29- HUDÜD BAHSİ. 2

1- Hadd-i Serikat ve Nisabı Babı. 2

2- Şerefli ve Şerefsiz Hırsızın Elinin Kesilmesi ve Hudüd Hakkında Şefaatte Bulunmaktan Nahi Babı. 5

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 6

3- Zina Edenin Haddi Babı. 6

4- Zina Hakkında Evli Kimsenin Recmi Babı. 7

5- Kendi Aleyhine Zinayı İ'tiraf Eden Kimse Babı. 8

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 9

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 12

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 14

6- Zimi Olan Yahudilerin Zina Sebebi İle Recmedilmesi Babı. 14

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler. 16

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 17

7- Nifaslıdan Haddin Te'hiri Babı. 18

8- Şarabın Haddi Babı. 19

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 19

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 21

9-  Ta'zir Kırbaçlarının Mikdarı Babı. 21

10- Hududun Sahiplerine Keffaret Oluşu Babı. 22

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 23

11- Hayvanın, Ma'den ve Kuyunun Yaralamasının Heder Olması Babı. 23


29- HUDÜD BAHSİ

 

Hudûd: Haddin ccm'idir. Hadd: Menetmek demektir. Kapıcıya had-dâd denilmesi, içeriye girmekten menettiği içindir.

Şerîatte hadd: Allah Teâiâ için takdir edilen cezadır. Bu cezalar, hadd-i zina, hadd-i şiirb, hadd-i kaziV gibi nevi'lere ayrılırlar.

 

1- Hadd-i Serikat ve Nisabı Babı

 

1- (1684) Bize Yahya b. Yahya ile tshfik b. İbrahim ve lbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır, lbni Ebî Ömer: Bize rivayet etti ta'bîrini kullandı. Ötekiler: Bize Siifyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Aınra'dan, o da AişeMen naklen haber verdi, dediler. Aişe şöyle demiş:

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) çeyrek altında ve fazlasında hır-ıızın elini keserdi

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdûrrazzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer ha­ber verdi. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye1zîd b. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Kesir ile İbrahim b. Sa'd haber verdi. Bunların hepsi Zührrden bu hadîsin mislini bu isnâdda rivayet etmişlerdir.

 

2- (...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Velîd b. Şucâ' dahî rivayet etti. Lâfız Velîd ile Haçmele'-nindir. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yû­nus, İbni Şihâb'dan, o da Urve ile Amra'dan, onlar da Âişe'den, o da Resûlüllah (SatlaUaJıii Aleyhi ve SellemJ'den naklen haber verdi.

«Hırsızın eli ancak çeyrek altında veya daha fazlada kesilir.» buyur­muşlar.

 

3- (...) Bana Ebû't-Tâhir ile Hârûn b. Saîd El-Eylî ve Ahmed b. Isa rivayet ettiler. Lâfız Harun ile Ahmcd'indir. Ebû't-Tâhir: Bize haber verdi ta'bîrini kullandı. Ötekiler: Bize İbni Vehb rivayet etti dediler. (Demiş ki) : Bana Mahra m e, babasından, o da Süleyman b. Yesâr'dan, o da Amra'dan, o da Âişe'yi rivayet ederken dinlemiş olmak üzere ha­ber verdi, ki Âişe Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyurur­ken dinlemiş:

«El ancak çeyrek altında ve onun yukarısında kesilir.»

 

4- (...) Bana Bişr b. Hakem El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz b. Muhammed, Yezid b. Abdillâh b. Hâd'dan, o da Ebû Bekir b. Muhammed'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seltem) 'i:

«Hırsızın eli ancak çeyrek altında ve daha fazlada kesilir.» buyurur­ken işitmiş.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. El-Müsennâ ve İshâk b. Mansûr toptan Ebû Âmir El-Akadî'den rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Misver b. Mahreme oğullarından Abdullah b. Ca'fer, Yezîd b. Abdillâh b. Hâd'dan bu isnâdla bu hadîsin mislim rivayet etti.

Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbni Mâce «Hudûd» bahsinde; Nesâî «Katı'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

îslâmda hırsızın cezası elinin kesilmesidir. Bunu Teâlâ Hazretleri

(Erkek ve kadın hırsızın etlerini kesiverin!) [1] âyet-i kerîmesi ile emir buyurmuştur. Kaadi Iyâz diyor ki: «Allah Teâlâ malları, hırsı­zın elini kesmeyi vâcib kılmak suretiyle korumuştur. Gasıb, ihtilas ve yağma gibi hırsızlık sayılmayan şeylerde el kesmeyi emr etmemiş tir; çün­kü hırsızlığa nazaran bunlar az vuku' bulur. Bir de bu gibi şeyleri hü­kümete müracaat ederek geri almak ve beyyine ile isbât etmek kolay­dır. Hırsızlık böyle değildir; ona beyyine getirmek nadiren mümkün olur. Bu sebeple hırsızlığa büyük ehemmiyet verilmiş; onu en mükemmel şe­kilde menetmek için cezası şîddetlendirilmiştir...»

Âyet-i kerîme ne mikdâr malda el kesileceği hususunda mücmeldir, tşte bu hadîs ve emsali bu ciheti beyan etmektedirler.

 

5- (1685) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüraeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bize Humeyd b. Abdirrahmân El-Ruâsî, Hişâm b. Urve'den, o da bahasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi veSellem) zamanında hırsızın eli çelik ve­ya deriden mamul bir kalkan kıymetinden —ki İkisi de kıymet sahibi­dir— daha azda kesilmemiştir.

 

(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman ile Humeyd b. Abdirrahmân haber verdiler. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahîm b. Süleyman rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme riva­yet etti. Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla tbni Nümeyr'in, Hu­meyd b. Abdirrahmân Er-Ruasî'den naklettiği hadis gibi rivayette bulun­muşlardır. Abdurrahîm ile Ebû Üsâme'nin hadîslerinde: *O gün o kıy­met sahibi idi.» cümlesi de vardır.

 

6- (1686) Bize Yahya b. Yahya -rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfî'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu ha­dîsi okudum:

Kesûiüllâh(SalIallahü Aleyhi ve Sellem) bir hırsızın elini, kıymeti üç dir­hem olan bir kalkandan dolayı kesmiştir.

 

(...) Bize Kuteybe b. Saîd île İbni Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.

Bize Züheyr b. Harb ile Îbni'l-Müsennâ dahî rivayet ettiler. (Dedi­ler ki) : Bize Yahya —ki El-Kattân'dır— rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Aliy b. Müshir rivayet etti. Bunların hepsi Ubeydullah'dan rivayet etmişler­dir. H.

Bana Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail (yâni İbni Uleyye) rivayet etti. H.

Bize Ebû'r-Rabî' ile Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdür-razzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Eyyûb-i Sahtiyanı ile Eyyûb b. Mûsâ ve İsmail b. Ümeyye'den naklen haber verdi. H.

Bana Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Nuaym haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Eyyûb ile İsmâîl b. Ümeyye'den ve Ubeydullah ile Mûsâ b. Ukbe'den rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-razzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İsmâîl b. Ümeyye haber verdi. H.

Bana Ebû't-Tâhir de rivayet etli. (Dedi ki) : Bize İhni Vehb, Han-zale b. EM Süfyân El-Cümahî ile Ubeydullah b. Ömer, Mâlik b. Enes ve Üsâme b. Zeyd El-Leysî'den naklen haber verdi.

Bu râvİIerin hepsi Nâfi'den, o- da İbni Ömer'den, o da Peygamber (SaüaUahti Aleyhi ve Sellemfâçn naklen Yahya'nın, Mâlîk'den naklettiği ha­dîs gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki, bazısı (sadece) «kıy­meti» demiş; bazıları: «kıymeti üç dirhem olan» demişlerdir.

 

7- (1687) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybc ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. (Dediler ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre göyle demiş : Re-sûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah hırsıza lanet eylesin! Bir yumurtayı çalar da eli kesilir; ipi çalar da eli kesilir!» buyurdular..

 

(...) Bize Amrû'n-Nâkıd ile tshâk b. İbrahim ve Aliy b. Haşrem hep birden îsâ b. Yûnuş'dan, o da A'meş'den naklen bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet ettiler. Yalnız o: «Bir ip çalsa... ve bir yumurta çalsa...» diyormuş.

Bu rivayetleri Buhâri «Hudûd» bahsinde; son rivayeti Nesâî «Katı'»da, İbni Mâce «Hudûd»da tahrîc etmişlerdir.

Rivayetlerin hepsi çalınan malın nisabını yâni hırsız ne mikdâr mal çalarsa eli kesileceğini bildirmektedir. Eu hususta Nevevî şunları söylemiştir :

«Ulemâ hırsızın eli kesilmesi lâzım geldiğine ittifak etmiş; nisâb ve mikdârımn şart olup olmaması hususunda ise ihtilâfa düşmüşlerdir. Zahirîler nisabın şart olmadığına, çalman malın azında, çoğunda el kesmek lâzım geldiğine kail olmuşlardır. Bizim ulemâmızdan îbni Binti'ş.Şâfiî de buna kaildir. Kaadî Iyâz bu kavli Hasan-i Basrî-ile Haricîler 'den ve Zahirîler 'den rivayet etmiştir. Bunlar Teâlâ Hazretlerinin :

(Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesiverini) âyet-i kertmesinin umumu ile istidlal etmiş; ayeti tahsise lüzum görmemişlerdir.

Cumhuru ulemâ: Ei ancak nisâb bulunursa kesilir; demişlerdir. De­lilleri buradaki Sanih hadislerdir. Sonra nisaoın mikdârında İhtilâf et­mişlerdir, imam Şafiî: Nisâb, çeyrek altın dinar veya onun kıy­metidir; velev ki kıymeti Uç dirhem (gümüş) yahut daha az veya çok olsun! Bu mikalardan daha azda el kesilmez; demiştir. Ulemâdan birçoK-ları yahut ekserisi buna kail olmuşlardır. Hz. Âişe ile Ömer b. Abdi1âziz'in, Evzâi, Ley s, Ebû Sevr, lshâk ve başkalarının kavilleri de budur. Dâvûd-u Zahirî 'den dahî ri­vayet olunmuştur.

İmam Mâlik, Ahmed ve bir rivayette İshâk çeyrek altında veya üç dirhemde yahut bunlardan birinin kıymetinde el kesile­ceğine, bundan aşağı olursa kesiirnıyeceğine kail olmuşlardır.

Süleyman b. Yesâr, Ibni Şubrurr;, İbni Ebî Leylâ ve bir rivayette Hasan.ı Hasrî elin ancak beş dirhemde kesileceğini söylemişlerdir. Bu kavil Ömer b. Hattâb'dan rivayet olunmuştur.

Ebû Han îf e ile ashabına göre el ancak on dirhem veya o kıy­metteki mal için kesilir.

Kaadî Iyâz bazı sahabeden buradaki nisâbm dört dirhem ol­duğunu rivayet etmiştir. Osman El-Bettî 'den nisabın bir dir­hem olduğu, Hasan 'dan iki dirhem olduğu, İbrahim Nehaî'-den kırk dirhem yahut dört altın dînâr olduğu rivayet edilmiştir.

Sahîh olan kavil Şafiî ile ona muvafakat edenlerin söyledikle­ridir. Çünkü Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîslerde nisabı lâfzan tasrîh etmiş ve onun çeyrek dînâr (altın) olduğunu bildirmiştir. Geri kalan takdirler merdûddur; asılları yoktur. Bununla beraber onlar buradaki sarih hadîslere de muhaliftir.

Peygamber (Sallailahü A leyhl ve Sellem) 'in hırsızın elini üç dirhem kıy­metinde bir kalkan için kestiğini bildiren rivayete gelince : Bu o mikdâ-rın çeyrek dînâra veya daha fazlasına müsavi olduğuna hamledilir. Sonra bu, umumu olmayan muayyen bir kaziyyedir. Binâenaleyh bu ihtimâlli rivayete bakarak nisabı tahdîd hususunda Peygamter (Sallailahü Aleyhi ve Scllem)'in sarih sözünü terk etmek caiz değildir; belki o rivayeti onun sözüne muvafık olana hamletmek gerekir. Diğer rivayet (yâni: Hırsızın eli bir kalkanın kıymetinden daha azda kesilmez rivayeti) de öyledir. O da kalkanın çeyrek dînâr kıymetinde olduğuna hamledilir. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)in sarih takdirine uyması için bu te'vîl mutla­ka lâzımdır.

Bâzı Hanefîler'le başkalarının ihticâc ettikleri, on dirhem kıymetinde —bir rivayette beş dirhem kıymetinde— bir kalkan için el kesildiğini bildiren hadîsler ise zayıftır: Onlarla başka rivayet bulunma­sa bile amel edilemez; nerede kaldı ki bunlar çeyrek dinarla takdir hu­susundaki sahih ve sarih hadîslere muhalif oldukları halde amel edil­sin! Mâmaiîh bu rivayetleri, hırsızın elini kesmek için şart olmayıp te­sadüfen kıymeti on dirhem gelen kalkana hamletmek de mümkündür. Ri­vayetin lâfzında nisabın bununla takdir edildiğine delâlet eden bir şey yoktur.»

Nevevî'nin sözü burada sona erdi. Ancak onun kat'î bir lisanla sahîh ve haklı gösterdiği Şâfiî1er'in istidlaline Hanefî1er'den   îmam   Tahâvî   şu cevâbı vermiştir:

«Bu söylediklerinizi teslim ve kabul edebilirdik : Şayet Hz. Âişe'den gelen rivayetler muhtelif olmasaydı!..» Tahâvî bundan sonra bu rivayetlerin bâzısının muttasıl, bazısının mevkuf olduğunu senedleri ile beyân etmiştir. Hanefîler bu meselede Tahâvî ve Nesâî'nin rivayet ettikleri İbni Abbâs 'Raâİyallahu anh) hadîsleri ile amel etmişlerdir. Bu rivayetlerin birinde Hz. İbni Abbâs: «Resû\üUah (Satlallahii Aleyhi ve Selle/n)*™, mukabilinde el kestiği kalkanın kıymeti on dirhemdi.» demiştir. Nesâi'nin bir rivayetinde: «Re-sûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem} devrinde kalkanın kıymeti on dirhem­di.» deniliyor, Hz. Âişe rivayetleri or dirhemden azda el kesmeyi mubah görüyor; îbni Abbâe rivayetleri ise bunu tecviz etmi­yor. Usûl-i fıkıh kaidelerine g#fe hazrla ibâha yâni haramla mubah tea­ruz ederse hazr tercih olunur. Yâni burada olduğu gibi; bir mesele hak­kında iki rivayet bulunup biri mubah olduğuna, diğeri caiz olmadığına -delâlet ederse caiz olmadığını bildiren rivayetle amel gerekir.

Hâsılı: İslâm dîninde hırsızın cezası elinin kesilmesidir.

Hırsız: Başkasının milki olduğu şüphesiz bilinen nisâb mikdân ve­ya kıymeti nisâb mikdarım bulan korunan bir malı gizlice alan âkil ve baliğ kimsedir. Şu halde başkasının milki olmayan yahut milk olduğun­da şüphe edilen veya korunmayan bir malı çalan hırsızın eli kesilmediği gibi, çaldığı mal nisâb mikdarını tutmayan, gizli çalmayan ve âkil baliğ olmayan hırsızın da eli kesilmez. Bu hususta Hanefî1er'in «El-Ihtîyâr* adlı fıkıh kitabında şöyle îzâhât verilmiştir:

«İnsanlardan öylesi vardır ki, onu ne akıl menedebilir ne nakil! Böy-lelerini ne diyanet vazgeçirebilir, ne de mürüvvet ve emânet önleyebi­lir!.. Eğer el kesmek, asmak ve emsali gibi şer'î zecirler olmasaydı bun­lar başkalarının mallarını inad için aşikâre almaya yahut gizlice çalma­ya şitâb ederlerdi. Bunda ise kimseye meçhul kalmayan bir fesad vardır. İşte küçük ve büyük hırsızlıkta [2] —fesad kapısını kapamak ve kul-larm hallerini düzene sokmak için— gerek gizlenen, gerekse inadına aşi­kâre çalan hırsız hakkında bu zecrî cezaları meşru kılmak münâsib ol­muştur. Deliller mutlak olduğundan eli kesilmesi hususunda hür ile kö­le müsavidir...

Hırsızın âkil baliğ olması lâ büddür; çünkü el kesmek, cinayetten menetmek için meşru' olmuştur; sabinin ve delinin cinayeti yoktur...»

Hırsızın eli kesilmek için korunan bir malı çalmış olması bütün ule­maya göre şarttır. Bundan dolayıdır ki, kefen soyucunun eli kesilmez. Çünkü kefen korunan bir mal değildir.

Her malın korunması o yerin örfü âdedine bağlıdır. Bu hususta Dâvûd.u Zahirî cumhura muhâlefetJederek malın korunmasını şart kılmamıştır. Hırsızın çaldığı malda şüphesi olmaması da şarttır. Yâ­ni çaldığı malın başkasına aid olduğunu yüzde yüz bilecektir. Aksi tak­dirde eli kesilmez; zîra şer'î hadler (cezalar) şüphe ile tatbik edilemezler.

Malı çalman kimsenin, malını istemesi de şarttır.

îlk defa çaldığında hırsızın sağ eli kesileceğinde bütün ulemâ müt­tefiktir. Şâ'fiî, Mâlik, Medine ulemâsı, Zührî , İmam Ahmed ve Ebû Sevr 'e göre ikinci defa çaldığında sol ayağı, üçüncüde sol eli, dördüncüde sağ ayağı kesilir. Bundan sonra her çaldığında ta'zîr olunur. Hanefîler'e göre ise ikinci hırsızlık­ta sol ayağı kesilir. Bir daha çalarsa artık el ayak kesilmez; tevbe edin­ceye kadar hapsedilir.

İmam Azam, Mâlik, Şafiî ve cumhûr-u ulemâ elin bilekten, ayağın da topuktan kesileceğine kail olmuşlardır. Hz. Ali (RadiyaUahuanh) ayağın yarıdan kesileceğini söylemiştir. İmam Ah­med'le Ebû Sevr'in mezhepleri de budur. Seleften bazılarına göre el dirsekten kesilir; omuzdan kesileceğini söyleyenler de olmuştur.

Hırsızın yumurta veya ip çalma rivayetine gelince: Ulemâdan bir cemaate göre buradaki yumurtadan murâd: Başa giyilen miğfer; ipten maksat da gemi halatıdır ki, bunların her biri çeyrek dinardan fazla kıy­metlidir. Fakat muhakkik âlimler bu te'vîli zayıf görmüşlerdir. Çünkü miğferle halatın zahiren birer kıymeti vardır. Halbuki bu makam kıy­met beyanı değil, kıymetsiz bir şeyin beyânı makamıdır. Pek kıymetli

Ur mâl Çaldığı {çln di kesffen veya LpseJden Ur hırsız o ka/ar ayıp­lanmaz; kıymetsiz bir şeyden dolayı cezalanırsa ayıplanır. Meselâ : Ya­zıklar olsun filâna! Bir milyonluk mal İçin elinin kesilmesine sebep ol­du! denilmez. Bu hiç bir millette âded değildir. Bilâkis çalman mal ehemmiyetsiz olursa bu söz o zaman söylenir ve : Yazıklar olsun filâna! Çü­rük bir ipten dolayı hapsi boyladı! denilir. Yâni çalınan şey ne kadar kıymetsizse bu makamda söz o nisbette beliğ sayılır. Neve'vî: «Doğ­rusu bundan murâd: Ehemmiyetsiz bir mal mukabilinde kaybettiği elin büyüklüğüne tenbîhtir...» diyor. Yumurta ile ipten bunların cinsleri kas-dedilmiş de olabilir. Yahut yumurtayı çalmakla eli kesilmeyince hırsız bundan cesaret alarak daha kıymetli malları çalmaya başlar ve nihayet eli kesilir. Buna sebep ilk çaldığı yumurta olduğu için hadîste o zikre­dilmiştir. Şöyle de denilebilir: Hırsız bir yumurta veya ip çalar da hü­kümdar siyaseten onun elini keser. Hadîste zikredilmeleri bundan ola­bilir.

Rasûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in :

«Allah hırsıza lanet eylesin!» buyurması, şahsı belirtilmeyen âsîlere lanet okumanın caiz olduğuna delildir. Çünkü bu lanet cinse raci'dir ve caizdir. Muayyen kimseye lanet okumak caiz değildir. Mâmafîh bâzıla­rı : «Hadd vurıılmazdan önce lanet okumana? caiz, hadden sonra ise caiz değildir; çünkü hudûdü şer'iyye günahlara keffârettir.» demişlerse de Kaadî    Iyâz    bu te'vîlin bâtıl olduğunu söylemiştir.

 

2- Şerefli ve Şerefsiz Hırsızın Elinin Kesilmesi ve Hudüd Hakkında Şefaatte Bulunmaktan Nahi Babı

 

8- (1688) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumlı da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ley», İbni Şihâb'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki :

Hırsızlık eden Mahzûmiyye kadının hâli Kureyş'i üzmüş; ve : Bunun hakkında Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Seltcm) 'le kim konuşacak? demiş­ler : (Bâzıları) : Buna kim cesaret edebilir! Meğer ki Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in habîbi Ümâme ola! demişler. Bunun üzerine onunla Üsâme konuşmuş. Resûlüllah   (Saüallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'tn hadlerinden bîr hadd hakkında şefaat mı ediyorsun?» buyurmuş. Sonra ayağa kalkarak hutbe okumuş ve şunları söylemiş :

«Ey nâs! Sizden öncekileri (Allah) ancak şunun için helak etmiştir ki, onlar aralarından şerefti biri hırsızlık 'ederse onu bırakırlar; zayıf olan çalarsa üzerine haddi tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun ki. Mu ham-med'in kızı Fâtıme hırsızlık etse mutlaka elini keserdim!..»

İbni Rumh'un hadîsinde :

«Sizden öncekiler helak oldu.» cümlesi vardır.

 

9- (...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. Lâfız Harmele'nindir. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Urve b. Zübeyr, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in zev­cesi Âişe'den naklen haber verdi ki:

Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Fetih gazasında hır­sızlık eden kadının hali Kureyş'i üzmüş de : Bunun hakkında Resulü Hah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)le kim konuşacak? demişler. (Bâzıları): Buna kim cesaret edebilir! Meğer ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m habîbi Üsâme ola! demişler. Bunun üzerine kadın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e getirilerek onun hakkında kendileri ile Üsâme h. Zeyd konuşmuş. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yüzü renklen­miş; ve :

«Allah'ın hadlerinden bir hadd hakkında şefâaf mı ediyorsun?» buyurmuş. Bunun üzerine Üsâme kendilerine :

  Benim için mağfiret dile yâ Resûİâllah! demiş. Akşam olunca Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak hutbe okumuş: Allah'a gerektiği gibi senada bulunmuş. Sonra şunları söylemiş:

«Bundan sonra (malum ola ki) : (Allah) sizden öncekileri ancak şunun için helak etmiştir ki, onlar aralarından şerefli biri hırsızlık ederse onu bırakırlar; zayıf olan çalarsa üzerine haddi tatbik ederlerdi. Hiç şüphe yoîc ki ben —nefsim yedi kudretinde bulunan Allah'a yemin olsun!— Mu-hammed'İn kızı Fâtıme hırsızlık etse mutlaka elini keserdim!»

Bundan sonra emir buyurmuş ve hırsızlık eden o kadının eli kesil­miş.

Yûnus şunları söylemiş: İbni Şihâb dedi ki: Urve şunu söyledi: Aişc:

  Sonraları kadın güzelce tevbe etti; ve evlendi. Bu işten sonra ba­na gelir; ben de onun hacetini Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) fe arz ederdim.» dedi.

 

10- (...) Bize Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'm er, Zührî'den, o da Ur-ve'den, o da Aişe'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:

«Mahzûm kabilesinden bir kadın eşyayı âriyeten alır; ve bunu in­kâr ederdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elinin kesilmesini emir buyurdu. Derken ailesi Üsâme b. Zeyd'e gelerek onun­la konuştular. O da kadın hakkında Resûlüllah (Sallallahü Aîeyhi ve Sellem) le konuştu.» Bundan sonra râvi hadîsi, Leys ve Yûnus hadîsi gibi riva­yet etmiştir.

 

11- (1689) Bana Seleme b. Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti ki, Benî Mahzûm kabilesinden bir ka­dın hırsızlık etmiş de Peygamber (Sallallahü A ieyhi ve Seilem) 'e getirilmiş; ve hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Ümmü Seleme'ye sığınmış. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vallahi bu kadın Fâtıme olsa mutlaka elini keserdim!» buyurmuş; ve kadının eli kesilmiş.

Bu hadîsi Buhâri: «Enbiyâ, Hudûd» ve «Fadlu Üsâme» bahis­lerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbni Mâce «Hu-dûd»da; Nesaî «Katı'» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmiş­lerdir.

Rivayetlerin mecmuundan anlaşıldığına göre Fetih yılında Benî Mahzûm kabilesinden Fâtinie binti Esved nâmında bir kadın ResûltillahfSaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in evinden bir kadife (bir rivayette zînet eşyası) çalmış. Ashab işi büyüterek kadını yâ af yahut fidye yolu ile kurtarmayı düşünmüşler. Bu hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ancak Hz. Üsâme b. Zeyd'in konuşabilece­ğini ileri sürerek onu konuşturmuşlar. Fakat Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu teklifi hadîste beyan edildiği şekilde red etmiş; ve hutbe okuyarak Benî îs'râîIin helakine sebep, itibarlı hırsızın elini kesmeyip bu işi zayıf ve itibarsız hırsıza tatbik etmeleri olduğunu beyân buyurmuş. Hutbesinin sonunda ailesinin en kıymetli ferdi olan kızı -Fâtirae (Radiyallahü anha) 'ya işaretle : Bu işi o bile yapsa elini mutlaka keseceğine yemin etmiş. Neticede kadının eli kesilmiş. Kadın ondan sonra ıslah-ı hal ederek evlenmiş. Hattâ bâzı hacetlerini sormak için Hz. Aişe'nin evine gelirmiş.

Hadîsin bir rivayetinde kadının ariyet yolu ile (yâni emaneten) eş­ya alıp sonra onları inkâr ederdiği kaydedilmektedir. Ulemâdan bâzıları bununla istidlal etmiş; ve: «Bir kimse nisâb mîkdan bir malı emaneten alır da inkâr ederse eli kesilir.» demişlerdir. İmam Ahmedle îshâk'in mezhepleri budur. Fakat Medine ve Küfe uleması ile cumhurun ve Şâfiî1erin kavilleri buna muhaliftir. Onlara göre emaneten alınan bir malı inkâr etmekle el kesilmez. Delilleri kitabımizın rivayetleridir. İbni'l-Münzir burada bir te'vîl yaparak : «Caizdir ki, bu kadın emaneten eşya almış da inkâr etmiş; sonra hırsız­lık ederek eli kesilmiştir.» diyor. Nevevî bu te'vîii te'kîden şunları söylemiştir:

«Ulemâ diyorlar ki: Burada maksat, elin hırsızlık sebebi iie kesil­mesidir. Emaneten alma meselesi kadını ta'rîf ve tavsif için zikredilmiş­tir; el kesmeye sebep olduğu için değil!.. Filhakika Müslim bu ha­dîsi başka tarîklerde. (Kadın hırsızlık etti; ve eli hırsızlık sebebi ile ke-sîldİ) şeklinde zikretmiştir. Binâenaleyh rivayetlerin arasını bulmak için bu rivayeti de onlara hamletmek gerekir; çünkü hâdise birdir...»

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şer'î hadd îcâb eden bir hâdiseyi hükümet reîsi duyduktan son­ra o hususta şefaatçi   (aracı) olmak ve bu aracılığı kabul etmek bütün ulemânın ittifakı ile haramdır. Ama hükümet duymadan yapılırsa —hak­kında şefaat edilen kimse kötülerden olmamak şartı ile— ekseri ulemâya göre caiz hattâ müstehaptır. Velev ki şefaat için me'zun olmasın!

Hadd  îcâbetmeyen  suçlara  gelince:  Bunlar hakkında  aracılık  yap­mak ve aracılığı kabul etmek —hükümet duysun duymasın— caizdir.

2- İstenmeden yemin, etmek caizdir. Hattâ matlûb bir işi büyük göstermek için müstehabtır. Nitekim bu hadîste de böyledir.

3- Hadîs-i şerîf Hz. Üsâme'nin faziletine delildir.

 

3- Zina Edenin Haddi Babı

 

12- (1690) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin, Mansûr'dan, o da El-Hascn'den, o da Hıttân b. Abdillâh Er-Rakaaşî'den, o da Ubâde b. Sâmit'den naklen haber verdi. Ubâde şöy­le demiş: Resûlüllah (Saüalkihü Aleyhi veSeilem) :

«Benden Öğrenin! Benden öğrenin!.. Allah o (kadı) nlara (çıkar) bir yol haIketti. Bekârla bekâr (zina ederse) yüz dayakla bir sene sürgün; evli İle evliye yüz dayak ve recim (var!)» buyurdular.

 

(...) Bize Amru'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyni ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Man sûr bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi.

 

13- (...) Bize Muhammed b. El-M üşen nâ ile İbni Beşşâr hep bir­den Abdülâlâ'dan rivayet ettiler. İbni'I-Müsennâ (Dedi ki) : Bize Abdiil-âla rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd, Katâde'den, o da El-Haşen'dcn, o da Hittân b. Abdİllâh Er-Rakaaşî'den, o da Ubâde b. Sâmil'den naklen rivayet ettî. Şöyle demiş:

Peygamber (Sallalküıü Aleyhi ve Selleni) üzerine vahy indirildiği zaman bundan dolayı gussalamr ve yüzü rengini atardı. Bir gün kendisine vahy indirildi de yine Löyle oldu. Açıldığı vakit:

«Benden öğrenin! Allah o (kadı) nlara (çıkar) bir yol ha I ketti. Evli ile evli, bekârla bekâr!.. Eliyle yüz dayak... sonra taşlarla recim! Bekâra yüz dayak... sonra bir sene sürgün!..» buyurdu.

 

14- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bİze Muhammed b. Beşşar da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet eyledi.

Bu râvilerin ikisi de Katâde'den bu isnadla rivayette bulunmuşlar­dır. Yalnız onların hadîsinde: «Bekâra dayak vurulur ve sürgün edilir. Evli ise dÖğülerek recmolunur.» ibaresi vardır. Sene ve yüz kelimelerini zikretmezler.

«Benden öğrenin» diye terceme ettiğimizt cümlesinin

lügat mânâsı: «Benden alın!» demekse de bu cümle «an» edatı ile kul­lanılırsa : Benden öğrenin, benden nakledin! mânâsına gelir. ResûIallah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah onlara çıkar bir yol halketti...» buyurmakla Teâlâ Hazretleri­nin :

«Dlüm canlarını alıncaya yahut Allah kendilerine çıkar bir yol halke-dinceye kadar o (kadı) nları evlerde tutun!» âyet-i kerîmesine işaret ede­rek çıkar yolun bu olduğunu anlatmıştır.

Ulemâ bu âyet hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre muh­kemdir; bu hadîs onu tefsir etmiştir. Bir takımları Nûr sûresinin ilk âyeti ile neshedildiğini söylemiş; başkaları Nûr âyetinin bekârlar hak­kında, bunun da evliler hususunda nazil olduğunu bildirmişlerdir.

Bekârdan murâd: Henüz sahîh nikâhla cima' etmemiş âkil baliğ ve hür olan kimsedir. Ömründe bir defa olsun sahîh nikâhla cima' edene .Araplar «seyyib» derler. Bu kelime Türkçede evli ve dul mânâlarına ge­lir. Aynı mânâda «muhsan» kelimesi de kullanılır.

Zina eden bekâra yüz dayak, evliye recim cezası verileceği husu­sunda ulemâ ittifak etmişlerdir. Keadî Iyâz'm beyanına göre bu meselede ehl-i kıbleden bir tek muhalif çıkmamış; yalnız Haricî-ler'le Mu'tezile 'den Nazzâm ve arkadaşları recme kail olmamışlardır.

Recim: Bir kimseyi taşlayarak öldürmektir. Zina eden muhsana re­cimle birlikte dayak cezası verilip verilmiyeceğinde ihtilâf olunmuştur. Bir kısım ulemâya göre bunların ikisi de tatbîk edilir. Hz. Alî (Radryaîlahu anh) 'nin, Hasan-ı Basrî, îshâk b. Râha-veyh   ve   Zahirîler'le bâzı Şâfiî1er'in kavli budur.

Cumhûr-u ulemâya göre yalnız recimle iktifa edilin Delilleri: Pey-gamherfSallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in muhsanı sadece recmettiğini bildiren hadîslerdir. Muhsan hakkında hem recim hem dayak cezası verileceğini bildiren hadîs mensuhtur. İlk zamanlarda tatbîk edilmiş; sonra hükmü kalkmıştır.

Bekâr zânînin sürgün edilip edilmiyeceği meselesi de ihtilaflıdır. Şâfiîlerle diğer birçok ulemâya göre bekâr zânî erkek olsun ka­dın olsun dayaktan sonra bir sene sürgün edilir. Hanefî1er'le diğer ulema sürgüne muhaliftirler. Delilleri Kur'ân-ı Kerîm'in zahiridir. Âyette sürgünden bahsedilmemiştir. îmam Mâlik ile Evzâî sürgünün erkeğe mahsus olduğuna kaildirler. Kadın avret ol­duğu, sürgün ise fitneye sebebiyet vereceği için bu ceza ona tatbik edil­mez. Bu kavlin benzeri Hz. Alî (Radiyallahü anh) 'dan da rivayet olun­muştur.

Köle ve cariyelere gelince: Onlar recmedilmezler. Çünkü kendilerine verilecek cezanın hürlerinkinin yarısı kadar olacağı nass-ı Kur'ân'la bil­dirilmiştir. Recim ise yarıya bölünen şeylerden değildir. Binâenaleyh Hanefîler'e göre muhsan olmayan köle ve cariyelere ellişer dayak vurulur.    îmam   Şafiî 'den bu hususta üç kavil nakledilmiştir:

a) Köle ve câriye birer sene sürgün edilirler.   Süfyân-ı Sevrî,  Ebû Sevr,   Dâvûd-u   Zahirî   velbni   Cerîr'in kavilleri de budur.

b) Altı ay sürgün edilirler. Çünkü Teâlâ Hazretleri onlara hürlerin-kinin yarısı kadar ceza ta'yîn etmiştir.   Şâfiî1er'ce esah olan kavil budur.

c) Köle ve cariyeler asla sürgün edilemezler. Hasan-ı Basrî, Hammâd,   îmam   Mâlik,  İmam Ahmed ve îshak’ın mezhepleri de budur.

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)in :

«Bekârla bekâr zina ederse... ilâh»sözü şartıyet bildirmek için değil, bekârla muhsanm haddlerini tayın için sevkedilmiştir. Yâni bekâr bir kimse gerek bekâr gerekse evli bir kadınla zina etsin, onun cezası yüz dayakla, bir yıl sürgün; keza evli bir kimse, evli veya bekâr bir kadınla zina etsin, cezası recimdir.

 

4- Zina Hakkında Evli Kimsenin Recmi Babı

 

15- (1691) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îbnî Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ubeydullah b. Abdİllâh b. Utbe haber verdi ki, kendisi Abdullah b. Abbâs'ı şunu söylerken işitmiş:

Ömer b. Hattâb, Resûlüllah (SaUaiîahü Aleyhi ve Sellem)"m minberi üze­rinde otururken şöyle dedi:

«Hiç şüphe yok ki Allah, Muhammed (Satlalbhü Aleyhi veStfliem,'i Hak (din) İle göndermiş ve kendisine kitabı indirmiştir. Ona indirilenlerden biri de recim âyetidir. Biz bu âyeti okuduk, belledik ve anladık. Resûlülllah(Sallalİahü Aleyhi ve Seliem, recmetti; ondan sonra biz de recmetttk. Ama insanların Üzerinden uzun zaman geçerse korkarım biri: Biz Allah'ın ki­tabında re emi bulamıyoruz, der de Allah'ın indirdiği bir farizayı terk etmekle dalâlete düşerler : Gerçekten erkek ve kadınlardan zina eden kimse üzerine —muhsan olmak, bey yine veya gebelik yahut i'tirâf bu­lunmak şartı ile— recim Allah'ın kitabında haktır.

 

(...) Bize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe iîo Züheyr b. Harb ve İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) Bize Süfyân, Zührî'den fcu isnadla rivayet etti.

Bu hadîsi Buhâri «Hudûd» bahsinde tafsilâtlı bir şekiide tah-rîc etmiştir.

Hz. Ömer (RadiyaUahu anh) in sözüne. «Hiç şüphe yok ki Allah, Muhammed (SallaKahü Aleyhi ve Seliem)i  Hak (din) ile göndermiştir!» di­ye başlaması, cemaatin dikkatini çekmek, bundan sonra söyliyeceğı mü­him meseleyi dinlemeye onları hazırlamak içindir. Bu mesele recim âye­tidir. Peygamber tSalialUıhii Aleyh; ve Seliem) e indirilenler arasında

«ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse kendilerini behemeha! recmedin!» âyeti de vardı. Sonra âyetin iâfzı hem hükmü neshedilenler de vardır.

Lâfzı neshedÜenlere Kur'ân hükmü verilemez; namazda oku­namazlar. Ashâb-ı kiram'in bunları yazmamaları, mushafa ya­zılmayacaklarına delildir. Nitekim Hz. Ömer 'in recmi minber üzerin­den İlân etmesi, içlerinde birçok sahabe bulunan cemaatten hiç birinin i'tirâzda bulunmaması da recmin sübûtuna delâlet eder.

Muhsan olduğu halde zina eden erkek ve kadın recmedilirler. Zina yâ beyyine yahut i'tirâfla isbât edilir. Beyyine: Adalet sahibi dört er­keğin zinaya şâhidlik etmesidir; dörtten az olurlarsa şehâdetleri kabul" edilmez. Bu hususlarda bütün ulemâ müttefiktirler. Yalnız şâhidlerin sı­fatlarında ve zânînin suçunu dört defa i'tiraf etmesi lâzım gelip gelmi-yeceğînde ihtilâf etmişlerdir. Bu cihet az sonra îzâh edilecektir.

Gebeliğin recme sebep teşkil etmesi Hz. Ömer (Radiyallahu anh)m mezhebidir. Bu hususta îmam Mâ1ik'le arkadaşları da ona tâ­bi' olmuş ve: «Kadın gebe olur, kocası veya sahibi bilinmez, zinaya mec­bur edildiği dahî malum olmazsa recmi gerekir: Meğer ki garîb ve ya­bancı olup çocuğunun kocasından veya efendisinden olduğunu iddia ede!..» demişlerdir.

îmam Âzam, Şafiî ve cumhûr-u ulemâya göre gebelik mutlak surette recme sebep teşkil etmez. Bu hususta kadının kocası veya efendisi olsun olmasın, kadın yerli veya yabancı olsun, zinaya mecbur edildiğini iddia etsin etmesin hüküm birdir; beyyine yahut i'tiraf bu­lunmadıkça recmedilemez; çünkü şer'î hadler şüphe ile mündefi' ve sa­kıt olurlar.

Hz. Ömer (Radiyallahu anh)'m korktuğu bilâhare hakîkaten müs-lümanlann başına gelmiş; Haricîler'le Mu'tezile 'den ba­zıları recmi inkâr etmişlerdir. Ömer (Radiyallohu cnh)\n bu ihbarı kerametleri cümlesindendir.

 

5- Kendi Aleyhine Zinayı İ'tiraf Eden Kimse Babı

 

16- (...) Bana Abdülmelik b. Şuayb b. lys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl, İbni Şihâb'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf ile Saîd b. El-Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Ebû Hü-reyre şöyle demiş:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)}e mescidde iken mü si umanlar­dan bir adam geldi ve kendilerine seslenerek: Yâ Resûlâllah, ben zina ettim; dedi. Resû\üüah( Salla! lahit Aleyhi ve Sellem) ondan yüzünü çevirdi. Fakat adam yüzünü çevirdiği tarafa dönerek kendilerine (tekrar) : Yâ Resûlâllah, ben zina ettim; dedi. Ondan yine yüzünü çevirdi. Tâ ki bunu dört defa tekrarladı. Adam kendi aleyhine dört defa şehâdette bulununca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini çağırdı; ve:

«Sende delilik var mı?» diye sordu. Adam:

  Hayır! cevâbın verdi.

«Hiç evlendin mi?» diye sordu. Adam:

  Evet! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bunu götürün de recmedin!» buyurdular.

İbni Şihâb (Demiş ki) : Bana Câbir b. Abdillâh'ı dinleyen biri ha­ber verdi. Câbir: «Onu recmedenler arasında ben de vardım. Onu na-mazgâhda recmettik. Taşlar kendisini yaraladığı zaman kaçtı. Fakat biz ona Harra'da yetişerek kendisini recmettik.» diyormuş.

 

(...) Bu hadîsi Ley s dahi Abdurrahmân b. Hâlid b. Müsâfir'den, o da İbni Şihâb'dan bu isnadla bunun gibi rivayet etti.

 

(...) Bana bu hadisi Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yemân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şuayb, Zührî'den yine bu isnâdla haber verdi.

Her ikisinin hadîsinde Ukayl'in zikrettiği gibi: «İbni Şihâb (Dedi kî) : Bana Câbir b. Abdillâh'ı dinleyen biri haber verdi.» ibaresi vardır.

 

(...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürraz-zâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer ile İbni Cüreyc haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Seİiem) 'den naklen Ukayl'in, Zührî'den, onun da Saîd ile Ebû Seleme'den, onların da Ebû Hüreyre'den naklettikleri gibi rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhâri «Hudûd» bahsinde; Nesâi Recim»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Gelen zât suçunu dört defa i'tiraf ettikten sonra Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir de:

«Sende delilik var mı?» diye sorması halini iyice .tahkik içindir. Zîrâ bir insan, ölümünü gerektiren bir şeyi sormadan kolay kolay söylemez. Sonra burada günahın tevbe ile afvettirilmesi cihetine de gidilebilirdi. Hattâ bir rivayette Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) o zatı kavmin­den de tahkik etmiştir. Bu müslümanın kanı heder olmaması babında gösterilen son derece büyük bir hassasiyettir.

Musalla: Namazgah demektir. Burada ondan murâd: Cenaze na­mazlarının kılındığı yerdir. Nitekim rivayetlerin birinde bu yerin Me­dine 'deki «El-Bakî» olduğu tasrih edilmiştir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hanefîler'le, Hanbelîler  bu hadîsle ihticâc ederek, zİ-nâ ikrarının dört ayrı mecliste dört defa yapılacağına kail olmuşlardır.

İmam Mâlik ile. Şâfii'ye göre bir defa ikrar kâfidir. De­lilleri Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in ;

«Yâ Uneys! Bunun karısına git! Şayet zinasını i'tirâf ederse onu recmeyle!» hadîsidir. Mezkûr hadîste sayı şart kılınmamıştır.

2- Hadîs-i şerîf delinin ikrarı bâtü olduğuna, deliye hadd vurulmi-yacağına işaret etmektedir ki, bu hususta ulemânın ittifakı vardır.

3- Zina ne suretle sabit olursa olsun hâkim recmin şartlarını sor­malıdır.

4- Kişi ikrarı ile muâhaze olunur.

5- Zinayı i'tirâf edene bu ikrarından dönmesi ta'rîz yolu ile telkin edilebilir. îkrânndan dönerse bilittifak kabul olunur.

6- Hükümdar hadd-i şer'îyi tatbîk için başkasını tevkil edebilir.

7- Hadd olarak recim kâfidir. Bir kişiye hem recim hem dayak vu­rulmaz.

8- Recim esnasında kaçan suçluyu öldürmek için ta'kîb lâzım gelip gelmediği ulemâ arasında ihtilaflıdır.    İmam   Âzam, Şafiî, Ahmed b.  Hanbel   ve diğer bazı ulemaya göre ta'kîb edilmez; bırakılır. îmam  Mâlik'den bir rivayete göre ta'kîb edilerek öl­dürülür.

 

17- (1692) Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Huseyn El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Simâk b. Harb'dan, o da Câbir b. Se­ni ura'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

Mâiz b. Mâlik'i Peygamber(Saîlallahü Aleyhi ve Setlem)'e getirildiği va­kit gördüm. Kısa» tıknaz bir adam! Üzerinde cübbe yok! Zina ettiğine nefsi aleyhine dört defa şâhidlik etti. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)

«Olabilir ki sen...» buyurdu. Mâiz:

— Hayır vallahi! Bu alçak gerçekten zina etti... dedi. Bunun üzeri­ne onu recmetti(rdi). Sonra hutbe okuyarak:

«Dikkat! Biz Allah yolunda her gazaya gidişimizde bunlardan biri kalır; onun teke melemesi gibi bir meleyisi vardır. Bunlardan biri (karıya) bir şeyler veriri..

Beri bakın! Vallahi, Allah bunlardan bîri hakkında bana imkân verse bu işten dolayı onu mutlaka İbretlik ederdim!..» buyurdular.

 

18- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr da riva­yet ettiler. Lafız İbni'l-Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Stmâk b. Harb'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Câbir b. Semura'yı şunları söylerken işittim:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'e kısa, dağınık saçlı, adaleli bir adam getirdiler. Üzerinde bir gömlek vardı; zina etmişti. Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) onu iki defa reddetti. Sonra emir verdi de recm-olundu. Müteakiben Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seüem) şöyle buyur-dular:

«Biz Allah yolunda her gazaya gittiğimizde biriniz kalır; teke mele-yı$i gibi meler; o karılardan birine bir şeyler verir! Allah bunlardan biri hakkında bana imkân vermez ki!.. Yoksa onu ibret yapardım! (Yahut: Onu tenkil ederdim!»

Simâk demiş ki: Ben bu hadîsi Saîd b. Cübeyr'e rivayet ettim de: Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onu dört defa reddetti... dedi.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-bâbe rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âmir El-Akadî haber verdi. Bunların ikisi de Şu'be'den, o da Simâk'den, o da Câ­bir b. Semûra'dan, o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'&en İbni Ca'fer'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.

Şebâbe: «Onu iki defa reddetti.» cümlesinde İbni Ca'fer'e muvafakat etmiştir. Ebû Âmir'in hadîsinde : «Onu iki yahut üç defa reddetti.» iba­resi vardır.

 

19- (1693) Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Ebû Avâne, Simâk'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Pey­gamber (SalhlUthü Aleyhi ve Sellem) Mâiz b. Mâlik'e :

«Senin hakkında kulağıma gelen doğru mudur?»diye sormuş. Mâiz:

  Benim hakkımda duyduğun nedir? demiş.

«Duydum ki filân oğullarının cariyesi ile cinsî münasebette bulun­muşsun!» buyurmuşlar. Mâiz:

  Evet!  demiş. Bunun üzerine kendisi dört defa şehâdette bulun­muş. Sonra emir buyurarak recmolunmuş.

 

20- (1694) Bana Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdüla'Iâ rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Dâvûd, Ebû Nadra'dan, o da Ebû Sad'den naklen rivayet etti ki, Eşlem kabilesinden Mâiz b. Mâlik denilen bir'adam Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e gelerek:

  Ben  bir kötülük işledim; onun  haddini bana  vur! demiş. Pey­gamber fSallallaîıü Aleyhi ve Seîlem) kendisini birkaç defa reddetmiş.

Râvi diyor ki: Sonra kavmine sordu. Onlar:

  Biz onu zararsız biliriz; yalnız başına bir iş geldi ki, ondan ken­disini badd vurulmaktan başka bir şey kurtaramayacağını sanıyor! dedi­ler. Müteakiben (Mâiz) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: döndü. O da bize kendisini recmetmemizi emir buyurdu.

Onu Bakî-i Garkad'e götürdük. Kendisini ne bağladık, ne de kuyu kazdık. Ona kemik, topaç ve tuğla parçaları attık. Koşmaya başladı. Biz de arkasından koştuk. Nihayet Harra kenarına geldi ve karşımıza dikil-di. Biz de kendisine Harra'nm kayalarım (yâni taşlan) attık; nihayet sustu.

Sonra Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîlem) akşamlayın hutbe oku­mak üzere ayağa kalktı ve :

«Acaba biz Allah yolunda her gazaya gittikçe çoluk çocuğumuz ara­sında, teke meleyişi gibi melemesi olan bir adam kalacak mı! Şu boynu* ma borç olsun ki, Bunu yapan bir adam bana getirilmeye görsün! Yoksa onu (âleme) ibret yaparım!» buyurdular. Artık onun için ne istiğfar etti, ne de söğdü!

 

21- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvûd bu isnâdla bu hadîsin mânâsı gibi rivayette bulundu. Bu hadîste şunu da söyledi:

Derken aksamsı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) ayağa kalkarak Allah'a hamdü sena etti. Sonra şöyle buyurdular:

«Bundan sonra! Acep bâzı kavimlere ne oluyor ki, biz gazaya gitti­ğimiz vakit bunlardan, teke melemesi gibi meleyİsj olan birisi arkamızda kalıyor!..»

«Çoluk çocuğumuz arasında» demedi.

 

(...) Bize Süreye b. Yûnus da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyyâ b. Ebî Zaide rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mııâ-viye b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti.

Bu râvilerin ikisi de Dâvûd'dan bu isnâdla bu hadîsin bir kısmını rivayet etmişlerdir. Yalnız Süfyân'ın hadîsinde : «Ve zinayı üç defa i'tî-râf etti.» ibaresi vardır.

 

22- (1695) Bize Muhammed b. El-AIâ' El-Hemdânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ya'lâ —kî İbni'l-Hâris El-Muhârİbî'dir— [3] Gaylân'dan (bu zât Câmiu'l-Muhâribî'nin oğludur.), o da Alkame b. Mer-sed'den, o da Süleyman b. Büreyde'den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş:

Mâiz b. Mâlik Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

  Yâ Kesûlâllah! Beni temizle! dedi. Bunun üzerine:

«Vah sana! Dön de Allah'tan mağfiret dîlel Ona tevbe et!» buyur­du. (Mâiz) uzağa gitmemek üzere geri döndü. Sonra gelerek:

  Yâ Resûlâllah! Beni temizle! dedi. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se/fem )tekrar:

«Vah sana! Dön de Allah'tan mağfiret dile! Ona tevbe et!» buyur­du. Mâiz yine uzağa gitmemek üzere geri döndü. Sonra gelerek:

  Yâ Resûlâllah! Beni temizle! dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Seni ne hususta temizliyeyim?» diye sordu. Mâiz:

   Zinadan!   dedi.   Bunu   müteâkib   Resülüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bunda delilik var mı?» diye sordu. Kendilerine onun deli olmadığı haber verildi.

«Şarab içmiş mi?» diye sordu. Hemen bir zât kalkarak onun ağzını kokladı; fakat şarap kokusu bulamadı. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekrar:

«Sen zina mı ettin?» diye sordu. Mâiz:

  Evet! cevâbını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Onun hakkında cemaat iki fırka olmuştu. Kimisi: Helak oldu! Onu gü­nahı kuşattı!., diyor; bazısı da : Mâiz'in tevbesinden efdal tevbe olmaz.!.. Zira o Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek elini onun  eline koydu. Sonra: Benî taşlarla öldür! dedi... diyordu. Bu minval üzere iki veya  üç gün  durdular.  Bilâhare  onlar  otururken   Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) gelerek selâm verdi ve oturdu. Arkacığından : «Mâiz b. Mâlik için istiğfar edin!» buyurdular. Ashâb:

  Allah   Mâiz   b.   Mâlik'e   mağfiret   eylesin!    dediler.    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :

«Gerçekten öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe bir ümmet arasında tak­sim edilse onlara yeterdi.» buyurdu.

Sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi; ve :

  Ya Resûlâllah! Beni temizle! dedi.

«Vah sana!.. Dön de Allah'tan mağfiret dile! Ona tevbe et!» buyur­dular,. Kadın: Görüyorum beni, Mâiz'i çevirdiğim gibi geri çevirmek is­tiyorsun, dedi.

«Ne oldu sana?» diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe oldu­ğunu söyledi. Bunun üzerine :

«Sen mi?» buyurdu. Kadın :

  Evet! cevâbını verdi. Ona:

«Karnındakini doğuruncaya kadar...» buyurdular. Derken kadın do-ğuruncaya kadar geçimini Ensârdan bir zât üzerine aldı. Bilâhare Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîle?n)Je gelerek:

  Gâmidli kadın doğurdu; dedi. Efendimiz :

«O halde onu recmedip de çocuğunu küçük olduğu halde emzirecek kimsesiz bırakamayız!» buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir zât ayağa kalkarak:

  Çocuğun bakımı bana âid olsun ya Nebiyyaîlah! dedi. O da ka­dını recmetti(rdi).

 

23- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. Hadîsin lâfzı hususunda birbirlerine yakındırlar. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Büşeyr b. El-Muhâcîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Büreyde, babasından naklen rivayet etti ki:

Mâiz b. Mâlik El-Eslemî, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ye ge­lerek :

  Yâ Resûlâllah! Ben nefsime zulmettim; zina ettim. Beni temizle­meni dilerim! demiş. "Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) onu geri çevir­miş. Ertesi gün olunca  (tekrar) gelerek:

  Yâ Eesûlâllah! Ben gerçekten zina ettim! demiş. O da kendisini ikinci defa geri çevirmiş.    Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun kavmine haber göndererek :

«Bunun aklında yadırgadığınız bir'kusur biliyor musunuz?» diye sor­muş.

  Biz onu ancak aklı başında, kendi görüşümüze göre sulehâmızdan biliriz! cevabını vermişler. Mâiz üçüncü defa  (tekrar) gelmiş. Resûlüllah (ŞallaUahü Aleyhi ve Sellem) yine kavmine haber göndererek onu soruştur­muş. Onlar da :

  Ne kendinde bir kusur vardır, ne aklında! diye haber vermişler

Dördüncü gün gelince onun için bir çukur kaz(dır)nuş: Sonra emir bu­yurarak recmedilmiş.

Bilâhare Gâmid'li kadın gelmiş; ve :

  Yâ Resûlâllah! Ben zina ettim, imdi beni temizle! demiş. Peygam­ber (Salİalİahü Aleyhi ve Sellem) onu  da  geri çevirmiş. Ertesi gün gelince kadın :

  Yâ Resûlâllah! Beni neye geri çeviriyorsun? Galiba beni, Mâiz'i Çevirdiğin gibi geri çevireceksin! Vallahi ben gebeyim! demiş. Efendimiz:

«Olmazsa haydi doğuruncaya kadar git (buradan!) » buyurmuşlar. Kadın doğurduğu zaman çocuğu bir bez parçası içinde getirmiş; ve :

  İşte! Onu doğurdum; demiş.  (Yine) :

«Git de bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzîr!» buyurmuş. Kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğu, elinde bir parça ek­mek olduğu halde getirmiş ve:

  İşte yâ Nebiyyâllah! Onu memeden ayırdım. Yemek yemeğe de başladı...  demiş.    Bunun üzerine Peygamber   (Saİlaîîahü Aleyhi veSeilem) çocuğu müslümanlardan birine vermiş. Sonra emir buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur kazılmış. Cemaate de emir vermiş ve kadını recmetmişler. Hâlid b. Velîd bir taşla gelerek basma atmış da kan Hâ-lid'in yüzüne sıçramış; Hâlid de ona söğmüş. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Selle m) onun kadına söğdüğünü İşiterek:

«Yavaş ol yâ Hâlid! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ede­rim! Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir baççı yapsaydı mutlaka mağ­firet olunurdu!» buyurmuşlar. Sonra kadın (in ihzarın) ı emrederek cena­zesini kılmış ve kadın defnedilmiş.

 

24- (1696) Bana Ebû Gassân Mâlik b. AbdiIvâhİd El-Mismaî riva­yet etti.   (Dedi ki) : Bize Muâz   (yâni İbni Hişâm)   rivayet etti.   (Dedi ki) : Bana babam, Yahya b. Ebî Kesirden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Kılâbe rivayet etti. Ona da Ebû'l-Mühelleb, Imrân b. Husaym'dan naklen rivayet etmiş ki, Cüheyne (kabilesin) den bîr kadın zinadan gebe olarak Peygamber (Sallat lahü Aleyhi ve Sellemj'e gelmiş ve:

  Yâ Nebiyyâllah! Ben haddi hak ettim. Onu bana tatbik ediver! demiş. Nebiyyullah (SallaHahü Aleyhi ve Seliem) de velîsini çağırarak:

«Buna iyi bak, doğurduğu zaman onu bana getir!» buyurmuş. Velisi de öyle yapmış. Bunun üzerine Nebiyyullah (Salt ali ahit A teyhive Seliem i kadın hakkında emir vererek üzerine elbisesi bağlanmış. Sonra emir bu­yurarak recmedilmiş; ve cenazesini kılmış. Ömer kendisine :

  Bunun cenazesini kılacak mısın yâ Nebiyyâllah? Halbuki zina et­miştir; demiş. Efendimiz:

«Gerçekten o öyle bir tevbe etti kî, bu tevbe Medtnelilerden yetmiş kişi arasında taksim edilse onlara yeterdi. Sen Allah İçin cancm vermek­ten daha faziletli bir tevbe gördün mü?» buyurmuşlar-

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. -(Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebân El-Attâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesir bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhari «Hudûd» bahsinde; Nesâi «Recim»de tahrîc etmişlerdir. Babımızın birinci rivayetinde ismi zikredilmeyen za­tın da   Mâiz (Radiyallahu anh) olması muhtemeldir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in :

«Olabilir ki sen...» buyurmaktan maksadı: «öpmüşsündür veya sık­mışsın dır. Nitekim bir rivayette tasrîh de edilmiştir. Bu sözle Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) ona zinayı i'tirâftan vaz geçmesini işa­ret sureti ile telkin etmek istemiştir.

Nebîb: Çiftleşme ânında tekenin çıkardığı sestir.

Küsbe: Süt ve ^msâlinden verilen' az miktardır.

Rivayetlerin birinde Resûlüllah (Sallallcüıü Aleyhi ve Seliem) 'in Mâiz'e:

«Senin hakkında kulağıma gelen doğru mudur?» diye, sorduğu; diğer rivayetlerde meşhur olduğuna göre ise Mâiz (Radiyallahuanh)'m: «Yâ Resûlâllah! Beni temizle!» dediği bildiriliyor. Ulemâ bu iki rivayet arasında tezâd olmadığını söylemişlerdir. Zira Müslim'den başka­larının rivayetinde, kavminin Mâiz'i Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çağırmadan gönderdikleri, Resûlüllah (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) in onu gönderen zâta:

«Kendisini elbisenle Örf sen senin İçin daha hayırlı olurdu.» dediği bildiriliyor. Şu halde macerayı evvelâ başkasından duymuş; sonra Mâiz (Radtyallahu anh) : Beni temizle! deyince :

«Senin hakkında kulağıma gelen doğru mudur?» diye sormuştur.

Keza bir rivayette Hz. Mâiz için mezar kazılmadiğı, diğer riva­yette ise kazıldığı bildiriliyor. Recim esnasında kaçtığı tasrîh edildiğine bakarak bâzıları bu rivayetlerin arasını bulmuş ve : «Mezar kazılmadığını bildiren rivayetten murâd: Büyük çukur kazılmadı yahut mezar tahsis edilmedi; demektir.» mütâleasında bulunmuşlardır.

Resûlüllah (Sailalîahü A leyhi ve Sellem)'in Hz. Mâiz'e sitemde bu­lunmaması hadd-i şer'i günahına keffâret olduğu içindir. Mağfiret dile­memesi de başkası onun istiğVarına güvenerek aldanmasın; zina etmesin diyedir.

Kadın dahî bir rivayete göre çocuk doğar doğmaz recmedilmiş; di­ğer rivayete göre çocuk sütten kesilinceye kadar kendisine mühlet ve­rilmiştir. Hâdise bir olduğu için bu rivayetlerin birincisi ikincisine mu­vafık olarak te'vîl edilmiştir.

Resûlüllah  (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) kadının velîsine :

«Buna iyî bak!» diye tavsiyede bulunmuştur.

Bu da akrabası gayrete gelip kadına eziyet' etmesinler diyedir. Bir de böyle kötülük işleyen bir kimseye karşı nefret duymak insanların ta­biatında mevcut bir haslet olduğu için kadına acımış ve ona İyi muamele edilmesini istemiştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Zina ve hırsızlık gibi hudûdi şer'iyyeden birini i'tirâf eden kim­seye telkinde bulunmak müstehaptır. İkrarından dönmesi kabul olunur. Çünkü Hudûdi şer'iyye suhulet ve defi' esası üzerine kurulmuştur. Fa­kat insan haklan ile zekât ve keffâret gibi mâîî olan Allah haklan böyle değildir.     Onlarda telkin caiz olmadığı gibi, ikrardan dönme de kabul edilmez.

2- Recmedilerek öldürülen erkek ve kadın için mezar kazılıp ka-zılmıyacağı ihtilaflıdır. İmam Âzam'la,   Mâlik'e ve Ahmed'in   meşhur olan  kavline göre kazılmaz. Katâde, Ebû Sevr, Ebû Yûsuf ve bir rivayette    îmam   Âzam'a göre kazılır. Mâ1ikîIer'den bâzıları beyyine ile recmedilenler için ka-zılacağına, ikrarla recmedilenler için kazılmıyacağına kail olmuşlardır.

Şâfiî1er'e gelince: Bu hususta onlardan üç kavil rivayet olun­muştur :

a) Kadın için mezar kazmak müstehaptır; zîra tesettürüne yardım eder.

b) Mezar kazmak ne müstehaptır, ne de mekruh! Bu iş hükümda­rın ihtiyarına kalmıştır.

c) Kadının zinası beyyine ile sabit olmuşsa müstehap; ikrarla sübût bulmuşsa müstehap değildir. Esah olan kavil.de budur.

3- Recim bilittifak taş, tuğla parçası, kemik ve sopa gibi şeylerle yapılır." Peygamber (Sallcllahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir hadîste:

«Sonra taşlarla recmedilir.» buyurması, taşın şart olduğunu değil, müs­tehap olduğunu bildirmek içindir.

4- Hadd-i şer'i; o günahın keffâretidir.

5- Tevbe ile büyük suçların günahı sakıt olur. Bu hususta müslü-manların icmâı vardır; yalnız katilin tevbesi hususunda" îbni Abbâs (Radiyallahü anh) cumhura muhalefet etmiştir. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir : O halde Muâz (Radiyallahü anh)  ile  Gâmid Ti ka­dın neden tevbe ile iktifa etmemişler de canlarına kıymışlardır?

Cevap: Hadd-i şer'î ile berâet etmek ve günahın sükûtu yüzde yüz­dür. Tevbenin kabulü yüzde yüz malûm değildir; şartlarından bazısı bu­lunmayıp makbul olmayabilir. Bu takdirde günah da bakîdir. İşte Hz. Mâiz ile kadın bu ciheti düşünerek günahlarından berâet İçin yüzde yüz malûm olan yolu ihtiyar etmişlerdir.

6- Sarhoşun ikrarı sahîhdir îmam Mâlik ile Hicaz ulemâsının cumhuruna göre beyyine veya ikrar bulunmasa bile üzerin­de şarap kokusu bulunan kimseye hadd vurulur. İmam Âzam'la Şâfiî'ye ve şâir ulemaya göre sırf koku bulunmakla hadd vurulmaz; zîra kokular birbirine benzeyebilirler; şüphe ile hadd vurulamaz.

7- Gebe kadın çocuğunu doğurmadıkça recmedilmez. Bu hususta çocuğun zinadan veya kocasından olması arasında fark yoktur.    Kadın muhsane değilse kendisine dayak vurulursa da gebe kadın doğurmadıkça kendisine dayak da vurulmaz. Kısas meselesi de böyledir.

8- Kadın muhsane olursa erkek gibi o da recmedilir.

9- İmam Azam'la bir rivayette îmam Mâlik'e göre kadın doğurduktan sonra recmedilir. Çocuğuna süt anne bulması, beklen­mez, îmam Şafiî, İmam  Ahmed, İshâk ve Mâ­likî1er'in meşhur kavline göre çocuğa süt anne bulununcaya kadar kadın  recmedilmez. Süt anne bulunmazsa memeden ayınncaya kadar çocuğunu emzirmesine müsaade edilir.

10- Zânînin tevbesi kendisinden hadd-i şer'îyi ıskat etmez.

11- Recmedilen kimsenin cenaze nama'zı hususunda ihtilâf vardır. İmam Mâlik ile İmam Ahmed    müslümanların reisine ve fazilet sahiplerine bunu mekruh görmüş; onun cenaze namazını başkala­rının kılmasını tensîb etmişlerdir. Cumhûr-u ulemâ böyle bir ayırma yap­mamışlardır.

Zühri: «Recmedilenle intihar eden kimselerin namazı kılınmaz.» demiş; Katâde'de zinadan doğan çocuğun namazı kılınmıyacağına kail olmuştur.

12-  İmam Âzam'la  İmam Ahmed'e göre recim esna­sında müslümanların reisi mutlak surette orada bulunur. Zina beyyine ile sabit olmuşsa şahidler dahî bulunurlar; ve ilk taşı onlar atarlar. Fa­kat zina ikrarla sübut bulmuşsa evvelâ reîs taşlar.

İmam Mâlik ile Şafiî 'ye göre müslümanların reisinin recim yerinde bulunması lâzım değildir.

 

25- (1697-1698) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi Muhammed b. Rumh dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihâb'dan, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe b. Mes'ûd'dan, o da Ebû Hüre > re ile Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den naklen haber verdi ki, şöyle demişler:

Bedevilerden bir zât Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

  Yâ Resûlâllah! Senden Allah aşkına benim için ancak kitâbullah ile hüküm vermeni dilerim!  dedi.' Öteki  hasım —ondan daha anlayışlı olduğu halde—:

  Evet, aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet! Bana da müsâde bu­yur! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Söyle!» dedi. (O zât) :

  Benim oğlum bu adamda çırak idi. Derken karısı ile zina etti. Ben haber aldım ki oğluma recim lazımmış;  hemen onun nâmına  yüz koyunla bir câriye fidye verdim. Bir de ulemâya sordum: Bana oğluma ancak yüz dayakla bir yıl sürgün cezası lâzım geldiğini; bunun karısına da recim îcâbettiğini haber verdiler;    dedi.    Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim Ici, aranızda Al­lah'ın kitabı ile hükmedeceğim!.. Câriye ile koyunlar geri verilecek! Oğ­luna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek! Haydi yâ Uneys! Bunun karısına git! Şayet i'tiraf ederse onu recmediver!»  buyurdular.

Üneys kadına gitti. Suçunu itiraf etmiş. Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellemfde emir buyurdular ve kadın recmedildi.

 

(...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus Jıaber verdi. H.

Bana Amru'n-Nâkıd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İb­rahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Salih'den naklen ri­vayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk, Ma'mer'den rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi Zührî'den bu isnâdla bu hadisin benzerini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhâri «Vekâlet», -Şurût», «Nüzûr» ve diğer birçok bahislerde muhtelif râvilerden tahrîc ettiği gibi sair «Sünen» sahipleri de rivayet etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre vak'a Mescid-i  Nebevi'de geçmiştir. jÇelen zât bede.vî olup söze : «Enşü-dükellahe...» diye başlamıştır.

Neşede : Sesini kaldırarak sordu mânâsına gelir. Burada ondan mu-râd : «Senden olanca sesimle haykırarak Allah için isterim!» demektir, ki Nevevî'nin beyanına göre bu hareket bedevilerin kabalıkların­dan ma'dûdtur. Nitekim arkadaşı ondan daha anlayışlı ve terbiyeli oldu­ğu için müsaade isteyerek söze başlamış ve konuşurken bağırmamıştır. Bu zâtın daha anlayışlı olması ya şer'i meseleleri ötekinden daha çok bil­mesinden,' yahut bu meseleyi ondan daha iyi kavramasındandır.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ancak Allah'ın kitabı ile hüküm verdiğine göre gelen zâtın : «Benim için ancak Kitabullah ile hüküm vermeni isterim!» demesinde ne gibi bir fayda vardır?

Cevâp: Bu zât ulemanın kendisine verdikleri hükmün ne suretle ve­rildiğini anlayamamıştır. Allah'ın kitabı ile hüküm istemesi bundandır. Onun bu isteği Meleklerin  Dâvûd  (Aleyhisselam) 'a :

«Aramızda hak ile hüküm ver!» demelerine benzer. Bundan dolayıdır ki ulemâ, davacının âdil bir hâkime:

«Aramızda hak ile hükmet!» demesinin caiz olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sekeni) de o zâta bu sözü için bir şey dememiştir.

Rivayetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, zina eden çırağın babası, oğluna recim lâzım geldiğini duyunca kadının kocasına yüz koyunla bir câriye vermiş. O bunu herhalde recim kocanın hakkıdır zannı ile yap­mış, fakat ulemaya sorunca iş değişmiş. Onlar hükmü tamamı ile Kita-bullaha uygun şekilde vermişler. Nitekim Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) da aynı hüKmü vermiş; ve koyunlarla cariyeyi kendisine iade et­miştir.

Burada Allah'ın kitabından murâd: Allah'ın hükmüdür. Bâzı ulemâ bunun ;

«Allah o kadınlara çıkar bir yol halk edinceye kadar...» âyet-i ke­rîmesine işaret olduğunu söylemişlerdir. Bu âyetteki çıkar yolu Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) evliler hakkında «recim» diye tefsir etmiş­tir. Bâzılarına göre Kİtabullahdan murâd : Koyunlarla câriye mukabilin­de yapılan anlaşmanın bozulmasıdır; zîra bu anlaşma bâtıldır.

Baba oğlunun zinasını i'tirâf ederken oğlunun da orada olduğu an­laşılıyor. Çünkü hadîsin bir rivayetinde babanın oğluna işaretle : «Şu oğlum bu adamın karısı ile zina etti.» dediği tasrîh edilmiştir. Gerçi ba­banın oğlu nâmına ikrarı kabul edilmezse de hadîs evvelâ oğlunun i'tiraf ettiğine hamlolunmuştur.  Orada  bulunduğu halde ses çıkarmaması  itirafına karinedir. Yahut bu bir fetvadır; yâni : «Oğlun bekâr olduğu hal­de zina etti ise kendisine yüz değnek vurulacak, bir yıl da sürgün edi­lecek.» demektir. Zina eden çırağın bekâr olduğu dahî bir rivayette tas­rîh edilmiştir.

Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Seilem) çırağın hükmünü bildirdikten sonra :

«Haydi yâ Uneys! Bunun karısına git! Şayet i'tiraf ederse onu recme-diver!» buyurmuştur. Bu Üneys'in kim olduğunda ihtilâf edilmiştir. Meşhur kavle göre Üneys b. Dahhâk El-Eslemî 'dir. Zîna eden kadın da    Benî   Eşlem    kabîlesindenmiş.

Zina haddi tecessüsle sabit olmaz; o halde Hz. Üneys'in gonde-rilmesindeki hikmet nedir? Bu sualin cevabını ulemâ şöyle vermişlerdir : Bundan maksat, bu adamın kadına zina isnadında bulunduğunu ona ha­ber vermektir. Zira haksızsa, kadın ona hadd-i kazif denilen cezanın ve­rilmesini isteyebilir; yahut affeder. Haklı olarak isnadda bulundu ise zi­nasını itiraV eyler; ve recmolunur. Filhakika Hz. Üneys kadına gi­derek haber vermiş; o da zinasını i'tîrafla recmolunmuştur.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Seîiem) zamanında  ondan  başkası­na fetva sormak caizdi.

2- Bir âlimin kendinden daha büyüğü bulunan yerde fetva vermesi caizdir.

3- Fâsid anlaşma merdûddur. Böyle bir anlaşma ile mal almak bâ­tıldır; iadesi gerekir.

4- Şer'î haddler fidye kabul etmez.

5- Muhsan  (evli) kimseye recimle birlikte dayak vurulmaz.

6- Bekâr zânîye dayakla sürgün cezası tatbik edilir. Şâfiî1er'in mezhebi budur. İmam Âzam'a göre sürgün edilmez. Çünkü buna kail olmak nass üzerine ziyâde demek olur. Halbuki haber-i vahidle nass üzerine ziyâde nesih sayılacağından caiz değildir.

7- Dışarıya çıkmayı  âdet  edinmeyen  kadın, mahkemeye  gelmesi için mecbur edilmez. Hüküm için hâkim onun bulunduğu yere gider.

 

6- Zimi Olan Yahudilerin Zina Sebebi İle Recmedilmesi Babı

 

26- (1699) Bana Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şuayb b. İshak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize UbeyduIIah, Nâfi'den naklen haber verdi. Ona da Abdullah b. Ömer haber vermiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe zina etmiş bir yahudi erkekle bir yahudi ka­dın getirmişler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Setlem) kal­karak yahudilere gelmiş ve:

«Zina eden bir kimseye siz Tevrat'ta ne (ceza) buluyorsunuz?» diye sormuş. Yahudiler:

  Yüzlerini karaya boyar; kendilerini yük üzerine bindirir; yüzle­rini birbirlerine ters döndürürüz ve (sokaklarda) dolaştırılırlar! demişler.

«Doğru söylüyorsanız o halde Tevrat'ı getirin!» buyurmuş. Yahudiler hemen Tevrat'ı getirerek okumuşlar. Recim âyetine gelince, okuyan genç elini recim âyetinin üzerine koymuş ve onun evvelindekini ve sonunda-kini okumuş. Abdullah b. Selâm —ki ResûlüllahfSallallahü Aleyhi ve Sellem) le birlikte bulunuyormuş. (Efendimize) :

  Buna emir buyur da elini kaldırsın!  demiş. Yahudi elini kaldı­rınca bakmışlar ki altında recm âyeti  var!     Bunun  üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her ikisi için de emir vererek recmedilmişler. Abdullah b. Ömer:

  Ben de onları recmedenler arasında idim. Yemin olsun yahûdînin kadını kendi vücudu ile koruduğunu gördüm! demiş.

 

27- (...) Bize Züfaeyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs­mail (yâni İbni Uleyye), Eyyûb'dan rivayet etti. H.

Bana £bû't-Tâhir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana ehl-i ilimden bâzı zevat haber verdi ki, Mâlik b. Enes de onlardan biridir. Onlara da Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber vermiş ki, Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) zina sebebi ile iki yahudiyi recmetmiş. Zina eden bir erkekle bir kadını! Yahudiler onları Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'e getirmişler...

Kaviler hadîsi yukarı ki hadîs gibi nakletm işlerdir.

 

(...) Bize Ahraed b. Yûnus da rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mûsâ b. Ukbe, Nâfi'den, o da İbni Ömer'­den naklen rivayet etti ki, yahudiler içlerinden zina eden bir erkekle bir kadını Rcsû\üUah(Sa!laHahü Aleyhi veSellem) 'e getirmişler...

Kavi hadîsi, Ubeydullah'ın Nâfi'den rivayeti tarzında nakletnıiştir.

 

28- (1700) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, ikisi birden Ebû Muâviye'den rivayet ettiler. Yahya (Dedi ki) : Bize Ebû Mu-âviye A'meş'den, o da Abdullah b. Mürra'dan, o da Berâ' b. Âzib'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:

Peygamber (Salîallahii A leyhi ve Sellem) 'in yanına yüzü kömürle karar­tılmış, dayak vurulmuş bir yahudi getirdiler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve 5W/&7i)yahudileri çağırarak :

«Siz zina eden kimsenin haddini (cezasını) kitabınızda böyle mi bu­luyorsunuz?» diye sordu.

  Evet! dediler. Müteakiben onların âlimlerinden birini çağırdı; ve: «Sana, Tevrat'ı Musa'ya İndiren Allah aşkına soruyorum! Zina edenin

haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?»  dedi. O:

  Hayır! Eğer bana bu sözle sormasa idin sana haber vermezdim! Biz onu recim buluyoruz; lâkin bu iş eşrafımız arasında çoğaldı. Artık o hale geldik ki, şerefli birini yakalarsak onu bırakıyoruz;  zayıfı yaka­larsak ona haddi vuruyoruz. Dedik ki: Geliniz soyluya da, soysuza da tatbik edeceğimiz bir şey üzerine ittifak edelim! Ve kömüre boyamakla dayak vurmayı recmin yerine koyduk. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Allohıml Senin emrini onlar öldürdükte ilk ihya eden benim!» buyurdu; ve emir vererek yahudi recmolundu.    Derken Allah   (Azze ve)

(Ey Peygamber! Küfre şitâb edenler seni mahzun etmesin!..) [4] âyeti kerîmesini: «Size bu getirilirse onu hemen alın!» kavline   kadar   indirdi.

Buyuruyor ki: M ilhanını e d (Sallallahü\A leyhi ve Sellem) 'e gidin! Şayet size kömürlemekle dayağı emrederse onu alın! Ama recimle fetva verirse sakının!.. Az sonra Allah Teâlâ:

«Her kim Allah'ın indirdiği (kitab) ile hükmetmezse işte onlar kâfir­lerin ta kendileridir.» «Her kim Allah'ın indirdiği (kitab) ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendleridir.» [5] «Her kim Allah'ın indirdiği (kitab) ile hükmetmezse iste onlar fâsiklerin tâ kendileridir.» [6] âyetlerini indirdi. Bunların hepsi kâfirler hakkındadır.

 

(...) Bize İbni Nümeyr ile Ebû Saîd El-Eşecc rivayet ettiler. (Dedi­ler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş bu isnâdla bu ha­disin mislini: -Ve emir vererek yahudi recmolundu.» cümlesine kadar rivayet etti. Ama ondan sonra âyetin inmesi kısmını anmadı.

 

28- (1701) Bana Hârûn b. Abdillâh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhanımed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi: Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş:

— Peygamber (SaJlaUahu Aleyhi ve Sellem) Eşlem (kabilesin) 'den bir adamla, yahudîlerden bîr erkek ve kadınını [7] recmetti.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Yalnız o: «Bir de kadın» demiştir.

 

29- (1702) Bize Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhtd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Eş-Şeybânî rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Abdullah b. Ebî Evfa'ya sordum. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Mtishir, Ebû İshâk Eş-Şeybânî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Abdullah b. Ebî Evfa'ya:

Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hiç recim yaptı mı? diye sor­dum.

  Evet! cevabım verdi.

  Nûr sûresi indirildikten sonra mı, ondan önce mi? dedim.

  Bilmiyorum! dedi.

Abdullah b. Ömer hadîsim Buhâri «Menâlub» ve «Muharibin» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Hu-düd»da; Nesâî «Recin» bahsinde; Abdullah b. Ebî Evfa hadîsini Buhâri «Hudûd»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Resûlüllah(Saltaltahü Aleyhi ve Settem) 'in yahudilere :

«Zİnâ eden bir kimseye siz Tevrat'ta ne (ceza) buluyorsunuz?» dîve sorması onların yolundan gitmek yahut bu hükmü onlardan öğrenmek için değil, onları kendi inançları ile ilzam içindir. îhtimâl yahudilerin Tevrat 'taki recim âyetini değiştirmediklerini ya vahiyi sureti ile ya­hut yeni müslüman olan Yahudilerden işitmekle haber almıştı. Âyeti giz­ledikleri vakit de tunu Uliyordu.

Nevevî diyor ki: «Bu iki yahudi nasıl recmedildi; beyyine ile mi yoksa ikrarla mı? denilirse biz de deriz ki; zahire göre ikrarla recme-dilmişlerdir. Filhakika Ebû Dâvûd'un «Sünen»inde ve daha baş­ka eserlerde vârid olduğuna göre dört şâhid bunların aleyhine şehadet etmiş; erkeğin zekerini kadının fercinde gördüklerini söylemişlerdir. Şa­yet bu doğru ise şahidler müslüman oldukları takdirde mesele açıktır. Fakat şahidler kâfir iseler onların şehadetine i'tibar yoktur. O halde zi­nayı i'tiraf ettikleri teayyün eder.»

Hadîste zikri geçen    Abdullah1 b.    Selâm   (Ead aslen yahudi olup Benî Kaynuka' kabilesine mensuptur. Müs­lümanlığı kabul etmiş ve Ensara yardımcı olmuştur. Resûlüllah (Saltellahü Aleyhi ve Sellem) tarafından cennetle müjdelenmiş; ve Hz. Muâviye zamanında kırk üç târihinde    Medine 'de vefat etmiştir.

Elini Tevrat 'taki recm âyetinin üzerine koyarak onu gizlemeğe çalışan yahudinin adı Abdullah b. Sûryâ (yahut Sıvriyâ) dır. Son hadîsteki   Nur   sûresinden murâd:

«Zînâ eden erkekle kadından her birine yüz dayak vurun!» âyet-i kerîmesidir. Recim bu âyetin inmesinden sonra yapılmıştır. Nûr sû­resi îfk hâdisesinden sonra dördüncü, beşinci veya altıncı yılda inmiştir. Recimde Hz. Ebû Hüreyre de bulunmuştur. Onun müslüman-lığı kabulü yedinci yılda olmuştur.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler 

 

1- İmam Şafiî ile îmam Ahmed bu hadîsle istid­lal ederek: «Muhsan olmak için îslâm şart değildir.» demişlerdir.   Hanefî1er'den İmam Ebû   Yûsuf'un kavli de budur.   îmam Muhammed'e jgöre ise muhsan olmanın şartlarından biri de İslâm-dir; zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah'a şirk koşan kimse muhsan değildir.» buyurmuştur. bu hadîs-deki recim Kur'ân-ı Kerîm 'deki Ce1d âyeti inmezden önce Tevrat hükmüne göre verilmiş; sonra   Ce1d âyeti ile neshedilmiştir.

2- Kâfire zina haddini tatbik etmek vaciptir.

3- Kâfirler şeriatın furuu ile muhâtabtırlar. Bu mesele ulemâ ara­sında ihtilaflıdır. Bazıları: «Kâfirler şeriatın aslı ile muhatab olup te­ferruatı ile mükellef değillerdir.» demiş; bir takımları da emirlerle mu­hatab olmayıp sadece nehîlerle mükellef olduklarını söylemişerdir.

4- Nevevî'nin beyanına göre küffâr müslüman mahkemelerine müracaat ederlerse dâvaları bizim şeriatımıza göre halledilir. Mamafih bu mesele de ihtilaflıdır. Hicaz ve Irak ulemâsından bir cemaa­ta göre hâkim muhayyerdir: İsterse aralarında İslâm'a göre hüküm ve­rir; dilerse o dâvaya bakmayabilir.  İmam   Mâlik 'in mezhebi bu olduğu gibi, îmam Şafiî'nin dahî bir kavli budur. Mezkûr kavil Atâ ,  Şa'bî ve îbrâhim  Nehaî 'nin de mezhebidir.

Zührî : «Sünnet, zimmüeri hukuk, muamelât ve miraslarında kendi dinlerine reddetmektir. Meğer ki, bizim hükmümüze rağbet göste­rerek gelmiş olsunlar! O zaman aralarında Allah'ın kitabı ile hükmederim» demiştir.

Bâzı ulemaya göre küffâr müslüman mahkemesine müracaat eder­lerse hâkimin mutlaka Allah'ın hükmü ile amel etmesi îcab eder. Onlar bu husustaki muhayyerliğin neshediîdiğine kaildirler. Zührî ile Ömer b. Abdilâzîz'in kavilleri bu olduğu gibi Hanefîler'in mezhebi ve İmam Şafiî 'nin bir kavli de budur. Yalnız İmam Âzam (Rahimehullah) : «Müslüman mahkemesine, kâfir karı-koca beraber gelirlerse aralarında adaletle hüküm vermek îcâb eder; yal­nız kadın gelir de kocası razı olmazsa hâkim hüküm veremez.» demiş; imâmeyn ise hüküm verebileceğine kail olmuşlardır.

 

30- (1703) Bana îsâ b. Hammâd El-Mısri rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, ki onu şöyle derken işitmiş: Ben Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem):

«Birinizin cariyesi zina eder de zinası sübut bulursa ona (lâyık olan) haddi vursun! Ama (suçunu) başına kakmasın! Sonra yine zina ederse ona (lâyık olan) haddi vursun! Fakat (suçunu) başına kakmasın! Sonra üçün­cü defa tekrar zina eder de zinası sübût bulursa artık onu velev kıldan bir İp mukabilinde olsun salıversin!» buyururken işittim.

 

31- (...) Bize Ebû Bekir b, Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim hep bîrden tbni Uyeyne'den rivayet ettiler. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr El-Bursânî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Hassan haber verdi. Bunların ikisi de Eyyûb b. Musa'dan rivayet etmişlerdir. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbni Nümeyr, Ubeydullah b. Ömer'den rivayet ettiler. H.

Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Üsâme b. Zeyd rivayet etti. H.

Bize Hennâd b. Seriy ile Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim de Abde b. Süleyman'dan, o da Muhammed b. İshâk'dan naklen rivayet ettiler. Bu râvilerin hepsi Said El-Makburî'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Pey­gamber (Sallaîlahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayette bulunmuşlardır.

Şu kadar var ki İbni İshâk kendi hadîsinde: «Saîd'den, o da baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallchü A leyhi ve Sellem) den naklen üç defa zina ettiği vakit cariyeye dayak atılması hususun, da:   «Sonra dördüncüde onu satsın!»   demiştir.

 

32- (...) Bize Abdullah b. Meslemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Mâlik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklettiği şu hadîsi okudum:

Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e muhsan olmayan câriye zina ederse hükmü ne olacağı sorulmuş.

«Zina ederse ona dayak vurun! Sonra yine zina ederse dayak vurun! Sonra tekrar zina ederse dayak vurun! Sonra onu velev bir dafİr muka­bilinde olsun satın!» buyurmuşlar.

İbnî Şihâb: «Üçüncüden sonra mı, dördüncüden sonra mı bilmiyorum.» demiş. Ka'nebî kendi rivayetinde şöyle demiştir:     «İbni Şihâb: Dafır iptir, dedi.»

 

33- (1704) Bize Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Mâlik'i sonlan söylerken işittim: Bana İbni Şihâb, Uİbeydullah b. Abdİllâh b. Utbe'den, o da Ebû Hüreyre ile Zeyd b. Hâlid El-Cüheni'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallailafıü Aleyhi ve Sellemye cariyenin hükmü sorulmuş...

Râvi yukarıki iki râvuıin hadîsi gibi rivayette bulunmuş; fakat İbni Şihâb'ın : «Dafîr iptir.» sözünü anmamıştır.

 

(...) Bana Amru'h-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İb­rahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Salih'den rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. Bu râvilerin ikisi de Zührî'den, o da Ub ey dul] ah'dan, o da Ebû Hüreyre ile Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den, onlar da Peygamber (Salîallahü Aleyhi veSellem)den Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Her ikisinin hadisinde şek, cariye­nin üçüncüde mi yoksa dördüncüde mi satılacağı hususundadır.

Bu rivayetleri Buhâri «Büyü» ve «Muharibin» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile îbni Mâce «Hudûd»da; Nesâî «Recm» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Zina yâ itirafla yahut görerek şehâdet etmekle sübût bulur. Bazı­ları şer'î cezalarda hâkimin —kendisi biliyorsa— hüküm verebileceğini söylemişlerdir.

Başa kakmak, cariyenin aybını yüzüne vurarak onun bütün kusur­larını sayıp dökmekle olur. Bu da ona sözle eziyyet olacağı için menedilmistir. Hattâbî'ye göre hadîsten murâd : Sâdece suçunu başına kakmakla iktifa etmeyip dayak da vurmaktır.

Kıldan yapma bir ip mukabilinde bile olsa satılmasının tavsiye bu-yurulması zâniye cariyeyi elden çıkarmaya mübâlega sureti ile teşvik içindir. Yâni ne kadar az paraya satılırsa satılsın, elden çıkarıp ondan uzaklaşmaya çalışmalıdır. Zira zina câriye hakkında büyük bir kusur­dur. KÖIe hakkında ise Hanefî1er'e göre âdet edinmemek şartı ile kusur sayılmaz. îmam Mâlik (Rahimehullah) zinayı câriye ve kölenin her ikisi hakkında da kusur saymıştır. İmam Ahmed 'îe, îshâk'm ve Ebû Sevr'in mezhepleri de budur. İmam Şâfiî'ye göre fiyatı düşüren her şey kusurdur.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Madem ki zina eden cariye­yi satarak elden çıkarmak, ondan uzaklaşmak lâzımdır; o halde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun satılmasını neden emir buyurmuş­tur. Satın alan müsîümamn da ondan arınması gerekmez mi?

Cevap: tkinci sahibinin heybeti ile yahut iyilikle onu yola getirmesi me'muldür. İhtimâl onu evlendirir de câriye bu suretle namuslanır. Ya­hut bizzat onu iffet sahibi yapmaya çalışır.

Görülüyor ki, İbni Şihab (Zührî) cariyenin üçüncü zinadan mı yoksa dördüncüden mi sonra satılacağında tereddüt etmiştir. Fakat Ebû Saîd-i Makburî üçüncüde satılacağını kat'iyetle söyle­miştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Zina eden câriye ve köleyi satmak caiz hatta Zahirîler'e göre vaciptir.

2- Zina eden câriye muhsane (evli) olsun olmasın onun şer'i cezası iayaktır. Kendisine elli sopa vurulur.   Ebû   Hanîfe,   Mâlik Şafiî ve îmam  Ahmed'in kavilleri budur.

Fâide: Zina eden bir kimsenin recmedilmesi (yâni taşlayarak öldü­rülmesi) için yedi şart vardır. Bunları evvelce görmüştük. Burada da bihnünasebe tekrarlayalım. Bu şartlar: Hür olmak, âkil baliğ ve müs-lüman olmak, cinsî münâsebet, bu münâsebetin sahîh nikâhla yapılması ve cima zamanında muhsan bulunmaktır. Yalnız imam Şafiî ile îmam Ahmed'e Hanefîler 'den İmam Ebû Yûsuf'a göre recm için İslâm şart değildir. İmam Mâlik ile Küfe ulemâsına göre cariyenin muhsane olması müslümanljğı iledir.

3- Zina tekrarlandıkça cezası da tekrarlanır. Meğer ki, son zinaya kadar hadd-i şer'î tatbik edilmemiş olsun!  Bu takdirde  bütün zinaları için bir hadd tatbik edilir.

4- İmam Mâlik 'le  İmam Şafiî ve İmam  Ahmed'e göre köle ve cariyenin cezasını sahipleri verir.   İmam  Âzam'-la diğer bazı ulemâ bu cezanın hâkim tarafından verileceğine kail olmuş­lardır.

5- Fâsik ve âsîlerle düşüp kalkmaktan kaçınmalıdır.

6- Bazılarına göre kıymetli bir malı az para mukabilinde satmak caizdir.

7- Satılan malın kusurunu müşteriye söylemek îcab eder.

8- Hadisin bir rivayetinde muhsan olmayan cariyeye ceza olarak dayak vurulması emrolunmu'ştur. Bunun mefhumu muhalifinden muhsan cariyenin recmedileceği anlaşılırsa da burada bu mânâ kasdedümemiştir. Çünkü   Kur'ân âyeti bunun hilafını bildirmiş:

«Cariyeler muhsan olurlar da yine fahişelik ederlerse onlara hür muh­san kadınlara olan azâbtn yarısı vardır.» buyuru İm ustur. Şu halde hadîs, muhsan olmayanlara dayak vurulacağını, âyet de muhsan cariyelere da­yak vurulacağını bildirmektedir. Gerçi hür kadınlara verilen ceza recim olduğuna göre cariyelere onun yarısı düşerse de recim yarılanmayı yâni bölünmeyi kabul etmez. Binâenaleyh her iki delille amel ederek cariye­lerle kölelere dayak cezası verilir.

Seleften bir cemâat: «Köle ve cariyelerden evli olmayanlara hadd vurulmaz... demişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallaluı anh) ile Ta­vus, Atâ, îbni Cüreyc ve Ebû Ubeyde 'nin kavil­leri budur.

 

7- Nifaslıdan Haddin Te'hiri Babı

 

34- (1705) Bize Muhammed b. EM Bekir El-Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Ebû Dâvûd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zaide, Süddî'den, o da Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû Abdirrahmân'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) :

AH hutbe okuyarak şunları söyledi: Ey nâs! Memlüklerinize, muh-san olsunlar olmasınlar, haddi tatbik edin! Zîra Resulü! la h (SallallahU Aleyhi ve Sellemyin bir cariyesi zina etti de, ona dayak vurmamı bana em­retti. Bir de baktık yeni nifâs olmuş. Ben ona dayak vurursam Öldürü­rüm dîye korktum; ve keyfiyeti Feygamber(SallaUalıü Aleyhi ve Sellemfe an­dım. Bunun üzerine:

«İyi ettin!» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem haber verdi. (Dedi ki) : Bize İsrail, Süddî'den bu isnâd-la rivayet etti. Yalnız «Memlüklerden muhsan olanı da olmayanı da» cüm­lesini zikretmedi. O hadîste: «İyileşinceye kadar onu bırak!» cümlesini ziyade etti.

Bundan önceki bâbda gördük ki İmam Mâlik'in îbni Şihâb-ı Zührî 'den rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radryallahu anh) hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e muhsan olmayan câriye zina ederse hükmünün ne olacağı sorulmuş; o da dayak vurulaca­ğını bildirmiş. Bu hadîste ise zina eden câriye ve kölelere —muhsan ol­sun olmasın— dayak vurulacağı beyan ediliyor. Zahiren iki rivayet ara­sında bir çelişme var gibi görünüyorsa da hakikatte aralarında hiç bir münâfât yoktur. Şöyle ki: îmam Mâlik'in rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsi muhsan olmayan cariyenin hükmünü bildiriyor. Bu hüküm dayaktır. Muhsan olan cariyenin hükmünü de

«Cariyeler muhsan olurlar da bir fahişelik ederlerse, onlara muhsan olan hür kadınlara verilecek azabın yarısı vardır.» [8] âyet-i kerîmesi be­yân ediyor; bu hüküm de dayaktır. Şu halde evlenerek muhsan olan câ­riye ile evlenmemiş, muhsan olmayan cariyenin ikisine de dayak cezası verilecek demektir ki Hz. A1î'nin hutbesinde beyan ettiği de budur.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Zina cezası hususunda evli câriye ile bekâr câriye arasında bir fark olmadığına göre âyet-i kerîmede :

«Cariyeler muhsan (evli) olurlarsa...»diye takyîd buyurulmasının hik­meti nedir?

Cevap: Âyet-i kerime cariyeye —evli de olsa— hür kadına vurula­cak dayak cezasının yarısı vurulacağını tenbîh etmektedir. Çünkü yarı­ya bölünmek ancak dayak cezasında mümkündür: Recmin yarısı olmaz. Binâenaleyh âyetten recim kasdedilmediğinde şüphe yoktur. İşte âyetten murâd evli cariyeye yarım recim cezası olacağı vehmine düşülmemesi için «Evli cariyeler» kaydı ile hüküm beyan edilmiştir. Evli câriye zina ederse kendisine dayak cezası verileceğinde bütün ulemâ müttefiktirler.

Bu hadîs-i şerif nifâsh ve hasta kadınların cezası, iyileşinceye kadar tehir edileceğine delîld?r.

 

8- Şarabın Haddi Babı

 

35- (1706) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katâde'yi, Enes b. Mâlik'-den naklen rivayet ederken dinledim ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e şarap içmiş bir adam getirmişler de ona iki hurma dalı ile kırk kadar dayak vur (dur) muş. Enes:

  Bunu Ebû Bekir de yaptı. Ömer halife olunca insanlarla istişare etti de Abdurrahmân :

  Hududun en hafifini seksen (değnek)'i vur! dedi. Bunun üzerine Ömer de onu emretti; demiş.

 

(...) Bize Yahya b. Habîb El-Hârisî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni'l-Hâris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde rivayet etti. (Dedi k) : Enes'i:

— ResûlüUah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e bir adam getirdiler... der­ken işittim. Râvi hadisi yukanki gibi zikretmiştir.

 

36- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti ki, Nebiyyullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şarap hakkında hurma dalları ve ayakkaplan ile had vurmuş. Sonra Ebû Bekir 40 değnek hadd vurmuş. Ömer halîfe olup in­sanlar verimli yerlere ve köylere sarkınca:

  Şarabın haddi hususunda ne diyorsunuz? diye sormuş. Abdurrah-mân b. Avf:

  Onu cezaların en hafifi gibi yapman fikrindeyim; demiş. Enes: Ömer de 80 değnek hadd vurdu; demiş.

 

(...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm bu isnâdla bu hadisin mislini rivayet etti.

 

37- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vckî' Hişâm'dan, o da Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şarap için ayak kapları ve hurma dalları ile 40 değnek (hadd) vururmuş...

Bundan sonra râvi yukarıdakilerin hadisi gibi rivayette bulunmuş yalnız «verimli yerlerle köylere» cümlesini anmamıştır.

Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbni Mâce   «Hudûd» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Bu bâbtaki hadîslerin mecmuundan anlaşılıyor ki, şarap içen kimsenin cezası Peygamber (SaUaîtahü A leyhi ve Sellem) ve Hz. Ebû Bekir devirlerinde kırk kadar sopa imiş. Buna Ömer (Radiyallahu anh) zamanında da bir müddet devam edilmiş. Fakat fütuhat genişleyip Şam ve Irak gibi zengin beldeler müslümanîarm eline geçince halk su boylarına, mahsuldar topraklara yerleşmiş, bağ ve bahçeler ço­ğalmış; şarap içenlerin sayısı da artmış. Bunun üzerine Hz. Ömer on­ları ellişer sopa vurmak sureti ile cezalandırmağa başlamış. Bunun da te'sîri görülmeyince dayak adedini altmışa, nihayet seksene çıkarmış. Buhâri şârihi Aynî: «Eğer Ömer (Radiyallahu anh) bu zamana yetişse idi onlara bunun kat kat fazlasını vururdu!» diyor!

Hz. Abdurrahman'in içki cezasının şer'î haddlerin en hafifi gibi verilmesini istemesi, bu hususta henüz tekarrur etmiş bir dayak sa­yısı bulunmadığındandır. Ömer (Radiyallahu anh) bu hususta ashâb-ı kiramla istişare etmiş: Hz. Abdurrahmân b. Avf bu ceza­nın hudûdi şer'iyyenin en hafifi gibi olmasını teklif etmiştir. Kurân-ı Kerîm'de bildirilen şer'i cezalar: Hırsızın eli kesilmesi, zina eden (gayri muhsan) bir kimseye yüz değnek vurulması, zina iftirasında bulunanlara seksen değnek vurulmasıdır. Bunların içinde en hafifi sek­sen değnek vurmaktır.

Bu makamda Hz. AIi (Radiyallahu anh) da fikrini beyan etmiş ve; «Bir kimse şarap içerse sarhoş olur; sarhoşladı mı saçmalar; saçmaladı mı iftira eder. Müfterinin cezası ise 80 değnektir.» demiştir. Böylece içki cezasının 80 değnek olacağı hususunda Hz. Ömer zamanında saha-be-i kiram icmâ' etmişlerdir.

Tabiîn ile cumhûr-u fukaha da aynı yoldan yürümüşlerdir. Gerçi bu hususta bazı muhaliiler bulunmuşsa da cumhurun karşısında bunların görüşü şâzz bir fikir gibi kalmıştır. İbni Mes'ûd (Radiyallahu anh) bu bâbda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Bir şeyi müslümanlar iyi görürse o Allah indinde de iyidir.» hadîsini hatırlatmıştır. Bir de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benim sünnetime ve benden sonra hulefâyı râşidînin sünnetine sa­nlın!» buyurmuştur.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şarap içmek bilicmâ' haramdır. İçene hadd vurmak îcâb eder. Az veya çok içilmesi hükmen müsâvîdir.

Şarap içen kimse öldürülmez. Velev ki tekrar tekrar içmiş olsun. Tirmizî ile ulemâdan bir cemaat bu hususta icmâ' nakletmişlerdir. Kaadî Iyâz   şâzz bir taifenin : «Şarap içen kimse dördüncü defadan sonra öldürülür.» dediklerini nakletmişse de Nevevî bu sözün icmâ-ı sahabeye muhalif ve bâtıl olduğunu söylemiş; bu hususta vârid olan hadîs hakkında da : «Bu hadîs mensuhtur; bir cemaat icmâin onun mensuh olduğuna delâlet ettiğini söylemişlerdir.» demiştir.

2- îçki haddinin mikdârı ihtilaflıdır. İmam   Şafiî  ile  İmam Ahmed,    îshâk   ve Zahirîler'e göre kırk kırbaçtır.

Hasan-ı Basrî, Şa'bî, İmam Mâlik, Hane­fî1er ve bir rivayette İmam Ahmed 80 kırbaç olacağına ka­ildirler. Bu kavil Hz. Alî, Hâlid b. Velîd ve Muâviye Ebî Süfyân (Radiyaliahû anhûm) hazerâtından da rivayet olunmuştur. Ebû Ömer: «Selef ve halef ulemâsının cumhuru içki cezasının 80 kırbaç olduğuna kaildir. İmam Mâlik, Sevrî, Evzâî, Ubeydullah b. Hasen, Hasen b. Hay, îshâk ve İmam Ahmed Jin kavilleri bu olduğu gibi, Şa­fiî 'nin iki kavlinden biri de budur...» demiştir. Nevevî'nin beya­nına göre İmam Şafiî 'nin mezhebi içki haddinin kırk kırbaç ol­masıdır. Ondan yukarısı ta'zîrdir. Hâkim dilerse 80 dayak vurabilir; is­terse kırk ile iktifa eder.

3- Kıyâs caizdir.    Hâkim   ve müftînin hüküm hususunda ya-nındakilerle istişare etmesi müstehaptır.

4- Ulemâ «iki hurma dalı ile ona kırk kadar sopa vurdu» cümle­sinin mânâsı üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu dallarla ayrı ayrı kırk sopa vurduğuna kail olmuş; şarabın cezası 80 sopadır» diyenler, dal­lan bir araya getirerek kırk defa vurduğunu, bu suretle sopaların sayısı yine sekseni bulduğunu söylemişlerdir.

5- Şarabın hadd-i hurma dalı, ayakkabı gibi şeylerle bilittifak vu­rulabilir. Kamçı ile caiz olup olmadığı ise ihtilaflıdır. Bunu caiz gören­ler kamçının hacminin sopa ile kamış arası orta kalınlıkta olması lâzım geldiğini söylemişlerdir. Hurma  dalı gibi şeyler dahi yaşla kuru arası mu'tedil olmalı keza vuruşlar orta şiddette yapılmalı, vuran kimse eline başından yukarı kaldırmamalıdır.

 

38- (1707) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve Aliy b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Uley-ye), İbni Ebî Arûbe'den, o da Abdullah Ed-Dânâc'dan [9] naklen rivayet etti. H.

Bize tshâk b. İbrahim El-Han zait de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Hammâd haber verdi. (Dedi ki) : Bize Abdül-aziz b. Muhtar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Âmir Ed-Dânâc'ın âzâd-hsı Abdullah b. Feyrûz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hudayn b. Münzir [10] Ebû Sâsân rivayet etti.  (Dedi ki) :

Osman b. Affân'a şâhİd oldum. Kendisine Velid getirilmişti. Velîd sabah namazını iki rek'at kıldırmış; sonra : Size daha ziyâde edeyim mî? demişti. Onun aleyhine iki zât şehâdet etti. Biri Humran olup şa­rap içtiğine; diğeri de onu kusarken gördüğüne şehadette bulundu. Bu­nun üzerine Osman:

  Bu adam şarabı içmese kusmazdı!  dedi. Ve : Yâ Ali!   Kalk da şuna dayak vur! emrini verdi. Alî de:

  Kalk yâ Hasan şuna dayak vur! dedi. Hasan :

  Sen onun cefâsını, sefasını sürene  yükle!  dedi.  Galiba Osman'a dargındı. Nihayet Alî:

  Yâ Abdullah b. Ca'fer! Kalk da şuna dayak vur! dedi. O, dayağı vurdu. Alî de sayıyordu. Kırka varınca :

  Kes!  dedi. Sonra şunları söyledi. Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) kırk değnek (hadd) vurdu.    Ebû Bekir de kırk değnek vurdu, Ömer ise 80 değnek vurdu. Bunların hepsi sünnettir. Ama bence bu da­ha makbuldür.

Aliy b. Hucr kendi rivayetinde şunu ziyâde etti: «İsmail (Dedi kî) : Ben ondan Dânâc'ın hadîsini de dinledim ama onu bellemedim.»

Bu hadîste bahsi geçen Ve1îd , Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt 'tır. Küfe 'de vâlî bulunuyordu. İçki içer, kötü ahlâklı bir adamdı. Küfe 'de sabah namazını dört rek'at kıldırmış; sonra cemaa­te dönerek:

«Size ziyade edeyim mi?» demiş. İlk saftaki cemaat:

— Sen bize vali olalı ziyâdeye devam ediyoruz! Bize daha neyi zi­yâde edeceksin? Allah hayrını vermesin! demişler ve cemaat kendisini mescidin {akılları ile taşlamıştı. Bu mesele Kûfe'ye yayılmış; nihayet Hz. Osman Veli d'i huzuruna getirtmeye mecbur olmuştu:

«Ey mü'minler! Size bir fâsik bîr haber getirirse (hakikatini) soruş­turun!» [11] âyet-i kerimesi bu zât hakkında nazil olmuştur.

Hadîs-i şerifin mânâsı şudur: Ve1îd'e hadd-i şer'î lâzım gelince, o gün halife bulunan Hz. Osman bu işi Hz. A1î'ye havale ede­rek ona ikramda bulunmuş. «Haddi sana bırakıyorum; kime istersen em­ret de vursun!» demek istemişti. Alî (Radiyallahu anh) bunu kabul ede­rek dayak vurmayı Hasan'a teklif etmiş; fakat o Hz. Osmân'a dargın olduğu için dayak vurmaya yanaşmamış: «Sen onun cefâsını, se­fasını sürene yükle!» demişti.

Bu cümle Arapların bir ata sözüdür. Esmaî'nin beyânına göre mânâsı: «Onun pisliklerini, lezzetlerinden istifâde edene havale et!» de­mektir, ki zamir hilâfet ve vilâyete âiddir. Yâni Osman (Radiyallahu anh) ve yakınları hilâfetin ni'metlerinden nasıl istifâde ediyorlarsa dayak vurmayı da kendileri yapsın! demek istemiştir.

Hârr: Kötü ve şiddetli; Kaar da : Soğuk güzel ve afiyetti mânâla­rına gelirler- Nihayet Abdullah b. Ca'fer dayak vurmayı kabul etmiş; Hz. Alî de başında bulunarak dayak adedini saymıştır. Sayı kırka baliğ olunca «Kes!» diyerek durdurmuş; ve: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kırk sopa hadd vurdu; Ebû Bekir de kırk so­pa vurdu; Ömer seksen dayak vurdu. Bunların hepsi sünnettir; ama ben­ce bu daha makbuldür.» demiştir.

Görülüyor ki. Hz. A1î burada Ve1îd'e kırk sopa vurdunnuş-tur. Halbuki «Sahîh-i Buhâri-de Abdullah b. Adiy'den riva­yet olunduğuna göre Alî (Radiyallahu anh) aynı kaziyyede seksen da­yak vurdurmuştur. Bu bâbta Kaadî Iyâz şunları söylüyor: «A1î'nin mâruf olan mezhebi, şarap hakkında seksen değnek vurmaktır. Meşhur rivayete göre Hz. Ömer'e seksen dayak hadd vurmasını da işaret etmiştir. Nitekim «El-Muvatta'» ve başkalarının rivayetinden naklen yukarıda geçmişti. Bütün bunlar onun seksen dayak vurduğunu bildiren rivayeti tercih ettirmektedir.»

Bundan sonra Kaadî Iyâz iki rivayetin arasını bulmuş: «Kırk dayağı iki başlı bir kamçı ile vurmuştur; mecmu yine seksen olur.» demiştir. Ona göre Hz. Alî *nin: «Bence bu daha makbuldür.» sözün­deki ismi işaretin, Hz. Ömer'in vurduğu seksen dayağa râci' olması ihtimâli de vardır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Mâlik'e göre şarap kusan bir kimseye hadd vuru­lur. Delili bu hadîstir. Hanefîler'le Şâfiîler'e göre mücer-red şarap kusmakla hadd vurmak lâzım gelmez; çünkü zorla içirilmiş ve­ya bilmeyerek içmiş olması ihtimâli vardır. Şüphe ile hudûd sabit olamaz.

2- Hz. Alî, Ebû Bekir'le Ömer  (Radiyaiîahû anhûma) nın eserlerine hürmetkardı. Onların sözlerini, verdikleri hükümlerini sün­netten sayardı.

 

39- (1707) Bana Muhammed b. Minhâl Ed-Darîr rivayet etti. (De­di ki) : Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân-ı Sev-rî, Ebû Hasîn'den [12], o da Umeyr b. Saîd'den [13], o da Alî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş):

Ben bir kimseye hadd vurur da bu sebeple ölürse ona acımam! Yal­nız sarhoş müstesna! O Ölürse diyetini veririm. Çünkü Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve S elle m: onu (n hakkında mazbut bir) sünnet bırakmadı.

 

(...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sütyân bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd ve îbni Mâct «Hudûd> bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

cümlesinden murâd: «Bu hususta mazbut bir miktar tayîn etmedi.» demektir.

Hz. Alînin bu hadîsi «hadd vurulurken ölen kimsenin diyeti ödenmez.» diyenlerin delilidir. Nevevî'nin beyanına göre bu husus­ta ulemânın ittifakı vardır. Yalnız ta'zîr edilirken ölen hakkında ihtilâf edilmiştir. Şâfiî1er'e göre böylesinin diyeti hâkimin âkılesine ödettirilir. Hâkime de keffâret îcâb eder! Bazıları diyetin Beytülmâlden verileceğini söylemişlerdir. Cumhûr-u ulemaya göre kimsenin bir şey ödemesi lâzım gelmez.

Ulemâ hadîsteki cümlesinin doğrusu şek­linde olacağını söylemişlerdir. Nitekim Sahîh-i Buhâri'de öyledir.

 

9-  Ta'zir Kırbaçlarının Mikdarı Babı

 

40- (1708) Bize Ahmed b. îsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr, Bükeyr b. El-Eşecc'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bir defa biz Süleyman b. Yesâr'ın yanında otururken aniden Abdurrahmân b. Câbir gelerek onunla konuştu. Der­ken Süleyman bize dönerek şunları söyledi: Bana Abdurrahmân b. Câ­bir, babasından, o da Ebî Bürdete'l-Ensârî'den naklen rivayet etti ki Eftû Bürde Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı:

«Hiç bir kimseye on kamçıdan fazla vurulmaz. Meğer ki Allah'ın haddlerinden bir hadd hakkında ola!» buyururken işitmiş.

Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce «Hudûd» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc et­mişlerdir.

Ta'zîr: Kabahat işleyen bir kimseyi —bir daha yapmaması için— ye­rine göre sözle veya fi'len te'dîp ve terbiye etmektir.

Hadîsin mânâsı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Zahir mânâya göre burada zikri geçen hadden murâd: Şeriatın tâyîn ettiği dayak veya cezadır. Bâzıları: «Hadden murâd: Allah'ın hakkıdır.» demiş; bir takım­ları burada ondan Allah'ın emir ve' nehîlerinden müteşekkil haklar kas-dedildiğini söylemişlerdir. Hadîsin mânâsı: Evlâd terbiyesi gibi günah olmayan te'dîplerde on sopadan fazla vurulmayacağını beyândır. Bazıla­rına göre bu hadîs suçların dereceleri arasında 'fark gözetmeye ihtimâlli-dir. Meselâ: Haklarında şer'an dayak sayısı belli olan suçlarda, muay­yen dayaktan fazla vurulamaz; fakat muayyen cezası olmayanlarda eğer suç büyükse ser'î sayıdan fazla vurulabilir. İmam Mâlik cezanın suça göre verilmesini, bu hususta takdirin hâkimin içtihadına bırakılma­sını tensip edermiş. Fakat Dâvûdî : «Bu babın hadîsi Mâ1ik'e ulaşmamıştır.» diyor.

İbnü'l.Kassâr da şunları söylemiştir: «Ta'zîrin ne suretle yapılacağı hâkimin içtihadına bırakılıp zannı galibine göre hüküm ver­mesi tenşîb, edilmiştir. İnsanlar arasında bir sözle suçundan vaz geçenler olduğu gibi, yüz kamçı yese yine vaz geçmeyenleri de bulunduğuna göre bu hususta tahdidin bir'mânâsı kalmamış; ta'zîr hâkimin içtihadına bı­rakılmıştır, içtihadı o şahsın ne ile suçtan vazgeçeceğini kestirirse onun­la terbiye eder.»

Ulemâ ta'zîrin kaç sopa veya kırbaca kadar vurulabileceği hususun­da da ihtilâf etmişlerdir. Aynî bu bâbta on kavil saymıştır ki, şun­lardır :

1- Bir kimseye on sopadan fazla vurulamaz... Hadd için vurulursa o başka!   îmam   Ahmed'le   îshak'ın kavilleri budur.

2- Hadls-i şerîf ta'zirde on kırbaçtan yukarı geçilmemesine de bun­dan başkasına da ihtimâllidir. Bu kavil   İmam   Leys 'den rivayet olunmuştur.

3- Ta'zîrde dayak sayısı yirmi kırbacı geçmemelidir.

4- Ta'zîrde otuz kırbacı geçmemelidir. Bu iki kavil Hz.  Ömer'­den rivayet olunmuşlardır.

5- Dayak sayısı yirmiyi bulmamalıdır.   İmam   Şafiî *nin son kavli budur.

6- Dayak   sayısı   kırka  varmamak,   ondan   bir  noksan   olmakdır.

İmam   Âzam'la   İmam   Muhammed'in kavilleri bu olduğu gibi   îmam   Şafiî 'nin bir kavli de budur.

7- îbni Ebî   Leylâ   ile   İmam   Ebû   Yûsuf'a göre ta'zîrde en yüksek dayak haddi yetmiş beş kırbaçtır.

8- îmam Mâlik:    «Hâkimin içtihadına göre bazan ta'zîr, şer'î hadden daha fazla olabilir.» demiştir, ki bu kavil   İmam Ebû  Yû­suf'la   Ebû   Sevr 'den de rivayet olunmuştur.

9- îmam  Leys: «Ta'zîrde hâkim dokuz sopa veya daha azın­dan öteye geçemez.» demiştir.   Zahiriler'in mezhebi de budur.

10- Tahâvî : «Ta'zîri hudûde kıyas etmek caiz değildir. Çünkü ulemâ ta'zîrin hâkimin içtihadına bırakıldığında ihtilâf etmemişlerdir; binâenaleyh bazan hafiften alır; bazan şiddet gösterir.» demiştir.

 

10- Hududun Sahiplerine Keffaret Oluşu Babı

 

41- (1709) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd, İshâk b. İbrahim ve İbni Nümeyr hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Lâfız Amr'ındır. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebû İdrîs'den [14], o da Ubâde b. Sâmit'den naklen rivayet etti. Ubâde şöyle demiş:

Bir mecliste Res<üvl\&h(SalIaUahü Aleyhi ve Sellem)'le beraberdik. Şöy­le buyurdular:

«Allah'a hiç bîr şeyi şerik koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza hırsızlık ehniyeceğinize, Allah'ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürtnı-yeceğinize dair bana bey'at ediyorsunuz. İmdi sizden her kim sözünde durursa onun ecri Allah'a âiddir. Kim bunlardan birini yapar da o sebep­le cezalanırsa bu da onun için keffâ retti r. Ve kim bunlardan bir şey ya­par da Allah onu ört bas ederse onun işi de Allah'a kalmıştır. Dilerse kendisini affeder; dilerse azâb eyler!»

 

42- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-razzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi. O bu hadiste şunu da ziyade etti:

«Arkacığından bize kadınlar ayetini okudu: Mü'min kadınlar Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmayacaklarına dâir sana bey'ata gelirlerse...» [15]

 

43- (...) Bana İsmail b. Salim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hâlid, Ebû Kilâbe'den, o da Ebû'l-Eş'as Es-San'ânî'den, o da Ubâde b. Sâmit'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:

Bizden Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) kadınlardan aldığı gibi: Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmayacağınıza, çalmıyacağınıza, zina etmiyeceğinize, çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, birbirimize bühtanda bulun-mıyacağımiza dair söz aldı. Ve:

«Sizden her kim sözünde durursa onun ecri Allah'a âiddir. Her kim haddi mucip bîr şey yapar da kendisine hadd vurulursa bu onun keffâ-retidir. Kimi Allah örtbas ederse onun işi de Allah'a kalmıştır. Dilerse kendisini azâb eder; dilerse mağfiret eyler.» buyurdu.

 

44- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammedi b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ye-zîd b. Eb! Habîb'den, o da Ebûl-Hayr'dan, o da Sunâbihî'den, o da Ubâde b. Sâmit'den naklen onun şöyle dediğini haber verdi:

Ben ResvdüUah (Salla!lahü Aleyhi veSettem)'e bey'at eden nakîblerde-nimî Ona: Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmayacağımıza, zina etmiyeceği-mize, çalmayacağımıza, Allah'ın haram kıldığı nefsi haksız yere öîdür-miyeceğimize, yağmacılık yapmayacağımıza ve isyan etmlyeceğimize (dair) bey'at ettik. Bunu yaparsak cennet!.. Bunlardan birinde bozuk çalarsak onun hükmü Allah kalmıştır.

İbni Rumh: «Onun hükmü Allah'a kalır.» dedi.

Bu hadîsi Buhâri «İmân» bahsinin beş yerinde «Megâzî», «Ah­kâm», «Vufûdü'l-Ensâr» ve «Hudûd» bahislerinde tahrîc ettiği gibi, Tirmizî ile Nesâî   dahî rivayet etmişlerdir.

Bey'at ve mubâyea: Muâhade yapmak demektir. Bu kelimeler alış­veriş» mânâsına gelen «bey'at»dan alınmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîtem)'in bey'at edenlere sevâb va'dinde bulunması, onların da itaat edeceklerine söz vermeleri ahş-verişe benzetilerek aralarındaki söz­leşmeye bu isim verilmiştir.

Nakib : Bir kavmin önderi, kefili mânâsına gelir. Resulü llah (SalUttlahü Aleyhi ve Setlem) Akabe denilen yerde kendisine bey'at eden cemaatin her ferdini kendi kavim ve kabilesine nakîb ta'yûı etmişti. Bu zevat on iki kişi olup hepsi Ensârdandılar. Hz. Ubâde de onlardan biri idi. Va­zifeleri, kavimlerini İslâm'a da'vet ve şartlarını onlara öğretmekti.

Ubâde (Radfyallahü anh) birinci ve ikinci Akabe bey'atlannda ve Bey'atü'r-Ridvân *da, Bedir, Uhud gazalarında bulunmuş; Peygamber (Sallattahü A leyhi ve Sellem) ile bütün muharebelere iştirak etmiş bir sahâbi-i celîldir. Filistin'e ilk defa kadı tayîn edilen odur. 34 ta­rihinde orada vefat etmiştir. Kabri Kudüs'tedir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden 181 hadîs rivayet etmiştir.

Hadîsin birinci rivayetinde:

«Kim bunlardan birini yapar da o sebeple cezalanırsa bu da onun için keffârettİr.» buyuruluyor. İşaret Duyurulan yasakların başında şirk zikredilmiştir. Acaba şirkten dolayı verilen ceza —ki ölümdür— sahibi­ne keffâret olacak mıdır? Bu sualin" cevabını Nevevî'den dinleye­lim. Nevevî şöyle diyor:

«Bu hadîs âmm-i mahsustur. Tahsisin yeri de : «Kim bunlardan biri­ni yapar da... ilâh, cümlesidir. Bu cümleden murâd: Şirkten maadasıdır. Yoksa şirk affedilecek değildir ki, ona verilecek ceza sahibine keffâret

olsun!» Evet! Şirkin affedilmiyeceği

«Şüphesiz ki Allah, kendisine sirk koşulmasını affetmez !» [16] âyet-i kerîmesi ile bildirilmiştir. Binâenaleyh mürteddin öldürülmesi asla ona keffâret olamaz.

Allâme Aynî bu hadîsin icma'la tahsis edilmiş olabileceğini de söylüyor. Yahut ona göre hadîsteki ismi işaret şirkten geri kalan günah­lara râci'dir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Günahkârı cezalandırmak Allah'a vacip değildir. Şu halde itaat­kârı sevaplandırmak da vacip değildir. Zîra bunların birbirinden farklı olduğuna kail olan yoktur.

2- Tevbe etmeden ölen büyük günah sahibinin hükmü Allah'a kal­mıştır. Dilerse aİfeder; dilerse cezasına kadar cehennemde azâb ettikten sonra cennetine koyar. Ehl-i sünnetin mezhebi budur. Mu'tezile taifesine göre büyük günah işleyen kimse tevbe etmezse ebediyyen cehennemde kalır. Hadîs-i şerîf onların aleyhine delildir.

3- Bu hadîs   «Günahlar insanları dinden çıkarır.»   diyen Haricîler. aleyhine de delildir.

4- Hudûd (şer'î cezalar) sahipler: için keffârettir.

 

11- Hayvanın, Ma'den ve Kuyunun Yaralamasının Heder Olması Babı

 

45- (1710) Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed h. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybe b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şi-hâb'dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb ile Ebû Seleme'den, onlar da Ebû Hü-reyre'den, o da Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemfden naklen onun şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«Hayvanın yaralaması hederdir. Kuyu da hederdir; ma'den de he­derdir. Rilcâzda ise beşte bir vardır.»

 

(...) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Züheyr b. Harb ve Abdülâ'lâ b. Hanunad dahî hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tshâk (yâ­ni îbni îsâ) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik rivayet etti.

Her iki râvi Zührî'den, Leys'in isnadı ile onun hadîsinin mislini ri­vayet etmişlerdir.

 

(...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da tbnil-Müseyyeb ile Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Resulüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisin mislini haber verdi.

 

46- (...) Bize Muhammed h. Runıh b. El-Muhâcir rivayet etti. (De­di ki) : Bize Leys, Eyyûb b. Musa'dan, o da Esved b. EI-Alâ'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resulüllah (Saiiallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen onun şöyle .buyurduğunu haber verdi:

«Kuyunun yaralaması hederdir; ma'denin yaralaması da hederdir; hayvanın yaralaması da hederdir. Rikâzda ise beşte bir vardır.»

 

(...) Bize Abdurrahmân b. Sellâm El-Cumah! de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rabİ' (yâni İbni Müslim) rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize İbni Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. Her iki râvi: Bize Şu'be rivayet etti; demişler; ikisi de Muhammed b. Ziyâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Setlem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişler dir.

Bu hadîsi Buhâri «Rikâz» ve «Ahkâm» bahislerinde; Nesâî Zekât» ile «Rikâz» da muhtelif râvilerden tahrîc ettikleri gibi, diğer «Sü­nen» sahipleri de rivayet etmişlerdir.

Acmâ': İnsandan gayri bütün hayvanlara verilen isimdir. Hayvanlar konuşamadıkları için kendilerine bu isim verilmiştir. Arap olmayan­lar Arapçayı lâyıkı vecihle konuşamadıklarından Araplar onlara «Acem» demişlerdir.

Ucme: Açık konuşamamak, sözü mübhem bırakmaktır.

Cübâr: Heder ve bâtıl olmaktır. Yâni ödenmeyen şeydir. Hayvanın yaralamasından murâd: Yaptığı zarardır. Bu hususta yaralamakla otla­mak, kırıp dökmek gibi sair zararlar arasında hükmen bir fark yoktur. «Kuyu da hederdir; m a'den de hederdir.» cümlelerinde hazifler var­dır. Bunlar: «Çöken su kuyusu ile çöken ma'den kuyusunun zararları da hederdir.» takdîrindedirler. Meselâ: Bir kimse su kuyusu veya ma'­den yatağı açmak için birini çalıştırır da kuyu çalışanın üzerine çökerek öldürürse heder olur gider; diyetini ödemek îcab etmez. Ancak gerek hayvan gerekse kuyu zararlarının heder olması için bazı kayd ve şart­lar vardır; şöyle ki:

1- Zararcılığı bilinmeyen bir hayvan gündüzleyin bir zarar yapar da yanında kimse bulunmazsa ödemek lâzım gelmez; bu hususta bütün ulemâ müttefiktir. Fakat hayvanın sahibi veya güdücüsü yanında ise cumhura göre zararı ödemek îcâb eder. Zahirîler'e göre yanın­da kimse bulunsun bulunmasın zararı mutlak surette ödemek gerekmez. Meğer ki sahibi veya bakıcısı hayvanı kasden zarara sevketmış olsun! Bu taktirde hayvan âlet gibi olur ve zararı ödemek lâzım gelir.

Şâfiîler'e göre eğer hayvanın yanında sahibi, binicisi veya güdücüsü bulunur da hayvan ağzı ile yahut ön veya arka ayakları ile bir zarar yaparsa, yanında bulunan kim olursa olsun o zararı öder. Şa­yet insan öldürürse diyetini hayvanın başındaki şahsın âkılesi öder; ay­rıca o şahsın kendi malından keffâret vermesi îcâb eder.

İmam Mâlik, Leys ve £ vzâî, hayvanın ön veya arka ayağı ile yaptığı zararın ödenmiyeceğine kail olmuşlardır.

îmam Âzam'a göre hayvanın arka ayağı ile yaptığı zarar öden­mez; fakat ön ayağı ile yaptığı ödenir; çünkü ön ayağını kontrol ve mu­hafaza mümkündür. Zararcılığı bilinen bir hayvan gündüzün bir zarar yapar da yanında kimse bulunmazsa sahibinin ödemesi icabeder. Zîra bu halde o hayvanı bağlaması ve başı boş salmaması gerekirdi.

Hayvanın geceleyin yaptığı zarara gelince : İmam Mâlik 'e göre sahibi öder. Şâfiîler: «Sahibi hayvanım muhafaza hususun­da kusur ederse öder; kusur etmemişse Ödemez.» demişlerdir.

Hanefîler'in cumhuruna, göre hayvanın gündüzün otlayarak yaptığı zarar Ödenmez.

2- Kuyu zararlarının heder olması için kazılan kuyunun milk ol­ması yahut kırlarda bulunması şarttır. Bir kimse sahibinin izni olmaksı­zın birinin milkine yahut herkesin gelip geçtiği yola kuyu kazar da o kuyuya bir insan düşerek ölürse Hane'r'îler'le Şâfiîler'e gö­re diyetini kazanın âkılesi öder. Şâfiîler «Ayrıca keffâret de lâ­zımdır» demişlerdir. İnsandan başka bir şey düşerek telef olsa kuyuyu kazan öder.

Rikâz: Şâfiîler'le Hicaz ulemasına göre cahiliyet dev­rinden kalma define demektir. Hanefîler rikâzı: «Yerde gömülü mal» diye ta'rîf ederler; ve bundan hem defineyi hem de ma'deni kasde-derler. Burada ondan murâd: Ma'den içinden çıkan altın parçalandır. Ri-kâzın hükmü bütün ulemaya göre beşte birini vermektir. Yalnız eimme-i selâse (Mâlik, Şafiî ve Ahmed) rikâzda nisabı şart koş­muşlardır. Çünkü onlara göre rikâz zekâttır. Fakat üzerinden sene geç­mesi bazılarına göre şart değildir. Hanefîler'e göre rikâz zekât olmadığı için nisab şart değildir. Az olsun çok olsun beşte birini vermek îcâb eder.    .

Dâvûd-u Zahirî, tshâk, Îbni'l-Münzir, İmam Ahmed ve Şâfiîler 'den Müzeni ile Büveytî nisâbla birlikte üzerinden sene geçmesini de şart koşmuşlardır.

Bir müslüman kendi milkinde ma'den bulursa ona mâlik olur. Ve îmam Âzam'la îmam Ahmed'e göre nisab miktarını bulup üzerinden sene geçmedikçe bir şey vermek lâzım gelmez. îmam Ebû Yûsuf'la Muhammed'e göre derhal beşte birinin verilmesi îcâb eder. îmam Mâlik'le Şafiî ise derhal zekâtının veri­leceğine kail olmuşlardır.

Dağlarda, kırlarda ve sahipsiz yerlerde bulunan rikâzın beşte dördü bilittifak bulanın malı olur. Başkasının milkinde bulunan ise milk sahi­bine yahut mirasçılarına aiddir. Mirasçısı da yoksa Beytülmal'e verilir. Hanefîler 'den İmam Ebû Yûsuf istihsanen bulana veri­lebileceğini söylemiştir.

Hanefîler'e göre ma'deni bir müslümamn veya zimmînin bul­ması hükmen birdir. Bu hususta kadın-erkek, köle ve câriye arasında da fark yoktur. Yalnız harbî müstesnadır. Îbni'l-Münzir: «Ken­dilerinden ilim bellediğim üstadlarım zimmînin bulduğu rikâzdan beşte bir alınacağına ittifak etmişlerdir; Şafiî de onlardan biridir.» de-, misse de diğer Şâfiîyye ulemâsı bunu kabul etmemiş; kâfirden zekât ahnamıyacağım kitaplarında beyân etmişlerdir.

Rikâzın beşte birinin nereye Verileceği ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre ganimet kimlere verilirse bu da onlara verilir. İmam Mâ1ik'le bir rivayette İmam Ahmed'in ve Şâfiîler 'den Müzenî ile Ebû Hafs'in kavilleri de budur. İmam Muhammed'-den bir rivayete göre Kur'ân okuyan talebeye, hastalara ve sâi-reye verilebilir. îmam Şâfiîye göre zekâtın verildiği sınıflara verilir.



[1] Sûre-i M&ide, âyet: 37

[2] Yankesicilik.

[3] Kaadî lyâz i «Doğrusu Dimaşkî'nİn nüshasında olduğu yîbi: Yahya b. Yala da babasından, o da Gaylân'dan...  demelidir.» diyor.

[4] Sûre-i Mâide, âyet: 41.

[5] Sûre-i Mâide, âyet: 44-45.  .

[6] Sûre-i Mâide, âyet: 47.

[7] Buradaki kadından  murâd  zevcesi  değil, zina  ettiği  kadındır.  Nitekim rivayetin birinde «bir kadın»  denilerek buna işaret olunmuştur.

[8] Âyet-i Kerîme

[9] Dânâc ve dânâ: Fârisîde âlim mânâsına gelirler.

[10] Buhâri ve Müslim'de bu zattan başka Hudayn isimli râvi yoktur.

[11] Süre-i Hucur&t, âyet: 6.

[12] Ebû Hasîn Osman b. Asım El-Esedî: Kûfelidir.

[13] Umeyr b. Saîd: Tabiînin büyüklerindendir.   115 t&rihinde vefat etmiştir.

[14] Ebû İdrîs Aizullah. b. Abdillâh; Dimaşklıdır. Huneyn harbînde doğmuş; İbni Mes'ud, Muâz ve Ubâde hazerâtından hadîs rivayet etmiştir. Dimeşk'da kadılık yapmış âbid ve âlim bir zâttır. 80 tarihinde vefat etmiştir

[15] Süre-i Mümtehine, âyet: 12.

[16] Sûre-i Nisâ\ âyet: 116.