1- Meyve ve Ekinin Bir Kısmı Mukabilinde Müsakaat ve Muamele Babı
2- Fidan Dşkmenin ve Ekin Ekmenin Fazileti Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
3- Âfat (Telefatın) ı Hesaptan
Düşme Babı
4- Borcun Bir Kısmını Hesabdan Düşmenin Müstehab Oluşu Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
5- Sattığı Malı İflas Eden Müşterinin Elinde Bulan Kimsenin Onu
Dönebileceği Babı
6- Fakire Mühlet Vermenin Faziletş Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler.
11- Hicamet Ücretinin Helal Oluşu Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
12- Şarap Satmanın Haram Kılınması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
13- Şarap, Laşe, Domuz ve Putları Satmanın Haram Kılınması Babı
15- Sarf Babı ve Altının Nakden Gümüşle Satışı Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
16- Altını Gümüş Mukabilinde Veresiye Satmanın Yasak Edilmesi Babı
17- İçinde Boncuk ve Altın Bulunan Gerdanlığın Satışı Babı
18- Zahirenin Misli Misline Satılması Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
19- Ribayi Yiyenle Yedirene Lanet Babı
20- Helal İle Amel ve Şüpheli Şeyleri Terk Babı
21- Deveyi Satıp Binmeyi İstisna Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
23- Fazlalıklı Olarak Hayvanı Hayvanla Satmanın Cevazı Babı
24- Rehin ve Rehinin Hazarda, Seferde Cevazı Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
26- Yiyecek Şeylerde İhtikar Yapmanın Haram Kılınması Babı
27- Alış-Verişte Yeminden Nehi Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
29- Komşunun Duvarına Mertek Çakma
Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
30- Zulmü, Yer Gasb Etmeyi ve Saireyi Haram Kılma Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
31- Yol Hakkında İhtilaf Edildiği
Vakit Yolun Ne Kadar Olacağı Babı
Müsâkaat:
Sulamak mânâsına gelen (saky) den alınmıştır. Şeriat ıstılahına : Bağ ve
bahçeyi, mahsûlün bir kısmı mukabilinde birine vererek baktırmaktır.
Medîne1i1er buna muamele derler. Onların kendilerine mahsus tâbirleri vardır.
Meselâ; müzâreaya, muhabere; icâ-reye, bey'; mudârebeye, mukaareza; salata,
secde derler.
Kelimenin müşareket
bildiren (mufâale) babından kullanılması ya akid iki kişi arasında yapıldığı
için yahut taglîb suretiyledir. Müsâkaat müzârea gibidir.
1- (1551)
Bize Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir.
(Dediler ki) : Bize Yahya yâni el-Kattân, Ubey-dullah'dan rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Saliallahii
Aleyhi ve Seliem) Hayber halkına, orada çıkan meyve veya ekinin yarısı
karşılığında muamele yapmış.
2- (...) Bana
Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali yâni İbni Müshir
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen
haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş :
«Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) Hayber'i, çıkan meyve veya ekinin yarısı mukabilinde verdi.
Zevcelerine her sene kuru hurmadan seksen, arpadan yirmi vesk olmak üzere yüz
vesk veriyordu. Ömer hilâfete geçince Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)
'in zevcelerini ya kendilerine arazî ve su bölmek yahut her yıl onlara
veskları ödemek şartiyle muhayyer bıraktı. Onlar muhtelif hareket ettiler.
Bâzısı arazî ile suyu, bâzısı da her yıl vesklerin verilmesini ihtiyar ettiler.
Âişe ile Hafsa, arâ-tî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.
3- (...)
Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Ubeydullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi', Abdullah b. Ömer'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber halkına
oradan çıkan ekin veya meyvenin yarısı mukabilinde muamele yapmış.
Râvi hadîsi Alî b.
Müshir rivayeti gibi nakletmiş; yalnız :
«Âişe ile v Hafsa, arazî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.» cümlesini
zikretmemiş: «Peygamber 'Sallaîlahü Aleyhive Sellem) 'in zevcelerini,
kendilerine yer bölmek şartiyle muhayyer bıraktı.» demiş; suyu da
zikretmemiştir.
4- (...)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî, Nafî'den, o da Abdullah b. Ömer'den
naklen haber verdi. Şöyle demiş:
«"Hayber fethedilince
yahudîler Resulüllah (Sallallahü'Aleyhive Sellem) den, Hayber'de çıkan meyve ve
ekinin yansını vermek şartiyle çalışmak üzere kendilerini orada bırakmasını
istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu şartla dilediğimiz
müddetçe sizi burada bırakıyorum...» buyurdu. Sonra râvi hadîsi İbni Nümeyr'Ie
îbni Müshir'in Ubeydallah'dan rivayet ettikleri gibi rivayette bulunmuştur. Bu
rivayette : «Hayber'in yan gelirinden meyve iki paya bölünür; Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beşte birini alırdı» ifâdesini ziyade etmiştir.
5- (...)
Bize tbni Kumlı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Xeys, Mu-hammed b.
Abdirrahmân'dan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah
(Safta J/a/iü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi ki, Hayber'in arazî ve
hurmalıklarını, meyvesinin yansı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} *in
olmak şartiyle kendi mallarından işletmek üzere Hayber yahudilerine vermiş.
6- (...)
Bana Muhanımed b. Râfİ' ile İshâk b. Mansûr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Râfi'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni
Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mûsâ b. Uk-be' Nâfi'den, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet etti ki, Ömer b. Hattâb yahudîlerle hirîstiyanları
Hicaz toprağından sürmüş. Zâten Resûlüllab (Salialllihü Aleyhi ve Sellem)
Hayber fethedilince yahudîleri oradan çıkarmak istemiş. Orası fethedildiği
vakit arazî Allah ile Resulünün ve müs-lümanlarınmış. Bundan dolayı yahudîleri
oradan çıkarmak istemiş. Derken yahudiler çalışmayı üzerlerine almak ve
meyvenin yarısı onların olmak şartiyle kendilerini orada bırakmasını
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den dilemişler. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) onlara ;
«Bu şartla sizi
dilediğimiz müddetçe burada bırakıyoruz.» buyurmuş ve yahudiler tâ Ömer
kendilerini Teyma'ya ve Erîha'ya sürgün edinceye kadar orada kalmışlar.
Bu hadîsin iki
rivayetini Buhârî «Müzârea» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hayber: Medine ile Şam
arasında Medîne'ye dokuz konak mesafede bulunan münbit bir vahadır. Burada
yahudiler yaşarlardı. Vâhâyı müteaddit kalelerle tahkim etmişlerdi. Resûlüllah
[Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir.
Müslümanların Hayberli
sulhan mı yoksa harben mi fethettikleri ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin
beyânına göre bâzıları harben alındığını söylemiş; bir takımları sulh yolu ile,
daha başkaları ahâlisinin çekilmesiyle harpsiz darpsiz girildiğini ileri
sürmüşlerdir. Hattâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir
kısmının da ahâlisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi
: «Bir kısmı sulhan, bir kısmı da harben alınmıştır.> diyenler de vardır.
Kaadî Iyâz bu son kavlin esah olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile ona tâbi
olanların ve Süfyan b. Uyeyne 'nin kavilleri de budur.
Babımız
rivayetlerinden birinde :
«Orası fethedildiği
vakit arazî Allah ile Resulünün ve müslümanların îdi.» denilmesi bu yerin
harben alındığına delildir. Çünkü müslümanların hakkı ancak harbederek
aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivayetinde :
«Arazî yahudilerin,
Resulün ve müslümanlann idi.» denilmiştir ki, bu da o yerin sulhan alındığını
gösterir. E1- Mühe11eb bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Rivayetlerin
birincisi sulhdan önceki hâli, ikincisi de sulhdan sonraki hali beyân
etmektedir; zîra Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile, bir kısmı da harben
alınmıştır. Harben alman kısım tamamiyle Allah'a, Resûlü'ne ve müslümanlara
aitti; sulh yolu ile alınan kısmı ise yahudîlerindi; sulh akd edildikten sonra
müslümanlann oldu.
Müsâkaat ve müzâreayı
tecviz edenlerin en kuvvetli delilleri bu rivayetlerdir. Zîra Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Seîlem) 'in Hayber halkına, çıkan meyvenin yarısı
mukabilinde muamele buyurması müsâkaat, ekinin yansı karşılığındaki muamelesi
de müzâreadır. îmam Mâlik, Seyri, Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, muhadisler,
Zahirîler ve cumhûr-u fukahâ müsâkaatm caiz olduğuna kaildirler.
Hanefîler 'den İmam
Âzam'la Züfer'e göre müsâkaat da müzârea gibi hiç bir suretle caiz değildir. Müsâkaat
meselesi, müzâbeneden nehyeden hadîsle nesholunmuştur.
îmam Âzam babımız
rivayetlerini te'vîl etmiş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
Hayberliler'e yaptığı muamelenin müzârea ve müsâkaat değil, onlara bir iyilik
ve ihsan olmak üzere bir harâc olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre Resûîüllah
'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i ganimet olarak almıştı. Yahudilere hiç
bir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmını almak şartiyle
mallarım ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir. Buna harâc-ı mu-kâseme
derler. Harâc-ı tavzif gibi mukâseme de caizdir.
Harâc-ı mukâseme: İslâm hükümdarı tarafından mahsulün üçte bir, dörtte bir veya onda bir
gibi muayyen bir miktarı alınarak arazînin sahiplerine bırakılmasıdır. Bu
takdirde arazîden mahsul elde edilemezse sahiplerinden de bir şey alınmaz. Bu
bir nevi' cizye yâni zimmîlere [1]
mahsus vergidir. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr ve Ömer
(Radiyaîlahü anh) devirlerinde yahudüerden ayrıca cizye alındığı hiç bir
hadîste rivayet olunmamıştır. Eğer bu vergi cizye olmasa idi, yahudîlerden
cizye almak îcâbederdi. Bu hal İmam Âzam hazretlerinin te'vîlinin sahîh
olduğunu gösterir.
Harâc-ı muvazzaf: Zimmîlerin
ziraata elverişli arazîsinden dönüm basma alınan bir sâ' ve bir dirhemlik
vergidir.
Müşâkaatı caiz
görenler onun ne gibi ağaçlar hakkında yapılacağı hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Dâvûd-u Zahirî'ye göre müsâ-kaat yalnız hurmada caizdir. Çünkü bu
bir ruhsattır; jıasean beyân edilen ağaçtan başkasına teşmil edilemez.
îmam Şafiî yalnız
hurma ile üzüme mahsus olduğunu söylemiştir. Müsâkaat ona göre de ruhsat ise
de birçok yerlerde üzüme hurma hükmü verildiği için burada da ikisine bir hüküm
vermiştir.
İmam Mâlik «Her nevi
ağaçta müsâkaat caizdir.» demiştir.1 Şafiî 'nin bir kavli de budur. Mâ1ik'e
göre müsâkaatm tecviz edilmesine sebep, ihtiyaç ve maslahattır. Bu ise bütün
ağaçlara şamildir; binâenaleyh hurmaya kıyasen bütün ağaçlarda müsâkaat
caizdir.
Hadis-i şerifte:
«Çıkan mahsûlün yansı karşılığında...» buyurulma-sı, müsâkaatm yan, üçte bir ve
dörtte bir gibi muayyen bir cüz' mukabilinde yapılacağına delildir. Meçhul
miktarla meselâ : Mahsulden bir şeyler vermek şartiyle müsâkaat yapmak caiz
değildir.
İmam Şafiî ve ona
muvafakat eden birçok ulemâ müstakil-len müzâreaya cevaz vermedikleri halde
müsâkaatle birlikte olursa ona tebean müzâreanın da caiz olduğunu
söylemişlerdir. Delilleri: Bu hadîste müzâreanın müsâkaat üzerine atfedilerek :
«Meyve veya ekinin yarısı karşılığında...» denilmiş olmasıdır. Zira onlara
göre: Nazımda kıran, hükümde müsavat îcâbeder. Yâni bir delilde iki şey yan
yana zikredilir ve biri diğeri üzerine atfolunursa ikisinin hükmü de bir olur.
Burada mü-zârea, müsâkaat üzerine atfedilmiştir. Müsâkaat caiz olunca ona tâbi
olan müzârea da caizdir. Binâenaleyh bir kimse ile yemiş ağaçları hakkında
müsâkaat yapan, arazîsini işlemek için müzârea da yapılabilir.
İmam Mâlik müstakillen
olsun müsâkaata tebean olsun mü-zâreayı tecvîz etmemiştir. Yalnız ona göre
müsâkaat akdiyle bahçe alan bir kimse ağaçların arasındaki arazîyi ekebilir.
îbni Ebî Leylâ,
Hanefîler 'den îmam Ebû Yûsuf ile îmam Muhammed, şâir Küfe ulemâsı,
mu-haddisler, İmam Ahmed, îbni Kuzeyine, îbni Süreyh ve diğer bir takım ulemâ
müzârea ile müsâkaatm birlikte olsun ayrı ayrı olsun yapılabileceğine kaildirler.
Nevevî : «Zahir ve muhtar olan kavil budur.» dedikten sonra Hayber'deki
müzâreanın müsâkaata tebean değil, müstakillen yapıldığını söylemiş;
müslümanîann, asırlar boyunca müzârea yapageîdiklerini hatırlatmıştır.
Resûlüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem) kâfirleri Arap yarımadasından çıkarmaya niyetli idi. Nitekim
veratına yakın bunu emir de buyurmuştu. Onun için de yahudî1er'in isteklerini
muvakkaten kabul etmiş:
«Dilediğimiz müddete
kadar sizi burada bırakıyorum.» buyurmuştu.
Zahirîler hadîsin bu
cümlesiyle istidlal ederek müsâkaatm meçhul müddetle de yapılabileceğine kail
olmuşlardır. Cumhura göre müsâkaat, İcâre gibi malûm bir müddet için yapılır;
müddeti belli/olmayan müsâkaat caiz değildir. Çünkü Peygamber (Saîlallahü A
leyhi ve Sellem) 'in bu sözü yahudîlerle müsâkaat akdi değil, maslahat îcâbı,
bir müddet daha Hayber'de kalmalarına müsaade idi; onlarla müsâkatı bundan
sonra yapmıştı.
Bâzıları: «Meçhul
müddetle müsâkaat yapmak İslâm'ın ilk devirlerinde Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'e mahsus olmak üzere caizdi.> demiş; bir takım ulemâ da
Hayber'de kalmak için yahudîlere malûm bir müddet tâyîn edildiğini, hadîsin bu
cümlesiyle Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellenı)'in ;
<*Bu malûm müddet
bitince sizi buradan çıkarırız.» demek istediğini söylemişlerdir. Bu takdirde
murâd : Müsâkaatm nikâh* ve satış gibi mü-ebbed değil, muvakkat bir akid
olduğunu beyandır.
Ebû Sevr mutlak olarak
akdedilen müsâkaatın bir sene müddet iktizâ ettiğini söylemiştir.
Hadîsteki: «Kendt
mallarından işletmek üzere...» ifâdesi müsâkaatla bahçe alan kimsenin
vazifesini bildirmektedir. Bu vazife ağaçlan sulamak, budamak, aşılamak,
köklerini temizlemek ve kazmak, yemişini korumak, zamanı gelince toplamak gibi
her sene yapılan hizmetlerdir. Duvar yapmak, < hendek kazmak gibi her yıl
tekerrür etmeyen işlerse mal sahibine aittir.
Babımız rivayetleri
kahran alman arazînin şâir menkul mallar gibi gaziler arasında ganimet olarak
taksim edileceğini göstermektedir. Zîra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
Hayber arazîsini taksîm etmiştir.
Mâlikîler: «Bu gibi
arazîyi İslâm hükümdarı müslümanlara vakfeder. Nitekim Hz. Ömer Irak arazîsini
vakfetmiştir.» demişlerdir.
İmam Âzam 'la Küfe
ulemâsına göre hükümdar îcâb-ı hale göre muhayyerdir. Gerekirse taksîm eder;
îcâbında arazîyi sahiplerine bırakarak onları haraca bağlar.
Nevevî'nin beyanına
göre Yahudilerle yapılan muamele ganimetler taksîm edilip gaziler hisselerini
aldıktan sonra onların rızâ-lariyle olmuştur.
Hz. Ömer'in Yahudiler
'i sürgün ettiği Teymâ' Medine ile Şam arasında Medîne'ye yedi-sekiz konak
mesafede bir yerdir. Erîhâ' ise Şarkı'l-Ürdün'de sarp yollarla çıkılan dağlık
arazîde bir şehirdir. Beyt-i Makdis'e at yürüyüşü ile bir günlük mesafededir. Ömer
(Radiyallahü anh) 'in Hayber 'den yahudîler'i sürmesi Arap yarımadasından
gayri müslimlerin çıkarılması hususundaki hadîsten yalnız Hicaz kastedildiğine
delildir. Zîrâ Teymâ' Arap yarımadasından ma'dûddur, fakat Hicaz 'dan değildir.
Vâki-dî Hicaz'ı: «Medîne'den Tebûke; ve Medine 'den Küfe yoluna kadar olan yerlerdir.» diye tahdîd
etmiştir.
7- (1552)
Bize tbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Abdülmelik, Atâ'dan, o -da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) :
«Bİr müslüman bir ağaç
dikerse, o ağaçtan yenilen (yemiş) mutlaka onun için sadakadır. O ağaçtan
çalınan (yemiş) onun için sadaka, yabanî hayvanların yediği sadaka, kuşların
yediği dahî onun için sadakadır. (Hasılı) bir kimse o ağacı (n yemişini yeyip)
azaltırsa, bu onun için mutlaka sadaka olur.» buyurdular.
8- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys,
Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi İd, Peygamber (Salktlhhü Aleyhi ve Sellem) hurmalığının
içinde bulunan Ümmü Mübeşşir-i Ensâriyye'nin yanına girerek ona :
«Bu hurmalığı kim
dikti, müslüman mı, kâfir mi?» diye sormuş.
Ümmü Mübeşşir :
— Müslüman (dikti) cevabını vermiş.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Salîallühü Aleyhi re Sellem):
«Eğer bir müslüman bir
ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan yahut hayvan veya başka bir şey
yerse, bu onun için mutlaka sadaka olur.»
buyurmuşlar.
9- (...)
Bana Muhammed b. Hatim ile İbni Ebî Halef rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ravh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Ab-dillah'ı şunu söylerken işitmiş : Ben
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Eğer müslüman bir
adam bir fidan diker veya ekin eker de, ondan bir yabanî hayvan, kuş yahut
başka bir şey yerse, bunda onun İçin mutlaka sevab vardır.» buyururken işittim.
İbni Ebî Halef (Kuş
yahut başka bir şey yerine) : «Kuş bir şey* dedi.
10- (...)
Bize Ahmed b. Saîd b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekerİyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Amr b. Dînâr haber verdi ki, Câbir b. Ab-dillâh'ı şöyle derken işitmiş:
Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) bir bahçede Ümmü Ma'bed'în yanma girerek:
«Ey Ummü Ma'bed! Bu
hurmaları kim dikti; mütlüman mı, kâfir mi?» diye sordu. Ününü Ma'bed:
— Müslüman (dikti)
diye cevap verdi. Resulü Hah (Sal laİhhü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer müslüman bir
kimse ağaç diker de, ondan bir intan veya hayvan yahut kuş yerse, bu mutlaka
onun için kıyamet »ününe kadar bir tada ka olur.» buyurdu.
'
11- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gıyâs rivayet
etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
İshâk b. İbrahim de hep birden Ebû Muâviye'-den naklen rivayet ettiler. H.
Bize Amru'n-Nâkid dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Muhammed rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Fudayl rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayette bulunmuşlardır.
Amr, Ammâr'dan
rivayetinde; Ebû Küreyb [2] de
Ebû Muâviye*-den naklettiği rivayetinde ziyade ederek: «Ümmü Mübeşşir'den»
dediler. tbni Fudayl'in rivayetinde : «Zeyd b. Harise'nin karısından»; îshâk'ın
Ebû Muâviye'den rivayetinde ise : «Bâzan Ümmü Mübeşşir'den, o da Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem)'den dedi; bâzan demedi.» ibareleri vardır.
Bu râvilerin hepsi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen Ata', Ebu'z-Zübeyr ve Amr b.
Dinar hadîsleri gibi rivayette bulunmuşlardır.
12- (1553)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd ve Muham-med b. Ubeyd el-Guberî rivayet
ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı;
Ötekiler: Bize Ebû Avfine, Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti;
dediler. En e s şöyle demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer bir mOsfüman bir
ağaç diker yahut ekin eker de, ondan bir kuş veya insan yahut hayvan yerse,
bundan dolayı ona mutlaka sadaka olur.»
buyurdular.
13- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müslim b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebân b. Yezîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katade
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki, Nebiyyullah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) Ensârdajı bir kadın olan Ümmii Mübeşşir'in bir
hurmalığına girdi de:
«Bu hurmaları kim
dikti? Müslüman mı, kâfir mi?» diye sordu.
— Müslüman (dikti)
dediler. Râvi yukarıkilerin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsin Ahmed b.
Saîd rivayetinde Hz. Câbir b. Abdi11âh'dan nakleden râvi Amr b. Dînâr hakkında
Ebû Mes'ûdu Dimaşkî şunu söylemiştir: «Müs1im'in bütün nüshalarında bu hadîste
Amr b. Dînâr zikredilmiştir; halbuki burada malûm olan Câbir'den
Ebu'z-Zübeyr'in rivayetidir.»
Hz. Enes rivayetini
Buhlri «Müzârea» ve «Edeb» bahislerinde;
Tirmizi «Ahkâm»da muhtelif
râvilerden tahrîc etmişlerdir. Ağaç dikme hususunda İmam Ahmed b. Hanbel sahabeden
Ebû Eyyûb, Ebu'd-Derdâ\ Sâib b.H.al-lâd ve Muâz b. Enes hazerâtmdan hadîsler
rivayet etmiştir. Alî b. Abdi1âzîz'in «El-Müntehab» adlı eserinde Enes
(Radiyaîiahûanh)'dan güzel bir isnadla tahrîc ettiği bir hadîste: «Kesûlül-lah
(Sallallahü Aleyhi ve Selleml;
«Birinizin elinde bir
fidan bulunduğu halde kıyamet kopar da, henüz kopmadan o fidanı dikebilirse
hemen diksin!» buyurdular denilmektedir.
Rivayetlerin
bâzılarında Hz, Zeyd b. Harise 'nin zevcesi Ümmü Mübeşşir, bazılarında Ümmü
Ma'bed olarak zikredilmiştir. îbni Abdilberr: «Bu tadının Ümmü Bişr
binti'1-Berâ' b. Ma'rur olduğu söylenir.» diyor, Neve-vî, Ümmü Bişr dahî denildiğini
ilâve etmiş: «İsminin Huleyde olduğunu söyleyenler varsa da bu rivayet sahîh
değildir.» demiştir.
1- Ağaç
dikmek ve ekin ekmek pek faziletli birer ameldir. Ulemâ en faziletli kazanç
yolunun ne olduğunda ihtilâf etmişlerdir.Bâzıları bunun ticâret olduğunu,
bâzıları el sanatı, bir takımları da ziraat olduğunu söylemişlerdir.
Hadîslerin ekserisi el sanatının en faziletli kazanç yolu olduğunu
göstermektedir.
Hâkim'in
«Müstedrek»inde Hz. Ebû Bürde 'den rivayet ettiği bir hadiste:
«Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e en iyi kazancın ne olduğu soruldu da:
«Kişinin efinin emeği
ite mebrûr olan her alış veriştir;» buyurdular. denilmektedir. Hâkim: «Bu
hadîsin isnadı sahîhtir.> demiştir. Mâ-mâfih kazanç yollarının bâzısı helâl
olması yönünden, diğeri umûmun istifadesi cihetinden efdal olabilirler. Şu
halde hükmün ihtiyaca göre değişmesi îcâbeder. Zirâata ihtiyaç fazla olduğu
zaman halka hizmet için zirâatla; ticârete ihtiyaç çoğaldığında ticâretle
meşgul olmak daha faziletlidir.
Aynî bu tevcihi beğenmiştir.
2- Âhirette
hayırlı amellere terettüb edecek sevap müslümanlara mahsustur. Çünkü ibâdet ve
tâatler ancak müslüman olanlardan kabul edilir. Bir kâfir çeşme veya köprü
yaptırsa; yahut sadaka verse âhireti için bir faydası yoktur. Yalnız dünyada
mükâfatını göreceğine dair hadîs varid olmuştur. Gerçi Enes (Radiyallahü anh) hadîsinin bâzı rivayetlerinde
müslüman yerine : «Bir kul ağaç dikerse...» denilmiştir. Kul tâbiri müslümana
da, kâfire de şâmil ise de, mutlak olan o rivayet buradaki (müslüman)
kaydiyle mukayyed rivayetlere hamlolunur. Fakat müslüman tâbirinde
müslüman kadın da dahildir; zîra sevap istihkakı hususunda erkekle kadın
müsavidir.
3- Ağaç
diken veya ekin eken kimse bundan sevap kasdetsin etmesin kendisine sevap
verilir. Hattâ fidanı diktikten, ekini ektikten sonra satsa, yaptığı iş rızk bâbmda
insanlara yardım olduğu için yine sadaka yerine geçer.
Hadîsin buradaki bir
rivayetinde:
«Onun için kıyamete
kadar sadaka olur.» buyuruluyor. Acaba ağaç veya ekin bitip yetse de sevabı
devam edecek mi, yoksa bu sevap ağaç ve ekinin devamı müddetince mi verilecek?
şeklinde bir suâl hatıra gelirse Aynî buna: «Zahire bakılırsa murâd
ikinciisdir.» diye cevap veriyor. Yâni ağaç ve ekin devam ettiği müddetçe sevap
verilir; demek istiyor. Nitekim Nevevî de: «Bu işi yapanın ecri ağaç ile ekin
ve onlardan yetişen ağaçlar, ekinler devam ettiği müddetçe kıyamete kadar
devam edecektir.» diyerek bu ciheti biraz daha izah etmiştir.
4-
Müslümana; çalınan ve hayvanlar tarafından telef edilen malından dolayı da
ecir verilir.
5- Hadîs-i
şerîf bir kimsenin arazîsini gerek kendisi gerekse gelecek nesli için i'mârda
bulunmasına teşvik etmektedir.
14- (1554)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, İbni Cüreyc'den
naklen haber verdi. Ona da Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdi11âh'dan naklen haber
vermiş ki, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem):
«Eğer dîn kardeşine
meyve satarsan...» buyurmuş. H.
Bize Muhammed b. Abbâd
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Damra, İbni Cüreyc'den, o da
Ebu'z-Zübeyr'den naklen rivayet etti, ki EbuVZübeyr, Câbir b. AbdiIIâh'i şunu
söylerken işitmiş: Resûlüllah (Saliaîtahü Aleyhi ve Seliem) :
«Dîn kardeşine yemiş
satar da, o yemişi âfet vurursa, ondan bir şey alman sana helâl olmaz;
kardeşinin malını haksız yere ne ile alacaksın!» buyurdu.
(...) Bize
Hasan El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim, îbni Cüreyc'den bu
is» adla bu hadîsin mislini rivayet etti.
15- (1555)
Bise Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve Alî b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail b. Ca'fer, Humeyd'den, o da Enes'-den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Seliem) kemâle gelmedikçe hurmanın yemişini
satmaktan nehî buyurmuş.
(Râvi Humeyd demiş
ki:) Bunun üzerine biz Enes'e: Yemişin kemâli nedir? diye sordu. Enes:
— Kızarması ve
sararmasidir. Ne dersin; Allah yemişi vermeyive-rirse, din kardeşinin malını
kendine ne ile helâl kılarsın? dedi.
(...) Bana
Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) :
Bana Mâlik, H «mey d-i TavU'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki,
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seliem) meyveyi kemâl buluncaya kadar
satmaktan nehî buyurmuş. (Oradakiler Enes'e) :
— Kemâl bulmak nedir? diye sordular. Enes :
— Kızarmasıdır; dedi ve şunu ilâve etti: Allah
meyveyi vermezse dîn kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılacaksın?
16- (...)
Bana Muhammet! b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülazîz b. Muhammed,
Humeyd'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Allah o hurmalığa
yemiş vermezse bir hanginiz dîn kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılar?»
buyurmuşlar.
17- (1554)
Bize Bişr b. Hakem ile İbrâhîm b. Dînâr ve Abdülceb-bâr b. Alâ' rivayet
ettiler, lâfız Bişr'indir. (Dediler ki) : Bize Siifyân b. Uyeyne, Humeyd-i
A'rac'dan, o da Süleyman b. Atîk'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âfât (telefatın)'ı hesaptan düşmeyi
emir buyurmuş.
Ebû İshâk —ki Müslim'in
arkadaşıdır—: Bize Abdurrahman b. Bişr, Siifyân'dan bu isnadla rivayette
bulundu; dedi.
Bu hadîsin Hz. Enes
rivayetini Buharı «Büyü'» bahsinde tahrîc etmiştir. Hz. Enes'in kitabımızdaki
üçüncü rivayeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e muttasıl ve merfu' gösterilmişse
de Dârekutnî bunu «Hâvilerden birinin vehmi» diye vasıflandırmış; hadîsin
Resûlüİlah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in değil, Hz. Enes'in sözü olduğunu
beyân etmiştir.
Cevâih: Câihanın
cem'idir. Câiha : Yemiş ve diğer malları helak eden âfettir. Büyük musibet ve
fitne mânâlarına da gelir.
Satılan meyve henüz
müşteri toplamadan dolu gibi semavî bir âfet sebebiyle telef olursa.'zararı
satıcı mı çeker; yoksa müşteri mi? meselesinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Hanbelîler 'den îbni
Kudâme «El-Muğnî» nâm eserinde şunları söylüyor:
«Bu mesele üzerinde
birkaç vecihle söz edilmiştir :
1- Câihanın
telef ettiği meyveler filcümle satıcının garantisi altındadır. Ekseri
Medîneliler'in kavli budur ki, Yahya b. Saîd-i Ensârî, İmam Mâlik ve Ebû Ubeyd
ile hadîs ulemâsından bir cemaat da bunlar meyanmdadır.
2- Câiha: Rüzgâr,
dolu, çekirge ve susuzluk
gibi insanın dahlü tesiri bulunmayan her âfettir.
3- Zâhir-i
mezhebe göre âfetin azı ile çoğu arasında bir fark yoktur. Ancak, tahdîd ve
inzibatı mümkin olmayacak derecede az ve telef elması âdet hükmüne giren miktara
itibar edilmez. İmam Ahrned: Ben on veya yirmi hurma tanesinde
itibâr edilecek demem; üçte birin ne olduğunu da bilmem; lâkin zarar üçte
birden, dörtte veya beşte birden fazla olursa hesaptan indirim yapılır;
demiştir. Başka bir rivayette İmam
Ahmed: Zarar ziyan malın üçte
birinden az olursa onu müşteri çeker; demiştir. İmam Mâlik ile eski mezhebine göre Şafiî 'nin kavilleri
de budur. Çünkü meyve ve ekinin bir kısmını ister istemez kuşlar yiyecek,
rüzgâr dağıtacak, bir kısmı da yere dökülecektir. Binâenaleyh bu zararla
semavî âfetin getirdiği zarar arasındaki had-din ta'yini lâzım gelir, Şeriatın
vasıyyet ve hastanın bağışı gibi yerlerde üçte biri nazar-ı itibâra aldığını
görüyoruz. Bu sabit olunca deriz ki: Âdetten fazla bir şey telef olursa,
telef olan miktar umumî kıymetten düşülür. Meyve veya ekinin hepsi telef olursa
akid bozulur; müşteri parasını geri alır. Bir kısmı telef olursa, malın üçte
biri miktarını yahut daha fazla tuttuğu takdirde, zararı miktarı umûmî
kıymetten düşülür. Zarar malın üçte birinden az ise kıymetten bir şey düşülmez.
Alanla satan âfette veya âfetin telef ettiği miktar hususunda ihtilâf ederlerse
söz satanındır, çünkü malda asıl olan, selâmettir.»
Selef ulemânın cumhuru
ile Sevrî İmam Âzam, Ebû Yûsuf, Muhammed, yeni mezhebinde İmam Şafiî, Ebû
Ca'fer Taberî ve Zahirîler: «Müşteri teslim almışsa âfet sebebiyle zayi' olan
malın miktarı az olsun çok olsun zarar kendine aittir; teslim almadan telef
olursa zara satıcınındır.» demişlerdir. Burada malın tesliminden murâd,
tahliye yâni müşteriyi malı ile baş başa bırakmaktır.
Âfetin sebep olduğu
zararın umumî nyattan düşüleceğine kail olanlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bu husustaki emri ve hadîsteki:
«Ondan bir şey alman
sana helâl olmaz.» cümlesiyle istidlal etmişlerdir. Bir de : «Ağaçların
sulanması ve bakımı sahibinin vazifesi olduğu için ağaçtaki meyveler ma'nen
onun elindedir ve teslimden önce telef olmuş gibidir.» derler.
Zararın umumî fiyattan
düşülmeyeceğim söyleyenler, bundan sonraki babın ilk hadîsiyle istidlal
etmişlerdir.
Bu rivayetlerde zikri
geçen: «Dîn kardeşinin malını kendine ne ile helâl kılarsın?» cümlesinden murâd
: Meyve telef olduğu zaman müşterinin parasına mukabil ortada mal kalmadığını;
binâenaleyh satıcının bu parayı haksız yere almış olacağını beyândır. Bu cümle
hükmün galibe (ekseriyete) göre verileceğine delildir.
18- (1556)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Bükeyrden, o da Iyâz
b. Abdillâh'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle
demiş :
Resûlüllah iSallaHahü
Aleyhi ve Selle m) zamanında bir adamın satın aldığı yemiş sebebiyle başına
belâ geldi; borcu çoğaldı. Derken ResûIüllah
«Ona sadaka verin!»
buyurdu; ve halk ona sadaka verdi. Ama bu onun borcuna yetmedi. Bunun üzerine
Rcsûlüîlah (Saîİallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtın alacaklılarına :
«Bulduğunuzu alın;
size bundan başka bir şey yoktur!» buyurdular.
(...) Bana
Yûnus b. Abdİlâlâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Bükeyr b. Eşecc'-den bu isnâdla bu hadisin
mislini haber verdi.
Satıcı müşteriye
teslim ettikten sonra semavî bir âfetle telef olan meyvenin parasını müşteri
geri alamaz diyenlerin delili bu hadîstir. Zira bu hadîste Resûiüllah
(Salİaliahii Aleyhi ve SeUem)zzr&T gören müşteriye sadaka yerilmesini emir
buyurmuştur. Eğer parasını geri almaya hakkı olsaydı buna hacet kalmazdı.
Onlar geçen hadîsteki âfet zararına tekabül eden meblâğın geri verilmesi emrini
istihbâb mânâsına hamletmişlerdir.
Yahut bu emir meyve
kemâle gelmeden satıldığı zamana mahsustur; derler. Âfet sebebiyle zayi' olan
meyvenin zararını satıcıya yükleyenler bu hadîsteki borçlanma meselesine kargı
şu cevabı vermişlerdir: İhtimal meyve kemâle geldikten sonra müşterinin ihmâl
ederek toplamaması yüzünden telef olmuştur. Bu takdirde zararı müşteri çeker.
Bundan dolayıdır ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadisin sonunda:
«Size bundan başka bir
şey yoktur.» buyurmuştur. Âfet zararlarının bedeli iade edilmeyecek olsa.
alacaklılar kalan paralarını da isterlerdi. Muhalifleri de bunlara cevap vermiş
ve : «Hadîs-i şerif: «Size şimdilik bundan başka bir şey yoktur. Bu zât fakir
kaldığı müddetçe ondan alacak istemeniz
size helâl olmaz; vakti
halt düzellnceye kadar beklemelisiniz; mânâsını ifade eder.» demişlerdir.
1- Hadîs-i
şerif müslümanlarm hayır işlerinde birbirlerine
yardımcı olmalarına, muhtaçlara, borçlulara muavenete ve sadaka vermeye
teşvik etmektedir.
2-
Borcunu Ödemeye imkân
bulamayan fakirin peşine takılarak ondan mütemadiyen alacak istemek
veya kendisin hapsettirmek helâl değildir. İmam Mâlik, Şafiî ve birçok Mâ1ikiye ulemâsının kavilleri budur. İbni Şureyhin : «Borcunu ödeyinceye kadar
hapsolunur; velev ki, Vakîrliği sübût bulsun.» dediği; İmam Âzam'm alacaklıya
borçluyu mütemadiyen tâkîb hakkı tanıdığı rivayet olunur.
3- İflâs
eden bir kimsenin elbise gibi zarurî ihtiyacından maada bütün malı
alacaklılarına teslim edilir.
Bu hadiste zikri geçen
borçlunun Hz. Muâz b. Cebel
olduğu söylenir.
19- (1557)
Bana arkadaşlarımızdan birçok kimseler rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İsmâîl b. Ebî Üveys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana kardeşim, Süleyman yâni İbni
Bilâl'den, o da Yahya b. Saîd'den, o da Ebu'r-Ricâl Muhammed b. Abdirrahmâıvdan
naklen rivayet etti ki, annesi Amra binti Abdirrahmân şunları söylemiş : Ben
Âişe'yi şöyle derken işittim :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) kapıda yüksek sesle konuşan davacı sesleri işitti. Bir de
baktı ki, biri diğerinden borcunu indirmesini istiyor; ondan bir şey hakkında
hoş muamele rica ediyordu. O da: Vallahi yapamam, diyordu. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkarak:
«Nerede o iyiİik
yapmayacağına Allah'a yemin veren?» diye sordu. O zât:
— Benim yâ Resûlâîlah!
(Borç indirimi ile hoş muameleden) hangisini dilerse onun olsun! dedi.
Bu hadîs İmam Müs1im'in
«Sahîh»inde maktu' olarak rivayet ettiği on iki hadisten biridir. Kaadî Iyâz
bu hususta şunları söylemiştir: «Râvi (Bana birçok kimseler rivayet etti)
yahut (bana sika bir zat rivayet etti) veya (bana arkadaşlarımızdan bâzısı
rivayet etti) derse o hadis, bu fennin ulemasmca ne maktû'dur; ne de mürsel
veya mu'dal; belki meçhul bir kimseden rivayet kabîiindendir.»
Nevevî, Kaadî 'nin
sözünü tasdik ettikten sonra : «Lâkin ne olursa olsun bu hadîs başka bir
tarîkten sabit olmasa bu metinde bu rivayetle ihticâc olunamazdı. Ama başka tarikten
sabit olmuştur. Buhârî onu «Sahîh»mde İsmâîl b. Ebî Üveys 'den rivayet
etmiştir. İhtimâl Müslim (birçok kimseler) sözü ile Buhâri ve başkalarım
kasdetmiştir. Müslim bu İsmâîl 'den «Hacc» bahsinde ve «Cihâd»m sonunda
vasıtasız olarak rivayette bulunmuştur. ..» diyor. Hadîsi Nesâî dahî rivayet etmiştir.
Bu gibi rivayetlere
bâzıları «munkati'» bâzıları «muallâk» demiş; Ebû Dâvûd
ise onları «mürsel» saymıştır.
1- Hadîs-i
şerîf borçluya karşı iyi muameleye, borcunun bir kısmını bağışlamak suretiyle
ihsanda bulunmaya teşvik etmektedir.
2- Hayırlı
iş yapmamaya yemin etmekten nehyediyor. Bâzıları bu hadîse bakarak a'râbî
kıssasını müşkü saymışlardır. Kitabımızın baş taraflarında zikri geçen bu
kıssanın hülâsası şudur: Bedevilerden bir zât Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi
veSeîlemj'e gelerek İslâm'ın şartlarını sormuş; cevabını aldıktan sonra :
«Vallahi bundan ne fazla yaparım, ne noksan!» diye yemin etmiş; Resûlüüah
(Sahaiialıü Aleyhi ve Selieın) de ;
«Eğer sözünde sâdık
ise kurtuldu.» buyurmuş; bir hayır olan ziyadeyi yapmamağa yemin ettiği halde
ona ses çıkarmamıştı.
İşkâlin cevâbı: Bedevi
kıssasında Peygamber (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) İslâm'a davete ve ona
insanları ısındırmağa çalışıyordu; onun için Bedeviye daha müsamahakâr
davranmıştı. İslâm'a kalbi yatmış bir kimsenin hâli böyle değildir; onu
hayırlı iğleri fazla yapmaya davet edebilir. Nevevî : «Hayır yapmamaya yemîn
eden bir kimsenin bu yeminden dönerek keffâret vermesi müstehapür.» diyor.
3- Hadîsimiz
sahâbe-i kiramın sürati
intikallerine; ve itaat için
Peygamber(Sallalluhü Aleyhi ve Sellem)''in bir işaretini gözettiklerine; hayır
işlemeye son derece mütemayil olduklarına delildir.
4- Borçlunun
alacaklıdan biraz indirim yapmasını İstemesi caizdir. Mâlikîler 'den bâzıları
bunu kerîh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma vardır. Kurtubî :
«İhtimâl keraheti mutlak söyleyenlerin
maksatları bunun hilâf-ı evlâ olduğunu anlatmaktır.» demiş. Aynî,
İmam Azam'm mezhebinin de böyle olması gerektiğini söylemiştir Nevevi
indirim istemekte beis olmadığını söyledikten sonra : «Lâkin zaruret yokken
ısrar derecesine, nefsi tahkire veya ezaya vardırmamak şarttır.» diyor.
5- Hak sahiplerinden
şefaat istemek ve
hayır hususunda şefaatçiliği kabul etmek meşru'dur.
20- (1558) Bize Harmele
h. Yahya rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdullah b- Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen
haber verdi. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik rivayet etti.
Abdullah ona babasından naklen haber vermiş ki, babası, İbni Ebî Hadred'de olan
bir alacağını Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında mescidde ondan
istemiş. Bu münasebetle gürültü kaldırmışlar: hattâ Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) evinde olduğu halde seslerini duymuş da yanlarına çıkmış;
odasının kapı perdesini faile açmış. Ve Kâ'b b. Mâlik'e seslenerek :
«Yâ Kâ'b!» demiş.
Kâ'b:
— Lebbeyk
yâ Resûlâllah!
mukabelesinde bulunmuş. Resûîüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) ona eliyle: Alacağının yansını bırak, diye işaret etmiş.
Kâ'b :
— Bıraktım
yâ Resûlâllah! demiş.
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve SeUem)\hn\ Ebî Hadred'e :
«Ka!k borcunu
öde!» buyurmuşlar.
21- (...)
Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Ömer
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus, Zührî'-den, o da Abdullah b. Kâ'b b.
Mâlik'den naklen haber verdi. Ona da Kâ'b b. Mâlik haber vermiş ki, kendisi
İbni Ebî Hadred'de olan bir alacağını istemiş... Râvî, İbni Vehb hadîsi gibi
rivayette bulunmuştur.
(...) Müslim
der ki: Leys b. Sa'd da rivayet etti. [3] (Dedi
ki) : Bana Ca'fer b. Rabîa, Abdurrahman b. Hürmüz'den, o 4a Abdullah b. Kâ'b
b. Mâlik'den, o da Kâ'b b. Mâlik'den naklen rivayet etti ki, Kâ'b'ın, Abdullah
b. Ebî Hadred-i Eslemî'de alacağı
varmış. Bir ara ona tesadüf ederek yakasına yapışmış. Ve
konuşmuşlar; hattâ sesleri yükselmiş. Derken yanlarına Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhive Sellem) uğramış ve:
«Yâ Kâ'b!» demiş; ve
eliyle : Yansım bırak der gibi işaret buyurmuş. O da alacağının yarısını
almış; yarısını bırakmış.
Bu hadîsi Buhâri
«Salât», «Sulh», «Eşhas» ve «Mülâzeme» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî
«Kadâyâ»da; İbni Mâce «Ahkâm» bahsinde
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Şatr: Yarı ve cüz'
mânâlarına gelir. Burada yarı mânâsına kullanılmıştır. Nitekim rivayetlerin birinde
tasrîh de edilmiştir.
Hadîsin bir
rivayetinde; «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîetn) yanlarına çıkmış»
denilmiş; diğer rivayette bunun yerine : «Yanlarına uğramış» ifâdesi
kullanılmıştır. Halbuki çıkmak başka uğramak başkadır. Bu ciheti nazar-ı
itibara alan bâzı ulema iki rivayetin arasım bulmuş ve : »-İhtimâl Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ onlara tesadüf ederek yanlarına uğramış;
sonra Kâ'b (Radiyallahü ar.h) hasmını muhakeme için getirdiğinde yüksek sesle
konuştuklarını duyunca yanlarına çıkmıştır.» demişlerdir. Aynî'ye göre
rivayetlerin arasını bulmak için ; «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onların seslerim işitince evinden çıkmış ve yanlarına uğramıştır.» demek daha
muvafıktır; çünkü hadîsler birbirini tefsir ederler. Bu hâl muhtelif yollardan
rivayet olunan bir hadîste çok vâki' olur.
Sicf veya Secf: Perde
demektir. Bazılarına göre kapının iki kanadı verine takılan iki parça perdedir.
1- Resûlüllah
( Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in Hz.
İbni Ebî Hadred'e : «Kaik borcunu öde!»
buyurması vücûb ifâde eder. Hadîs-i şerif borç indirimi ile ödemeyi uzun
zaman sallantıda bırakmanın bir arada
bulunamayacağına işaret etmektedir. Çünkü alacağının yarısından vaz geçen bir
kimse, geri kalanını da uzun zaman beklerse zarar görmüş olur.
2- îbni Battal 'in beyanına göre mescidde hukuk
dâvası ve alacak talebi caizdir.
3- Fazla
olmamak şarüyle mescidde yüksek sesle konuşmak mubahtır Çünkü ResûîüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Hz. Kâ'b ile arkadaşına bu
hususta bir şey dememiştir. Gerçi İbni Mâce'nin Hz. Varile 'den, Ebû
Nuaym'ın Hz. Mûaz ile Cübeyr b. Mut'i
m (Radiyalhhü arûı) 'dan rivayet ettiği bâzı hadîslerde çocukların ve dâvaların
mescidlerden uzaklaştırılması, mescidlerde yüksek sesle konuşulmaması emir
buyurulmuşsa da bu hadîslerin zayıf oldukları, binâenaleyh bu meselenin hiç
bir muâriz bulunmaksızın mubah olarak kaldığı ileri sürülmüştür. Fakat Aynî bu
cevâbı beğenmemiş; bu bâbta şunları söylemiştir : «Bu cevap benim hoşuma
gitmiyor. Çünkü zayıf hadîsler, yollan ve mahradan değişik olursa birbirlerini
te'yîd ve takviye ederler. Evlâ olan : Yüksek sesle konuşmayı rnen'eden
hadîsleri fazla gürültü çıkarıldığı zamana hamletmektir. İbâha da fazla
gürültü olmadığı surete hamlolunur.»
İmam Mâlik; «Bir
kimsenin mescidde birinden alacak istemesinde beis yoktur; ama ticâret ve
sarraflık muamelelerini hoş görmüyorum.» demiştir.
4- İşarete
i'timâd caizdir. İyi anlaşıldığı takdirde işaret dil ile beyân gibidir. Bu
esâsa binâen dilsizin işaretle yemini, gehâdeti, liâm ve bütün akidleri
muteberdir; elverir ki, işaretinden maksadı ne olduğu iyi anlaşılmış olsun.
5- Hâkim
irşâd yolu ile sulha işaret edebilir. Burada sulh ittifaklı ikrar üzerine
yapılmıştır. Zira davacıların münakaşası borç olup olmadığında değil, ödeme
hususunda idi. İnkâr üzerine sulha gelince :
İmam Azam'la Mâ1ik'e göre caiz;
Şâfiî'ye göre bâtıldır. îbni Ebî
Leylâ'nm kavli de Şâfii'nin gibidir.
6 - Hakkını
almak için borçlunun peşine düşmek caizdir.
7- Hak
sahibi nezdinde şefaatte bulunmak, davacıların mülayemet-le aralarına girerek
onları uzlaştırmak menduptur.
8 - Ma'siyet
hususunda olmamak şartiyle şefaat ve aracılığın kabulü caizdir.
9- Odada
perde kullanmak meşrudur.
22- (1559)
Bize Ahmed b. AbdiHâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr b. Harb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû
Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm haber verdi. Ona da Ömer b. Abdilâziz, ona da
Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris b. Hişâm haber vermiş, ki Ebû Bekr, Ebû
Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Seîlem)
şöyle buyurdu (yahut şöyle buyururken işittim) :
«Bir kimse İflâs eden
bir adamın {veya iflâs eden bir insanın) elinde İken malına olduğu gibi
yetişirse, ol mal İçin o kimse başkasından daha haklıdır.»
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin haber verdi. H.
Bize Kuteybe b. Saîd
ile Muhammed b. Rumh da hep birden Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebu*r-Eabîf ile
Yahya b. Habîb el-Hârisî dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd yâni
İbni Zeyd rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-vehhâb, Yahya b. Saîd ve Hafs
b. Giyâs rivayet ettiler.
Bu râvUerin hepsi
Yahya b. Saîd'den bu isnâdla Züheyr hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
İçlerinden îbni Rumh kendi rivayetinde :
«Herhangi bir kimsenin
iflâsı teşhir edilirse...» dedi.
23- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Süleyman —ki îbni
İkrime b. Hâlid el-Mahzûmî'dir— îbni Cüreyc'-den rivayet etti. (Demiş ki) :
Bana İbni Ebî Hüseyn rivayet etti. Ona da Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr h. Hazm
haber vermiş; ona da Ömer b. Abdilâzîz, Ebü Bekr b. Abdirrahmân'm badîsindeıi,
o da Ebû Hürey-re'nin hadîsinden, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellenı)
'den naklen, malından olan bir kimsenin elinde meta' bulunduğu zaman (ne yapılacağı)
hakkında rivayette bulunmuş; ama eîde bulunan malın o malı satan sahibine
mahsus olduğunu ayırmamıştir.
24- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer ile
Abdurrahmân b. Mehdî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o
da Nadr b. Enes'den, o da Beşîr b. Nehîk'den, o da Ebû Hüreyre'den, oo da
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem) 'den naklen rivayette bulundu :
«Bir kimse iflâs eder
de biri malını aynen (onun yanında) bulursa o mal (ı aimay) a (başkasından)
daha haklıdır.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmâîl b. îbrâhîm rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Saîd rivayet
etti. H.
Bana Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti.
Her iki râvi
Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmiş ve:
«O kimse o malda
alacaklılardan daha ziyâde hak sahibidir.» demişlerdir.
25- (...)
Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef ile Haccâc b. Şâir de rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Ebû Selemete'I-Huzâî rivayet etti. (Haccâc : Mansûr b.
Seleme, [4]
dedi.) (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Huseym b. Irâk'dan, o da babasından,
o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, KesûlülJah (SaUaltahü Aleyki ve
Seİlem) :
«Bİr kimse iflâs eder
de, biri malını onun elinde aynen bulursa, o mal (ı almay) o (başkasından) daha
haklıdır.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü1-İstikrâz»da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Büyû!»da; İbni Mâce
«Ahkâm»da muhtelif râviîerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif Şâfiiler'e
göre satış; Hanefîîer'ce ise gasb, emanet ve emsali hakkında; vârid olmuştur.
Bu bâbta : îbni Huzeyme, îbni Hibbân ve İmam Mâlik dahî hadisler rivayet
etmişlerdir. Bir mal satın alıp da iflâs eden yahut Ödemeden ölen ve aldığı mal
olduğu gibi durduğu halde başka malı olmayan bir kimse hakkında uîema ihtilâf
etmişlerdir.
Atâ' b. Ebî Rabâh,
Urvetü'bnü Zübeyr, Tâvûs, Şa'bî, Evzâî, Ubeydulîah b. Hasen, İmam Mâlik, Şafiî,
Ahmed b. Hanbel, İshâJt ve Dâvûd-u Zahirî bu hadisin zahiri ile istidlal ederek
: «Bir adam iflâs eder de elinde satın aldığı bir maî bulunursa, o malı satan
şahıs malını almaya diğer alacaklılardan daha haklıdır.» demişlerdir. Ebû Ömer
İbni Abdilberr, Hicaz fuka-hâsı île muhadişlerin, bâzı feri' meselelerinde
ihtilâf etmekle beraber bu hadisin umumu ile istidlal hususunda ittifak hâlinde
olduklarını kaydettikten sonra şunları söylemiştir : «Sattığı malı olduğu gibi
müflisin elinde bulan bir kimse malını geri almak ister de diğer alacaklılar
buna razı olmaz, ona malının parasını ceplerinden vererek o malı kendileri
almak ister; alırken fazlasına da el koyarlarsa caiz olur mu olmaz mı meselesinde
Mâ1ik Me Şafiî ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik: Alacaklıların buna hakkı
vardır; onlar malın parasını verirlerse mal sahibi malını geri alamaz, demiş;
Şafiî ise bu hususta alacaklılara söz hakkı olmadığını söylemiş ve ; Bu malı
müflis ile mirasçılarının almaya haklan yoksa alacaklıların hiç de olmaz; burada
ancak malı satana muhayyerlik vardır, isterse malını ahr; dilerse almaz da
diğer alacaklılarla birlikte o mala ortak olur; çünkü Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) o malda sahibine, alacaklılardan daha fazla hak tanımıştır;
demiştir. Ebû Sevr ile İmam Ahmed'in ve bir cemaatin kavilleri de budur.
Mâlik 'le Şafiî, mal
sahibi parasının bir kısmını alırsa ne hüküm verileceğinde de ihtilâf
etmişlerdir. İbni Vehb ile başkalarının Mâlik 'den rivayetlerine göre mal
sahibi dilerse'aldığı meblağı iade ederek malını alabilir. Şafiî şöyle
demiştir : Satılan mal bir köle olur da yarı parasını aldıktan sonra iflâs
vuku' bulursa, kölenin yansı sahibinin oîur; zîra para kölenin aynına
mukabildir. Kalan yansım da alacaklılar nâmına satar. Aldığı paradan bir şey
iade edemez; çünkü alacağını almıştır.
İmam Ahrned'in kavli de budur.
Müflisin tevkif
edilmeden ve mahkemece iflâsına hüküm verilmeden ölmesi hâlinde dahî ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik, müflisin ölü hükmünde olmadığını, ölüm hâlinde mal
sahibi malını aynen bulduğu takdirde diğer alacaklılarla beraber olacağın;,
iflâs halininse böyle olmadığını söylemiştir.
İmam Ahmed'in kavli de budur.
«Et-Tevdîh» [5] nâm
eserde: Hadîsin muktezâsı, mal sahibinin dönebil-mesidir; ister paranın bir
kısmım almış olsun; çünkü hadîs mutlaktır; deniliyor. Şafiî 'nin yeni kavli
budur. Eski kavlinde buna muhalefet etmiş, sadece paranın kalan kısmında
alacaklılarla ortak olacağını söylemiştir.»
Şâfiî1er hadîsin :
«Bir kimse malını olduğu gibi bulursa...» cümlesiyle istidlal ederek mal
sahibinin malını alabilmesi için onu olduğu gibi, hiç değişmemiş bulmasını
şart koşmuşlardır. Mal azalmak gibi zâtında yahut sıfatlarından birinde
değişikliğe uğramışsa, sahibi diğer alacaklılarla beraber olur. Buhâri şârihi
Aynî, Şâfiîler'-den birinin bu bâbta uzun tafsilât verdiğini söylemiş ve bu
tafsilâtı kitabında nakletmiştir.
İbrahim Nehâî. Hasan.ı Basrî,
bir rivayette Şa'bî, Vekî1 b. Cerrah, Abdullah b. Şubrume , Ebû Hanîfe,
Ebû Yûsuf, Muhanımed b. Hasen ve Züfer'e göre malı satan kimse sair alacaklılar
gibidir, Ömer b. Abdilâzîz 'den sahih senetle rivayet
olunmuştur ki:
«Bir kimse sattığı
malın parasından bir miktarını alır da sonra müşteri iflâs ederse, satanla
diğer alacaklılar müsavî olur.» demiştir. Zührî'nin kavli de budur. Böyle bir
kavil Hz. Alî'den de rivayet olunmuştur. Katâde'nin Ha1Iâs b. Amr vasıtasiyle
A1i (Radiyallahü anh) dan tahrîc ettiği bu rivayette:
«Malı satan onu olduğu
gibi bulursa, alacaklılarla beraber olur.» denilmektedir. Hz. Ali'nin bu sözü :
«Bu hususta sahabeden Osman'ın kavline muhalefet eden bilmiyoruz.» diyen İbni
Münzir'in kavlini reddeder. Hz. Osmanin kavli şudur: Bir kimse birindeki alacağını
aldıktan sonra hâkim borçluyu müflis ilân etse, artık o kimsenin aldığı
kendinindir. Çünkü hassaten alacaklıların o mala karışma, haklan yoktur. Kim
hak isbât ederse o aîır. Fakat sattığı malı aynen müflisin elinde bulan onu
almaya diğer alacaklılardan daha haklıdır. İşte îmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b.
Hanbel bu kaville amel etmişlerdir,
Hanefi ler 'den Tahâvî
babımız hadîsi hakkında şunları söylemiştir: «Bu hadîste bir kimsenin aynen
kendi malını bulmasından bahsediliyor; halbuki satılmış mal artık satanın kendi
malı değildir; bu mal satmazdan önce onun idi. Bir adamın kendi malı ancak
ondan gasber dilen yahut ödünç veya emaneten verdiği şeylerdir. Bu gibi
mallarda o kimse diğer alacaklılardan daha haklı olur. Hadîs-i şerîf işte bu
mânâda vârid olmuştur. Nitekim Hz. Semuratü'bnü Cündeb 'den rivayet olunan bir
hadîs de buna delâlet etmektedir. Hadîs şudur : Re-sûlüllah " (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) ;
«Bir kimsenin eşyası
çalınır yahut kaybolur da, onu bîr adamın elîn-de olduğu gibi bulursa, o kimse
aynen o eşyayı almaya en ziyade hak sahibidir. Müşteri parasını satıcıdan geri
alır.» buyurdular.)
Bu hadîsi Taberân'î
dahî tahrîc etmiştir. Hadîs-i şerif, Ebû Hüreyre hadîsinden murâd : Emânet,
ödünç ve mağsub gibi mallar olduğunu beyan ediyor; böyle bir malı sahibi,
olduğu gibi bir kimsenin elinde bulursa almağa hakkı vardır. Diğer
alacaklıların onda hakkı yoktur; zîra sahibinin miîkinde bakîdir; gâsıbm ve
keza hırsızın elinde bulunması zulüm ve tecâvüz yolu ile olduğu için milkiyet
ifâde etmez. Ama malı satarak müşteriye'teslim etmek böyle değildir. Satış,
malı sahibinin milkinden çıkarır velev ki parasını almamış olsun.»
Gerçi Hz. Semûra hadîsinin râvilerinden Haccâc b. Ertat hakkında söz edenler olmuşsa
da yersizdir. Ondan İmam Âzam, Sevrî, Şu'be ve İhni Mübarek gibi büyükler
hadîs rivayet etmiş; Iclî , Ebû Zür'a, İbni Hibbân ve Hatîb gibi birçok hadis
uleması onun sika. sadûk, fakîh ve hafız olduğunu söylemişlerdir.
Aynî 'nin beyânına
göre kendilerinde teassub eseri görülen bâzı zevat Hane filer hakkında âdaba
aykırı sözler söylemişlerdir. Meselâ : Kurtubî; «Hanef iler 'den bâzıları bu
hadisi hiç bir esasa dayanmayan bir takım te'vîllerce tefsire kalkışmışlardır.»
demiş; Nevevî: «Hanefî1er onu zaif ve merdûd bir takım te'vîllerle tefsir
ettiler.» mütâleasmda bulunmuş: İbni Battal:
Hanefî1er satıcının alacaklılarla müsavi olduğunu söylerler. Tefsir hadîsini
kıyâsla reddederek: Satılan mal müşterinindir; parası da onun zimmetindedir,
derler.» şeklinde söze başlayarak Hanefî1er'e cevaplar vermiş; hattâ «Tevdîh»
sahibi: «Ebû Hanîfe bu hadisi, içinde satış zikredilmemiştir bahanesiyle gasb
ve emânete hamletmiş; onu zaif, merdûd te'vîlJerle tefsir etmiş; Alî ile İbni
Mes'ûd'dan rivayet olunan sübût bulmamış bir şeye takılmış kalmıştır..,»
diyecek kadar ileri gitmiştir.
Aynî Hanefîler
tarafından bu zevatın her birine ilmî ve rcmknf cevaplar vermiştir. Bunlar
«Umdetifl-Kaarî»nin «İstikraz» bahsinde görülebilir.
26- (1560)
Bize Ahmed b. Abdillâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr, Ribl b. Hırâş'-dan rivayet etti. Onlara da
Huzeyfe rivayet etmiş. Demiş ki: Resûlüllah {Salîailahü A leyhi ve Seîlem)
şöyle buyurdular:
«Melekler sizden
öncekilerden bir adamın ruhunu karşıladılar da : "Hayır nâmına bir şey
İşledin mi?" diye sordular. O zât:
— Yok (işlemednn) cevâbını verdi.
— Duşun! dediler. Adam:
— Ben insanlara
veresiye mal verir; hizmetkârlarıma: Fakire mühlet vermelerini, zengine de
müsamahakâr davranmalarını emrederdim; dedi.
«Allah (Azze ve Celi): "O kulumu
affedin!"» buyuran.
27- (...)
Bize Alî b. Hucr ile tshfik b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız İbni Hucr'undur.
(Dediler ki) : Bize Cerir, Mugîre"den, o da Nuaym b. Ebî Hrâd'den, o da
Bibi b. Hırâş'dan naklen rivayet etti. Ribt şöyle demij:
Huzeyfe ile Ebû Mes'ûd
bir araya geldiler de Huzeyfe şunları söyledi : Bir adam Rabbine kavuştu.
Rabib ona: Ne yaptın? diye sordu. Adam:
— Hayır nâmına hiç bir
şey yapmadım; ancak ben servet sahibi bir adamdım. Bu sebeple insanlardan
alacak isterdim. Ama miimkin olanı alır; olmayana da müsamaha gösterirdim;
cevabını verdi. (Teâlâ Hazretleri meleklerine) :
«Kutumu affedin!»
buyurdu.
Ebû Mes'ûd: «Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'i böyle buyururken işittim, demiş.
28- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca*fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Rib'î b.
Hırâş'dan, o da Huzeyfe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den
naklen rivayet etti ki:
— Bir adam ölmüş de cennete girmiş. Kendisine:
(Dünyada) ne yapıyordun? diye sormuşlar. Ya hatırlamış yahut hatırlatılmış da
:
— Ben insanlarla alış-veriş yapardım. Fakire
mühlet verir; para pul hususunda müsamaha gösterirdim; cevâbını vermiş. Bu
sebeple de affolunmuş. .
Bunun üzerine (orada
bulunan) Ebû Mes'ûd: «Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den ben
-de işittim.» demiş.
29- Bize Ebû
Saîd-i Eşecc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid-i Ahmar, Sa'd b.
Târık'dan, o da Rib'î b. Hırâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti.
Huzeyfe £öyle demiş:
Allah (in huzurun) a
kullarından Allah'ın kendisine mal verdiği bir kul getirilmiş de ona: Dünyada
ne yaptın diye sormuş. Kullar Allah'dan hiç bir söz gizleyemezler ya! O kul:
— Yâ Rabbi! Bana
malını verdin. Bu sebepten insanlarla alış veriş yapıyordum. Âdetim (alış
verişte) müsamaha göstermek idi. Binâenaleyh zengine kolaylık gösterir; fakre
de mühlet verirdim; demiş. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celi):
«Ben buna senden daha
layı ki m; kulumu affedin!» buyurmuş.
Bunun üzerine
Ukbetü'bnü [6] Âmir-i Cühenî ile Ebû
Mes'ûd-i En-sârî: «Biz bunu Resû\ü\lah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ağzından işittik.» demişler.
30- (1561)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebt Şeybe, Ebû Küreyb ve İshâk b. tbrâhîm
rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı.
Ötekiler: Bize Ebû Muâviye, A'meş'-den, o da Şakîk'den, o da Ebû Mes'ûd'dan
naklen rivayet etti, dediler. Ebû Mes'ûd şunu söylemiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Sizden Önceki
ümmetlerden bir zât (kabirde) hesaba çekildi; ama hayır namına hiç bir şeyi
bulunmadı. Yalnız insanlarla düşüp kalkardı; zengindi. Hizmetkârlarına fakiri
(borcundan) affetmelerini emreylerdi. Allah (Azze ve Celi): Bİz buna ondan daha lâyıkız;
onu affedin! buyurdu.
31- (1562)
Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim ile Muhammed b. Cafer b. Ziyâd rivayet ettiler.
Mansûr: Bize İbrahim b. Sa'd, Zühri'den rivayet etti, dedi. İbni Ca'fer ise:
Bize İbrahim —ki tbni Sa'd'dır— İbni Şi-hâb'dan, o. da Ubeydullah b. Abdillâh
b. Utbe'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, ki Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selİem) şöyle buyurmuşlar; dedi:
«Vaktiyle bîr adam
insanlara borç para verir; hizmetkârına : Bir fakîre varırsan onu affedİver;
umulur kî Allah da bizi affeder; derdi. Nihayet bu zât Allah'a kavuştu; Allah
da onu affetti.» :
(...) Bana
Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Ona da Ubeydullah
b. Abdillâh b. Utbe rivayet etmiş. Ubeydullah da Ebû Hüreyre'yi: Ben
Kesûlüllah(SaIlallakü Aleyhi ve Sellem) 'i bu hadisin mislini irâd buyururken
işittim; derken dinlemiş.
32- (1563)
Bize Ebul-Heysem Hâlid b. Hidâş b. Aclân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd
b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da Yahya b. Ebî Ke-sîr'den, o da Abdullah b. Ebî
Katâde'den naklen rivayet etti, ki Ebû Ka-tâde bir borçlusunu aramış da borçlu
ondan gizlenmiş. Sonra onu bulmuş. Borçlu : Ben fakirim, demiş. Ebû Katâde:
Allah'a yemin eder misin? diye sormuş. Borçlu:
— Billahi, diye yemin etmiş. Ebû Katâde:
— Zîrâ ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem)V
:
«Her Icimİ Allah'ın
kıyamet gününün dehşetinden kurtarması memnun ederse fakire nefes aldırsın;
yahut alacağını ona bağışlasın!»buyururken işittim; demiş.
işi; deş.
(...) Bu
hadîsi bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Cerîr b. Hâzim, Eyyûb'dan naklen bu hadîsin benzerini
haber verdi.
Hz. Huzeyfe rivayetini
Buhârî «Kitâbü'1-Büyû'», «Benî îsrâîl* ve «İstikraz» bahislerinde; İbni Mâce
«Ahkâm»da; Ebû Hüreyre (RadİyaUahü anh) rivayetini Buhâri «Büyü'» ve «Benî
tsrâîl», bahislerinde; Nesâî «Büyû'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Fityân:
Fetânın cem'idir. Fetâ: Hür veya köle hizmetçi demektir. Rivâyetlerdeki tecevvüz
ve tecâvüz tâbirleri: Alacak isterken müsamaha göstermek; affetmek
mânâlarmadır.
Bu hadîsler borçlu
fakire mühlet vermenin ve borcunun ya tamamını vâhut bir kısmını bağışlamanın;
borç isterken zengin, fakır kim olursa olsun herkese müsamaha göstermenin faziletine
delildirler.
Ulemâ zenginliğin
hududunu tâyinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Nafakası üzerine vacib olan
kimselerin geçimini te'mîn eden zengin sayılır, demişlerdir. Sevrî, îbni
Mübarek, İmam Ah-med ve îshak'a göre elli dirhem gümüşe veya o kıymette altına
sahip olan zengin sayılır. İmam Şafiî: «Bir kimse bâzan kazandığı bir dirhemle
zengin, bâzan da bedenen zayıf ve aile efradı kalabalık olması sebebiyle bin
dirhem kazansa fakır olur.» demiştir. Bir takımları zenginliği zekâttaki nisâb
miktarına mâlik olmakla, bâzıları da zekât almağa ehil olmamakla tahdîd
etmişlerdir. Elbisesinden, meskeninden, hizmetçisinden, borcundan ve aile
nafakasından İazla malı bulunan kimsedir; diyenler de olmuştur.
Hanefîler'e göre
zenginlik üç mertebedir:
1) Zekât
îcâbeden zenginlik;
2) Sâdaka-i
fıtır ve kurban îcâbeden, zekât almayı
haram kılan zenginlik; ve
3) Dilenmeyi
haram kılan zenginlik. Bâzıları bunu elli dirhem, kıymetinde malı olmakla
tahdîd etmişlerse de ekseriyete göre günlük yiyeceğini ve avret yerini örtecek
elbisesini te'mîn eden kimseye dilenmek haramdır. Kazanmaya kudreti olan
fakirin hükmü de budur.
Aynî diyor ki: «Bütün
bunlar dilnmesi ve sadaka alması caiz olup olmayan kimse hakkındadır. Burada
yâni fakire mühlet verilmesi hususunda îtimad edilen cihet zenginliğin,
fakirliğin Örfü âdete râci' olmasıdır. Emsaline nisbetle vakti hâli yerinde
plan, zengin; böyle olmayan fakirdir.»
1- Borçluya
zengin olsun, fakir olsun müsamahakâr davranmanın, fakirin borcunu ya tamamen
yahut kısmen bağışlamanın fazileti pek büyüktür. Yapılan iyiliği az
görmemelidir. Çünkü az da olsa ebedî saadete ve rahmet-i İlâhİyyeye sebep
teşkil edebilir. Bu hüküm bizden öncekilerin de şeriatıdır.
2- Kölenin
çalışıp kazanması mubahtır.
3- İnsan
öldüğü vakit bir nevi' hesaba çekilir.
33- (1564)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mfllik'e, Ebu'i-Zinâd'dan
dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği
şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SallallahüAleyhi
ve Sellem) :
«Zenginin borcunu
sallantıda bırakması zulümdür. Biriniz bir zengine havale olunursa, havaleyi
kabul etsin!» buyurmuşlar.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. H.
Bize Muhammed b. Kâfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrez-zâk rivayet etti. Her iki râvi
birden : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber(SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Havale» bahsinin iki yerinde; Tirmi-zî, Nesâî ve İbni Mâce «Büyû'»da muhtelif
râvilerden tah-rîc etmişlerdir.
Bu bâbda İbni Mâce,
Hz. Abdullah b. Ömerden; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce, Şerîd b. Süveyd
(Raâiyallahu a«/i)'dan; Bezzâr , Hz. Câbir'den hadîsler rivayet etmişlerdir.
Matl: Aslında demiri
uzatmak için yaymaktır. Burada ha bugün vereceğim ha yarın diyerek borcu
sonraya bırakmak; müddetini uzatmaktır.
Kurtubî: «Matl:
ödemesi gereken borcunu, imkânı varken ödememektir.» demiştir. Ezherî'ye göre
matl müdâfaadır. Ganîye izafe edilmesi masdarm faile izâfesidir. Bâzan masdar
me'fûle de izafe olunursa da burada mânâ: ödemeye iktidarı olan zenginin
borcunu ödemeyip sallantıda bırakmasıdır. Âcizin hükmü böyle değildir. Mâmâfîh
burada masdarın mef'ûlüne muzâf olduğunu söyleyenler de vardır. Bu takdirde
mânâ şöyle olur: Alacaklı zengin bile olsa borcu ödemek îcâbeder; onun zenginliği,
hakkının geciktirilmesine sebep teşkil edemez. Zengine olan borcun hâli böyle
olunca fakire olan borç meselesi evleviyette kalır. Görülüyor ki, masdarı
mef'ûlüne muzâf kabul edenlerin kavli tekellüf ve teassüften hâlî değildir.
Hadîs-i şerifte zenginin
borcunu ödemeyip sallantıda bırakmasının zulüm olduğu bildiriliyor. Kurtubî
*nin ta'rîfine göre lügatte zu~ lüm: Bir şeyi îcâbettiği yere koymamaktır;
şerîatte ise haram ve mez-mûm olan şeydir. Mâ1ikî1er'den Sühnûn : «Zengin bir
adam borcunu ödemeyip sallantıda bırakırsa şehâdeti kabul olunmaz; çünkü
kendisine zâlim adı verilmiştir.» demiştir. Bazıları İmam Şafiî 'ye göre bu işi
tekrarlamış olmak şartiyle şehâdeti reddedildiğini söylemişlerdir.
1- Borcu
sallantıda bırakıp Ödememek memnû'dur. Kasden Ödememek büyük günah sayılır mı
sayılmaz mı meselesinde ulema ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre kasden
ödemeyen fâsik olur. Fâsik hükmü verilmek için bu işi tekrar tekrar yatmıs olması
da şart değildir. Nevevî, Şâfi! mezhebinin
muktezâsma göre tekrarın şart olduğunu söylemişse de Sübk'î buna i'tirâz etmiş
ve: «Bizim mezhebin muk-tezâsı tekrarın şart olmamasıdır.» dedikten sonra; «Bir
hak istenildikten ve ödemeye mâni' de bulunmadıktan sonra, onu vermemek gasıb gibi olur; gasıb ise
büyük günahtır. Hadîste buna zulüm denilmesi de büyük günah olduğunu gösterir;
büyük günah için tekrar şart değildir.» şeklînde istidlalde bulunmuştur.
2 - Borcunu ödemekten âciz kalan kimse,
Ödemeyi özürsüz olarak uzatanlar hükmünde değildir.
3- Fakîr,
ödemeye imkân buluncaya kadar borcundan dolayı hab-sedilmez; ödemeye zorlanmaz.
Bâzıları hak sahibinin onu hapsettirebile-ceğine; bir takımları da peşini tâkib
edebileceğine kail olmuşlardır.
4- İmam
Şafiî 'ye göre havaleyi kabul etmek müstehaptır. (Havale: Borcu birinin
zimmetinden başkasının zimmetine geçirmektir.) Dâvûdu Zahirî buradaki emri
vücub mânâsına almıştır. Ona göre havaleyi kabul farzdır, imam
Ahmed 'den biri vücub, diğeri nedib olmak üzere iki kavil rivayet
olunmuştur. Cumhura göre havaleyi kabul etmek müstehabtır; çünkü fakire kolaylık için meşru' olmuştur.
Hattâ mubah olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu meseleyi îbni Vehb,
tmam Mâlik'e sormuş; Hz. tmam: «Bu bir tergîb emridir; ilzam değildir; ama
havale borç mukabili olmak şartiyle ftesûlüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimize itaat gerekir...» cevabını vermiştir.
îbni Rüşd: «Ulemâdan
bâzıları havalenin yalnız altınla gümüşte caiz olduğunu söylemiş; yiyecekte
buna cevaz vermemişlerdir; tmam Mâlik her iki yiyecek ödünçten olmak şartiyle
buna cevaz vermiştir...» diyor.
îmam Âzam havaleyi
zahire ve emsali mukabilinde para ile tecviz etmiştir. Bu hususta fıkıh
kitaplarında tafsilât vardır.
34- (1565)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize VekT haber verdi. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti.
Bu râviler hep birden
İbni Cüreyc'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen
rivayette bulunmuşlardır. Câbir:
«Resûİüllah (SallaÜahü
Aleyhi ve Seltemj suyun fazlasını satmaktan nehî buyurdu.» demiş.
35- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bavh b. Ubâde haber verdi.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber
verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş:
«Resûİüllah
[Sattatlahii Aleyhi ve Sellem) devenin çiftleşmesini satmaktan, suyu- ve
ziraat yapmak için yeri satmaktan nehî buyurdu. (Evet) Resûİüllah [Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) işte bunları nebi buyurdu.»
36- (1566)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Mâ-Jik'e okudum. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti.
Bu râvilerin ikisi de
Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüre yre'den naklen rivayet
etmişlerdir ki, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Akıbet ottan
menedilmeye varacağı için suyun fazlası (başkasına) men'edilmez.» buyurmuş.
37- (...)
Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. Lâfız Har-mele'nindir. (Dediler
ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen
haber verdi. (Demiş ki) ; Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahmân
rivayet ettiler ki, Ebû Hürey-re şunu söylemiş: Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Akıbet otu menetmİş
olacağınız için, suyun fazlasını başkasından esirgemeyin!» buyurdular.
38- (...)
Bize Ahmed b. Osman En-Nevfelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim Dahhâk
b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cü-reyc rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Ziyâd b. Sa'd haber verdi. Ona da Hilâl b. Üsâme, ona da Ebû Seleme b.
Abdirrahmân haber vermiş ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş:
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Dolayısİyle ot
satılmış olacağı için, suyun fazlası satılamaz.» buyurdular.
Bu hadîsin Hz. Ebû
Hüreyre rivayetini Buhâri «Ki-tâbü'I-Müsâkaat» ile «Terkü'l-Hıyel»de, Nesâî
«İhyâü'l-MevâUda tahrîc ettikleri gibi, diğer Kütüb-ü Sitte sahipleri de
rivayet etmişlerdir. İbni Mâce'nin
tahrîc ettiği bir rivayette :
«Uç şey vardır ki,
bunları başkasına vermemek olmaz : Su, ot ve ateş!» buyurulmuştur. İbni
Merdeveyh'in tefsirinde Hz. Vasile
b. Eska 'dan şu hadîs rivayet
olunmuştur:
Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ın kullarından
suyun fazlasını, otu ve ateşi esirgemeyin, zîra Allah bunları kuvvetlilere
menfaat, zayıflara kuvvet olmak üzere yaratmıştır.»
Kele': Yaş olsun kuru
olsun ot manasınadır. Kuru ota Araplar ha-Şİş ve heşîm; yaş ota da uşb ve rutb
derler.
Bu rivayetlerde: Fazla
suyu satmak, hayvanı çiftleştirmek için kiraya vermek ve ziraat için yeri
kiralamak yasak edilmektedir.
Fazla suyun
satilamamasına sebep, dolayısiyle merayı satmış olmaktır. Bu mesele şöyle îzâh
olunur: Bir kimse kendine milk olmak üzere kırda mera kenarında bir su kuyusu
kazar. Kuyudan ihtiyacına yetip artacak kadar su çıkar. Etrafındaki merada ise
başka su yoktur. Hayvan sahipleri sürülerini bu merada otlatabilmek için bu
kuyudan istifade etmeye mecburdurlar. Aksi takdirde meradan istifâde
edemezler; çünkü hayvanları susuzluktan ölür. Bu hâl karşısında suyu vermemek,
hayvanların otlamasına mâni' olmak mânâsına geleceği için fazlasını parasızca
hayvan sahiplerine vermek emrolunmuştur. İbni Bezîze fazla suyu ihtiyaç
sahiplerinden esirgemenin büyük günahlardan sayılacağını söylemiştir.
Hadîsin son
rivayetinde :
«Dolayısiyle ot
satılmış olacağı için, suyun fazlası satılamaz.» buyurulmuştur. Zîra kuyu
sahibi suyun 'fazlasını parasız vermezse o merada hayvan otlatmağa imkân
kalmayacaktır. Şu halde hayvan otlatabilmek için suyu satmak, milki olmayan
merayı satmak gibidir.
Hadîsteki nehyin
tahrîm mi yoksa tenzih mi ifâde ettiğinde ihtilâf olunmuştur. Tıybî : «Suyun
milk olup olmamasını da bu esâsa bina etmişlerdir; evlâ olan: Nehyi kerahete hamletmektir.»
diyor. Şafiî1er'in «Et-Tevdîh» adlı fıkhında bu mesele hakkında şu îzâhât verilmiştir
: «Buradaki nehî İmam Mâlik ile Evzâi"ye göre tah-rîme hamledilmiştir. Hattâbî
ile îbni Tîn bu kavli Şâfii'den de nakletmişlerdir. Bâzıları su vermeyi
müstehap görerek nedb mânâsına hamletmişlerse de bizce esah olan kavle göre
ekin için değil hayvanlar için suyu vermek vaciptir.» Bu meselede Hanefî1er'in
mezhebi de budur.
Kuyu sahibinin suyu
ihtiyâcına sarf etmek hususunda haklı olduğu ittifâkî bir meseledir. Çünkü
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) suyun fazlasını esirgemekten menetmiştir. Fazlası olmayan su
bu nehîde dahil değildir. Kaplara doldurulan suyun fazlasını vermek vâcib
değildir; meğer ki suyu isteyen muztar kalmış, ola!
Nevevi diyor ki: «Kuyu
sahibinin ihtiyacından artan suyunu ekin sulamak için başkasına vermesi vâcib
değil; hayvan sulamak için vermesi vaciptir. Vücubun da şartları vardır.
Bunların birincisi: Hayvan sahibinin mubah su bulamaması; ikincisi: Suyun
hayvan ihtiyacı için verilmesi; üçüncüsü.: Kuyu sahibinin ihtiyacı
olmamasıdır.»
Yolculara ve
hayvanlarına su verilir. O yerde oturmak isteyenler hakkında iki vecih vardır.
Birinci veçhe göre onlara su vermek vâcib değildir; zira orada kalmalarına
zaruret yoktur. Esah olan ikinci veçhe göre ise vaciptir. Bu takdirde su için
onlardan para alınıp alınmayacağı hususunda da iki kavil vardır. Esah olan
kavle göre para alınmaz; çünkü Resûlüllah (Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) suyun
fazlasını satmayı yasak etmiştir.
«Devenin çiftleşmesini
satmak...»dan murad : Boğa ve aygır gibi hayvanları çiftleştirmek için
kiralamaktır. İmam Âzam, Şafiî, Ebû Sevr ve diğer bir takım ulema bunun bâtü ve
haram olduğunu söylemişlerdir. Hayvanı kira ile alan kimse onu kendi hayvanı
ile çiftleştirse bile hiç bir ücret vermesi lâzım gelmez; çünkü satılan şey
meçhul ve teslimi, imkânsızdır.
Ashâb ve tabiînden bir
cemaat, İmam Mâlik ve diğer bâzı ulemâ malûm bir .müddet yahut malûm sayıda
çiftleştirme için hayvan kiralanabileceğine kail olmuşlardır. Onlara göre bu
bir ihtiyaç ve menfaattir; bu bâbtaki nehl tenzihe hamledilir.
«Zirâat için yeri
satmak» arazîyi kâra vermektir. Ulemânın bu husustaki kavillerini «Yeri kiraya
verme» bahsinde görmüştük.
39- (1567)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e,
İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Ebû
Bekr b. Abdirrahmân'dan, onun da Ebû Mes'ûdu Ensârî'den naklen rivayet ettiği
şu hadîsi okudum: Resüllallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t köpeğin parasını,
fahişenin mehrini ve kâhinin ücretini yasak etmişler.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. Her iki
râvi Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. İbni Rumh'un
rivayet ettiği Leys hadîsinde «Leys'in Ebû Mes'ûd'dan işittiği» zikredilmiştir.
40- (1568)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd El-Kattân,
Muhammed b. Yûsui'dan rivayet etti, (Demiş ki) : Sâib b. Yezîd'i, Bati' b.
Hadîc'den naklen rivayet ederken işittim. (Demiş ki) : Ben Peygamber (Sallallahü
Aleyhi veSeHem/i:
«Kazancın en kötüsü
fahişenin metıt-i, köpeğin parası ve haccâımn kazancıdır.» buyururken işittim.
41- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim,
Evzâî'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana
İbrahim b. Kaarız, Sâİb b. Yezîd'den rivayet etti, (Demiş ki): Bana Râfi' b.
Hadîc, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etti.
«Köpeğin parası
habistir; fahişenin mehri habistir; haccâmın kazancı da habistir.» buyurmuşlar.
(...) Bize
İshâk b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrez-zâk haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Ma'mer, Yahya b. Ebî Kesîr'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet
eyledi.
(...) Bize
İshâk b. İbrâhîm rivâyeî etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şü-meyl haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Hişâm, Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
İbrahim b. Abdillâh, Sâib b. Yezîd'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Râfi'
b. Hadîc, Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve te'ler,, 'den bu hadîsin mislini
rivayet etti.
42- (1569)
Bana Seleme b. Şehîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil, Ebu'z-Zübeyr'den rivayet etti. (Demiş ki) :
Cabir'e (satılan) köpekle kedinin paralarını sordum:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bundan menetti.» dedi.
Bu hadîsin Ebû Mes'ûd-u
Ensâri rivayetini Buhârî «Büyü'», «İcâre», «Talâk» ve «Tıbb» bahislerinde; Ebû
Dâvûd «Kitâbü'l-Büyû'»da; Tirmizî «Büyü'» ile «Nikâh» bahislerinde; Nesâî «Nikâh»
ve «Sayd»da; İbni Mâce «Ticârât»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî bu bâbda : Ömer, Ali, İbni Mes'ûd, Câbir, Ebû Hüreyre, İbni Abbâs, İbni
Ömer ve Abdullah b. Ca'fer (Radiyallahû anhûm) hazerâtından da hadîsler rivayet
olunduğunu söyle-. miş; kendisi babımız rivayetlerinden Sâib b. Yezîd'in Râfi'
b. Hadîc'den naklettiği hadîsi de tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsi Ebû
Dâvud, Nesâî ve
İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir:
Buhâri sarihi Aynî, Tirmizî 'nin işaret ettiği
zevatın hadîslerini ve bu
hadîsleri kimlerin tahrîc ettiğini göstermiş; bu bâbda : Ebû Cuheyfe, Abdullah
b. Amrf Enes b. Mâlik, Sâib b. Yezîd ve Meymûne binti Sa'd i'Radiyctllahû
anhûm) 'dan da hadîsler rivayet olunduğunu söylemiştir. Hülâsası şudur:
Hz. Ömer hadîsini
Taberânî «EI-Kebîr»inde; A1i (Radiyaüahü anh) hadîsini İbni Adiy «EI-Kâmil»
adlı eserinde tahrîc etmişlerdir. İbni Mes'ûd hadîsini kimin tahrîc ettiği beyan
edilmemiştir.
Câbir (Radiyaliahü
anh) hadîsini Müslim,- Ebû Dâvûd ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Babımızın son
rivayeti bu hadîstir.
Ebû Hüreyre hadîsini
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbni Mâce ve Hâkim; İbni Abbâs (Rarfıyallahü anh) hadîsini
Ebû Dâvûd ile Nesâî; İbni Ömer hadî'sini İbni Ebî Hatim tahrîc etmişlerdir.
Fakat İbni Ömer rivayeti hakkında : «Bu hadîs münkerdîr.» denilmiştir.
Abdullah b. Ca'fer
hadîsini İbni Ebî Adiy «El-Kâmil» nâm eserinde rivayet etmiştir; bu hadîs de
zaîftir.
Ebû Cuheyfe hadîsini
Buhâri, Abdullah b. Amr hadîsini Hâkim «El-Müstedrek» adlı eserinde; Enes
(Radiyallahu anh) hadîsini İbni Adiy; Sâib b. Yezîd hadîsini Nesâî, Meymûne
hadîsini de Taberâhî tahrîc etmişlerdir. Bu rivayetlerin bâzılarında az çok
ziyadeler vardır. Fakat köpek satmanın, fahişe mehrinin, kâhin ücretinin ve
haccâmın kazancının yasak edilmesi hususunda hemen hepsi müttefiktir.
Fahişenin mehrinden murâd:
£inâ mukabilinde yahut haram olan nikâh karşılığında ona verilen paradır. Buna
mehir denilmesi şeklen benzediği içindir. Hattâbî'nin beyânına göre kâhin :
Gelecekte olacak şeyleri ve sırlan bildiğini iddia eden kimsedir. Çalınan
şeyleri ve bunları kimin çalıp nereye götürdüğünü bilmekle meşgul olanlara
«Arrâf» denir.
Eskiden Araplar
arasında birçok kâhinler vardı. Bunların bâzıları gaibten kendilerine haber
getiren cinnî arkadaşları olduğunu söyler; bir takımları gaib İşlerini anlamak
için kendilerine hâs bir anlayışa sahip olduklarını iddia ederlerdi.
Müneccimlere kâhin, tabîblere arrâf ve kâhin diyenler de vardır. Bunlar nehîde
dâhil değillerdir.
Hulvân : Bahşiş,
rüşvet mânâlarına gelir. Burada maksat, kâhine verilen ücrettir. Bu kelime :
Kızının mehrinden babasının kendine pay ayırması mânâsında da kullanılır.
1- Hasan-ı
Basri, Muhammed b. Şîrîn, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ, Hakem, Hammâd b. Ebî
Süleyman, Rabîa, Evzâî, İmam Şafiî, İmam Ahmed, İshâk, Ebû Sevr, İbni Münzir ve
Zahirîler bu hadîslerle istidlal ederek köpeğin satılmasını mutlak surette
caiz görmemişlerdir. İmam Mâ1ik'in iki kavlinden biri de budur. Hanbelîler 'den
İbni Kudâme: «Köpek satışının herhalde bâtıl olduğunda mezhebimiz ihtilâf
etmez.» demiştir.
Hz. Ebû Hüreyre köpek
parasını mekruh görmüş; Câ -bir (Radiyallahü anh) ise yalnız av köpeğinin
satılmasına ruhsat vermiştir ki, Atâ' ile
İbrahim Nehaî'riin kavilleri de budur.
Bu meselede Mâli'kiyye
ulemâsı ihtilâl' etmişlerdir. Bâzılarına göre köpeğin satılması caiz değildir.
Bir takımları edinilmesi şer'an caiz olan köpeğin satılmasını mekruh fakat
sahih bulmuş; îcânnı tecviz etmemişlerdir.
Şâfiîler 'den de buna kail olanlar vardır.
İmam Mâlik'
"El-Muvattada : »Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) parasını yasak
ettiği için ben köpeğin —ava alıştırılmış olsun olmasın— parasını mekruh
addederim.» demiş; «El-Muvatta'» şerhinde ise edinilmesi mubah olan köpeğin
parası hakkında İmam Mâ1ik'in bir defa cevaz verdiği, bir defa da vermediği
kaydedilmiştir.
Zahirîler 'den İbni
Hazm'e göre köpeği satmak asla caiz değildir. Bu hususta av köpeğiyle çoban
veya ev köpeğinin farkı yoktur. Yalnız mecburiyet ve iztırar karşısında köpeği
satın almak müşteriye helâl, satıcıya haram olur. Bu mesele zulmü defi etmek
için rüşvet vermek gibidir.
Şâfiîler 'e göre bir
kimse birinin av yahut çoban köpeğini öldürse ödemesi îcâb etmez.
imam Şafiî: «Karşılığı
olmayan şeyin, öldürüldüğü zaman kıymeti de yoktur.» demiştir.
İmam Ahmed'in kavli de budur. Delilleri babımız
hadîsleridir.
Atâ'b. Ebî Rabâh,
İbrâhîm Nehaî, İmam Âzam, Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlikîler 'den îbni Kinâne ile
Şuhnûn ve bir rivayette İmam Mâlik, faydalanılan köpeklerin satılması caiz,
paraları mubah olduğunu söylemişlerdir. İmam Âzam 'dan bir rivayete göre
saldırgan köpeği satmak caiz değildir; parası da mubah olmaz.
«El-Bedyı'» adlı
eserde deniliyor ki: «Domuz müstesna olmak üzere köpek, pars, ardan, kaplan,
kurt ve kedi gibi azılı hayvanların satılmasına gelince: Ulemâmıza göre bu
caizdir. «Asi»m [7] rivayetinde hayvanın ava
alıştırılmış olup olmaması farksızdır; nasıl olsa satılabilir, İmam Ebû Yûsuf
'dan bir rivayete nazaran saldırgan köpeğin satılması caiz değildir. Nitekim bu
kavil İmam Atarn'dan da rivayet olunmuştur. Sonca bu zevatın kaidelerine göre
hayvanı öldürene kıymetini ödemek vacib olur. Delilleri: Hz. Osman'in bir
köpeği öldüren kimseye yirmi deve verdirmek suretiyle onu ödetmesi ve Abdullah
b. Amr b. Âs (Radiyallahü anh) 'nın av köpeği öldürene kırk dirhem, çoban
köpeği öldürene bir koç vermek lâzım geldiğine hüküm vermesidir.
Hanefî1er'in
delillerini muhalifleri zaif bulmuş; Hz. Osman 'dan rivayet edilen eserin munkatı'
olduğunu; Abdullah b. Amr'in eseri ise biri munkatı', diğeri senedinde meçhul
râvisi bulunan iki zaîf yoldan rivayet olunduğunu, binâenaleyh Buhâri'nin de
işaret ettiği vecihle ihticâca elverişli olmadığım söylemişlerdir. Hattâ
Beyhakî: «Hz. Osman 'dan bunun hilafı sabit olmuştur; zîra hutbe okuyarak
köpeklerin öldürülmesini emretmiştir.» dedikten sonra Abdullah b. Amr'in da
köpek mukabilinde1 para almaktan nehyet-tiği rivayet olunduğunu binâenaleyh
köpeğin ödeneceğine hükmettiği sabit olsa bile usûlü rıkıh ulemasınca sahîh
olan kavle göre hükmüne değil, rivayetine itibar olunacağını söylemiştir.
Beyhakî'ye Hanefîler
tarafından Aynî cevap vermiştir. Aynî evvelâ Beyhakî'nin «Hz. Osman 'dan bunun
hilafı sabit olmuştur.» sözü üzerinde durmuş; bu rivayetin senedini inceledikten
sonra onun isbât için delîl olmağa kâfi gelmediğini söylemiştir. Çünkü senette
İmam Şafiî: «Bana mevsuk bir zât Yûrus'dan rivayet rivayet etti.» demektedir.
Hz. Şafiî bu sözü ile ekseriya İbni Ebî Yahya'yi yahut Zenci'yi kasdeder ki,
bunların ikisi de zaîftir. Şu halde Şafiî 'den başkaları bu rivayeti mecruh
kabul edebilirler.
Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'in köpekler hakkındaki son beyanâtı öldürülmelerini yasak
etmek olmuş; bundan yalnız kara köpeği istisna etmiştir. Şu halde Hz. Osman
köpeklerin öldürülmesine nasıl emir verebilir? Eğer bu emir verme işi doğru
ise mutlaka onun zamanında ortaya çıkan bir mefsedetten dolayıdır. «Et-Temhîd»
sahibi İbni Abdilberr şunları söylemiştir : «Medîne'de güvercinle oynamak ve
köpek boğuşturmak modası çıktı da
Ömer ve Osman (Radiyallahü anJt) köpeklerin
Öldürülmesini, güvercinlerin de kesilmesini emrettiler. Hasen dedi ki: Ben
Osman'ı .hutbesinde kaç defa : Köpekleri öldürün; güvercinleri kesin! derken
işittim.»
Bundan da anlaşılıyor
ki, bir maslahattan dolayı bir zamanda köpeklerin öldürülmesine emir vermek,
başka zamanda onları öldürenlerin ödememesini gerektirmez.
Beyhakt 'nin munkatı'
dediği Hz. Osman hadîsi başka bir yoldan da munkatı' olarak rivayet edilmiştir.
Beyhakî 'nin mezhep imamı Şâfiî'ye göre mürsel bir hadîs başka bir yoldan
mürsel olarak rivayet edilirse hüccet olur.
Beyhakî, Buhârî 'nin
Hz. Abdullah b. Amr rivayeti hakkında «ihticâca elverişli değildir.» dediğini
söylüyorsa da buna îbni Ebî Adiy: «Ben bu hadîste Buhâri 'nin dediğinden bir
eser bulamadım ki söyleyeyim!» cevâbını vermiştir.
Beyhakî 'nin :
«Hükmüne değil, rivayetine itibar olunur.» sözü de kabule şayan değildir; çünkü
sahâbînin Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi veSetleml'den rivayet ettiği bir hadîse
muhalefet ettiği neticesini doğurur. Biz bir sahâbî hakkında böyle bir zanda
bulunamayız. Binâenaleyh İtibâr sahâbînin hükmünedir. Rivayeti hilâfına hüküm
vermesi, o hadîsin mensûh olduğunu öğrendikten sonra olmuştur.
Köpek satmayı yasak eden
hadîsler hakkında Tahâvî de aynı şeyleri söylemiştir.
Kedinin hükmüne
gelince : Ulemâ bunda da ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre kediyi satmak
caizdir. Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Hakem, Hammâd, İmara Mâlik, Süfyân-ı
Sevrî, Hânefîler, İmam Şafiî, îmanı Ahmed ve îshâk'm kavilleri budur. îbni
M-ünzir: «Bize îbni Abbas 'tan kedinin satılmasına ruhsat verdiği rivayet olundu.
Bir taiıte bunu mekruh görmüşlerdir. Bu da Ebû Hüreyre ile Tavus ve Mücâhid
'den rivayet olundu. Câbir b. Zeyd'in kavli de budur.» demiştir.
Kedinin satılması
memnu' olduğuna dair Tirmizî, Nesâî ve Tahâvî, Hz. Câbir'den hadîs rivayet
etmişlerse de satılmasını caiz görenler bu hadîse muhtelif cevaplar
vermişlerdir..Şöyle ki:
a- Bu hadîs
zaîf ve merdûddur.
b- Câbir
(Radiyallahü anh) hadîsi vahşîleşen ve bu sebeple teslimi mümkİn olmayan kedi
hakkındadır. Bâzı ulemânın buna kail olduklarını Beyhakî «Sünen»de nakletmiştir.
c- Kediyi
satmak İslâm'ın ilk devirlerinde, onun necis bir hayvan olduğuna hüküm
verildiği zaman yasak edilmiştir. Bilâhare artığının temiz olduğuna hüküm
verilince satıp parasını almak da helâl olmuştur. Bu kavli dahî Beyhakî bâzı ulemâdan nakletmiştir.
d- Câbir
'hadîsindeki nehî tahrîm değil kerâhet-i tenzîhiyye ifâde eder. İbni Hazm bunun
aksini iddia etmiştir.
e- Nevevî :
«Mutemed olan cevap şudur ki, hadîs-i şerif faydası olmayan kediye
hamlolunmuştur; yahut nehî tenzih içindir; ta ki İnsanlar bu hayvanı
birbirlerine hediye ve emanet etmeye alışsınlar.» diyor.
2- Fahişeye
verilen zina parası ve keza haram olan nikâh için verilen mehir haramdır. Bu
hususta bütün ulemânın ittifakı vardır.
3- Kâhine
verilen ücret haramdır. Kâhinlerin söyledikleri bâtıl ve yalan şeyler olduğu
için bu bâbda nehî yârid olmamış olsa yine malı bâtıl sebeple yemek kabilinden
haram olurdu.
4- Haccâm'ın
kazancını haram sayanlar bu hadîslerle istidlal ederler. Mesele ihtilaflıdır.
Selef ve halef ulemasının ekserisi
haram olmadığına kaildirler. İmam Ahmed'in meşhur olan kavli de budur; diğer
bir rivayette : «Hür olana haram, köleye helâldir.» demiştir ki, muhaddislerin
kavli de budur.
Cumhurun delîli İbni
Abbâs (RadtyallaM anh) hadîsidir. Mezkûr hadîste:
«Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) kan aldırdı ve haccama ücretini verdi.» denilmektedir.
«Haccam'a ücret vermek haram olsa ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de
vermezdi.» diyorlar. Onlar babımız hadîslerini tenzihe yahut bayağı sanatlara tenezzül
etmemeye, bilâkis güzel ahlâka, büyük işlere teşvik mânâsına hamletmişlerdir.
43- (1570)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim,
onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) köpeklerin
öldürülmesini emir buyurdu.
44- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Usâme rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
eyledi. İbni Ömer şunu söylemiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Seîlem) köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu ve
köpekler Öldürülsün dîye Medine'nin nahiyelerine haber gönderdi.»
45- (...)
Bana Humeyd b. Mes'ade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr yâni İbni Mufaddal
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail yâni İbni Ümeyye, Nâfi'den, o da
Abdullah'dan naklen rivayette bulundu. Abdullah şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SeHem) köpeklerin öldürülmesini emir buyurur; biz de
Medine ve etrafına sökün ederek öldürmedik köpek bırakmazdık. Hattâ çöl
halkından bir kadıncağızın ardından giden köpeğini bile öldürürdük.-
46- (1571)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Zeyd Amr b.
Dinar'dan, o da tbni Ömer'den naklen haber verdi kij Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)av köpeği yahut koyun veya hayvan köpeği müstesna olmak üzere
köpeklerin öldürülmesini emir buyururdu.
Bunun üzerine'tbni
Ömer'e: Ebû Hüreyre (yahut ekin köpeği) diyor; demişler. İbni Ömer : «Şüphesiz
Ebû Hüreyre'nin ekini var!» cevâbını vermiş.
47- (1572)
Bize Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet
etti. H.
Bana İshâk b. Mansûr
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubade haber verdi. (Dedi ki) : Bize
tbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir
b. Abdillâh'ı şunu söylerken işitmiş:
«Resûlüllah
(Sollallchü Aleyhi ve Sellem) bize köpekleri öldürmeyi emir buyurdu. Hatta
kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile Öldürürdük. Sonra
Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) köpekleri öldürmeyi yasak etti ve:
— Hâlis siyahını, iki
noktalısını öldürmeye bakın; çünkü o şeytandır; buyurdu.»
48- (1573)
Bize Ubaydutlah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'dan rivayet etti. O da Mutarrif bt
Abdillah'ı İbni Mugaffel'den naklen rivayet ederken dinlemiş. İbni Mugaffel
demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) köpekleri öldürmeyi emreyledi. Sonra:
«Köpekler onların ne
işine giriyor!» buyurdu. Sonra av köpeği ile çoban köpeği hakkında ruhsat
verdi.
49- (...)
Bana bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid yâni İbni
Haris rivayet etti. H.
Bana Muhammed b.
Hâtinı dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Velîd
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr haber verdi. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti.
Bu râvİlerin hepsi
Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
îbni Hatim, Yahya'dan
rivayet ettiği hadîsinde: «Koyun köpeği
ile av ve ekin köpekleri hakkında ruhsat
verdi.» dedi.
Bu hadîsin Abdullah b.
Ömer (Radiyallahii anh) rivayetini Buhâri «Bed'ü'1-Halk»;, Nesâî ile İbni Mâce
«Sayd» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.
İmamMâlik ile mezhebi
uleması ve diğer birçok zevat bu hadîslerde istisna edilen köpeklerden
maadasının öldürülebileceğine kail olmuşlardır. Onlara göre öldürmekten istisna
edilenlerden geriye kalan köpekler hakkındaki öldürme emri mensûh değil,
muhkemdir. Kaadi Iyâz : «Bence köpek
edinmek evvelâ umumî surette yasak edilmiş; ve bütün köpeklerin öldürülmesi
emrolunmuş; sonra kara köpeklerden maadasının öldürülmesi yasaklanmış, fakat
av köpeği ile hayvan ve ekin bekçiliği yapan köpeklerden bıska herhangi bir
köpeğin edinilmesi menedil-miştir.» diyor. Nevevî, Kaadî 'nin bu sözünü
hadîslerin zahirine uygun bulmaktadır. Gerçi İbni Mugaffel hadîsinde Peygamber
(SallaHah'û Aleyhi ve Sellem):
«Köpekler onların ne
işine giriyor!» buyurmuştur. Bunun mânâsı «Öldürmesinler hayvanları!» demektir;
ve âmindir, yâni kara köpeği de şâmildir; fakat kara köpeğin öldürülmesi
icâbettiği, önceki rivayetten anlaşıldığı için İbni Mugaffel hadîsi o
rivayetle tahsis edilmiş demektir.
Saldırgan köpeğin
öldürüleceğinde bütün ulemâ müttefiktir. Zararı olmayan köpeklerin öldürülüp
öldürülemeyeceği ihtilaflıdır. Şafi1erden
îmamülharemeyn şunları
söylemiştir :
«Peygamber (Saliatiahü
Aleyhi ve Selİem) evvelâ bütün köpeklerin Öldürülmesini emir buyurmuş; sonra
bu hükmü neshederek kara köpekten maadasını Öldürmeyi yasak eylemiş; bilâhare
şerîat —kara olsun olmasın— bütün zararsız köpeklerin öldürülmemesi hususunda
karar kılmıştır.» îmamülharemeyn İbni Mugaffe {(RodiyaUahü anh) dan rivayet
olunan şu hadîsle istidlal etmiştir :
«Resûlüllah (Saliatiahü A leyhi ve Sellem}:
«Eğer köpekler de
ümmetlerden bir ümmet olmasa idi, ben onların öldürülmesini emrederdim!» Bu
hadîsi «Sünen» sahipleri rivayet etmişlerdir.
Hz. Ebû Hüreyre
hakkında gerek İbni Ömer (Radiyalîahii anh) 'nın : «Şüphesiz onun ekini var!»
demesi, gerekse mütea-kib rivayetlerin birinde Sâ1im'in : «Ebû Hüreyre: Yahut
ekinlik köpeği derdi; kendisi çiftçi idi.» sözü onun rivayetini gevşetmek yahut
rivayeti hakkında şüpheye düşürmek için değildir. Bu sözlerden murâd Hz. Ebû
Hüreyre 'nin çiftçi olması dolayısiyle bu hususa dikkatli davranarak herkesten
iyi bellediğini anlatmaktır. Zîra bir şeyin içinde bulunan kimsenin onu
herkesten iyi bilmesi âdettir.
Ebû Hüreyre
(RadiyaUahü anh) 'in rivayet ettiği ziyadeyi İbni Mugayfe1 , Süfyân b. Ebî
Züheyr ve îbni Hakem de zikretmişlerdir. Binâenaleyh bu hususta Hz. Ebû
Hüreyre yalnız değildir. Kaldı ki, yalnız başına da rivayet etse rivayeti yine
makbuldür.
Benîm: Hâlis, koyu
kara demektir. Aynî bunu «faydadan uzak, zarara yakın şeytan» diye ta'rîf
etmiştir.
Köpeğin iki
noktalısından murâd: Gözlerinin üstünde iki nokta gibi beyazı olanıdır.
İmam Ahmed b. Hanbel
ile Şafiî1er'den bâzıları bu hadîsle istidlal ederek hâlis siyah renkli köpeğin
avcılıkta kullanıla-mıyacağına kail olmuş : «Çünkü siyah köpek şeytandır; helâl
olan av şeytanın değil, köpeğin avladığıdır.» demişlerdir.
Cumhuru ulemâya göre
sair köpekler gibi kara köpeğin de avda kullanılması helâldir. Hadîste ona
şeytan denilmesi köpek cinsinden olmadığını anlatmak için değildir. Bundan dolayıdır
ki, beyaz köpeğin ağzını soktuğu kab nasıl yıkanırsa kara köpeğinkini de
yıkamak îcâb eder. imam Âzam, Mâlik
ve Şafiî 'nin mezhepleri de
budur.
Ebû Ömer îbni
Abdilberr şöyle diyor: «Bizim ihtiyar ettiğimiz vecih şudur ki, zarar vermedikçe
hiç bir köpek Öldürülmez. Çünkü Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) canlı
mahluku silâha hedef yapmaktan nehî buyurmuştur. Köpeği sulama hadîsi vardır;
bir hadîste «Her hararetli ciğeri sulama mukabilinde ecir vardır.» Duyurulmuştur.
Bir de bütün şehirlerde, bunca ulema ve alenî ma'sıyete, mün-kerâta asla göz
yummayan zevat olduğu halde köpek öldürme işi terk edilegelmiştir. Ben
müslümanların fukahâsından hiç birinin köpek edinmeyi adaleti cerhe sebep
saydığını, hiç bir hâkimin köpek sahibinin şe-hâdetini reddettiğini bilmiyorum.
Yalnız Şafiî mezhebine göre ihtiyaç yokken köpek edinmek haramdır.»
îbni Abdilberr,
köpeklerin öldürülmesi emrinden etlerinin de yenilemiyeceğine istidlal etmiş
ve : «Güvercinin kesilmesi, köpeklerin ise öldürülmesi babında Ömer'le Osman
'dan gelen rivayeti görmüyor musun?» diyerek eti yenilen hayvan hakkında
(kesmek) yenilmeyen hakkında ise (öldürmek) tâbirleri kullanıldığına işaret
etmiştir.
Evet, bu hadîsler
hakîkaten eti yenilen hayvanla yenilmeyenin aynı hükümde olmadığına delâlet
etmektedir; zîra kesilip yenilen hayvanın öldürülmesi için emir vermek caiz
değildir.
Kara köpeği şeytan
kabul edenlere bu hadîslerde delîl yoktur. Çünkü Teâlâ Hazretleri kötülüğü
iyiliğine galebe çalan insanlara da şeytan ismini vermiş; bununla beraber
Öldürülmelerini emir buyurmamıştır.
Köpeğe'şeytan denilmesi
hususunda .Nevevi bir şey söylememiştir. Aynî behîmi şeytan diye tefsir
ettikten sonra şöyle mütâlea-da bulunuyor : «Bu gibi şeyler tefekkür ve
teemülle anlaşılamaz; bunlara kıyas yolu ile de erişilemez; şeriat sahibinden
ne gelmişse onda karar kılınır. Filhakika İbni Abdilberr, Hz. îbni Abbâs'dan :
(Köpekler
cinlerdendir; onlar cinlerin zayıf olanlarıdır.) hadîsini rivayet etmiş; bir
rivayette:
(Köpeklerin karaları
ile alacaları cinlerdendir.)denilmiştir. îbnü'l-A'râbî: Köpekler cinlerin sefîl
ve zayıf olanlarıdır; diyor...»
Anlaşılıyor ki, Aynî
hadîsin müteşâbihattan olduğuna işaret etmek istiyor. Bizce en salim yol da
budur. Mâmâfîh yukarıda da arzettiğimız vecihle köpeğe, şerri hayrından fazla
olmasına bakarak cin denilmiş olması ihtimalinden de bahsetmiştir.
İbni Abdi1berr'in
bahsettiği «Köpeği sulama» hadîsini Buhâri «Bed'ü'1-halk» bahsinde Hz. £üü
Hüreyre 'den rivayet etmiştir. Hadîs şudur:
«ResulüHah (Üatlallahu
Aleyhi ve Setkm): Fahişe bir kadın bir kuyu başında susuzluktan dilini çıkarmış
soluyan ve ölümle pençeleşen bir köpeğin yanına uğradı. Hemen ayakkabısını
çıkararak baş Örtüsü île bağladı ve hayvana su çıkardı; bu sebeple de günahları
affolundu; buyurdular.»
ibnü'i. Arabı aıyor
la: «jvopeği sulama nadısınin köpekleri öldürme yasağından evevi de, sonra da
varid olması ihtimâli vardır. .Evvel varıü oldu ise du husustaki yasağı
nesheüemez; çünkü KesulüUan (baılatianu Aleyhi ve Sellem) butun çöldeki köpekleri
aegıı, yalnız Medine'nin köpeklerini öldürmeyi emir buyurmuştu. JNeshediien de
budur, Çöiltrdeki köpekler hakkında ne öldürme emri vardır, ne de nesin. Hadîsin
zânirı dam bunu göstermektedir. Bir de köpeği öldürmek vâcib olsa sulaması icab
etmezdi. Susuzluk hararetiyie ölüm bir araya getirilemez Nitekim bu, âsî olan
kâfire bile yapılmaz; isyanı olmayan köpeğe nasıl tatbik edilebilir!..» bahih
hadîste vârid olduğuna göre Peygamber {Sattaliühü Aleyhi ve Setlem);yahudileiin
katlini emir buyurduğu zaman su-suzluKtan şikâyet etmişler de:
(Onların üzerine
kılıcın harareti ile susuzluğun hararetini bir araya getirmeyin!) buyurmuş;
yuhudiler su verildikten sonra öldürülmüşlerdir.»
50- (1574) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da
İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum. İbni Ömer şunu söylemiş:
Resûlüllah (Saliatlahü Aleyhi ve Sellem);
«Çoban köpeği ile av
köpeği müstesna, her kim köpek edinirse amelinden her gün iki kîrât eksilir.»
buyurdular.
51- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyfce ile Züheyr b. Harb ve tbni Nümeyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Sâ-lim'den, o da babasından, o da
Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'den naklen rivayette bulundu.
«Av veya çoban köpeği
müstesna, bir kimse köpek edinirse ecrinden her gün iki kîrât eksilir.»
buyurmuşlar.
52- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyub, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler.
Yahya b. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı, ötekiler: Bize İsmâîl
yâni İbni Ca'fer, Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti ki, Abdullah, İbni
Ömer'i şunu söylerken işitmiş dediler: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):.
«Av yahut çoban köpeği
müstesna, bir kimse köpek edinirse amelinden her gün İki kîrât eksilir.» buyurdular.
53- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler.
Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler : Bize İsmail,
Muhammed'den yâni İbni Ebî Harmele'den, o da Salim b. Abdillâh'dan, o da
babasından, naklen rivayet etti kî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Çoban yahut av köpeği
müstesna, bir kimse köpek edinirse amelinden her gün bir kîrât eksilir.» buyurmuş; dediler.
Abdullah demiş ki:
«Ebû Hüreyc : Yahut ekinlik köpeği, dedi.»
54- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Hanzale b. Ebî Sülyân, Sâlim'den, o da babasından, o da JlesûMiliah
(Sattallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayette bulundu:
«Av yahut çoban köpeği
müstesna, bir kimse köpek edinirse amelinden her gün iki kîrât eksilir.» buyurmuşlar.
Salim demiş ki: «Ebû
Hüreyre: Yahut ekinlik köpeği, derdi. Kendisi arazî sahibi- idî.»
55- (...)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mer-vân b. Muâviye rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Hamza b. Abdillâh b. Ömer haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Salim b. Abdillâh, babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki): Re$û\ül\ah (Saltallahü Aleyhi ve
Seilem):
«Çoban yahut avcı
köpeği müstesna, herhangi bir hâne halkı köpek edinirlerse amellerinden her gün
iki kîrât ekşitir.» buyurdular.
56- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Katâde'den, o da Ebu'l-Hakem'-den naklen rivayet etti. (Demiş ki)
: Ben İbnî Ömer'i Peygamber (Sailaliahii Aleyhi ve Sel!en;ı'f\en naklen
rivayette bulunurken İşittim:
«Ekinlik yahut koyun
veya av köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse ecrinden her gün bir kîrât
eksilir.» buyurmuşlar.
57- (1575)
Bana Ebu't-Tâhir Üe Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'-dan, o da Saîd b.
Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah
(Sallailahii Aleyhi ve
Selîem) 'den naklen haber verdi:
«Bir kimse av, koyun
veya araz? köpeği olmayan bir köpek edinirse gerçekten o kimsenin ecrinden her
gün iki kîrât eksilir.» buyurmuşlar. Ebu't-Tâhir'in hadîsinde
«Arazî köpeği» yoktur.
58- (...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdur-rezzâk rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ebû Sele-me'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) :
«Koyun, av veya
ekinlik köpeği müstesna, bir kimse köpek edinirse ecrinden her gün bir kîrât
eksilir.» buyurdular.
Zührî şunu söylemiş:
«İbni Ömer'e Ebû Hüreyre'nin sözünü andılar da: Allah Ebû Hüreyre'ye rahmet
eylesin, ziraat sahibi idi; dedi.»
59- (...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hişâm-ı Destevâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. EM
Kesîr, Ebû Seleme'den, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre
şöyle demiş: Resûlüllah (SaÜatlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir kimse (kapısında)
köpek tutarsa amelinden her gün bir klrât eksilir; yalnız ekinlik veya koyun
köpeği müstesna!» buyurdular.
(...) Bize
İshâk b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şuayb b. İshâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Ebî Kesir
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdir-r a hm ân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Ebû Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bu
hadîsin mislini rivayet etti.
(...) Bize
Ahmed b. Münzir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssa-med rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.^Ebî Kesir bu isnâdla bu
hadîsin mislini rivayet etti.
60- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-vâhid yâni İbni
Ziyâd, İsmâîl b. Sümey'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Rezîn rivayet
etti. (Dedi ki) : Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim.: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bir kimse av ve koyun
köpeği olmayan bir köpek edinirse, amelinden her gün bir kîrât eksilir.» buyurdular.
61- (1576)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Malik'e, Yezîd b. Husayfa'dan
dinlediğim, ona da Sâib b. Yezid'in haber verdiği, onun da Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından Şenûe [8]
kabilesine mensûb bir zât olan -Süfyân b. Ebî Züheyr'den dinlediği şu 'hadîsi
okudum. Süfyân şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Bir kimse kendisine
ekin veya hayvan beklemeğe faydası olmayan bir köpek edinirse, amelinden her
gün bîr kîrât eksilir.» buyururken işit-tim.
Sâib: «Bunu Resûlüllah
{Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den sen mi işittin?» diye sormuş. Süfyân:
«Şu mescidin Rabbına
yemîn olsun ki, evet!» demiş.
(...) Bize
Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve Ibni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İsmail, Yezîd b. Husayfa'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sâib b. Yezîd
haber verdi ki, yanlarına Süfyân b. Ebî Züheyr eş-Şeneî gelmiş de: «Resûlüllah
(Sallallahü A ley hi ve Sellem) y ukarıki hadîs gibi îrâdda bulundu.* demiş.
Hz. Ebû Hüreyre ve
Süfyân b. Ebî Züheyr rivayetlerini Buhâri «Müzârea» ve «Bed'ü'1-Halk»
bahislerinde; Süfyân rivayetini Nesâî ile İbni Mâce «Kitâbü's-Sayd» da tahrîc
etmişlerdir.
Mâşiye :
Deve, sığır ve koyun gibi hayvanların hepsine verilen bir isimdir; ekseriyetle
koyun hakkında kullanılır.
Dar':
Aslında çift tırnaklı ve tabanlı hayvanlara verilen isimdir. Burada mâşiyeden
kinayedir.
Dârî: Ava alıştırılmış; Öğretilmiş manasınadır. Bu kelime hadîsin muhtelif rivayetlerinde: «dâriyen, dârî, dârin,
dâriyetin» şekillerinde kullanılmıştır. Dâriyen şeklinin îrâbı hakkında söz
yoktur. Dârî ile dârin şekilleri (mâşiye) üzerine atı'f suretiyle mecrûr olup
mevsûfun sıfatına izafeti kabîlindendirler. Bu takdirde «dârî» deki yânın hazf
edilmemesi meşhurun hilâfınadır. Bazıları buradaki «dârî» kelimesinin «sâid»
yâni avcıya sıfat olduğunu söylemişlerdir; yâni avcıya istiare yolu ile «dârî»
denilmiştir.
«Dâriyetin» rivayetine gelince : Burada hazif olduğu söylenmiştir.
Terkîb: yâni
«Ancak talimli köpekler sahibinin köpeği» takdirindedir.
Kîrât: Lügatte
beş arpa ağırlığı, yarım dâmk ve bir şeyin, yirmi dörtte biri gibi mânâlara
gelir. Burada Allah'ın bildiği bir mikdâr manasınadır. Hadîsten murâd : Köpek
edinen kimsenin amellerinden bir cüz'ü-nün sevabı eksilrnesidir.
Hadîsin bâzı,
rivayetlerinde köpek edinen kimsenin ecrinden bir kîrât, diğerlerinde iki
kîrât eksileceği bildiriliyor. Ulema bu iki muhtelif rivayetin arasını muhtelif
şekillerde te'lîf etmişlerdir. Bâzıları kîrât farkının insanlara eziyet
hususunda birbirinden farklı iki nevi' köpeğe nis-betle yapılmış olması
ihtimâli üzerinde durmuşlardır. Bunlara göre iki kîrât» fazla eziyet veren
köpeğin sahibine aittir. Bir takımları: «İki kîrât kasaba ve köylere, bir kîrât
kır ve çöllere mahsustur.» demiş; daha başkaları iki nevi' kıratın ayrı ayrı
iki zamana ait olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu takdirde evvelâ bir kîrâttan
bahsedilmiş; bilâhare iki kîrât azalacağı bildirilmek suretiyle hüküm daha
ağırlaştırılmıştır.
Sevapların niçin
eksiltüeceği de ihtilaflıdır. Bâzılarına göre buna sebep, köpek bulunan haneye
meleklerin girmemesidir. Bu hususta: KÖpe-ğin yoldan geçenlere saldırması,
yasak olan bir şeyi irtikâb ettikleri için sahiplerine bir ceza olması, köpeğin
çok necaset yemesi, fena kokması, bazı köpeklerin şeytan olması, sahibinin
haberi yokken kaplara ağzını sokması gibi birçok ihtimâller üzerinde
durulmuştur.
Eksiltilecek ecrin
geçmişe mi yoksa geleceğe mi âit olacağında ve keza kıratın mahallinde ihtilâf
olunmuştur. Bâzıları: «İki kîrâttan biri gündüz, diğeri gece amellerine
aittir.» demiş; diğerleri, bir kîrât farzdan, bir kîrât da nafile ibâdetten
eksiltileceğim söylemişlerdir.
Köpek edinmenin caiz
olup olmaması hususunda Şâfiî1er'den Nevevî şunları söylüyor : "Bizim
mezhebimize göre ihtiyaç yokken köpek edinmek haramdır. Ama av. ziraat ve
hayvan muhafazası gibi şeyler için edinilmesi caizdir. Evleri, sokakları ve
bunlara benzer yerleri muhafaza için edinilip edinilemeyeceği hususunda iki
vecih vardır. Birinci veçhe göre caiz değildir. Çünkü hadîslerin zahirleri
ziraat, av ve çoban köpeğinden
maadasını sarahaten yasak etmektedir. Esah olan veçhe göre bu üç nevi' köpeğe
kıyâsen diğerlerini edinmek de caizdir; bu hususta hadîslerden anlaşılan
illetle amel olunur ki, o da ihtiyaçtır.
Acaba köpek yavrusu
edinerek av, ziraat ve hayvan muhafazası hu-susatında terbiye etmek caiz midir?
Bu bâbda dahî iki vecih vardır. Esah olan veçhe göre câizdir.>
Hanefîler 'den Kemâl
b. Hümâm «Fethü'l-Kadîr» adlı eserinde : «Köpeği av yahut hayvan, ev ve ziraat
muhafazası için edinmek bilicmâ' caizdir; lâkin hırsız yahut düşman korkusu
olmadıkça onu haneye sokmamalıdır...» diyor.
Mâ1ikî1er'den
bâzıları, edinilmesi caiz olan köpeğin temizliğine bu hadîslerle istidlal
etmişlerdir. Çünkü insanların arasında bulunduğu hâlde ondan korunmak son
derece güç bir iştir. Onlara göre köpeği edinmeğe izin vermek, ondan maksud
olan hususâtı tamamlayan şeyler için de izin sayılır. Fakat bu zevâtm
görüşleri, köpeğin ağzını soktuğu kabın yedi defa yıkanmasını emreden hadîse
muarızdır. Hadîs-i şerîf hayırlı işlere teşvik, sevabı eksiltecek işlerden
sakınmayı tenbîh etmektedir.
62- (1577) Bize
Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Alî b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki)
: Bize İsmail yâni İbni Ca'fer, Humeyd'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes b.
Mâlik'e hac camın kazancı soruldu da şunları söyledi:
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Seîlem) kan aldırdı. Ondan Ebû Taybe kan aldı. Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Selle m) ona iki Ölçek zahire verilmesini emir buyurdu. Sahipleri
ile de konuştu; onlar da haracının bir kısmını indirdiler. Ve
Resû\ül\aıh(SallaHahii Aleyhi ve Sellem):
«(Kan hareketinden
dolayı) Kendisiyle en iyi tedavi gördüğünüz şey hacâmettir; yahut : Hacâmet
sizin en İyi rlâçlarınızdandır.» buyurdular.
63- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân yâni Fezârî,
Hıuneyd'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'e Hac-câmın kazancı
soruldu... ve yukarıki hadîsin mislini nakletmiş. Yalnız o: «Kendisiyle en iyi
tedavi gördüğünüz şey hacâmet ve hind buhurudur. Hem çocuklarınıza
(boğazlarını) sıkmak suretiyle işkence etmeyin!» şeklinde söylemiştir.
64- (...)
Bize Ahmed b. Ha sen b. Hırâş rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humeyd'den rivayet etti. Humeyd şöyle demiş:
Enes'i şunu söylerken
işittim :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) faizim haccâm bir (âzâdlı) kölemizi çağırdı da kan aldırdı;
ve kendisine bir ölçek yahut bir veya iki müdd [9]
(zahire) verilmesini emir buyurdu. Hem onun hakkında konuştu. Bu sebeple
kölenin vergisi hafifletildi.
65- (1202)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim
rivayet etti. H.
Bize tshâk b. İbrahim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mahzûmî haber verdi. Her iki râvi Vüheyb'den
rivayet etmişlerdir. (Vüheyb demiş ki:) Bize Tâvûs, babasından, o da İbni
Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kan
aldırmış; haccâma da ücretini vermiş ve burnuna ilâç çekmiştir.
66- (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Abd'indir.
(Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Âsım'dan,
o da Şa'bî'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den Benî Beyaza kabilesinin (âzâdlı) bir kölesi kan aldı.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ücretini verdi. Efendisi ile de
konuştu. Bunun üzerine efendisi onun vergisini hafifletti. Eğer (haccâm
ücreti) haram olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ücret
vermezdi.»
Bu hadîsleri Buhâri
«Büyü'», «İcâre» ve «Tıbb» bahislerinde tahrîc etmiştir. Bu bâbda Tahâvî ile
Ebû Ya'lâ, Hz. Câbir'den, Tahâvî, Hz.
Ali 'den hadîsler rivayet etmişlerdir.
Hıcâmet: Kan aldırmak
demektir. Hıcâmet ücreti hakkında ulemânın ihtilaf1 ettiklerini «Kâhinin
ücreti...» babında görmüştük. Bu hadîsler kan aldırmanın mubah ve en iyi tedâvî
çarelerinden biri olduğunu bildirmektedir. Gerçi Tahâvî 'nin Müzenî'den
rivayet ettiği bir hadîste:
«Muhaysa, Peygamber
(SallallahüAleyhi'veSellem)'e kan alıcının kazancının helâl olup olmadığını
sordu da, ondan yemesini yasak etti. Sonra tekrar sordu; yine yasak etti.
Sonra tekrar sordu; yine yasak etti. Sa'd müracaatında devam edince nihayet:
Onu su taşıdığın deveye alaf parası yap yahut kölelerine yedir.» buyurdular,
deniliyor
Bu hadîs yek nazarda
hıcâmet ücreti helâl değilmiş zannım veriyorsa da Tahâvî 'nin beyanına göre
hakikatte onun helâl olduğuna de-lîldir. Çünkü bir kimsenin kendine helâl
olmayan bir şeyi kölesine ve hayvanına yedirmesi de helâl değildir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) köleler hakkında:
«Onlara kendi
yediğinizden yedirin!» buyurmuştur. Hz. Muhay-yısa 'ya hıcâmet parasını hayvan
ve kölelerine sarfetmesini mubah kılınca bu husustaki yasağı neshettiği
anlaşılmış; bu suretle hıcâmetten kazanılan paranın hem kendine hem de
başkalarına helâl olduğu sübut bulmuştur. Tahâvî: «İmam
Âzam'la İmam Ebû Yûsuf ve
Muhammed'in kavilleri de budur.» diyor.
Resûlüllah(Saltallahü
Aleyhi veSetlem) 'den. kan alan zât Benî Beyaza kabilesinden Muhaysa b. Mes'ûd'un
âzâdlı kölesi Ebû Taybe'dir. İsmi ekser-i ulemâya göre Nâfidir. Dînâr ve Meysere
olduğunu söyleyenler de vardır. 143 sene yaşadığı rivayet edilir. Hadîste cemi'
sîgasiyle : «Sahipleriyle de konuştu...» denilmesi ya birkaç kişinin müşterek
malı olmasından yahut mecâzendir. Nitekim: «Bu adamı filân oğullan
vurdurdular.» denir; halbuki vuran içlerinden bir kişidir. Peygamber
(Sallalİohü A leyhi ve Sellem) 'den Benî Beyâza âzâdhsı Ebû Hind Sinan veya
Sâ1im'in de kan aldığı rivayet olunur.
Harâc: Köle sahibinin
kölesini her gün ödemeye mecbur tuttuğu vergidir. Buna muhârece de derler.
Köleyi başkalarına ücretle çalışmak ve her gün yahut her hafta kazancının
muayyen bir miktarını sahibine vermek, geri kalanı kendinin olmak şartiyle
serbest bırakmaktır. Darîbe ve ecr dahî harâc mânâlarına gelir.
«Hem çocuklarınıza
(boğazlarını) sıkmak suretiyle işkence etmeyin!»
cümlesinden murâd :
Boğazları ağıran çocukları, gırtlaklarını sıkmakla değil, Hind buhuru denilen
nebatla tedâvî edin, demektir. Bu tedâ-vînin şekli: Hastayı sırt üstü yatırarak
burnuna ilâcı akıtmaktır. Hastalık aksırıkla çıkar.
Aynî 'nin beyanına
göre burada hıtâb, Hicaz1ı1ar'la sair sıcak memleket in sanlarına dır. Çünkü o
yerlerde yaşayanların kanlan sıvı olduğundan vücuttan çıkan harareti emmek için
bedenin dışına mey-ledermiş. Aynî şöyle diyor : «Bundan da hitabın ihtiyarlara
değil, gençlere olduğu mânâsı çıkar. Zîra ihtiyarların bedenlerinde hararet azdır.
Taberî, İbni Şîrîn'in: Bir adam kırk yaşına vardı mı artık kan aldırmaz;
dediğim sahîh senetle rivayet etmiştir. Bâzıları bu sözü ihtiyacı olmayanlara
hamletmiş, bir takımları da doktorların bunun aksini iddia ettiklerini
söylemişlerdir.
1- Kan
aldırmak ve bunun için ücret vermek caizdir. Bu bâbtaki nehî bazılarına, göre
mensûhtur. Bir takımları nehyin kerâhet-i tenzîhiy-ye ifâde ettiğini
söylemişlerdir.
2- Kölenin
günlük veya aylık olmak üzere muayyen bir vergi karşılığmda serbest çalışmasına
müsaade etmek ve bu vergiyi icâbında hafifletmek caizdir.
3- San'at
sahibi bir köleye sahibinin izni olmaksızın icrây-i san'at ettirilebilir.
67- (1578)
Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâlâ b.
Abdilâlâ Ebû Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd el-Cüreyrî,' Ebû
Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ben
Kesû\ü\\ah fSaîlallahü Aleyhi ve Sellem) "i Me-dîne'de hutbe okurken
dinledim:
«Ey cemâati Allah
şaraba ta'rîzde bulunuyor; galiba onun hakkında bir emir indirecek. Binâenaleyh
kimde ondan bir şey varsa hemen satsın da faydalansın!» buyurdu. Az zaman sonra
Peygamber (Salîaüahü Aleyhi ve Sellem) r
«Gerçekten Allah Teâlâ
şarabı haram kılmıştır, tmd! kimin elinde ondan bir şey bulunduğu halde bu
âyet kendisine ulaşırsa, artık ne içsin, ne de satsın!» buyurdular. Bunun
üzerine yanlarında şarap bulunan bazı kimseler (bu emri) Medine yolunda telekkî
ettiler ve onu derhal döktüler.
68- (1579)
Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Zeyd b.
Eslem'den, o da Mısırlı bir zât olan Abdurrahmân b. Va'le'den naklen rivayet
etti ki, kendisi Abdullah b. Abbas'a gelmiş. H.
Bize Ebu't-Tâhir de
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki)
: Bana Mâlik b. Enes ve başkası Zeyd b. Eslem'den, o da Mısırlı Abdurrahmân b.
Va'lete's-Sebeî'den naklen haber verdi. Kendisi Abdullah b. Abbas'a üzümden
sıkılan (şarab) in hükmünü sormuş da İbni Abbâs şunu söylemiş :
Bir adam HesülüUah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'e; bîr tulum şarap he-diyye etti. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bilir misin ki, Allah
bunu haram kılmıştır?» buyurdu. Adam:
— Hayır,, cevâbını verdi ve hemen birine
birşeyler fısıldadı. Resûlüllah
(SaUallahü A leyhi ve Sellem):
«Ona ne fısıldadın?»
diye sordu. Adam:
— Şarabı satmasını emrettim; dedi.
«Onun içilmesini haram
kılan (Allah), satılmasını da haram kılmıştır.» buyurdular. Bunun üzerine adam
tulumu açarak içindeki (akıp) gitti.
(...) Bana
Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl, Yahya b.
Saîd'd en, o da Ab Tahman b. Va'Ie'den,
o da Abdullah b. Abbâs'dan, o da
ResûlüHah üallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etti.
69- (1580)
Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler, Züheyr (Bize rivayet
etti) tâbirini kullandı. İshâk: Bize Cerîr, Man-sûr'dan, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o
da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi, dedi. Âişe şunu söylemiş:
«Bakara sûresinin
sonundaki âyetler inince ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) çıkıp onları
halka okudu. Sonra şarap ticâretini yasak etti.»
70- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve îshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Küreyb'indir. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler:
Bize Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den
naklen rivayet etti, dediler. Âişe şöyle demiş:
Bakara sûresinin
sonunda ribâ hakkındaki âyetler indirilince Re-sûlüllah (Saîlallahü A leyhi ve
Setlem) mescide çıkarak şarap ticâretini haram kıldı.»
Bu hadîsin Hz. Âişe
rivayetini Buhâri «Salât», «Büyü*» ve «Tefsir» bahislerinde; Ebû Dâvûd
«Büyû'»da; Nesâî «Büyü'» ve «Tefsir» bahislerinde; İbni Mâce «Eş'ribe»de
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
«Kİmin elinde ondan
bir şey bulunduğu halde bu âyet kendisine ulaşırsa...» ifâdesindeki âyetten
murâd : Mâide süresindeki:
«Ey îmân edenler!
Şarap, kumar, putlar ve fal okları ancak ve ancak şeytan işi pis şeylerdir...» [10] âyet-i
kerîmesidir. İçki bu âyetle haram kilınmıştır. Hz. Âişe (Radiyaüahû anha)mn
işaret ettiği Bakare âyeti faiz hakkındadır. Bu âyet-i kerîme'de :
«Faİz yiyenler
kabirlerinden ancak şeytanın çarptığı bir kimsenin kalktığı gibi
kalkacaklardır. Buna sebep onların : Alış-veriş ancak faiz gibidir, demeleridir. Halbuki Allah altş-verişi helâl,
faizi haram kılmıştır.» [11]
buyurulmaktadır.
İçki âyeti faiz
âyetinden hayli zaman önce inmiştir. Faiz âyeti ya en son inen âyettir; yahut
son âyetlerden biridir. Şu halde içkinin ticâreti ya şarab haram edildikten
bir müddet sonra yasak edilmiştir; yahut içilmesi ve ticâreti aynı zamanda
haram kılınmış; bilâhare İ'âiz âyeti inince içki ticâretinin yasak edildiği
te'kîd ve mübâlega ile duyurulmuş olmak için tekrar haber verilmiştir. O
mecliste içki ticâretinin yasak edildiğini bilmeyen kimseler bulunması
sebebiyle tekrarlanmış olması da muhtemeldir. Nevevî : «Zahire bakılırsa bu
mesele şarabın haram edilmesinden az bir müddet sonra henüz içki yasağı şöhret
bulmadan olmuştur.» diyor.
1- Şeriat
.gelmezden önce eşya hakkında bir teklif yoktur. Bu mesele usûlü fıkıh uleması
arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre eşyanın haram olması esastır; şeriat
neyi mubah kılarsa o mubah olur. Bir takımları bunun tamamiyle zıddına yâni
eşyanın esâs itibariyle mubah olduğuna; bir kısım ulemâ da bu hususta bir şey
diyemeyip tevakkufa kail olmuşlardır. Nevevî :
«Esah kavle göre şeriat gelmezden önce bir teklif ve hüküm yoktur; çünkü
Teâlâ Hazretleri : Biz resul göndermedikçe azâb etmeyiz; buyurmuştur.» diyor.
2- Hadîs-i
şerîf müslümanlara dîn ve dünyaları hususunda nasî-hata işaret etmektedir. Zîra
Peygamber (Sallaîtahü Aleyhi ve Setlem) şarabın satışı helâl olduğu müddette
ondan faydalanmaya bakmaları hususunda nasihatte bulunmuştur.
3- Şarâbı
içmek ve satmak bütün ulemanın ittifakiyle haramdır.
4- İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Sevrî
ve esah kavline göre İmam Mâlik
şaraptan sirke yapmanın haram
iığunu söylemişlerdir.
Çünkü şarabın haram edildiğini yolda Öğrenen ashâb yanlarındaki şarâbı derhâl dökmüşlerdi. Eğer
sirke yapmak caiz olsaydı Peygamcer (üallallafıu Aleyhi ve Selleni) onu da
beyân eder; zayi' etmemelerini tenbîhde bulunurdu.
Evzâî, Leys, İmam Âzam
ve bir rivayette îmam Mâlik şaraptan sirke yapmaya cevaz vermişlerdir.
Kendiliğinden sirke olan şarap bilittifak temiz ve kullanılması mubahtır. Bu
hususta yalnız Mâ1ikî1er'den Sühnun muhalefet etmiş ve bunun da haram olduğunu
söylemiştir.
5- Haram
olduğunu bilmeyerek bîr ma'sıyet işleyen kimseye dünyevî ve uhrevî ceza
yoktur,
6- Bir
kimsenin bâzı sırlarını sormak caizdir. Sorulan şahıs, gizlenmesi îcâb eden
cihetleri gizler; diğerlerini söyler.
7- Cumhura
göre şarap kapları kırılmaz; tulumları yarılmaz; yalnız içlerindeki şarap
dökülür. İmam Mâlik 'den bu hususta iki
kavil rivayet olunmuştur. Bunların biri cumhurun kavli gibidir; ikinci kavline
göre şarap kapları kırılır; tulumları da delinir. Fakat Nevevî bu ikinci kavlin
zaif ve asılsız olduğunu söylemiştir.
71- (1581)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd b. Ebî
Habîb'den, o da Atâ' b. Ebî Rabâh'dan, o da Câbir b. Ab-dillâh'dan naklen
rivayet etti ki, Câbir fetih yılında Resûlüllah (Sallallahu 4 leyhi ve Sellem)
'i Mekke'de :
«Gerçekten Allah ve
Resulü, şarap, İaşe, domuz ve putların satılmasını haram kılmıştır.»
buyururken işitmiş. Bunun üzerine: Yâ Resulâltah, ölü hayvan yağlarına ne buyurursun? Bunlarla gemiler
boyanır; deriler
yağlanır; halk
onlardan kandil yapar!
demişler. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır, o
haramdır.» cevâbını vermiş ve o esnada :
«Allah yahudîlerin
belâsını versin! Allah
(Azze ve Celi) onlara ölü hayvan
yağlarını haram edince
yağı erittiler; sonra saftılar da
parasını yediler.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şey be ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Üsâme, Abdülhamîd b. Ca'fer'den, o da Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Ata'dan, o
da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir: Ben fetih yılında Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi've Sellem) 'den işittim, demiş. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk yâni Ebû Âsim, Abdülhamîd'den
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Yezîd b. Ebî Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Ata', Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işittiğini yazdı: «Ben fetih
yılında Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem fi Leys hadîsinin mislini îrâd
buyururken dinledim.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'1-Büyû'», «Kitâbü'l-Megâzî» ve «Kitâbü't-Tefsîr»de; Ebû Dâvûd;
Tirmiz î ve Nesaî «Bü-yû'»da; İbni M'âce «Ticârât-da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir. Hadîsin metninden de anlaşıldığı vecihle hadîs-i şerif hicretin
sekizinci yılı ramazanında Mekke 'nin fethi esnasında şerefsadır olmuştur.
Ulemâdan bazılarına
göre hadîste beyân buyurulan şeyler ihtimâl daha evvel haram kılınmış;
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zamana kadar duymamış olanların
işitmesi için burada onları tekrarlamıştır.
Sahîhaynm esas
nüshalarınde ve Nesaî île İbni Mâce'nin «Sünen»lerinde fi'li müfred olarak
kullanılmıştır. Ebû Davûd'un «Sünen»inde -fi'li kullanılmış, fakat denilmemiştir.
Bâzı kitaplarda ise fiil tesniye sîgasiyle kullanılarak denilmiştir.
Kıyas olan da budur. Nitekim İbni Merdeveyh de tefsirinde bu şekilde rivayet
etmiş; birçok sahîh rivayetlerde fiil tesniye sîgasiyle kullanılmıştır.
Birinci rivayetin
vechi şudur: Allah Teâlâ'nın emri Resulü zîşân'ı-nın da emri demektir; çünkü o
ancak Allah'ın emrettiği şeyi emreder; binâenaleyh emir birmiş gibidir; bu sebeple
fiil müfred kullanılmıştır.
«O haramdır.»
cümlesindeki zamir, bazılarına göre satışa râcidir. Bu takdirde mânâ : «Ölü
hayvan yağlarının satışı haramdır.» demek olur. İmam Şafiî 'nin kavli budur.
Bir takım ulema buradaki zamiri in-tifâa irca' etmişlerdir. Onlara göre
cümlenin mânâsı: *Ölü hayvan yağlarından faydalanmak haramdır.» demektir. Bu
zevat ölü hayvandan laydalanmayı esas itibariyle caiz görmezler; meğer ki caiz
olduğuna de-lîl buluna. Nitekim tabaklanan derinin temiz olacağı hakkında delil
hadîs vardır.
Bu hadîste Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e üç şey sorulmuştur:
1) Ölü
hayvan yağları ile gemilerin yağlanması,
2) Derilerin
yağlanması ve
3) Bunların
kandillerde yakılması.
Ashâb-ı kiramın «Bu
yağlar satılabilir mi?» diye sormaları bunun caiz olduğunu zannettikleri
içindir; çünkü böyle bir satışta birçok faydalar vardır. Nasıl ki ehlî
eşeklerin etleri yenmese bile satılması birçok menfaatlerden dolayı mubah
kılınmıştır. Fakat Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se//em,ıkendilerine cevap
vererek meselenin zannettikleri gibi olmadığını haber vermiş; Ölü hayvan
yağlarının satışının da, parasının da haram olduğunu bildirmiştir; çünkü bu
yağlar kanla şarap gibi satışı ve satış bedeli haram olan necis şeylerdendir.
Mezkûr yağları
kandillerde, gemi ve deri yağlamalarında kullanmak satıp da paralarını yemek
kabilinden değildir; zira yağ olarak sürülen bir şey, pislik bulaşan eşya gibi
su ile yıkanıp temizlenebilir. Atâ'b. Ebî Rebâh ile ulemâdan bîr cemaatin
kavilleri budur. Sahâbe-i kiramdan Ali, İbni Abbâs ve İbni Ömer (Radiyailahû
cmhûm) hazerâtınm kavillerine göre içine fare düşen yağı kandilde yakmak
caizdir. Nevevi diyor ki: «Yememek ve bedende kullanmamak şartiyle bu
yağlardan kandil, pis zeytin yağından sabun yapmak, pis baldan arılara yedirmek,
murdar Ölen hayvanı köpeklere yedirmek gibi
meseleler ihtilaflıdır. Bizim
mezhebe göre bunların
hepsi caizdir.
Kaadî Iyâz bu Kavli
Mâlik, Şafiî, Sevrî, Efaû Hanîfe ve
arkadaşlarından da nakletmiş tir.»
Ölü hayvan ile putları
satmanın caiz olmadığına icmâ-ı ümmet vardır; çünkü bunlardan istifade
edilmez; binâenaleyh mukabillerinde para vermek malı israf olur; bunu şeriat
yasak etmiştir. Bu ta'lüe bakarak Şâfiîler'le Hanefîler 'den bâzıları putlar
kırılır da istifâde edilir hale getirilirse parçalarını satmak caizdir
demişlerdir.
İbni Münzir: «Madem
ki, ulemâ ölü hayvanı satmanın haram olduğuna ittifak etmişlerdir, o halde
dâr-ı harbden bir kâfirin leşi de aynı hükümdedir.» diyor. Filhakika ulemâ bu
hadîsle istidlal ederek insan ölüsünün mutlak surette satılamayacağına kail
olmuşlardır. Müs-iümanın cenazesi şeref ve faziletinden dolayı satılamaz; hatta
saçından, derisinden ve hiç bir uzvundan faydalanmak caiz değildir.
Kâfire gelince: Hendek
harbinde Nevfel b. Abdi1lâh b, Muğîre müslümanlar tarafından öldürülüp elde
edilince müşrikler onu satın almak istemiş, fakat Resulü Ekrem (Sallaliahü
Aleyhi ve Setlem) :
«Bizim onun cesedine
ve cesedinin kıymetine ihtiyacımız yoktur.» buyurarak bu satışı reddetmiş;
cesedi karşılıksız müşriklere terk etmiştir. Hatta siyer ulemasından İbni
Hişâm'ın beyanına göre müşrikler Nevfel'in cesedine mukabil Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'e on bin dirhem vermek istemişlerdi.
Bazıları bu hadîsle
insan Ölüsünün pis olduğuna istidlal etmişlerdir. Ancak müslümamn ne dirisinin,
ne de ölüsünün pis olamayacağını bildiren sahîh bir hadîs babımız hadîsinin
umumunu tahsis etmiştir. Mezkûr hadîsi Hâkim «El-Müstedrek»inde İbni Abbâs
{Radiyallahû anhj'dan rivayet etmiştir. Bu hadîs hakkında Hâkim: «Buhâri ve
Müs1im'in şartları üzere sahihtir; yalnız onlar bunu tahrîc etmemişlerdir.» demektedir.
Kurtubî , insan ve
hayvan pislikleri gibi faydalı necasetlerin satılıp satılamayacağı hususunda
ihtilâf edildiğini, Şafiî *ye göre caiz olmadığını söylemiş : «Bunu İmam Mâlik
ile Kûfeliler ve Taberî caiz görmüşlerdir.» demiştir. Bir takım ulemâ bu meseleyi
müşteriye caiz, satıcıya memnu' görmüş, müşteri buna mecbur olduğu için
satıcıdan daha ma'zur sayıldığım söylemişlerdir. Bu kavil bâzı Şâfiî1er'den
rivayet olunmuştur.
Babımız hadîsi Ölü
hayvanın et, kıl, tırnak, diş ve deri gibi cüzlerinin de necis olduğunu
söyleyenlerin delilidir. İmam Şafiî ile İmam
Ahmed'in kavilleri budur.
İmam Âzam ile İmam
Mâlik 'e göre kıl, tırnak, boynuz ve kemik gibi içine hayât girmeyen âzâ
ölümle pis olmaz, Peygamber (SallaHafüİ Aleyhi ve Sellem) in fildişinden bir
tarağı vardı. Fil, eti yenilmeyen bir hayvandır; binâenaleyh bu da gösterir ki,
diş ve kemik gibi şeyler temizdir.
Dârekutnî'nin Hz. İbni
Abbâs 'tan rivayet ettiği bir hadîste :
«Peygamber (Salla'Jahü
Aleyhi ve Sellem) ölü hayvanın yalnız etini haram kıldı; deri, kıl ve yünde
ise beis yoktur.» denildiği gibi, yine Dârekutnî'nin Hz. Ümmü Seleme
(Radiyallahü anha) 'dan rivayet ettiği bir hadîste de Ümmü Seleme (Radiyallahü
anha): «Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem 'i:
«Tabaklanmak şartiyle
ölü hayvan;n derisinde; su ile yıkanmak şartı ile yün, kıl ve boynuzlarında bir
beis yoktur» buyururken işittim.» demektedir.
«Esnam* sanemin
cem'idir. Cevheri 'nin beyanına göre sanem ile vesen aynı mânâya gelirler; put
demektirler. Diğer lügat uleması bu iki kelime arasında mânâ itibariyle fark
görmüş : «Vesen : Cüssesi olan puttur; sanem ise sadece resmedilendir.»
demişlerdir. Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir. Bazan vesen : Haç
mânâsına dahî kullanılır.
«Meyte» şer'î usûle
riâyetle kesilmeyip eceliyle ölen hayvandır. Eceliyle ölen hayvan bilicmâ'
yenmez. Bundan yalnız balık ile çekirge istisna edilmiştir.
72- (1582)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İs-hak b. İbrahim rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Amr'dan, o
da Tâvûs'dan, o da İbni Abfcâs'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ömer
Semura'nın şarap sattığını duydu da şunu söyledi: Allah Semura'nın belâsını
versin! Bilmedi mi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah yahudîlere
lanet etsin, kendilerine İç yağlar; hatam kılındı da onları eriterek sattılar.» buyurmuştur.
(...) Bize
Ümeyye b. Bistam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti.
(Dedi ki) : Biae Ravn yâni İbni Kasım, Amr b. Di-nâr'dan bu isnâdla bu hadîsin
mislini rivayet eyledi.
73- (1583)
Bize İshak b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde
haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni
Şihâb, Saîd b. el-Müseyyeb'den naklen haber verdi. Saîd de ona Ebû Hüreyre'den,
o da Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayette bulunmuş ki:
«Allah yahudîlerin
belâsını versin! Allah kendilerine İç yağlarını haram kıldı; onlarsa bu
yağları satıp paralarını yediler.»
buyurmuşlar.
74- (...)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. Müseyyeb'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hürey-re şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah yahudîlerin
belâsını versin! Kendilerine iç yağı haram kılındı da onu satıp parasını
yediler.» buyurdu.
İbni Abbâs
(Radtyallahü anh) hadîsini Buharı «Büyü1» ve «Benî İsrail» bahislerinde; Nesaî
«Zebâyıh» ve «Tefsîr»de; İbni Mâce «Eşribe»de muhtelif râvilerden tahrîc
ettikleri gibi, Ebû Hüreyre hadîsini de Buhâri «Kitabü'I-Büyû»da aynı isnadla
tahrîc etmiştir.
İbni Abbâs
(Radiyallahü anh) hadîsinde bahsi geçen Semûra , ashâb-ı kiramdan Semûra b.
Cündüb 'tür. Şarabın haram kılındığı her tarafta şuyû' bulduğu halde Hz.
Semûra gibi bir sahâbî-i
celîlin onu nasıl satabildiği meselesi üzerinde durulmuş; neticede şaraptan
sirke yapmak suretiyle onun ismini değiştirdiği kanaatine varılmıştır; nitekim
ölü hayvanın iç yağı haram kılınınca yahudîler bu yağı eriterek satmışlar; ve
bir nevi' te'vîlde bulunmuşlardı. Kurtubî ve diğer bazı ulemâ Hz. Semûra'nın
şarap satmasının üç vecihle îzâh ve tefsir edildiğini söylerler,
1- Bir kavle
göre Semûra (Radiyallahü anh) bu şarabı ehl-i kitaptan cizye denilen vergi
bedeli olarak almış; bunu caiz zannederek yine ehl-i kitaba satmıştır.
2- İkinci
kavle göre üzüm şırasını, şarap yapacakları belli kimselere satmıştır. Netice
itibariyle şarap olacağı için şıraya şarap denilmiştir. Nitekim bu itibarla
üzüme de şarap denilebilir Hattâbî : «Şarabın haram kılındığı şüyu' bulduktan
sonra Semûra'nın aynen şarap sattığı
zannedilemez; o ancak şırayı satmıştır.» diyor.
3- Şaraptan
sirke yaparak sirkeyi satmıştır.
İsmâî1i (277-371) :
«El-Medhal» namındaki kitabında bu hususta şu mütâleayı yürütmektedir : Caiz
ki, Semûra (Radiyallahü anh) şarabm haram kılındığını biliyor, fakat onun
satışının da haram olduğunu bilmiyordu. Eğer hal böyle olmasa idi Hz. Ömer
onun bu yaptığını ikrar ve kabul etmez; bilâkis bilerek yaptığı için onu
valilikten azlederdi
ölü hayvanın iç
yağının haram kılınmasından murâd yenmesidir. Yenmesi haram kılınınca yahudiler
ondan eritip satmak suretiyle istifadeye başlamışlar. «Ecmele» ve keza
«cemele» fiilleri eritti mânâsına kullanılırlar.
Hüküm itibariyle bu
rivayetler de yukarıki Câbir (Radiyallahü anh) rivayeti gibidirler. Hz. Ömer (Radiyallahü
anh) rivayeti muayyen bir âsîye lanet edilebileceğine delâlet ediyor. Mâmâfîh
Ömer (Radiyallahü anh)ın bu sözü şiddet ve tağlîz için söylemiş olması da bir
ihtimaldir. Çünkü Araplar lanet sözünü hakikî mânâda değil, mecazen bir şeyden
menetmek mânâsında kullanırlar.
Harama vesile olan
hileyi iptal etmek, birbirine benzeyen şeylerde kıyasa müracaatta bulunmak dahî
babımız hadîslerinden çıkarılan hükümlerdendir.
Ribâ şiddetle yasak
edilen fâsid alış-verişlerdendir. Lügatte mânâsı : Ziyâde demektir. Teâlâ
Hazretleri:
«Onun üzerine suyu
indirdiğimiz vakit hareket eder de kabarır.»'[12]
buyurmuştur ki,
hareket edip kabarmak yerin üzerine ziyadedir.
Istüâhda ribâ: Bir
cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılıksız ziyadedir. Buna lisanımızda
faiz denilir. Ribâ «Ribe'n-nesîe» ve «Ribe'l-fadl» olmak üzere iki kısımdır.
Şâfii1er'ce «Ribe'1-yed» denilen üçüncü bir kısmı daha vardır.
1-
Ribe'n-nesîe : Ziyadesi bir müddetten ibaret olan ribâdır. Kışın bir ölçek
buğday vererek yaza onun karşılığında bir buçuk ölçek buğday almak gibi.
Buradaki yarım ölçeğin karşılığında bir mal yoktur; bu yalnız beklediği
müddetin karşılığıdır. Onun içindir ki bu ribâya te'hîr mânâsına «Ribe'n-nesîe»
denilmiştir.
Hükmü : Bİlittifak
haramdır ve büyük günahlardandır.
2-
Ribe'1-fadl: Karşılığında hiç
bir şey bulunmayan ziyadedir. Bunda müddet filân yoktur. Bir
ölçek buğday vererek bir buçuk ölçek buğday almak gibi. Oniki mıskal
ağırlığında işlenmemiş altını vererek on mıskal işlenmiş bir altın almak dahî
böyledir.
Hükmü: Bu da dört
mezhebe göre haramdır. Sahabeden bazılarının bunu tecviz ettiği hattâ İbni
Abbâs (Radiyaîlahü onftj'nın da bunlar arasında bulunduğu rivayet edilmişse de
sonraları bu fikirden vaz geçmiştir.
3-
Ribe'1-yed: Bir cinsten iki şeyi teslim ve tesellümsüz satmaktır. Faizcilik
insanlığın iktisadî bünyesini kemiren bir kurttur. Bundan
dolayıdır ki,
dînimizde şüpheli şeylerden sakınmak mendup olduğu halde faiz şüphesinden
sakınmak vaciptir.
Faizi, faizciyi ve ona
yardımda bulunanı zemmeden birçok hadîsler vardır; nitekim bazıları burada
görülecektir.
75- (1584)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'-den dinlediğim,
onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah
(Sallallah'û Aleyhi ye Sellem):
«Mİsli misline
olmadıkça altını altınla satmayın! Birini diğerinden zî-yade yapmayın! Misli
misline olmadıkça gümüşü de gümüşle satmayın! Birini diğerinden ziyade
yapmayın! Bunlardan halen mevcut olmayanı mevcut olanla satmayın!» buyurmuşlar.
76- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bİze Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâ-fi'den naklen haber verdi ki, İbni
Ömer'e Benî Leys (kabilesin) den bir zât Ebû Saîd-i Hudrî'nin bunu Kuteybe'nin
rivayetinden naklederdiğini söylemiş. Bunun üzerine Abdullah (İbni Ömer)
beraberinde Nâfi' olduğu hâlde (Ebû Saîd'e) gitmiş. İbni Rumh hadîsinde (şöyle
denilmektedir) : Nâfi' dedi ki: Bunun. üzerine Abdullah, yanında ben ve Leysî
olduğumuz halde Ebû Saîdi Hudrî'ye giderek yanına girdi; ve :
— Bana şu zâtın haber verdiğine göre sen Resûlüllah (Sallallahu
Aleyhi veSellem)"m, misli misline olmadıkça gümüşü
gümüşle ve misli misline olmadıkça altını altınla
satmaktan nehî buyurduğunu haber veri yormuşsun! dedi.
Ebû Saîd, iki parmağı
ile gözlerine ve kulaklarına işaret ederek :
— Şu iki gözüm görmüş ve kulaklarım
Resûlüüah (Salkıllahii Aleyh; ve bcilcm)
'i:
«Altını altınla
satmayın; gümüşü de gümüşle satmayın! Ancak misli misline olursa
o başka! Birini
diğerinden ziyâde yapmayın!
Bunlardan mevcut olmayanı mevcut
olanla satmayın! Ancak peşin olarak satın!» buyururken işitmiştir; dedi.
(...) Bize
Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : JBize Cerîr yâni İbni Hâzim rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b.
El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize AbdiÜvehhâb rivayet etti. (Dedi
ki) : Ben Yahya b. Saîd'den dinledim. H.
Bize yine Muhammed b.
el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiy, İbni Avn'dan naklen
rivayet eyledi. Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, Leys'in Nâfi'den, onun da Ebû
Saîd~i Hudrî'den, onun da Peygamber (Saltattahü A leyhi ve SellemYden naklen
rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulundular.
77- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkûb yâni İbni Abdirrahmân
El Kaarî, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüllah (Saünllahü Aleyhi
ve Sellem):
«Altını altınla,
gümüşü gümüşle satmayın! Ancak tartısı tartısına, misli misline, birbirlerine
tamamen müsâvî olurlarsa o başka!»
buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî,
Tirmizî ve Nesaî dahî «Büyü1» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
ziyâde etmeyin
demektir. Bu fiil zıd manâlı kelimelerden olup, yerine göre «noksan» mânâsına da kullanılır.
«Mevcut olmayanı mevcut
olanla satmayın!» cümlesinden murâd: satış meclisinde her iki tarafın kabzı
yâni teslim ve tesellümüdür.
Nevevî diyor ki:
«Altını altınla yahut gümüşle veresiye satmanın ve keza buğdayı buğdayla veya
arpa ile veresiye satmanın haram kılındığı hususunda ulemânın ittifakı vardır.
Ribâ illetinde müşterek olan her şey arasında hüküm böyledir...»
Bu hadîsi şerîf
ribânın haram olduğuna delildir. İslâm ulemâsı ribâ-nın haram olduğuna ittifak
etmişlerdir; yalnız bâzı teferruatta ihtilâfları
vardır. Teâlâ Hazretleri:
«Halbuki Allah
alış-verişi helâl, ribâyı haram kılmıştır.» buyurmuştur. Ribâ hakkındaki
hadîsler meşhurdur. Bu hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altı
şeyde yâni altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzda ribânın haram olduğunu
nassan beyân buyurmuştur. Kıyası delîl olarak kabul etmeyen Zâhirî1er'e göre bu
altı şeyden başkasında ribâ yoktur. Şâir ulemâ ise ribânın yalnız bu altı şeye
münhasır olmayıp, illette müşterek bulunan ve bu suretle aynı mânâyı taşıyan
şeylere de şâmil olduğunu söylemişlerdir.
Hadîste beyan
buyurulan altı şeyde ribânın haram kılınmasına sebep olan illetin ne olduğunda
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam Âzam'a göre altınla gümüşte illet vezn (tartı),
diğer dört şeyde keyl yâni ölçüdür. Binâenaleyh hüküm bakır ve demir gibi
tartılan her şeye ve kireç, darı gibi ölçekle satılan şeylere şâmildir.
îmam Şâ'riî : «Altınla
gümüşte illet bunların semen cinsi olmalarıdır.» der. Şu halde bunlardan ribâ
sair mevzûnâta geçemez; çünkü illette müşareket yoktur. Geriye kalan dört
şeyde ise illet bunların mat'.ûm yâni yiyecek olmalarıdır. Binâenaleyh illet
bunlardan diğer bütün mat'ûmâta geçer.
îmam Mâlik altınla
gümüş meselesinde İmam Şafiî ile beraberdir. Diğer dört şeyde ona illet yemek
için iddihâr edilmeleridir. Şu halde kuru üzüm de ribâ hususunda hurma
gibidir. Fasulye ve mercimek gibi hububat buğday ve arpa mânâsında oldukları
için ribâ hükmü onlara da geçer.
tmam Ahmed, Saîd b.
El-Müseyyeb ve eski kavlinde tmam Şafiî altınla gümüşten maada dört şeyde
illetin mat'um mevzun yahut mat'um mekîl olduğuna kaildirler. Şu halde onlara
göre ayva ve karpuz gibi şeylerde ribâ yoktur; zîra bunlar ölçek ve tartı İle
satılmazlar.
Ribâya dahil olan
şeylerden illette müşterek olmayanları birbirleriyle veresiye ve fazlalıkla
satmak bütün ulemaya göre caizdir. Meselâ, altınla buğday satılabilir. Fakat
ribâya giren şeylerin biri veresiye olmak şartiyle yahut biri diğerinden fazla
olmak üzere satış caiz değildir.
İmam Ahmed ile
İshak'ave diğer bâzı ulemâya göre altınla pazarlık edilen bir malı gümüşle
yahut, gümüşle pazarlık edileni altınla satın almak caizdir. Ashab-ı kiramdan
bazıları ve diğer bir takım ulema bunu kerîh görmüşlerdir.
78- (1585)
Bize Ebu't-Tâhir ile Hârûn b. Saîd El-Eyİî ve Ahmed b. îsâ rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahram e,
babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Süleyman b. Yesâr'i kendisinin
Mâlik b. Ebî Âmir'*, Osman b, AffânMan naklen Resûlüllah (SaUaUahii Aleyhi ve
Seîtem):
«Bir dînârı iki dîn
ara, bir dirhemi dahî iki dirheme satmayın!» buyurduğunu dinlediğini rivayet
ederken işittim.
Dinar altın para,
dirhem de gümüş paradır, Hadîs-i şerif hüküm i'ti-bâriyle yukarıki rivayetler
gibidir.
79- (1586) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rurah
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize JLeys, İbni Şihâb'dan, o da Mâlik b. Ev s
b. el-Hadesân'dan naklen haber verdi ki, şunu söylemiş: Ben «Altınla dirhem
bozduracak var mı? dîye (ses-lene) rek geldim. Bunun üzerine Ömer b.
el-Hattâb'ın yanında bulunan Talha b. Ubeydillâh: Göster bize altınını! Sonra
hizmetçimiz geldiği vakit bize gel de sana gümüşünü verelim! dedi. Bunun
üzerine Ömer b. El-Hattâb: Vallahi olamaz! Ya bunun gümüşünü (peşin) verirsin
yahut altınını iade edersin! Çünkü Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Altınla gümüş satın
almak ribâdır; meğer ki, ikisi de peşîn ola! Buğdayla buğday satın atmak
ribâdır; meğer ki ikisi de peşîn ola! Arpa ile arpa satın almak ribâdır; meğer
ki peşîn ola! Hurma ile hurma satın almak ribâdır; meğer ki ikİsİ de peşîn
ola!» buyurdular, dedi.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshâk, İbni Uyeyne'den, o da
Zührî'den naklen bu isnadİa rivayette bulundular.
Bu hadfsi Buhâri, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesai ı«Büyû'» bahsinde; İbni Mâce «Ticârât»da muhtelif
râvi-lerden tahrîc etmişlerdir
«Hâe» kelimesi med ve
kasırla yâni hai çekerek ve çekmiyerek iki Şekilde okunmuştur. Çekerek okunması
daha meşhurdur. Bu kelimenin aslı «Hâke» olup, al şunu, manasınadır. Malı alan
da aynı kelimeyi söyler. Şu halde kelimenin sonundaki hemze kâfdan bedel
olarak değiştirilmiştir. Bu takdirde kelime «Hâe» ve «Hâi» şekillerinde
okunabilir.
-Kasırla yâni sonuna
hemze getirmeksizin kelimeyi çekmeden okuyanlara göre vezni «Hâfe» gibidir.
Müfredinde «Hâ», tesniyesinde «Hâ-â», ceminde «Hâû» denilir. Bazıları bu
kıraate göre kelimenin tesniye cemi ve müennes yapılamayıp, bu şekillerin her
birinde «Hâ» diye okunacağını iddia etmişlerdir. Bu takdirde kelime «sus»
mânâsına gelen «Sah» gibi bir ses ismi olur. Kaadî Iyâz'ın beyanına göre bu
kelimede üçüncü bir kıraat daha vardır ki «Hâeke» denilir; mânâsı iki tarafın
kabzı yâni mallan ellerine almasıdır.
Hadîs-i şerîf ribâ
malları satılırken her iki malda aynı ribâ illeti bulunursa, tekabuz yâni her
iki tarafın teslim alması şart olduğuna delildir. Meselâ: Altın verip altın
almak isteyen kimse karşısındakine «Şunu al», o da «Ver» diyerek ikisi de almak
istedikleri malı tesellüm edeceklerdir. cümlesi zarf olmak üzeri mahallen
mansubtur. Müstesna minh mukadder olup :
şeklinde takdir
edilir. Bu şekildeki diğer cümlelerin i'rabı hep böyledir.
Hz. Ömer (Radiyalkthü
anh) rivayetinde zikredilen dört şeyde ri-bânm haram olduğuna ulemâ ittifak
etmişlerdir. Başka rivayetlerde gümüşle tuz dahi zikredilmiş; bu suretle ribâ
malları altıyı bulmuştur. Bu. altı nevi malda ribânın haram olduğuna icmâ'
vardır. Sair mallarda ih-tilâV edilmiştir. Zahirîler le Mesrûk, Tavus, Şa'bî,
Katâde ve Osman.ı Bedti'ye göre hadîslerde zikri geçen şeylerden başkasında
tevakkuf olunur; yâni ribânın haram olup olmadığına hüküm verilemez. Şâir
ulemâ ise hüküm, mânâ itibariyle bir olan sair mallara da geçer. îmam-ı Âzam'a
göre altınla gümüşte illet vezindir. Tartılarak satılan diğer mallara da aynı
hüküm verilir. İmam Şafiî: «Altınla gümüşte illet, semen cinsi yâni onların
kıymet olu-şudur» demiştir.
Hadîslerde zikredilen
diğer dört nevi mal hususunda on kavil vardır:
1-
Zahirîler'e göre altı nevi maldan başkasında ribâ yoktur.
2- Ebû
Bekr-i Esam'a göre ribâ mallarında illet bu malların menfaatidir. Binâenaleyh
faydası olan her malda ribâ haramdır.
3- lbni
Şîrîn ile ŞâfiîIer'den Ebû Bekr-i Evdi illetin cinsiyyet olduğuna kaildirler; şu
halde cinsi cinsine satılan her şeyde hattâ toprak mukabilinde toprağı, kumaş
mukabilinde kumaşı ve koyun mukabilinde koyunu satarken bile fazlalık
haramdır.
4-
Ulemâdan Hasen b. Ebi'l.Hasen illetin cinste menfaat sağlamak olduğunu
söylemiştir. Ona göre bir altın kıymetindeki bir -kumaşı bir altın kıymetindeki
iki kumaş mukabilinde satmak caiz; bilâkis bir altın kıymetindeki kumaşı iki
altın kıymetindeki kumaşla değişmek haramdır.
5- Said b.
Cübeyr'e göre illet cinsteki menfaatin farklı oluşudur. Şu halde biri fazla
olmak şartı ile buğday mukabilinde arpayı satmak haram olur. Çünkü menfaatleri
birbirinden farklıdır. Bakla mukabilinde nohut ve dan mukabilinde mısır gibi
şeyleri satmak da aynı hükümdedir.
6- Ribâda
illet, malın zekât farz olan mallardan olmasıdır. Binâenaleyh hayvanlarla
ekinlerin zekât farz olanlarında ziyade haram; zekât farz olmayanlarında haram
değildir. Rabîa b. Ebî
Abdirrahman'ın mezhebi budur.
7- İmam
Mâlik 'in mezhebine göre illet, malın yiyecek olarak saklanan şeylerden
olmasıdır. Binâenaleyh yiyecek olarak -biriktirilen her şeyde ribâ haram;
meyvalarla et gibi uzun zaman dayanmayan yiyeceklerde haram değildir.
8- Ebû
Hanîfe 'ye göre illet, cinsle birlikte ölçü yahut cinsle birlikte tartıdır. Şu
halde kireç ve alçı gibi yenmeyen şeylerden bile olsa tartı ile satılan
mallarda ribâ haram; ölçü ve tartı ile satılmayan şeylerde yenseler bile haram
değildir.
9- Sa'id b.
El.Müseyyeb illetin tartı veya Ölçü ile satılan yiyeceklerden olduğunu söylemiştir.
Ona göre yenilmeyen, içilmeyen yahut yenilip de ayva ve karpuz gibi
tartısız satılan şeylerde ribâ yoktur. îmam Şafiî 'nin eski kavli de budur.
10- Ribâda
illet malın sadece yiyecek olmasıdır. Ölçü veya tartı ile satılmasına bakılmaz.
Yiyecek olmayan şeylerden yalnız altınla
gümüşte ribâ vardır, imam Şafiî 'nin
yeni mezhebine göre kavli budur. «El-Muhezzeb» şerhinde: «İmam
Ahmed ile İbnü'l-Münzi'in
kavilleri de budur.» denilmektedir.
îmam Mâ1ik'in
«El-Muvatta'» nâm eserinde beyan olunduğuna göre Hz. İmam 'in mezhebinde
illet, ekseriyetle yemek için biriktirmektir. İbni Nâri'in mezhebi de budur.
Tafsilât fıkıh kitapla-nndadır.
80- (1587)
Bize Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b.
Zeyd Eyyub'dan, o da Ebû Kılâbe'den naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:
Şam'da Müslim b.
Yesâr'ın bulunduğu bir halkada oturuyordum. Derken Ebu'l-Eş'as geldi. Cemaat:
Ebu'l-Eş'as (geliyor) Ebu'l-Eş'as dediler... Ebui-Eş'as oturdu. Ben kendisine:
Ey kardeşimiz (bize) Ubâde b. Sâmit'in hadîsini naklet, dedim. Hay hay dedi (ve
şunları söyledi:) Bir gazaya çıktık; ordunun başında Muâviye vardı. Birçok
ganimetler aldık. Aldığımız ganimetler arasında bir gümüş kap da vardı. Muâviye
bu kabı halkın bağışları arasında satmasını bir adama emretti. Halk bu alış-verişe
koşuştular. Derken Ubâde b. Sâmit bunu duyarak ayağa kalktı ve şunları
söyledi:
«Ben TtesûlvMah
(SallaiIahü Aleyhi ve Sellem)*i altına mukabil altın, gümüşe mukabil gümüş,
buğdaya mukabil buğday, arpaya mukabil arpa, hurmaya mukabil hurma, tuza
mukabil tuz satmayı yasak ederken işittim; ancak misli misline peşin olarak
satılırsa o başka... Her kim ziyade verir veya alırsa muhakkak ribâ
yapmıştır...
Bunun üzerine halk
aldıklarını geri verdiler. Bu iş Muâviye'nin kulağına vardı. Hemen hitabede bulunmak
üzere ayağa kalkarak şunları söyledi:
Dikkat... Bazı
kimselere ne oluyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Aen bir takım
hadisler rivayet ediyorlar!.. Biz de onu görüyor, sohbetinde bulunuyorduk, ama
bunları ondan işitmedik. Derken Ubâde kalktı ve kıssayı tekrarladı. Sonra :
Muâviye hoşlanmasa da (yahut Muâviye çatlasa da) biz Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyden işittiklerimizi mutlaka söyleyeceğiz. Ordusunun içinde
onunla bir karanlık gece (bile) beraber
bulunmamak umurumda değil!..
Hammâd : Bunu yahut
benzerini söyledi, demiştir.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer beraberce Abdülveh-hâb es-Sekafî'den, o da
Eyyub'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet ettiler.
81- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amr En-Nâkıd ve İshak b. İbrâhîm rivayet
ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. İshak «Bize haber verdi» tâbirini
kullandı. Ötekiler: «Bize Vekî' tahdîs etti» dediler. (Demiş ki) : Bize Süfyân,
Hâli d el-Hazzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Ebu'I-Eş'as'dan, o da Ubâde b.
Sâmit'den naklen rivayet etti, Ubâde şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Altın mukabilinde
altın, gümüş mukabilinde gümüş, buğday mukabilinde buğday, arpa mukabilinde
arpa, hurma mukabilinde hurma ve tuz mukabilinde tuz misli misline, birbirine
müsavi olarak peşin satılırlar. Ama bu sınıflar değişirse peşin olmak sortiyle
istediğiniz gibi satın!» buyurdular. Buyurdular.
82- (1584)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İsmail b. Müslim el-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebu'l-Mütevekkil En-Nâcî, Ebû Saîd El-Hudrî'-den rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Altına mukabil altın,
gümüşe mukabil gümüş, buğdaya mukabil buğday, arpaya mukabil arpa, hurmaya
mukabil hurma, tuza mukabil tuz misli misline peşin satılır. Her kim ziyade
verir veya alırsa muhakkak ribâ yapmıştır. Alanla veren bu hususta müsavidir.»
buyurdular.
(...) Bize
Amr en-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hâ-rûn rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Süleyman er-Rab'î haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Mütevekkil
En-Nâcî, Ebû Saîd El-Hudrî'den rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Se'.lem):
«Altına mukabil altın
misli misline satılır...» buyurdular ve râvi yu-karıki hadîsin, mislini rivayet
etmiştir.
83- (1588)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. EI-Alâ ııe Vâsıl b. Abdilâ'la rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İbni Fudayl, babasından, o da Ebû ZürVdan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem):
«Hurma mukabilinde
hurma, buğday mukabilinde buğday, arpa mukabilinde arpa ve tuz mukabilinde tuz
misli misline peşin satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa, muhakkak rİbâ
yapmıştır. Ancak cinsleri değişirse o başka!» buyurdular.
(...) Bana bu hadîsi Ebû Saîd el-Eşecc de -rivayet
etti. v£>edi ki) : Bize el-Muhâribî,
Fudayl b. Gazvân'dan bu isnâd ile rivayette bulundu,
yalnızla, » kaydını zikretmedi.
84- (...)
Bize Ebû Küreyb ile Vâsıl b. Abdilâ'Iâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İbni FudayI, babasından, o da İbni Ebî Nu'm'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (SuitaüdJıii
Aleyhi ve Sellem) ;
«Altın mukabilinde
altın, tartısı tartısına, misli misline; gümüş mukabilinde gümüş dahî tartısı
tartısına, misli misline satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa bu (yaptığı)
ribâdır.» buyurdular.
85- (...)
Bize Abdullah b. Mesleme El-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
yâni İbni Bilâl, Mûsâ b. Ebî Temîm'den, o da Satd b, Yesâr'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SalUıllahü A leyhi ve Sellem):
«Dînâr dînâr
mukabilinde satılır; aralarında fazlalık yoktur. Dirhem de dirhem mukabilinde
satılır; aralarında fazlalık yoktur.» buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Ben Mâlik b. Enes'i: «Bana Mûsâ b. Ebî Temim bu isnâdla bu
hadîsin mislini rivayet eyledi.» derken işittim.
Bu rivayetlerde
kendilerinde, ribâ yâni faiz cereyan eden mallar nas-san beyan buyurulmuştur.
Bunlar: Altın, gümüş, buğday, arpa, kuru hurma ve tuzdur. Sair malların bunlara
kıyas edilip edilemeyeceği hususunda ulemânın kavillerini az yukarıda
görmüştük. Burada şunu da ilâve edelim ki, illetde müşterek olmayan ribâ
malları fazlalıkla ve keza veresiye satılabilir. Meselâ; altınla buğday,
gümüşle arpa bütün ulemânın ittifakiyle bu şekilde satılabilir; fakat ribâ
malları cinsi cinsine olursa biri peşin, diğeri veresiye ve keza biri noksan,
diğeri fazla olarak sa-tılamadığı gibi, teslim ve tesellüm yapılmadan satış
meclisinden ayrılmak da caiz değildir. Satılan malların cinsleri muhtelif
olursa, peşin teslim edilmek şartiyle fazlalık caizdir. Meselâ; bir Ölçek
buğday iki ölçek ?rpa mukabilinde satılabilir.
Ubâde b. Sâmit
(Radiyallahü anh) hadîsi buğdayla arpanın ayrı ayrı iki cins olduğuna delildir,
ki İmam Âzam, İmam Şafiî, Sevri ve diğer birçok ulemânın mezhepleri de budur.
İmam Mâlik, Leys ,
Evzâî, Medine ve Şam ulemâsının mütekaddimleri bunları bir cins saymışlardır.
Bu kavil Hz. Ömer (Radiyallahü anh) 'dan da menkuldür.
«Her kim ziyade verir
veya alırsa, muhakkak ribâ yapmıştır.» cümlesinden murâd: Ziyâdeyi veren de
alan da haram olan faizciliği yapmış ve Allah'a âsi olmuş sayılırlar demektir.
Bu rivayetlerde geçen
«yeden bi yedin» yâni peşinen tâbiri bütün ulemâya göre teslim ve tesellümün
şart olduğuna delildir. Bu hususta yalnız İsmail b. Uleyye muhalefet etmiş,
cinsi cinsine satılmayan mallarda teslim ve tesellüm yapılmadan satış meclisinden
ayrılmanın caiz olduğunu söylemiştir. Nevevî bunun hadîslere ve ic-ma'a
muhalif olduğunu kaydettikten sonra : «İhtimal o bu hadîsi duymamıştır; duymuş
olsa muhalefet etmezdi.» diyor. Hadîs-i şerîf sahabenin sünneti teblîge ne
derece büyük ihtimam gösterdiklerine delildir.
86- (1589)
Bize Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b.
Uyeyne, Amır'dan, o da Ebu'l-Minhâl'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Benim
bir ortağım bir gümüşü mevsime (yahut hacca) kadar veresiye sattı. Müteakiben
bana gelerek haber verdi. Ben : Bu caiz olmayan bir iştir; dedim. O: Ama ben
bunu pazarda sattım da bana kimse caiz olmayacağını söylemedi; dedi. Ben hemen
Berâ' b. Âzib'e giderek (meseleyi) sordum. Şu cevabı verdi :
Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde biz bu ahş-verişi yapıyorduk. Bunun
üzerine şöyle buyurdular:
«Hangi mal peşin
olarak satılıyorsa onda bir beis yoktur; fakat veresiye satılan ribâdır.»
(Berâ*) :
— Sen bir de Zeyd b.
Erkam'a git, zîra o benden daha büyük tacirdir; (Dedi.) Ona giderek sordum. O
da bunun gibi söyledi.
87- (,..)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi Ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Habîb'den naklen rivayet etti ki Habîb,
Ebu'l-Minhâl'i şöyle derken işitmiş:
— Berâ' b. Âıib'e sarfı sordum. Zeyd b. Erkam'a
sor; o benden daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine Zeyd'e sordum. O da : Berâ'a
sor; o benden daha iyi bilir, dedi. Sonra ikisi birden :
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gümüşü
altın mukabilinde veresiye
satmayı yasak etli; dediler.
Bu hadîsi Buhâri
«Büyü'» ve «Hicret» bahislerinde; Nesaî *Büyû'»da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Hadîs-i şerif ashâb-ı
kiramın tevazu', insaf ve hakşinaslıklarına delildir.
88- (1590)
Bize Ebu'r-Rafcî' el-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abbâd b. Avvâm
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî İshâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Abdurrahman b. Ebî Bekra, babasından rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi've Sellem) gümüşe mukabil gümüş, altına mukabil altın
satmayı yasak etti; meğer ki, misli misline ola. Bize altın mukabilinde nasıl
istersek gümüş; ve gümüş mukabilinde nasıl istersek altın almayı emir buyurdular.
Eİr adam râviye satrş peşin mi olacak? diye sormuş; o da : Ben böylece
işittim, cevâbını vermiş.
(...) Bana
İshâk b. Mansûr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Yahya fa. Salih haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Muâviye, Yahya'dan —ki İbni Ke-sîr'dir— o da Yahya b. Ebî
İshâk'dan naklen rivayet etti. Ona da Abdur-rahman b. Eb! Bekra haber vermiş
ki, Ebû Bekra: Besûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bize yasak etti...
diyerek yukarıki rivayetin mislini nakletmiş.
Bu hadîsi Buhâri' ile
Nesaî «Biiyû'» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hadîste geçen
«misli misline» tâbirinden murâd: İkisinin de miktarca birbirine müsavî
olmalarıdır. Cinsler değişince istedikleri gibi alıp satmalarını emir
buyurması ibâha ifade eder; yâni istediğiniz gibi alıp satabilirsiniz demektir.
Bu hadîs ribâ
mallarının peşin ve birbirine müsavî olmak şartiyle birbiri mukabilinde
satılabileceğine; cinsler değişik olursa, peşin teslim edilmek şartiyle
istenildiği şekilde satılabileceğine delildir.
89- (1591)
Bana Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Hânî El-Havlânî haber verdi ki, kendisi Alî
b. Babâh el-Lahmî'yi şunu söylerken işitmiş:
Ben Fadâle b. Ubeyd
EI-Ensârî'yi şöyle derken işittim : Besûlüüah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
'e Hayber'de bulunduğu sırada
içinde boncuk
ve altın bulunan bir gerdanlık
getirdiler. Bu gerdanlık satılık ganimet malların dan di. Resûlüllah (SaUallahü
AieyhiveSelUm) emir buyurdular ve gerdanlığın içinden sâdece altını çıkarıldı.
Sonra Peygamber (Sallatlalıü A leyhi ve Selîem) ashabına :
«Altına mukabil altın
tartısı tartısına (satılır).» buyurdu.
90- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebû Şucâ' Saîd b.
Yezîd'den, o da Halid b. Ebî İmi ân'dan, o da Haneş Es-San'ânî'den, o da Fadâle
b. Ubeyd'deıı naklen rivayet etti. Fadâle şöyle demiş:
Hayber gazası günü on
iki dinara, içinde boncuk ve altın bulunan bir gerdanlık satın aldım; ve bunun
boncuğunu, altınını ayırarak on iki dinardan daha fazla kıymeti olduğunu
anladım. Müteakiben bunu Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seiiem) 'e
anlattığımda :
«Gerdanlık ayırmadan
satılmaz.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni
Mübarek, Saîd b. Yezid'den bu isnâdla bu hadisin benzerini rivayet etti.
91- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Ebî Ca'fer'den,
o da Cülâh Ebû Kesîr'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Haneş
es-San'ânî, Fadâle b. Ubeyd'den, rivayet etti. Şöyle demiş:
Hayber gazası günü
Resûlüllah (SallallahüA leyhi ve Seltem) ile beraber bulunuyor; yahudîlerden
bir okıyye altını [13]
iki-üç dinara satın alıyorduk. Bunun üzerine Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Altın mukabilinde
altını ancak tartısı tartısına satın!»
buyurdular.
92- (...)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Kurre b. Abdirrahman
El-Ma'âfirî ile Amr b. El-Hâris ve başkalarından naklen haber verdi; onlara da
Âmir b. Yahya El-Ma'âfirî, Haneş'den naklen haber vermiş ki, Haneş şöyle
demiş:
Bir gazada Fadâle b.
Ubeyd ile beraber bulunuyorduk. Derken bana ve arkadaşlarıma içinde altın,
gümüş ve cevher bulunan bir gerdanlık isabet etti. Ben bunu satm almak
isteyerek Fadâle b. Ubeyd'e sordum. Şu cevabı verdi: Bunun altınını çıkar da
bir kefeye koy, kendi altınını da bir kefeye koy. Sonra sakın misli mislinden
fazla bir şey alma! Zira ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Her kim Allah'a ve
âhiret gününe îmân ediyorsa sakın misti mislinden fazla bir şey almasın!»
buyururken işittim.
Sahîh-i Müslim'in mu'temed
nüshalarında gerdanlık ifadesiyle beyân olunmuştur. Birçok nüshalarda ise denilmiştir.
Hatta Kaadî Iyâz ekseri üstadlannin
nüshalarında bu şekilde zikredildiğini,
fakat Ebû Alî El.Gasiânî'nin arkadaşında bu ifadenin kitabımızdaki şekilde
tashih edilmiş gördüğünü, doğrusunun da bu olduğunu söyler.
Şâfiîler Fadâle
(Radiyallahiianh) hadîsiyle istidlal ederek : Başka bir şeyle karışık olan altın,
gümüş az olsun çok olsun ayrılmadıkça satılamaz; ayrıldıkta altın tartısı tartısına yâni
kendi ağırlığınca; gümüş dahî aynı şekilde satılır; buğday ve tuz gibi sair
ribâ mallarının hükmü de budur; derler. Bu kavil ashab-ı kiramdan Hz. Ömer
(Radiyallahü anh) ile oğlundan nakledilmiştir. Selef ulemâsından bir cemaat ile
îmam Ahmed, îshak ve Mâlikîler 'den Muhammed b. El-Hakem'in mezhepleri budur.
İmam Âzam'a göre başka
madenle karışık bulunan altım, miktarca ondan daha fazla altın mukabilinde
satmak caizdir. Bu 'fazlalık altınla karışık bulunan diğer maden veya taşa
mukabil verilir. Satılan karışık altınla safî altın birbirlerine müsâvî olursa
akid caiz değildir. Safî altın karışıktan az olduğu takdirde dahî hüküm budur.
Sevrî ile Hasen b. Salih bu meselede İmam Âzam 'la beraberdirler.
Mâlikîler'le diğer bir
takım ulema karışık altın üçte bir veya daha az nisbette olmak şartiyle hâlis
altın mukabilinde satılabilir; bu tekdirde satılan madendeki karışık altın o
madene tâbi' olur; derler.
Hattâ Mâlikîler 'den
Hammâd b. Ebî Süleyman: «Karışık altını safî altın mukabilinde mutlak surette
satmak caizdir; safî altının az veya çok yahut karışık olana müsavi olması
hükmen müsavidir.» demiş ise de bu kavil hadîsin sarahati karşısında hatâ sayılmıştır.
93- (1592)
Bize Hârûn b. Ma'rûf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi.
H
Bana Ebu't-Tâhir de
rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbni
Vehb Amr b.
Hâris'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'n-Nadr, ona da Büsr b. Saîd, Ma'mer b.
Abdillah'dan naklen rivayet etmiş ki, Ma'mer uşağını bir ölçek buğdayla
(pazara) göndererek: Bunu sat da arpa al, demiş, Uşak gitmiş bir ölçek ve biraz
da ziyade zahire almış. Ma'mer'e geldiğinde bunu ona haber vermiş. Ma'mer
kendisine: Bunu neye yaptm? Git "bu zahireyi iade et! Sakın mislinden
fazla bir şey alma! Zîra ben Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)1:
«Zahireye mukabil
zahire misli misline satılır.»ıuyururken işitirdim. O gün bizim zahiremiz arpa
idi; demiş. Kendisine: Ama bu (arpa) o buğdayın misli değildir, demişler.
«Ben benzemesinden
korkarım.» cevâbını vermiş. Yudâriu: Benzer ve müşterek olur manasınadır.
Buradaki benzeyişten murâd: îkisi bir cins sayılarak faiz hükmüne girmeleridir.
İmam Mâlik bu hadîsle
istidlal ederek buğdayla arpayı bir cins saymıştır. Ona göre biri fazla olmak
üzere buğdayla arpa birbiri mukabilinde satılamaz. Cumhura göre ise buğdayla
arpa ayrı ayrı iki cinstirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Cinsler muhtelif
olunca nasıl isterseniz öyle satın!»- buyurmuşlardır. Zaten Ma'mer (Radiyaliahü
anh) hadîsinde buğdayla arpanın bir cins sayıldığına dair sarahat yoktur. Hz.
Ma'mer takvasından dolayı ihtiyat göstermiştir.
94- (1593)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman yâni
İbni Bilâl Abdülmecîd b. Süheyl b. Abdirrah-man'dan naklen rivayet eti. O da
Saîd b. El-MÜseyyeb'i, Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd'den naklen rivayet ederken
dinlemiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Adiy El-Ensari'nin
kardeşini Hayber'e Vali göndermiş. O zât (oradan) a'Iâ hurma getirmiş. Bunun
üzerine Kesûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Setlem) ona :
«Hayber'İn butun
hurmaları böyle midir?» diye sormuşlar.
— Hayır! Vallahi yâ
Resûlâllah! Biz bunun bir ölçeğini bayağı hurmanın iki ölçeği ile satın
alıyoruz; demiş.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem):
«köyle yapmayın! Ve
lâkin misli misline alın! Yahut bunu satın; karşılığı İle ötekinden alın!
Tartı da böyledir!» buyurmuşlar.
95- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti, (Dedi ki) : Mâlik'e, Ab-. dülmecîd b. Süheyl
b. Abdirrahman b. Avf'dan dinlediğim, onun da Saîd b. El-Müseyyeb'den, onun da
Ebû Saîd El-Hudrî ile Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)h\r zâtı Hayber'e vâlî göndermiş; o da
kendilerine a'Iâ cinsten hurma getirmiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Hayber'in butun
hurmaları böyle midir?» diye sormuşlar. O zât: Hayır, vallahi yâ Resûlâllah!
Biz bunun bir ölçeğini iki ölçeğe; iki ölçeği' ni üç ölçeğe alıyoruz, cevâbını
vermiş. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Öyle yapma! Bayağı
hurmayı para ile sat; sonra bu para ile a'Iâ hurma satın al!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Büyü'», «Vekâle», «Megâzî» ve «İ'tisâm» bahislerinde, Nesaî «Büyû'*da
muhtelif râvilerden tahrıc etmişlerdir.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) in Hayber'e gönderdiği za-tın ismi bir kavle göre Sevâd b.
Gaziyye olup Ensardandır. Başka bir kavle göre ise Mâlik b. Sa'sa'a 'dır. Bu
zât Hazrec kabilesine mensuptur.
Cenîb: îyi cins bir
hurmadır. Bazıları: Katı hurmadır; demiş; bir takımları, kötüsü ayıklanmış hurma mânâsına geldiğini
söylemişlerdir.
Teymî : «Bu
hurma Araplarca malûm olandan başka garîb bir hurmadır.» diyor. Hülâsa,
Arapların en güzel hurması bu imiş.
Cem': Her
nevi hurmadır; ismi belli değildir. Bazıları: Muhtelif hurmaların
karıştırılmasından meydana gelen bayağı hurmadır; buna rağbet yoktur; zaten
bayağı olduğu için karıştırılır; demişlerdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in o zâta bayağı hurmayı para ile satmasını, sonra o para ile iyi
hurma almasını emir buyurması araya iki tane pazarlık girsin de işe ribâ
karışmasın diyedîr.
1- Hadîs-i
şerif bir kimseye para ile zahire satan, satış meclisinden ayrılmadan olsun,
ayrıldıktan sonra olsun ondan zahire satın alabilir; diyenlerin
delilidir. îmam Âzam'la
îmam Şafiî 'nin ve Ebû Sevr'in
mezhepleri budur.
2- İmam Mâlik'e göre bu caiz değildir.
3- Hadîs-i
şerif, ribâyı aslı i'tibariyle caiz, vasfı i'tibariyle haram sayanların
aleyhine delildir.
4- Yiyeceğin
iyisini seçmek caizdir. îbni Cevzî
diyor ki: *Feygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o zatı hurmanın
iyisini seçmesi hususunda muhayyer bırakması ve bu bâbta ashabını ikrar etmesi
nefse rifku mülâyemet gerektiğine delildir. Bu ise sünneti bilmeyen zühd taslaklarının
yaptıkları —nefse taşıyamayacağı yükü yükleme— işinin tam zıddıdır.»
5- Ahş-veriş
ve sairede vekâlet caizdir.
6- Fâsid
alış-verişler reddedilir.
7- Şâfiîler
'den bâzıları îne'nin haram olmadığına bu hadîsle istidlal etmişlerdir. îne:
Ribâdan maksud olan hedefe hîle ile ulaşmaktır. Meselâ: Birine yüz dirhem
verip iki yüz dirhem almak isteyen kimse, ona iki yüz dirheme bir elbise satar;
sonra aynı elbiseyi ondan yüz dirheme satın alır; bu suretle kazanmak istediği
yüz dirhemi elde. etmiş olur. Nevevî
bunun îmam Şafiî,
îmam Âzam ve diğer bir takım
ulemâya göre haram olmadığını, yalnız
İmam Mâlikle İmam Ahmed'in buna haram dediklerini kaydeder.
96- (1594)
Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yah-yâ b. Salih El-Vuhâzî
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâviye riyâyet etti. H.
Bana Muhammed b. Sehl
Et-Temîmî ile Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet ettiler. Lâfız
onlarındır. Bu râviler toptan Yahya b. Hassân'dan rivayette bulundular. (Demiş
ki) : Bize Muâviye —ki İbni Abdisselâm'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Yahya yâni İbni Kesir ha^er verdi. (Dedi ki) : Ukbe b. Abdilgâfir'i: Ben Ebû
Saîd'i şunu söylerken dinledim derken işittim:
Bilal Bern hurması
getirdi de Resü1üllah (SnMaVahü Aleyhi ve Seİlem);
«Bu nereden?» diye
sordular. Bilâl: Hurmadır, evimizde idi; bayağıdır. Peysram*er (SaJtaUahü
Aleyhi ve SeVem) 'e yiyecek olsun diye ben onun İki ölçeğini bir ölçeğe sattım,
dedi. O zaman Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem)
«Eyvah!.. Ribanın ta
kendisi!.. Bunu yapma!.. Lâkın hurma sat>n alacak oldun mu, onu aynca sat,
sonra onun kıymetiyle satın at!» buyurdu.
İbni Sehl kendi
rivayetinde kaydını zikretmedi.
97- (...)
Bize Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Ha-sen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû Kazeat'el-Bâhilî'-den, o da Ebû Nadra'dan, o
da Ebû Saîd'den naklen rivayette bulundu. Ebû Saîd şöyle demiş:
ResûlüIIah(SallalîahüAleyhiveSeltem)'e hurma getirdiler: «Bu hurma bizim
hurmamızdan değil!» dedi. Bunun üzerine (getiren) adam: Yâ Resûlâllah! Biz
kendi hurmamızın iki ölçeğini bunun bir.ölçeği mukabilinde sattık; dedi.
ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
«İşte rİbâ budur; onu
hemen iade edin! Sonra bizim hurmayı satıp onun parasından bize (hurma) satın
alın!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Vekâle» bahsinde; Nesai «Büyû'»da tahrîc etmişlerdir.
Bern hurması: Bir nevi
ufak ve yuvarlak hurmadır; hurma nevi'-lerinin en iyisi sayılır.
Evvah kelimesi hüzün
ve şikâyet bildirir; Türkçede bunun karşılığı evyah'dır. Bu kelime «evvahan,
evhin, evhi» ve «evin» şekillerinde okunabilir. ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem) 'in onu burada kullanması ya bu işten elem duyduğu için yahut Bilâl
(Radiyallahû anh) ribâ işini iyi anlamamış diyedir.
Hadîs-i şeriften
murâd: tki Ölçek bayağı hurma vererek bir ölçek iyi hurma almanın ribâ
olmasıdır. Ayrıca ribânın haram olduğuna da delildir.
98- (1595)
Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Musa,
Seyhan'dan, o da Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Saîd'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş:
Biz ResûlüIIah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) devrinde bayağı hurmayı —ki muhtelif kuru
hurmanın karışığıdır— bir ölçek mukabilinde iki Ölçek vererek satardık.
ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bunu duydu ve :
«İki ölçek hurmaya bir
ölçek hurma; iki Ölçek buğdaya bir ölçek buğday ve iki dirheme bir dirhem
olmaz!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Büyü'» bahsinde tahrîc etmiştir.
«îki ölçek hurmaya bir
ölçek hurma olmaz ilâh...» cümlesinden mu-râd: îki ölçek hurma vererek bir
ölçek hurma almak haramdır; demektir. Arapların «cem*» dedikleri bayağı hurma
elli çeşit hurmanın bir araya getirilmesinden meydana gelirmiş. Bununla
beraber yine de hurma cinsi olmaktan çıkmadığı için Peygamber (Salîailahü
Aleyhi ve Sellem)bun-da fark gözeterek fazlalıktı satış yapmayı yasak etmiştir;
çünkü fazlalık ribâ olur. «Onu hemen iade edin» cümlesi fâsid satışla alman bir
malm iadesi vacib olduğuna delildir.
Ribâ mallarından olan
dirhemin yâni gümüşün hükmü de böyledir.
99- (1594)
Bana Amr En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mail b. İbrahim, Saîd
El-Cüreyrî'den, o da Ebû Nadra'dan naklen rivayet etti. Şöyle demi;:
İbni Abbas'a sarfı
sordum. Peşin mi? dedi. Evet, dedim. O halde onda bir beis yoktur; cevâbını
verdi. Müteakiben Ebû Saîd'e haber verdim; dedim ki:
Ben İbni Abbâs'a sarfı
(n hükmünü) sordum da: Peşin mi? dedi.
Evet, dedim. O halde onda bir beis yoktur; cevabını verdi. (Ebû Saîd) : O bunu
söyledi mi? Biz ona mektup yazacağız; size bu fetvayı vermesin. Vallahi
Kesûlüllah (Salîailahü A leyhi ve Seltem) 'in hizmetkârlarından biri kuru hurma
getirdi de onu kabul etmedi ve:
«Gâlibâ bu bizim
toprağın hurmasından değil I» buyurdular. Hizmetçi : Bu sene bizim toprağın
hurmasına (yahut bizim hurmamıza) bir şeyler oldu. Ben de bunu aldım ve biraz
ziyade verdim; dedi. (Efendimiz) :
«Katladın; ribâ
yaptın; sakın buna yanaşma! Hurmandan sana bir şey artarsa onu sat; sonra
istediğin hurmayı satın al!» buyurdular.
100- (...)
Bize tshâk b. tbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülâla haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Dâvûd, Ebû Nadra'dan rivayet etti. Şöyle demiş: tbnİ ömer*1e
tbni Abbâs'a sarfı sordum, onda bir beis görmediler. Bir defa Ebû Saîd
El-Hudrî'nin yanında otururken sarfı ona da sordum: Fazlası ribâdır; dedi. tbni
Ömerle İbni Abbâs'm sözlerinden dolayı ben bunu kabul etmedim. Bunun üzerine
Ebû Saîd: Ben sana ancak Peygamber (Salîattahü Aleyhi ve SeUemj'âen işittiğimi
söylüyorum; kendilerine hurmalığı bahçıvanı iyi hurmadan bir Ölçek getirdi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hurması bu cinstendi. Nebiyullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)ona :
«Bunu nereden aldın?»
dîye sordu. Bahçıvan: İki Ölçek (hurma) götürdüm; onunla bu bir ölçeği satın
aldım; çünkü bunun fiyatı pazarda şu kadara; onun fiyatı bu kadara; dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yazık sana! Rîbâ
yaptın! Böyle bir iş yapmak istediğin zaman kendi hurmanı bir mal mukabilinde
sat; sonra o nıol«n!a hangi hurmayı istersen satın al!» buyurdular.
Ebû Saîd dedi ki:
Hurmaya mukabil hurma satmak mı ribâ olmaya daha lâyık yoksa gümüşe mukabil
gümüş mü?
Bundan sonra tbni
Ömer'e geldim; artık beni nehyetti. tbni AbbâVa gitmedim. Bana Ehu's-Sahbâ'ın
anlattığına göre kendisi bu meseleyi Mekke'de tbni Abbas'a sormuş; o da bunu
kerih görmüş.
Sarf: Lügatte def ve
reddetmek mânâlarına gelir. Şerîatte ise: Kıymet olarak yaratılan altınla
gümüşü cinsi cinsine satmaktır. Yukarıda da gördüğümüz verinle bu cinsleri meselâ altınla altını
bir biri mukabilinde satarken misli, misline ve peşin olmasına dikkat edilir.
Yeniliğine, eskiliğine veya işlenmiş olup olmadığına bakılmaz, Buradaki
sarftan murâd : Altın mukabilinde altını fazlalıkla satmaktır. Anlaşılıyor ki,
bir zamanlar îbni Ömer'le îbni Abbâs (Radiyallahû anhüma) bunda bir beis
görmezlermiş. Onlara göre peşin olarak teslim ve tesellüm olunan şeylerde
ribâ' yokmuş. Binâenaleyh cinsi cinsine satılan şeylerde fazlalığa cevaz verir;
ancak ribfinm bir nev'i olan riba'n-nesîeyi haram sayarlarmış. Bu veresiye
yapılan satışlarda olur. Sonra ikisi de bu kavilden dönmüşlerdir. Nitekim bu
hadîs-i şerifte de buna işaret olunmuştur, Nevevî bu hususta şöyle diyor:
«Müslim 'inzikrettiği bu hadîsler tbni ömer le îbniAbbâs (Radiyallahû anh) 'nm
ne-sîeden maada fazlalıktan nehî eden hadîsleri duymadıklarına delâlet eder;
duyduklarında bu kavle dönmüşlerdir. (Ribâ ancak nesîededir) mealindeki Üsâme
hadîsine gelince: Birçok ulemâ onun buradaki hadîslerle neshedildiğini
söylemişlerdir. Filhakika* müslümanlar bu hadîsin zahiri ile ameli bilittifak
terk etmişlerdir. Bu da onun mensûh olduğuna delâlet eder. Bir takım ulemâ da
onu muhtelif suretlerde te'vîl etmişlerdir. Bu teVîllerden birinciye göre Üsâme
hadîsi ribâ mallarından olmayan mallara hamledilir. Borcu veresiye olarak borç
mukabilinde satmak gibi. Meselâ; bir sıfatla mevsûf olan bir elbiseyi yine bir
sıfatla mevsuk bulunan bir köle mukabilinde veresiye satmak bu kabildendir.
Bunları peşin olarak birbiri mukabilinde satmak caizdir, tkinci te'vîle göre
Üsame hadîsi muhtelif cinslere hamlolunur. Bunlarda fazlalık cihetinden ribâ
yoktur; peşin satılmak şartiyle fazlalıkla verilebilirler. Üçüncü te'vîle göre
Üsame (Radiyallahû anh) hadîsi mücmeldir; Ubâde ile Ebû Said hadîsleri onu
beyan etmişlerdir. Binâenaleyh mücmeli beyân eden bu hadîslerle amel vâcib
olur...» Hz. Ebû Said (Radiyallahû anh)\n «Hurmaya mukabil hurma satmak mı ribâ
olmaya daha lâyıktır...» diyerek kıyas yolu ile istidlalde bulunması, bu
bâbtaki nehî hadîslerini duymamış olmasındandır. Duymuş olsa mutlaka onları
delîl gösterirdi; çünkü hadîsler nasstırlar.
101- (1596)
Bana Muhammed b. Abbâd ile Muhammed b. Hatim ve İbni Ebî Ömer hep birden Süfyân
b. Uyeyne'den rivayet ettiler. Lâfız İbni Abbâd'ındır. (Dedi ki) : Bize
Süfyân, Amr'dan, o da EbÛ Salih'-den naklen rivayet etti. Ebû Salih şunları
söylemiş :
Ben Ebû Saîd
El-Hudrî'yİ: Dinar mukabilinde dînâr; dirhem mukabilinde dirhem misli misline
satılır. Kim fazla verir veya alırsa muhakkak ribâ yapmıştır; derken işittim
de "kendisine: Ama İbni Abbas böyle söylemiyor; dedim. Bunun üzerine: Ben
İbni Abbas'la görüştüm; ve: Söylediğin lâfı gördün mü? Bu senin Resûlüllah
(SaUallahii Aleyhi ve Sellem, ûen işittiğin bir şey midir, yoksa bunu Allah
(Azze ve Celle) 'nin kitabında mı buldun? diye sordum. Bunu ne Resûlüllah (Sallallahii
Aieyhi ve Sellem)'A^n işittim; ne de Allah'ın kitabında buldum. Lâkin bana
Üsâ-me.b, Zeyd rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ribâ
nesîededir.» buyurmuşlar, cevabını
verdi.
102- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amr en-Nâkıd, Ishak b. İbrahim ve tbni Ebî Ömer
rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdır. İshâk: Bize haber verdi, tâbirini kullandı.
Ötekiler şöyle dediler : Bize Süfyân b. Uyeyne, Ubeydullah b. Ebî Yezîd'den
naklen rivayet etti ki, İbni Abbâs'ı şunları söylerken işitmiş. Bana Üsâme b.
Zeyd haber verdi ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ribâ ancak
nesîededir.» buyurmuşlar.
103- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affan rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. •(Dedi ki) : Bize Behz
rivayet etti. Her iki râvi demişler ki: Bize İbni Tâvûs, babasından, o da
İlmi Abbas'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Peşin olan şeyde ribâ
yoktur.» buyurmuşlar.
104- (...) Bize
El-Hakem b. Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl, Evzâî'den rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana Ata' b. Ebî Rab âh rivayet etti ki, Ebû Saîd El-Hudrî İbni
Abbas'a rast gelerek kendisine: Sarf hakkındaki sözünü gördün mü! Bunu
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'deiı işittiğin bir şey olarak mı,
yoksa Allah (Azze ve Celiy nın kitabında bulduğun bir şey olarak mı söyledin?
diye sormuş. İbni Abbas: Asla söylemem! Bir kere Resûllüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i siz benden daha İyi bilirsiniz; Kitâbullaha gelince : Onu
da bilmiyorum. Yalnız bana Üsâme b. Zeyd rivayet etti ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Dikkat!.. Ribâ ancak
nesîededir.» buyurmuşlar; cevabını
vermiş.
Bu hadîsi Buhâri,
Nesâî ve İbni Mâce «Büyü1» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
İşte bundan evvel sözü
geçen Üsâme hadîsi budur. Bu hadîse dair ulemânın beyanâtının ekserisi orada
görüldü. Hz. İbni Abbâs (Radİyallahü anh) 'in:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i siz benden iyi bilirsiniz...» sözünden muradı:
Onun sohbetinde bulunduğunuz vakit siz yetişkin adamlardınız; ben henüz küçük
çocuktum; demektir. Kitâbullahı bilmemesi de Kur'ân-i Kerîm 'de o meselenin hükmünü
bilmiyormuş manasınadır; yoksa onun hiç bir hükmünü bilmem demek değildir;
çünkü kendisi Kur'ân-ı Kerîm 'i en güzel tefsir eden ve Sul-tânu'l-Müfessirîn
unvanına bihakkın lâyık olan sahâbî-i celîldir. Ulemâ Üsâme (Radİyallahü anh)
hadîsinin sahih olduğuna ittifak etmişlerdir. İhtilâf ettikleri cihet bu hadîsle
yukarıda geçen Ebû Saîd (Radİyallahü anh) hadîsinin aralarını bulmak hususudur
ki, onu da Ebû Saîd hadîsinin izahı sırasında gördük,
Hattâbî (319-388) diyor ki: «Hz. Üsâme'nin
naklettiği ancak nesîededir.) hadîsi
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem)'in bu bâbtaki beyanâtın son cümlesini
işitip bellediğine hamledilir. Hadîsin baş tarafına yetişememiştir. Herhalde
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e ribâ mallarından iki cinsin ziyâdeli
olarak satışı sorulmuş; o da: cinsler ayrı olursa ziyâdeli satış peşin olmak
şartiyle caizdir; ribâ ancak veresiye satılırsa o zaman bu işe dâhil olur;
buyurmuşlardır.»
105- (1597)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız
Osman'ındır. İshâk (Bize haber verdi)) tâbirini kullandı. Osman : Bize Cerîr,
Muğîre'den naklen rivayet etti; dedi. Muğîre şunu söylemiş : Şibâk, İbrahim'e
sordu da İbrahim, Alkame'den, o da Abdullah'-dan naklen rivayette bulundu.
(Demiş ki) :
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) ribâyı yiyene de, yedirene de lanet buyurdu. Hâvi diyor ki:
Ben, kâtibine de, sahicilerine de (lanet etmedi) mi? dedim. (Abdullah) : Biz
ancak İşittiğimizi söyleriz; cevabını verdi.
106- (1598) Bize Muhammed b. Es-Sabbâh ile Züheyr b. Harb
ve Osman b. Etbî Şeyhe rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Hüşeym rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebu'z-Züheyr, Câbir'den naklen haber verdi. Câhir şöyle
demiş :
Resûlüllah (SalUılUıhü
Aleyhi ve Sellem!: Ribâyi
yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidi erine lanet etti ve : «Onlar
müsavidirler.» buyurdu.
Bu iki rivayet ribâ
yemenin, yedirmenin, ribâ muamelesi yapanlar arasında kâtiplik ve şahidlik
yapmanın haram olduğuna açık delildirler.
Hanef îler 'den İmam
Âzam'la İmam Muhammed'e göre dâr-ı harpde yaşayan bir harbî yâni o memleket
teb'asın-dan bir gayri müslim ile müslüman arasında ribâ muamelesi caizdir. Kumar
dahî aynı hükümdedir. İmam Ebû Yûsuf bunları tecviz etmemiştir.
Hadîs-i şerif bâtıla
yardımın haram olduğuna da delildir.
107- (1599)
Bize Muhammed b. Abdİllâh b. Nümeyr El-Hemdânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zeke-riyyâ, Şa'bî'den, o da Nu'man b.
Beşîr'den naklen rivayette bulundu. Şa'-bî: Nu'man'ı şunları söylerken
dinledim, demiş: Ben Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)i şöyle buyururken
işittim (ve Nu'man iki parmağı ile kulaklarına uzanmış) :
«Şüphesiz halâl
aşikâr, haram da aşikârdır; ama 'aralarında bir takım şüpheli şeylervardır ki,
onları insanlardan birçoğu bilmez. İmdi bu şüphelerden kim korunursa dîni ve
ırzı için berâet almıştır. Her Mm bu şüphelere düşerse harama konar. Korunan
bir yerin etrafında hayvan otlatan
çobanın hayvanlarını oraya
kaçırması yakıncactk olduğu
gibi.
Dikkat!.. Her
hükümdarın bîr mahrûresi vardır. Dikkat!.. Allah'ın mahrûsesİ de haram kıldığı
şeylerdir. Dikkat!.. Bedende bîr et parçası vardır ki, bu parça işe yarayışlı
olursa bütün beden yarayışlı olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat!..
O da kalptir.»
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet eyledi.
H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. Her iki râvi:
Bize. bu isnâdla bu hadîsin mislini Zeke-rîyyây rivayet etti, demişlerdir.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Mutarrif'le Ebû Ferva
El-Hemdânî'den naklen haber verdi. H.
Bize Kuteybe b. Said
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân El-Kaarî, İbni
Aclân'dan, o da Abdurrahman b. Said'-den naklen rivayette bulundu. Bu râvilerin
hepsi Şa'bî'den, o da Nu'-mân b. Beşîr'den, o da Peygamber (Sallallahü A ieyhi
ve Sellem) 'den bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Zekeriyya'nın
hadîsi onların rivayetinden daha tamam ve daha uzundur.
108- (...)
Bize Abdühnelik b. Şüayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. 'Dedi ki) : Bana babam,
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Hâlid b. Yezîd rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Ebî Hilâl, Avn b.
Ab-dillah'dan, o da Âmir Eş-Şa'bî'den naklen rivayette bulundu, ki Şa'bî'
Resûlüllah (Sö//a//û/ı« Aleyhi ve Sellem)'in saha bili Nu'mân b. Beşîr b,
Sa'd'ı Hıms'da halka hutbe îrâd ettiği sırada şunları söylerken işitmiş: Ben Resüllah
(SâllalIahü Aleyhi ve SeUem):
«Helâl aşikâr, haram
da aşikârdır. .» buyururken işittim... Müteakiben Zekeriyya'nın Şa'bî'den
rivayet ettiği hadîs gibi tâ «İçine düşmesi yakıncacıktır...» cümlesine kadar rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi Buhâri «îmân»
ve «Büyü'» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Büyu'»da; İbni, Mâce
«Fiten» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Bâzı kelimelerin
îzâhı: Müştebihât, şüpheli şeyler demektir. Bu kelime beş şekilde rivayet
olunmuştur: Müştebihât, müteşebbihât, müşebbehât, müşebbihât ve müşbihât.
Bunlardan birinci ile ikincinin mânâları müşkilât demektir. Zira birbirine zıd
olan iki tarafa da benzer mânâsma-dırlar. Yalnız ikinci rivayette tekellüf
vardır. Üçüncü rivayetin mânâsı hükmü yakînen bilinmeyen şeylere benzeyen
demektir. Dördüncü ve be-§inci rivayetler: Kendini helâle benzeten mânâsına
gelirler.
Irzî Ebu'l-Abbâs'ın
beyânına göre, insanın medih ve zemm yeri demektir. Meselâ : Birisi birinin
ırzından bahsetti denirse bunun mânâsı o kimseyi yükselten veya düşüren
husûsatını söylemiş demektir. Bu sebeple de ya medholunur ya zemm.
El-Himâ: Korunan yer
mânâsına gelen bir isimdir.
Ulemâ bu hadîsin
İslâm'da pek büyük bir mevkii olduğuna ittifak etmişlerdir. Bâzılarına göre
İslâm'ın üç temel hadîsinden biridir. Diğer ikisi: «Ameller niyetlere göredir.» mânâsına gelen « hadîsiyle:
«Kişinin işine
girmeyen şeylere karışmaması iyi müslüman olduğundandır.» mânâsına gelen hadîs-i şerifidir.
Ebû Dâvûd'a göre
İslâmiyet dört temel hadîs etrafında devreder. Bunların üçü saydıklarımız;
dördüncüsü de :
«Sizden biriniz
kendisi için sevdiğini dîn kardeşi işin de sevmedikçe
(tam) îmân etmiş sayılamaz.» mealindeki
hadîs-i şerifidir.
Ulemânın beyanına göre
bu hadîsin yüksek mertebede olmasına sebep • Peygamber (Salİalhhü Aleyhi ve
Sellem) 'in bunda yiyecek, içecek, giyecek gibi şeylere, nikâh ve sâireye
tenbîh buyurmuş olması ve bunların helâlden olmasına dikkati çekmesi; helâlin nasıl
bilineceğine irşâd buyurması; şüpheli şeyleri terk etmeye teşvik etmesidir.
Resûlüllah (Sallaliahü A ieyhi ve Selletn) bunları korunan bir yeri misal
alarak izah etmiş; sonra dikkati gereken en mühim noktaya temas ile bunun kalb
olduğunu bildirmiştir.
İbnü'1-Arabî
(468-543); «Bütün hükümleri yalnız bu hadîsten çıkarmak mümkündür.» demiş; bu
sözü îzâh eden Kurtubi de: «Çünkü bu hadîs, helâl, haram ve sair hükümlere;
bütün amellerin kalbe bağlı olduğuna tafsüâtiyle şâmildir; işte bu cihetle
bütün ahkâmın ona ircaî mümkün olur.» şeklinde mütalâada bulunmuştur.
«Helâl
aşikârdır...» cümlesinden nıurâd:
deliline bakarak helâlin hükmü beyan' edilmiştir demektir.
Haram meselesi de öyledir; yalnız bu iki nev'İn delilleri arasında kalmış bir
takım şüpheli şeyler vardır ki, bun lar hakkında hangi tarafın delili tercih
edileceğini kestirmek güçtür; bunu ulemanın pek azı yapabilmiştir.
Nevevî «631-676» bu
cümleyi şöyle îzâh ediyor: «Eşya helâl, haram ve şüpheli şeyler olmak üzere üç
kısımdır. Helâlin hükmü mpv-dandadır; gizli bir tarafı yoktur; ekmek ve meyve
yemek, konuşmak, yürümek ve saire bu kabildendir. Haramın hükmü de açıktır;
içki içmek, kan dökmek, zina etmek, yalan söylemek ve saire gibi.
Şüpheli şeylere
gelince: Bunlardan murâd: Helâl veya haram olduğu açık açık belli olmayan
şeylerdir. Bundan dolayıdır ki, bunların hükmünü çok kimseler bilmez. Fakat
ulemâ yâ nasla, ya kıyâs ve istishâb gibi bir delille bunları bilirler. Bir şey
helâl ile haram arasında tereddütte kalır da hakkında nass veya icmâ'
bulunmazsa o mesele hakkında müctehid ictihad eder; ve onu şer'î bir delille
helâl ve haramdan birine katar. Bundan sonra o şey helâl veya haram hükmünü
alır. Bâzan meselenin delili de ictihaddan hâlî kalmaz; bu takdirde vera' ve
takva o şeyi yapmamayı gerektirir.
Bir mesele hakkında
müctehid hiç bir karara varamazsa ne hüküm verilir?
Kaadî Iyâz'm usûlü
fıkıh ulemâsından naklettiğine göre bu hususta üç mezhep vardır. Bunlardan
birinci mezhebe göre o meseleye helâl; ikinciye göre haram hükmü verilir.
Üçüncüye göre tevakkuf oiu~ nur; yâni hiç bir hüküm verilemeyip durulur...»
Buhâri şârihi Aynî bu
ihtilâfın meşhur ilmî kelâm mese-îesine yâni şeriat gelmezden önce eşyanın
hükmü meselesine ait olduğunu söylüyor. Bu hususta dört mezhep vardır:
1- Esah olan
mezhebe göre şeriat gelmezden Önce bir şeyin helâl,
haram veya mubah olduğuna hüküm verilemez;
zira ehl-i hakk indinde teklif ancak şerîatle sabit olur.
2- İkinci
mezhebe göre helâl veya haram diye hüküm verilir.
3- Üçüncü
mezhebe göre verilemez.
4- Dördüncü
mezhebin kavli tevakkuftur.
Mâzirî (453-536) :
«Mekruh olan şüpheli şeyler hakkında helâl veya haram denilemez.» mütaleâsmda
bulunmuş; başkaları: «Böyle bir şeyi terk etmek takva icâbıdır.» demişlerdir.
Hattâbî şüpheli şeylere misâl olarak bir kimsenin malında haram şüphesi yahut
ribâ karışmış olması ihtimalini göstermiş ve: «Böyle bir kimse ile alış-veriş
muamelesi mekruh olur.» demiştir. Bu bâbta Kurtubî ( -656) şunları söylüyor:
Şüphesiz ki, ortada açık açık helâl ve haram kılınmış şeylerle helâl veya haram
hükmü verilmesi tereddütlü olanlar vardır. İşte deliller bunlar hakkında
birbirlerine muâraza etmektedir; müştebihât (şüpheli şeyler) de bunlardır.
Bunların hükmü ihtilaflıdır. Bâzıları: Haramdır; çünkü harama götürür; demiş.
Bir takımları: Mekruhtur; vera' ve takva bunların terkini İcâbeder.»
mütaleâsında bulunmuş; bunlar hakkında haram veya mekruh hükmü
verilemeyeceğini söyleyenler de olmuştur. Doğrusu ikinci kavildir; çünkü
şeriat onları haram olmaktan çıkarmıştır. Bunlar şüphe götüren şeylerdir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem): yâni: «Saba
şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap!» buyurmuştur ki, vra da budur.»
Ulemâdan bazıları:
«Şüpheli şeyler helâldir ama vera' ve takva icabı teik edilirler.» demişlerse
de Kurtubî bunlara şu cevabı veriyor : «Bu söz doğru değildir; zîra helâl
derecelerinin en aşağısı bir şeyi yapmakla yapmamanın müsavi olmasıdır ki, buna
mübâh denir; böyle bir şeyde ise vera* ve takva tasavvur edilemez; çünkü bir
tarafı diğerine tercih edilmiş; böylelikle o şey mübâh olmaktan çıkmıştır.
Bu takdirde o şeyin ya
terk edilmesi tercih olunacaktır ki, mekruh dediğimiz budur; yahut yapılması
tercîh edilecektir; buna da mendup diyoruz.
Yukarıda zikri geçtiği
verinle delili açık ihtimalden hâli kalmayan tabaklanmış ölü hayvan derisi gibi şeylere gelince
: îmam Mâ1ik'in
meşhur olan kavline göre böyle bir deri
temiz değildir; binâenaleyh mayiâttan hiç birinde kullanılamaz; yalnız su için
kullanılabilir; çünkü su, flarından
biri değişmedikçe pisliği atar. İşte Hz.
İmamin vardığı budur;
fakat şahsı hakkında böyle bir deriyi sü için kullanmak
ekinirdi.
Ebû Hanîfe ile
Süfyân-ı Sevrî (Radcyaltahû anhûma) nın : «Gökyüzünden yere düşmem benim için
nebîzin [14] azı haramdır diye fetva
vermekten ehvendir; ama kendim onu asla içmiş değilim; içmem de...» dedikleri
hikâye olunur.
Demek oluyor kî, bu
zevat fetvada tercih ile amel etmiş, fakat kendi şahıslan hakkında takvaya
riayetkar kalmışlardır.
Muhakkıklardan biri:
Hakime gereken hüküm ahkâm hususunda müslümanlara kolaylık göstermek; kendisi
hakkında sıkı davranmaktır; diyerek bu mânâyı kasdetmiştir. Bu vera'ın menşei:
Şeriatın metruk hükmü nazar-ı itibara alabileceğini düşünmektir. Bu düşünceden
de (bir meselede isabet eden bir kişidir) .sözü meydana çıkmıştır ki, İmam
Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi budur. Onun mezhebinde (hilafa riâyet -olunur)
sözü burada neş'et etmiştir.»
Hilafa riâyet
meselesine İmam Şafiî dahî kaildir. Bunu birçok meselelerde tasrîh etmiştir.
Aynî diyor ki: «Buraya
kadar anlatılanlardan bu hadîste zikri geçen ve korunulması gereken şüpheli
şeyler hakkmda birkaç kavil hâsıl oluyor:
1- Bir mesele
hakkında deliller birbirine muarız olur da şüpheye düşülürse bu gibi yerlerde
bir taraf tercih edilinceye kadar tevakkuf yâni çekimser kalmak vâcib olur;
zîra ortada delîl olmaksızın bir tarafın hükmünü tercîhe kalkışmak haramdır.
2- Şüpheli şeylerden
murâd: Mekruhlardır. Hattâbî, Mazirî ve diğer bir takım ulemânın kavilleri
budur. Ulemanın ihtilâf ettikleri yerler dahî buraya dahildir.
3- Şüpheli
şeyler mubahlardır. Bâzılarına göre kendisinden çeki-nilen helâl demektir. Bu
kavli Kurtubî'nin nasıl reddettiğini az yukarıda gördük. Kurtubi burada şunları da ilâve ediyor: «Bu kavil
şeriattan malûm olan bir hakikati ortadan kaldırmaya müeddî olur. Peygamber
(Sallalahü Aleyhi ve Setlem) ile ondan sonra gelen dört halîfesi ve ekseri
ashabı mubah şeylere rağbet göstermeyip iyi yemeyi, yumuşak elbise giymeyi ve
güzel evlerde yaşamayı kabul etmemiş; bunların .zıdlarmı yapmışlardır; bu
hakikat onların sîretlerinde nakledilmiştir; denilirse, cevap şudur:
Onların bu hâli şer'î
bir mûcib bulunup mezkûr fiillerin terkini iktiza ettiğine hamlolunur. Yoksa
mubahdan kaçınmamışlardır. Çünkü mubahın hakikati iki tarafın (yâni yapıp yapmamanın), müsâvî olmasıdır.
Onlar mekruhtan
kaçınmışlardır; ancak bâzan şeriat mekruhu mekruh olduğu için-; bâzan da
mekruha vardırdığı için istemez. Nitekim oruçlu bîr kimsenin karısını öpmesi bu
kabildendir; zîra orucu bozmaya var-dırabilir. Onun için de mekruhtur. Bizim
buradaki meselemiz de böyledir. Çünkü ashâb-ı kiram ya dünyaya dalmak
suretiyle hâlen, yahut âhi-rette hesaba çekilmek suretiyle ileride korktukları
mefsedetlerin başlarına geleceğini anlamışlardır...»
îyi yeyip iyi giyinmek
hususunda Şafiîyye ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hâmid El-Esferâînî: «Bu taat
değildir.» demiş; Taberî taat olduğunu söylemiş; îbni Sabbağ: «Bu iş
insanların hâline, ibâdete düşkünlüklerine, maksatlarına, fakirlik ve
zenginlikle iştigallerine göre değişir.» mütaleâsmda bulunmuştur. Rafiî bu son kavil için: «Doğrusu da budur.» diyor
Vukuu ihtimalden uzak
olan şeyleri caiz görerek üzerinde durmak ise kaçınılması istenen şüpheli
şeylerden değil vesvese kabîlindendir. Belki mahremi vardır endişesiyle büyük
şehirden evlenmemek, ihtimal pislik karışmıştır diye ovadaki suyu kullanmamak,
görmeden pislik bulaşmış olabilir düşüncesiyle elbiseyi yıkamak ve sair buna
benzer şeyler hep vesvese olup vera' ve takva ile alâkası yoktur. Bu gibi
şeyler şeriatın maksatlarını bilmemekten ileri gelir.
«îmdi bu şüphelerden
kim korunursa dîni ve ırzı için berâet almıştır...» Yâni dîni için
noksanlıktan; ırzı için de ta'n edilmekten, dedikodudan berâet hâsıl oldu
demektir. Bu cümledeki dîn sözü Allah'a, ırz da İnsanlara teallüfc eden şeylere
işarettir.
«Her kim bu şüphelere
düşerse harama konar...» cümlesinin iki mânâya ihtimali vardır. Birinci
ihtimale göre bu cümleden murâd: Şüpheli şeylfrf çok yapa yapa nihayet harama
tesadüf eder; bunu kasden yapmasa bile yapılan işde takrîr varsa günahkâr
olur; demektir.
îkînei ihtimal şudur:
Bir kimse dikkatsizliği âdet edinir; derken şüpheli bir, şeyi, arkasından daha
şüphelisini irtikâb etmeye başlar. Nihayet biîe bile harama dalar. Nitekim
selef bu mânâda: «Günahlar küfrün postasıdır.» demişlerdir.
îbni Battal ( -444);
«Bu hadîste hükümleri ihtilaflı olan şüpheli şeylerden korunmayıp onların
hürmetini ayaklar altına alan kimsenin ırzı aleyhine dedikodu yolu açtığına
delîl vardır.» diyor.
Aynî diyor ki: «Hâsılı
ulemâ burada şüpheli şeyleri tefsir babında dört sey söylemişlerdir.
Delillerin tearuzu, ulemânın ihtilâfı, mekruh ve mubah olan şüpheliler.
Filhakika : Mekruh .helâl ile haram arasında yoldur.» derler. Mekruhu çok
işleyen harama düşer. Mubah da helâl ile mekruh arasında bir geçittir. Binâenaleyh onu çok
işleyen mekruha yol bulur.
«Korunan bir yerin
etrafında hayvan otlatan çobanın hayvanlarım oraya kaçırması yakmcacık olduğu
gibi...»
Bu cümle ile şüpheli
şeyleri işleyen bir kimsenin hali bir ekinliğin kenarında hayvan otlatan
çobanın haline benzetilmektedir. Burada bir teşbîh-i melfuf vardır; zîra malûm
olan mahsus bir şeye benzetme yapılmış, mükellef çobana; insanın nefsi
hayvanlara; .şüpheli şeyler ekinliğin etrafındaki sürüye; Allah'ın haram
kıldığı şeyler ekinliğe; şüpheli şeyleri işlemek ekinlik kenarında sürü
otlatmaya benzetilmiştir. Vechi şe-beh: Korunmamaktan dolayı lâzım gelen
cezadır. Bu suretle teşbîh iki tarafı itibariyle melfûf; vechi şebehi
itibariyle temsil olmuş olur.
«Dikkat!.. Her
hükümdarın bîr mahrûsesi vardır. .» cümlesini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seltent)mi$&l olarak söylemiştir. îzâhı şudur: Eskiden Arap hükümdarlarının
kendi hayvanlarına mahsus meraları olurdu. Buralara başkaları giremez; girerse
cezalamrlardı. Hükümdarın hışmından korkanlar o yerlerin semtine uğramaz;
korkmayanlar oralara sokulur; fakat yasak edilen yere farkına varmadan
hayvanları girerek cezalanmaktan emîn olamazlardı. îşte bunun gibi Allah
Teâlâ'mn da memnu* yerleri vardır ki, bunlar günahlardır. Bunları irtikâb
edenler cezayı hak ederler. Şüpheli şeyleri yapmak suretiyle günahlara yaklaşanların
o günahlara dalmaları da yakındır.
Bâzıları bu misâlin
Şa'bî tarafından müdrec olduğunu söylemiş-ierse de bu iddia doğru değildir. Babımız
rivayetinde Hz. Nu'mfin (Radtyattahû anh)'m : «Resûlüllah (SaltaUahU Aleyhi ve
Sel!em)*l dinledim» diyerek İki parmağı ile kulaklarına uzanması, hadîsi bizzat
Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğini sarahaten
göstermektedir; cumhuru ulemânın kavilleri budur.
Mudga: Et
parçası demektir. Burada kalbe et parçası denilmesi bedenin diğer uzuvlarına
nisbetle kalbin küçüklüğünü göstermek içindir. Bununla beraber kalb bedenin
sultam mesabesinde olup vücudun salâh ve fesadı ona bağlıdır. O iyi olursa
teb'ası mesabesinde bulunan sair âza (fa iyi olur. Tıbb ilmine göre nutfeden
ilk meydana gelen uzuv o imiş. Bütün kuvvetlerin, ruhun, idrakin menşeleri
odur. Akıl da ondan başlar. İşte burada kalbin hassaten zikir buyurulması bu
mânâlardan dolayıdır.
Hadîs-i şerîf kalbi
ıslâha çalışmak, onu fesaddan korumak gerektiğine teTrfden delâlet etmektedir.
Ulemâdan bir cemaat
aklın başta değil kalbte olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Mesele ihtilaflıdır. Şâfiî1erle kelâm ulemâsına
göre akıl kalbtedir. îmam Âzam, Ebû
Hanîfe dimağda olduğuna kaildir. Bu meselede felsefe erbabının kavilleri
Şâfiî1er'in; tabîbl e rinki İmam Âzam 'in mezhebine uymaktadır. Tabîbler:
«Dimağ fesada uğrarsa akıl da bozulur.» derler. Nevevî : «Bu hadîste aklın
kalbte olduğuna delâlet yoktur.» demiş ve et yememek için yemîn eden bir
kimsenin kalb yemekle yemini bozulması meselesini de-lîl getirmiştir. Mamafih
Şâfiî1er'in bu meselede iki kavli vardır. Birinci kavle göre yemîn bozulur;
ikinciye göre bozulmaz; zira kalbe et denilmez; esah olan kavilleri de budur.
109- (715)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüm ey r rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ, Âmir'-den rivayet etti. (Demiş ki) :
Bana Câbir b. Abdillâh rivayet etti ki: Kendisi hastalanmış bir devesinin
üzerinde gidiyormuş; derken deveyi başı boş bırakmak istemiş. Câbir diyor ki:
Müteakiben bana
Peygamber (Saİlalîahü Aleyhi ye Sellem) yetişti; ve benim için dua ederek
hayvana vurdu. Bunu müteâkıb deve öyle yürüdü ki (o ana kadar) böyle yürüdüğü
olmamıştı.
«Bunu bana bir
okıyyeye sat!» buyurdular. Olmaz, dedim. Sonra: «Sat onu bana!» buyurdu. Ben de
bir okıyyeye sattım; ama üzerindeki yükü evime götürmeyi istisna ettim. Yükü
götürdüğümde deveyi kendilerine getirdim. Bana parasını saydılar. Sonra döndüm.
Hemen arkamdan birini göndererek:
«Acaba deveni alayım
diye sana fiyat kırdım mı dersin? Dirhemlerinle birlikte deveni de al! O senindir.»
buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Aliy b. Haşrem de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ yâni İbni Yûnus,
Zekeriyyâ'dan, o da Âmir'den naklen haber verdi. Âmir; Bana Câbir b. AbdİHâh
İbni Nümeyr hadîsi gibi rivayet etti, demiş.
110- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız
Osman'ındır, (tshâk: Bize haber verdi; tâbirini kullandı.) Osman : Bize Cerîr,
Mugîre'den, o da Şa'bî'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayette
bulundu, dedi. Câbir şöyle demiş:
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellemj'le birlikte gazada bulundum. Altımda nerdeyse yürüyemez hâle
gelmiş hasta bir sucu devem olduğu halde bana yetiştiler; ve bana:
«Devene ne oldu?» diye
sordular. Hastadır; dedim. Bunun üzerine Re- (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilerleyerek
hayvanı sürdü ve ona dua etti.
Bundan sonra hayvan bütün develerin önünde gitmeye başladı. Re-sûlüllah
(SallaUahii A leyhi ve Sellem) bana :
«Deveni nasıl
görüyorsun?» diye sordu. Afiyette (görüyorum), ona senin bereketin isabet etti;
dedim.
«Onu bana satar
mısın?» buyurdu. Ben utandım. Ondan başka su taşıyan devemiz yoktu. Ama : Evet,
dedim; ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartiyle deveyi
kendilerine sattım. Ona : Yâ Resûlâllah, ben damadım; diyerek kendilerinden
izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun Üzerine Medine'ye müteveccihen oradan
ilerledim. Nihayet Medine'ye vardım. Beni dayım (Cedd b. Kays) karşıladı ve
deveyi sordu. Onun hakkında ne yaptığımı kendisine haber verince beni ayıpladı.
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem), kendisinden izin istediğim vakit:
«Ne aldın, bakire mi,
dul mu?» diye sormuştu. Ben kendilerine dul aldım; cevâbını verdim.
«Birbirinİzle
oynaşacağınız bir bakire ile evfense idin ya!» buyurdu.
— Yâ Resûlâllahî Babam
vefat etti (yahut şehîd oldu). Küçük küçük kız kardeşlerim var. Onların
emsaliy]e evlenip de (karımın) onları terbiye edemiyeceğinden, onlara
bakamayacağından korktum da onlara baksın ve terbiye etsin diye dul ile
evlendim, dedim. ;
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelince deveyi kendilerine götürdüm. Bana parasını
verdiler, deveyi de iade buyurdular.
111- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da
Salim b. Ebi'I-Ca'd'dan, o da Câbir'den naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle
demiş:
Resûliıttah
(Sallallahü Aleyhi ve• Sellem)'\e birlikte Mekke'den Medine'ye yollandık.
Derken benim devem hastalandı...
Câbir hadîsi
kıssasiyle rivayet etmiştir. Bu hadîste şu da vardır:
Sonra bana:
«Şu deveni bana sat!»
buyurdular. Ben:
— Hayır; o senindir; dedim.
«Yok! Sen onu bana
sat!» dediler. Ben (yine) ;
— Hayır; o senindir yâ Resûlâllah! dedim. «Yok!
Sen onu bana sat!» buyurdular. Ben :
— Bir adamın
bende bir o kıy ye altın
alacağı var. Bu para mukabilinde deve
senin olsun! dedim.
«Onu aldım. Ama sen
yükünü onunla Medine'ye götür!» buyurdular. Medine'ye geldiğimde ResûlüHah
(Sallallahii Aleyhi veSellem) Bilâl'e :
«Ona bir okıyye altın
ver; biraz da ziyade et!» buyurdu. Bilâl bana bir okıyye altın verdi; bir kîrât
da ziyade etti. Bunun üzerine ben : Re-sûlüllah (SallaUahü Aleyhi' ve
SeUerrj)"m ziyâdesi benden ayrılmasın dedim. Bu para bir kesemin içinde
duruyordu. Nihayet Harra harbinde onu Şamlılar aldı.
112- (...)
Bize Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhid b. Ziyâd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cüreyrî, Ebû Nadra'-dan, o da Câbİr b.
Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
— Bir seferde Peygamber (Sallallahu A leyhi ve
Sellem)'e beraber bu-lunujorduk. Derken benim devem geri
kaldı...
Câbir hadîsi hikâye
etmiş. Bu hadîste şunu da söylemiştir :
— Bunun
üzerine ResûlüHah {Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) onu dürttü. Sonra baıîa:
«Besmele ile bin!»
buyurdular. Şunu da ziyâde etmiştir: Durmadan bana ziyâde ediyor ve : «Allah
seni mağfiret buyursun!» diyordu.
113- (...)
Bana Ebu'r-Rabî' El-Atekî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Ebu'z-ZÜbeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayette
bulundu. Câbir şöyle demiş:
— Vaktaki Peygamber
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) yanıma geldi, devem de hastalanmıştı. Onu
dürttü. Deve sıçrayıverdi. Bundan sonra artık Resûl-ü Ekrem'in sözünü işiteyim
diye dizginini kasıyor, fakat onu durduramıyordum. Nihayet Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) bana yetişti; ve;
«Onu bana sat!» dedi.
Ben de deveyi ona beş okıyyeye sattım. Ama: «Medine'ye kadar sırtı benim olmak
şartiyle!» dedim.
«Medine'ye kadar sırtı
senin olsun!» buyurdular. Medine'ye geldiğimde deveyi ona getirdim. Bana bir
okıyye ziyade verdi. Sonra deveyi bana hibe etti.
114- (...)
Bize Ukbe b. Mükrem El-Anı mî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İshâk
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Beşir b. Ukbe, Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî'den, o
da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemi'ie birlikte seferlerinin birinde (zannederim gâfcî olarak
dedi) yola çıktını... diyerek hadîsi nakletti. Bu hadîste şunu da ziyade
eyledi. Efendimiz :
«Yâ Câbir! Parayı
tastamam aldın mı?» dedi. Ben, evet, cevâbını verdim.
«Para da senin, deve
de senin olsun! Para da senin, deve de senin olsun!» buyurdular.
115- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhârib'den naklen rivayette bulundu ki, kendisi
Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken dinlemiş:
Kestdulİah (Sal
lallahü Aleyhi ve Seliem) benden iki okıyye bir dirheme yahut iki okıyye iki
dirheme bir deve satın aldı. Sırar'a geldiğinde bir inek kesilmesini emir
buyurdular. İnek kesildi ve cemaat ondan yediler. Medine'ye teşriflerinde
mescide gelerek iki rek'at namaz kılmamı emir buyurdu; ve devenin kıymetini
fazlasiyle tartıp verdi.
116- (...)
Bana Yahya b. Habîb El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. El-Hâris
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. \Dedi ki) : Bize Muhârib,
Câbir'den, o da Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu kıssayı
haber verdi. Şu kadar var ki:
«Onu benden adını
koyduğu bir para ile satın aldı.» dedi; iki okıyye bir dirhem veya iki dirhemi
zikretmedi. Bir de :
«Bir inek kesilmesini
emir buyurdu. İnek kesildi; sonra etini taksim etti.» dedi.
117- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zahide,
îbni Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da Câbir'den naklen rivayette bulundu kî,
Peygamber (Sallatiahü Aleyhi ve Seliem) kendisine:
«Deveni dört dînâra
aldım. Medine'ye kadar sırtı da senin olsun!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî, Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve Nesaî muhtelif lâfızlar ve değişik isnadlarla tahrîc
etmişlerdir. Buhâri'nin «Sahîh»inde yirmi yerde rivayet edilmişitr. Kitabımızın
«Nikâh» bahsinde dahî geçmişti.
Hz. Câbir (Radiyailahu
anh) 'nın bu hadîsi meşhurdur* Hâdise bir rivayette Tebûk gazasında, diğer bir
rivayette bir hangi seferde geçmiştir. Bu iki rivayet arasında birbirine
zıddiyet yoktur. İbni İshâk'in Vehb b. Keysân 'dan naklen rivayet ettiği
hadîste ise Zâtü'r-Rikaa' gazasında geçtiği zikrediliyor. Vâkıdî'nin rivayeti
de bu şekildedir. Nitekim Tahâvî (238-321) rivayetinde bunun Mekke yolundan
Medîne'ye dönerken vuku' bulduğu kaydedilmektedir ki, o da bu rivayetleri
te'yîd eder; zîra Tebûk Mekke yolunda değildir. Zâtü'r-Rikaa' ise Mekke
yolundadır. Süheylî, İbni İshâk'ın rivayetini kabul etmiştir.
Sırâr: Medîne'ye yakın
bir yerdir. Bu kelime «Sarar» şeklinde* de okunabilirse de Sırâr rivayeti daha
meşhurdur. Hattâbi : «Sırâr, Medîne'ye üç mil mesafede Irak yolunca eski bir kuyudur.»
demiş; Kaadî Iyâz ise kuyu değil, bir yer ismi olduğunu tercih etmiştir. Bâzı
rivayetlerde Sırâr yerine Dır âr denilmiştir; bu hatâdır. Aynı kelime bâzı
nüshalarda gayri munsarif olarak rivayet edilmiştir; fakat meşhur olan
rivayetlerde munsariftir.
Hz. Câbir (Radiyailahu
anh) 'in : «Medine'ye varıncaya kadar hayvanın sırtı benim olmak şartiyle
deveyi sattım...» sözünden murâd: Yükünü taşıtmasıdır.
Baîr: Yeni
diş çıkarmış deve, bâzılarına göre yavru devedir.
Nâdıh: Su
taşıyan devedir.
Okıyye:
Nikâh bahsinde de görüldüğü vecihle eskiden kırk dirhem mânâsına gelirdi.
Burada rivayetler muhteliftir. Bir rivayette «Beş okıy-yeye sattım; bana bir
okıyye ziyâde verdi.» denilmiş; diğer rivayette : «îki okıyye ile bir yahut iki
dirheme»; bir başka rivayette : «Bir okıyye altına»; bir diğerinde : «Dört
dinara sattım» ifadesi kullanılmıştır. Buhari'nin rivayetlerinde ihtilâflar
daha da çoktur. Bunların bâzılarında: «Sekiz yüz dirheme», bir rivayette :
«Yirmi dinara sattım» deniliyor. ' Kaadî Iyâz'in naklettiğine göre Ebû Ca'fer
Ed-Dâvûdî : «Bir okıyye altının miktarı bellidir; bîr okıyye gümüş ise kırk dirhemdir.
Bu ihtilâfların
sebebi: Râvilerin hadîsi mânâ itibariyle rivayet etmiş, olmalarıdır; ki bu
caizidr...» diyor.
Burada okıyyeden murâd
altındır. Nitekim Salim b. Ca'd'm rivayetinde bu şekilde tefsir edilmiştir.
Artık mutlak okıyye rivayeti de buna hamlolunur. «Beş okıyye» rivayeti: Beş
okıyye gümüş demektir. Zâten o zaman bu miktar gümüş bir okıyye altın ederdi.
Demek oluyor ki, akdin bir okıyye altınla yapıldığı; fakat gümüş okıyyelerle
ödendiği anlatılmıştır; hüküm birdir. Bütün söylenenlerin bir okıyye üzerine yapılmış
ziyade olması da muhtemeldir. Nitekim Câbir (Kadiyaiiahü antıj «Bana ziyâde
ettikçe etti...» demiştir. Dört dinar rivayeti de muvafıktır; çünkü o zaman bir
okıyye altının dört dinar olması ihtimali vardır. İki okıyye rivayetine
gelince: Bunlardan biri ile satış yapılmış; diğeri ziyâde olarak verilmiş
olabilir. Nitekim: «Bana bir okıyye ziyâde verd.» deniliyor. «Bir yahut iki
dirhem» rivayeti Hz. Câbir'in : «Bana bir kî-rât ziyâde etti» sözüne
muvafıktır. «Yirmi dinar» rivayeti ise o zaman kullanılan küçük küçük dinarlara
hamledilir. Bir de «dört okıyye» rivayeti varsa da bunda râvi şüphe ettiği
için.nazar-ı itibâra alınmamıştır.
Harra harbinden murâd
Medine 'nin taşlık arazîsinde hicretin altmış üçüncü yılında Şamlılar'in
yaptıkları yağma ve çarpışmadır.
1- İmam
Ahmed , Evzâî, İshâk,
Ebû Sevrve Ibnü'l-Münzir bu hadîsle istidlal ederek, istediği zaman
satıcı da binebilmek şartiyle hayvan satmanın caiz olduğunu söylemişlerdir, İbni
Ebî Leylâ ile
İmam Ahmed'in ikinci bir kavle
göre böyle bir akid caiz, fakat şart bâtıldır. İmam Mâlik bineR gidilecek mesafe yakın olmak
şartiyle bu akdi caiz görmüştür.
Hanefîler'le İmam
Şafiî'ye göre akid fâsiddir. Bu bâb-ta mesafenin hiç bir tesiri yoktur.
ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e devenin kıymetini vermek
istemiş, fakat hakikî satış kasdetmemiştir. Bir de buradaki şartın akidde dahil
olmayıp önce yapılması ihtimali vardır. Bu ise akde zarar vermez; şart akidde
dahil olursa akid o zaman fasid olur.
2- Hadîs-i
şerîf bakire ile evlenmeye teşvik etmekte ve onun faziletini bildirmektedir.
3-
nesûYûttah (Saltallahu Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Bilâl'e:
«Ona bîr olay ye allın ver, biraz da
ziyâde et!» buyurması borç ödeme ve hukuku edâ meselesinde vekâlet caiz
olacağına; borç öderken biraz ziyade vermenin müstehablığına delildir.
4- Sığın
boğazlamak değil, kesmek sünnettir. Maamafîh boğazlamak da caizdir.
5- Seferden
gelen kimsenin evvelâ mescide giderek iki rek'at namaz kılması müstehabtır.
6- Hadîs-i
şerif Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Seliem) 'in bir mu'ci-zesini haber
vermektedir ki, o da yürüyemez hâle gelmiş bulunan devenin onun dokunmasiyle
önüne geçilemeyecek derecede hızlanmasıdır.
7- Malını
satışa arzetmeyen bir kimseye satış teklif edilebilir.
8- Büyüğün
arkadaşlarının hallerini sorması ve onlara yapacakları işin yolunu göstermesi
müstehaptır.
9- Hadîs-i
şerif Hz. Câbir (Radiyallahû anh) 'in kız kardeşlerinin istifadesi için bakire
ile evlenmekten vaz geçmesinin bir fazilet olduğuna delildir. Câbir
(Radİyallahû anh) 'in bir rivayete göre yedi, diğer bir rivayete göre dokuz
kız kardeşi varmış.
10- Hayra
delâlet etmek müstehaptır.
11- Sulehanm
eserleriyle teberrük etmek
müstehaptır. Zîra Hz. RestdüHah
(Sallatlahü Aleyhi ve Seliem)'in ziyâdesini Harra harbine kadar yanından ayırmamıştır.
12- Seferden
dönen asker, kumandanın izniyle ordunun önüne geçebilir.
118- (1600) Bize Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Mâlik b. Enes'den, o da Zeyd b. Eslem'den, o da
Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû Râfi'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamdan ödünç olarak genç bir deve almış.
Sonra kendilerine sadaka malı bir takım develer gelmiş; ve Ebû Râfi'a o zatın
devesini ödemesini emir buyurmuş. Derken Ebû Râfi' dönerek : Develerin içinde
altı yaşındaki seçkinden faskasını bulamadım, demiş. Bunun üzerine:
«Ona onu ver; zîra
insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyenlerdir.» buyurmuşlar.
119- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HâHd b. Mahled, Muhammed b.
Ca'fer'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Zeyd b. Eslem'den dinledim. (Dedi ki)
: Bize Atâ' b. Yesâr, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âzadhsı Ebû
Râfi'den naklen haber verdi. Ebû Râfi':
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ödünç olarak genç bir deve aldı...» diyerek
hadîsin mislini rivayet etmiş. Şu kadar var ki:
«Zîrâ Allah'ın kullarının
en hayırlısı (borcunu) en iyi Ödeyenleridir.» şeklinde söylemiş.
120- (1601)
Bize Muhammed b. Beşşâr b. Osman El-Abdİy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Seleme b. Küheyl'den,
o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayette bulundu. Şöyle
demiş:
Bir adamın Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de alacağı vardı. Bu sebeple ona ağır lâkırdı
söyledi. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) "hı ashabı onu paylamak istediler. Bunun
üzerine Peygamber
(SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) i
«Hak sahibinin
gerçekten konuşma hakkı vardır.» diyerek onlara:
«Bu adam için bir baş
deve satın alın da kendisine verin!» buyurdu.
Ashâb : Biz ancak onun
devesinden daha a'lâsını buluyoruz; dediler.
«Öyle ise onu satın
alın da kendisine verin; zira sizin en hayırlıları rvzdan biriniz (yahut sizin
en hayırlınız) borcu hususunda en iyi olanını zd ir.» buyurdular.
121- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Alî b. Sâlih'den, o da Seleme
b. Kübeyl'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ödünç bir baş deve aldı da (yerine) ondan daha
üstün bir baş deve verdi ve:
«Sizin en
hayırlılarınız borç ödeme hususunda en İyi olanlarınizdir.» buyurdular.
122- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Seleme b. Küheyl'den, o da Ebû
Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:
Bir adam KesûlüUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem^ 'den alacaklı olduğu bir deveyi istemeğe geldi
de:
«Ona kendi devesinden
daha üstün bir baş deve verin!» buyurdu. Bir de:
«Sizin en hayırlınız,
borç ödeme hususunda en iyi olanmizdır.» buyurdular.
Aynı mânâda olan bu
hadîslerden Ebû Hüreyre (Radiyaîîahü anh) rivayetini Buhârî
«Vekâle» ve «İstikraz» bahislerinde; Nesâî «Büyû'»da; îbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif
râvilerden tah-rîc etmişlerdir.
Sinn:
Zâtü*s-sinn yâni muayyen bir yaş sahibi mânâsına gelir. Lügat kitaplarında
devenin on yaşma kadar her yaşta ayrı isim taşıdığı zikredilir. Ebû Dâvûd
bunları «Sünen»inde şöyle sıralamıştır: Huvar: Süt emen yavru deve; Fasîl:
Memeden ayrılmış deve yavrusu; İbnü mehâd: İki yaşına girmiş erkek yavru; dişisine
Bintü mehâd derler. İbnü Lebûn: Üç yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Bintü
Lebûn denilir. Hıkk: Dört yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Hikka derler.
Ceza': Beş yaşma girmiş erkek yavru, dişisine Cezea derler. Seniy: Altı yaşma
girmiş erkek deve, dişisine Seniyye denir. Rabâi: Yedi yaşına girmiş deve,
dişisine Rabâıyye derler. Sedîs yahut Sedes:
Sekiz yaşına girmiş deve; Bâzilt Dokuz yaşına'girmiş deve; Muhallef: On yaşına
girmiş deve demektir. Bu yaştan sonra devenin ayrıca adı yoksa da : «Bâ-zilu
âm; Bâzilü âmeyn»; «Muhallefü âm, Muhallefü âmeyn, Muhallefü selâseti a'vâm...»
diye isimler vererek on beş yaşına kadar çıkarlar.
Bekr: Devenin küçüğü
mânâsına gelir. İnsanın küçüğüne çocuk denildiği gibi, devenin küçüğüne de
Bekr, dişisine Bekra ve Kalûs denilmiştir.
Mehâsin:
Kaadî Iyâz'ın beyânına göre mahsenin cem'idir; iyiler demektir, fakat
ekseriyetle (ensen) in cem'i olan (ehâsin) şeklinde kullanılır. Mehâsin
aslında bedenin güzel yerleri demek olduğuna göre bu kelimenin
«zevu'l-mehâsin» yâni- güzel uzuvlara mâlik mânâsında kullanılmış olması da
ihtimâl dahilinde görülmüştür.
1- Hadîs-i
şerîf ödünç almanın ve borçlanmanın caiz olduğuna delildir. Peygamber
(Saîlallühü Aleyhi ve Sellem) borçlanmaktan
Allah'a sığınırdı. Öyle iken burada Ödünç alması ihtiyaçtan dolayıdır.
İhtiyaç anında borçlanmak bütün ulemâya göre caizdir.
2- Bedenin
sağlam ve evinde bulunan bir kimsenin başkasını tevkil etmesi umumiyetle
fukahâya göre caizdir. İbni Ebî Leylâ, İmam Mâlik, Şafiî ve Hanefîler'den
Ebû Yusuf'la Muhammed'in kavilleri budur. Ancak İmam
Mâ1ik'e göre vekilin dâvâlıya düşman olmaması lâzımdır. Bu takdirde dâvâlı
razı olmasa bile tevkil caizdiı*.
Şftfiîler 'den
«Et-Tevdîh» nâm eserin sahibine göre bu hadîs îmam Âzam'in aleyhine delildir. İmam Âzam bedenen sağlam
ve evinde olan bir kimsenin vekâlet vermesini ancak hasmının rızâsı yahut
hastalık veya üç günlük yol mazeretiyle kabul eder. Hadîs-i şerif onun kavline
muhaliftir. Çünkü FeygamherfSallaUahü Aleyhi ve Selİem) borcu olan deveyi
kendi nâmına ödemelerini ashabına emir buyurmuştur. Bu onları tevkil etmek
demektir. Halbuki kendisi başka yerde yahut hasta veya seferde değildi.
Aynî bu mütâleaya
cevap vermiş; hadîsin İmam Âzam aleyhine delil olamayacağını, zira Hz. İmam'in
böyle bir akid caiz değildir demediğini, binâenaleyh akdin ona göre de caiz
olduğunu yalnız ona göre akdin lâzım gelmediğini yâni dâvâlının dâva ve ihzar
isteme hakkının baki kaldığını söylemiştir ki, esah rivayete göre İbni Ebî Leylâ
'nın kavli de budur. Tevkil hususunda erkekle kadın arasında 'fark yoktur.
3- Hayvanı
ödünç almayı caiz görenler bu hadîsle istidlal ederler. Evzâî, Leys, Malik,
Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve îshâk'in
mezhepleri budur. Bu hususta üç mezhep vardır:
a) İmam Şafiî,
Mâlik ve cumhuru ulemâya göre bütün
hayvanları Ödünç olarak almak caizdir. Bundan yalnız câriye müstesnadır. Zira
cariyeyi cima'a hakkı olan bir kimseye ödünç vermek caiz değil, fakat cima'a
hakkı olmayan birine meselâ cariyenin yakın akrabasına ödünç vermek caizdir.
b) Müzeni,
İbni Cerîr ve Dâvûd-u Zahirî 'ye göre
hayvanlar gibi cariyenin de mutlak surette herkese ödünç verilmesi caizdir.
c) İmam
Âzam'la Küfe ulemâsına, Sevrî ve Hasen b. Sa1ih'a göre hiç bir hayvanı ödünç
vermek caiz değildir. Bu kavil İbni Mes'ûd, Hu zeyfe ve Abdurrahman b Semura
(Radivallahû anhûm) hazerâtından rivayet olunmuştur. Tahâvî (238-321) bu
hadîsin ribâ âyetiyle neshedildiğini söylemiştir. Çünkü ribâ âyeti karşılığı
olmayan her fazlalığı haram kılmıştır; bu mânâ Ödünç alınan hayvanda da
vardır. Bu gibi nesihler tarih delaletiyle olur. Burada fazlalığı yasak eden
nass, onu mubah kılan nassdan sonra gelmiştir. Hadîs-i şerifte yalnız borcunu
iyi ödeyenler medh olunmuş, fakat mutlak bırakılmış; bir sıfatla vasıflandırılmamış
tır. Hâsılı ödünç alıp vermek ölçülen, tartılan şeyler gibi misli bulunan
şeylerde olur. Misli olmayan şeylerde meselâ: Sayı hesabiyle satılan
birbirinden farklı şeylerde caiz değildir.
4- ödünç
alan kimse cins, tartı veya ölçü itibariyle aldığından daha âlâsını verebilir.
Bu bir iyilikten ibarettir. Ancak buna kail olanlarca da iki tarafın bu
ziyadeyi şart koşmamış olmaları lâzımdır. Ziyade şart koşulursa bilicmâ' ribâ
olur,
5-
Müslümanların hükümdarı fakirlerle
sair müslümanlar için Beytülmal'den ödünç bir şey alabilir;
çünkü hükümdar bütün müslü-manlann vasî ve vekili gibidir.
6- Resûllüllah(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in alacaklıya sadaka malından verilmek üzere hakkından daha
âlâsını tahsis buyurması müşkil sayılmıştır Zîra sadaka memuru sadaka malından
teberru'da bile bulunamaz. Buna birkaç vecihle cevap verilmişse de Nevevî'ye
göre en mu'te-med cevap şudur: Peygamber (SalUıllahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimiz o deveyi kendisi için ödünç almıştır. Sadaka develeri gelince
onlardan birini hak sahibinden satın almış, bu suretle kendi malı olan bu
hayvanı teberru' etmiştir. Ebû Hüreyre (Radiyailahu anh) rivayetinde :
«Onun için bîr baş
deve satın alın!» Duyurulması da bunu gösterir.
Bâzıları: «Bu deveyi
ödünç alan fakir bir adamdı. Peygamber (SalîaUahü AleyhiveSellem) ona sadaka
hayvanlarından bir deve verdi.» demiş; bir takımları da: «Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) o deveyi kendisi için değil, müslümanların başına
gelen bir felâket içindi; ancak râvi mecazen kendisini göstermiştir; çünkü emri
veren odur... şeklinde mütâlea yürütmüşlerdir.
7- Hak sahibinin
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize ağır lâkırdı söylemesi, hakkım
şiddetlice istediğine hamlolunmuştur; yoksa küfrünü îcab edecek
şekilde söğüp saymış değildir. Hak sahibinin yahudîlerden bir kâfir olması
ihtimâli üzerinde duranlar dahî olmuştur.
123- (1602) Bize
Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile tbntt Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Leys haber verdi. H.
Bana bu hadîsi Kuteybe
b. Soîd'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Efcu'z-Zübeyr'den, o da
Câbir'den naklen rivayet etli. Şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)e bir köle gelerek hicret üzerine ona bey'at etti. Efendimiz
onun köle olduğunu sezemedi. Derken sahibi onu aramağa geldi. Peygamber
(Sailalıâhü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Bu köleyi bana sat!»
buyurdu ve onu iki siyah köle mukabilinde satın aldı. Ondan sonra bir daha (Bu
köle midir?) diye sormadan kimseden köle almadı.
Neveî'nin beyanına
göre bu hadîs köle sahibinin müslüman olduğuna hamledilmiştir. Zahire
bakılırsa köle de .müslümandır. Müslüman bir köleyi kâfire satmak caiz
değildir. Mâmâfîh kölenin yahut her ikisinin de kâfir olmaları ihtimal
dahilindedir. Hicret için Peygamber (Sailalıâhü'Aleyhi ve Sellem) bey'at eden
bu kölenin kendi malı olduğunu isbat etmiş olması lâzımdır.
Hadîs-i şerîf peşin
olmak şartiyle iki köle mukabilinde bir köle satmanın caiz olduğuna delildir.
Tirmizî bu hadîsi tahrîc ettikten sonra: «Ulemâ bu hadîse göre amel
etmişlerdir; peşin olursa iki köle mukabilinde bir köle satmak caizdir;
veresiye olursa ihtilâf etmişlerdir.» demiştin
Bu hadîs Peygamber
(Sallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüksek ahlâkına ve cömertliğine de delildir. Çünkü
hicret etmek isteyen köleyi yalnız isteğini kabul ile bırakmamış; ona asıl
maksadı olan sohbet şerefini bahşetmek için kendisini satın almıştır. Hadîs-i
şerifi Buhâri'den maada bütün «Sünen* sahipleri tahrîc etmişlerdir.
124- (1603)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Muhammed b. EI-Alâ' rivayet
ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Yahya: Bize haber verdi tâbirini kullandı.
Ötekiler:) Bize Ebû Muâviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da El-Esved'den, o
da Âişe'den naklen rivayet etti, dediler. Âişe şunları söylemiş:
Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Selkm) bir yahudîden
veresiye zahire satın aldı da ona
bîr zırhını rehin olarak verdi.
125- (...)
Bize îshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Aliy b. Haşrem rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize îsâ b. Yûnus, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da EI-Esved'den, o da
Âişe'den naklen haber verdi. SoyIe demiş:
Resûlüllah (SallatlahU
Aleyhi ve Selîem) bir yahudîden zahire satın aldı da ona demirden bir zırh
rehnetti.
126- (...)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Mahzûmî
haber verdi. (Dedi M) : Bize Abdülvâhid b. Ziyâd, A'meş'den naklen rivayette
bulundu. Şöyle demiş:
İbrahim Nehaî'nin
yanında selemin lâfını ettik de şuhları söyledi: Bize Esved b. Yezîd, Âişe'den
naklen rivayette bulundu ki:
Resûlüllah (Saîlaİlahü
Aleyhi ve Sellem) bir yahudîden bir müddete kadar zahire satın almış ve
demirden bir zırhını ona rehin vermiş.
(...) vBize
bu hadisi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b.
Gıyâs, A'meş'den, o da İbrahim'den naklen rivayet etti
«Bana Efcved,
Âişe'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den bu hadisin mislini
rivayet eyledi» demiş; demirden kaydını zikret-raemiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Büyü'», «İstikraz», «Cihâd», «Şerike», «Selem» ve «Megâzî» bahislerinin on
bir yerinde; Nesâî «Büyû'»da; İbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir. Bu rivayetlerden
anlaşıldığına göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem}
Efendimiz Ebû Şahme yahut Ebû Şahm
denilen yahudî-den ailesi efradı i;in bir miktar arpa alarak ona «Zâtü'l-fudûl»
nâmın-daki harp zırhını rehin vermiştir. Aldığı arpanın miktarı hususunda rivayetler
muhteliftir. Bir rivayete göre otuz, diğerine göre yirmi, başka bir rivayetle
kırk ölçektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu arpayı,
yahudîden alış-veriş caiz olduğunu anlatmak için almış olması da bir
ihtimâldir. Arpa mukabilinde zırhını rehin etmesi verecek başka bir şey
bulamadığındandır.
Gerçi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yin ailesi ei'radı için senelik zahiresini bir yerde
biriktirirdiği sahih rivayetlerle sabit olmuştur, fakat bu borçlanma o zahire
bittikten sonra olmuştur. Ulemâdan bazıları borçlanmanın gelen misafirler
sebebiyle yapıldığını söylemişlerdir; bilâhare bunu Hz. Ebû
Bekir ödemiştir.
Resulü
ükrem'Saltallahu A fevhi ve Sellem i 'in arpayı ashabının zenginlerinden
almayıp yahudîye. müracaat buyurması, ya ondan başka kimsede bulunmadığından
yahut sahabe arpayı kendisine teberru' ederek minnet altında kalmamak içindir.
1- Veresiye
satış caizdir. Îbnü'l-Arabî bunun bir ruhsat olduğunu söylemişse de zahire
göre ruhsat değil azimettir. Kur'ân-ı Kerîm 'deki müdayene âyeti buna delildir.
2- Yahudilerle
alış-veriş caizdir.
3- Hazarda
yâni evinde olan bir kimse rehin verebilir.
Mücâhid ve ona tebean Dâvûd.u
Zahirî 'ye göre rehin ancak seferde caizdir.
4- Harb
edilen yerde yiyecek sıkıntısından dolayı silâh ve harb alâtı rehin
verilebilir. Zîra aile nafakası farzdır; fakat düşmana silâh ve harb alâtı
satılamaz.
5- Hadîs-i
şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dünya ni'-metlerinin pek
azına kanaat ettiğine delildir.
127- (1604)
Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâkıd rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır.
(Amr: Bize rivayet etti, tâbirini kullandı.) Yahya : Bize1 Süfyân b. Uyeyne,
tbni Ebî Necîh'den, o da Abdullah b. Kesîr'den, o da Ebu'l-Minhâl'den, o da
İbni Abbâs'dan naklen haber verdi, dedi. Ibnİ Abbâs şöyle demiş:
Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Setîem) Medine'ye geldiğinde Medîneli-ler meyvelerde bir ve İki
seneliğine selem yapıyorlardı. Bunun üzerine:
«Her kim hurmada selem
yapacaksa malûm ölçüde, malûm tartıda, malûm bir müddete kadar yapsın!»
buyurdular.
128- (...)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvaris, tbni Ebî
Necîh'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Kesir, Ebu'l-Minhâl'den,
o da İbni Abbâs'dan naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) geldiğinde halk selem yaparlardı. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Kim setem yapacaksa
ancak malûm bir ölçüde ve malûm tartıda yapsın!» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve İsmâîl b.
Salim hep birden İbni Uyeyne'den, o da
İbni Ebî Necîh'den bu isnâdla Abdülvaris'in hadisi gibi rivayette bulundu;
yalnız "malûm bir müddete kadar» kaydını zikretmedi.
(...) Bize
Ebû Küreyb ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b.
Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-rahmân b. Mehdi rivayet etti.
Her iki râvi
Süfyân'dan, o da İbni Ebî Necîh'den isnâdlariyle İbni Uyeyne hadisinin mislini
«malûm bir müddete kadar» kaydını zikrederek rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Selem» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Büyû'»da; Nesâî «Büyü'» ve «ŞurûUda;
îbni Mâce «Ticârât»da muhtelif
râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Selem ve selef
bâzılarına göre takdîm ve teslîm mânâsına gelen iki müteradif kelimedir. Hattâ:
«Selef Iraklılar 'in, selem ise Hicazlılar'ın lügatidir.» diyenler olmuştur.
Şerîatte selem: Zimmette vasıflı olan bir malı peşin verilen bedelle satmaktır.
Buna selem denilmesi, resi mâlin o mecliste teslim edilmesindendir. Re's-i
mâlin Önce verilmesine bakarak selef de denilmiştir; şu halde selef selemden
daha umumî mânâ ifade eder.
Slem şeriatta
bilittifak caiz olan satışlardandır. Ona yalnız Saîd b. El-Müseyyeb'in muhalif
kaldığı rivayet olunur. «Et-Telvîh» nâm eserde: «Bir taife selemi kerîh görmüşlerdir;
Ebû Ubeyde b. Abdillâh b. Mes'ûd 'un selemi kerîh gördüğü rivayet olunur.»
deniliyor.
Tartı ile satılan
şeylerde selem yapılırken kaç kilo veya okka olduğunu; ölçekle satılan
şeylerde ölçek sayısını tâyin şarttır. Çünkü ölçek ve tartılar muhteliftir.
Ancak bir yerde yalnız bir nevi' tartı ve ölçü bulunursa orada tâyîn şart
değildir. Mutlak söylense de o yerin tartı ve ölçüsü anlaşılır. Ölçekle satılan şeylerde meselâ;
Hicaz ölçeği, Irak kilesi diye tâyinin şart olduğunda ulemânın ittifakı vardır.
Bundan dolayıdır ki, İbni Hazm: «Selem yalnız ölçü ve tartı ile satılan
şeylerde caizdir.» demiştir. Ona göre hadîste zikredilmeyen şeylerde meselâ;
metre ile yahut sayı hesabiyle satılan şeylerde selem caiz değildir.
Hanfî1erce miktarı ve
sıfatı belli olan her şeyde selem caiz olur. Bunda metre, arşın gibi şeylerle
satılan mallar ve ceviz yumurta gibi aşağı yukarı aynı büyüklükte olup sayı
hesabiyle satılanlar da dahildir. Yalnız îmam Züfer'e göre sayı ile satılan malın
taneleri birbirinden farklı ise, o malda selem caiz değildir.
î'mam Şafiî selemin
yalnız tartı ile satılan şeylerde caiz olacağını söylemiştir. Şâfiîler'in
«Er-Ravda» adlı fıkıh kitabında : «Ceviz ve badem gibi şeylerin kabukları
birbirinden pek fazla farklı değilse, tartı ile satmak caiz olduğu gibi, esah
kavle göre ölçü ile dahî satılabilirler. Fıstık ve fındık gibi şeyler de
böyledir. Fakat karpuz, acur, sebze, ayva, nar, patlıcan, limon ve yumurtada
muteber olan tartıdır.» deniliyor.
İmam Ahmedin kavli de budur.
Mâ1ikî1er'in
«El-Cevâhir» nâm kitabında beyân edildiğine göre İmam Mâlik sayı ile satılan
şeylerde sayının kâfi geldiğine, tartıya lüzum olmadığına kaildir. Meğer ki,
taneleri fiyat değişimini icab ettirecek derecede birbirinden farklı ola! O
zaman yalnız sayı kail değildir. Aynı eserde.: «Yumurta, patlıcan, nar, keza
ceviz, badem gibi sayıya giren şeyleri sayı hesabiyle satmak âdet olmuştur;
kahve de öyledir. Karpuz dahî birbirinden fazla farklı olmamak şartiyle aynı
hükümdedir; Bunlara benzeyen her şeyin hükmü budur.» denilmektedir.
Madeni paralarda İmam
Âzam'la Ebû Yûsuf'a göre selem caizdir. İmam Muhammed caiz olmadığına kaildir.
İmam Mâ1ik'in ve bir rivayette İmam Ahmed'in mezhepleri de budur. Diğer
rivayete göre İmam Ahmed: «Tartı ile selem caizdir.» demiş; hattâ bir
rivayette sayı ile de caiz olacağını söylemiştir.
Madenî paralar
hakkında İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet olunmuştur.
Altın ve gümüş
paralarda selem bir kavle göre bâtıldır. Diğer bir kavle göre parası veresiye
olmak üzere satış mün'akid olur. Bundan mu-râd: Meselâ; gümüş para için bir
elbiseyi selem yapmaktır. Fakat birinci kavil daha sahihtir. İmam Şafiî ikinci
kavlin esah olduğuna kaildir.
129- (1605)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
yâni İbni Bilâl, Yahya'dan —ki İbni Said'dir— rivayet etti. Şöyle demiş: Saîd
b. El-Müseyyeb rivayet ederdi ES, Muammer şunları söylemiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem)
«Her kim ihtikâr
yaparsa âsî olmuştur.» buyurdu. Bunun üzerine Sa-îd'e: Ama sen ihtikâr
yapıyorsun? dediler. Saîd:
Bu hadisi rivayet eden
Ma'mer dahi ihtikâr yapardı; cevabım verdi.
130- (...)
Bize Saîd b. Amr EI-Eş'asî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim b. İsmail,
Muhammed b. Aclân'dan, o da Muhammed b.
Amr b. Atâ'dan, o da Said b. El-Müseyyeb'den, o da Ma'mer b. Abdillâh'dan, o
da ResûlüUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yden naklen rivayet etti ki:
«Asîden başka kimse
ihtikâr yapmaz!» buyurmuşlar.
(...)
İbrahim dedi ki: Müslim şunları söyledi: Bana arkadaşlarımızdan biri, Amr b.
Avn'dan naklen rivayette bulundu. (Demiş ki) : Bize Hâlid b. Abdillâh, Amr b.
Yahya'dan, o da Muhammed b. Amrd'an, o da Saîd b. El-Müseyyeb'den, o da Benî
Adiy İbni Kâ'b kabilesinden biri olan Ma'mer b. Ebî Ma'mer'den naklen haber
verdi. Ma'mer:
Resûlüllah (Salfallahü
Aleyhive Seltem) şöyle buyurdular; diyerek Süleyman b. Bitâl'in, Yahya'dan
rivayet ettiği hadîsin mislini zikretmiş.
Gassânî ve diğer hadîs
âlimlerinin beyânına göre bu hadîsin son rivayeti Müs1im'in tahrîc ettiği on
dört maktu' hadîsten biridir. Fakat Kaadî Iyâz: «Evvelce de söylediğimiz gibi
böyle hadîse maktu' denilmez; bu ancak meçhulün rivayeti kabîlindendir.» diyor
ki, doğrudur. Bu rivayetin zaran yoktur; çünkü İmam Müslim onu mütabeat olarak
getirmiştir. Asıl hadîsi mevsuk râvilerin rivâyet-leriyle muttasıl olarak
zikretmiştir. Buradaki meçhul râviyi Ebü Dâvûd ve" diğer hadîs imamları
ismiyle rivayet etmişlerdir.
Hâtı': Âsî,
günahkâr demektir. İhtikâr' lügatte : Toplamak ve hapsetmektir. Şerîatte ise:
Şehirden veya erzak celbettiği yerden zahire satın alarak, pahalanıncaya kadar
hapsetmesidir. İhtikârın şartı, umuma zarar veren bir şehirde yapılmasıdır.
Bâzıları ihtikâr sayılmak için pahalılık zamanında satın alıp daha ziyade
pahalanmasını beklemeyi şart koşmuşlardır.
Hanefîler'e göre umuma
zararı olan yerde insan ve hayvan .yiyeceklerinde ihtikâr yapmak mekruhtur.
Umûma zararı olmayan yerde malım satmayıp
pahalılaşmasını beklemek ihtikâr . sayılmadığı gibi, tarlasından çıkan
mahsulünü veya uzak yerden getirdiği zahiresini satmamak da ihtikâr değildir.
Şâfiîler bu hadîsle
istidlal ederek hassaten yiyecek şeylerde ihtikârın haram olduğuna kaildirler.
Yiyecek kabilinden olmayan şeylerde bilittifak ihtikâr yoktur. İhtikârın men'
edilmesindeki hikmet âmmeden zararı defetmektir. Hattâ bir kimsenin elinde
zahîre bulunsa da halk Gna muhtaç olsalar başka zahîre bulamadıkları takdirde o
kimse zahiresini satmaya mecbur edilir. Hz. Ömer (Radiyallahu anh)ın : «Mekke'de
zahîre ihtikâr etmeyin; zîra zulmü ilhâddır.» dediği rivayet olunur. Gerçi
hadîs-i şeriften Saîd b. El-Müseyyeb ile râvi Ma'mer'in ihtikâr yapardıklan
anlaşılıyorsa da İbni Abdilberr ile diğer bir takım ulemâ bunların zahîre
değil, zeytinyağı ihtikâr ettiklerini söylemişler; hadîsi ihtiyaç zamanında
yiyecek saklamaya hamletmişlerdir. Nitekim Hanefî1er'le Şâfiî1er'in mezhepleri
de budur.
131- (1606)
Bize Züfaeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Safvân- El-Emevî
rivayet etti. H.
Bana Ebu't-Tâhir ile
Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
Her iki râvi Yûmıs'dan, o da tbni Şi-hâb'dan, o da İbni'l-Müseyyeb'den naklen
rivayet etmişlerdir ki, Ebû Hü-reyre, ben Resûlüllah(SaUal!alıü Aleyhi ve
Sellem)'i:
«Yemin malın
harcanmasına, kazancının elden gitmesine sebeptir.» buyururken işittim, demiş.
132- (1607)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. (İshâk: Bize haber verdi, tâbirini kullandı.)
Ötekiler: Bize Ebû Usâine, Velid b. Kesir'den, o da Ma'faed b. Kâ'b b.
Mâlik'ten, o da Ebû Katâdete'l-Ensârî'-den naklen rivayet etti ki, Ebû Katâde
Resûlüllah (SalialiahÜ Aleyhi ve Sellem)'iı
«Alış-verişte çok çok
yemfn etmekten sakinini Zira yemîn (matı) har-çattırır; sonra yok eder.»
buyururken işitmiş, dediler.
Ebû Hüreyre
(Radiyallahu ank) rivayetini Buhar i, Ebû Dâvûd ve Nesâî «Bûyû'» bahsinde
tahrîc etmişlerdir. Ebû Katâde rivayeti
de aynı mânâdadır.
Bu rivâyetlerdeki
yeminden naurâd: Yalan yere yemîn etmektir. Menfeka: Harcamaya sebep, Memhaka: Bereketine gidermeye sebep
mânâlannadır. Bu kelimeler birer ismi mekân olup mübalega için kullanılmışlardır.
Asılları masdar-ı mîmîdir. Aynı kelimeler: Münfika ve Mümhika şekillerinde ismi
fail olarak da rivayet edilmişlerdir.
Hadîs-i şeriV her iki
rivâyetiyle ahş-verişte çok yemin etmenin memnu' olduğuna delildir. Çünkü
lüzumsuz yere yemîn etmek mekruhtur. Burada ona bir de malın revâc bulması
inzimam etmektedir. Bir de müşteri çok defa yemine aldanır.
Hâsılı yeminle mal
satmak satıcının zannma göre malın harcanmasına sebep olursa da hakîkatta
bereketinin elden gitmesine sebep olur. Bu hem dünyevî, hem uhrevî tasavvur
edilebilir. Dünyada malı telef clabilir; yahut faydasız yere harcanır. Âhirette
ise sevabı kalmaz.
133- (1608)
Bize Ahmed b.-Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayette bulundu. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü Hayseme, Ebu'z-Zübeyr'dcn, o da Câbir'den
naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş:
Resûlüllah (Saliallchü
Aleyhi ve Sellem) :
«Bir kimsenin bîr
yurdda veya hurmalıkta ortağı varsa o kimse ortağına bildirmedikçe satış yapamaz.
(Ortağı) isterse alır; istemezse terk eder.»
buyurdular.
134- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve İshâk b.
İbrahim rivayet ettiler. Lâfız İbni Nümeyr'indir. İshâk bize haber verdi
tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Abdullah b. İd-rîs rivayet etti, dediler.
(Demiş ki) : Bize İbni Cüreyc, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
rivayette bulundu. Câbir şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) taksim edilmemiş bulunan her ortaklıkta yurd olsun, bahçe olsun
şuf'a hakkını hüküm buyurdu. Şerikine haber vermeden (ortağın) satış yapması
kendisine helâl olmaz. (Şeriki) isterse alır; dilerse terkeder. Şayet satar da
şerikine haber vermezse şeriki o mala -en lâyık kimsedir.
135- (...)
Bana Ebu't-Tâhir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze İbni Vehb İbni Cüreyc'den
naklen haber verdi. Ona da Ebu'z-Zübeyr haber yermiş ki, kendisi Câbir b.
Abdillah'ı şunları söylerken işitmiş:
Resûlüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem):
«Şuf'a hakkı yere,
yurda veya bahçeye ait her ortalıkta vardır. (Ortağın) şerikine arzedip o da
ya alıp yahut terk etmedikçe satışı muteber değildir. Bunu yapmazsa kendisine
haber verinceye kadar şeriki o mala en lâyık kimsedir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Büyü'», «Şerike», «ŞuFa» ve «Terkü'l-Hıyel» bahislerinde; Ebû Dâvûd *Büyû'»da;
Tirraizi ile İbni Mâce «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Şuf'a:
Katmak, çift yapmak mânâsına gelen «şefea» fiilinden alınma bir isimdir.
Fukahâya göre şuf'a: Bir kimsenin milkine bitişik bir akar satılırken
kararlaştırılan kıymetini Ödemek şartiyle onu müşteriden cebren almastdır. Buna
şuf'a denilmesi, bir hisseyi diğerine kattığı içindir.
Rab': Yurd,
mesken ve yer mânâlarına gelir. Asıl itibariyle bu kelime bahar mevsiminde
oturulan yerdir. Rab'a: Rab'ın müennesidir. Bâzıları müfredi olduğunu
söylemişlerdir. Onlara göre rab' ismi cinstir.
Taksim edilmemiş bir
akarda ortak olan kimsenin o akarda şuf a hakkı olduğunda bütün ulemâ
müttefiktir. Hadîs-i şerîfde geçen «taksim edilmemiş her ortaklıkta...»
ibaresinden murâd akardır.
Şuf'a kıyâsa muhalif
olarak hadîslerle sabit olmuştur. Bundaki hikmet ortağın zararını önlemektir.
Şufanın akara mahsus olması en ziyâde zarar ondan geleceği içindir.
1- Şuf'a
hakkının yalnız akarda sabit olduğunu söyleyenler bu hadîsle istidlal
'etmişlerdir.
2- Evzâî,
Leys b.
Sa'd, İmam Mâlik,
İmam Şafiî, İmam Ahmed,
îshâk ve Ebû
Sevr şuf'a hakkının yalnız
hissesi ayrılmamış ortağa mahsus olduğunu, komşuluk sebebiyle bu hakkın vâcib
olmadığını söylemişlerdir.
3-
Sevrî, Hasen b.
Hayy, îshâk, bir rivayette İmam Ahmed,
Ebû Ubeyd ve
Zâhiriyye ulemâsına göre İki
ortaktan biri hissesini diğerine arzeder; o da satın almazsa juf 'a hakkı
kalmaz. Bu kavil Hakem b.
Uteybe- 'den de rivayet olunmuştur.
İmam Âzam, Mâlik ve
Şâfiîler bununla o hakkın sakıt olmadığına kaildirler. Onlara göre ortak şahıs
satıştan sonra da o malı alabilir. Çünkü şeriki arzettiği azman şuf'a hakkı
henüz vâcib olmamıştır. O ancak satıştan sonra vâcib olur. Şu halde henüz
vâcib olmayan bir şeyi terk etmenin mânâsı yoktur; o şeyde hakkı vâcib olunca
artık sükût etmez.
4-
İbrahim Nehaî, Kaadî
Şureyh, Sevrî, Amr b.
Hureys, Hasen b.
Hayy, Katâde, Hasan-ı Basrt, Hammâd
b. Ebî Süleyman,
İmam Âzam, Ebû Yûsuf
ve İmam Muhammed:" «Tarla, mesken ve bahçede şuf'a hakkı evvelâ
hissesi ayrılmayan ortağa, sonra hissesi ayrılıp da yol veya su hakkı kalan ortağa, daha sonra bitişik komşuya sabit olur.»
demişlerdir. Bitişik komşudan maksad : Evler arka arkaya olup kapısı başka yola
açılan kimsedir. Ata 'nm: «Şuf'a hakkı
her şeyde hatta elbisede bile vardır.» dediği rivayet olunur. Bu söz bâzı
Şâfiîler'le İmam Mâlik 'ten de rivayet olunmuşsa da Kaadî Ebû Muhammed bunu kabul etmemiştir.
İmam Mâlik ile îmam
Ahmed'in gemilerde şuf'a hakkına kail oldukları rivayet edilmiştir.
5-
Hanefîler'e göre şuf a hakkı yalnız bitişik komşuya mahsustur. Hasen
b. Hayy, ortaktan sonra mutlak surette komşusunun
şuf'a hakkına mâlik olduğunu söylemiştir. Bir takım ulemâ şuf'a hakkını
kazanacak komşuluğun hududunu satılık evin
etrafından kırk hâne, diğer
bâzıları her tarafından kırkar hâne olarak sınırlandırmışlar-, dır. Sabah
namazını bir mescidde kılanlar komşudur, diyenler olduğu gibi, bütün Medine
halkını birbirlerine komşu sayanlar da vardır.
6- Hadîsteki
«şerik» tâbiri âmm olup müslümana da kâfire de şâmildir. Binâenaleyh îmam
Âzam, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve cumhura göre zimmîye de
şuf'a hakkı sabittir. Şa'bî , Hasen
ve İmam Ahmed
müslüman aleyhine zimmîye şuf'a hakkı tamnamayacağma kail olmuşlardır.
7- Şehirliye
olduğu gibi köylüye ve çölde yaşayana da şuf'a hakkı sabittir. Ebû Hanîfe
ile Sevrî,
İshâk, Şafiî, îmam Ahmed
ve cumhurun kavilleri budur. Şa'bî : «Şehirde yaşamayanlara şuf'a hakkı
yoktur.» demiştir.
Ortağının hissesini
başkasına satmasına razı olduktan sonra şuf'a hakkım kullanarak o hisseyi almak
isteyen şerikin hakkı bakidir. Hanefî1er'ce, Şafiî ve Mâlikîler'in mezhepleri
bu olduğu gibi İbni Ebî Leylâ, Osman-ı Betti ve diğer birçok ulema da buna
kaildirler.
Hakem, Sevrî, Ebû
Ubeyd ve hadîs ulemâsından bir taifeye göre şerikin hakkı sakıt olur. îmam
Ahmed 'den iki kavil rivayet olunmuştur.
136- (1609) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, thni Şihâb'dan dinlediğim,
onun da A'rec'den, onun da Ebû Hüreyre'-den naklettiği şu hadîsi okudum:
Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve
Sellem)
«Hİç biriniz komşusunu
duvarına mertek çakmaktan menetmesin.» buyurmuşlar. Bundan sonra Ebû Hüreyre
şunları söylemiş:
«Aceb neden sizleri
buna yanaşmaz görüyorum? Vallahi bunu sizin omuzlarınız arasına atacağım!*
(...) Bize
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet eyledi.
H.
Bana Ebu't-Tâhir ile
Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi B uhâri
«Mezâlim» bahsinde; Ebû Dâvûd «Kazâ-da; Tirmizî «Ahkâm»da muhtelif râvilerden
tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin başka rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Hz. Ebû Hüreyre bu hadîsi Medîne valisi bulunduğu sırada
nakletmiş. As-hab başlarını önlerine eğmişler. Bunun üzerine : «Vallahi bunu
sizin omuzlarınız arasına atacağım!» Bir rivayette: «Hoşunuza gitmese de
gözlerinizin önüne sereceğim!» demiş.
Hattabî diyor ki: «Bu
sözün mânâsı: Eğer siz bu hükmü kabul ve birrizâ onunla amel etmezseniz ben o
merteği zorla sizin boynunuza yükleyeceğim, demektir. Ebû Hüreyre bununla
mubâlega kasdet-miştir.»
Nevevî'ye göre bu
sözün mânâsı: «Bu hükmü sizin aranızda açıkça söyleyip; omuzlarınızın arasına
ağır bir şeyle vurur gibi onunla sizin canımu sıkacağım!» demektir.
Ulemâ bu hadîsin
mânâsı üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre mânâsı, komşuya iyilik etmeye
teşviktir; vücup ifade etmez. İmam Âzam ile îmam Mâ1ik'in kavilleri budur.
MâlikîLer Men îbni Abdilhakem'in rivayetine göre İmam Mâlik: «Bir kimseye
komşusunun duvarına mertek çakması için hükmedilemez. Biz bunu Resûlüllah.
(Sallallahü A leyhi ve Setlem) 'in komşuyu tavsiyesi olarak kabul ediyoruz.»
demiştir.
Bir takımları komşuya
zarar vermemek şartiyle duvarına mertek çakmanın vâcib olduğunu söylemişlerdir.
İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel, Dâvûd-u Zahirî, Ebû Sevr ve hadîs ulemâsından
bir cemaatin mezhepleri de budur. Bu kavil Hz. Ömerı' Rcutiyallahii anh) 'dan
rivayet olunmuştur. İmam Şafiî'-nin yeni mezhebinde bu mesele hakkında iki
kavli vardır. Bunların meşhur olanına göre mal sahibinin izni şarttır. Fakat
razı olmazsa mecbur edilmez.
137- (1610)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Aliy b. Hucr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İsmail yâni İbni Ca'fer, Alâ* b. Abdirrahmân'dan, o da
Abbâs b. Sehl b. Sa'd Es-Sâid'den, o da Saîd b. Zeyd İbni Amr b. Nüfeyl'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Salİallahü A leyhi ve Sellem)
«Her kim zulüm yolu
ile bir karış yer alırsa, Allah onu kıyamet gününde yedi kat yer (in dibin)
den itibaren boynuna dolar.» buyurmuşlar
138- (...)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Ömer b. Muhammed rivayet etti. Ona da babası, Saîd b.
Zeyd b, Amr b. Nüfeyl'den naklen rivayette bulunmuş ki, Ervâ evinin bir kısmı
hakkında kendisinden dâ-vâcı olmuş da (Saîd) : Evi ona bırakın! Zîra ben
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem/l :
«Her kim hakkı
olmaksızın bir karış yer alırsa kıyamet gününde yedi kat yer (in dibin) den
boynuna dolanacak!» buyururken işittim. A İla hım! Eğer bu kadın yalancı ise
gözünü kör et! Kabrini de evinde yap! demiş.
Râvi diyor ki: Sonra
ben bu kadını kör olmuş; duvarları yoklarken gördüm. Bana Saîd b. Zeyd'in (bed)
duası isabet etti; diyordu. Bir defa bu kadın evde dolaşırken bir kuyunun
üzerine uğrayarak içine düşmüş; o da onun kabri olmuş.
139- (...)
Bize Ebu'r-Rabî' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Zeyd, Hişâm
b. Urve'den, o*da babasından naklen rivayette bulundu ki, Ervâ binti Üveys,
Saîd b. Zeyd'in kendi yerinden bir parça aldığım iddia etmiş ve onu Mervân b.
Hakem'e da'vaya vermiş. Bunun Üzerine Saîd; Ben Resûlüllah (Sailatiahü Aleyhi
ve SeHernl'den işittiğim şeyden sonra hiç onun yerinden bir şey alır mıyım?
demiş. Mervân: Re-sûlüllan (SallaUahü Aleyhi ve SeUem/âen ne işittin? deyince :
Ben Resûlüllah (Sa'dallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Her kim zulüm yolu
ile bir karı? yer alırsa, yedi kat yer (in dibin) tt kadar boynuna dolanır.»
buyururken işittim; cevabını vermiş. Bunun üzerine Mervân kendisine: Bundan
sonra senden bir hangi beyyine istemiyorum; demiş. Saîd de: Allahım, eğer bu
kadın yalancı ise gözünü kör et; ve kendisini kendi yerinde öldür! diye bed duâ
etmiş.
Râvi diyor ki: Bu
kadın kör olmadan ölmedi. Sonra bir defa kendi yerinde dolaşırken birden bir
çukura düşerek öldü.
140- (...)
Bize Ebû Bekir b. £bî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyyâ
b. Ebî Zaide, Hİşâm'dan, o da babasından, o da Saîd b. Zeyd'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Ben Peygamber (Sailatlahü Aleyhi ve Seltem)'i:
«Her kim zulüm yolu
ile bir kan; yer alırsa, o yer kıyamet gününde yedi kat yer (in dibin) den
(başlayarak) o kimsenin boynuna dolanacaktır.» buyururken işittim.
141- (1611)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü A ieyhi ve Sellem):
«Eğer-bir kimse hakkı
olmaksızın bir karış yer alırsa, Allah kıyamet gönünde onu yedi kat yer (in
dibin] e kadar boynuna dolar.» buyurdu.
142- (1612)
Bize Ahmed b. İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssamed yâni
İbni Abdilvâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb yâni İbni Şeddâd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Yahya —ki İbni Ke-sîr'dİr—, Muhammed b. İbrahim'den
naklen rivayet etti; ona da Ebû Seleme rivayet etmiş. Ebû Seleme ile kabilesi
arasında bir yer hakkında husumet varmış. Kendisi Âişe'nin yanına girerek bunu
ona anlatmış. Âişe *
Yâ Ebâ Seleme, sen bu
yerden sakın! Zîra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Bir kimse bir kanş
kadar yer için zulmetse, o yer yedi kat yer (İn dtbin) den itibaren boynuna
dolanır.» buyurdular.» demiş.
(...) Bana
İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ebân haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yahya rivayet etti, ona da
Mu ha mm e d b. İbrahim, ona da Ebû Seleme, Âişe'nin yanına girdiğini rivayet
etmiş. Râvi yukarıki hadîsin mislini zikretmiştir.
Bu rivayetlerden Saîd
b. Zeyd ve Ebû Seleme hadîslerini Buhâri «Mezâlim» bahsinde; ayrıca Ebû Seleme
hadîsini «Bed'ül-halk»da tahrîc etmiştir.
Hu. Saîd (RadiyaUahü
anh) hadîsinin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Ervâ binti Üveys
namında bir kadın, yerimi gasbetti iddiasiyle Hz. Saîd'i Mervân'a şikâyet
etmiş. Saîd (RadiyaUahü anh} cennetle müjdelenen on bahtiyardan biridir. Eski
müs-lümanlardan duası müstecâb bir zâttı.
Mervân bu şikâyet üzerine Hz. Saîd'e bir hey'et göndererek tahkikatta
bulunmak İstemişse de Hz. Saîd (RadiyaUahü anh) iddia edilen yeri derhal kadına
bırakarak dâvayı kapatmış; kadına da bed duâ etmiş. Neticede kadın tamamiyle
onun bed duasına uğramış.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîs, yerlerin de gökler gibi yedi kat olduğunun açık delilidir. Nevevi
bunu beyândan sonra şunları söylüyor: «Fakat bu mumâseleti hey'et ve şekille
te'vîl, zahire uygun değildir. Hadîsteki yedi kat yerden murâd yedi iklimdir,
diyenlerin sözü de böyledir; zîra yerler yedi tabakadır. Bu te'vîl bâtıldır.
Ulemâ onu çöylt: iptal etmişlerdir: Eğer yedi kat yerden murâd yedi iklim
olsaydı o zaman zâlimin boynuna kendi ikliminden geri kalan iklimlerden bir
karışının dolanmaması îcâbederdi; halbuki yerin tabakaları böyle değildir;
çünkü bu tabakalar mülkiyet hususunda o bir karış yere tabidirler; bir karış
yere sahip olan bir kimse o yerin altındaki tabakalara da mâlik olur.
Boynuna dolanma
meselesine gelince : Bu hususta dahi bir takım ihtimaller üzerinde durulmuştur.
Ezcümle bazılarına göre bunun mânâsı, o bir karış yerin yedi kattan misli
alınarak zâlime yüklenmek ve taşıması emrolunmak ihtimaldir. Bir takım ulemâ
bu yer onun boynuna halka gibi takılır; zâlimin boynu uzatılır, demiş; bazıları
bu işin günahının boynuna dolanacağım söylemişlerdir.
Taberî (224-310)'nin
«Et-Tehzîb» nâm eserinde Ya'1a b. Mürra'dan rivayet olunan bir hadîste:
«Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'in herhangi bir kimse zulmen bir karış
yer alırsa Allah ona o yeri yedi kat yerin dibine kadar kazdırır; sonra kıyamet
gününde bütün insanların hesabını görünceye kadar bunu onun" boynuna
dolar.» buyurarak gasbedilen yerin nasıl boyuna dolanacağı beyan olunmuştur.
1- Zulüm ve
gasb şiddetle haramdır.
2- Bir yere
sahip olan kimse o yerin altına da tâ nihayetine kadar mâlik olur. Başkalarının o yerin altına kuyu ve kanal
gibi şeyler kazmasına mâni* olabilir. Bu hususta zarar görmesi veya görmemesi
bahis mevzuu değildir; zira yerin altı üstüne tâbi'dir. Kurtubî 'nin beyanına göre bir kimse
arazîsin kazarak altında mâden veya benzeri bir çey bulsa ulemâdan bâzıları
buna da mâlik sayılacağına kail olmuş, bir takımları ise bulunan şeyin umum
müslümanlarm malı olacağını söylemişlerdir. Yerin üstü de o yere tâbidir.
Binâenaleyh kimseye zarar ver-meml-k şartiyle yerin üstüne sahibi istediği
kadar kat çıkabilir.
3- Yer
gasbedilebilir. îmam Mâlik,
îmam Şafiî ve îmam
Ahmed b. Hanbel
ile Hanefîler 'den 1mam Muhammed
ve îmam Züfer'in kavilleri
budur. Hattâ bir zamanlar îmam Ebû
Yûsuf da buna kaildi. Sonradan îmam Âzam 'la beraber olarak: «Gasb ancak
nakli mümkün olan şeylerde tahakkuk eder; çünkü zilyedlik ancak nakille giderilebilir;
akarda nakil yoktur.» demişlerdir.
Hanefiyye 'den bâzılarının beyanına göre İmam
Âzam'la îmam Ebû
Yûsuf dahî e karda gasbın tahakkuk edebileceğine kaildirler. Ancak ödemeyi îcâb edecek şekilde değildir.
4- Hz. Saîd b. Zeyd rivayeti, onun menkıbesine, duasının
kabulüne ve zâlime bed duâ edilebileceğine delildir.
143- (1613) Bana
Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülazîz
b. Muhtar rivayet etü. (Dedi ki) : Bize Hâlid El-Hazzâ', Yûsuf b. Abdillâhdan,
o da bahasından, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayette bulundu ki, Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Setîem):
«Yol hakkında ihtilâfa
düşerseniz, yolun genişliği yedi arşın yapılır.»
buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Mezâlim» bahsinde tahrîc etmiştir.
Zira': Arşın
demektir; hem nıüzekker hem müennes bir kelimedir. Bazı rivayetlerde müzekker,
bazılarında müennes olarak zikredilmesi bundandır. Burada zirâ'dan murâd: Her
beldede âdet olan arşın ve metre gibi şeylerdir.
Açılacak- yol hakkında
Nevevî şunları söylüyor: «Bîr kimse mülkü olan yerin bir kısmını gelip
geçenlere yol ayırsa, bu yolun miktarı o kimsenin ihtiyarına bırakılır. Efdal
olan yolu geniş bırakmaktır. Ama hadîsten murâd bu değildir. Şayet yol, bir
cemaatin arazîsi arasında bulunur da onu yenilemek isterler ve şu kadar olsun
diye bir miktar üzerinde anlaşırlarsa, bu anlaşma mu'teber olur; yolun ne kadar
olacağında ihtilâf ederlerse o zaman yol yedi arşın bırakılır. îşte hadîsten
murâd budur. Ama yedi arşından daha geniş olarak yapılmış bir yol bulursak,
bu yolun az da olsa hiç bir yerini benimsemeye kalkışmak hiç bir kimseye caiz
değildir. Yalnız etrafındaki hâli yerleri işlemek caizdir. Yoldan geçenlere
zarar vermemek şartiyle bu yeri ihya suretiyle mülk edinebilir...»
Tahâvî bu hadîsin yeni
açılacak yollar hakkında olduğunu söylemiş; El-Mühelleb ( -83) : «Bu hüküm
evlerin arasındaki yollır hakkındadır. Ev sahipleri aralarında yol açmak
isterlerse yedi arşın genişliğinde yapmaları îcâbeder, tâ ki gelip geçenlere
ve yük getirip götürenlere zarar vermesin.» demiştir.
Taberî bu hükmün
ulemâya göre vücûp iiade ettiğini bildiriyor.
Bâzıları bu hadîsin
ana caddeler hakkında olduğunu, mahalleler, arasında yeni açılacak yolların
anlaşmaya bağlı olup yedi arşından daha az da olabileceğini söylemişlerdir.
[1] islâm devletî teb'asi müslimdir.
[2] Bâzı nüshalarda bunun yerine (Ebu Bekr) denümişse de
doğrusu Ebû Küreyb'idr.
[3] Bu rivayet de Müslim'deki muallâk
mâdİslerden İbridir.
[4] Ebû
Seleme'nin ismi Mansur
b. Seleme'dir Kavilerden
biri Künyesini, diğer: İdmini sâ yi emiştir.
[5] Şafiî fıkhına dâirdir
[6] Hadîs ulemasının beyanına göre bu hadîsi yalnız başına
Ebû Mes*att UkbenVbnfi Amr et-Ensârî rivayet etmsitir. Ukbetâ'bnü Âmir'in bu
bâbda rivayeti yoktur. îsnadda ri-vilerden Ebû Hâlİd-i Ahmet'in vehmettiğini
Beykarî .söylemiştir
[7] İmam Mufaammed'İn eseri
[8] Yemenli bir kabiledir.
[9] Takriben on sekiz litrelik ölçek.
[10] Sure-i Mâide, âyet: 90
[11] Sure-i
Bakare, âyet: 275
[12] Fussilei âyet:
39
[13] Nevevî'nin beyanına göre: Taş ve cevher gibi şeylerle
karışık altın mânasına olsa gerektir. Çünkü okıyye kırk dirhem ağırlığı
olduğuna göre bu mikdar hâlsi :.liin, iki veya üç dinarla satın alınmaz
[14] Hafif kaynatılmış hurma ve üzüm şırası