilmesini haram kılan (Allah), satılmasını da haram kılmıştır.» buyurdular. Bunun üzerine adam tulumu açarak içindeki (akıp) gitti.

 

(...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.  (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'd en, o da Ab Tahman b. Va'Ie'den,   o da Abdullah b. Abbâs'dan,   o da ResûlüHah üallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

69- (1580) Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti­ler, Züheyr (Bize rivayet etti) tâbirini kullandı. İshâk: Bize Cerîr, Man-sûr'dan, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen ha­ber verdi, dedi. Âişe şunu söylemiş:

«Bakara sûresinin sonundaki âyetler inince ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) çıkıp onları halka okudu. Sonra şarap ticâretini yasak etti.»

 

70- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. İshâk (Bize haber ver­di) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'­den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti, dediler. Âişe şöyle demiş:

Bakara sûresinin sonunda ribâ hakkındaki âyetler indirilince Re-sûlüllah (Saîlallahü A leyhi ve Setlem) mescide çıkarak şarap ticâretini haram kıldı.»

Bu hadîsin Hz. Âişe rivayetini Buhâri «Salât», «Büyü*» ve «Tefsir» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Büyû'»da; Nesâî «Bü­yü'» ve «Tefsir» bahislerinde; İbni Mâce «Eş'ribe»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

«Kİmin elinde ondan bir şey bulunduğu halde bu âyet kendisine ulaşırsa...» ifâdesindeki âyetten murâd :  Mâide süresindeki:

«Ey îmân edenler! Şarap, kumar, putlar ve fal okları ancak ve ancak şeytan işi pis şeylerdir...» [10] âyet-i kerîmesidir. İçki bu âyetle haram kilınmıştır. Hz. Âişe (Radiyaüahû anha)mn işaret ettiği Bakare âyeti faiz hakkındadır. Bu âyet-i kerîme'de :

«Faİz yiyenler kabirlerinden ancak şeytanın çarptığı bir kimsenin kalk­tığı gibi kalkacaklardır. Buna sebep onların : Alış-veriş ancak faiz gibidir, demeleridir.   Halbuki Allah altş-verişi   helâl,   faizi   haram   kılmıştır.» [11] buyurulmaktadır.

İçki âyeti faiz âyetinden hayli zaman önce inmiştir. Faiz âyeti ya en son inen âyettir; yahut son âyetlerden biridir. Şu halde içkinin ticâ­reti ya şarab haram edildikten bir müddet sonra yasak edilmiştir; yahut içilmesi ve ticâreti aynı zamanda haram kılınmış; bilâhare İ'âiz âyeti inin­ce içki ticâretinin yasak edildiği te'kîd ve mübâlega ile duyurulmuş ol­mak için tekrar haber verilmiştir. O mecliste içki ticâretinin yasak edil­diğini bilmeyen kimseler bulunması sebebiyle tekrarlanmış olması da muhtemeldir. Nevevî : «Zahire bakılırsa bu mesele şarabın haram edilmesinden az bir müddet sonra henüz içki yasağı şöhret bulmadan ol­muştur.» diyor.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şeriat .gelmezden önce eşya hakkında bir teklif yoktur. Bu me­sele usûlü fıkıh uleması arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre eşyanın ha­ram olması esastır; şeriat neyi mubah kılarsa o mubah olur. Bir takım­ları bunun tamamiyle zıddına yâni eşyanın esâs itibariyle mubah oldu­ğuna; bir kısım ulemâ da bu hususta bir şey diyemeyip tevakkufa kail olmuşlardır. Nevevî :  «Esah kavle göre şeriat gelmezden önce bir teklif ve hüküm yoktur; çünkü Teâlâ Hazretleri : Biz resul gönderme­dikçe azâb etmeyiz; buyurmuştur.» diyor.

2- Hadîs-i şerîf müslümanlara dîn ve dünyaları hususunda nasî-hata işaret etmektedir. Zîra Peygamber (Sallaîtahü Aleyhi ve Setlem) şarabın satışı helâl olduğu müddette ondan faydalanmaya bakmaları hususunda nasihatte bulunmuştur.

3- Şarâbı içmek ve satmak bütün ulemanın ittifakiyle haramdır.

4- İmam  Şafiî, Ahmed b. Hanbel,  Sevrî   ve esah kavline göre   İmam   Mâlik   şaraptan sirke yapmanın haram

iığunu söylemişlerdir. Çünkü şarabın haram edildiğini yolda Öğrenen ashâb yanlarındaki şarâbı derhâl dökmüşlerdi. Eğer sirke yapmak caiz olsaydı Peygamcer (üallallafıu Aleyhi ve Selleni) onu da beyân eder; zayi' et­memelerini tenbîhde bulunurdu.

Evzâî, Leys, İmam Âzam ve bir rivayette îmam Mâlik şaraptan sirke yapmaya cevaz vermişlerdir. Kendiliğinden sir­ke olan şarap bilittifak temiz ve kullanılması mubahtır. Bu hususta yal­nız Mâ1ikî1er'den Sühnun muhalefet etmiş ve bunun da haram olduğunu söylemiştir.

5- Haram olduğunu bilmeyerek bîr ma'sıyet işleyen kimseye dün­yevî ve uhrevî ceza yoktur,

6- Bir kimsenin bâzı sırlarını sormak caizdir. Sorulan şahıs, giz­lenmesi îcâb eden cihetleri gizler; diğerlerini söyler.

7- Cumhura göre şarap kapları kırılmaz; tulumları yarılmaz; yal­nız içlerindeki şarap dökülür.  İmam Mâlik 'den bu hususta iki kavil rivayet olunmuştur. Bunların biri cumhurun kavli gibidir; ikinci kavline göre şarap kapları kırılır; tulumları da delinir. Fakat Nevevî bu ikinci kavlin zaif ve asılsız olduğunu söylemiştir.

 

13- Şarap, Laşe, Domuz ve Putları Satmanın Haram Kılınması Babı

 

71- (1581) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Atâ' b. Ebî Rabâh'dan, o da Câbir b. Ab-dillâh'dan naklen rivayet etti ki, Câbir fetih yılında Resûlüllah (Sallallahu 4 leyhi ve Sellem) 'i Mekke'de :

«Gerçekten Allah ve Resulü, şarap, İaşe, domuz ve putların satılma­sını haram kılmıştır.» buyururken işitmiş. Bunun üzerine: Yâ Resulâltah, ölü hayvan yağlarına ne buyurursun? Bunlarla gemiler boyanır;  deriler

yağlanır;   halk   onlardan   kandil   yapar!   demişler.   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayır, o haramdır.»  cevâbını vermiş ve o esnada :

«Allah  yahudîlerin  belâsını  versin!  Allah  (Azze ve Celi)    onlara  ölü hayvan  yağlarını  haram  edince  yağı  erittiler; sonra  saftılar da  parasını yediler.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şey be ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Abdülhamîd b. Ca'fer'den, o da Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Ata'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir: Ben fetih yılında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Sellem) 'den işittim, de­miş. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk yâni Ebû Âsim, Abdülhamîd'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Yezîd b. Ebî Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ata', Câbir b. Abdillâh'ı şun­ları söylerken işittiğini yazdı: «Ben fetih yılında Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem fi Leys hadîsinin mislini îrâd buyururken dinledim.»

Bu hadîsi  Buhârî   «Kitâbü'1-Büyû'», «Kitâbü'l-Megâzî» ve «Kitâbü't-Tefsîr»de; Ebû Dâvûd; Tirmiz î ve Nesaî «Bü-yû'»da; İbni M'âce «Ticârât-da muhtelif râvilerden tahrîc etmiş­lerdir. Hadîsin metninden de anlaşıldığı vecihle hadîs-i şerif hicretin se­kizinci yılı ramazanında Mekke 'nin fethi esnasında şerefsadır ol­muştur.

Ulemâdan bazılarına göre hadîste beyân buyurulan şeyler ihtimâl daha evvel haram kılınmış; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zama­na kadar duymamış olanların işitmesi için burada onları tekrarlamıştır.

Sahîhaynm esas nüshalarınde ve Nesaî île İbni Mâce'nin «Sünen»lerinde fi'li müfred olarak kullanılmıştır. Ebû Davûd'un «Sünen»inde -fi'li kullanılmış, fakat denilmemiştir. Bâzı kitaplarda ise fiil tesniye sîgasiyle kullanılarak  denilmiştir. Kıyas olan da budur. Nitekim İbni Merdeveyh de tefsirinde bu şekilde rivayet etmiş; birçok sahîh rivayet­lerde fiil tesniye sîgasiyle kullanılmıştır.

Birinci rivayetin vechi şudur: Allah Teâlâ'nın emri Resulü zîşân'ı-nın da emri demektir; çünkü o ancak Allah'ın emrettiği şeyi emreder; binâenaleyh emir birmiş gibidir; bu sebeple fiil müfred kullanılmıştır.

«O haramdır.» cümlesindeki zamir, bazılarına göre satışa râcidir. Bu takdirde mânâ : «Ölü hayvan yağlarının satışı haramdır.» demek olur. İmam Şafiî 'nin kavli budur. Bir takım ulema buradaki zamiri in-tifâa irca' etmişlerdir. Onlara göre cümlenin mânâsı: *Ölü hayvan yağ­larından faydalanmak haramdır.» demektir. Bu zevat ölü hayvandan laydalanmayı esas itibariyle caiz görmezler; meğer ki caiz olduğuna de-lîl buluna. Nitekim tabaklanan derinin temiz olacağı hakkında delil ha­dîs vardır.

Bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e üç şey sorulmuş­tur:

1) Ölü hayvan yağları ile gemilerin yağlanması,

2) Derilerin yağlanması ve

3) Bunların kandillerde yakılması.

Ashâb-ı kiramın «Bu yağlar satılabilir mi?» diye sormaları bunun caiz olduğunu zannettikleri içindir; çünkü böyle bir satışta birçok fay­dalar vardır. Nasıl ki ehlî eşeklerin etleri yenmese bile satılması birçok menfaatlerden dolayı mubah kılınmıştır. Fakat Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se//em,ıkendilerine cevap vererek meselenin zannettikleri gibi olmadığını haber vermiş; Ölü hayvan yağlarının satışının da, parasının da haram olduğunu bildirmiştir; çünkü bu yağlar kanla şarap gibi satışı ve satış bedeli haram olan necis şeylerdendir.

Mezkûr yağları kandillerde, gemi ve deri yağlamalarında kullanmak satıp da paralarını yemek kabilinden değildir; zira yağ olarak sürülen bir şey, pislik bulaşan eşya gibi su ile yıkanıp temizlenebilir. Atâ'b. Ebî Rebâh ile ulemâdan bîr cemaatin kavilleri budur. Sahâbe-i kiramdan Ali, İbni Abbâs ve İbni Ömer (Radiyailahû cmhûm) hazerâtınm kavillerine göre içine fare düşen yağı kandilde yak­mak caizdir. Nevevi diyor ki: «Yememek ve bedende kullanma­mak şartiyle bu yağlardan kandil, pis zeytin yağından sabun yapmak, pis baldan arılara yedirmek, murdar Ölen hayvanı köpeklere yedirmek gibi  meseleler  ihtilaflıdır.  Bizim  mezhebe  göre  bunların  hepsi  caizdir.

Kaadî Iyâz bu Kavli Mâlik, Şafiî, Sevrî, Efaû Hanîfe   ve arkadaşlarından da nakletmiş tir.»

Ölü hayvan ile putları satmanın caiz olmadığına icmâ-ı ümmet var­dır; çünkü bunlardan istifade edilmez; binâenaleyh mukabillerinde para vermek malı israf olur; bunu şeriat yasak etmiştir. Bu ta'lüe bakarak Şâfiîler'le Hanefîler 'den bâzıları putlar kırılır da istifâde edilir hale getirilirse parçalarını satmak caizdir demişlerdir.

İbni Münzir: «Madem ki, ulemâ ölü hayvanı satmanın ha­ram olduğuna ittifak etmişlerdir, o halde dâr-ı harbden bir kâfirin leşi de aynı hükümdedir.» diyor. Filhakika ulemâ bu hadîsle istidlal ederek insan ölüsünün mutlak surette satılamayacağına kail olmuşlardır. Müs-iümanın cenazesi şeref ve faziletinden dolayı satılamaz; hatta saçından, derisinden ve hiç bir uzvundan faydalanmak caiz değildir.

Kâfire gelince: Hendek harbinde Nevfel b. Abdi1lâh b, Muğîre müslümanlar tarafından öldürülüp elde edilince müşrikler onu satın almak istemiş, fakat Resulü Ekrem (Sallaliahü Aleyhi ve Setlem) :

«Bizim onun cesedine ve cesedinin kıymetine ihtiyacımız yoktur.» buyurarak bu satışı reddetmiş; cesedi karşılıksız müşriklere terk etmiş­tir. Hatta siyer ulemasından İbni Hişâm'ın beyanına göre müş­rikler Nevfel'in cesedine mukabil Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'e on bin dirhem vermek istemişlerdi.

Bazıları bu hadîsle insan Ölüsünün pis olduğuna istidlal etmişlerdir. Ancak müslümamn ne dirisinin, ne de ölüsünün pis olamayacağını bildi­ren sahîh bir hadîs babımız hadîsinin umumunu tahsis etmiştir. Mezkûr hadîsi Hâkim «El-Müstedrek»inde İbni Abbâs {Radiyallahû anhj'dan rivayet etmiştir. Bu hadîs hakkında Hâkim: «Buhâri ve Müs1im'in şartları üzere sahihtir; yalnız onlar bunu tahrîc et­memişlerdir.»  demektedir.

Kurtubî , insan ve hayvan pislikleri gibi faydalı necasetlerin satılıp satılamayacağı hususunda ihtilâf edildiğini, Şafiî *ye göre caiz olmadığını söylemiş : «Bunu İmam Mâlik ile Kûfeliler ve Taberî caiz görmüşlerdir.» demiştir. Bir takım ulemâ bu mese­leyi müşteriye caiz, satıcıya memnu' görmüş, müşteri buna mecbur oldu­ğu için satıcıdan daha ma'zur sayıldığım söylemişlerdir. Bu kavil bâzı Şâfiî1er'den rivayet olunmuştur.

Babımız hadîsi Ölü hayvanın et, kıl, tırnak, diş ve deri gibi cüzleri­nin de necis olduğunu söyleyenlerin delilidir. İmam Şafiî ile İmam   Ahmed'in kavilleri budur.

İmam Âzam ile İmam Mâlik 'e göre kıl, tırnak, boy­nuz ve kemik gibi içine hayât girmeyen âzâ ölümle pis olmaz, Peygamber (SallaHafüİ Aleyhi ve Sellem) in fildişinden bir tarağı vardı. Fil, eti yenilme­yen bir hayvandır; binâenaleyh bu da gösterir ki, diş ve kemik gibi şey­ler temizdir.

Dârekutnî'nin Hz. İbni Abbâs 'tan rivayet ettiği bir hadîste :

«Peygamber (Salla'Jahü Aleyhi ve Sellem) ölü hayvanın yalnız etini ha­ram kıldı; deri, kıl ve yünde ise beis yoktur.» denildiği gibi, yine Dârekutnî'nin Hz. Ümmü Seleme (Radiyallahü anha) 'dan riva­yet ettiği bir hadîste de Ümmü Seleme (Radiyallahü anha): «Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem 'i:

«Tabaklanmak şartiyle ölü hayvan;n derisinde; su ile yıkanmak şartı ile yün, kıl ve boynuzlarında bir beis yoktur» buyururken işittim.» de­mektedir.

«Esnam* sanemin cem'idir. Cevheri 'nin beyanına göre sanem ile vesen aynı mânâya gelirler; put demektirler. Diğer lügat uleması bu iki kelime arasında mânâ itibariyle fark görmüş : «Vesen : Cüssesi olan puttur; sanem ise sadece resmedilendir.» demişlerdir. Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir. Bazan vesen : Haç mânâsına dahî kullanılır.

«Meyte» şer'î usûle riâyetle kesilmeyip eceliyle ölen hayvandır. Ece­liyle ölen hayvan bilicmâ' yenmez. Bundan yalnız balık ile çekirge is­tisna edilmiştir.

 

72- (1582) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İs-hak b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Amr'dan, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abfcâs'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ömer Semura'nın şarap sattığını duydu da şu­nu söyledi: Allah Semura'nın belâsını versin! Bilmedi mi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah yahudîlere lanet etsin, kendilerine İç yağlar; hatam kılındı da onları  eriterek sattılar.»  buyurmuştur.

 

(...) Bize Ümeyye b. Bistam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Biae Ravn yâni İbni Kasım, Amr b. Di-nâr'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet eyledi.

 

73- (1583) Bize İshak b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc riva­yet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Şihâb, Saîd b. el-Müseyyeb'den naklen haber verdi. Saîd de ona Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayette bulunmuş ki:

«Allah yahudîlerin belâsını versin! Allah kendilerine İç yağlarını ha­ram kıldı; onlarsa bu yağları satıp paralarını yediler.»  buyurmuşlar.

 

74- (...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hürey-re şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah yahudîlerin belâsını versin! Kendilerine iç yağı haram kılındı da onu satıp parasını yediler.» buyurdu.

İbni Abbâs (Radtyallahü anh) hadîsini Buharı «Büyü1» ve «Benî İsrail» bahislerinde; Nesaî «Zebâyıh» ve «Tefsîr»de; İbni Mâce «Eşribe»de muhtelif râvilerden tahrîc ettikleri gibi, Ebû Hüreyre hadîsini de Buhâri «Kitabü'I-Büyû»da aynı isnadla tahrîc etmiştir.

İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hadîsinde bahsi geçen Semûra , ashâb-ı kiramdan Semûra b. Cündüb 'tür. Şarabın ha­ram kılındığı her tarafta şuyû' bulduğu halde Hz. Semûra gibi bir sahâbî-i celîlin onu nasıl satabildiği meselesi üzerinde durulmuş; netice­de şaraptan sirke yapmak suretiyle onun ismini değiştirdiği kanaatine varılmıştır; nitekim ölü hayvanın iç yağı haram kılınınca yahudîler bu yağı eriterek satmışlar; ve bir nevi' te'vîlde bulunmuşlardı. Kurtubî ve diğer bazı ulemâ Hz. Semûra'nın şarap satmasının üç vecihle îzâh ve tefsir edildiğini söylerler,

1- Bir kavle göre Semûra (Radiyallahü anh) bu şarabı ehl-i kitaptan cizye denilen vergi bedeli olarak almış; bunu caiz zannederek yine ehl-i kitaba satmıştır.

2- İkinci kavle göre üzüm şırasını, şarap yapacakları belli kimse­lere satmıştır. Netice itibariyle şarap olacağı için şıraya şarap denilmiş­tir. Nitekim bu itibarla üzüme de şarap denilebilir  Hattâbî :  «Şa­rabın haram kılındığı şüyu' bulduktan sonra  Semûra'nın aynen şa­rap sattığı zannedilemez; o ancak şırayı satmıştır.» diyor.

3- Şaraptan sirke yaparak sirkeyi satmıştır.

İsmâî1i (277-371) : «El-Medhal» namındaki kitabında bu husus­ta şu mütâleayı yürütmektedir : Caiz ki, Semûra (Radiyallahü anh) şarabm haram kılındığını biliyor, fakat onun satışının da haram olduğu­nu bilmiyordu. Eğer hal böyle olmasa idi Hz. Ömer onun bu yaptı­ğını ikrar ve kabul etmez; bilâkis bilerek yaptığı için onu valilikten azle­derdi

ölü hayvanın iç yağının haram kılınmasından murâd yenmesidir. Yenmesi haram kılınınca yahudiler ondan eritip satmak suretiyle istifa­deye başlamışlar. «Ecmele» ve keza «cemele» fiilleri eritti mânâsına kul­lanılırlar.

Hüküm itibariyle bu rivayetler de yukarıki Câbir (Radiyallahü anh) rivayeti gibidirler. Hz. Ömer (Radiyallahü anh) rivayeti muayyen bir âsîye lanet edilebileceğine delâlet ediyor. Mâmâfîh Ömer (Radiyallahü anh)ın bu sözü şiddet ve tağlîz için söylemiş olması da bir ihtimaldir. Çünkü Araplar lanet sözünü hakikî mânâda değil, mecazen bir şeyden menetmek mânâsında kullanırlar.

Harama vesile olan hileyi iptal etmek, birbirine benzeyen şeylerde kıyasa müracaatta bulunmak dahî babımız hadîslerinden çıkarılan hü­kümlerdendir.

 

14- Riba Babı

 

Ribâ şiddetle yasak edilen fâsid alış-verişlerdendir. Lügatte mânâ­sı : Ziyâde demektir. Teâlâ Hazretleri:

«Onun üzerine suyu indirdiğimiz vakit hareket eder de kabarır.»'[12]

buyurmuştur ki, hareket edip kabarmak yerin üzerine ziyadedir.

Istüâhda ribâ: Bir cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılık­sız ziyadedir. Buna lisanımızda faiz denilir. Ribâ «Ribe'n-nesîe» ve «Ribe'l-fadl» olmak üzere iki kısımdır. Şâfii1er'ce «Ribe'1-yed» denilen üçüncü bir kısmı daha vardır.

1- Ribe'n-nesîe : Ziyadesi bir müddetten ibaret olan ribâdır. Kışın bir ölçek buğday vererek yaza onun karşılığında bir buçuk ölçek buğ­day almak gibi. Buradaki yarım ölçeğin karşılığında bir mal yoktur; bu yalnız beklediği müddetin karşılığıdır. Onun içindir ki bu ribâya te'hîr mânâsına «Ribe'n-nesîe» denilmiştir.

Hükmü : Bİlittifak haramdır ve büyük günahlardandır.

2- Ribe'1-fadl:   Karşılığında   hiç  bir şey  bulunmayan   ziyadedir. Bunda müddet filân yoktur. Bir ölçek buğday vererek bir buçuk ölçek buğday almak gibi. Oniki mıskal ağırlığında işlenmemiş altını vererek on mıskal işlenmiş bir altın almak dahî böyledir.

Hükmü: Bu da dört mezhebe göre haramdır. Sahabeden bazılarının bunu tecviz ettiği hattâ İbni Abbâs (Radiyaîlahü onftj'nın da bunlar arasında bulunduğu rivayet edilmişse de sonraları bu fikirden vaz geçmiştir.

3- Ribe'1-yed: Bir cinsten iki şeyi teslim ve tesellümsüz satmaktır. Faizcilik insanlığın iktisadî bünyesini kemiren bir kurttur. Bundan

dolayıdır ki, dînimizde şüpheli şeylerden sakınmak mendup olduğu hal­de faiz şüphesinden sakınmak vaciptir.

Faizi, faizciyi ve ona yardımda bulunanı zemmeden birçok hadîsler vardır; nitekim bazıları burada görülecektir.

 

75- (1584) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'-den dinlediğim, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ye Sellem):

«Mİsli misline olmadıkça altını altınla satmayın! Birini diğerinden zî-yade yapmayın! Misli misline olmadıkça gümüşü de gümüşle satmayın! Birini diğerinden ziyade yapmayın! Bunlardan halen mevcut olmayanı mevcut olanla satmayın!» buyurmuşlar.

 

76- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bİze Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâ-fi'den naklen haber verdi ki, İbni Ömer'e Benî Leys (kabilesin) den bir zât Ebû Saîd-i Hudrî'nin bunu Kuteybe'nin rivayetinden naklederdiğini söylemiş. Bunun üzerine Abdullah (İbni Ömer) beraberinde Nâfi' olduğu hâlde (Ebû Saîd'e) gitmiş. İbni Rumh hadîsinde (şöyle denilmektedir) : Nâfi' dedi ki: Bunun. üzerine Abdullah, yanında ben ve Leysî olduğu­muz halde Ebû Saîdi Hudrî'ye giderek yanına girdi; ve :

  Bana şu zâtın   haber verdiğine göre sen Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi veSellem)"m, misli misline olmadıkça  gümüşü  gümüşle  ve  misli misline olmadıkça altını altınla satmaktan nehî buyurduğunu haber ve­ri yormuşsun! dedi.

Ebû Saîd, iki parmağı ile gözlerine ve kulaklarına işaret ederek :

  Şu iki gözüm görmüş ve kulaklarım Resûlüüah  (Salkıllahii Aleyh; ve bcilcm) 'i:

«Altını altınla satmayın; gümüşü de gümüşle satmayın! Ancak misli misline  olursa  o  başka!  Birini  diğerinden  ziyâde yapmayın! Bunlardan mevcut olmayanı  mevcut   olanla satmayın!  Ancak peşin   olarak satın!» buyururken işitmiştir; dedi.

 

(...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : JBize Cerîr yâni İbni Hâzim rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize AbdiÜvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'den dinledim. H.

Bize yine Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiy, İbni Avn'dan naklen rivayet eyledi. Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, Leys'in Nâfi'den, onun da Ebû Saîd~i Hudrî'den, onun da Pey­gamber (Saltattahü A leyhi ve SellemYden naklen rivayet ettiği hadîs gibi ri­vayette bulundular.

 

77- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkûb yâni İbni Abdirrahmân El Kaarî, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki,    Resûlüllah (Saünllahü Aleyhi ve Sellem):

«Altını altınla, gümüşü gümüşle satmayın! Ancak tartısı tartısına, misli misline, birbirlerine tamamen müsâvî olurlarsa o başka!»  buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî, Tirmizî ve Nesaî dahî «Büyü1» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

ziyâde etmeyin demektir. Bu fiil zıd manâlı kelimelerden olup, yerine göre «noksan» mânâsına da kullanılır.

«Mevcut olmayanı mevcut olanla satmayın!» cümlesinden murâd: sa­tış meclisinde her iki tarafın kabzı yâni teslim ve tesellümüdür.

Nevevî diyor ki: «Altını altınla yahut gümüşle veresiye sat­manın ve keza buğdayı buğdayla veya arpa ile veresiye satmanın haram kılındığı hususunda ulemânın ittifakı vardır. Ribâ illetinde müşterek olan her şey arasında hüküm böyledir...»

Bu hadîsi şerîf ribânın haram olduğuna delildir. İslâm ulemâsı ribâ-nın haram olduğuna ittifak etmişlerdir; yalnız bâzı teferruatta ihtilâfları

vardır. Teâlâ Hazretleri:

«Halbuki Allah alış-verişi helâl, ribâyı haram kılmıştır.» buyurmuş­tur. Ribâ hakkındaki hadîsler meşhurdur. Bu hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altı şeyde yâni altın, gümüş, buğday, arpa, hur­ma ve tuzda ribânın haram olduğunu nassan beyân buyurmuştur. Kıyası delîl olarak kabul etmeyen Zâhirî1er'e göre bu altı şeyden baş­kasında ribâ yoktur. Şâir ulemâ ise ribânın yalnız bu altı şeye münha­sır olmayıp, illette müşterek bulunan ve bu suretle aynı mânâyı taşıyan şeylere de şâmil olduğunu söylemişlerdir.

Hadîste beyan buyurulan altı şeyde ribânın haram kılınmasına sebep olan illetin ne olduğunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam Âzam'a göre altınla gümüşte illet vezn (tartı), diğer dört şeyde keyl yâni ölçü­dür. Binâenaleyh hüküm bakır ve demir gibi tartılan her şeye ve kireç, darı gibi ölçekle satılan şeylere şâmildir.

îmam Şâ'riî : «Altınla gümüşte illet bunların semen cinsi ol­malarıdır.» der. Şu halde bunlardan ribâ sair mevzûnâta geçemez; çün­kü illette müşareket yoktur. Geriye kalan dört şeyde ise illet bunların mat'.ûm yâni yiyecek olmalarıdır. Binâenaleyh illet bunlardan diğer bü­tün mat'ûmâta geçer.

îmam Mâlik altınla gümüş meselesinde İmam Şafiî ile beraberdir. Diğer dört şeyde ona illet yemek için iddihâr edilmeleri­dir. Şu halde kuru üzüm de ribâ hususunda hurma gibidir. Fasulye ve mercimek gibi hububat buğday ve arpa mânâsında oldukları için ribâ hükmü onlara da geçer.

tmam Ahmed, Saîd b. El-Müseyyeb ve eski kavlinde tmam Şafiî altınla gümüşten maada dört şeyde illetin mat'um mevzun yahut mat'um mekîl olduğuna kaildirler. Şu halde on­lara göre ayva ve karpuz gibi şeylerde ribâ yoktur; zîra bunlar ölçek ve tartı İle satılmazlar.

Ribâya dahil olan şeylerden illette müşterek olmayanları birbirle­riyle veresiye ve fazlalıkla satmak bütün ulemaya göre caizdir. Meselâ, altınla buğday satılabilir. Fakat ribâya giren şeylerin biri veresiye ol­mak şartiyle yahut biri diğerinden fazla olmak üzere satış caiz değildir.

İmam Ahmed ile İshak'ave diğer bâzı ulemâya göre altınla pazarlık edilen bir malı gümüşle yahut, gümüşle pazarlık edileni altınla satın almak caizdir. Ashab-ı kiramdan bazıları ve diğer bir takım ulema bunu kerîh görmüşlerdir.

 

78- (1585) Bize Ebu't-Tâhir ile Hârûn b. Saîd El-Eyİî ve Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahram e, babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Süleyman b. Yesâr'i kendisinin Mâlik b. Ebî Âmir'*, Osman b, AffânMan naklen Resûlüllah (SaUaUahii Aleyhi ve Seîtem):

«Bir dînârı iki dîn ara, bir dirhemi dahî iki dirheme satmayın!» buyur­duğunu dinlediğini rivayet ederken işittim.

Dinar altın para, dirhem de gümüş paradır, Hadîs-i şerif hüküm i'ti-bâriyle yukarıki rivayetler gibidir.

 

15- Sarf Babı ve Altının Nakden Gümüşle Satışı Babı

 

79- (1586) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rurah dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize JLeys, İbni Şihâb'dan, o da Mâlik b. Ev s b. el-Hadesân'dan naklen haber verdi ki, şunu söylemiş: Ben «Altınla dirhem bozduracak var mı? dîye (ses-lene) rek geldim. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb'ın yanında bulunan Talha b. Ubeydillâh: Göster bize altınını! Sonra hizmetçimiz geldiği vakit bize gel de sana gümüşünü verelim! dedi. Bunun üzerine Ömer b. El-Hattâb: Vallahi olamaz! Ya bunun gümüşünü (peşin) verirsin yahut altınını iade edersin! Çünkü Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Altınla gümüş satın almak ribâdır; meğer ki, ikisi de peşîn ola! Buğ­dayla buğday satın atmak ribâdır; meğer ki ikisi de peşîn ola! Arpa ile arpa satın almak ribâdır; meğer ki peşîn ola! Hurma ile hurma satın al­mak ribâdır; meğer ki ikİsİ de peşîn ola!» buyurdular, dedi.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshâk, İbni Uyeyne'den, o da Zührî'den naklen bu isnadİa rivayette bulundular.

Bu hadfsi Buhâri, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesai ı«Büyû'» bahsinde; İbni Mâce «Ticârât»da muhtelif râvi-lerden tahrîc etmişlerdir

«Hâe» kelimesi med ve kasırla yâni hai çekerek ve çekmiyerek iki Şekilde okunmuştur. Çekerek okunması daha meşhurdur. Bu kelimenin aslı «Hâke» olup, al şunu, manasınadır. Malı alan da aynı kelimeyi söy­ler. Şu halde kelimenin sonundaki hemze kâfdan bedel olarak değişti­rilmiştir. Bu takdirde kelime «Hâe» ve «Hâi» şekillerinde okunabilir.

-Kasırla yâni sonuna hemze getirmeksizin kelimeyi çekmeden oku­yanlara göre vezni «Hâfe» gibidir. Müfredinde «Hâ», tesniyesinde «Hâ-â», ceminde «Hâû» denilir. Bazıları bu kıraate göre kelimenin tesniye cemi ve müennes yapılamayıp, bu şekillerin her birinde «Hâ» diye okunaca­ğını iddia etmişlerdir. Bu takdirde kelime «sus» mânâsına gelen «Sah» gibi bir ses ismi olur. Kaadî Iyâz'ın beyanına göre bu kelimede üçüncü bir kıraat daha vardır ki «Hâeke» denilir; mânâsı iki tarafın kabzı yâni mallan ellerine almasıdır.

Hadîs-i şerîf ribâ malları satılırken her iki malda aynı ribâ illeti bu­lunursa, tekabuz yâni her iki tarafın teslim alması şart olduğuna delil­dir. Meselâ: Altın verip altın almak isteyen kimse karşısındakine «Şunu al», o da «Ver» diyerek ikisi de almak istedikleri malı tesellüm edecek­lerdir. cümlesi zarf olmak üzeri mahallen mansubtur. Müs­tesna minh mukadder olup :

şeklinde takdir edilir. Bu şekildeki diğer cümlelerin i'rabı hep böyledir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

Hz. Ömer (Radiyalkthü anh) rivayetinde zikredilen dört şeyde ri-bânm haram olduğuna ulemâ ittifak etmişlerdir. Başka rivayetlerde gü­müşle tuz dahi zikredilmiş; bu suretle ribâ malları altıyı bulmuştur. Bu. altı nevi malda ribânın haram olduğuna icmâ' vardır. Sair mallarda ih-tilâV edilmiştir. Zahirîler le Mesrûk, Tavus, Şa'bî, Katâde ve Osman.ı Bedti'ye göre hadîslerde zikri geçen şeylerden başkasında tevakkuf olunur; yâni ribânın haram olup olmadı­ğına hüküm verilemez. Şâir ulemâ ise hüküm, mânâ itibariyle bir olan sair mallara da geçer. îmam-ı Âzam'a göre altınla gümüşte illet vezindir. Tartılarak satılan diğer mallara da aynı hüküm verilir. İmam Şafiî: «Altınla gümüşte illet, semen cinsi yâni onların kıymet olu-şudur» demiştir.

Hadîslerde zikredilen diğer dört nevi mal hususunda on kavil vardır:

1- Zahirîler'e göre altı nevi maldan başkasında ribâ yoktur.

2- Ebû Bekr-i Esam'a göre ribâ mallarında illet bu mal­ların menfaatidir. Binâenaleyh faydası olan her malda ribâ haramdır.

3- lbni Şîrîn ile ŞâfiîIer'den Ebû Bekr-i Evdi illetin cinsiyyet olduğuna kaildirler; şu halde cinsi cinsine satı­lan her şeyde hattâ toprak mukabilinde toprağı, kumaş mukabilinde ku­maşı ve koyun mukabilinde koyunu satarken bile fazlalık haramdır.

4- Ulemâdan    Hasen   b. Ebi'l.Hasen    illetin cinste menfaat sağlamak olduğunu söylemiştir. Ona göre bir altın kıymetindeki bir -kumaşı bir altın kıymetindeki iki kumaş mukabilinde satmak caiz; bilâkis bir altın kıymetindeki kumaşı iki altın kıymetindeki kumaşla de­ğişmek haramdır.

5- Said b. Cübeyr'e göre illet cinsteki menfaatin farklı oluşudur. Şu halde biri fazla olmak şartı ile buğday mukabilinde arpayı satmak haram olur. Çünkü menfaatleri birbirinden farklıdır. Bakla mu­kabilinde nohut ve dan mukabilinde mısır gibi şeyleri satmak da aynı hükümdedir.

6- Ribâda illet, malın zekât farz olan mallardan olmasıdır. Binâ­enaleyh hayvanlarla ekinlerin zekât farz olanlarında ziyade haram; ze­kât farz olmayanlarında haram değildir.  Rabîa b.  Ebî   Abdirrahman'ın mezhebi budur.

7- İmam Mâlik 'in mezhebine göre illet, malın yiyecek ola­rak saklanan şeylerden olmasıdır. Binâenaleyh yiyecek olarak -biriktirilen her şeyde ribâ haram; meyvalarla et gibi uzun zaman dayanmayan yiyeceklerde haram değildir.

8- Ebû Hanîfe 'ye göre illet, cinsle birlikte ölçü yahut cins­le birlikte tartıdır. Şu halde kireç ve alçı gibi yenmeyen şeylerden bile olsa tartı ile satılan mallarda ribâ haram; ölçü ve tartı ile satılmayan şeylerde yenseler bile haram değildir.

9- Sa'id b. El.Müseyyeb illetin tartı veya Ölçü ile satılan yiyeceklerden olduğunu  söylemiştir.  Ona göre yenilmeyen, içil­meyen yahut yenilip de ayva ve karpuz gibi tartısız satılan şeylerde ribâ yoktur. îmam Şafiî 'nin eski kavli de budur.

10- Ribâda illet malın sadece yiyecek olmasıdır. Ölçü veya tartı ile satılmasına bakılmaz. Yiyecek olmayan şeylerden  yalnız altınla gü­müşte ribâ vardır,  imam Şafiî 'nin yeni mezhebine göre kavli budur. «El-Muhezzeb» şerhinde:    «İmam   Ahmed    ile İbnü'l-Münzi'in kavilleri de budur.» denilmektedir.

îmam Mâ1ik'in «El-Muvatta'» nâm eserinde beyan olunduğu­na göre Hz. İmam 'in mezhebinde illet, ekseriyetle yemek için birik­tirmektir. İbni Nâri'in mezhebi de budur. Tafsilât fıkıh kitapla-nndadır.

 

80- (1587) Bize Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Hammâd b. Zeyd Eyyub'dan, o da Ebû Kılâbe'den naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:

Şam'da Müslim b. Yesâr'ın bulunduğu bir halkada oturuyordum. Derken Ebu'l-Eş'as geldi. Cemaat: Ebu'l-Eş'as (geliyor) Ebu'l-Eş'as de­diler... Ebui-Eş'as oturdu. Ben kendisine: Ey kardeşimiz (bize) Ubâde b. Sâmit'in hadîsini naklet, dedim. Hay hay dedi (ve şunları söyledi:) Bir gazaya çıktık; ordunun başında Muâviye vardı. Birçok ganimetler aldık. Aldığımız ganimetler arasında bir gümüş kap da vardı. Muâviye bu kabı halkın bağışları arasında satmasını bir adama emretti. Halk bu alış-verişe koşuştular. Derken Ubâde b. Sâmit bunu duyarak ayağa kalk­tı ve şunları söyledi:

«Ben TtesûlvMah (SallaiIahü Aleyhi ve Sellem)*i altına mukabil altın, gü­müşe mukabil gümüş, buğdaya mukabil buğday, arpaya mukabil arpa, hurmaya mukabil hurma, tuza mukabil tuz satmayı yasak ederken işit­tim; ancak misli misline peşin olarak satılırsa o başka... Her kim ziyade verir veya alırsa muhakkak ribâ yapmıştır...

Bunun üzerine halk aldıklarını geri verdiler. Bu iş Muâviye'nin ku­lağına vardı. Hemen hitabede bulunmak üzere ayağa kalkarak şunları söyledi:

Dikkat... Bazı kimselere ne oluyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Aen bir takım hadisler rivayet ediyorlar!.. Biz de onu görüyor, sohbetinde bulunuyorduk, ama bunları ondan işitmedik. Derken Ubâde kalktı ve kıssayı tekrarladı. Sonra : Muâviye hoşlanmasa da (yahut Mu­âviye çatlasa da) biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden işittikle­rimizi mutlaka söyleyeceğiz. Ordusunun içinde onunla bir karanlık gece (bile)  beraber bulunmamak umurumda  değil!..

Hammâd : Bunu yahut benzerini söyledi, demiştir.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer beraberce Abdülveh-hâb es-Sekafî'den, o da Eyyub'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini ri­vayet ettiler.

 

81- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amr En-Nâkıd ve İshak b. İbrâhîm rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. İshak «Bize ha­ber verdi» tâbirini kullandı. Ötekiler: «Bize Vekî' tahdîs etti» dediler. (Demiş ki) : Bize Süfyân, Hâli d el-Hazzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Ebu'I-Eş'as'dan, o da Ubâde b. Sâmit'den naklen rivayet etti, Ubâde şöy­le demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Altın mukabilinde altın, gümüş mukabilinde gümüş, buğday muka­bilinde buğday, arpa mukabilinde arpa, hurma mukabilinde hurma ve tuz mukabilinde tuz misli misline, birbirine müsavi olarak peşin satılırlar. Ama bu sınıflar değişirse peşin olmak sortiyle istediğiniz gibi satın!» buyur­dular. Buyurdular.

 

82- (1584) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Müslim el-Abdî riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Mütevekkil En-Nâcî, Ebû Saîd El-Hudrî'-den rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«Altına mukabil altın, gümüşe mukabil gümüş, buğdaya mukabil buğ­day, arpaya mukabil arpa, hurmaya mukabil hurma, tuza mukabil tuz misli misline peşin satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa muhakkak ribâ yap­mıştır. Alanla veren bu hususta müsavidir.» buyurdular.

 

(...) Bize Amr en-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hâ-rûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman er-Rab'î haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Mütevekkil En-Nâcî, Ebû Saîd El-Hudrî'den rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah  (Sailaliahü Aleyhi ve Se'.lem):

«Altına mukabil altın misli misline satılır...» buyurdular ve râvi yu-karıki hadîsin, mislini rivayet etmiştir.

 

83- (1588) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. EI-Alâ ııe Vâsıl b. Abdilâ'la rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Fudayl, babasından, o da Ebû ZürVdan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle de­miş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):

«Hurma mukabilinde hurma, buğday mukabilinde buğday, arpa mu­kabilinde arpa ve tuz mukabilinde tuz misli misline peşin satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa, muhakkak rİbâ yapmıştır. Ancak cinsleri değişir­se o başka!» buyurdular.

 

(...)  Bana bu hadîsi Ebû Saîd el-Eşecc de -rivayet etti.  v£>edi ki) : Bize el-Muhâribî, Fudayl b. Gazvân'dan bu isnâd ile rivayette bulundu, yalnızla,   » kaydını zikretmedi.

 

84- (...) Bize Ebû Küreyb ile Vâsıl b. Abdilâ'Iâ rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize İbni FudayI, babasından, o da İbni Ebî Nu'm'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (SuitaüdJıii Aleyhi ve Sellem) ;

«Altın mukabilinde altın, tartısı tartısına, misli misline; gümüş muka­bilinde gümüş dahî tartısı tartısına, misli misline satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa bu (yaptığı) ribâdır.» buyurdular.

 

85- (...) Bize Abdullah b. Mesleme El-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman yâni İbni Bilâl, Mûsâ b. Ebî Temîm'den, o da Satd b, Yesâr'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SalUıllahü A leyhi ve Sellem):

«Dînâr dînâr mukabilinde satılır; aralarında fazlalık yoktur. Dirhem de dirhem mukabilinde satılır; aralarında fazlalık yoktur.» buyurdular.

 

(...) Bana bu hadîsi Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab­dullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Ben Mâlik b. Enes'i: «Bana Mû­sâ b. Ebî Temim bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet eyledi.» derken işittim.

Bu rivayetlerde kendilerinde, ribâ yâni faiz cereyan eden mallar nas-san beyan buyurulmuştur. Bunlar: Altın, gümüş, buğday, arpa, kuru hurma ve tuzdur. Sair malların bunlara kıyas edilip edilemeyeceği hu­susunda ulemânın kavillerini az yukarıda görmüştük. Burada şunu da ilâve edelim ki, illetde müşterek olmayan ribâ malları fazlalıkla ve keza veresiye satılabilir. Meselâ; altınla buğday, gümüşle arpa bütün ulemâ­nın ittifakiyle bu şekilde satılabilir; fakat ribâ malları cinsi cinsine olur­sa biri peşin, diğeri veresiye ve keza biri noksan, diğeri fazla olarak sa-tılamadığı gibi, teslim ve tesellüm yapılmadan satış meclisinden ayrıl­mak da caiz değildir. Satılan malların cinsleri muhtelif olursa, peşin tes­lim edilmek şartiyle fazlalık caizdir. Meselâ; bir Ölçek buğday iki ölçek ?rpa mukabilinde satılabilir.

Ubâde b. Sâmit (Radiyallahü anh) hadîsi buğdayla arpanın ayrı ayrı iki cins olduğuna delildir, ki İmam Âzam, İmam Şafiî,  Sevri  ve diğer birçok ulemânın mezhepleri de budur.

İmam Mâlik, Leys , Evzâî, Medine ve Şam ulemâsının mütekaddimleri bunları bir cins saymışlardır. Bu kavil Hz. Ömer (Radiyallahü anh) 'dan da menkuldür.

«Her kim ziyade verir veya alırsa, muhakkak ribâ yapmıştır.» cüm­lesinden murâd: Ziyâdeyi veren de alan da haram olan faizciliği yapmış ve Allah'a âsi olmuş sayılırlar demektir.

Bu rivayetlerde geçen «yeden bi yedin» yâni peşinen tâbiri bütün ulemâya göre teslim ve tesellümün şart olduğuna delildir. Bu hususta yalnız İsmail b. Uleyye muhalefet etmiş, cinsi cinsine satıl­mayan mallarda teslim ve tesellüm yapılmadan satış meclisinden ayrıl­manın caiz olduğunu söylemiştir. Nevevî bunun hadîslere ve ic-ma'a muhalif olduğunu kaydettikten sonra : «İhtimal o bu hadîsi duyma­mıştır; duymuş olsa muhalefet etmezdi.» diyor. Hadîs-i şerîf sahabenin sünneti teblîge ne derece büyük ihtimam gösterdiklerine delildir.

 

16- Altını Gümüş Mukabilinde Veresiye Satmanın Yasak Edilmesi Babı

 

86- (1589) Bize Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Amır'dan, o da Ebu'l-Minhâl'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Benim bir ortağım bir gümüşü mevsime (yahut hacca) kadar veresiye sattı. Müteakiben bana gelerek haber verdi. Ben : Bu caiz olmayan bir iştir; dedim. O: Ama ben bunu pazarda sattım da bana kimse caiz olmayacağını söylemedi; dedi. Ben hemen Berâ' b. Âzib'e giderek  (meseleyi)  sordum. Şu cevabı verdi :

Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde biz bu ahş-verişi yapıyorduk. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«Hangi mal peşin olarak satılıyorsa onda bir beis yoktur; fakat ve­resiye satılan ribâdır.» (Berâ*) :

— Sen bir de Zeyd b. Erkam'a git, zîra o benden daha büyük tacir­dir; (Dedi.) Ona giderek sordum. O da bunun gibi söyledi.

 

87- (,..) Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi Ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Habîb'den naklen rivayet etti ki Habîb, Ebu'l-Minhâl'i şöyle derken işitmiş:

  Berâ' b. Âıib'e sarfı sordum. Zeyd b. Erkam'a sor; o benden daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine Zeyd'e sordum. O da : Berâ'a sor; o ben­den daha iyi bilir, dedi. Sonra ikisi birden :

  Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gümüşü   altın   mukabilinde veresiye satmayı yasak etli; dediler.

Bu hadîsi Buhâri «Büyü'» ve «Hicret» bahislerinde; Nesaî *Büyû'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif ashâb-ı kiramın tevazu', insaf ve hakşinaslıklarına de­lildir.

 

88- (1590) Bize Ebu'r-Rafcî' el-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abbâd b. Avvâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî İshâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman b. Ebî Bekra, babasından rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Sellem) gümüşe mukabil gümüş, altına mukabil altın satmayı yasak etti; meğer ki, misli misline ola. Bize altın mukabilinde nasıl istersek gümüş; ve gümüş mukabilinde nasıl istersek altın almayı emir buyurdular. Eİr adam râviye satrş pe­şin mi olacak? diye sormuş; o da : Ben böylece işittim, cevâbını vermiş.

 

(...) Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Yahya fa. Salih haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâviye, Yahya'dan —ki İbni Ke-sîr'dir— o da Yahya b. Ebî İshâk'dan naklen rivayet etti. Ona da Abdur-rahman b. Eb! Bekra haber vermiş ki, Ebû Bekra: Besûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bize yasak etti... diyerek yukarıki rivayetin mislini nak­letmiş.

Bu hadîsi Buhâri' ile Nesaî «Biiyû'» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hadîste geçen «misli misline» tâbirinden murâd: İkisinin de miktarca birbirine müsavî olmalarıdır. Cinsler deği­şince istedikleri gibi alıp satmalarını emir buyurması ibâha ifade eder; yâni istediğiniz gibi alıp satabilirsiniz demektir.

Bu hadîs ribâ mallarının peşin ve birbirine müsavî olmak şartiyle birbiri mukabilinde satılabileceğine; cinsler değişik olursa, peşin teslim edilmek şartiyle istenildiği şekilde satılabileceğine delildir.

 

17- İçinde Boncuk ve Altın Bulunan Gerdanlığın Satışı Babı

 

89- (1591) Bana Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Hânî El-Havlânî haber verdi ki, kendisi Alî b. Babâh el-Lahmî'yi şunu söylerken işitmiş:

Ben Fadâle b. Ubeyd EI-Ensârî'yi şöyle derken işittim : Besûlüüah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e  Hayber'de bulunduğu  sırada  içinde  boncuk ve altın bulunan bir gerdanlık getirdiler. Bu gerdanlık satılık ganimet malların dan di. Resûlüllah (SaUallahü AieyhiveSelUm) emir buyurdular ve gerdanlığın içinden sâdece altını çıkarıldı. Sonra Peygamber (Sallatlalıü A leyhi ve Selîem) ashabına :

«Altına mukabil altın tartısı tartısına (satılır).» buyurdu.

 

90- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebû Şucâ' Saîd b. Yezîd'den, o da Halid b. Ebî İmi ân'dan, o da Haneş Es-San'ânî'den, o da Fadâle b. Ubeyd'deıı naklen rivayet etti. Fadâle şöy­le demiş:

Hayber gazası günü on iki dinara, içinde boncuk ve altın bulunan bir gerdanlık satın aldım; ve bunun boncuğunu, altınını ayırarak on iki dinardan daha fazla kıymeti olduğunu anladım. Müteakiben bunu Re­sûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seiiem) 'e anlattığımda :

«Gerdanlık ayırmadan satılmaz.»   buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Mübarek, Saîd b. Yezid'den bu isnâdla bu ha­disin benzerini rivayet etti.

 

91- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Ebî Ca'fer'den, o da Cülâh Ebû Kesîr'den naklen rivayet etti. (De­miş ki) : Bana Haneş es-San'ânî, Fadâle b. Ubeyd'den, rivayet etti. Şöyle demiş:

Hayber gazası günü Resûlüllah (SallallahüA leyhi ve Seltem) ile beraber bulunuyor; yahudîlerden bir okıyye altını [13] iki-üç dinara satın alıyor­duk. Bunun üzerine Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) :

«Altın mukabilinde altını ancak tartısı tartısına satın!»  buyurdular.

 

92- (...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Kurre b. Abdirrahman El-Ma'âfirî ile Amr b. El-Hâris ve başkalarından naklen haber verdi; onlara da Âmir b. Yahya El-Ma'âfirî, Haneş'den nak­len haber vermiş ki, Haneş şöyle demiş:

Bir gazada Fadâle b. Ubeyd ile beraber bulunuyorduk. Derken bana ve arkadaşlarıma içinde altın, gümüş ve cevher bulunan bir gerdanlık isabet etti. Ben bunu satm almak isteyerek Fadâle b. Ubeyd'e sordum. Şu cevabı verdi: Bunun altınını çıkar da bir kefeye koy, kendi altınını da bir kefeye koy. Sonra sakın misli mislinden fazla bir şey alma! Zira ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa sakın misti mislin­den fazla bir şey almasın!» buyururken işittim.

Sahîh-i Müslim'in mu'temed nüshalarında gerdanlık ifadesiyle beyân olunmuştur. Birçok nüshalarda ise denilmiştir. Hatta   Kaadî Iyâz  ekseri üstadlannin nüshalarında bu şekilde zikredildiğini, fakat Ebû Alî El.Gasiânî'nin arkadaşında bu ifadenin kitabımızdaki şekilde tashih edilmiş gördüğünü, doğrusunun da bu olduğunu söyler.

Şâfiîler Fadâle (Radiyallahiianh) hadîsiyle istidlal ederek : Başka bir şeyle karışık olan altın, gümüş az olsun çok olsun ayrılmadıkça satılamaz; ayrıldıkta altın tartısı tartısına yâni kendi ağırlığınca; gümüş dahî aynı şekilde satılır; buğday ve tuz gibi sair ribâ mallarının hükmü de budur; derler. Bu kavil ashab-ı kiramdan Hz. Ömer (Radiyallahü anh) ile oğlundan nakledilmiştir. Selef ulemâsından bir cemaat ile îmam Ahmed, îshak ve Mâlikîler 'den Muhammed b. El-Hakem'in mezhepleri budur.

İmam Âzam'a göre başka madenle karışık bulunan altım, mik­tarca ondan daha fazla altın mukabilinde satmak caizdir. Bu 'fazlalık al­tınla karışık bulunan diğer maden veya taşa mukabil verilir. Satılan ka­rışık altınla safî altın birbirlerine müsâvî olursa akid caiz değildir. Safî altın karışıktan az olduğu takdirde dahî hüküm budur. Sevrî ile Hasen b. Salih bu meselede İmam Âzam 'la beraber­dirler.

Mâlikîler'le diğer bir takım ulema karışık altın üçte bir veya daha az nisbette olmak şartiyle hâlis altın mukabilinde satılabilir; bu tekdirde satılan madendeki karışık altın o madene tâbi' olur; derler.

Hattâ Mâlikîler 'den Hammâd b. Ebî Süley­man: «Karışık altını safî altın mukabilinde mutlak surette satmak ca­izdir; safî altının az veya çok yahut karışık olana müsavi olması hükmen müsavidir.» demiş ise de bu kavil hadîsin sarahati karşısında hatâ sayıl­mıştır.

 

18- Zahirenin Misli Misline Satılması Babı

 

93- (1592) Bize Hârûn b. Ma'rûf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab­dullah b. Vehb rivayet etti.  (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi. H

Bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti.   (Dedi ki) ;  Bize İbni  Vehb Amr b. Hâris'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'n-Nadr, ona da Büsr b. Saîd, Ma'mer b. Abdillah'dan naklen rivayet etmiş ki, Ma'mer uşağını bir öl­çek buğdayla (pazara) göndererek: Bunu sat da arpa al, demiş, Uşak gitmiş bir ölçek ve biraz da ziyade zahire almış. Ma'mer'e geldiğinde bunu ona haber vermiş. Ma'mer kendisine: Bunu neye yaptm? Git "bu zahireyi iade et! Sakın mislinden fazla bir şey alma! Zîra ben Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)1:

«Zahireye mukabil zahire misli misline satılır.»ıuyururken işitirdim. O gün bizim zahiremiz arpa idi; demiş. Kendisine: Ama bu (arpa) o buğdayın misli değildir, demişler.

«Ben benzemesinden korkarım.» cevâbını vermiş. Yudâriu: Benzer ve müşterek olur manasınadır. Buradaki benzeyiş­ten murâd: îkisi bir cins sayılarak faiz hükmüne girmeleridir.

İmam Mâlik bu hadîsle istidlal ederek buğdayla arpayı bir cins saymıştır. Ona göre biri fazla olmak üzere buğdayla arpa birbiri mukabilinde satılamaz. Cumhura göre ise buğdayla arpa ayrı ayrı iki cinstirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Cinsler muhtelif olunca nasıl isterseniz öyle satın!»- buyurmuşlardır. Zaten Ma'mer (Radiyaliahü anh) hadîsinde buğdayla arpanın bir cins sayıldığına dair sarahat yoktur. Hz. Ma'mer takvasından dolayı ih­tiyat göstermiştir.

 

94- (1593) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman yâni İbni Bilâl Abdülmecîd b. Süheyl b. Abdirrah-man'dan naklen rivayet eti. O da Saîd b. El-MÜseyyeb'i, Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd'den naklen rivayet ederken dinlemiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Adiy El-Ensari'nin kardeşini Hayber'e Vali göndermiş. O zât (oradan) a'Iâ hurma getirmiş. Bunun üzerine Kesûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Setlem) ona :

«Hayber'İn butun hurmaları böyle midir?» diye sormuşlar.

— Hayır! Vallahi yâ Resûlâllah! Biz bunun bir ölçeğini bayağı hur­manın iki ölçeği ile satın alıyoruz; demiş.

Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«köyle yapmayın! Ve lâkin misli misline alın! Yahut bunu satın; kar­şılığı İle ötekinden alın! Tartı da böyledir!» buyurmuşlar.

 

95- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti, (Dedi ki) : Mâlik'e, Ab-. dülmecîd b. Süheyl b. Abdirrahman b. Avf'dan dinlediğim, onun da Saîd b. El-Müseyyeb'den, onun da Ebû Saîd El-Hudrî ile Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)h\r zâtı Hayber'e vâlî göndermiş; o da kendilerine a'Iâ cinsten hurma getirmiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayber'in butun hurmaları böyle midir?» diye sormuşlar. O zât: Ha­yır, vallahi yâ Resûlâllah! Biz bunun bir ölçeğini iki ölçeğe; iki ölçeği' ni üç ölçeğe alıyoruz, cevâbını vermiş. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Öyle yapma! Bayağı hurmayı para ile sat; sonra bu para ile a'Iâ hurma satın al!» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri «Büyü'», «Vekâle», «Megâzî» ve «İ'tisâm» ba­hislerinde, Nesaî «Büyû'*da muhtelif râvilerden tahrıc etmişlerdir.

Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) in Hayber'e gönderdiği za-tın ismi bir kavle göre Sevâd b. Gaziyye olup Ensardandır. Başka bir kavle göre ise Mâlik b. Sa'sa'a 'dır. Bu zât Hazrec kabilesine mensuptur.

Cenîb: îyi cins bir hurmadır. Bazıları: Katı hurmadır; demiş; bir ta­kımları,   kötüsü ayıklanmış   hurma mânâsına   geldiğini   söylemişlerdir.

Teymî : «Bu hurma Araplarca malûm olandan başka garîb bir hur­madır.» diyor. Hülâsa, Arapların en güzel hurması bu imiş.

Cem': Her nevi hurmadır; ismi belli değildir. Bazıları: Muhtelif hurmaların karıştırılmasından meydana gelen bayağı hurmadır; buna rağbet yoktur; zaten bayağı olduğu için karıştırılır; demişlerdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in o zâta bayağı hurmayı para ile sat­masını, sonra o para ile iyi hurma almasını emir buyurması araya iki ta­ne pazarlık girsin de işe ribâ karışmasın diyedîr.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif bir kimseye para ile zahire satan, satış meclisin­den ayrılmadan olsun, ayrıldıktan sonra olsun ondan zahire satın alabi­lir; diyenlerin delilidir.   îmam   Âzam'la   îmam   Şafiî 'nin ve Ebû Sevr'in mezhepleri budur.

2- İmam   Mâlik'e göre bu caiz değildir.

3- Hadîs-i şerif, ribâyı aslı i'tibariyle caiz, vasfı i'tibariyle haram sayanların aleyhine delildir.

4- Yiyeceğin iyisini seçmek caizdir.   îbni   Cevzî   diyor ki: *Feygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o zatı hurmanın iyisini seçmesi hususunda muhayyer bırakması ve bu bâbta ashabını ikrar etmesi nefse rifku mülâyemet gerektiğine delildir. Bu ise sünneti bilmeyen zühd tas­laklarının yaptıkları —nefse taşıyamayacağı yükü yükleme— işinin tam zıddıdır.»

5- Ahş-veriş ve sairede vekâlet caizdir.

6- Fâsid alış-verişler reddedilir.

7- Şâfiîler 'den bâzıları îne'nin haram olmadığına bu hadîs­le istidlal etmişlerdir. îne: Ribâdan maksud olan hedefe hîle ile ulaş­maktır. Meselâ: Birine yüz dirhem verip iki yüz dirhem almak isteyen kimse, ona iki yüz dirheme bir elbise satar; sonra aynı elbiseyi ondan yüz dirheme satın alır; bu suretle kazanmak istediği yüz dirhemi elde. etmiş olur. Nevevî  bunun   îmam   Şafiî,   îmam   Âzam ve diğer bir takım ulemâya göre haram olmadığını,   yalnız İmam Mâlikle  İmam   Ahmed'in buna haram dediklerini kaydeder.

 

96- (1594) Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yah-yâ b. Salih El-Vuhâzî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâviye riyâyet etti. H.

Bana Muhammed b. Sehl Et-Temîmî ile Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet ettiler. Lâfız onlarındır. Bu râviler toptan Yahya b. Hassân'dan rivayette bulundular. (Demiş ki) : Bize Muâviye —ki İbni Abdisselâm'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya yâni İbni Kesir ha^er verdi. (Dedi ki) : Ukbe b. Abdilgâfir'i: Ben Ebû Saîd'i şunu söy­lerken dinledim derken işittim:

Bilal Bern hurması getirdi de Resü1üllah (SnMaVahü Aleyhi ve Seİlem);

«Bu nereden?» diye sordular. Bilâl: Hurmadır, evimizde idi; baya­ğıdır. Peysram*er (SaJtaUahü Aleyhi ve SeVem) 'e yiyecek olsun diye ben onun İki ölçeğini bir ölçeğe sattım, dedi. O zaman Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem)

«Eyvah!.. Ribanın ta kendisi!.. Bunu yapma!.. Lâkın hurma sat>n ala­cak oldun mu, onu aynca sat, sonra onun kıymetiyle satın at!» buyurdu.

İbni Sehl kendi rivayetinde kaydını zikretmedi.

 

97- (...) Bize Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû Kazeat'el-Bâhilî'-den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayette bulundu. Ebû Saîd şöyle demiş: ResûlüIIah(SallalîahüAleyhiveSeltem)'e hurma ge­tirdiler: «Bu hurma bizim hurmamızdan değil!» dedi. Bunun üzerine (getiren) adam: Yâ Resûlâllah! Biz kendi hurmamızın iki ölçeğini bunun bir.ölçeği mukabilinde sattık; dedi. ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)

«İşte rİbâ budur; onu hemen iade edin! Sonra bizim hurmayı satıp onun parasından bize (hurma) satın alın!» buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri «Vekâle» bahsinde; Nesai «Büyû'»da tahrîc etmişlerdir.

Bern hurması: Bir nevi ufak ve yuvarlak hurmadır; hurma nevi'-lerinin en iyisi sayılır.

Evvah kelimesi hüzün ve şikâyet bildirir; Türkçede bunun karşılığı evyah'dır. Bu kelime «evvahan, evhin, evhi» ve «evin» şekillerinde oku­nabilir. ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in onu burada kullanması ya bu işten elem duyduğu için yahut Bilâl (Radiyallahû anh) ribâ işini iyi anlamamış diyedir.

Hadîs-i şeriften murâd: tki Ölçek bayağı hurma vererek bir ölçek iyi hurma almanın ribâ olmasıdır. Ayrıca ribânın haram olduğuna da delildir.

 

98- (1595) Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Musa, Seyhan'dan, o da Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

Biz ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) devrinde bayağı hurmayı —ki muhtelif kuru hurmanın karışığıdır— bir ölçek mukabilinde iki Öl­çek vererek satardık. ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bunu duydu ve :

«İki ölçek hurmaya bir ölçek hurma; iki Ölçek buğdaya bir ölçek buğday ve iki dirheme bir dirhem olmaz!» buyurdular.

Bu hadîsi   Buhâri   «Büyü'» bahsinde tahrîc etmiştir.

«îki ölçek hurmaya bir ölçek hurma olmaz ilâh...» cümlesinden mu-râd: îki ölçek hurma vererek bir ölçek hurma almak haramdır; demek­tir. Arapların «cem*» dedikleri bayağı hurma elli çeşit hurmanın bir ara­ya getirilmesinden meydana gelirmiş. Bununla beraber yine de hurma cinsi olmaktan çıkmadığı için Peygamber (Salîailahü Aleyhi ve Sellem)bun-da fark gözeterek fazlalıktı satış yapmayı yasak etmiştir; çünkü fazlalık ribâ olur. «Onu hemen iade edin» cümlesi fâsid satışla alman bir malm iadesi vacib olduğuna delildir.

Ribâ mallarından olan dirhemin yâni gümüşün hükmü de böyledir.

 

99- (1594) Bana Amr En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mail b. İbrahim, Saîd El-Cüreyrî'den, o da Ebû Nadra'dan naklen rivayet etti. Şöyle demi;:

İbni Abbas'a sarfı sordum. Peşin mi? dedi. Evet, dedim. O halde onda bir beis yoktur; cevâbını verdi. Müteakiben Ebû Saîd'e haber verdim; dedim ki:

Ben İbni Abbâs'a sarfı (n hükmünü) sordum da:    Peşin mi? dedi. Evet, dedim. O halde onda bir beis yoktur; cevabını verdi. (Ebû Saîd) : O bunu söyledi mi? Biz ona mektup yazacağız; size bu fetvayı ver­mesin. Vallahi Kesûlüllah (Salîailahü A leyhi ve Seltem) 'in hizmetkârlarından biri kuru hurma getirdi de onu kabul etmedi ve:

«Gâlibâ bu bizim toprağın hurmasından değil I» buyurdular. Hiz­metçi : Bu sene bizim toprağın hurmasına (yahut bizim hurmamıza) bir şeyler oldu. Ben de bunu aldım ve biraz ziyade verdim; dedi. (Efendi­miz) :

«Katladın; ribâ yaptın; sakın buna yanaşma! Hurmandan sana bir şey artarsa onu sat; sonra istediğin hurmayı satın al!» buyurdular.

 

100- (...) Bize tshâk b. tbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülâla haber verdi. (Dedi ki) : Bize Dâvûd, Ebû Nadra'dan rivayet etti. Şöyle demiş: tbnİ ömer*1e tbni Abbâs'a sarfı sordum, onda bir beis gör­mediler. Bir defa Ebû Saîd El-Hudrî'nin yanında otururken sarfı ona da sordum: Fazlası ribâdır; dedi. tbni Ömerle İbni Abbâs'm sözlerinden dolayı ben bunu kabul etmedim. Bunun üzerine Ebû Saîd: Ben sana ancak Peygamber (Salîattahü Aleyhi ve SeUemj'âen işittiğimi söylüyorum; kendilerine hurmalığı bahçıvanı iyi hurmadan bir Ölçek getirdi. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hurması bu cinstendi. Nebiyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ona :

«Bunu nereden aldın?» dîye sordu. Bahçıvan: İki Ölçek (hurma) gö­türdüm; onunla bu bir ölçeği satın aldım; çünkü bunun fiyatı pazarda şu kadara; onun fiyatı bu kadara; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yazık sana! Rîbâ yaptın! Böyle bir iş yapmak istediğin zaman kendi hurmanı bir mal mukabilinde sat; sonra o nıol«n!a hangi hurmayı istersen satın al!» buyurdular.

Ebû Saîd dedi ki: Hurmaya mukabil hurma satmak mı ribâ olmaya daha lâyık yoksa gümüşe mukabil gümüş mü?

Bundan sonra tbni Ömer'e geldim; artık beni nehyetti. tbni AbbâVa gitmedim. Bana Ehu's-Sahbâ'ın anlattığına göre kendisi bu meseleyi Mekke'de tbni Abbas'a sormuş; o da bunu kerih görmüş.

Sarf: Lügatte def ve reddetmek mânâlarına gelir. Şerîatte ise: Kıy­met olarak yaratılan altınla gümüşü cinsi cinsine satmaktır. Yukarıda da gördüğümüz verinle bu cinsleri meselâ altınla altını bir biri mukabilinde satarken misli, misline ve peşin olmasına dikkat edilir. Yeniliğine, eski­liğine veya işlenmiş olup olmadığına bakılmaz, Buradaki sarftan murâd : Altın mukabilinde altını fazlalıkla satmaktır. Anlaşılıyor ki, bir zaman­lar îbni Ömer'le îbni Abbâs (Radiyallahû anhüma) bunda bir beis görmezlermiş. Onlara göre peşin olarak teslim ve tesellüm olu­nan şeylerde ribâ' yokmuş. Binâenaleyh cinsi cinsine satılan şeylerde fazlalığa cevaz verir; ancak ribfinm bir nev'i olan riba'n-nesîeyi haram sayarlarmış. Bu veresiye yapılan satışlarda olur. Sonra ikisi de bu ka­vilden dönmüşlerdir. Nitekim bu hadîs-i şerifte de buna işaret olunmuş­tur, Nevevî bu hususta şöyle diyor: «Müslim 'inzikrettiği bu hadîsler tbni ömer le îbniAbbâs (Radiyallahû anh) 'nm ne-sîeden maada fazlalıktan nehî eden hadîsleri duymadıklarına delâlet eder; duyduklarında bu kavle dönmüşlerdir. (Ribâ ancak nesîededir) me­alindeki Üsâme hadîsine gelince: Birçok ulemâ onun buradaki ha­dîslerle neshedildiğini söylemişlerdir. Filhakika* müslümanlar bu hadîsin zahiri ile ameli bilittifak terk etmişlerdir. Bu da onun mensûh olduğuna delâlet eder. Bir takım ulemâ da onu muhtelif suretlerde te'vîl etmişler­dir. Bu teVîllerden birinciye göre Üsâme hadîsi ribâ mallarından olmayan mallara hamledilir. Borcu veresiye olarak borç mukabilinde sat­mak gibi. Meselâ; bir sıfatla mevsûf olan bir elbiseyi yine bir sıfatla mev­suk bulunan bir köle mukabilinde veresiye satmak bu kabildendir. Bun­ları peşin olarak birbiri mukabilinde satmak caizdir, tkinci te'vîle göre Üsame hadîsi muhtelif cinslere hamlolunur. Bunlarda fazlalık cihe­tinden ribâ yoktur; peşin satılmak şartiyle fazlalıkla verilebilirler. Üçün­cü te'vîle göre Üsame (Radiyallahû anh) hadîsi mücmeldir; Ubâde ile Ebû Said hadîsleri onu beyan etmişlerdir. Binâenaleyh müc­meli beyân eden bu hadîslerle amel vâcib olur...» Hz. Ebû Said (Radiyallahû anh)\n «Hurmaya mukabil hurma satmak mı ribâ olmaya daha lâyıktır...» diyerek kıyas yolu ile istidlalde bulunması, bu bâbtaki nehî hadîslerini duymamış olmasındandır. Duymuş olsa mutlaka onları delîl gösterirdi; çünkü hadîsler nasstırlar.

 

101- (1596) Bana Muhammed b. Abbâd ile Muhammed b. Hatim ve İbni Ebî Ömer hep birden Süfyân b. Uyeyne'den rivayet ettiler. Lâ­fız İbni Abbâd'ındır. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'dan, o da EbÛ Salih'-den naklen rivayet etti. Ebû Salih şunları söylemiş :

Ben Ebû Saîd El-Hudrî'yİ: Dinar mukabilinde dînâr; dirhem mu­kabilinde dirhem misli misline satılır. Kim fazla verir veya alırsa mu­hakkak ribâ yapmıştır; derken işittim de "kendisine: Ama İbni Abbas böyle söylemiyor; dedim. Bunun üzerine: Ben İbni Abbas'la görüştüm; ve: Söylediğin lâfı gördün mü? Bu senin Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Sellem, ûen işittiğin bir şey midir, yoksa bunu Allah (Azze ve Celle) 'nin kitabında mı buldun? diye sordum. Bunu ne Resûlüllah (Sallallahii Aieyhi ve Sellem)'A^n işittim; ne de Allah'ın kitabında buldum. Lâkin bana Üsâ-me.b, Zeyd rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ribâ nesîededir.»   buyurmuşlar, cevabını verdi.

 

102- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amr en-Nâkıd, Ishak b. İbrahim ve tbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdır. İshâk: Bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler şöyle dediler : Bize Süfyân b. Uyeyne, Ubeydullah b. Ebî Yezîd'den naklen rivayet etti ki, İbni Abbâs'ı şunları söylerken işitmiş. Bana Üsâme b. Zeyd haber verdi ki, Peygam­ber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ribâ ancak nesîededir.» buyurmuşlar.

 

103- (...) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affan rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti.   •(Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. Her iki râvi demişler ki: Bize İbni Tâvûs, babasından, o da İlmi Abbas'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Peşin olan şeyde ribâ yoktur.» buyurmuşlar.

 

104- (...) Bize El-Hakem b. Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl, Evzâî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ata' b. Ebî Rab âh rivayet etti ki, Ebû Saîd El-Hudrî İbni Abbas'a rast gelerek kendisine: Sarf hakkın­daki sözünü gördün mü! Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'deiı işittiğin bir şey olarak mı, yoksa Allah (Azze ve Celiy nın kitabında bul­duğun bir şey olarak mı söyledin? diye sormuş. İbni Abbas: Asla söyle­mem! Bir kere Resûllüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i siz benden daha İyi bilirsiniz; Kitâbullaha gelince : Onu da bilmiyorum. Yalnız bana Üsâme b. Zeyd rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Dikkat!.. Ribâ ancak nesîededir.»  buyurmuşlar; cevabını vermiş.

Bu hadîsi Buhâri, Nesâî ve İbni Mâce «Büyü1» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

İşte bundan evvel sözü geçen Üsâme hadîsi budur. Bu hadîse dair ulemânın beyanâtının ekserisi orada görüldü. Hz. İbni Abbâs (Radİyallahü anh) 'in:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i siz benden iyi bilirsiniz...» sözünden muradı: Onun sohbetinde bulunduğunuz vakit siz yetişkin adamlardınız; ben henüz küçük çocuktum; demektir. Kitâbullahı bilme­mesi de Kur'ân-i Kerîm 'de o meselenin hükmünü bilmiyor­muş manasınadır; yoksa onun hiç bir hükmünü bilmem demek değildir; çünkü kendisi Kur'ân-ı Kerîm 'i en güzel tefsir eden ve Sul-tânu'l-Müfessirîn unvanına bihakkın lâyık olan sahâbî-i celîldir. Ulemâ Üsâme (Radİyallahü anh) hadîsinin sahih olduğuna ittifak etmişlerdir. İhtilâf ettikleri cihet bu hadîsle yukarıda geçen Ebû Saîd (Radİyallahü anh) hadîsinin aralarını bulmak hususudur ki, onu da Ebû Saîd ha­dîsinin izahı sırasında gördük, Hattâbî (319-388) diyor ki: «Hz. Üsâme'nin naklettiği  ancak nesîededir.) hadîsi Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem)'in bu bâbtaki beyanâtın son cümlesini işitip bellediğine hamledilir. Hadîsin baş tarafına yetişememiştir. Herhalde Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e ribâ mallarından iki cinsin ziyâdeli olarak satışı sorulmuş; o da: cinsler ayrı olursa ziyâdeli satış peşin olmak şartiyle caizdir; ribâ ancak vere­siye satılırsa o zaman bu işe dâhil olur; buyurmuşlardır.»

 

19- Ribayi Yiyenle Yedirene Lanet Babı

 

105- (1597) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Osman'ındır. İshâk (Bize haber verdi)) tâbirini kullandı. Os­man : Bize Cerîr, Muğîre'den naklen rivayet etti; dedi. Muğîre şunu söy­lemiş : Şibâk, İbrahim'e sordu da İbrahim, Alkame'den, o da Abdullah'-dan naklen rivayette bulundu. (Demiş ki) :

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ribâyı yiyene de, yedirene de lanet buyurdu. Hâvi diyor ki: Ben, kâtibine de, sahicilerine de (lanet et­medi) mi? dedim. (Abdullah) : Biz ancak İşittiğimizi söyleriz; cevabını verdi.

 

106- (1598)  Bize Muhammed b. Es-Sabbâh ile Züheyr b. Harb ve Osman b. Etbî Şeyhe rivayet ettiler.  (Dediler ki) : Bize Hüşeym rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Ebu'z-Züheyr, Câbir'den naklen haber verdi. Câhir şöyle demiş :

Resûlüllah (SalUılUıhü Aleyhi ve Sellem!: Ribâyi yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidi erine lanet etti ve : «Onlar müsavidirler.» buyurdu.

Bu iki rivayet ribâ yemenin, yedirmenin, ribâ muamelesi yapanlar arasında kâtiplik ve şahidlik yapmanın haram olduğuna açık delildirler.

Hanef îler 'den İmam Âzam'la İmam Muhammed'e göre dâr-ı harpde yaşayan bir harbî yâni o memleket teb'asın-dan bir gayri müslim ile müslüman arasında ribâ muamelesi caizdir. Ku­mar dahî aynı hükümdedir. İmam Ebû Yûsuf bunları tecviz etmemiştir.

Hadîs-i şerif bâtıla yardımın haram olduğuna da delildir.

 

20- Helal İle Amel ve Şüpheli Şeyleri Terk Babı

 

107- (1599) Bize Muhammed b. Abdİllâh b. Nümeyr El-Hemdânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zeke-riyyâ, Şa'bî'den, o da Nu'man b. Beşîr'den naklen rivayette bulundu. Şa'-bî: Nu'man'ı şunları söylerken dinledim, demiş: Ben Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)i şöyle buyururken işittim (ve Nu'man iki par­mağı ile kulaklarına uzanmış) :

«Şüphesiz halâl aşikâr, haram da aşikârdır; ama 'aralarında bir takım şüpheli şeylervardır ki, onları insanlardan birçoğu bilmez. İmdi bu şüp­helerden kim korunursa dîni ve ırzı için berâet almıştır. Her Mm bu şüp­helere düşerse harama konar. Korunan bir yerin etrafında hayvan otla­tan  çobanın  hayvanlarını  oraya  kaçırması  yakıncactk  olduğu  gibi.

Dikkat!.. Her hükümdarın bîr mahrûresi vardır. Dikkat!.. Allah'ın mahrûsesİ de haram kıldığı şeylerdir. Dikkat!.. Bedende bîr et parçası vardır ki, bu parça işe yarayışlı olursa bütün beden yarayışlı olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat!.. O da kalptir.»

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet eyledi. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yû­nus haber verdi. Her iki râvi: Bize. bu isnâdla bu hadîsin mislini Zeke-rîyyây rivayet etti, demişlerdir.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Mutarrif'le Ebû Ferva El-Hemdânî'den naklen haber verdi. H.

Bize Kuteybe b. Said dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân El-Kaarî, İbni Aclân'dan, o da Abdurrahman b. Said'-den naklen rivayette bulundu. Bu râvilerin hepsi Şa'bî'den, o da Nu'-mân b. Beşîr'den, o da Peygamber (Sallallahü A ieyhi ve Sellem) 'den bu ha­dîsi rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Zekeriyya'nın hadîsi onların ri­vayetinden daha tamam ve daha uzundur.

 

108- (...) Bize Abdühnelik b. Şüayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. 'Dedi ki) : Bana babam, dedemden rivayet etti.  (Demiş ki) : Bana Hâlid b. Yezîd rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Ebî Hilâl, Avn b. Ab-dillah'dan, o da Âmir Eş-Şa'bî'den naklen rivayette bulundu, ki Şa'bî' Resûlüllah (Sö//a//û/ı« Aleyhi ve Sellem)'in saha bili Nu'mân b. Beşîr b, Sa'd'ı Hıms'da halka hutbe îrâd ettiği sırada şunları söylerken işitmiş: Ben Resüllah (SâllalIahü Aleyhi ve SeUem):

«Helâl aşikâr, haram da aşikârdır. .» buyururken işittim... Müteaki­ben Zekeriyya'nın Şa'bî'den rivayet ettiği hadîs gibi tâ «İçine düşmesi yakıncacıktır...»  cümlesine kadar rivayette bulunmuştur.

Bu hadîsi Buhâri «îmân» ve «Büyü'» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Büyu'»da; İbni, Mâce «Fiten» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Bâzı kelimelerin îzâhı: Müştebihât, şüpheli şeyler demektir. Bu keli­me beş şekilde rivayet olunmuştur: Müştebihât, müteşebbihât, müşebbehât, müşebbihât ve müşbihât. Bunlardan birinci ile ikincinin mânâları müşkilât demektir. Zira birbirine zıd olan iki tarafa da benzer mânâsma-dırlar. Yalnız ikinci rivayette tekellüf vardır. Üçüncü rivayetin mânâsı hükmü yakînen bilinmeyen şeylere benzeyen demektir. Dördüncü ve be-§inci rivayetler: Kendini helâle benzeten mânâsına gelirler.

Irzî Ebu'l-Abbâs'ın beyânına göre, insanın medih ve zemm yeri demektir. Meselâ : Birisi birinin ırzından bahsetti denirse bunun mâ­nâsı o kimseyi yükselten veya düşüren husûsatını söylemiş demektir. Bu sebeple de ya medholunur ya zemm.

El-Himâ: Korunan yer mânâsına gelen bir isimdir.

Ulemâ bu hadîsin İslâm'da pek büyük bir mevkii olduğuna ittifak etmişlerdir. Bâzılarına göre İslâm'ın üç temel hadîsinden biridir. Diğer ikisi: «Ameller niyetlere göredir.»  mânâsına gelen « hadîsiyle:

«Kişinin işine girmeyen şeylere karışmaması iyi müslüman olduğun­dandır.»  mânâsına gelen hadîs-i şerifidir.

Ebû Dâvûd'a göre İslâmiyet dört temel hadîs etrafında devre­der. Bunların üçü saydıklarımız; dördüncüsü de :

«Sizden biriniz kendisi için sevdiğini dîn kardeşi işin de sevmedikçe (tam) îmân etmiş sayılamaz.» mealindeki hadîs-i şerifidir.

Ulemânın beyanına göre bu hadîsin yüksek mertebede olmasına se­bep • Peygamber (Salİalhhü Aleyhi ve Sellem) 'in bunda yiyecek, içecek, gi­yecek gibi şeylere, nikâh ve sâireye tenbîh buyurmuş olması ve bunların helâlden olmasına dikkati çekmesi; helâlin nasıl bilineceğine irşâd bu­yurması; şüpheli şeyleri terk etmeye teşvik etmesidir. Resûlüllah (Sallaliahü A ieyhi ve Selletn) bunları korunan bir yeri misal alarak izah et­miş; sonra dikkati gereken en mühim noktaya temas ile bunun kalb ol­duğunu bildirmiştir.

İbnü'1-Arabî (468-543); «Bütün hükümleri yalnız bu hadîs­ten çıkarmak mümkündür.» demiş; bu sözü îzâh eden Kurtubi de: «Çünkü bu hadîs, helâl, haram ve sair hükümlere; bütün amellerin kalbe bağlı olduğuna tafsüâtiyle şâmildir; işte bu cihetle bütün ahkâmın ona ircaî mümkün olur.» şeklinde mütalâada bulunmuştur.

«Helâl aşikârdır...»   cümlesinden  nıurâd:   deliline  bakarak   helâlin hükmü beyan' edilmiştir demektir. Haram meselesi de öyledir; yalnız bu iki nev'İn delilleri arasında kalmış bir takım şüpheli şeyler vardır ki, bun lar hakkında hangi tarafın delili tercih edileceğini kestirmek güçtür; bu­nu ulemanın pek azı yapabilmiştir.

Nevevî «631-676» bu cümleyi şöyle îzâh ediyor: «Eşya helâl, haram ve şüpheli şeyler olmak üzere üç kısımdır. Helâlin hükmü mpv-dandadır; gizli bir tarafı yoktur; ekmek ve meyve yemek, konuşmak, yü­rümek ve saire bu kabildendir. Haramın hükmü de açıktır; içki içmek, kan dökmek, zina etmek, yalan söylemek ve saire gibi.

Şüpheli şeylere gelince: Bunlardan murâd: Helâl veya haram oldu­ğu açık açık belli olmayan şeylerdir. Bundan dolayıdır ki, bunların hük­münü çok kimseler bilmez. Fakat ulemâ yâ nasla, ya kıyâs ve istishâb gibi bir delille bunları bilirler. Bir şey helâl ile haram arasında tered­dütte kalır da hakkında nass veya icmâ' bulunmazsa o mesele hakkında müctehid ictihad eder; ve onu şer'î bir delille helâl ve haramdan birine katar. Bundan sonra o şey helâl veya haram hükmünü alır. Bâzan me­selenin delili de ictihaddan hâlî kalmaz; bu takdirde vera' ve takva o şeyi yapmamayı gerektirir.

Bir mesele hakkında müctehid hiç bir karara varamazsa ne hüküm verilir?

Kaadî Iyâz'm usûlü fıkıh ulemâsından naklettiğine göre bu hususta üç mezhep vardır. Bunlardan birinci mezhebe göre o meseleye helâl; ikinciye göre haram hükmü verilir. Üçüncüye göre tevakkuf oiu~ nur; yâni hiç bir hüküm verilemeyip durulur...»

Buhâri şârihi Aynî bu ihtilâfın meşhur ilmî kelâm mese-îesine yâni şeriat gelmezden önce eşyanın hükmü meselesine ait oldu­ğunu söylüyor. Bu hususta dört mezhep vardır:

1- Esah olan mezhebe göre şeriat gelmezden Önce bir şeyin helâl, haram veya mubah olduğuna hüküm verilemez; zira ehl-i hakk indinde teklif ancak şerîatle sabit olur.

2- İkinci mezhebe göre helâl veya haram diye hüküm verilir.

3- Üçüncü mezhebe göre verilemez.

4- Dördüncü mezhebin kavli tevakkuftur.

Mâzirî (453-536) : «Mekruh olan şüpheli şeyler hakkında helâl veya haram denilemez.» mütaleâsmda bulunmuş; başkaları: «Böyle bir şeyi terk etmek takva icâbıdır.» demişlerdir. Hattâbî şüpheli şey­lere misâl olarak bir kimsenin malında haram şüphesi yahut ribâ karış­mış olması ihtimalini göstermiş ve: «Böyle bir kimse ile alış-veriş mua­melesi mekruh olur.» demiştir. Bu bâbta Kurtubî ( -656) şunları söylüyor: Şüphesiz ki, ortada açık açık helâl ve haram kılınmış şeylerle helâl veya haram hükmü verilmesi tereddütlü olanlar vardır. İşte delil­ler bunlar hakkında birbirlerine muâraza etmektedir; müştebihât (şüp­heli şeyler) de bunlardır. Bunların hükmü ihtilaflıdır. Bâzıları: Haram­dır; çünkü harama götürür; demiş. Bir takımları: Mekruhtur; vera' ve takva bunların terkini İcâbeder.» mütaleâsında bulunmuş; bunlar hak­kında haram veya mekruh hükmü verilemeyeceğini söyleyenler de olmuş­tur. Doğrusu ikinci kavildir; çünkü şeriat onları haram olmaktan çıkar­mıştır. Bunlar şüphe götüren şeylerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): yâni: «Saba şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap!» buyurmuştur ki, vra da budur.»

Ulemâdan bazıları: «Şüpheli şeyler helâldir ama vera' ve takva ica­bı teik edilirler.» demişlerse de Kurtubî bunlara şu cevabı veri­yor : «Bu söz doğru değildir; zîra helâl derecelerinin en aşağısı bir şeyi yapmakla yapmamanın müsavi olmasıdır ki, buna mübâh denir; böyle bir şeyde ise vera* ve takva tasavvur edilemez; çünkü bir tarafı diğerine tercih edilmiş; böylelikle o şey mübâh olmaktan çıkmıştır.

Bu takdirde o şeyin ya terk edilmesi tercih olunacaktır ki, mekruh dediğimiz budur; yahut yapılması tercîh edilecektir; buna da mendup diyoruz.

Yukarıda zikri geçtiği verinle delili açık ihtimalden hâli kalmayan tabaklanmış ölü hayvan derisi gibi şeylere gelince :   îmam Mâ1ik'in meşhur olan kavline göre böyle bir deri temiz değildir; binâenaleyh mayiâttan hiç birinde kullanılamaz; yalnız su için kullanılabilir; çünkü su, flarından biri değişmedikçe pisliği atar. İşte Hz.    İmamin vardığı budur; fakat şahsı hakkında böyle bir deriyi sü için kullanmak ekinirdi.

Ebû Hanîfe ile Süfyân-ı Sevrî (Radcyaltahû anhûma) nın : «Gökyüzünden yere düşmem benim için nebîzin [14] azı haramdır diye fetva vermekten ehvendir; ama kendim onu asla içmiş değilim; iç­mem de...» dedikleri hikâye olunur.

Demek oluyor kî, bu zevat fetvada tercih ile amel etmiş, fakat ken­di şahıslan hakkında takvaya riayetkar kalmışlardır.

Muhakkıklardan biri: Hakime gereken hüküm ahkâm hususunda müslümanlara kolaylık göstermek; kendisi hakkında sıkı davranmaktır; diyerek bu mânâyı kasdetmiştir. Bu vera'ın menşei: Şeriatın metruk hükmü nazar-ı itibara alabileceğini düşünmektir. Bu düşünceden de (bir meselede isabet eden bir kişidir) .sözü meydana çıkmıştır ki, İmam Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi budur. Onun mezhebinde (hilafa riâ­yet -olunur) sözü burada neş'et etmiştir.»

Hilafa riâyet meselesine İmam Şafiî dahî kaildir. Bunu bir­çok meselelerde tasrîh etmiştir.

Aynî diyor ki: «Buraya kadar anlatılanlardan bu hadîste zikri geçen ve korunulması gereken şüpheli şeyler hakkmda birkaç kavil hâ­sıl oluyor:

1- Bir mesele hakkında deliller birbirine muarız olur da şüpheye düşülürse bu gibi yerlerde bir taraf tercih edilinceye kadar tevakkuf yâni çekimser kalmak vâcib olur; zîra ortada delîl olmaksızın bir tarafın hük­münü tercîhe kalkışmak haramdır.

2- Şüpheli şeylerden murâd: Mekruhlardır. Hattâbî, Ma­zirî ve diğer bir takım ulemânın kavilleri budur. Ulemanın ihtilâf et­tikleri yerler dahî buraya dahildir.

3- Şüpheli şeyler mubahlardır. Bâzılarına göre kendisinden çeki-nilen helâl demektir. Bu kavli Kurtubî'nin nasıl reddettiğini az yu­karıda gördük.   Kurtubi  burada şunları da ilâve ediyor: «Bu ka­vil şeriattan malûm olan bir hakikati ortadan kaldırmaya müeddî olur. Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Setlem) ile ondan sonra gelen dört halîfesi ve ekseri ashabı mubah şeylere rağbet göstermeyip iyi yemeyi, yumu­şak elbise giymeyi ve güzel evlerde yaşamayı kabul etmemiş; bunların .zıdlarmı yapmışlardır; bu hakikat onların sîretlerinde nakledilmiştir; de­nilirse, cevap şudur:

Onların bu hâli şer'î bir mûcib bulunup mezkûr fiillerin terkini ik­tiza ettiğine hamlolunur. Yoksa mubahdan kaçınmamışlardır. Çünkü mu­bahın hakikati iki tarafın   (yâni yapıp yapmamanın), müsâvî olmasıdır.

Onlar mekruhtan kaçınmışlardır; ancak bâzan şeriat mekruhu mekruh olduğu için-; bâzan da mekruha vardırdığı için istemez. Nitekim oruçlu bîr kimsenin karısını öpmesi bu kabildendir; zîra orucu bozmaya var-dırabilir. Onun için de mekruhtur. Bizim buradaki meselemiz de böyle­dir. Çünkü ashâb-ı kiram ya dünyaya dalmak suretiyle hâlen, yahut âhi-rette hesaba çekilmek suretiyle ileride korktukları mefsedetlerin başla­rına geleceğini anlamışlardır...»

îyi yeyip iyi giyinmek hususunda Şafiîyye ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hâmid El-Esferâînî: «Bu taat değil­dir.» demiş; Taberî taat olduğunu söylemiş; îbni Sabbağ: «Bu iş insanların hâline, ibâdete düşkünlüklerine, maksatlarına, fakirlik ve zenginlikle iştigallerine göre değişir.» mütaleâsmda bulunmuştur. Rafiî  bu son kavil için: «Doğrusu da budur.» diyor

Vukuu ihtimalden uzak olan şeyleri caiz görerek üzerinde durmak ise kaçınılması istenen şüpheli şeylerden değil vesvese kabîlindendir. Belki mahremi vardır endişesiyle büyük şehirden evlenmemek, ihtimal pislik karışmıştır diye ovadaki suyu kullanmamak, görmeden pislik bu­laşmış olabilir düşüncesiyle elbiseyi yıkamak ve sair buna benzer şeyler hep vesvese olup vera' ve takva ile alâkası yoktur. Bu gibi şeyler şeria­tın maksatlarını bilmemekten ileri gelir.

«îmdi bu şüphelerden kim korunursa dîni ve ırzı için berâet almış­tır...» Yâni dîni için noksanlıktan; ırzı için de ta'n edilmekten, dediko­dudan berâet hâsıl oldu demektir. Bu cümledeki dîn sözü Allah'a, ırz da İnsanlara teallüfc eden şeylere işarettir.

«Her kim bu şüphelere düşerse harama konar...» cümlesinin iki mâ­nâya ihtimali vardır. Birinci ihtimale göre bu cümleden murâd: Şüpheli şeylfrf çok yapa yapa nihayet harama tesadüf eder; bunu kasden yap­masa bile yapılan işde takrîr varsa günahkâr olur; demektir.

îkînei ihtimal şudur: Bir kimse dikkatsizliği âdet edinir; derken şüpheli bir, şeyi, arkasından daha şüphelisini irtikâb etmeye başlar. Ni­hayet biîe bile harama dalar. Nitekim selef bu mânâda: «Günahlar küf­rün postasıdır.» demişlerdir.

îbni Battal ( -444); «Bu hadîste hükümleri ihtilaflı olan şüpheli şeylerden korunmayıp onların hürmetini ayaklar altına alan kim­senin ırzı aleyhine dedikodu yolu açtığına delîl vardır.» diyor.

Aynî diyor ki: «Hâsılı ulemâ burada şüpheli şeyleri tefsir babın­da dört sey söylemişlerdir. Delillerin tearuzu, ulemânın ihtilâfı, mekruh ve mubah olan şüpheliler. Filhakika : Mekruh .helâl ile haram arasında yoldur.» derler. Mekruhu çok işleyen harama düşer. Mubah da helâl ile mekruh arasında bir geçittir. Binâenaleyh onu çok işleyen mekruha yol bulur.

«Korunan bir yerin etrafında hayvan otlatan çobanın hayvanlarım oraya kaçırması yakmcacık olduğu gibi...»

Bu cümle ile şüpheli şeyleri işleyen bir kimsenin hali bir ekinliğin kenarında hayvan otlatan çobanın haline benzetilmektedir. Burada bir teşbîh-i melfuf vardır; zîra malûm olan mahsus bir şeye benzetme yapıl­mış, mükellef çobana; insanın nefsi hayvanlara; .şüpheli şeyler ekinliğin etrafındaki sürüye; Allah'ın haram kıldığı şeyler ekinliğe; şüpheli şey­leri işlemek ekinlik kenarında sürü otlatmaya benzetilmiştir. Vechi şe-beh: Korunmamaktan dolayı lâzım gelen cezadır. Bu suretle teşbîh iki tarafı itibariyle melfûf; vechi şebehi itibariyle temsil olmuş olur.

«Dikkat!.. Her hükümdarın bîr mahrûsesi vardır. .» cümlesini Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltent)mi$&l olarak söylemiştir. îzâhı şudur: Eskiden Arap hükümdarlarının kendi hayvanlarına mahsus meraları olurdu. Buralara başkaları giremez; girerse cezalamrlardı. Hükümdarın hışmından korkanlar o yerlerin semtine uğramaz; korkmayanlar oralara sokulur; fakat yasak edilen yere farkına varmadan hayvanları girerek cezalanmaktan emîn olamazlardı. îşte bunun gibi Allah Teâlâ'mn da memnu* yerleri vardır ki, bunlar günahlardır. Bunları irtikâb edenler cezayı hak ederler. Şüpheli şeyleri yapmak suretiyle günahlara yaklaşan­ların o günahlara dalmaları da yakındır.

Bâzıları bu misâlin Şa'bî tarafından müdrec olduğunu söylemiş-ierse de bu iddia doğru değildir. Babımız rivayetinde Hz. Nu'mfin (Radtyattahû anh)'m : «Resûlüllah (SaltaUahU Aleyhi ve Sel!em)*l dinledim» diyerek İki parmağı ile kulaklarına uzanması, hadîsi bizzat Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğini sarahaten göstermektedir; cumhu­ru ulemânın kavilleri budur.

Mudga: Et parçası demektir. Burada kalbe et parçası denilmesi be­denin diğer uzuvlarına nisbetle kalbin küçüklüğünü göstermek içindir. Bununla beraber kalb bedenin sultam mesabesinde olup vücudun salâh ve fesadı ona bağlıdır. O iyi olursa teb'ası mesabesinde bulunan sair âza (fa iyi olur. Tıbb ilmine göre nutfeden ilk meydana gelen uzuv o imiş. Bütün kuvvetlerin, ruhun, idrakin menşeleri odur. Akıl da ondan başlar. İşte burada kalbin hassaten zikir buyurulması bu mânâlardan dolayıdır.

Hadîs-i şerîf kalbi ıslâha çalışmak, onu fesaddan korumak gerektiği­ne teTrfden delâlet etmektedir.

Ulemâdan bir cemaat aklın başta değil kalbte olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Mesele ihtilaflıdır.   Şâfiî1erle kelâm ulemâsına göre akıl kalbtedir. îmam Âzam, Ebû Hanîfe dimağda olduğuna kaildir. Bu meselede felsefe erbabının kavilleri Şâfiî1er'in; tabîbl e rinki İmam Âzam 'in mezhebine uymaktadır. Tabîbler: «Dimağ fesada uğrarsa akıl da bozulur.» derler. Nevevî : «Bu ha­dîste aklın kalbte olduğuna delâlet yoktur.» demiş ve et yememek için yemîn eden bir kimsenin kalb yemekle yemini bozulması meselesini de-lîl getirmiştir. Mamafih Şâfiî1er'in bu meselede iki kavli vardır. Birinci kavle göre yemîn bozulur; ikinciye göre bozulmaz; zira kalbe et denilmez; esah olan kavilleri de budur.

 

21- Deveyi Satıp Binmeyi İstisna Babı

 

109- (715) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüm ey r rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ, Âmir'-den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Câbir b. Abdillâh rivayet etti ki: Kendisi hastalanmış bir devesinin üzerinde gidiyormuş; derken deveyi başı boş bırakmak istemiş. Câbir diyor ki:

Müteakiben bana Peygamber (Saİlalîahü Aleyhi ye Sellem) yetişti; ve be­nim için dua ederek hayvana vurdu. Bunu müteâkıb deve öyle yürüdü ki (o ana kadar) böyle yürüdüğü olmamıştı.

«Bunu bana bir okıyyeye sat!» buyurdular. Olmaz, dedim. Sonra: «Sat onu bana!» buyurdu. Ben de bir okıyyeye sattım; ama üzerin­deki yükü evime götürmeyi istisna ettim. Yükü götürdüğümde deveyi kendilerine getirdim. Bana parasını saydılar. Sonra döndüm. Hemen ar­kamdan birini göndererek:

«Acaba deveni alayım diye sana fiyat kırdım mı dersin? Dirhemle­rinle birlikte deveni de al! O senindir.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Aliy b. Haşrem de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ yâni İbni Yûnus, Zekeriyyâ'dan, o da Âmir'den naklen haber verdi. Âmir; Bana Câbir b. AbdİHâh İbni Nümeyr hadîsi gibi rivayet etti, demiş.

 

110- (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Osman'ındır, (tshâk: Bize haber verdi; tâbirini kullandı.) Osman : Bize Cerîr, Mugîre'den, o da Şa'bî'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayette bulundu, dedi. Câbir şöyle demiş:

Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellemj'le birlikte gazada bulundum. Altımda nerdeyse yürüyemez hâle gelmiş hasta bir sucu devem olduğu halde bana yetiştiler; ve bana:

«Devene ne oldu?» diye sordular. Hastadır; dedim. Bunun üzerine Re- (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilerleyerek hayvanı sürdü ve ona dua etti. Bundan sonra hayvan bütün develerin önünde gitmeye başladı. Re-sûlüllah (SallaUahii A leyhi ve Sellem) bana :

«Deveni nasıl görüyorsun?» diye sordu. Afiyette (görüyorum), ona senin bereketin isabet etti; dedim.

«Onu bana satar mısın?» buyurdu. Ben utandım. Ondan başka su taşıyan devemiz yoktu. Ama : Evet, dedim; ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartiyle deveyi kendilerine sattım. Ona : Yâ Resûlâllah, ben damadım; diyerek kendilerinden izin istedim. Bana izin verdiler. Bu­nun Üzerine Medine'ye müteveccihen oradan ilerledim. Nihayet Medine'­ye vardım. Beni dayım (Cedd b. Kays) karşıladı ve deveyi sordu. Onun hakkında ne yaptığımı kendisine haber verince beni ayıpladı.

Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem), kendisinden izin istediğim va­kit:

«Ne aldın, bakire mi, dul mu?» diye sormuştu. Ben kendilerine dul aldım; cevâbını verdim.

«Birbirinİzle oynaşacağınız bir bakire ile evfense idin ya!» buyurdu.

— Yâ Resûlâllahî Babam vefat etti (yahut şehîd oldu). Küçük kü­çük kız kardeşlerim var. Onların emsaliy]e evlenip de (karımın) onları terbiye edemiyeceğinden, onlara bakamayacağından korktum da onlara baksın ve terbiye etsin diye dul ile evlendim, dedim.                 ;

Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelince deveyi ken­dilerine götürdüm. Bana parasını verdiler, deveyi de iade buyurdular.

 

111- (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Salim b. Ebi'I-Ca'd'dan, o da Câbir'den naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle demiş:

Resûliıttah (Sallallahü Aleyhi ve• Sellem)'\e birlikte Mekke'den Medine'ye yollandık. Derken benim devem hastalandı...

Câbir hadîsi kıssasiyle rivayet etmiştir. Bu hadîste şu da vardır:

Sonra bana:

«Şu deveni bana sat!» buyurdular. Ben:

  Hayır; o senindir; dedim.

«Yok! Sen onu bana sat!» dediler. Ben (yine) ;

  Hayır; o senindir yâ Resûlâllah! dedim. «Yok! Sen onu bana sat!» buyurdular. Ben :

  Bir adamın  bende  bir o kıy ye altın alacağı  var. Bu para muka­bilinde deve senin olsun! dedim.

«Onu aldım. Ama sen yükünü onunla Medine'ye götür!» buyurdular. Medine'ye geldiğimde ResûlüHah (Sallallahii Aleyhi veSellem)  Bilâl'e :

«Ona bir okıyye altın ver; biraz da ziyade et!» buyurdu. Bilâl bana bir okıyye altın verdi; bir kîrât da ziyade etti. Bunun üzerine ben : Re-sûlüllah (SallaUahü Aleyhi' ve SeUerrj)"m ziyâdesi benden ayrılmasın dedim. Bu para bir kesemin içinde duruyordu. Nihayet Harra harbinde onu Şam­lılar aldı.

 

112- (...) Bize Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhid b. Ziyâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cüreyrî, Ebû Nadra'-dan, o da Câbİr b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

  Bir seferde Peygamber (Sallallahu A leyhi ve Sellem)'e  beraber  bu-lunujorduk. Derken benim devem geri kaldı...

Câbir hadîsi hikâye etmiş. Bu hadîste şunu da söylemiştir :

  Bunun   üzerine   ResûlüHah {Sallallahii Aleyhi ve Sellem) onu dürttü. Sonra baıîa:

«Besmele ile bin!» buyurdular. Şunu da ziyâde etmiştir: Durmadan bana ziyâde ediyor ve : «Allah seni mağfiret buyursun!»  diyordu.

 

113- (...) Bana Ebu'r-Rabî' El-Atekî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Ebu'z-ZÜbeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle demiş:

— Vaktaki Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) yanıma geldi, de­vem de hastalanmıştı. Onu dürttü. Deve sıçrayıverdi. Bundan sonra ar­tık Resûl-ü Ekrem'in sözünü işiteyim diye dizginini kasıyor, fakat onu durduramıyordum. Nihayet Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) bana ye­tişti; ve;

«Onu bana sat!» dedi. Ben de deveyi ona beş okıyyeye sattım. Ama: «Medine'ye kadar sırtı benim olmak şartiyle!» dedim.

«Medine'ye kadar sırtı senin olsun!» buyurdular. Medine'ye geldi­ğimde deveyi ona getirdim. Bana bir okıyye ziyade verdi. Sonra deveyi bana hibe etti.

 

114- (...) Bize Ukbe b. Mükrem El-Anı mî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Beşir b. Ukbe, Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'ie birlikte seferlerinin birin­de (zannederim gâfcî olarak dedi) yola çıktını... diyerek hadîsi nakletti. Bu hadîste şunu da ziyade eyledi. Efendimiz :

«Yâ Câbir! Parayı tastamam aldın mı?» dedi. Ben, evet, cevâbını ver­dim.

«Para da senin, deve de senin olsun! Para da senin, deve de senin olsun!» buyurdular.

 

115- (...) Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhârib'den nak­len rivayette bulundu ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken dinlemiş:

Kestdulİah (Sal lallahü Aleyhi ve Seliem) benden iki okıyye bir dirheme yahut iki okıyye iki dirheme bir deve satın aldı. Sırar'a geldiğinde bir inek kesilmesini emir buyurdular. İnek kesildi ve cemaat ondan yediler. Medine'ye teşriflerinde mescide gelerek iki rek'at namaz kılmamı emir buyurdu; ve devenin kıymetini fazlasiyle tartıp verdi.

 

116- (...) Bana Yahya b. Habîb El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. El-Hâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. \Dedi ki) : Bize Muhârib, Câbir'den, o da Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu kıssayı haber verdi. Şu kadar var ki:

«Onu benden adını koyduğu bir para ile satın aldı.» dedi; iki okıy­ye bir dirhem veya iki dirhemi zikretmedi. Bir de :

«Bir inek kesilmesini emir buyurdu. İnek kesildi; sonra etini tak­sim etti.» dedi.

 

117- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zahide, îbni Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da Câbir'den nak­len rivayette bulundu kî, Peygamber (Sallatiahü Aleyhi ve Seliem) kendisine:

«Deveni dört dînâra aldım. Medine'ye kadar sırtı da senin olsun!» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesaî muhtelif lâfızlar ve değişik isnadlarla tahrîc etmişlerdir. Buhâri'nin «Sahîh»inde yirmi yerde rivayet edilmişitr. Kitabımızın «Nikâh» bahsinde dahî geçmişti.

Hz. Câbir (Radiyailahu anh) 'nın bu hadîsi meşhurdur* Hâdise bir rivayette Tebûk gazasında, diğer bir rivayette bir hangi seferde geçmiştir. Bu iki rivayet arasında birbirine zıddiyet yoktur. İbni İshâk'in Vehb b. Keysân 'dan naklen rivayet ettiği hadîste ise Zâtü'r-Rikaa' gazasında geçtiği zikrediliyor. Vâkıdî'nin rivayeti de bu şekildedir. Nitekim Tahâvî (238-321) rivayetinde bunun Mekke yolundan Medîne'ye dönerken vuku' bulduğu kaydedilmektedir ki, o da bu rivayetleri te'yîd eder; zîra Tebûk Mekke yolunda değildir. Zâtü'r-Rikaa' ise Mekke yolundadır. Süheylî, İbni İshâk'ın rivayetini kabul et­miştir.

Sırâr: Medîne'ye yakın bir yerdir. Bu kelime «Sarar» şeklin­de* de okunabilirse de Sırâr rivayeti daha meşhurdur. Hattâbi : «Sırâr, Medîne'ye üç mil mesafede Irak yolunca eski bir ku­yudur.» demiş; Kaadî Iyâz ise kuyu değil, bir yer ismi olduğunu tercih etmiştir. Bâzı rivayetlerde Sırâr yerine Dır âr denil­miştir; bu hatâdır. Aynı kelime bâzı nüshalarda gayri munsarif olarak rivayet edilmiştir; fakat meşhur olan rivayetlerde munsariftir.

Hz. Câbir (Radiyailahu anh) 'in : «Medine'ye varıncaya kadar hay­vanın sırtı benim olmak şartiyle deveyi sattım...» sözünden murâd: Yü­künü taşıtmasıdır.

Baîr: Yeni diş çıkarmış deve, bâzılarına göre yavru devedir.

Nâdıh: Su taşıyan devedir.

Okıyye: Nikâh bahsinde de görüldüğü vecihle eskiden kırk dirhem mânâsına gelirdi. Burada rivayetler muhteliftir. Bir rivayette «Beş okıy-yeye sattım; bana bir okıyye ziyâde verdi.» denilmiş; diğer rivayette : «îki okıyye ile bir yahut iki dirheme»; bir başka rivayette : «Bir okıyye altına»; bir diğerinde : «Dört dinara sattım» ifadesi kullanılmıştır. Buhari'nin rivayetlerinde ihtilâflar daha da çoktur. Bunların bâzılarında: «Sekiz yüz dirheme», bir rivayette : «Yirmi dinara sattım» deniliyor. ' Kaadî Iyâz'in naklettiğine göre Ebû Ca'fer Ed-Dâvûdî : «Bir okıyye altının miktarı bellidir; bîr okıyye gümüş ise kırk dir­hemdir.

Bu ihtilâfların sebebi: Râvilerin hadîsi mânâ itibariyle rivayet etmiş, olmalarıdır; ki bu caizidr...» diyor.

Burada okıyyeden murâd altındır. Nitekim Salim b. Ca'd'm rivayetinde bu şekilde tefsir edilmiştir. Artık mutlak okıyye rivayeti de buna hamlolunur. «Beş okıyye» rivayeti: Beş okıyye gümüş demektir. Zâten o zaman bu miktar gümüş bir okıyye altın ederdi. Demek oluyor ki, akdin bir okıyye altınla yapıldığı; fakat gümüş okıyyelerle ödendiği anlatılmıştır; hüküm birdir. Bütün söylenenlerin bir okıyye üzerine ya­pılmış ziyade olması da muhtemeldir. Nitekim Câbir (Kadiyaiiahü antıj «Bana ziyâde ettikçe etti...» demiştir. Dört dinar rivayeti de muvafıktır; çünkü o zaman bir okıyye altının dört dinar olması ihtimali vardır. İki okıyye rivayetine gelince: Bunlardan biri ile satış yapılmış; diğeri ziyâ­de olarak verilmiş olabilir. Nitekim: «Bana bir okıyye ziyâde verd.» de­niliyor. «Bir yahut iki dirhem» rivayeti Hz. Câbir'in : «Bana bir kî-rât ziyâde etti» sözüne muvafıktır. «Yirmi dinar» rivayeti ise o zaman kullanılan küçük küçük dinarlara hamledilir. Bir de «dört okıyye» riva­yeti varsa da bunda râvi şüphe ettiği için.nazar-ı itibâra alınmamıştır.

Harra harbinden murâd Medine 'nin taşlık arazîsinde hic­retin altmış üçüncü yılında Şamlılar'in yaptıkları yağma ve çar­pışmadır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Ahmed ,  Evzâî,   İshâk,   Ebû   Sevrve Ibnü'l-Münzir   bu hadîsle istidlal ederek, istediği zaman satıcı da binebilmek şartiyle hayvan satmanın caiz olduğunu söylemişler­dir,  İbni   Ebî   Leylâ    ile    İmam   Ahmed'in ikinci bir kavle göre böyle bir akid caiz, fakat şart bâtıldır. İmam   Mâlik bineR gidilecek mesafe yakın olmak şartiyle bu akdi caiz görmüştür.

Hanefîler'le İmam Şafiî'ye göre akid fâsiddir. Bu bâb-ta mesafenin hiç bir tesiri yoktur. ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e devenin kıymetini vermek istemiş, fakat hakikî satış kasdetmemiştir. Bir de buradaki şartın akidde dahil olmayıp önce yapıl­ması ihtimali vardır. Bu ise akde zarar vermez; şart akidde dahil olursa akid o zaman fasid olur.

2- Hadîs-i şerîf bakire ile evlenmeye teşvik etmekte ve onun fa­ziletini bildirmektedir.

3- nesûYûttah (Saltallahu Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Bilâl'e: «Ona bîr olay ye allın ver, biraz da ziyâde et!» buyurması borç öde­me ve hukuku edâ meselesinde vekâlet caiz olacağına; borç öderken bi­raz ziyade vermenin müstehablığına delildir.

4- Sığın boğazlamak değil, kesmek sünnettir. Maamafîh boğazla­mak da caizdir.

5- Seferden gelen kimsenin evvelâ mescide giderek iki rek'at na­maz kılması müstehabtır.

6- Hadîs-i şerif Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Seliem) 'in bir mu'ci-zesini haber vermektedir ki, o da yürüyemez hâle gelmiş bulunan deve­nin onun dokunmasiyle önüne geçilemeyecek derecede hızlanmasıdır.

7- Malını satışa arzetmeyen bir kimseye satış teklif edilebilir.

8- Büyüğün arkadaşlarının hallerini sorması ve onlara yapacakları işin yolunu göstermesi müstehaptır.

9- Hadîs-i şerif Hz. Câbir (Radiyallahû anh) 'in kız kardeşleri­nin istifadesi için bakire ile evlenmekten vaz geçmesinin bir fazilet ol­duğuna delildir. Câbir (Radİyallahû anh) 'in bir rivayete göre yedi, di­ğer bir rivayete göre dokuz kız kardeşi varmış.

10- Hayra delâlet etmek müstehaptır.

11- Sulehanm eserleriyle   teberrük etmek müstehaptır.   Zîra Hz. RestdüHah (Sallatlahü Aleyhi ve Seliem)'in ziyâdesini Harra  harbine ka­dar yanından ayırmamıştır.

12- Seferden dönen asker, kumandanın izniyle ordunun önüne ge­çebilir.

 

22- Bir Kimsenin Ödünç Bir Şey Alıp da Ondan Daha İyisini Vermek Suretiyle Ödemesi Babı ve «Sizin En Hayırlınız Borcunu En İyi Ödeyeninizdir, Hadisi

 

118-  (1600) Bize Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Mâlik b. Enes'den, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû Râfi'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamdan ödünç olarak genç bir deve almış. Sonra kendilerine sadaka malı bir takım develer gelmiş; ve Ebû Râfi'a o zatın devesini ödemesini emir buyurmuş. Derken Ebû Râfi' dö­nerek : Develerin içinde altı yaşındaki seçkinden faskasını bulamadım, demiş. Bunun üzerine:

«Ona onu ver; zîra insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyen­lerdir.» buyurmuşlar.

 

119- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HâHd b. Mahled, Muhammed b. Ca'fer'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Zeyd b. Eslem'den dinledim. (Dedi ki) : Bize Atâ' b. Yesâr, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âzadhsı Ebû Râfi'den naklen haber verdi. Ebû Râfi':

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ödünç olarak genç bir deve al­dı...» diyerek hadîsin mislini rivayet etmiş. Şu kadar var ki:

«Zîrâ Allah'ın kullarının en hayırlısı (borcunu) en iyi Ödeyenleridir.» şeklinde söylemiş.

 

120- (1601) Bize Muhammed b. Beşşâr b. Osman El-Abdİy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Seleme b. Küheyl'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:

Bir adamın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de alacağı vardı. Bu sebeple ona ağır lâkırdı söyledi. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) "hı ashabı onu paylamak istediler. Bunun üzerine   Peygamber (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) i

«Hak sahibinin gerçekten konuşma hakkı vardır.» diyerek onlara:

«Bu adam için bir baş deve satın alın da kendisine verin!» buyurdu.

Ashâb : Biz ancak onun devesinden daha a'lâsını buluyoruz; dediler.

«Öyle ise onu satın alın da kendisine verin; zira sizin en hayırlıla­rı rvzdan biriniz (yahut sizin en hayırlınız) borcu hususunda en iyi olanı­nı zd ir.» buyurdular.

 

121- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Alî b. Sâlih'den, o da Seleme b. Kübeyl'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ödünç bir baş deve aldı da (yerine) ondan daha üstün bir baş deve verdi ve:

«Sizin en hayırlılarınız borç ödeme hususunda en İyi olanlarınizdir.» buyurdular.

 

122- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Seleme b. Küheyl'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen riva­yette bulundu. Şöyle demiş:

Bir adam KesûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^ 'den alacaklı olduğu bir deveyi istemeğe geldi de:

«Ona kendi devesinden daha üstün bir baş deve verin!» buyurdu. Bir de:

«Sizin en hayırlınız, borç ödeme hususunda en iyi olanmizdır.» buyur­dular.

Aynı mânâda olan bu hadîslerden Ebû Hüreyre (Radiyaîîahü anh) rivayetini   Buhârî   «Vekâle» ve «İstikraz» bahislerinde; Nesâî   «Büyû'»da; îbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tah-rîc etmişlerdir.

Sinn: Zâtü*s-sinn yâni muayyen bir yaş sahibi mânâsına gelir. Lü­gat kitaplarında devenin on yaşma kadar her yaşta ayrı isim taşıdığı zik­redilir. Ebû Dâvûd bunları «Sünen»inde şöyle sıralamıştır: Huvar: Süt emen yavru deve; Fasîl: Memeden ayrılmış deve yavrusu; İbnü mehâd: İki yaşına girmiş erkek yavru; dişisine Bintü mehâd der­ler. İbnü Lebûn: Üç yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Bintü Lebûn denilir. Hıkk: Dört yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Hikka derler. Ceza': Beş yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Cezea derler. Seniy: Altı yaşma girmiş erkek deve, dişisine Seniyye denir. Rabâi: Yedi yaşına girmiş deve, dişisine Rabâıyye derler. Sedîs yahut Sedes: Sekiz yaşına girmiş deve; Bâzilt Dokuz yaşına'girmiş deve; Muhallef: On yaşına gir­miş deve demektir. Bu yaştan sonra devenin ayrıca adı yoksa da : «Bâ-zilu âm; Bâzilü âmeyn»; «Muhallefü âm, Muhallefü âmeyn, Muhallefü selâseti a'vâm...» diye isimler vererek on beş yaşına kadar çıkarlar.

Bekr: Devenin küçüğü mânâsına gelir. İnsanın küçüğüne çocuk de­nildiği gibi, devenin küçüğüne de Bekr, dişisine Bekra ve Kalûs denil­miştir.

Mehâsin: Kaadî Iyâz'ın beyânına göre mahsenin cem'idir; iyiler demektir, fakat ekseriyetle (ensen) in cem'i olan (ehâsin) şeklin­de kullanılır. Mehâsin aslında bedenin güzel yerleri demek olduğuna gö­re bu kelimenin «zevu'l-mehâsin» yâni- güzel uzuvlara mâlik mânâsında kullanılmış olması da ihtimâl dahilinde görülmüştür.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf ödünç almanın ve borçlanmanın caiz olduğuna de­lildir. Peygamber (Saîlallühü Aleyhi ve Sellem) borçlanmaktan  Allah'a sığı­nırdı. Öyle iken burada Ödünç alması ihtiyaçtan dolayıdır. İhtiyaç anın­da borçlanmak bütün ulemâya göre caizdir.

2- Bedenin sağlam ve evinde bulunan bir kimsenin başkasını tev­kil etmesi umumiyetle fukahâya göre caizdir.    İbni Ebî   Leylâ, İmam Mâlik, Şafiî ve Hanefîler'den Ebû Yusuf'la Muhammed'in kavilleri budur. Ancak   İmam   Mâ1ik'e göre vekilin dâvâlıya düşman olmaması lâzımdır. Bu takdirde dâ­vâlı razı olmasa bile tevkil caizdiı*.

Şftfiîler 'den «Et-Tevdîh» nâm eserin sahibine göre bu hadîs îmam Âzam'in aleyhine delildir. İmam Âzam bedenen sağ­lam ve evinde olan bir kimsenin vekâlet vermesini ancak hasmının rızâsı yahut hastalık veya üç günlük yol mazeretiyle kabul eder. Hadîs-i şerif onun kavline muhaliftir. Çünkü FeygamherfSallaUahü Aleyhi ve Selİem) bor­cu olan deveyi kendi nâmına ödemelerini ashabına emir buyurmuştur. Bu onları tevkil etmek demektir. Halbuki kendisi başka yerde yahut has­ta veya seferde değildi.

Aynî bu mütâleaya cevap vermiş; hadîsin İmam Âzam aleyhine delil olamayacağını, zira Hz. İmam'in böyle bir akid caiz değildir demediğini, binâenaleyh akdin ona göre de caiz olduğunu yal­nız ona göre akdin lâzım gelmediğini yâni dâvâlının dâva ve ihzar is­teme hakkının baki kaldığını söylemiştir ki, esah rivayete göre İbni Ebî Leylâ 'nın kavli de budur. Tevkil hususunda erkekle kadın arasında 'fark yoktur.

3- Hayvanı ödünç almayı caiz görenler bu hadîsle istidlal ederler. Evzâî, Leys, Malik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve   îshâk'in mezhepleri budur. Bu hususta üç mezhep vardır:

a) İmam   Şafiî,   Mâlik   ve cumhuru ulemâya göre bü­tün hayvanları Ödünç olarak almak caizdir. Bundan yalnız câriye müs­tesnadır. Zira cariyeyi cima'a hakkı olan bir kimseye ödünç vermek caiz değil, fakat cima'a hakkı olmayan birine meselâ cariyenin yakın akra­basına ödünç vermek caizdir.

b) Müzeni, İbni Cerîr ve Dâvûd-u   Zahirî 'ye göre hayvanlar gibi cariyenin de mutlak surette herkese ödünç veril­mesi caizdir.

c) İmam Âzam'la Küfe ulemâsına, Sevrî ve Hasen b. Sa1ih'a göre hiç bir hayvanı ödünç vermek caiz değildir. Bu kavil İbni Mes'ûd, Hu zeyfe ve Abdurrahman b Semura (Radivallahû anhûm) hazerâtından rivayet olunmuştur. Tahâvî (238-321) bu hadîsin ribâ âyetiyle neshedildiğini söylemiştir. Çünkü ribâ âyeti karşılığı olmayan her fazlalığı haram kılmıştır; bu mâ­nâ Ödünç alınan hayvanda da vardır. Bu gibi nesihler tarih delaletiyle olur. Burada fazlalığı yasak eden nass, onu mubah kılan nassdan sonra gelmiştir. Hadîs-i şerifte yalnız borcunu iyi ödeyenler medh olunmuş, fakat mutlak bırakılmış; bir sıfatla vasıflandırılmamış tır. Hâsılı ödünç alıp vermek ölçülen, tartılan şeyler gibi misli bulunan şeylerde olur. Misli olmayan şeylerde meselâ: Sayı hesabiyle satılan birbirinden farklı şeylerde caiz değildir.

4- ödünç alan kimse cins, tartı veya ölçü itibariyle aldığından daha âlâsını verebilir. Bu bir iyilikten ibarettir. Ancak buna kail olanlarca da iki tarafın bu ziyadeyi şart koşmamış olmaları lâzımdır. Ziyade şart koşulursa bilicmâ' ribâ olur,

5- Müslümanların   hükümdarı   fakirlerle   sair   müslümanlar   için Beytülmal'den ödünç bir şey alabilir; çünkü hükümdar bütün müslü-manlann vasî ve vekili gibidir.

6- Resûllüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in alacaklıya sadaka malın­dan verilmek üzere hakkından daha âlâsını tahsis buyurması müşkil sayıl­mıştır Zîra sadaka memuru sadaka malından teberru'da bile bulunamaz. Buna birkaç vecihle cevap verilmişse de Nevevî'ye göre en mu'te-med cevap şudur: Peygamber (SalUıllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz o de­veyi kendisi için ödünç almıştır. Sadaka develeri gelince onlardan birini hak sahibinden satın almış, bu suretle kendi malı olan bu hayvanı teber­ru' etmiştir.   Ebû   Hüreyre (Radiyailahu anh) rivayetinde :

«Onun için bîr baş deve satın alın!» Duyurulması da bunu gösterir.

Bâzıları: «Bu deveyi ödünç alan fakir bir adamdı. Peygamber (SalîaUahü AleyhiveSellem) ona sadaka hayvanlarından bir deve verdi.» de­miş; bir takımları da: «Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) o deveyi kendisi için değil, müslümanların başına gelen bir felâket içindi; ancak râvi mecazen kendisini göstermiştir; çünkü emri veren odur... şeklinde mütâlea yürütmüşlerdir.

7- Hak sahibinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize ağır lâkırdı söylemesi,    hakkım   şiddetlice   istediğine   hamlolunmuştur; yoksa küfrünü îcab edecek şekilde söğüp saymış değildir. Hak sahibinin yahudîlerden bir kâfir olması ihtimâli üzerinde duranlar dahî olmuştur.

 

23- Fazlalıklı Olarak Hayvanı Hayvanla Satmanın Cevazı Babı

 

123- (1602) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile tbntt Rumh riva­yet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bana bu hadîsi Kuteybe b. Soîd'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Efcu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etli. Şöyle demiş:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)e bir köle gelerek hicret üzerine ona bey'at etti. Efendimiz onun köle olduğunu sezemedi. Derken sahibi onu aramağa geldi. Peygamber (Sailalıâhü Aleyhi ve Sellem) ona:

«Bu köleyi bana sat!» buyurdu ve onu iki siyah köle mukabilinde satın aldı. Ondan sonra bir daha (Bu köle midir?) diye sormadan kim­seden köle almadı.

Neveî'nin beyanına göre bu hadîs köle sahibinin müslüman ol­duğuna hamledilmiştir. Zahire bakılırsa köle de .müslümandır. Müslüman bir köleyi kâfire satmak caiz değildir. Mâmâfîh kölenin yahut her ikisi­nin de kâfir olmaları ihtimal dahilindedir. Hicret için Peygamber (Sailalıâhü'Aleyhi ve Sellem) bey'at eden bu kölenin kendi malı olduğunu isbat etmiş olması lâzımdır.

Hadîs-i şerîf peşin olmak şartiyle iki köle mukabilinde bir köle sat­manın caiz olduğuna delildir. Tirmizî bu hadîsi tahrîc ettikten sonra: «Ulemâ bu hadîse göre amel etmişlerdir; peşin olursa iki köle mukabilinde bir köle satmak caizdir; veresiye olursa ihtilâf etmişlerdir.» demiştin

Bu hadîs Peygamber (Sallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüksek ahlâkına ve cömertliğine de delildir. Çünkü hicret etmek isteyen köleyi yalnız iste­ğini kabul ile bırakmamış; ona asıl maksadı olan sohbet şerefini bahşet­mek için kendisini satın almıştır. Hadîs-i şerifi Buhâri'den maada bütün «Sünen* sahipleri tahrîc etmişlerdir.

 

24- Rehin ve Rehinin Hazarda, Seferde Cevazı Babı

 

124- (1603) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Muhammed b. EI-Alâ' rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Yahya: Bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler:) Bize Ebû Muâviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da El-Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti, dediler. Âişe şunları söylemiş:

Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selkm) bir yahudîden  veresiye  zahire satın aldı da ona bîr zırhını rehin olarak verdi.

 

125- (...) Bize îshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Aliy b. Haşrem ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îsâ b. Yûnus, A'meş'den, o da İbrahim'­den, o da EI-Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. SoyIe demiş:

Resûlüllah (SallatlahU Aleyhi ve Selîem) bir yahudîden zahire satın aldı da ona demirden bir zırh rehnetti.

 

126- (...) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Mahzûmî haber verdi. (Dedi M) : Bize Abdülvâhid b. Ziyâd, A'meş'den naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:

İbrahim Nehaî'nin yanında selemin lâfını ettik de şuhları söyledi: Bize Esved b. Yezîd, Âişe'den naklen rivayette bulundu ki:

Resûlüllah (Saîlaİlahü Aleyhi ve Sellem) bir yahudîden bir müddete ka­dar zahire satın almış ve demirden bir zırhını ona rehin vermiş.

 

(...) vBize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gıyâs, A'meş'den, o da İbrahim'den naklen rivayet etti

«Bana Efcved, Âişe'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den bu hadisin mislini rivayet eyledi» demiş; demirden kaydını zikret-raemiş.

Bu hadîsi Buhâri «Büyü'», «İstikraz», «Cihâd», «Şerike», «Se­lem» ve «Megâzî» bahislerinin on bir yerinde; Nesâî «Büyû'»da; İbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Bu rivayetlerden   anlaşıldığına   göre   Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem} Efendimiz Ebû Şahme yahut Ebû Şahm denilen yahudî-den ailesi efradı i;in bir miktar arpa alarak ona «Zâtü'l-fudûl» nâmın-daki harp zırhını rehin vermiştir. Aldığı arpanın miktarı hususunda ri­vayetler muhteliftir. Bir rivayete göre otuz, diğerine göre yirmi, başka bir rivayetle kırk ölçektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu ar­payı, yahudîden alış-veriş caiz olduğunu anlatmak için almış olması da bir ihtimâldir. Arpa mukabilinde zırhını rehin etmesi verecek başka bir şey bulamadığındandır.

Gerçi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yin ailesi ei'radı için sene­lik zahiresini bir yerde biriktirirdiği sahih rivayetlerle sabit olmuştur, fakat bu borçlanma o zahire bittikten sonra olmuştur. Ulemâdan bazıları borçlanmanın gelen misafirler sebebiyle yapıldığını söylemişlerdir; bilâ­hare bunu Hz.   Ebû   Bekir   ödemiştir.

Resulü ükrem'Saltallahu A fevhi ve Sellem i 'in arpayı ashabının zengin­lerinden almayıp yahudîye. müracaat buyurması, ya ondan başka kimse­de bulunmadığından yahut sahabe arpayı kendisine teberru' ederek min­net altında kalmamak içindir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Veresiye satış caizdir. Îbnü'l-Arabî bunun bir ruh­sat olduğunu söylemişse de zahire göre ruhsat değil azimettir.   Kur'ân-ı  Kerîm 'deki müdayene âyeti buna delildir.

2- Yahudilerle alış-veriş caizdir.

3- Hazarda yâni evinde olan bir kimse rehin verebilir.  Mücâhid  ve ona tebean   Dâvûd.u   Zahirî 'ye göre rehin ancak seferde caizdir.

4- Harb edilen yerde yiyecek sıkıntısından dolayı silâh ve harb alâtı rehin verilebilir. Zîra aile nafakası farzdır; fakat düşmana silâh ve harb alâtı satılamaz.

5- Hadîs-i şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dünya ni'-metlerinin pek azına kanaat ettiğine delildir.

 

25- Selem Babı

 

127- (1604) Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâkıd rivayet etti­ler. Lâfız Yahya'nındır. (Amr: Bize rivayet etti, tâbirini kullandı.) Yah­ya : Bize1 Süfyân b. Uyeyne, tbni Ebî Necîh'den, o da Abdullah b. Kesîr'den, o da Ebu'l-Minhâl'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi, de­di. Ibnİ Abbâs şöyle demiş:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Setîem) Medine'ye geldiğinde Medîneli-ler meyvelerde bir ve İki seneliğine selem yapıyorlardı. Bunun üzerine:

«Her kim hurmada selem yapacaksa malûm ölçüde, malûm tartıda, malûm bir müddete kadar yapsın!» buyurdular.

 

128- (...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvaris, tbni Ebî Necîh'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Kesir, Ebu'l-Minhâl'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) geldiğinde halk selem yaparlar­dı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onlara:

«Kim setem yapacaksa ancak malûm bir ölçüde ve malûm tartıda yapsın!»   buyurdular.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve İsmâîl b. Salim hep birden İbni Uyeyne'den, o da İbni Ebî Necîh'den bu isnâdla Abdülvaris'in hadisi gibi rivayette bulundu; yalnız "malûm bir müddete kadar» kaydını zikretmedi.

 

(...) Bize Ebû Küreyb ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-rahmân b. Mehdi rivayet etti.

Her iki râvi Süfyân'dan, o da İbni Ebî Necîh'den isnâdlariyle İbni Uyeyne hadisinin mislini «malûm bir müddete kadar» kaydını zikrederek rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Selem» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Büyû'»da; Nesâî «Büyü'» ve «ŞurûUda; îbni Mâce   «Ticârât»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Selem ve selef bâzılarına göre takdîm ve teslîm mânâsına gelen iki müteradif kelimedir. Hattâ: «Selef Iraklılar 'in, selem ise Hicazlılar'ın lügatidir.» diyenler olmuştur. Şerîatte selem: Zimmette vasıflı olan bir malı peşin verilen bedelle satmaktır. Buna selem denil­mesi, resi mâlin o mecliste teslim edilmesindendir. Re's-i mâlin Önce verilmesine bakarak selef de denilmiştir; şu halde selef selemden daha umumî mânâ ifade eder.

Slem şeriatta bilittifak caiz olan satışlardandır. Ona yalnız Saîd b. El-Müseyyeb'in muhalif kaldığı rivayet olunur. «Et-Telvîh» nâm eserde: «Bir taife selemi kerîh görmüşlerdir; Ebû Ubeyde b. Abdillâh b. Mes'ûd 'un selemi kerîh gördüğü rivayet olu­nur.» deniliyor.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

Tartı ile satılan şeylerde selem yapılırken kaç kilo veya okka oldu­ğunu; ölçekle satılan şeylerde ölçek sayısını tâyin şarttır. Çünkü ölçek ve tartılar muhteliftir. Ancak bir yerde yalnız bir nevi' tartı ve ölçü bu­lunursa orada tâyîn şart değildir. Mutlak söylense de o yerin tartı ve ölçüsü anlaşılır. Ölçekle satılan şeylerde meselâ; Hicaz ölçeği, Irak kilesi diye tâyinin şart olduğunda ulemânın ittifakı vardır. Bundan do­layıdır ki, İbni Hazm: «Selem yalnız ölçü ve tartı ile satılan şeylerde caizdir.» demiştir. Ona göre hadîste zikredilmeyen şeylerde me­selâ; metre ile yahut sayı hesabiyle satılan şeylerde selem caiz değildir.

Hanfî1erce miktarı ve sıfatı belli olan her şeyde selem caiz olur. Bunda metre, arşın gibi şeylerle satılan mallar ve ceviz yumurta gibi aşağı yukarı aynı büyüklükte olup sayı hesabiyle satılanlar da da­hildir. Yalnız îmam Züfer'e göre sayı ile satılan malın taneleri birbirinden farklı ise, o malda selem caiz değildir.

î'mam Şafiî selemin yalnız tartı ile satılan şeylerde caiz ola­cağını söylemiştir. Şâfiîler'in «Er-Ravda» adlı fıkıh kitabında : «Ceviz ve badem gibi şeylerin kabukları birbirinden pek fazla farklı de­ğilse, tartı ile satmak caiz olduğu gibi, esah kavle göre ölçü ile dahî sa­tılabilirler. Fıstık ve fındık gibi şeyler de böyledir. Fakat karpuz, acur, sebze, ayva, nar, patlıcan, limon ve yumurtada muteber olan tartıdır.» deniliyor.   İmam   Ahmedin kavli de budur.

Mâ1ikî1er'in «El-Cevâhir» nâm kitabında beyân edildiğine göre İmam Mâlik sayı ile satılan şeylerde sayının kâfi geldiğine, tar­tıya lüzum olmadığına kaildir. Meğer ki, taneleri fiyat değişimini icab ettirecek derecede birbirinden farklı ola! O zaman yalnız sayı kail de­ğildir. Aynı eserde.: «Yumurta, patlıcan, nar, keza ceviz, badem gibi sa­yıya giren şeyleri sayı hesabiyle satmak âdet olmuştur; kahve de öyle­dir. Karpuz dahî birbirinden fazla farklı olmamak şartiyle aynı hüküm­dedir; Bunlara benzeyen her şeyin hükmü budur.» denilmektedir.

Madeni paralarda İmam Âzam'la Ebû Yûsuf'a göre selem caizdir. İmam Muhammed caiz olmadığına kaildir. İmam Mâ1ik'in ve bir rivayette İmam Ahmed'in mezhep­leri de budur. Diğer rivayete göre İmam Ahmed: «Tartı ile se­lem caizdir.» demiş; hattâ bir rivayette sayı ile de caiz olacağını söyle­miştir.

Madenî paralar hakkında İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet olunmuştur.

Altın ve gümüş paralarda selem bir kavle göre bâtıldır. Diğer bir kavle göre parası veresiye olmak üzere satış mün'akid olur. Bundan mu-râd: Meselâ; gümüş para için bir elbiseyi selem yapmaktır. Fakat birin­ci kavil daha sahihtir. İmam Şafiî ikinci kavlin esah olduğuna kaildir.

 

26- Yiyecek Şeylerde İhtikar Yapmanın Haram Kılınması Babı

 

129- (1605) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (De­di ki) : Bize Süleyman yâni İbni Bilâl, Yahya'dan —ki İbni Said'dir— rivayet etti. Şöyle demiş: Saîd b. El-Müseyyeb rivayet ederdi ES, Muam­mer şunları söylemiş: Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi veSellem)

«Her kim ihtikâr yaparsa âsî olmuştur.» buyurdu. Bunun üzerine Sa-îd'e: Ama sen ihtikâr yapıyorsun? dediler. Saîd:

Bu hadisi rivayet eden Ma'mer dahi ihtikâr yapardı; cevabım verdi.

 

130- (...) Bize Saîd b. Amr EI-Eş'asî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim b. İsmail, Muhammed b.  Aclân'dan, o da Muhammed b. Amr b. Atâ'dan, o da Said b. El-Müseyyeb'den, o da Ma'mer b. Abdillâh'dan, o

da ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yden naklen rivayet etti ki:

«Asîden başka kimse ihtikâr yapmaz!» buyurmuşlar.

 

(...) İbrahim dedi ki: Müslim şunları söyledi: Bana arkadaşlarımız­dan biri, Amr b. Avn'dan naklen rivayette bulundu. (Demiş ki) : Bize Hâlid b. Abdillâh, Amr b. Yahya'dan, o da Muhammed b. Amrd'an, o da Saîd b. El-Müseyyeb'den, o da Benî Adiy İbni Kâ'b kabilesinden biri olan Ma'mer b. Ebî Ma'mer'den naklen haber verdi. Ma'mer:

Resûlüllah (Salfallahü Aleyhive Seltem) şöyle buyurdular; diyerek Sü­leyman b. Bitâl'in, Yahya'dan rivayet ettiği hadîsin mislini zikretmiş.

Gassânî ve diğer hadîs âlimlerinin beyânına göre bu hadîsin son rivayeti Müs1im'in tahrîc ettiği on dört maktu' hadîsten biri­dir. Fakat Kaadî Iyâz: «Evvelce de söylediğimiz gibi böyle ha­dîse maktu' denilmez; bu ancak meçhulün rivayeti kabîlindendir.» diyor ki, doğrudur. Bu rivayetin zaran yoktur; çünkü İmam Müslim onu mütabeat olarak getirmiştir. Asıl hadîsi mevsuk râvilerin rivâyet-leriyle muttasıl olarak zikretmiştir. Buradaki meçhul râviyi Ebü Dâvûd ve" diğer hadîs imamları ismiyle rivayet etmişlerdir.

Hâtı': Âsî, günahkâr demektir. İhtikâr' lügatte : Toplamak ve hap­setmektir. Şerîatte ise: Şehirden veya erzak celbettiği yerden zahire sa­tın alarak, pahalanıncaya kadar hapsetmesidir. İhtikârın şartı, umuma zarar veren bir şehirde yapılmasıdır. Bâzıları ihtikâr sayılmak için pa­halılık zamanında satın alıp daha ziyade pahalanmasını beklemeyi şart koşmuşlardır.

Hanefîler'e göre umuma zararı olan yerde insan ve hayvan .yiyeceklerinde ihtikâr yapmak mekruhtur. Umûma zararı olmayan yer­de malım satmayıp   pahalılaşmasını beklemek ihtikâr . sayılmadığı gibi, tarlasından çıkan mahsulünü veya uzak yerden getirdiği zahiresini sat­mamak da ihtikâr değildir.

Şâfiîler bu hadîsle istidlal ederek hassaten yiyecek şeylerde ihtikârın haram olduğuna kaildirler. Yiyecek kabilinden olmayan şeyler­de bilittifak ihtikâr yoktur. İhtikârın men' edilmesindeki hikmet âmme­den zararı defetmektir. Hattâ bir kimsenin elinde zahîre bulunsa da halk Gna muhtaç olsalar başka zahîre bulamadıkları takdirde o kimse zahi­resini satmaya mecbur edilir. Hz. Ömer (Radiyallahu anh)ın : «Mek­ke'de zahîre ihtikâr etmeyin; zîra zulmü ilhâddır.» dediği rivayet olu­nur. Gerçi hadîs-i şeriften Saîd b. El-Müseyyeb ile râvi Ma'mer'in ihtikâr yapardıklan anlaşılıyorsa da İbni Abdilberr ile diğer bir takım ulemâ bunların zahîre değil, zeytinyağı ih­tikâr ettiklerini söylemişler; hadîsi ihtiyaç zamanında yiyecek saklamaya hamletmişlerdir. Nitekim Hanefî1er'le Şâfiî1er'in mezhep­leri de budur.

 

27- Alış-Verişte Yeminden Nehi Babı

 

131- (1606) Bize Züfaeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Safvân- El-Emevî rivayet etti. H.

Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. Her iki râvi Yûmıs'dan, o da tbni Şi-hâb'dan, o da İbni'l-Müseyyeb'den naklen rivayet etmişlerdir ki, Ebû Hü-reyre, ben Resûlüllah(SaUal!alıü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Yemin malın harcanmasına, kazancının elden gitmesine sebeptir.» buyururken işittim, demiş.

 

132- (1607) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. (İshâk: Bize ha­ber verdi, tâbirini kullandı.) Ötekiler: Bize Ebû Usâine, Velid b. Kesir'den, o da Ma'faed b. Kâ'b b. Mâlik'ten, o da Ebû Katâdete'l-Ensârî'-den naklen rivayet etti ki, Ebû Katâde Resûlüllah (SalialiahÜ Aleyhi ve Sellem)'iı

«Alış-verişte çok çok yemfn etmekten sakinini Zira yemîn (matı) har-çattırır; sonra yok eder.» buyururken işitmiş, dediler.

Ebû Hüreyre (Radiyallahu ank) rivayetini Buhar i, Ebû Dâvûd ve Nesâî «Bûyû'» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Ebû Katâde   rivayeti de aynı mânâdadır.

Bu rivâyetlerdeki yeminden naurâd: Yalan yere yemîn etmektir. Menfeka: Harcamaya sebep,   Memhaka: Bereketine gidermeye se­bep mânâlannadır. Bu kelimeler birer ismi mekân olup mübalega için kullanılmışlardır. Asılları masdar-ı mîmîdir. Aynı kelimeler: Münfika ve Mümhika şekillerinde ismi fail olarak da rivayet edilmişlerdir.

Hadîs-i şeriV her iki rivâyetiyle ahş-verişte çok yemin etmenin mem­nu' olduğuna delildir. Çünkü lüzumsuz yere yemîn etmek mekruhtur. Burada ona bir de malın revâc bulması inzimam etmektedir. Bir de müş­teri çok defa yemine aldanır.

Hâsılı yeminle mal satmak satıcının zannma göre malın harcanma­sına sebep olursa da hakîkatta bereketinin elden gitmesine sebep olur. Bu hem dünyevî, hem uhrevî tasavvur edilebilir. Dünyada malı telef clabilir; yahut faydasız yere harcanır. Âhirette ise sevabı kalmaz.

 

28- Şuf'a Babı

 

133- (1608) Bize Ahmed b.-Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den naklen ri­vayette bulundu. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü Hayseme, Ebu'z-Zübeyr'dcn, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş:

Resûlüllah (Saliallchü Aleyhi ve Sellem) :

«Bir kimsenin bîr yurdda veya hurmalıkta ortağı varsa o kimse orta­ğına bildirmedikçe satış yapamaz. (Ortağı) isterse alır; istemezse terk eder.»   buyurdular.

 

134- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız İbni Nümeyr'indir. İshâk bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Abdullah b. İd-rîs rivayet etti, dediler. (Demiş ki) : Bize İbni Cüreyc, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle demiş:

Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) taksim edilmemiş bulunan her ortaklıkta yurd olsun, bahçe olsun şuf'a hakkını hüküm buyurdu. Şeri­kine haber vermeden (ortağın) satış yapması kendisine helâl olmaz. (Şe­riki) isterse alır; dilerse terkeder. Şayet satar da şerikine haber vermez­se şeriki o mala -en lâyık kimsedir.

 

135- (...) Bana Ebu't-Tâhir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze İbni Vehb İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'z-Zübeyr haber yermiş ki, kendisi Câbir b. Abdillah'ı şunları söylerken işitmiş:

Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem):

«Şuf'a hakkı yere, yurda veya bahçeye ait her ortalıkta vardır. (Or­tağın) şerikine arzedip o da ya alıp yahut terk etmedikçe satışı muteber değildir. Bunu yapmazsa kendisine haber verinceye kadar şeriki o mala en lâyık kimsedir.»   buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Büyü'», «Şerike», «ŞuFa» ve «Terkü'l-Hıyel» bahislerinde; Ebû Dâvûd *Büyû'»da; Tirraizi ile İbni  Mâce  «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Şuf'a: Katmak, çift yapmak mânâsına gelen «şefea» fiilinden alın­ma bir isimdir. Fukahâya göre şuf'a: Bir kimsenin milkine bitişik bir akar satılırken kararlaştırılan kıymetini Ödemek şartiyle onu müşteriden cebren almastdır. Buna şuf'a denilmesi, bir hisseyi diğerine kattığı içindir.

Rab': Yurd, mesken ve yer mânâlarına gelir. Asıl itibariyle bu ke­lime bahar mevsiminde oturulan yerdir. Rab'a: Rab'ın müennesidir. Bâ­zıları müfredi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre rab' ismi cinstir.

Taksim edilmemiş bir akarda ortak olan kimsenin o akarda şuf a hakkı olduğunda bütün ulemâ müttefiktir. Hadîs-i şerîfde geçen «tak­sim edilmemiş her ortaklıkta...» ibaresinden murâd akardır.

Şuf'a kıyâsa muhalif olarak hadîslerle sabit olmuştur. Bundaki hik­met ortağın zararını önlemektir. Şufanın akara mahsus olması en ziyâ­de zarar ondan geleceği içindir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şuf'a hakkının yalnız akarda sabit olduğunu söyleyenler bu ha­dîsle istidlal 'etmişlerdir.

2- Evzâî, Leys  b.   Sa'd,    İmam   Mâlik,   İmam Şafiî,  İmam   Ahmed,   îshâk   ve   Ebû   Sevr   şuf'a hakkının yalnız hissesi ayrılmamış ortağa mahsus olduğunu, komşuluk sebebiyle bu hakkın vâcib olmadığını söylemişlerdir.

3- Sevrî,   Hasen  b.   Hayy,    îshâk,   bir rivayette İmam   Ahmed,   Ebû   Ubeyd   ve   Zâhiriyye   ulemâ­sına göre İki ortaktan biri hissesini diğerine arzeder; o da satın almazsa juf 'a hakkı kalmaz. Bu kavil    Hakem   b.    Uteybe- 'den de rivayet olunmuştur.

İmam Âzam, Mâlik ve Şâfiîler bununla o hakkın sakıt olmadığına kaildirler. Onlara göre ortak şahıs satıştan sonra da o malı alabilir. Çünkü şeriki arzettiği azman şuf'a hakkı henüz vâcib ol­mamıştır. O ancak satıştan sonra vâcib olur. Şu halde henüz vâcib olma­yan bir şeyi terk etmenin mânâsı yoktur; o şeyde hakkı vâcib olunca artık sükût etmez.

4- İbrahim   Nehaî,   Kaadî   Şureyh,   Sevrî, Amr   b.   Hureys,  Hasen   b.   Hayy,   Katâde, Hasan-ı Basrt,   Hammâd   b.   Ebî   Süleyman,   İmam Âzam,   Ebû   Yûsuf   ve   İmam   Muhammed:"   «Tarla, mesken ve bahçede şuf'a hakkı evvelâ hissesi ayrılmayan ortağa, sonra hissesi ayrılıp da yol veya  su hakkı kalan ortağa,  daha sonra bitişik komşuya sabit olur.» demişlerdir. Bitişik komşudan maksad : Evler arka arkaya olup kapısı başka yola açılan kimsedir.   Ata 'nm: «Şuf'a hakkı her şeyde hatta elbisede bile vardır.» dediği rivayet olunur. Bu söz bâzı Şâfiîler'le  İmam  Mâlik 'ten de rivayet olunmuşsa da  Kaadî Ebû Muhammed bunu kabul etmemiştir.

İmam Mâlik ile îmam Ahmed'in gemilerde şuf'a hak­kına kail oldukları rivayet edilmiştir.

5- Hanefîler'e göre şuf a hakkı yalnız bitişik komşuya mah­sustur.    Hasen   b.    Hayy,   ortaktan sonra mutlak surette komşu­sunun şuf'a hakkına mâlik olduğunu söylemiştir. Bir takım ulemâ şuf'a hakkını kazanacak komşuluğun  hududunu  satılık evin  etrafından  kırk hâne, diğer bâzıları her tarafından kırkar hâne olarak sınırlandırmışlar-, dır. Sabah namazını bir mescidde kılanlar komşudur, diyenler olduğu gi­bi, bütün    Medine   halkını birbirlerine komşu sayanlar da vardır.

6- Hadîsteki «şerik» tâbiri âmm olup müslümana da kâfire de şâ­mildir. Binâenaleyh   îmam   Âzam,    İmam   Mâlik, İmam Şafiî ve cumhura göre zimmîye de şuf'a hakkı sabittir. Şa'bî , Hasen   ve    İmam   Ahmed   müslüman aleyhine zimmîye şuf'a hakkı tamnamayacağma kail olmuşlardır.

7- Şehirliye olduğu gibi köylüye ve çölde yaşayana da şuf'a hakkı sabittir. Ebû   Hanîfe   ile    Sevrî,   İshâk,    Şafiî, îmam  Ahmed  ve cumhurun kavilleri budur. Şa'bî : «Şehir­de yaşamayanlara şuf'a hakkı yoktur.» demiştir.

Ortağının hissesini başkasına satmasına razı olduktan sonra şuf'a hakkım kullanarak o hisseyi almak isteyen şerikin hakkı bakidir. Hanefî1er'ce, Şafiî ve Mâlikîler'in mezhepleri bu olduğu gibi İbni Ebî Leylâ, Osman-ı Betti ve diğer birçok ulema da buna kaildirler.

Hakem, Sevrî, Ebû Ubeyd ve hadîs ulemâsından bir taifeye göre şerikin hakkı sakıt olur. îmam Ahmed 'den iki kavil rivayet olunmuştur.

 

29-  Komşunun Duvarına Mertek Çakma Babı

 

136- (1609) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, thni Şihâb'dan dinlediğim, onun da A'rec'den, onun da Ebû Hüreyre'-den naklettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah    (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)

«Hİç biriniz komşusunu duvarına mertek çakmaktan menetmesin.» buyurmuşlar. Bundan sonra Ebû Hüreyre şunları söylemiş:

«Aceb neden sizleri buna yanaşmaz görüyorum? Vallahi bunu sizin omuzlarınız arasına atacağım!*

 

(...) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet eyledi. H.

Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bize Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi B uhâri «Mezâlim» bahsinde; Ebû Dâvûd «Kazâ-da; Tirmizî «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmiş­lerdir.

Hadîsin başka rivayetlerinden anlaşıldığına göre Hz. Ebû Hüreyre bu hadîsi Medîne valisi bulunduğu sırada nakletmiş. As-hab başlarını önlerine eğmişler. Bunun üzerine : «Vallahi bunu sizin omuzlarınız arasına atacağım!» Bir rivayette: «Hoşunuza gitmese de gözlerinizin önüne sereceğim!» demiş.

Hattabî diyor ki: «Bu sözün mânâsı: Eğer siz bu hükmü kabul ve birrizâ onunla amel etmezseniz ben o merteği zorla sizin boynunuza yük­leyeceğim, demektir. Ebû Hüreyre bununla mubâlega kasdet-miştir.»

Nevevî'ye göre bu sözün mânâsı: «Bu hükmü sizin aranızda açık­ça söyleyip; omuzlarınızın arasına ağır bir şeyle vurur gibi onunla sizin canımu sıkacağım!» demektir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

Ulemâ bu hadîsin mânâsı üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına gö­re mânâsı, komşuya iyilik etmeye teşviktir; vücup ifade etmez. İmam Âzam ile îmam Mâ1ik'in kavilleri budur. MâlikîLer Men îbni Abdilhakem'in rivayetine göre İmam Mâlik: «Bir kimseye komşusunun duvarına mertek çakması için hükmedilemez. Biz bunu Resûlüllah. (Sallallahü A leyhi ve Setlem) 'in komşuyu tavsiyesi olarak kabul ediyoruz.» demiştir.

Bir takımları komşuya zarar vermemek şartiyle duvarına mertek çakmanın vâcib olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel, Dâvûd-u Zahirî, Ebû Sevr ve hadîs ulemâsından bir cemaatin mezhepleri de budur. Bu kavil Hz. Ömerı' Rcutiyallahii anh) 'dan rivayet olunmuştur. İmam Şafiî'-nin yeni mezhebinde bu mesele hakkında iki kavli vardır. Bunların meşhur olanına göre mal sahibinin izni şarttır. Fakat razı olmazsa mecbur edilmez.

 

30- Zulmü, Yer Gasb Etmeyi ve Saireyi Haram Kılma Babı

 

137- (1610) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Aliy b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail yâni İbni Ca'fer, Alâ* b. Abdirrahmân'dan, o da Abbâs b. Sehl b. Sa'd Es-Sâid'den, o da Saîd b. Zeyd İbni Amr b. Nüfeyl'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Salİallahü A leyhi ve Sellem)

«Her kim zulüm yolu ile bir karış yer alırsa, Allah onu kıyamet gü­nünde yedi kat yer (in dibin) den itibaren boynuna dolar.» buyurmuşlar

 

138- (...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ömer b. Muhammed rivayet etti. Ona da babası, Saîd b. Zeyd b, Amr b. Nüfeyl'den naklen rivayette bulunmuş ki, Ervâ evinin bir kısmı hakkında kendisinden dâ-vâcı olmuş da (Saîd) : Evi ona bırakın! Zîra ben Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem/l :

«Her kim hakkı olmaksızın bir karış yer alırsa kıyamet gününde yedi kat yer (in dibin) den boynuna dolanacak!» buyururken işittim. A İla hım! Eğer bu kadın yalancı ise gözünü kör et! Kabrini de evinde yap! demiş.

Râvi diyor ki: Sonra ben bu kadını kör olmuş; duvarları yoklarken gördüm. Bana Saîd b. Zeyd'in (bed) duası isabet etti; diyordu. Bir defa bu kadın evde dolaşırken bir kuyunun üzerine uğrayarak içine düşmüş; o da onun kabri olmuş.

 

139- (...) Bize Ebu'r-Rabî' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o*da babasından naklen rivayette bulundu ki, Ervâ binti Üveys, Saîd b. Zeyd'in kendi yerinden bir parça aldığım iddia etmiş ve onu Mervân b. Hakem'e da'vaya vermiş. Bunun Üzerine Saîd; Ben Resûlüllah (Sailatiahü Aleyhi ve SeHernl'den işittiğim şey­den sonra hiç onun yerinden bir şey alır mıyım? demiş. Mervân: Re-sûlüllan (SallaUahü Aleyhi ve SeUem/âen ne işittin? deyince : Ben Resûlüllah (Sa'dallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Her kim zulüm yolu ile bir karı? yer alırsa, yedi kat yer (in dibin) tt kadar boynuna dolanır.» buyururken işittim; cevabını vermiş. Bunun üze­rine Mervân kendisine: Bundan sonra senden bir hangi beyyine istemi­yorum; demiş. Saîd de: Allahım, eğer bu kadın yalancı ise gözünü kör et; ve kendisini kendi yerinde öldür! diye bed duâ etmiş.

Râvi diyor ki: Bu kadın kör olmadan ölmedi. Sonra bir defa kendi yerinde dolaşırken birden bir çukura düşerek öldü.

 

140- (...) Bize Ebû Bekir b. £bî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyyâ b. Ebî Zaide, Hİşâm'dan, o da babasından, o da Saîd b. Zeyd'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Ben Peygamber (Sailatlahü Aleyhi ve Seltem)'i:

«Her kim zulüm yolu ile bir kan; yer alırsa, o yer kıyamet gününde yedi kat yer (in dibin) den (başlayarak) o kimsenin boynuna dolanacaktır.» buyururken işittim.

 

141- (1611) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü A ieyhi ve Sellem):

«Eğer-bir kimse hakkı olmaksızın bir karış yer alırsa, Allah kıyamet gönünde onu yedi kat yer (in dibin] e kadar boynuna dolar.» buyurdu.

 

142- (1612) Bize Ahmed b. İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssamed yâni İbni Abdilvâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb yâni İbni Şeddâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya —ki İbni Ke-sîr'dİr—, Muhammed b. İbrahim'den naklen rivayet etti; ona da Ebû Se­leme rivayet etmiş. Ebû Seleme ile kabilesi arasında bir yer hakkında husumet varmış. Kendisi Âişe'nin yanına girerek bunu ona anlatmış. Âişe *

Yâ Ebâ Seleme, sen bu yerden sakın! Zîra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Bir kimse bir kanş kadar yer için zulmetse, o yer yedi kat yer (İn dtbin) den itibaren boynuna dolanır.» buyurdular.» demiş.

 

(...) Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebân haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yahya rivayet etti, ona da Mu ha mm e d b. İbrahim, ona da Ebû Seleme, Âişe'nin yanına girdiğini rivayet etmiş. Râvi yukarıki hadîsin mislini zikretmiştir.

Bu rivayetlerden Saîd b. Zeyd ve Ebû Seleme ha­dîslerini Buhâri «Mezâlim» bahsinde; ayrıca Ebû Seleme hadîsini «Bed'ül-halk»da tahrîc etmiştir.

Hu. Saîd (RadiyaUahü anh) hadîsinin muhtelif rivayetlerinden an­laşıldığına göre Ervâ binti Üveys namında bir kadın, yerimi gasbetti iddiasiyle Hz. Saîd'i Mervân'a şikâyet etmiş. Saîd (RadiyaUahü anh} cennetle müjdelenen on bahtiyardan biridir. Eski müs-lümanlardan duası müstecâb bir zâttı.  Mervân bu şikâyet üzerine Hz. Saîd'e bir hey'et göndererek tahkikatta bulunmak İstemişse de Hz. Saîd (RadiyaUahü anh) iddia edilen yeri derhal kadına bırakarak dâvayı kapatmış; kadına da bed duâ etmiş. Neticede kadın tamamiyle onun bed duasına uğramış.

Ulemânın beyânına göre bu hadîs, yerlerin de gökler gibi yedi kat olduğunun açık delilidir. Nevevi bunu beyândan sonra şunları söylüyor: «Fakat bu mumâseleti hey'et ve şekille te'vîl, zahire uygun de­ğildir. Hadîsteki yedi kat yerden murâd yedi iklimdir, diyenlerin sözü de böyledir; zîra yerler yedi tabakadır. Bu te'vîl bâtıldır. Ulemâ onu çöylt: iptal etmişlerdir: Eğer yedi kat yerden murâd yedi iklim olsaydı o zaman zâlimin boynuna kendi ikliminden geri kalan iklimlerden bir karışının dolanmaması îcâbederdi; halbuki yerin tabakaları böyle değil­dir; çünkü bu tabakalar mülkiyet hususunda o bir karış yere tabidirler; bir karış yere sahip olan bir kimse o yerin altındaki tabakalara da mâlik olur.

Boynuna dolanma meselesine gelince : Bu hususta dahi bir takım ihtimaller üzerinde durulmuştur. Ezcümle bazılarına göre bunun mânâ­sı, o bir karış yerin yedi kattan misli alınarak zâlime yüklenmek ve ta­şıması emrolunmak ihtimaldir. Bir takım ulemâ bu yer onun boynuna halka gibi takılır; zâlimin boynu uzatılır, demiş; bazıları bu işin güna­hının boynuna dolanacağım söylemişlerdir.

Taberî (224-310)'nin «Et-Tehzîb» nâm eserinde Ya'1a b. Mürra'dan rivayet olunan bir hadîste: «Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'in herhangi bir kimse zulmen bir karış yer alırsa Allah ona o yeri yedi kat yerin dibine kadar kazdırır; sonra kıyamet gününde bütün insanların hesabını görünceye kadar bunu onun" boynuna dolar.» buyu­rarak gasbedilen yerin nasıl boyuna dolanacağı beyan olunmuştur.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Zulüm ve gasb şiddetle haramdır.

2- Bir yere sahip olan kimse o yerin altına da tâ nihayetine ka­dar mâlik olur.  Başkalarının o yerin altına kuyu ve kanal gibi şeyler kazmasına mâni* olabilir. Bu hususta zarar görmesi veya görmemesi ba­his mevzuu değildir; zira yerin altı üstüne tâbi'dir.   Kurtubî 'nin be­yanına göre bir kimse arazîsin kazarak altında mâden veya benzeri bir çey bulsa ulemâdan bâzıları buna da mâlik sayılacağına kail olmuş, bir takımları ise bulunan şeyin umum müslümanlarm malı olacağını söyle­mişlerdir. Yerin üstü de o yere tâbidir. Binâenaleyh kimseye zarar ver-meml-k şartiyle yerin üstüne sahibi istediği kadar kat çıkabilir.

3- Yer gasbedilebilir.   îmam   Mâlik,   îmam   Şafiî ve   îmam   Ahmed   b.   Hanbel   ile   Hanefîler 'den 1mam   Muhammed   ve îmam   Züfer'in kavilleri budur. Hattâ bir zamanlar   îmam   Ebû   Yûsuf   da buna kaildi. Sonra­dan  îmam Âzam 'la beraber olarak: «Gasb ancak nakli mümkün olan şeylerde tahakkuk eder; çünkü zilyedlik ancak nakille giderilebilir; akarda nakil yoktur.» demişlerdir.   Hanefiyye 'den bâzılarının be­yanına göre   İmam   Âzam'la   îmam   Ebû   Yûsuf   dahî e karda gasbın   tahakkuk edebileceğine kaildirler.   Ancak ödemeyi îcâb edecek şekilde değildir.

4- Hz.   Saîd b. Zeyd   rivayeti, onun menkıbesine, duasının kabulüne ve zâlime bed duâ edilebileceğine delildir.

 

31-  Yol Hakkında İhtilaf Edildiği Vakit Yolun Ne Kadar Olacağı Babı

 

143- (1613) Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülazîz b. Muhtar rivayet etü. (Dedi ki) : Bize Hâlid El-Hazzâ', Yûsuf b. Abdillâhdan, o da bahasından, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayette bulundu ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Setîem):

«Yol hakkında ihtilâfa düşerseniz, yolun genişliği yedi arşın yapılır.»

buyurmuşlar.

Bu hadîsi   Buhâri  «Mezâlim» bahsinde tahrîc etmiştir.

Zira': Arşın demektir; hem nıüzekker hem müennes bir kelimedir. Bazı rivayetlerde müzekker, bazılarında müennes olarak zikredilmesi bundandır. Burada zirâ'dan murâd: Her beldede âdet olan arşın ve met­re gibi şeylerdir.

Açılacak- yol hakkında Nevevî şunları söylüyor: «Bîr kimse mülkü olan yerin bir kısmını gelip geçenlere yol ayırsa, bu yolun mik­tarı o kimsenin ihtiyarına bırakılır. Efdal olan yolu geniş bırakmaktır. Ama hadîsten murâd bu değildir. Şayet yol, bir cemaatin arazîsi arasın­da bulunur da onu yenilemek isterler ve şu kadar olsun diye bir miktar üzerinde anlaşırlarsa, bu anlaşma mu'teber olur; yolun ne kadar olaca­ğında ihtilâf ederlerse o zaman yol yedi arşın bırakılır. îşte hadîsten mu­râd budur. Ama yedi arşından daha geniş olarak yapılmış bir yol bu­lursak, bu yolun az da olsa hiç bir yerini benimsemeye kalkışmak hiç bir kimseye caiz değildir. Yalnız etrafındaki hâli yerleri işlemek caiz­dir. Yoldan geçenlere zarar vermemek şartiyle bu yeri ihya suretiyle mülk edinebilir...»

Tahâvî bu hadîsin yeni açılacak yollar hakkında olduğunu söy­lemiş; El-Mühelleb ( -83) : «Bu hüküm evlerin arasındaki yollır hakkındadır. Ev sahipleri aralarında yol açmak isterlerse yedi ar­şın genişliğinde yapmaları îcâbeder, tâ ki gelip geçenlere ve yük getirip götürenlere zarar vermesin.» demiştir.

Taberî bu hükmün ulemâya göre vücûp iiade ettiğini bildiriyor.

Bâzıları bu hadîsin ana caddeler hakkında olduğunu, mahalleler, ara­sında yeni açılacak yolların anlaşmaya bağlı olup yedi arşından daha az da olabileceğini söylemişlerdir.



[1] islâm devletî teb'asi müslimdir.

[2] Bâzı nüshalarda bunun yerine (Ebu Bekr) denümişse de doğrusu Ebû Küreyb'idr.

[3] Bu  rivayet  de Müslim'deki  muallâk  mâdİslerden  İbridir.

[4] Ebû  Seleme'nin   ismi   Mansur   b.   Seleme'dir   Kavilerden   biri   Künyesini,   diğer: İdmini sâ yi emiştir.

[5] Şafiî fıkhına dâirdir

[6] Hadîs ulemasının beyanına göre bu hadîsi yalnız başına Ebû Mes*att UkbenVbnfi Amr et-Ensârî rivayet etmsitir. Ukbetâ'bnü Âmir'in bu bâbda rivayeti yoktur. îsnadda ri-vilerden Ebû Hâlİd-i Ahmet'in vehmettiğini Beykarî .söylemiştir

[7] İmam Mufaammed'İn eseri

[8] Yemenli bir kabiledir.

[9] Takriben on sekiz litrelik ölçek.

[10] Sure-i Mâide, âyet: 90

[11] Sure-i  Bakare,   âyet:  275

[12] Fussilei âyet:  39

[13] Nevevî'nin beyanına göre: Taş ve cevher gibi şeylerle karışık altın mâ­nasına olsa gerektir. Çünkü okıyye kırk dirhem ağırlığı olduğuna göre bu mikdar hâlsi :.liin, iki veya üç dinarla satın alınmaz

[14] Hafif kaynatılmış hurma ve üzüm şırası