Babımız Hadislerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
1- Hacının Lükatası Hakkında Bir Bab
2- Sahibinin İzni Olmaksızın
Davarı Sağmanın Haram Kılınması Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
3- Ziyafet ve Benzeri Şeyler Babı
4- Malın Fazlası ile Yardımda
Bulunmanın Müstehab Oluşu Babı.
5- Yiyecekler Azaldığı Vakit Onları Karıştırmanın ve Bu Hususta
Yardımlaşmanın Müstehab Oluşu Babı
1- (1722)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e Rafta b. Ebî
Abdirrahmân'dan dinlediğim, onun da Münbais'in âzâdlısı Yezid'den, onun da Zcyd
b. Hâlid El-Cühenî'den [1]
naklen rivayet ettiği- şu hadîsi okudum. Zeyd şöyle demiş:
Bİr adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek ona ltika* tanın hükmünü sordu.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i
«Onun mahfazasını ve
bağını belle! Sonra onu bir sene i'lân et! Sahibi gelirse ne âlâ! Aksi
takdirde onu nasıl istersen öyle yap!»
buyurdu.
Adam:
— Kaybolmuş koyun (un hükmü nedir?) dedi.
«Senin yahut dîn
kardeşinin yahut da kurdundur.» buyurdular.
Adam:
— Ya kaybolmuş deve ne olacak? dedi.
«Ondan sana ne? Su
tulumu ve çarığı beraberinde! Sahibi rastlayınca ya kadar suya gider ve
ağaçları otlar!» buyurdular.
Yahya : «Zannederim ifâsahâ okudum.» dedi.
2- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr da rivayet ettiler. İbni Hucr
«Bize haber verdi» fa'bîrini kullandı. Ötekiler: Bize İsmâîl —ki İbni
Ca'fer'dir— tahdîs etti, dediler. O da Rabîa b. Ebî Ab~ dirrahmân'dan, o da
MÜnbais'in âzâdlısı Yezîd'den, o da Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den naklen rivayet
etmiş ki, bir adam Resûlüllah (Sollallahü A leyhi ve Seİİem) 'e lükatanın
hükmünü sormuş. O da :
«Onu bir sene i'lân
et! Sonra (bir de) onun bağını ve kabını beilel Sonra onu harca! Şayet sahibi
gelirse onu kendisine veriver!»
buyurmuş.
Adanı:
— Yâ Rcsûlâllah! Kaybolmuş koyunun 'hükmü
nedir? demiş. «Onu al! Zîra o ya senin
ya dîn kardeşinin
yahut da kurdundur.»
buyurmuş. Adam:
— Yâ Resulâllah! Ya kaybolmuş develer ne olacak?
diye sormuş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızmış.
Hattâ yanakları kızarmış. (Yahut yüzü kızarmış.) Sonra:
«Onlardan sana ne?
Sahibi rastlaytncaya kadar onun çarığı ve su tulumu beraberindedir.» buyurmuşlar.
3- (...) Bana
Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb El-Hâris ve
başkaları haber verdiler. Onlara da Rabîa b. Ebî Ab-dirrahmân bu isnâdla Mâlik
hadîsinin mislini rivayet etmiş. Yalnız o şunu ziyade etmiş: «Dedi ki:
Resûlü\lnh(Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'e ben de beraberinde iken bir adam
geldi; ve ona lükatamn hükmünü sordu. Bu hadîste Amr: Şayet lükatamn arayıcısı
gelmezse onu harcayıver! cümlesini söyledi.»
4- (...)
Bana Ahmed b. Osman b. Hakîm El-Evdî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid
b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman —ki İbni Bilâl'dir— Rabîa b.
Ebî Abdirrahman1 dan, o da Münbais'in âzâdlısı Yezîd'den naklen rivayet etti.
Yezîd şöyle demiş: Ben Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'yi şunları söylerken işittim:
«Bir adam Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'c geldi...» arkacığın-dan râvi hadîsi İsmail b.
Ca'fer hadîsi gibi rivayet etmiştir. Yalnız o : «Yüzü ve alnı kıpkırmızı
kesildi ve kızdı.» demiş.
«Sonra onu bir sene
i'lân et!» cümlesinden sonra:
«Şayet sahibi gelmezse
Iükata senin yan-nda emânet olur.» ibaresini ziyâde etmiştir.
5- (...)
Bize Abdullah b. Mcsleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
(yâni İbni Bilâl), Yahya b. Saîd'den, o da Münbais'in âzâdlısı Yezîd'den naklen
rivayet etti ki, Yezîd, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in sahâbîsi
Zeyd b. Hâjid El-Cühcnî'yİ şunu söylerken işitmiş :
— Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'e altın veya gümüş lükata-nın hükmü soruldu da:
«Onun bağını ve
mahfazasını belle! Sonra onu bir sene i'lân et! Şayet (sahibini) âğrenemezsen
onu harca (ya bilirsin). Lükata senin elinde bir emânet olsun! Şayet günlerden
bîr gün arayıcısı gelirse onu kendisine veri ver!» buyurdu. Soran zât ona
kaybolan develeri de sordu. Bunun üzerine:
«Onlardan sana ne?
Bırak oniarıl Zîrâ onların çarıkları ve su tulumlan yanlanndadır. Sahipleri
onları buluncaya kadar suya gelirler, ağaçları otlarlar!» buyurdu. O zât
koyunu da sordu. Efendimiz :
«Onu al! Çünkü o ancak
ya senin, ya dîn kardeşinin yahut da kurdundur.» buyurdular.
6- (...)
Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hammâd b.
Seleme rivâyet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Saîd ile Rabîatü'r-Re'y b. Ebî
Abdir-rahmân [2], Münbais'in âzâdlısı
Yezîd'den, o da Zeyd b. Hâlid El-Cübe-nî'den naklen rivayet etti ki, bir adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kaybolan develerin hükmünü sormuş...»
Rabîa şunu ziyade
etmiş: «Bunun üzerine kızdı; hatta yanakları kızardı.» ve hadîsi
yukarıdakilerin hadîsi gibi rivayet etmiş. Şunu da ziyade eylemiş: «Şayet
sahibi getir de mahfazasını, sayısını ve bağını bilirse onu kendisine vcriver!
Aksi takdirde o senindir.»
7- (...)
Bana Ebû't-Tahir Alım e d b. Anır b. Şerh de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Dahhak b. Osman, Ebû'n-Nadr'dan,
o da Büsr b. Saîd'den, o da Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den naklen rivayet etti.
Zeyd şöyle demiş:
Resûlüllah (Salialiahü
Aleyhi ve Seîlem) 'e îü katanın hükmü soruldu da: «Onu bir sene f'lân et! Şayet
İ'tiraf edilmezse onun mahfazasını ve bağını belle! Bilâhare onu ye! Ama sahibi
gelirse onu kendisine veri ver!» buyurdular.
8- (...) Bu
hadîsi bana İshâk b. Mansûr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Bekir
El-Hanefî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Dahhâk b. Osman bu isnadla rivayette
bulundu. Bu hadîste o şunu da söyledi: Şayet i'tiraf edilirse onu veriver! Aksi
takdirde onun mahfazasını, bağını ve sayısını belle!»
Bu hadîsi Buhâri
«İlim» ve «Lükata» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Lükata-da; Tirmizî ile İbnİ Mâce «Ahkâm»
da; Nesâî «Ed-Davâll ve'I-Lükata»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî onun hakkında «Hasen sahihtir.» demiştir.
Lükata:
Tesadüfen bulunan şey demektir. Bu kelime şeriat lisanında para ve eşya gibi
şeyler hakkında kullanılır. Sokakta bulunan çocuğa lakît, hayvana ise dâlle
denir. Lükata kelimesi «lâkta», «lükaata» ve «Lakata» şekillerinde de
okunabilirse de en meşhur okunuş şekli «lükata» dır.
Resülv&lah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e suâl soran zât, bu hadîsin râ-vilerinden
Mâ1ik'in babası Umeyr'dır. Kendisine verilen cevapta evvelâ bulunan paranın
çantasını ve çantanın bağını bellemesi tavsiye buyurulmuştur. Bundan maksat:
Çantayı aramaya gelen olursa onu ta'rîf ederken yalan söyleyip söylemediğini
anlamak, bir de bulduğu çantayı kendi eşyası ile karıştırmamaktır. Bundan
dolayıdır ki, unutmamak için bulunan şeyi yazmak, cinsini, miktarını ve şâir
vasıflarını tesbit etmek müstehapdır.
Bundan sonra B,tsû\üllah(Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) bulunan şeyin bir sene ilânını emir buyurmuştur. Ulemânın
beyânına göre bu ilân evvelâ günde iki defa, sonra haftada bir defa, sonra ayda
bir defa olmak sureti ile eşyanın bulunduğu yerde toplantı mahallesinde
yapılır. Gerçi hadîsin bir rivayetinde bulunan şeyin üç sene ilân edileceği
bildirilmiş ise de rivayetin bâzı tarîklerinde bir sene mi, üç sene mi
buyurulduğunda şek edilmiştir. Binâenaleyh şek ile bildirilen ziyâde kabul
olunmaz. Zîra hadîsin diğer rivayetlerine muhaliftir; bazıları kıssanın ayrı
ayrı iki yerde geçtiğine kail olmuşlardır.
Resûlüllah
(Saliallahit Aleyhi ve Sellem)'in soran zâta:
«Sahibi gelirse ne
âlâ! Aksi takdirde onu nasıl istersen öyle yap!» buyurması bulduğu parayı veya
eşyayı kendi ihtiyâcına sarf etmesi için izindir. Koyun hakkındaki suâline
dahî:
«Senin yahut din kardeşinin
yahut da kurdundur.» buyurarak aynı izni vermiştir. Bu cümlede hazif edilmiş
kelimeler vardır.
Takdiri şöyledir:
«Onları sen alırsan senin, sen almazsan almak isteyen herhangi din kardeşinin
yahut bulan sahibinin, alan bulunmazsa kurdun kuşun olur.» Fakat deve suâline
böyle cevap vermemiş, devenin güçlü kuvvetli bir hayvan olup düşmanından
kendini müdâfaa edebileceğine, kendiliğinden suya gidebileceğine, ağaçların
yapraklarını otlaya-cağına işaretle onun koyun hükmünde olmadığını
bildirmiştir. Şu hafde bulunan deve aradan zaman geçmekle kimsenin milki olmaz.
Deve ile koyun arasındaki bu fark koyunun kendini müdafaadan âciz bir hayvan,
deveninse kendini müdafaaya muktedir olmasından ileri gelir. Koyunu kurt ve
ayı gibi canavarlar kolaylıkla parçalayıp yerler, fakat deveye bunu
yapamazlar.
Sahipsiz koyun bulan
bir kimse onu bir sene ilân eder de sonra kesip yerse, sahibi çıktığı zaman
Hânefiler.'le Şâfiîler'e göre
kıymetini ödemek icap eder. İmam Mâlik ödemek lâzım gelmediğine kail olmuştur.
Hadisin bir
rivayetinde Resvdüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in deve sorulduğu zaman
kızdığı hattâ yanaklarının kızardığı bildiriliyor. Bunun sebebi: Soranın
bilgisizliği ve anlayışsızlığıdır. Çünkü, işaret buyurulan mânâyı anlayamamış,
kıyas maalfârik yapmış, yâni bir şeyi örneği ve dengi olmayan şeye
benzetmiştir. Zîrâ lükata, sahibinden düşüp yeri belli olmayan şeydir; deve
böyle değildir, O hem isim hem sıfat itibarı ile lü-kataya muhaliftir. Yürüyüş
kuvveti fazla ve suyu da karnında biriktirdiği hususî tulumda mevcut olduğu
için günün birinde sahibinin yanma dönüp gelebilir. Küçük canavarlardan kendini
korur. Koyun bunları yapamaz, bu sebeple koyuna lükata hükmü verilmiştir.
Hadîs-i şerifte teşbih
vardır. Devenin ayaklan ve su tulumu, çarık giymiş ve yanında suyu bulunan
yolcuya benzetilmiştir.
9- (1723)
Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bana Ebû Bekir b.
Nâfi' dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi kî) : Bize G un der rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Seleme b. Küheyl'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) :
Süveyd b. Gafele'yi dinledim; şunları söyledi:
Ben, Zeyd b. Sûhân [3] ve
Selmân b. Rabîa gazaya çıktık. Ben bir kamçı bularak onu aldım. Arkadaşlarım
bana:
— Bırak onu! dediler. Ben:
— Hayır
(bırakmam) lâkin ben onu ilân ederim; sahibi gelirse ne âla! Gelmezse
ondan kendim faydalanırım; dedim. Hasılı (bu işte) onlara karşı çıktım.
Gazamızdan dönünce haccetmem mukaddermiş. Medine'ye geldim. Ve Übeyy b. Kâ'b'a
rastlayarak kamçı meselesini ve arkadaşlarımın sözünü kendisine haber verdim,
Übeyy şunu söyledi:
— Ben Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Seilem)
zamanında, İçinde yiU altın bulunan
bir kese buldum da onu Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Selleml'e
getirdim.
«Onu bir sene i'İân
et!» buyurdular. Ben de İ'lân ettim; fakat onu bilen bir kimse bulamadım. Sonra
kendilerine vardım. Yine:
«Onu bir sene i'İân
et!» buyurdular. Tekrar i'lân ettim; fakat (yine) onu bilen bir kimse
bulamadım. Bilâhare (tekrar) kendilerine vardım. (Yine) :
«Onu bir sene i'lân
et!» buyurdular. İlân ettim; fakat (yine) onu bilen bir kimse bulamadım. Bunun
üzerine:
«O altınların
sayısını, mahfazasını ve bağını belle! Şayet sahibi gelirse ne âlâ! Gelmezse
onlardan (kendin) istifâde eti* buyurdular. Artık ben de onlardan istifâde
ettim.
(Şu'be demiş ki) :
Bundan sonra Seleme'ye Mekke'de rast geldim. «Süveyd üç sene mi dedi, bir sene
mi bilmiyorum.» dedi.
(...) Bana
Abdurrahmân b. Bişr El-Abdî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Baha Seleme b. Küheyl
haber verdi; yahut ben de içlerinde olduğum halde cemaata haber verdi. (Dedi
ki) : Süveyd b. Gafele'yi dinledim. Şunu söyledi:
«Zeyd b. Sûhân ve
Selmân b. Rabîa ile birlikte yola çıktım; ve bir kamçı buldum...»
Kavi hadîsi: «Artık
ben de onlardan istifâde ettim.» sözüne kadar yukarki hadis gibi rivayet
etmiştir. Şu'be demiş ki:
— Seleme'yi on sene
sonra dinledim: «»Onları bir sene ilân etti.» diyordu.
10- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Said de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den
naklen rivayet etti. H.
— Bize Ebû Bekir b. EM
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.
Bize tbni Nümeyrde
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize-babam rivayet et. ti. Bu râvilerin hepsi
Süfyân'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bana Muhammed b. Hatim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ca'fer Er-Rakkî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ubeydullah (yâni İbni Amr Zeyd b. Ebî Üneyse'den) rivayet
eyledi. H.
Bana Abdurrahmân b.
Bişr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hammâd b. Seleme rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Seleme b. Küheyl'den bu isnadla Şu'be Hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Her
birinin hadîsinde «üç sene» kaydı vardır. Yalnız Hammâd b. Seleme müstesna!
Zîrâ onun hadîsinde: -İki veya üç sene» kaydı vardır.
Süfyân, Zeyd b. Ebî
Üneyse ve Hammâd b. Seleme hadîsinde: «Şayet sana biri gelir, onun sayısını,
mahfazasını ve bağım haber verirse onu kendisine veriver!» ifâdesi vardır.
Vekî'in rivayetinde
Süfyân : «Aksi takdirde o senin malının sebili gibidir.» cümlesini ziyâde
eylemiştir. İbni Nümeyr'in rivayetinde ise : «Aksi takdirde ondan (kendin)
istifâde et!» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buharı
«Lükata» bahsinin bir-iki yerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Lükata»da; Tirmizî
ile İbni Mâce «Ahkâm» bahsinde
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî onu rivayet
ettikten sonra : «Bu bâbta Abdullah b. Amr, Cârûd b. Muallâ , Iyâz b. Hımâr ve
Cerîr b. Abdillah 'dan da hadîsler rivayet edilmiştir.» demiş; Allâme Aynî
bunlardan maada Ömer b. Hattâb, Ebû Saîd-i Hudrî, Sehl b. Sa'd, Ebû Hüreyre,
Câbir , Abdullah b. Şihhir, .Ya'lâ b. Mürra, Süveyd Ebû Ukbe, Zeyd b. Hâlid,
Âi.şe, sahabeden bir zât ve Mikdâd (Rculiyalkıhû anhûm) hazerâtından da
rivayetler olduğunu kaydetmiştir.
Bunlardan Abdullah b.
Amr hadîsini Ebû Dâvûd; Cârûd b. Muallâ hadisini Nesâî; Iyaz b! Hımâr hadîsini
Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce; Cerîr b. Abdillah hadîsini Ebû Dâvûd; Ömer'le
Ebû Saîd ve Sehl b. Sa'd (Radiyallahû anhûm) hadîslerini yine Ebû Dâvûd; Ebû
Hüreyre (Radiyallahû anh) hadîsini Taberâ-n î ; Câbir hadîsini Ebû Dâvûd;
Abdullah b. Şihhîr hadîsini İbni Mâce; Ya'lâ b. Mürra hadîsini İmam Atmed ;
Süveyd hadîsini İbni Kaani'; Zeyd b. Hâttad hadisini «Sünen» sahipleri; Âişe
hadîsini Saîd b. Mansûr; meçhul sahâbî hadisini Nesâî; Mikdâd hadîsini
İbni Mâce tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîslerin
mecmuundan anlaşılan mânâ şudur : Yolda ve şehir hükmünde olan yerde bulunan
şey bir sene i'lân edilecek; ma'mur olmayan yerde bulunan ile rikâzm beşte
biri verilecek; lükaatayı bulan kimse onu gizlemiyecek, bilâkis bulduğuna
şahid gösterecektir. Kamçı, baston ve ip gibi şeyleri bulan kimseye onlardan
İstifade etmesi caizdir. Bir dirhem ve ip gibi eşya üç gün, daha kıymetlicesi
altı gün, daha kıymetlisi bir sene i'lân edilecektir.
1- Lükatanın
mahfazasını ve bağını bellemek onun alâmetlerinden biridir. Bu hususta ulemânın
icmâi bulunduğunu Kaadî Iyâz nakletmiştir.
Hanefîler'e göre
lükatayı arayan sahibi onu vasıflan ile beyan ederse bulan kimsenin mahkeme
tarafından icbar edilmesine lüzum kalmadan o malı sahibine vermesi caiz ve
helâldir. İmam Mâlik ile Şafiî 'ye göre vermeye icbar edilir. Bir kimse
lükatanm sahibi olduğunu iddia eder de onu güzelce ta'rîf ve tavsifde bulunursa
İmam Mâlik ile İmam Ahmed'e göre beyyineye hacet kalmadan lükata kendisine
verilir. Hanefî1erle Şâfiî'ye göre ise iddia sahibinin doğru söylediğine gönlü
yatarsa verebilir, aksi halde beyyine lâzımdır.
2- Lükatayı
almak îcab eder mi etmez mi? Bu hususta
muhtelif kaviller vardır. İmam Mâlik 'ten bir rivayete göre bulunan şeyi
almak mekruhtur. Diğer rivayete göre bulunan şeyin kıymeti varsa almak
efdaldir.
İmam Şafiî 'den üç kavil rivayet olunmuştur :
a) Bulunan
şeyi almak vacip değil, müstehaptır.
b) Almak
vaciptir.
c) Zayi'
olacağından korkarsa almak vacip, kaybolmayacağından emînse
müstehaptır. İmam Ahmed'e göre alınması mendup olduğu rivayet edilir.
Hanefîler'e göre lükatayı almak efdaldir. Fakat zayi' olacağından korkulursa
onu muhafaza için almak vâcib olur. Bâzıları bu hususta lükata ile lâkît
arasında fark görmüş: «Lükatayı almamak almaktan et'daldir; fakat lâkîtî (yâni
bulunan çocuğu) almak almamaktan daha hayırlıdır.» demişlerdir.
3- Bulunan
devenin alınmasını caiz görmeyen
İmam Şafiî, Mâlik ve Ahmed bu hadîslerle istidlal etmişlerdir. İmam Şâfİî 'den, bulunan develer büyük
olursa alınamayacağı küçüklerinin alınabileceği rivayet olunur.
Mâ1ik'e göre yalnız
deve, at, katır ve eşek alınamaz. İmam Ahmed'se bulunan bütün hayvanların hattâ
koyunun alınamayacağına kail olmuştur. Yalnız bir rivayette koyun bulunursa
ona göre de alınabilir.
Hanefîler'e göre
bulunan hayvan hangi cinsten olursa olsun alınması caizdir; zira zayi
olacağından korkulan bir maldır. Bu hususta mezhepler arasında tafsilât vardır.
Fıkıh kitaplarında görülebilir.
4-
Hanefîler'e göre lükatayı, sahibi artık aramıyacak zannı hâsıl oluncaya kadar
i'lân etmek gerekir. Sahîh olan da
budur; çünkü bu iş malın az ve çokluğuna göre değişir. İmam
Muhammed'in İmam Âzam 'dan
rivayetine göre bulunan mal on dirhemden az olursa birkaç gün i'lân
edilir. On dirhem kıymetinde veya daha fazla olursa bir
sene i'lân olunur. Mamafih İmam Muhammed
«El-Asi» namındaki eserinde azla çok arasında fark gözetmeksizin
lükatanın bir sene ilân edileceğini bildirmiştir ki, İmam Mâlik ile Şâfiî'nin
kavilleri de budur.
İmam Hasan'in Ebû
Hanîfe 'den rivayetine göre bulunan mal iki yüz dirhem kıymetinde veya daha
fazla olursa bir sene; on dirhemden iki yüz dirheme kadar bir ay; on dirhem ise
bir hafta; üç dirhem ise üç gün; bir dirhemse bir gün-ilân edilir. Hurma tanesi
ve benzeri gibi şeyler bulunduğu yerde tesadduk olunur. Bulan muhtaç ise
bulduğu yerde yiyebilir.
Kaadî Iyâz:
«î'lanın bir sene yapılması bilicmâ'dır. Üç sene i'lânı kimse şart
koşmamıştır. Yalnız bu hususta
Ömer (Radiyatlahu anh)daxı bir
rivayet vardır; ama o da galiba sabit olmamıştır.» diyor.
Filvaki' Hz. Ömer 'den lükatanın üç ay i'lân edileceği de
rivayet olunmuştur.
İmam Ahmed 'den bir
rivayete göre lükata bir ay i'lân olunur Bu hususta mezhepler arasında daha
başka tafsilât da rivayet olunmuştur.
5- Hanefiler'e göre lükatayı bulan kimse
zenginse ondan istifâde edemez. Ama onu ecnebi veya yakınlarından bir fakire
tesadduk edebilir. îmam Şafiî de bulan kimse zenginse tesadduk edebileceğini
söylemiştir. İmam Mâlik icâbında ödemek şartı ile lükatanın tesadduk
edilmesini müstehap görmüştür.
Evzâî : «Bulunan mal
çok olursa bir sene ilândan sonra Bey-tülmâl'e konur» diyor.
6- Gadap
hâlinde hüküm ve fetva vermek caiz, Jfakat bizim hakkımızda mekruhtur; çünkü
biz Peygamber (Saüalichü Aleyhi ve Setlem) gibi gadap halinde de hatâdan salim
olamayız.
7-
Rabbü'1-mâl, rabbü'1-metâ' gibi ta'bîrleri söylemek caizdir. Bazıları «rabb»
kelimesinin canlılara izafe edilmesini kerih görmüşlerdir.
8- Lükatanın
sahibi —kendisini isbât şartı ile— malını almaya, bulandan daha haklıdır.
Bulan kimse o malı bir sene sonra yemiş bile olsa kendisine ödettirebilir. Zira
lükata bir emanettir. Şayet tesadduk etmişse sahibi muhayyerdir. İsterse
ödetir; dilerse onun sevabına razı olur. Bu kavil Hz. Ömer,
Alî, îbni Mes'ûd,
İbni Abbâs ve îbni
Ömer (Radiyatlahû anhûm) hazeratından rivayet olunmuştur. Tâvûs, tkrime,
Ebû Hanîfe ve arkadaşları, Süfyan-ı Sevrîve
Hasan b. Hayy'm mezhepleri de
budur.
11- (1724)
Bana Ebû't-Tâhir ile Yûnus b. Abdüâlâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Bukeyr b. Abdillâh
b. Eşecc'den, o da Yahya b. Abdirrahmân b. Hâtıb'dan, o da Abdurrahmân b. Osman
b. Et-Teymî'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)
hacının lükatasından nehî buyurmuş.
Buradaki nehîden
murâd: Bulunan şeyi kendine mal etmek için almaktır. Muhafaza, için almakta
bir beis yoktur. Bazılarına göre hacının lükatasından nehî buyurulması, Mekke1i
ise sahibine ulaşması mümkün olduğu için, yabancı ise her sene her beldeden
oraya gidenler bulunduğu içindir. Bu suretle onu elde etmek kolaylaşır.
Ulemâ Mekke 'nin
lükatası hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre Mekke ile sair
beldelerin lükatası arasında hükmen bir fark yoktur. Bu kavil, Ömer, İbni Abbâs
ve Âişe (RadİyaÜahû anhûm) ile Saîd b. El-Müseyyeb 'den rivayet olunmuştur.
îmam Âzam 'la, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'in mezhepleri de budur.
Bir takımları Mekke
'nin lükatası hiç bir suretle helâl olamıya-cağına kaildirler. İmam Şafiî, îbni
Mehdî ve Ebû Ubeyd b. Abdisselâm'ın kavilleri budur.
12- (1725)
Bana Ebû't-Tâhir ile Yûnus b. Abdilâlâ da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Bekir b.
Sevâde'den, o da Ebû Salim El-Ceyşânî'den, o da Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den, o
da Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den naklen haber verdi ki:
«Her kim kayıb bir
hayvanı evine kaparsa onu i'Iân etmedikçe kendisi kayıptır.» buyurmuşlar.
Buradaki kayıp
hayvandan deve kasdedilmiş olması mümkündür. Bu takdirde mânâ: «Bir kimse bir
kayıp deveyi evine kapar da ebediyyen i'Iân etmezse kendisi kayıp sayılır.»
demek olur. Kendinin kayıp sayılması : Doğruluktan ayrılması manasınadır.
Hadîs-i şerîf,
lükatamn —ister milk edinmek isterse sahibine vermek için alınmış olsun—
mutlaka i'lân edilmesi gerektiğine delildir ki, muhtar olan mezhep de budur.
Bu babın bütün
hadîsleri lükatayı almanın ve mal edinmenin hâkimin hükmüne, hükümetin iznine
bağlı olmadığını göstermektedir. Bu cihet ulemâ arasında ittifâkîdir.
13- (1726)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik b. Enes'e,
Nâfi'den dinlediğim, onun da İbnt Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi
okudum: Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):
«Sakın bîr kimse İzni
olmadan birinin davarını sağmasın! Biriniz kilerine gelinerek hazînesinin
kırılmasını ve zahiresinin aşırılmasını hoş görür mü? Halkın davarlarının
yelinlerİ, onlara yiyeceklerini biriktirir; binâenaleyh sakın bir kimse İzni
olmadıkça birinin davarını sağmasın!» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd ile Muhammed b. Rurah dahî hep birden Ley s b.
Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize bu hadîsi Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Müshir rivayet
etti. H.
Bize İbnü Nümeyr dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. Her iki râvi Ubeydullah'dan
rivayet etmişlerdir. H.
Bana Ebû'r-Rabî* ile
Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tsmâîl (yâni îbni Uleyye) rivayet etti. Bu
râviler toptan Eyyûb'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize İbni Ebî Ömer
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, İsmail b, Ümeyye'den naklen rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürraz-zâk, Ma'mer'den, o da Eyyûb'dan,
İbni Cüreyc dahî Musa'dan naklen rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, o
da İbni Ömer'den, o da Pey-gamber (SalîaUahü Aleyhi ve Selİemı'âen naklen
Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki her birinin
hadîsinde «Fe yünte-sele» denilmiştir. Yalnız Leys b. Sa'd müstesna! Çünkü onun
hadîsinde Mâlik'in rivayetinde olduğu gibi «fe* yüntekalü taâmuh» ibaresi
vardır.
Bu hadîsi Buhâri
«Lükata» bahsinde; Ebû Dâvûd «Ci-had»da tahrîc etmişlerdir.
Mâşiye:
Deve, sığır, koyun, keçi mânâlarına gelirse de ekseriyetle koyun hakkında
kullanılır.
Meşrube ve meşrabe:
İçerisinde zahire ve eşya muhafaza edilen kilerdir. Bu kelime hassaten meşrabe
şeklinde kullanılırsa, su yeri; mişrabe de su kabı mânâsına gelir. Hızâne
muhafazası istenilen şeyin yeri veya kabıdır.
Fe yüntesele:
Saçılmasını demektir. Bu kelime birinci rivayetteki «aşırılmasını» kelimesinin
yerine kullanılmıştır.
Duru':
Dır'ın cem'idir. Dır' hayvanın yelini yâni sütünün toplandığı yerdir.
Resulü Ekrem
(SaUallohü Aleyhi ve Sellem) hayvanın yelinindeki sütü, kiler veya anbarda
saklanan zahireye benzetmiştir. Yâni bir kimsenin izni olmaksızın anbarındaki
zahiresini almak nasıl helâl değilse, davarının sütünü sağmak da helâl
değildir. Bu hususta hurma, üzüm ve karpuz gibi şeylerin hüküm i'tiban ile
sütten bir farkı yoktur. Ancak süt meselesinde insanlar daha lâkayıd
davrandıkları için hassaten zikredilmiştir.
Kurtubî diyor ki:
«Cumhura göre sahibinin rızâsı olmadan ne davarın sütünden bir şey helâl olur
ne de hurmadan! Bâzıları sahibinin haberi olmasa da bu gibi şeylerin helâl
sayılacağını söylemiş; ve : Çünkü bu sâri' hazretlerinin ona bahşettiği bir
haktır; demişlerdir...»
Sahibinden izin
almadan onun davarını sağmayı, yemişinden yemeyi mubah hatta bir hak sayanlar
bâzı hadîslerle istidlal ederler. Şöyle ki:
Ebû Davud'un Semûra
(Radiyatlahü anh} 'dan tahrîc ettiği bîr hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem):
«Bîriniz bir davar
sürüsünün yanına vardığı zaman şayet sahibi orada İse ondan İzin İstesin!
Kendisine izin verirse ne âlâi Vermezse hemen davan sağıp sütünü içsin! Sahibi
orada yoksa üç defa seslensin! Cevap verirse ondan İzin istesin! İzin verirse
ne âlâ! Vermezse hemen davan sağıp sütünü içsin! Ama alıp götürmesin!»
buyurmuşlardır. Bu hadîsi Tirmizi dahî rivayet etmiş; ve: «Semûra hadîsi hasen
garîb, sahîh bir hadîstir. Ulemadan bazıları bununla âmel etmişlerdir...»
demiştir. Filhakika İmam Ahmed'le îshâk'ın mezhepleri budur. Tirmizî ile tbni
Mâce 'nin «Sünen»lerinde buna benzer rivayetler vardır. Bunların birinde süt
meselesinden sonra:
«Bir bahçeye geldiğin
vakit üç defa haykır! Şayet sana icabet ederse ne âlâ! Etmezse ifsad etmemek
şartı ile hemen ye!» Duyurulmaktadır.
Bir delilleri de
hicret esnasında Peygamber (Sallallahü Atevhi ve Sellem) ile Hz. Ebû Bekr'in
bir çobanın koyunlarından süt içmeleridir.
Hanefî1erle,
Şâfiîler'e, Mâlikıler'eve cumhûr-u ulemâya göre izinsiz hiç bir kimse birinin
bağ ve bahçesinden yemiş yiyemez; davarının sütünü içemez. Meğer ki muztar
kala! O zaman zaruret miktarı yiyip içebilir. Bu zevat cevaz bildiren hadîsler
hakkında muhtelif yönlerden cevaplar vermişlerdir.
a)
Kurtubî: «Malûm kaide ile amel etmek daha
iyidir.» demiştir.
b) Nehî
bildiren hadîs, cevaz hadîsinden daha sahihtir.
c) Cevaz
bildiren hadîsler âdete nazaran mal sahiplerinin razı olduklarının bilinmesine
hamledilirler.
d) Cevaz
meselesi zaruret zamanlarına hamledilir. Nitekim İslâm'ın ilk zamanlannda hâl
böyle idi.
Bu hususta Tahâvi de
şunları söylemiştir: «Bu hadîsler mü-safir kabul etmenin vâcib olduğu zamanlara
mahsustur. Resûlüllah (SalIallahü Aleyhi ve Seltem) bunu emir buyurmuş; gelen
müsafir için hane sahibine vacip kılmıştı/Bilâhare vücup neshedilerek hükmü
kaldırılınca adı geçen hadîslerin hükmü de kalkmıştır.»
Hicret esnasında
Peygamber(Sallailchü Aleyhi ve SeflemJ ile Hz. Ebû Bekr'in içtikleri süt
hakkmda Kurtubî: «Bu Koyun sahibine bir idlâl (yâni nazı geçme) idî. Çünkü Hz.
Ebû Bekir onu tanıyordu. Yahut o çobanın oradan geçenlere süt takdim
edilmesine izin verdiğini bilirdi. Yahut o süt, kendisine emân verilmemiş bir
harbîye ait olduğu için içmişlerdi...» diyor. Bu hususta daha başka sözler de
söylenmiştir.
1- Hadîs-i
şerîf zahire biriktirmenin mutlak surette caiz olmadığım söyleyenlerin aleyhine
delildir.
2- Süte
yiyecek denilebilir. Binâenaleyh yiyecek yememeğe yemîn eden bir kimse süt
içmekle yeminini bozmuş olur. Meğer ki, sütü yiyecek saymamaya niyet etmiş
olsun.
3- Sağmal
koyun süt karşılığı satılabilir. Fukaha sağmal koyunun süt ve sair yiyeceklerle
peşinen veya veresiye satılıp satılamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir,
imam Mâlik'e göre koyunun memesinde süt bulunmamak ve peşin olmak şartı ile
sağmal bir koyunu süt. mukabilinde satmakta beis yoktur. Koyunun memesinde süt
bulunursa süt mukabilinde peşin satmak caiz değildir. Koyun sağmal değilse
peşin ve veresiye satılabilir.
Hanefîler'le İmam
Şafiî'ye göre sağmal koyunu yiyecek mukabili veresiye satmak caiz değildir.
îmam Şafiî memesinde süt olan koyunun
süt mukabilinde hiç bir suretle satılamayacağına kaildir.
4- Kıyas
sahîh olabilmek için fer'in asla her hususta müsavi olması şart değildir. Zîra
muhafaza hususunda meme hazîneye müsavi değildir; bununla beraber Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) izinsiz sağ-mamn haram olması babında memeyi yiyecek hazinesi hükmüne katmıştır.
5- Bir
meseleyi zihinlere iyi yerleştirmek için ata sözlerinden istifade caizdir.
14- (48)
Biie Küteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî
Saîd'den, o da Ebû Şüreyh El-Adevî'den [4]
naklen rivayet etti ki, şöyle demiş :
BesûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) konuşurken kulaklarım duydu ve gözlerim gördü; buyurdular ki:
«Her kîm Allah'a ve
son güne îmân ediyorsa müsafirine caizesini ikram etsin!» Ashab:
— Onun caizesi nedir
yâ Resûlâllah? dediler.
«Günü ile gecesîdir.
Müsafirlik üç gündür. Bun 'an ötesi ona sadakadır.» buyurdu. Bir de :
«Her kim Allah'a ve
son güne îmân ediyorsa (ya) hayır söylesin yahut sussun!» buyurdular.
15- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülhamîd b. Cafer, Said b. Ebî Saîd EI-Makburî'den,
o da Ebû Şüreyh El-Huzâî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müsafiriik üç gündür.
Müsafİrİn caizesi de bir gün bir gecedir. Müslüman bîr adama dîn kardeşinin
yanında onu günaha sokacak kadar (fazla) kalması helâl olmaz!..» buyurdu.
Ashâb:
— Yâ Resûlâllah, onu
nasıl günaha sokar? dediler.
«Onun yanında oturur
kalır; kendisini ağırlayacak bir şeyi de yoktur!» buyurdular.
16- (...)
Bize bu hadîsi Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Bekir (yâni El-Hanefî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülhamîd b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd El-Makburî rivayet etti. Kendisi Ebû
Şüreyh El-Huzâî'yi şöyle derken İşitmiş:
«ResûlüllahfSallallahü
Aleyhi ve Sellem) bunu söylerken kulaklarım duydu, gözüm gördü ve kalbim
belledi...»
Müteakiben râvi,
Leysin hadîsi gibi nakletmiştir. Bu hadîste o Ve-kî'in hadîsinde olduğu gibi:
«Hiç birinize dîn
kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar katması helâl olmaz!» cümlesini de
zikretti.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'1-Edeb» ve «Kitabu'r-Rikaak»da; Ebû
Dâvûd «El-Et'ime»de; Tirmizî
«Kitâbu'1-Birrde; Nesai -Rikaak»da; fbni Mâce de «Kitabul-Edeb-de
muhtelif râ-vilerden tahrîc etmişlerdir.
Hz. Ebû Şüreyh'in
rivayetine : «Kulaklarım duydu; ve gözlerim gördü...» sözleri ile başlaması
te'kîd içindir.
Caize:
Bahşiş demektir. Bu kelime geçiş mânâsına gelen cevazdan alınmıştır. Çünkü
caize müsafirin o haneye uğramasına karşılık bir mükâfattır. Hadîs-i şerifte
bu mükafatın bir günle bir gece müsafir kalmaktan ibaret olduğu bildiriliyor.
Ha11âbî'nin beyanına
göre bunun mânâsı şudur: Ev sahibi mü-safirine bir gün bir gece fazla ikramda
bulunur. Müsafirlik üç gün olduğuna göre son iki günde fazla külfete
gitmeyerek ne bulursa onu ikram eder. Üç gün geçti mi artık müsafirin hakkı
bitmiştir. Daha fazla kalırsa kendisine yedirilen sadaka olur.
Herevî diyor ki: Hane
sahibi müsafire üç gün bakar; sonra ona bir gün bir gecelik yol azığını verir.
Caize budur. Bunun en çoğu bir konaktan bir konağa yetecek kadar olur.»
Mâmâfîh caizenin üç günlük mü-safirlikte dahil olup olmadığı ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Dahildir denirse bu hususta Ha11abî. 'nin beyân ettiği şekilde
hareket edilir. Değil dersek, caize üç günden evvel mi sonra mı olacak? suali
ortaya çıkar. Babımızın birinci rivayetine bakılırsa caize üç günlük
müsafirlikten evveldir. Fakat yine babımızın ikinci rivayetinden anlaşıldığına
göre caize müsafirlik günlerinden sonra yapılacaktır. îmam Mâlik, 'ten üç
günden evvel olduğuna dair rivayet vardır.
îbni Battal şöyle
diyor: «Peygamber (SaVaHahü Aleyhi ve Sellem) müsafirlik meselesini üç kısma
ayırmıştır. Hane sahibi ilk gün müsafire i'zâz ve ikramda bulunur; ikinci gün
tekellüf gösterir; üçüncü gün ne bulursa onu yedirîr. Üçüncü günden sonra artık
sadakada olduğu gibi muhayyerdir.»
Gitmek bilmeyen
müsaftrin hâne sahibini günaha sokması, onun kendisini gîbet etmesi yahut üzücü
bir harekette veya sû-i zanda bulunması ile olur. Ancak bu hal üç günden sonra
hane sahibinden bir teklif görmeyen müsafire mahsûstur. Hane sahibi müsafirine
daha fazla kalmasını teklif eder yahut müsafir onun bundan hoşnut kalacağını
tahmin ederse, fazla kalmakta bir beis yoktur. Hoşnut kalıp kalmiyacağı şüpheli
ise izinsiz kalması hadîsin zahirine göre helâl değildir.
«Yâ hayır söylesin,
yahut sussun!» cümlelinin îzâhı hnan bahsinde geçmişti. Bu cümlede hayrı, şerri
olmayan lüzumsuz sözlerden kaçınılması gerektiği sarahaten bildirilmektedir.
Cönkü bazan mubah söz, harama müncer olur. Bunun her gün birçok örnekleri
görülmektedir.
17- (1727)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Mühammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Ye-zîd b. Eb! Habîb'ten, o da Ebû'J-Hayr'dan
[5], o da
Ukbetü'bnü Amir'den naklen haber verdi ki, şunları söylemiş: Biz:
— Yâ Resûlâllah! Sen
bizi gönderiyorsun; biz de bir kavme miisa-fir oluyoruz; ama onlar bize ikramda
bulunmuyorlar; ne buyurursun? dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selİem) bize :
«Bir kavme müsafir
olur da sizin için m üs afi re yaraşan şeyleri emrederlerse kabul edin I Bunu
yapmazlarsa kendilerine yaraşan müsafir hakkını onlardan alini» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'I-Edeb» ve «Kitâbü'1-Mezâlim-de; Ebû Dâvûd «Kitabül-Et'ime»de; Tirmizî
«Kitabü's-Siyer» de; îbni Mâce de «Kitabü*l-Edeb»de tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîsler
müsafirperverliğin İslâm'da pek büyük ve mühim bir mevkii olduğunu
göstermektedirler. İslâm ulemâsı müsafirperverliğin ifâsı gereken bir vazife
olduğuna ittifak etmişlerdir. Müsâfirperverlik Peygamberlerin
sünnetlerindendir. Yalnız sıfatında ihtilâf olunmuştur. İmam Âzam'la Mâlik,
Şafiî ve cumhûr-u ulemâya göre müsafir kabul etmek vâcib değil, sünnettir. İmam
Ahmed'le Leys bir gün bir gece müsafir kabul etmenin vâcib olduğuna kaildirler.
Leys'e göre gelen müsafiri kabul etmeyen kimseden müsafirin hakkı zorla alınır.
Bu hususta köylü ile kasabalının farkı yoktur. İmam Ahmed müsafir kabul etmenin
hassaten bedevilere vâcib olduğunu söylemiştir. Ona göre şehirlerde yaşayanlara
bu iş vâcib değildir. Mücâhid'den bir rivayete göre bir geceliğine müsafir
kabul etmek farzdır.
Cumhûr-u ulemâ bu ve
emsali hadîsleri istihbâb ve mekârim-i ahlâk mânâsına te'vîl etmişlerdir.
Onlara göre cuma günü yıkanmak nasıl sün-net-i müekkede ise, müsafire ikram da
Öyledir.
Müsâfirİn hâne
sahibinden hak almasına gelince : Bunu cumhur birkaç vecihle te'vîl
etmişlerdir. Şöyle ki:
a) Bu hak
alma meselesi muztar kalanlara mahsustur. Muztar ve biçare kalmış bir insanı
müsafir etmek vaciptir. Vakti hali yerinde olan bir kimse böyle bir müsafiri
kabul etmezse, müsafirin ihtiyacı kendisinden zorla alınır.
b) Bu
hadîsten murâd : Hane sahibinin malını zorla elinden almak değil, sözle
almaktır. Burada müsafirin hâne sahibini zemmederek kendisine gösterdiği
çirkin muameleyi başkalarına söylemesine müsaade edilmiştir.
c) Müsâfirin
hâne sahibinden zorla hakkını alması İslâm'ın ilk devirlerinde meşru'
kılınmıştı. Bilâhare bu hüküm neshedilmiştir.
Nevevî nesih iddiasını
zayıf hatta bâtıl bir te'vîl diye vasıflandırmış; buna sebep de neshin bilinmediğini
söylemişse de neshi iddia eden Tahâvî dâvasını Mikdâd b. Esved (Radiyaliahu
anh) hadîsi ile isbat etmektedir. Mezkûr hadîste Hz. Mikdâd şunları
söylemiştir:
«Ben ve bir arkadaşım
(bir yerden) geldik. Açlıktan nerde ise gözlerimiz, kulaklarımız gidiyordu.
Hemen halka ma'ruzatta bulunmağa başladık; fakat bizi kimse müsâfir etmedi.
Nihayet Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) e geldik. Bizi evine götürdü.
Bir de baktık üç tane keçi!.. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sütü sağarak aranızda
paylaştırın!..» buyurdular. Hadîs uzundur. Tahâvî şöyle diyor: «Görülmüyor mu
ki, bu zevatın ihtiyaçları son haddine vardığı halde Resûlütfah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı kendilerini müsaür kabul etmemiş; ResûlüHah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) de bundan dolayı onları tekdirde bulunmamıştır.
Bu gösterir ki, vakti ile müslümanlara vâcib kıldığı müsafir kabul etme
meselesi neshedilmiştir...»
d) Bu mesele
zimmîlere mahsustur. Zîrâ Ömer (Radiyaliahu anh) Şam hır isti yanlarını vergiye bağladığı zaman,
gelen müsafiri kabul etmelerini şart koşmuştu.
Nevevî bu kavli de zayıf bulmuştur.
18- (1728)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Eşheb, Ebû
Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Bir defa biz Peygamber
(Sallallahü <4leyhi ve Sellem)'\e beraber bir seferde iken devesi üzerinde
bir adam geliverdi. Ve gözünü sağa sola çevirmeye başladı. Bunun üzerine
Resûlüllah (Saltallafıü Aleyhi ve Sellem):
«Kimin yanında fazla
hayvan varsa onu hayvanı olmayana versin! Ve kimin fazla azığı varsa -onu azığı
olmayana versin!» buyurdular.
Râvi demiş ki: Mal
çeşitlerinden söylediğim söyledi. Hattâ bir artan inalda hiç birimizin hakkı
olmadığı düşüncesine vardık.
Gelen zâtın gözünü
sağa sola çevirmesini, aç olduğunu ve istemeden kendisine yiyecek bir şey
verilmesini imâ içindir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhİ ve Sellem) Efendimiz
bunu derhal anlamış, fakat kemâl-i nezaketinden dolayı:
«Buna yiyecek verin!»
demeyip;
«Kimin fazla azığı
varsa onu azığı olmayana versin!» buyurmuşlardır.
Zahr: Sırt demektir.
Araplar bu kelimeyi, sırtına binilecek hayvandan kinaye olarak kullanırlar.
Lügat uleması onu deveye tahsis etmişlerdir.
Hadîs-İ şerif sadakaya,
cömertliğe, yol arkadaşlarına ve sair eşe-dosta iyilik ve yardımda bulunmaya,
onların ihtiyaçlarını gözetmeye teşviktir. Bu iş asıl kafile reisine düşer.
Muhtaç olanlara yardımı o emredecektir. İhtiyaç sahibinin halini imâ etmesi
kâfidir; açıktan açığa istemesi şart değildir.
Bu hadîs ayrıca
yolcuya yardım edileceğine, muhtaçsa kendisine sadaka verilebileceğine
delildir. Üzerinde elbise, altında hayvan bulunması veya memleketinde zengin
olması buna mâni' değildir. Bundan dolayıdır ki, o halde kendisine zekât da
verilebilir.
19- (1729)
Bana Ahmed b. Yûsuf El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr (yâni İbni
Muhammed El-Yemâmî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime —ki İbni Ammâr'dır—
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İyâs b. Seleme, babasından naklen rivayet etti.
Şöyle demiş:
ResûltiUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'le birlikte bir gazaya çıktık da bize kıtlık isabet etti.
Hattâ bazı binek develerimizi boğazlamayı gönülden geçirdik. Derken
Nebiyyullah (Satlaiiahü Aleyhi ve Selleın) emir buyurdu da yiyecek kaplarımızı
topladık. Bunların mecmuu için de (yere) bir yaygı serdik. Artık cemaatin
yiyecekleri yaygının üzerinde toplandı. Ben toplananın ne kadar olduğunu tahmin
için uzandım: Ve onu keçi ağılı kadar tahmin ettim. Halbuki biz yüz ondört kişi
idik. Hepimiz doyuncaya kadar yedik. Sonra dağarcıklarımızı doldurduk.
Müteakiben Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Abdest suyu var
mı?» diye sordu. Bunun üzerine bir adam
içinde biraz su bulunan matarasını getirdi; ve onu bir tasa boşalttı. Artık
hepimiz abdest aldık. Yüz on dört kişi onu şarıl şarıl döküyorduk!..
Hâvi demiş ki; Bundan
sonra sekiz kişi daha geldi; ve abdest suyu var mı? diye sordular. Fakat
Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve SeİlemJ:
«Abdest suyu bitti!»
buyurdular.
Bu hadîs-i şerifte
UesûlüHah (Sütiattaiıü Aleyhi ve Setlem) 'in iki mu'ci-zesi göze çarpmaktadır.
Bunlardan biri yiyeceği çoğaltması, diğeri de bir yudum suyu 114 neferin bol bol
abdest almasına yetecek kadar çoğ'alt-masıdır.
Bu hususta Mâzirî
şunları söylemiştir: «O yiyecek ve İçecekten her cüz yenilip içildikçe yerine
Allah Teâlâ başkasını halk etmiştir. Peygamber (Salîalhhü Aleyhi ve Sellem)'m
mu'cizeleri iki kısımdır. Biri Kur'ân 'dır. O tevatür yolu ile nakledilmiştir.
İkincisi yiyeceği içeceği çoğaltmak ve emsali gibi. şeylerdir. Bu hususta senin
için iki yol vardır. Birincisi: Bu mu'cizeler Hâtem-i Tay'in cömertliği ve
Ahnef b. Kays'in hilmi gibi ma'nen mütevâtirdir; diyebilirsin. Çünkü bu bâbta
muayyen mütevâtir bir kıssa nakledilmemiştir. Lâkin haber-i va-hid kıssaların
fertleri o kadar çoktur ki, nihayet bunların mecmuu cömertlikle hilmin
tevâtüren sübûtunu ifade etmişlerdir. İşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'m Kur'ân'dan mâda gösterdiği mu'cizele-rin tevatürü de böyledir.
İkinci yol şudur: Bir
sahâbî böyle şaşılacak bir şeyi rivayet eder; ve kendinin diğer ashabla
birlikte orada bulunduğunu söyler de ashâb bunu dinledikleri veya başkasından
işittikleri halde inkâr etmezlerse, bu onu tasdik demek olur; ve sözünün sahîh
olduğuna ilim îcâb eder; diye bilirsin!»
Hadîs-i şerîf yiyecek
hususunda yardımlaşmanın, yiyecek az olduğu zaman onu bir araya toplayıp
beraberce yemenin "müstehab olduğuna delildir.
Burada ribâ diye bir
şey yoktur. Yapılan iş bir ibâhadan ibarettir. Yâni herkes kendi yiyeceğinden
yemesini arkadaşına mubah kılmış olur. Sonra burada herkesin hissesinden çok
veya az yemesi de bahis mevzuu değildir. Yalnız yiyecek azsa diğer arkadaşların
karınlarını doyurmasını kendi nefsine tercih ederek az yemek tabiî ki
müstehabtır.
[1] Zeyd b. Hâlid El-Cühenî (R.A.): Ebû Tâlha veya Ebû
Abdirrahmân yahut Ebû Zttr'a künyesini taşır. Mekke'nin fethinde Cüheyne
kabilesinin bayrağını taşıyan sahâbî-i ce'îldir. Peygamber (S.A.V.)'den 81
hadîs rivayet etmiştir. Kûfe'ye yerleşmiş ve orada 78 tarihinde 85 yaşında
vefat etmiştir. Medine'de ve. Mısır'da vefat ettiğini söyleyenler vaıc.r.
[2] Rabîatü'r-Re'y:
Medîneli olup İmam Mâlik'in Üit adi arın dandır.
[3] Tabiînden büyük bîr zattır. Cahilİyyet ve islâm
devirlerinde yaşayan muhadrl-mîndendir. Ibni Kelbi'ye göre ashabdan, sayılır.
Ccmel vak'asmda Hz. Ali tarafında İken »ehid edilmiştir.
[4] Ebû Şüreyh Huveylid
b. Amr EI-Adevî (R.A.) Benî Adİy kabilesine mensub bir sahâbîdir
[5] Ebü'1-Hayr Mersed b. Abdillâh El-Yczenî: Mısırlıdır.