43- FAZİLETLER BAHSİ. 4

1- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Nesebi ve Peygamberlik  Gelmezden Önce Taşın Ona Selam Vermesi Babı. 4

2- Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  Bütün Mahluklardan Üstün Yaratılışı Babı  4

3- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Mucizeleri Hakkında Bir Bab. 5

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 5

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 8

4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in Allah Teala’ya Tevekkülü ve Allah'ın Onu İnsanlardan Koruması Babı. 8

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 8

5- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'in Hidayet ve İlimle Gönderildiğnin Misalini Beyan Babı. 9

6 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  Ümmetine  Olan Şefkati ve Onları Zarar Verecek Şeylerden Kendilerini Sakındırmaları Hususundaki Mübalağası  Babı. 9

7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Son Peygamber Oluşunun Beyanı Babı  10

8 -Allah Teala Bir Ümmete Rahmet Dilediği Zaman Evvela o Ümmetin Peygamberinin Ruhunu Kabzetmesi Babı. 11

9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in Havzı İle o Havzın Sıfatlarını İsbat Babı  11

10- Uhud Harbi Gününde Cebrail, İle Mikail'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namına Harb Ettiklerine Dair Bir Bab. 17

Hadisi Şeriflerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 17

11- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Şeçaati ve Harbe Önde Gitmesi Hususnda Bir Bab. 17

Hadisi Şerif'den Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 18

12- «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) İnsanlara Hayır Yapmakta Esen Rüzgardan Daha Cömert İdi» Hadisi Babı. 18

Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 18

13- Resullüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in  Ahlakça İnsanların En Güzeli Olması Babı  19

14- Resullüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'den Bir Şey İstendiğinde Asla:  «Yok!..» Demediği ve İlhamını Çokluğu Babı. 19

Hadis-i Şerif'ten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 21

15- Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Çocuklara, Düşkünlere Acıması, Tevazuu ve Bunun Fazileti Babı. 21

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :. 22

16- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Çok Utanması Babı. 23

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 23

17- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Tebbessümü ve Güzel Geçimi Babı  24

Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 24

18- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kadınlara Merhameti ve Kadınların Hayvanlarını Sürenlere Onlara Acımalarını Emir Duyurması Babı. 24

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:. 25

19- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İnsanlara Yakın Olması ve Onunla Teberrükte Bulunmaları Babı. 25

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 25

20- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Günahlardan Uzak Bulunuşu, Mubahın En Ehvenini Seçmesi, Allah'ın Haram Kıldığı Şeyler Çiğnendiğinde Onun Namına İntikam Alması Babı. 26

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 26

21- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kokusunun Güzel, Cildinin Yumuşak Oluşu ve Kendisine Dokunmakla Teberrük Edilmesi Babı. 27

22- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Terinin Güzel Kokması ve Onunla Teberrük Olunması Babı. 27

23- Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in Soğukta ve Kendisine Vahiy Geldiği Zaman Terlemesi Babı. 28

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 29

24- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Saçlarını Salması ve Ayırması Babı  29

25- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sıfatı ve Yüzce İnsanların En Güzeli Olduğu Hususunda Bir Bab. 29

26- Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Selletn)'in Saçının Sıfatı Babı. 30

27- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ağzı, Gözleri ve Ökçelerinin Sıfatı Hakkında Bir Bab. 30

28- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Beyaz ve Sevimli Yüzlü Oluşu Babı  30

29-  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Saçının Ağarması Babı. 31

30- Nübüvvet Mührünün İsbatı, Sıfatı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Vücudundaki Yeri Babı. 32

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 33

31- Peyganber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sıfatı, Peygamber Gönderilmesi ve Yaşı Hakkında Bir Bab. 33

32- Vefat Ettiği Gün Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Kaç Yaşında Olduğu Babı  34

33- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  Mekke ve Medine'de Ne Kadar KAldığı Babı  34

34- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsimleri Hakkında Bir Bab. 36

35- Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'in Allah Teala'yı Bilmesi ve Ondan Şiddetle Korkması Babı. 36

Bu Hadisleden Çıkarılan Hükümler:. 37

36- Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e  Tabi Olmanın Vucubu Babı. 37

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 38

37- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e  Ta'zim Gerektiği; Zaruret Olmayan Yahut Kendisine Teklif Tealluk Etmeyen, Vuku Bulmayan ve Buna Benzer Şeyleri Çok Sormayı Terk Etme Babı. 38

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 41

38- Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın Şer'an Söylediklerine İmtisalin Vacib Olması; Kendi Reyi Olarak Dünya Maişetlerine Ait Söylediklerine İmtisalin Vacib Olmaması Babı  42

39- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Bakmanın ve Onu  Görmek İstemenin Fazileti Babı. 42

40- Îsa (Aleyhisselam)’ın Faziletleri Babı. 43

41- İbrahim Halil (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın Faziletlerine Dair Bir Bab. 44

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 47

42- Musa (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'nın Faziletlerine Ait Bir Bab. 47

Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 47

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 49

43- Yunus (Aleyhisseîâm) İle Peygamberin (Sallallahû Aleyhi ve Sellem)’ın: «Hiç Bir Kula: Ben Yunus B. Metta'dan Daha Hayırlıyım Demek Yakışmaz» Hadisi Hakkında Bir Bab  51

44- Yusuf  (Aleyhisselâm)'ın Faziletlerine Ait Bir Bab. 51

45- Zekeriyya (Aleyhisselâm)'ın Faziletlerine Ait Bir Bab. 52

46- Hızır (Aleyhisselâm)’ın Faziletlerine Ait Bir Bab. 52

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 56


43- FAZİLETLER BAHSİ

 

1- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Nesebi ve Peygamberlik  Gelmezden Önce Taşın Ona Selam Vermesi Babı

 

1- (2276) Bize Muhammed b. Mihran Er-Râzî ile Muhammed b. Ab-dirrahman b. Sehm hep birden Veîid'den rivayet ettiler. İbni Mihran dedi ki: Bize Velid b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Evzâî Ebû Ammar Şeddat'tan rivayet etti ki: Ebû Ammar Vasile b. Eskaı şöyle derken işit­miş : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Şüphesiz ki Allah Kinâne'yi İsmail oğullarından seçmiştir. Kureyş'i Kinâne'den seçmiş; Kureyş'den de Benî Hâşİm'i seçmiştir. Beni de Benî Hâ-şim'den seçmiştir.»  buyururken işittim.

 

2- (2277) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Bükeyr İbrahim b. Tahman'dan  rivayet etti.   (Demiş ki) : Bana Simâk b. Harb Câbir b. Semûra'dan rivayet etti. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben Mekke'de bir taş bilirim. Peygamber olarak gönderilmezden ön­ce bana selâm veriyordu. Ben onu şimdi (de) pek âlâ biliyorum.» buyur­dular.

Nevevî diyor ki: «Ulemâmız bu hadîsle Kureyş 'den olma­yan Arablarm Kureyş kabilesine küfü1 olmadıklarına, Benî Haşim'den olmayan Kureyşliler'in de; Benî Hâşim'e küfü' sayılamıyacaklarına, yalnız Benî Muttalib ile Benî Hâşim'in bir kabile olduklarına istidlal etmişlerdir. Nitekim bu cihet sahîh bir hadîste sarahaten bildirilmiştir.>

Babımızın ikinci rivayeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir mucizesini isbat e-tmektedir. Bu hadîs bazı cansızların temyiz sahibi ol­duklarını gösteriyor ki; Teâlâ Hazretlerinin taşlar hakkında

«Gerçekten  onlardan  baTiları   Allah  korkusundan   aşağı  yuvarlanır-

lar.» [1] âyeti kerîmesiyle; «Hiç bir şey yok ki, onun hamdi ile teşbih etmesin.» [2] kavli kerîmine muvafıktır... Bu âyet üzerinde meşhur hilaf vardır. Sahîh kavle göre ha­kikaten her şey Allah'ı teşbih eder. Allah eşyada hâline göre temyiz halke-der. Taşın Hz. Mûsâ'nın elbisesini kaçırması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile zehirli kolun konuşması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çağırdığı vakit iki ağaçtan birinin diğerine yürümesi ve emsali hep bu kabildendir.

 

2- Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  Bütün Mahluklardan Üstün Yaratılışı Babı

 

3- (2278) Bana Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl (yâni İbni Ziyad) Evzâî'dcn rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hüreyre rivayet etti. (Dedi ki) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben kiyâmet gününde Âdem oğullarının efendisi, kendisinden ötürü ili; kabiri yanlan ve ilk şefaat isteyen ve kendisine ilk şefaat hakkı verilen olacağım.» buyurdular.

Heravî'nin beyânına göre Seyyid; hayır hususunda kavminden üstün olan kimsedir. Başkaları onu : Baş sıkısında kendisine koşulan ve herkesin işini gören, kötülükleri insanlardan def eden kimsedir diye tarif etmişlerdir.

Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanların hem dünyada hem âhirette ulusu ve efendisi olduğu halde burada kıyamet gününde diye tak-yid etmesinin sebebi kıyamette büyüklüğü herkes tarafından kabul edi­leceği, ona karşı gelen tek bir kimse kalmayacağı içindir. Halbuki dün­yada böyle değildir. Dünyada ululuk hususunda küffârm kırallan ve müş­riklerin reisleri kendisi ile münazaada bulunmuşlardır. Bu takyid Teâlâ Hazretlerinin

«Bugün mülk kimindir, Kahhar olan bir Allah'ında» [3] âyeti celîlesi-ne yakındır. Halbuki bundan önce de mülk Allah'a mahsustu, lâkin dün­yada mülkü iddia edenler, yahut mecazen mülk kendilerine izafe edilen­ler vardı. Âhirette bütün bunlar bitmiştir.

Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) iftihar için, Ben Âdemoğullarının efendisiyim, dememiştir. Çünkü meşhur bir hadîste :

«Ben ÂdemoğuIIarmin efendisiyim; iftihar değil» buyurmuştur. Ule­mâ burada bu sözü iki sebepten dolayı söylediğini beyân etmişlerdir :

«Rabbinin nimetini anlat da anlat» [4] emrine   imtisal   için   yâni tahdîsi nimet kabîlindendir.

2— Bu söz ümmetine tebliği vâcib olan beyandan ma'duddur. Tâ ki bilerek itikad etsinler ve icâbında hareket ederek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mertebesine göre ta'zimde bulunsunlar.

Bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bütün mahlûklar üzerine taidil edildiğine delildir. Çünkü ehl-i sünnetin mezhebine göre in­sanlar meleklerden efdal, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise hem insanlardan, hem de meleklerden efdaldir. Gerçi bir hadîste :

«Peygamberler arasında üstünlük çıkarmayın!» buy ur ul muştur. Fakat bu hadîse beş suretle cevap verilmiştir :

1- Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü kendisinin bütün Âdemoğullarından üstün ve onların efendisi olduğunu bilmezden önce söylemiş; Öğrenince kendisinin herkesten üstün olduğunu haber vermiştir.

2-Bu sözü terbiye, nezâket ve tevâzû yoluyla söylemiştir.

3- Yasak olan üstün çıkarma birinin diğerinden noksanlığına var­dırandır.

4- Yasak edilen fark gözetme fitne ve düşmanlığa vardırandır.

5- Yasak edilen fark gözetme peygamberlik hususudur. Peygamber olma hususunda aralarında fark yoktur. Fark yalnız hasais ve diğer fa­ziletler husûsundadır. Ve fark itikadı lazımdır. Çünkü Teâlâ Hazretleri :

«Bu peygamberler yok mu? Biz onların bazısını bazıs! üzerine faziletli kıldık.» [5]   buyurmuştur.

 

3- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Mucizeleri Hakkında Bir Bab

 

4- (2279) Bana Ebu'r-Rabi Süleyman b. Dâvud El-Atekî rivayet et­ti. (Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (SaUallahü A leyhi ve Sellem) m istemiş, kendisine geniş bir kab içinde su getirmişler, cemâ­at da abdest almaya başlamışlar. Enes demiş ki: Ben altmışdan seksen kişiye kadar tahmin ettim. Suya bakıyordum. Parmaklarının arasından kaynıyordu.

 

5- (...) Bana İshâk b. Mûsâ EI-Ensârî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Mâlik rivayet etti. H.

Bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vebb Mâlik b. Enes'den, o da İshâk b. AbdiIIah b. Ebî Talhâ'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki: ŞÖyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. İkindi namazının vakti gelmişti. Cemâat abdest suyu arıyor, fakat bulamıyorlardı. Derken Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'e abdest suyu getirdiler ve Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) hu kabın içine elini koydu. Cemaata da ondan abdest almalarını emir bu­yurdu. Enes demiş ki: Suyu gördüm parmaklarının altından kaynıyordu. Cemâat, a'ödest aldılar. Hattâ son neferine kadar abdest aldılar.

 

6- (...) Bana Ebû Ğassan El-IMismaî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz (yâni İbni Hişam) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabı ile birlikte Zevrâ'da içinde su bulunan kab istedi. Râvi demiş ki: Zevrâ' Medine'de çarşı ile mescidin yanında bir yerdedir ve avucunu suya koydu. Derken parmaklarının arasından kaynamağa başladı ve bütün ashabı abdest aldılar. Râvi demiş ki: Ben

  Kaç kişi idiler yâ Ebû Hamza? [6] diye sordum.

  Üç yüz kişi kadardılar! cevâbını verdi.

 

7- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Said Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (Salialİahü Aleyhi ve Sellem) Zevra'da imiş. Kendisine Lir kabla su getirmişler. Parmaklarını örtmüyor-muş. Yahut parmaklarım Örtecek kadarmış...

Bundan sonra râvi Hişâm'm hadîsi gibi mıklctmiştir.

Bu hadîsi Buharı «Kitabü't-Vuzu'» ve «Kitabıı Alâmâtin-Nü-büvve»'de; Tirmizi «Menâkıb» bahsinde; Nesâî de «KitabÜ't-Tahara»'da muhlelü râvilerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onun hakkında Hasen sahih bir hadîstir.»  demiştir.

Nevevî diyor ki : «Bu babın hadislerinde Peygamber (Saüallahii Aleyhi ve Sellem)'in parmaklarının arasından su kaynayıp çoğalması ve ye­meği çoğaltması görülecektir. Bunların hepsi açık bir takım mucizeler olup Resûlüllah (Sallallahü Aleyh: ve Sellem)'den muhteln yerlerde ve çeşit­li hallerde görülmüş; mecmuu tevatür derecesine varmıştır. Suyu çoğalt­ma mucizesini sahih olarak Enes İbni Mes'ûd, Câbir veImran b. Husayn rivayet etmişlerdir...»

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m)1 in parmakları arasından suyun kaynaması hususunda iki kavil vardır. Ekser ulemâya göre su bizzat Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in parmaklarından çıkmıştır. Ulemâ bu mucizenin taştan su kaynama mucizesinden daha büyük olduğunu söyle­mişlerdir. İkinci kavle göre; ihtimal Cenâb-ı Hak kaptaki suyu çoğaltmış ve su yükseldikçe kaynar gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in par­maklarından dökülmüştür. Bu şekillerin her ikisi de açık birer mucizedir. Orada hazır bulunan ashabın sayısı bir rivayette altmışla seksen arası, di­ğer rivayete göre üçyüz kadardır. Rivayetlerin ikisi de Hz. Enes'den nakledildiğine göre ulemâ su kavnama mucizesinin ayrı ayrı iki yerde vu­ku bulduğuna kail olmuşlardır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaz vakti girmeden abdest için su aramak vâcid değildir. Çün­kü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  aramadıkları için ashabına bir şey dememiştir. Bu ise cevaza delildir.

2- Fazla suyu olan kimsenin zaruret anında başkasına yardım et­mesi vâcibdir.

3- Namaz ancak vaktin girmesiyle farz olur.

4- Abdestsiz olan kimsenin namaz vakti girmezden önce su araması müstehab, vakit girdiğinde ise vâcibdir.

5- Hadîs-i şer;f mucizeyi inkâr eden mülhjdlere red vecâbıdır.

 

8- (2280) Bana Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha­sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti kî: Ümmii Mâlik Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Je tir tulumunun içinde yağ hediye edermiş. Az sonra oğulları gelir, ondan katık isterlermiş, halbuki evlerinde bir şey bulun-mazmış. Bu sefer Ümmü Mâlik, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gi­der onda yağ bulurmuş. Böylece o kab evinin katığını idare etmiş durmuş. Nihayet onu sıkmış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem i 'e gelmiş. (O kendisine) :

«Tulumu sıktm mı?» diye sormuş. Ümmü Mâlik:

— Evet! demiş.

«Onu (sıkmadan) bıraksaydın hazır bulunmakta devom ederdi.» buyurmuşlar.

 

9- (2281) Bana Seleme b. Şebib rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl EbuVZübcyr'den, o da Câ-bir'den naklen rivayet etti ki : Bir adam yiyecek istemek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e gelmiş. O da kendisine yarım kile arpa ver­miş, adam ile karısı ve misafiri bundan yemekte devam etmişler. Nihayet arpayı ölçmüş ve arkacığından Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellemye gel­miş :

«Onu  Ölçmeyeydin  ondan  yer dururdunuz ve sizin  İçin  hazır bulu­nurdu.»   buyurmuşlar.

 

10- (706) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ali El-Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik (bu zât İbni Enes'dir.) Ebu'z-Zübeyr El-Mekkî'den rivayet etti. Ona da Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vasile haber vermiş, ona da Muaz b. Cebel haber vermiş. Muâz şöyle demiş : Tebük gazası yılında ResûlüHah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'\e birlikte yola çıktık. Namazları cem' ediyordu. Öğle ile ikindiyi beraberce, akşamla yatsıyı beraberce kıldı. Bir gün olunca na­mazı geciktirdi. Sonra çıkarak öğle ile ikindiyi beraber kıldı. Sonra içeri girdi. Biraz sonra çıkarak akşamla yatsıyı beraberce kıldı. Sonra şöyle buyurdu ;

«Sİz yarın inşaallah Tebük kaynağına varacaksınız. Siz ona kuşluk zamanı olmadan varmayacaksınız. İmdi ona sizden kim varırsa ben ge­linceye kadar suyundan hiç bir şeye dokunmasın!»

Derken biz kaynağa vardık. Bizden önce ona iki adam varmış. Kay­naktan fotin bağı kadar su akıyordu. ResûlüHah (Sallailahü Aleyhi ve Selletn) o iki adama :

«Bunun suyundan bir şeye dokundunuz mu?»   diye sordu.

— Evet! cevâbını verdiler. Bunun üzerine Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onlara sitem etti. Onlara Allah'ın dilediği kadar söz söyledi. Sonra cemâat elleriyle kaynaktan azar azar su aldılar. Hattâ bir şeyin içinde su toplandı. ResûlüHah (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) onun içinde elle­rini ve yüzünü yıkadı. Sonra suyu kaynağa iade etti. Hemen kaynak şarıl şarıl su akıttı. Yahut bol su akıttı. —Kavi Ebû Alî bu iki kelimeden han­gisini söylediğinde şekketmiştir.— Hatta cemâat su aldılar. Sonra :

«Yâ Muâz! Ömrün vefa ederse burasının bahçelerle dolduğunu gör­men yakındır.» buyurdular.

 

11- (1392) Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Amr b. Yahya'dan, o da Abbâs b. Sem b. Sa'd Es-Sâidî'den, o da Ebû Hümeyd'den naklen rivayet etti.    Şöyle demiş :

Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Setlem)'lc birlikte Tebük gazasına çıktık. Ve Vâdi'l-Kura'da bir kadının bahçesine geldik. Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Setlem):

«Bu bahçeyi tahmin edin!» buyurdu. Biz de onu tahmin ettik. Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu on kile olarak tahmin etti. Ve (kadına) :

«inşaatları biz sana donünceye kadar bunu belle!» dedi. Ve yürüdük Nihayet Tebûk'e geldik. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu akşam sizin üzerinize şiddetli bir rüzgâr esecek. O rüzgârda siz­den kimse ayağa kalkmasın. Kimin devesi varsa ipini sağlam bağlasın!» buyurdu. Arkacıgından şiddetli bir rüzgâr esti. Derken bir adam ayağa kalktı ve rüzgâr onu götürerek Tayyî' dağlarına attı. Eyle hükümdarı îbnü'I-Almâ'ın elçisi Resûlüllah (Saliatlahü A leyhi ve Sellem) 'e bir mektup getirdi. Ona bir de beyaz katır hediye etti. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Selletn) dahî kendisine cevap yazdı ve bir elbise hediye etti. Sonra yola revan olduk, nihayet Vadi'l-Kura'ya geldik. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ kadına bahçesini sordu ;

«Bahçenin mahsulü kaç kileye baliğ oldu?» dedi. Kadın :

  On kileye! cevâbını verdi.     Bunun üzerine Resûlüllah (Satlallalıü Aleyhi ve Sellem)'.

«Ben acele ediyorum. Sîzden kim dilerse benimle beraber acele gelsin. İsteyen kalsın!» buyurdu. Biz de yola çıktık. Medine'ye yaklaştığımızda:

«İşte Tâbe! [7] Ve işte Uhud! O bizi seven bir dağdır. Biz de onu se­veriz,»  buyurdu. Sonra ilâve etti:

«Şüphesiz En sar hanelerinin en hayırlısı Benî Neccar hûnesidir. Sonra Benî Abdil-Eşhel hanesi, sonra Benî Abdil-Haris b. Hazrec [8] hanesi, sonra Bsmî Sâide hânesidir. Ensârın her hanesinde hay;r vardıs.» Az sonra Sa'd b. Tıfcade'ye yetiştik. Ebû Üseyd (ona) : Görmedin mi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensâr hanelerinin hayırlılarını söyledi de bizi en sona bıraktı, dedi. Bunun üzerine Sa'd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ya yetişerek :

  Yâ Hesûlallah!    Ensar hanelerinin hayırlılarını söylemiş; tizi ev sona bırakmışsın! dedi. o da :

«Size hayalılardan olmanız yetişmiyor mu?» buyurdu.

 

12- (...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aİfan rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muğîre b. Se-lemete'l-Mahzumî haber verdi.

Her iki râvi demişler ki: Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Yahya bu isnadla:

«Ensar hanelerinin her birinde hayır vardır.» cümlesine kadar rivayet etti. Ondan sonraki Sa'd b. Ubâde kıssasını anmadı. Vüheyb'in hadîsinde : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona memleketinin idaresini ver­diğini yazdı.» ifâdesini ziyâde etmiştir. Vüheyb'in hadîsinde «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'de ona yazdı.» cümlesini anmamıştır.

Bu rivayetlerden Ebû Humeyd hadîsini Buhâri «Kitabu'z-Zekât», «Kitâbu'1-Hacc» ve «Kitabu'l-Meğâzî»'de; Ebû Dâvud «Haraç» bahsinde rivayet ettikleri gibi, Ebû Üseyd hadî­sini Buhârî, Tirmizî ve Nesâî «Menâkıb» bahsinde muh­telif râvüerden tabrîc etmişlerdir.

Ulemânın beyânına göre Ümmü Mâ1ik'in tulumu sıkmasıyle yağ bereketinin gitmesi ve ondan sonraki rivayette adamın arpayı ölç­mesiyle zahirenin bitmesinin hikmeti bu fiillerin tevekkül ve teslime ay­kırı olmalarıdır. Yâni Allah'ın rızkına tevekkül ettikleri müddetçe rızık devam etmiş, kendi güç ve kuvvetlerine güvenerek işi ele almaya ve Al­lah'ın hükmündeki esrarı anlamaya kalkışınca bu nimetlerin ellerinden alınmalarıyla cezalandırılmışlardır.

Vesk : Altmış sa' demektir. Bu miktar tahminen onbeş teneke eder. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâta yarım vesk arpa verdiğine göre bugünkü hesapla aşağı yukarı yedi teneke arpa vermiş demektir. İşte günlerce kendisinin, ailesinin ve misafirlerinin yemekle bitiremedik­leri zahire budur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu zâta arpayı ölçmemiş olsa bitmeyip onları beslemekte devam edeceğini bildirmiştir.

Görülüyor ki: Gerek Ümmü Mâ1ik'in yağında gerekse bu zatın ırpasmda Resûlüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Seilem)  açık birer mucize göster-ıiştir. Bundan  sonraki  rivayetlerde  dahî mucizeler  görmekteyiz. Te-ük'ün ayakkabı bağı kadar ince akan kaynağının şarıl şarıl akan bir lereye inkılâb etmesi; hattâ kimse yerinden kalkmasın diye tenbihde bu­lunduğu halde bir adam rüzgâr anında ayağa kalktığı için kendisine bir ;ezâ olmak üzere rüzgâr tarafından Tayyî dağlarına atılması, ka­lının bahçesinden "on vesk (takriben yüz elli teneke) meyve çıkacağını tahmin buyurması ve neticede bahçeden o kadar meyve toplanması birer mucizedir.

Tebük ; Medîne 'ye on dört konak mesafede Medine İle Şam arasında bir şehirdir. D ime § k üe aralarında on bir konak mesafe olduğu söylenir. Tebük gazası Resûl-i Ekrem (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)fin iştirak ettiği son gazadır. Sıcağın çok şiddetli olduğu ve mey­velerin kemâle erdiği bir zamana tesadüf etmiş, fakat bu gazada çarpış-jma olmamıştır.

Vadi'I-Kura : Kicaz'm Şam tarafına düşen eski bir şehirdir. 'Eyle de Misi r 'la Mekke arasında bir sahil şehridir. Buranın hü­kümdarı Yuhanna b. Ru'be Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Seilem) bir mektup ve hediye olarak bir de beyaz katır göndermiştir. Bu hayvanın ismi Düldül 'dür. Hadîsin zahirine bakılırsa Düldül bu gazada hediye edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ondan başka bir katırı -'bulunduğu da rivayet olunmamıştır. Şu halde burada za­hiren bir tearuz göze çarpmaktadır. Şöyle ki; Tebük gazası hicretin dokuzuncu senesinde olmuştur. Halbuki Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Seilem} Haneyn gazasına bu hayvanın üzerinde çıkmıştır. Vak'a sa-hîh hadîslerle rivayet edilmiş ve şöhret bulmuştur. Huneyn gazası hicreün sekizinci yılında    Mekke 'nin fethinden sonra olmuştur.

Kaadî îyâz bu çelişikliği gidermek için şunu söylemiştir : «O halde hayvanın hediye edilmesi Tebük gazasından Önceye hamledi­lir. Zaten hediye meselesi elçinin gelmesi üzerine (vav) ile atfedilmiştir. Bu edat tertib iktiza etmez.»

Uhud dağının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i sevmesi me­selesi hac bahsinin sonunda geçmişti.

Ensar hanelerinden murad kabilelerdir. Bunların içinden Benî Neccâr'in en faziletli olması İslâm'ı ilk kabul edenler oldukları ve dinde güzel eserler bıraktıkları içindir.

Tayyi' dağları: Ece ve Selma isminde iki dağdır. Bunlara Amâ1ika denilen kavmden bir erkekle kadının ismi verildiği söylenir. Hadîsin bir rivayetinde rüzgâr iki adam sürüklemiştir. Bunlar Benî Saide kabilesinden iki zât olup, biri haceti için gitmiş ve gittiği yerde tıkanmış kalmış. Öteki devesini aramaya çıkmış. Onu da rüzgâr Tayyi dağlarına atmış. Bu hâdise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber verilince :

«Ben size yanında arkadaşı olmaksızın kimse dışarı çıkmasın demedim mi?» buyurmuş. Sonra gittiği yerde tıkanıp kalan zata duâ etmiş, o he­men şifa bulmuş. Öteki Resûlüllah (Sallalluhü Aleyhi ve Seilem) 'e Tebük1den döndüğünde yetişmiş.

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âlimin arkadaşlarını burada olduğu gibi imtihan etmesi müste-habdır.

2- Hadîs-i şerîf   Medine 'nin,    Uhud   dağının ve Ensarm fa­ziletlerine delildir.

3- Bu hadîsler ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üm­metine karşı gösterdiği şefkat ve merhamete delildirler.

4- Kâfirin hediyesi kabul edilir.

5- Kâfirlerin hükümdarına hediye göndermek ve küffâra yer vermek

caizdir.

6- Peygamber (Sallaiîahü A leyhi ve Seilem) 'in sözüne muhalefette bu­lunmak şiddet ve felâket getirir.

 

4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in Allah Teala’ya Tevekkülü ve Allah'ın Onu İnsanlardan Koruması Babı

 

13- (843) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Ebû Seleme'-den, o da Câbir'den naklen haber verdi. H.

Bana Ebû İmran Muhammed b. Cafer b. Ziyad da rivayet etti. Lâ­fız onundur. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni İbni Sa'd) Zührî'den, o da Sinan b- Ebî Sinan Ed-Düelî'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen ha­ber verdi. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sel/em)'le bir­likte Necid tarafına gazaya gittik. Ve Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e diken ağacı çok oîan bir vadide yetiştik. Derken Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bir ağacın altına indi de kılıcını onun dalların­dan birine astı. Cemâat da ağaçlarla gölgelenmek için vadiye dağıldılar. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Setlem)   buyurdu ki:

«Gerçekten ben uyurken bana bir adam geldi. Ve kılıcı aldı Hemen uyandım. Adam başımda duruyordu. Hiç anlamadım, kılıç sıyrılmış olarak elinde idi. Ve bana : Seni benden kim men eder? dedi. Ben : Allah! dedim. Sonra ikinci defa (tekrar) : Seni benden kim men eder? dedi. Ben (yine) Allah! dedim. Bunun üzerine ki fici kınına iade etti. Ve hemen oturdu.» Ondan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona kötü bir şey söy­lemedi.

 

14 - (...) Bana Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî ile Ebû Bekr b. İshâk da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Sinan b. Ebî Sinan Ed-Duelî ile Ebû Seleme b. Abdirrahman rivayet et­tiler. Onlara da Câbir b. Abdillah EI-Ensârî —ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) "m ashabından idi— haber vermiş ki: Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'lti birlikte Necid tarafına bir gazaya gitmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dönünce o da beraberinde dönmüş. Bir gün kendilerine sıcağın şiddeti gelip çatmış...

Sonra râvi İbrahim b. Sa'd ile Ma'mer'in hadîsi gibi nakletmiştir.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affa a rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eban b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesîr, Ebî Seleme'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'le birlikte geldik. Zatü'r-Rika denilen yere ulaştığımızda...

Râvi Zührî*nin hadîsi mânâsında rivayette bulunmuş. Fakat «Sonra Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ona kötü bir şey söylemedi.» cüm­lesini anmamıştır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitabü'l-Meğâzî»'nin bir iki yerinde ve «Ki-tabü't-Tıb»'da tahrîc etmiştir.

Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelen adamın ismi Gûres yahut Garves'dir. Kaadî îyâz her iki şeklini söyledikten sonra doğrusu Garves'dir, demiştir. Hattâbı, Guveyris olduğunu söylemiştir. Bu adama Dü'sûr denildiğini söyleyenler de vardır. îbni İshâk diyor ki: «Küffâr Dü'sûr'a Muhammed yal­nız kaldı, şunun işini bitiriver, dediler, Dü'sûr onların reisi idi. Cesur bir adamdı. Yanma keskin bir kılıç alarak geldi ve Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)in başına dikilerek: Seni tenden kim men eder? dedi. Hemen Cibril (Aleyhisselam) göğsünden itti ve elinden kılıç düştü. Bu sefer onu Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   aldı ve:

«Bugün asıl seni benden kim men eder?» dedi. Dü'sûr : Hiç kimse! cevâbım verdi. Bunun üzerine Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

«Kalk işine git!» dedi. Dü'sûr dönüp giderken : Sen benden daha ha­yırlısın, dedi. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   de:

«Ben buna senden daha hak sahibiyim.» buyurdu. Sonra Dü'sûr müs-lüman oldu. Hadîsin bir lâfzında Dü'sûr : Ben de Allah'tan başka ilâh ol­madığına ve senin Resûlüllah olduğuna şehâdet ediyorum, demiş. Sonra kavmine giderek onları İslâm'a davet etmiştir.»

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in tevekkülü­ne ve Allah'ın onu insanlardan koruduğuna delildir.

2- Vâdîlerdeki   ağaçların   altında   gölgelenmek silâh ve torba gibi eşyayı onların üzerine asmak caizdir.

3- Harbî olan kâfire ihsanda bulunmak ve esirse salıvermek caizdir.

4- Hadîs-i şerîf   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİiem) 'in   şecaatma, sadakatına, affu safhma, kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunduğuna delildir.

 

5- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'in Hidayet ve İlimle Gönderildiğnin Misalini Beyan Babı

 

15- (2282) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Âmir EI-Eş'arî ve Muhammed b. Alâ' rivayet ettiler. Lâfız Ebû Âmir'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Settern)'den. naklen rivayet etti:

«Gerçekten Allah (Azze ve Celle)'nin beni hidâyet ve ilimle gönderme­sinin misâli bir yere isabet eden yağmur gibidir. Bu yerin bir kısmı güzel­dir. Şüyu kabul eder, ot ve birçok çimen bitirir. Bir kısmı da çoraktır. Suyu tutar. Allah onunla da insanlara fayda verir. Ondan su içerler, hayvan sularlar, hayvan otlatırlar. Yerin başka bir kısmına da yağmur isabet eder, ancak o sadece düz yerdir. Ne su tutar, ne de çimen bitirir, işte Allah'ın dinince fakih olan ve Allah'ın benimle gönderdiği şeyden kendisine fayda verdiği; öğrenip öğreten kimsenin misâli ile bu hususta kibirinden baş kal­dırmayanın ye benim kendisiyle gönderildiğim Allah'ın hidâyetini İcabul etmeyenin misâli budur.»  buyurmuşlar.

Bu- hadîsi Buharı ile Nesâî «Kitabü'l-İlim»'de tahrîc et­mişlerdir,        

Gays: Yağmur demektir. Uşbt tela', kele' ve haşiş kelimeleri ot mâ­nâsına gelirlerse de haşiş kuru ota, uşb ve kela' yaş ota mahsusturlar. Kele' ise yaş ve kuru ota ıtlak edilir. Kîân : Kâm cem'idir. Düz ve yala­bık yerler demektir. Bazıları nebat olmayan yer mânâsına geldiğini söy­lemişlerdir ki; burada murad da odur. Nevevî diyor ki: «Bu ha­dîsten maksad Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'in getirdiği doğru yolu yağmurla temsildir. Mânâsı şudur: Yeryüzü üç nevidir. İnsanlar da öyledir. Bir nevi yağmurdan faydalanır. Kurumuşken dirilerek çimen bi­tirir, insanlar, hayvanlar .ve ekinler ondan istifâde eder. İnsanların birin­ci nev'i de öyledir. Kendilerine hidâyet ve ilim yetişir, onu bellerler. Kalbler dirilir. Onunla amel eder ve başkasına öğretirler. Bu suretle hem kendileri faydalanır, hem başkalarını faydalandırırlar. Yerin ikinci nev'i kendisi için faydalanmayı kabul etmeyendir. Lâkin kendisinde başkası için fayda vardır. O da suyu tutması dır. Böylece ondan insanlar ve hay­vanlar faydalanırlar. İnsanların ikinci nev'i de böyledir. Belleyişli kalb-leri vardır. Lâkin dürüst anlayışları, mânâ ve hükümleri çıkaracak olgun akılları yoktur. Tâat ve amelde ictihad edemezler. Bunlar ilmi ve hidâyeti istifâde etmek isteyen biri gelip isteyinceye kadar muhafaza ederler. Ge­len onlardan alıp istifâde eder. Bu gibiler de kendilerine ulaşan ilimle başkasına fayda verirler. Yerin üçüncü nev'i hiç bir şey yetiştirmeyen şabh ve tuzlu yerdir. Bu ne sudan istifâde eder, ne de başkası istifâde et­sin diye suyu tutar. İnsanların üçüncü nev'i de böyledir. Bunların ne bel­leyişli kalbleri vardır, ne de anlayışlı akılları... İlmi işittikleri vakit on­dan faydalanmazlar. Başkaları faydalansın diye bellemezler.»

Görülüyor ki Nevevî gerek yerin, gerekse insanların üçer kıs­mını beyan etmiş. Yalnız hadîsin hangi cümlesi benzetilen kısmın hangi cümlesine misal olduğunu beyan etmemiştir. Diğer ulemâ hadîsi üç nev'e tatbik hususunda ihtilâf etmişlerdir. «El-Mebârik» ismindeki eserin sahibi «Allah'ın dininde fâkih olan» cümlesinden «öğrenip, öğreten» ibaresine kadar olan kısmı yerin birinci nev'ine misal; «kibirinden baş kaldırmaya­nın» ibaresini ikinci nev'e; «Allah'ın hidâyetini kabul etmeyen» cümle­sini de üçüncü nev'e misal göstermiştir. Bâzıları: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) turada insanların en yüksek ve en aşağı tabakalarını zik­retmiş, bunların arasmdakini anlaşıldığı için hazfetmiştir.» demişler. Kirmanı gibi bir takımları da hadîste birinci ismi mesule atfedilen mevsûlan hazfedildiğini söylenişlerdir. İbare şöyle takdir edilir: İşte Aî-lah'm dininde fakih olanın misâli ve işte kendisine ilim fayda verenin misâli ilâh... Böylece insanların üç kısmı da zikredilmiş olur. Yalnız ara­larında tertib yoktur. Çünkü Allah'ın dininde fakih olanlar yerin ikinci nev'ine; ilmi öğrenip öğretenler birinci nev'ine, kibirlilerse üçüncü nev'i­ne misaldirler.

Hadîs-i şerîf'te ilmin envâı vardır. Darb-ı mesel öğrenip öğretmenin fazileti, bunlara şiddetle teşvik ve ilimden yüz çevirenleri zem bunlar­dandır.

 

6 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  Ümmetine  Olan Şefkati ve Onları Zarar Verecek Şeylerden Kendilerini Sakındırmaları Hususundaki Mübalağası  Babı

 

16- (2283) Bize Abdullah b. Berrad El-Eş'âri ile Ebû Küreyb riva­yet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme Bü-teyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Söyle buyurmuşlar:

«Şüphesiz benim ve Allah'ın benimle gönderdiği şeyin misâli bir ada­mın misâli gibidir. Ki : Kavmine gelir de : Ey kavmim, ben orduyu iki gö­zümle gördüm. Ben gerçekten soyunmuş uyarıcıyım. Kurtulmaya bakın! der. Kavminden bir taife ona itaat eder. Ve gecelikle yola düşerek yavaş yavaş giderler. Onlardan bir taife de onu yalanlayarak yerlerinde sabah­larlar ve ordu sabah baskım yaparak onları helak eder. Köklerini kuru­tur, işte bana itaat edip getirdiğime tâbi olanlarla, bana isyan edip getir­diğim hakkı yalanlayanların misâli, budur.»

Bu hadîsi Buharı «Rikak» ve «î'tisam* bahislerinde tahrîc et­miştir.

Soyunmuş uyarıcıdan murad : Korkunç haber getirendir. Eskiden Araplar'ın âdetine göre bir adam bir cemâati korkutmak ve kendilerine korkunç bir haber vermek isterse elbisesini çıkarır, şayet uzakta ise bu elbise ile kendilerine işarette bulunur.

Bununla musibet haberi verdiğine işaret ederdi. Bunu ekseriyetle bir cemâatin öncüsü ve gözcüsü yapardı. Böyle yapması: Gören daha iyi far-ketsin, daha çok şaşsın ve manzara daha çirkin olsun diyedir. Bu şekil o cemâati düşman için hazırlanmaya daha çok teşvik eder. Bazılarına göre bunun mânâsı: «Ben, kendisine düşman yetişip, elbisesini alan uyarıcıyım. .İşte sizi çıplak olarak uyarıyorum.» demektir.

«Alâ nıühletihim» tâbiri Müs1im'in bütün nüshalarında burada olduğu gibidir. «Ekem'ü beyne's-Sahiheyn» nam eserde ikisinin de doğru olduğunu söylüyor.

 

17- (2284) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Muğîre b. Abdirrahman El-Kureşî, Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlülîah {Sailaliahü Aleyhi ve Sellem):

«Benimle ümmetimin misâli ancak ve ancak ateş yakan bir adamın misâli gibidir. Ki : Hayvanlar ve pervaneler onun içine düşmeye başlarlar. Ben sizin eteklerinizden tutuyorum, *zse onun içine atılıyorsunuz.» buyur­dular.

 

(...) Bize bu hadîsi Amru'n-Nakıd ile İbni Ebî Ömer de rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zinad'dan, bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.

 

18- (..) Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Münebbih'-den naklen haber verdi. Hemmam : Ebû Hüreyre'nin : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bize rivayet ettikleri bunlardır diyerek bir takım ha­dîsler rivayet etmiştir. Onlardan biri de şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benîm misâlim ateş yakan bir adamın misâli gibidir. Ateş etrafındaki şeyleri aydınlatınca pervaneler ve şu ateşteki hayvanlar içine düşmeye başlarlar. Adam onları men etmeye başlarsa da onlar kendisine galebe çalarak ateşe atılırlar. İşte benimle sizin misâliniz budur. Ben ateşten koru­mak için sizin eteğinizden tutuyorum : Ateşten beri gel! Ateşten beri gel! diyorum. Sİz bana galebe çalarak onun içine atılıyorsunuz.» buyurdular.

 

19- (2285) Bana Muhammed b. Hâtİm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Selîm, Said b. Mînâ'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Benimle sizin misâliniz, ateş yakan bîr adamın misâli gibidir ki; he­men cırcırlarla pervaneler İçine düşmeye başlarlar. O bunları kovar. Ben de ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz elimden kaçıyorsunuz.»   buyurdu.

Bu hadîsi Buhârî «Rikak» bahsinin bir iki yerinde tahrîc et­miştir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsten maksat şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) câhillerle muhaliflerin günahları ve şehvetleri sebebiyle âhiret ateşine düşüşlerini ve bu husustaki hırslarını pervanele­rin dünya ateşine düşüşlerine benzetmiştir. Çünkü pervanede akıl ve tem­yiz yoktur. Günahkârlar dahî Peygamberler (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerini men etmiş ve eteklerinden tutmuş olduğu halde, elinden kaç­mışlardır. Şu halde her iki fırka kendini helak etmek için hırslı ve bu hu­susta gayret sarfetmiş demektir.»

 

7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Son Peygamber Oluşunun Beyanı Babı

 

20- (2286), Bize Amr b. Muhammed En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Siifyân b. Uyeyne, Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Efcû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen riva­yet etti. Şöyle buyurmuşlar;

«Benimle diğer peygamberlerin misâli bir bina inşâ eden; onu iyi ve güzel yapan adamın misâli gibidir ki : İnsanlar o binayı dolaşmaya baş­larlar. Bundan daha güzel bînâ görmedik, yalnız şu kerpiç müstesna, der­ler. İşte o kerpiç benim.»

 

21- (...) Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmam Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bize rivayet ettikleri bunlardır diyerek bir takım hadîsler rivayet etmiştir. Onlardan biri de şudur : Ve Ebu'l-Kasım (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benimle benden önce geçen peygamberlerin misâli, bir takım evler inşâ eden, onları iyi, güzel ve mükemmel yapan, ancak köşelerinden bir köşesinde bir kerpiç yeri bırakan bir adamın misâlidir. Ki : İnsanlar dolaşmaya ve binayı beğenmeye başlarlar. Hem şurayc bir kerpiç koysan da binan tamam olsaydı ya derler. Muhammet   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) der ki : İşte o kerpiç benim.»   buyurdular.

 

22- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İLni Hucr' da riva­yet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni îbni Cafer) Abdullah b. Di­nar'dan, o da Ebû Sâiih Semman'dan, o da Ebû Küreyre'den naklen riva­yet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSeltem):

«Benimle benden Önce geçen peygamberlerin misâli bînâ inşâ edip onu iyİ ve güzel yapan, yalnsz köselesinden bîr köşede bir kerpiç yeri bırakan bir adam gibidir. Ki : İnsanlar o binayı dolaşırlar ve beğenirler de, şu kerpiç konsaydı ya, derler. îşie o kerpiç benim, peygamberlerin so­nu da benim.» buyurmuşlar.

 

(...) Bİ2e Etû Bekr b. Sbî Şeybe Üe Ebû Küreyb rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Said'den naklen rivayet etü. Şöyle demiş: ResüîüHalı (Sailaliahü Aleyhi ve (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)  buyurdular ki: «Benimle peygamberlerin misnü...» Verâni yukardaki hadîs gibi rivayette bulunmuştur.

 

23- (2287) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Selim b. Hayyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. İVlîna' Câbir'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Benimle diğer peygamberlerin misâli bîr ev inşa ederek onu tamam­layan ve mükemmelleştiren yalnız bir kerpiç yeri müstesna bırakan adamın misâli gibidir ki : İnsanlar o eve girmeye ve ona şaşmaya başlarlar. Ama şu kerpicin yeri boş olmasa derler. Resûlüllaîı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlar ki : Işîe o kerpicin yeri benim. Geldim ve peygamberlerin so­nunu getirdim.»

 

(...) Bu hadîsi bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Selim bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Ve «Etemmelıâ» yerine «Ahsenehâ» dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitabu'l-Menâkıb»'de, Nesâi   «Tefsir» de,  Tirmizî  «Emsal» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in burada bir teşbihi temsili yaptığı görülüyor. Bu teşbihin hususiyeti müşebbehin bütün hallerinden bir vasıf alınarak müşebbehün bihin hallerinden bir vasfa benzetmektir. Burada da şöyle denilir : Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seltenı) peygam­berleri ve onların getirdiklerini güzel ahlâka irşad meselelerini sağlam te­mel üzerine bütün teferruatıyle mükemmel ve güzel bir şekilde kurulan yalnız bir kerpiç yeri eksik bırakılan binaya benzetmiştir. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seltenı) güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğine göre o binanın kusurunu tamamlayan kerpiç odur. Hadîs-i şerif anlatmayı kolaylaştırmak için darb-ı mesel getirmenin caiz olduğuna, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemfm şâir peygamberlerden efdaliyetine ve Allah Teâlâ'nın onunla peygamberler dizisine son verdiğine delildir.

 

8 -Allah Teala Bir Ümmete Rahmet Dilediği Zaman Evvela o Ümmetin Peygamberinin Ruhunu Kabzetmesi Babı

 

24- (2288) Müslim der ki: Bana Ebû Üsâme de rivayet olundu. Bu­nu ondan rivayet edenlerden biri de İbrahim b. Said'dir. Buyurmuşlar ki:

«Şüphesiz Allah (AzzeveCelle) kullarından bir ümmete rahmet etme-yİ dilerse o ümmetten evvel peygamberinin ruhunu kabzeder de onu o üm­met için bir öncü ve dümdar yapar. Bir ümmetin de helakini dilerse onu peygamberi sağ iken azâb eder. Ve peygamberin gözünün önünde onu helak eder. Ümmeti onu tekzîb edip emrine isyan ettikleri için onları helak etmekle peygamberini de memnun eder.»

Mâzirî ile Kaadî Iyâz bu hadîsin «Sahîh-i MüslimVdeki münkaü hadîslerden olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Müslim onu Ebû Üsâme 'den kim rivayet ettiğini söylememiştir. Fakat Nevevi bunu kabul etmemiş, kendilerine şöyle cevab vermiştir : «Bu hakîkatta inkıta değil, sadece meçhulün rivayetidir. Maamafih bazı mu'temed nüshaların haşiyesinde Ebû Üsâme 'den rivayet edenin kim olduğu da bildirilmiştir.

Cellûdî demiştir ki: Bize Muhammed b. Müseyyeb El-Erğiyânî riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Said El-Cevherî bu hadîsi isnâdıyle Ebû Üsâme'den rivayet etti.»

 

9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in Havzı İle o Havzın Sıfatlarını İsbat Babı

 

25- (2289) Bana Ahmed b. Abdillah b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zaide rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Melik b. Umeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Cündebi şunu söylerken işittim : Ben Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellemyi: «Ben havzın başına sizden önce varacağım» buyururken işittim:

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Bişr rivayet etti. Her iki râvi Mis'ar'dan rivayet etmişlerdir. H.

Bize Ubeydullah b. Muaz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham­med b. Cafer rivayet etti.

Her iki râvi demişler ki: Bize Şu'be rivayet etti. Her iki râvi Abdü'l-Melik b. Umeyr'den, o da Cündep'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilemj'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi   Buhârî   «Kitâbu'r-Rıkakf'da tahrîc etmiştir.

Farat: Bir yere gidenlerden önce varıp onlar için hazırlıkta bulunan kimsedir. Burada ondan murad sevab ve şefaatdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine şefaatçi olmak için Havz-ı Kevser'in başına onlardan önce varacaktır.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Havz hadîsleri sahihtir. Havza iman farzdır. Bunu tasdik imandandır. Ehl-i Sünnet ve'1-cemâat'a göre havza zahirî mânâsına göre inanılır. Te'vîle gidilmez. Bu hususta ihtilâf yoktur. Havz hadîsi mütevatirdir. Çünkü onu sahabeden elliden fazla kimse nak-letmişlerdir.» Müslim onu Abdullah b. Amr, Âişe, Ümmü Seleme, Ukbe b. Âmir, İbni Mes'ûd, Huzeyfe, Harise b. Vehb, Müstevrid, Ebû Zer, Sevban, Enes, Câbir ve İbni Semûra hazeratmdan rivayet etmiştir. Müslim 'den başkaları ise Ebû Bekr, Zeyd b. Erkam, Ebû Ümâme, Abdullah b. Zeyd, Ebû Berze, Süveyd b. Ha bele, Abdullah b. Suna-bıhi, Bera' b. Âzib, Esma binti Ebî Bekir, Havle binti Kays v.s. den rivayet etmişlerdir. Buhârî ile Müslim onu Hz. Ebû Hüreyre 'den de rivayet etmişlerdir. Başkaları Ömer b. Hattâb, Âiz b. Ömer ve diğer saha­beden rivayetler tahrîc etmişlerdir.

Hafız    Ebû    Bekr,    Beyhakî    bunları «El ba'sü ve'n-Nüşür» adlı kitabında isnadlarıyla ve muhtelif tarikleriyle bir araya toplamıştır.

Kaadî   Iyâz:    «Bunların bazısında hadîsin mütevâtir olmasını gerektiren mânâlar mevcuttur.» demektedir.

 

26- (2290) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâ-kub (yani İbni Abdirrahman El-Karî) Ebû Hâzim'den, rivayet etti.(De­miş ki):Ben Sehl'i şunu söylerken işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Ben havzın başına sizden önce varacağım, kim gelirse ondan içecek ve kim içerse ebediyen susamayacaktır. Muhakkak benim üzerime beni îo-nıyan, benim de kendilerini tanıdığım bir takım kavimler gelecek, sonra benimle onların arasına  girilecektir.» buyururken işittim.

Ebû Hazım demiş ki: Ben bu hadîsi cemaata rivayet ederken Ku'-man b. Ebî Ayyaş işitti de :

  Sehl'i böyle derken mi dinledin? diye sordu. Ben de :

  Evet!  cevâbını verdim.

 

(2291) (Dedi ki) : Ben de Ebû Saîd-i Hudrî üzerine gehâdet ederim. Onun ziyâde ederek şöyle dediğini dinledim

«Bunlar bendendir (diyeceğim). Sen onların senden sonra ne yap­tıklarını bilmezsin, denilecek. Ben de : Benden sonra yolunu değiştiren uzak olsun, uzak olsun! diyeceğim.»

 

(...) Bize Harun b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Üsâme, Ebî Hâzim'den, o da Sehl'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'den naklen haber verdi. Bir de Nu'man b. Ebî Ayyaş'dan [9], o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Ya'kub'un hadîsi gibi rivayette bulun­muştur.

 

27- (2292) Bize Davud b. Amr Ed-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nâfi b. Ömer El-Cümahî, İbni Ebî Müleyke'den rivayet etti. (Demiş ki) : Abdullah b. Amr b. Âs şunu söyledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benim havzım bir aylık yol mesâfesindedir. Onun köşeleri düzdür. Suyu gümüşten daha beyaz, kokucu miskden daha güzeldir. Bardakları gökyüzünün yıldızları gibidir. Ondan kim içerse bir daha ebediyyen su-samaz.»   buyurdular.

 

(2293) Râvi diyor ki: Esma' binti Ebî Bekr de şunu söyledi: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sillem):

«Ben havzın başında olacağım. Tâ ki sizden yanıma gelenleri göre­yim. Bana yaklaşan bazı insanlar yakalanacak. Ben : Yârabbi! (bunlar) benden ve benim ümmetimdendir, diyeceğim. Bana : Sen duymadın mı, onlar senden sonra ne yaptılar. Vallahi onlar senden sonra geriye dön­mekte devam ettiler, denilecek.» fcuyurdu.

Râvi diyor ki: İbni Ebî Müleyke : «Allahmı, biz geriye dönmekten yahut dinimizde fitneye uğramaktan sana sığınırız.» derdi.

 

28- (2294) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yalıya b. Süleym, İbni Hüseyin'den, o da Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müley-ke'den naklen rivayet etti ki: Kendisi Âişe'yi şunu söylerken işitmiş : Ben Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ashabının arasında olduğu halde şöyle buyururken işittim:

«Ben havzın başında olacağım. Sizden bana gelenleri gözeteceğim. Vallahi bana yakın gelmiş bir takım adamlar bölünecektir. Ben : Ey Rab-bim (bunlar) benden ve benim ümmefimdendir, diyeceğim. Teâlâ Hazret­leri de :

— Sen onların senden sonra ne yaptıklarını bilmezsin. Onlar gerisi geriye dönmekte devam ettiler, diyecektir.»

 

29- (2295) Bana Yûnus b. Abdi'1-A'lâ Es-Sadefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr (bu zât İbni'l-Hâris'dir) haber verdi. Ona da Bükeyr Kasım b. Abbas El-Hâşimî'-den, o da Ümmü Seleme'nin azatlısı Abdullah h* Râfi'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m zevcesi tİmmÜ Seleme'den naklen rivayet et­miş ki : Şöyle demiş : Halkın havzdan bahsettiklerini işitiyordum, ama tu­nu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmemiş tim. Yine bundan bahsedilen bir gündü. Câriye başımı tarıyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i işittim:

«Ey nas!» diyordu. Hemen cariyeye :

  Benim işimi sonraya bırak! dedim,

  Ama o erkekleri çağırdı, kadınları çağırmadı ki! dedi.

  Ben insanlardanım, dedim. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben sizin için havzın başına Önce varacağım. Bana bakın! Sakın bi­riniz gelip de kaybolmuş deve kovulur gibi benden koğulmasın. Ben de : Bu neden dolayı demiyeyim. Arkasından :

  Sen hakikaten bunların senden sonra neler icâd ettiklerini bilmez­sin! denilmesin. Ben de :

Uzak olsun! demiyeyim.» buyurdular.

 

(...) Bana Ebû Ma'ner-Rakâşî ile Ebû Bekr b. Nâfi' ve Abd b. Hu-meyd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Âmir (bu zat Abdü'l-Melik b. Amr'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize -Eflah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Ümmü Seleme ken­disi taranırken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i minber üzerinde:

«Ey insanlar!» derken işittiğini ve başım tarayan cariyeye :

— Başımı topla! dediğini. Bükeyr'in Kasım b. Abbas'dan rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulundu.

 

30- (2296) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Yezid b. Ebî Habib'den, o da Ebu'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Âmir'den nak­len rivayet etti ki: Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) (evin­den) çıkarak Uhud şehidlerine cenaze namazını kıldı. Sonra minbere çıktı da şunları söyledi:

«Ben sizin için dündarım. Ben sizin üzerinize şahidim. Ben vallahi şimdi havzımi görmekteyim. Bana gerçekten yer hazinelerinin anahtarları yahut yerin anahtarları verilmiştir. Ve ben vallahi sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Lâkin sizin dünya hakkında yarış edeceği­nizden korkuyorum.» buyurdular.

 

31- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb (yâni İbni Cerir) rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, (Dedi ki) : Ben Yahya b. Eyyub'u, Yezid b. Ebî Habib'den, o da Mer-sed'den, o da Ukbe b. Âmir'den naklen rivayet ederken dinledim. Ukbe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehidlerinin üze­rine cenaze namazı kıldı. Sonra (gelip) Minbere çıktı. Dirilerle ölülere veda eden gibi hutbe okudu. Ve :

«Ben havzın başına sizden Önce varacağım. Gerçekten onun genişliği Eyle İle Cuhfe arası gibidir. Ben sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkuyor değilim. Lâkin ben sizin dünya hakkında yarışa girişeceğinizden ve birbirinizle çarpışıp sizden öncekilerin helak olduğu gibi helak olaca­ğınızdan korkuyorum.»  buyurdular.

Ukbe: «Bu benim Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i minber üze­rinde son görüşüm oldu.» demiştir.

 

32- (2297) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İbnî Nü-meyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şekîk'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben havzın başına sizden önce varacağım. Ve bîr takım kavimler hakkında münakaşa edeceğim. Sonra onlar üzerine bana galebe çalına­cak. Ben : Yâ Rabbî (bunlar benîm) ashabım! Ashabım! diyeceğim. Bunun

üzerine :

— Sen onların senden sonra neler icad ettiklerini bilmezsin, denilecek.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe üe îshâk b. İbrahim de Ce-rir'den, o da A'meş'den bu isnadla rivayette bulundular. Yalnız o: «Ashabım! Ashabım!» ifadesini anmamıştır.

(...) Bize yine Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ikisi birden Cerir'den rivayet ettiler. H.

Bize İbni Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Bu râviler toptan Muğîre'den, o da Ebû Yâil'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen A'meş'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.

Şu benim Muğîre'den rivayet ettiği hadîste «Ebû Vâil'den dinledim.» cümlesi vardır.

 

(...) Bize bu hadîsi Saîd b. Amr El-Eş'asî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abser haber verdi. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Fudeyl rivayet etti.

Her iki râvi Husayn'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Huzeyfe'den, o da Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen A'meş'le Muğîre'nin ha­dîsi gibi rivayette bulundu.

 

33- (2298) Bana Muhammed b. Abdİllah b. Bezi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiyy Şu'be'den, o da Ma'bed b. Hâlid'den, o da Hâ-rîse'den naklen rivayet etti ki: Harise Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellemji havzmın San'a ile Medine arası kadar olduğunu söylerken işit­miş. Bunun üzerine Müstevrid ona :

  Onun kaplar dediğini sen işitmedin mi? demiş.

  Hayır! cevâbını vermiş. Müstevrid :

«Orada Icabiar yıldızlar gibi görülecektir.» (cümlesi de olacaktır) demiş.

 

(...) Bana İbrahim b. Muhammed b. Ar'are de rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Haremî b. Umara rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Ma'bed b. Hâ­lid'den rivayet etti ki: Ma'bed, Harise b. Vehb El-Huzâî'yi şöyle derken işitmiş: Ben Resûlilllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i... buyururken dinle­dim. O havzı da zikretmiş. Yukarki hadîs gibi rivayette bulunmuş. Fakat Müstevrid'İn sözünü  ve Hârise'nin sözünü anmamış.

 

34- (2299) Bize Ebû'r-Rabi' Ez-Zehrânî ile Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet ettiler. '(Dediler ki) : Bize Hanımad (Bu zât İbni Zeyd'dir) riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen ri­vayet etti,  (Şöyle demiş) : KesûHillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Gerçekten önünüzde bir havz vardır. Onun iki tarafının arası Cerba ile Ezruh arası gibidir.»  buyurdular.

 

(...) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve Ubeydullah b. Said rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya (bu zât El-Kattan'dır.) Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfî', İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi.

«Gerçekten Önünüzde Cerba ile Ezruh arası gibi bir havz vardır.» buyurmuşlar. İbnü Müsenna'nın rivayetinde :

«Benim havzım...» denilmiştir.

 

(...) Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize babam ri vayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu­hammed b. Bişr rivayet etti.   

Her iki râvi demişler ki : Bize TJbeydullah bu isnadla bu hadîsin mis­lini rivayet etti. Şunu da ziyade eyledi: «Ubeydullah dedi ki : Ona sordum da : Bunlar Şam'da iki köydür. Aralarında üç gecelik mesafe vardır, dedi.» İbni Bişr'in hadîsinde  (üç gece yerine) üç gün denilmiştir.

 

(...) Bana Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Musa b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Pey­gamber (Sattaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Ubeydullah'm hadîsi gibi rivayette bulundu.

 

35- (...) Bana Harmele b. Yahya dahi rivayet etti. Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ömer b. Muhammed Nâfi'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Gerçekten önünüzde Cerba ite Ezruh arası kadar bir havz var. Onda gökyüzünün yıldızları gibi ibrikler var. Her kim ona gelir de ondan içerse bîr daha ebediyyen susamaz.»   buyurmuşlar.

 

36- (2300) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer El-Mekki rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. (İshâk Ahberena, Ötekiler Haddesena tâbirlerini kullandılar.) (Dediler ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Abdissamed El-Ammî, Ebû İmran El-Cevnî'den, o da Ab­dullah b. Samit'den, o da Ebû Zer'den rivayet etti. Ebû Zer şöyle demiş :

— Yâ Resûlallah havzın kapları nedir? diye sordum.

«Muhammed'İn nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Onun kapları gökyüzünün Ülker ve yıldızlarından daha çoktur. Hem de açık karanlık gecede! Bunlar cennetin kaplarıdır. Her kim bu kaplardan içerse ömrünün sonuna kadar susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Qndan kim içerse (bir daha) susamaz. Genişliği uzun­luğu gibi olup, Amman ile Eyle arası kadardır. Suyu sütten daha ak ve baldan daha tatlıdır.»  buyurdular.

 

37- (2301) Bize Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. (Dediler ki) : Bize Muâz (bu zât İbni Hişam'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Katade'den, o da Salim b. Ehi'l-Ca'd'dan, o da Ma'dân b. Ebi Talhate'l-Ya'merî'den, o da Sevban'dan naklen rivayet etti ki : Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Ben havzımın kenarında Yemenliler için insanları koğacağım. Sopam­la vuracağım. Hatta üzerlerine (su) sıçrayacak».

Müteakiben havzın genişliği soruldu da :

«Bulunduğum yerden Amman'a kadardır.» buyurdu. Suyu da soruldu:

«Sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Ona gürül gürül iki oluk akar. Onu cennetten akıtırlar. Biri altından, diğeri gümüşdendir.» buyur­dular.

 

(...) Bana bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban Katade'den Hişâm'ın isnadıyle onun hadîsi gibi rivayette bulundu. Yalnız o:

«Ben kıyamet gününde havzın  kenarında olacağım.» demiştir.

(...) Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yah­ya b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katade'den, o da Sa­lim b. EM'1-Ca'd'dan, o da Ma'dân'dan, o da Sevban'dan, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) den naklen havz hadîsini rivayet etti. Râvi di­yor ki: Ben Yahya b. Hammad'a :

  Bu senin Ebû Avâne'den işittiğin bir hadîs midir? diye sordum.

  Onu ben Şu'be'den de işittim, dedi.

  Benim için ona bir bak! dedim. O da benim için baktı ve onu bana rivayet etti.

 

38- (2302) Bize Abdurrahman b. Sellam El-Cümahî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Rabî' (yâni İbni Müslim) Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen riva­yet etti:

«Muhakkak ben havzımdan bir takım adamları develerin yanından yabancı deve koğar gibi koğacağım.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bu hadîsi bana Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki)

Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Muhammed b. Ziyad'dan rivayet etti. O da Ecû Hüreyre'yi: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki... derken işitmiş. Râvi yukarki hadîs gibi rivayette bulun­muştur.

 

39- (2303) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Ona da Enes b. Mâlik rivayet etmiş ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'.

«Havzımın mikdârı Eyle ile Yem en'd e ki San'a arası gibidir. Onda gök­yüzünün yıldızları sayısınca ibrikler vardır.»  buyurmuşlar.

 

40- (2304) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim Es-Saffar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Abdü'1-Aziz b. Suhaybi rivayet ederken dinledim. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :

«Havuz başında benim yanıma bana sahâbilik etmiş kimselerden bir takım adamlar muhakkak geleceklerdir. Tâ ki onları gördüğüm ve bana arzolundukları zaman benden ayrılacaklar. Ben behemehal :

  Ey Rabbim! Sahabecikterim! Sahabeciklerİm! diyeceğim. Bana da :

  Hakikaten sen onların senden sonra ne icad ettiklerini bilmiyorsun! denilecektir.»

 

(...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile AH b. Hucur da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ali b. Müsbir rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (De&i ki) : Bize İbni Fudayl ri­vayet etti. Her iki râvi Muhtar b. Fulful'den, o da Enes'den, o da Pey-. gamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllem)'den bu manâda rivayette bulunmuşlar­dır. O:

«Kabları yıldızların saytsıncadır.» cümlesini de ziyade etmiştir.

 

41- (2303) Bize Âsim b. Nadr Et-Teymî ile Hüreym b. Abdü-A'Ia  rivayet ettiler. .Lâfız Âsim'ındır. (Dediler ki) : Bize Mu'temir rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan dinledim. (Dedi ki) : Bize Katâde Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti:

«Havzımın iki tarafının arası San'a ile Medine arası gibidir.» buyur­muşlar.

 

42- (...) Bize Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssamed rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Hişâm rivayet etti. H.

Bize Hasen b. Alî El-Hulvânî dahî rivayet etti.. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Velid Et-Tayâhsı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti.

Her iki râvi Katâde'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'âen naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Yalnız bunların ikisi de şekketmiş : «Yahut Medine ile Amman arasının misli gibidir.» demişlerdir. Ebû Avane'nin hadîsinde : «Havzımın iki kenarının arası» ifadesi vardır.

 

43- (...) Bana Yahya b. Habib El-Hârisî ile Muhammed b. Abdillah Er-Ruzzî de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hâlid b. Haris, Saîd'den, o da Katâde'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Enes şunu söyledi. Nebiyyullah (Sallatiahü Aleyhi ve Sellem):

«Orada gökyüzünün yıldızları adedince altın ve gümüş ibrikler gö­rülür.» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban, Katâde'den rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki: Nebiyyullah (Saitallahü Aleyhi ve Sel!em)bxmvin mislini söylemişler. Şunu da ziyade etti:

«Yahut gökyüzünün  yıldızları  sayısından  daha  çoktur.»

44- (2305) Bana Velîd b. Şüca' b. Velid Es-Sekûnî rivayet etti. (De­di ki) : Bana babam Rahimehullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ziyad b. Hayseme, Simak b. Harb'den, o da Câbir b. Semura'dan, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Dikkat! Ben sizin için havzın başına önce varacağım. Onun iki tara­fının mesafesi' San'a ile Eyle arası gibidir. Ondaki ibrikler sanki yıldız­lardır.»

 

45- (...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr b. EH Şeybe rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hatim b. İsmail Muhacir b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Câ­bir b. Semura'ya : Resûlüllah <Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğin bir şeyi bana haber ver diye mektub yazdım ve hizmetçim Nâfi ile gönder­dim. O da bana :                                                                       .

— Gerçekten ben onu :

«Havzın başına ilk varacak benim...»     buyururken işittim, diye cevab yazdı.

Bu rivayetlerin ekserisini Buhârî «KitabuJr-Rıkâk»'da, Ukbe rivayetini «Kitabu'l-Meğazî»'de, Ebû Hüreyre rivayetini de «Kitabu'l-MüsâkaU'da tahric ettiği gibi, diğer sünen sahipleri de muh­telif bahislerde rivayet etmişlerdir.

Havz : İçerisinde su toplanan yerdir. Burada ondan murad cennet ka­pısındaki Havz-ı Kevser 'dir. Bu havz mü'minler için hazırlan­mış olup, halen mevcuttur. Bâzıları Havz-ı Kevser 'in sırattan sonra geldiğini, bir takımları da bunun aksini iddia etmişlerdir. Sahih olan şudur ki: Peygamber (Salîaîîahü A leyhi ve Seliem) 'in iki tane Havz Kevser'i vardır. Bunların biri Cennetin içinde, diğeri dışındadır. Dışındakinin suyu oluklarla içerdeki havzdan gürül gürül akar. Dışardaki havzın yeri mahşerdir. Yani sırattan öncedir. Havz-ı Kevser'in Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olduğu şöhret bulmuştur. Fakat Tirmizî'nin Hz. Semûra'dan merfu' olarak rivayet et­tiği bir hadîste ;

«Her Peygamberin bir havz i vardır.» Duyurulmuştur. Bu hadîsin mür-sel bir rivayetini îbni Ebi'd-Dûnya sahih bir senedle tahric etmiştir. Onda şöyle buyurulmaktadır :

«Her Peygamberin bir havzı vardtr. Peygamber havzınin başında elin­de sopa İle durur, ümmetinden tanıdığı kimseleri davet eder. Dikkat edin kî, Peygamberler tâbüerinin çokluğu ile iftihar ederler. Ben tâbilerimİn hep­sinin tâbilerİnden çok olmasını ümİd ederim.» Bu hadisi Taberânî da­hî Hz. Semûra'dan mevsul ve merfu olarak tahric etmiştir. Yalnız isnadında gevşeklik vardır. Hadîs sabit ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e mahsus olarak yine Kevser kalır. Çünkü Kevserin bir eşi­nin başka bir peygambere verildiği nakledümemiştir. Allah Teâlâ Haz­retleri Kevser Sûresinde Resûl-ü Ekrem'ine kevseri verdiğini bildirmekle imtihanda bulunmuştur.

Havaric tâifsi ile Mutezileden bâzıları Havz-ı Kevser'i in­kâr etmişlerdir. Bunlar mütevatir hadîslere ve selefin icmâma, halefin mezheb imamlarına muhalefette bulundukları için delâlete düşmüşlerdir. Kaadî Iyâz diyor ki : «Hadîsin zahirine göre Havz-ı Kevser 'den içmek, hesap görüldükten ve cehennemden kurtulduktan sonra olacaktır. Arkasından bir daha susanmayacak hal budur. Bâzıları ondan ancak cehennemden selâmet bulan kimselerin içmesi mukadder ol­duğunu söylemişlerdir. Ama bu ümmetden olup da ondan içen, sonra cehenneme girmesi mukadder olan bir kimsenin orada susuzlukla azab gör­memesi, azabının başka suretle olması ihtimali de vardır. Çünkü zahire bakılırsa ondan bütün ümmet içecek, yalnız dinden dönüp de kâfir olan içemeyecektir.»

Görülüyor ki, Havz-ı Kevser'in uzunluğu ve genişliği hak­kında muhtelif mikdarlar beyan edilmiştir. Bunların en büyüğü havzın bir aylık yol kadar uzun, en küçüğü ise üç günlük yol mesafesinde olduğunu göstermektedir,

Kaadî Iyâz bu hususta da şunları söylemiştir : «Bu çeşitli tak­dirlerden ileri gelmiştir. Bir hadîste vâki olmuş bir ihtilâf değildir ki râvilerden gelme bir ızdırab sayılsın. Bilâkis birçok sahabenin rivayet et­tiği muhtelif hadîslerde vâki olmuştur ki: Bunların yerlerinin de muh­telif olduğu bildirilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her defa­sında havzınm büyüklüğüne hatırına gelen bir ibare ile misal veriyor. Bu­nu birbirine uzak memleketlerle canlandırarak zihinlere yaklaştırıyordu. Yoksa hakikî mesafeyi kasdetmezdi. İşte manâ cihetinden muhtelif olan rivayetlerin araları böyle bulunur.»

Ulemâ   Havz  Kevser'in uzunluğu ne ise genişliğinin de o olduğunu söylemişlerdir.

Havz-ı Kevser'in maşrabalan hakkında da muhtelif beyan­lar vârid olmuştur. Ezcümle bunların gökteki yıldızlar gibi oluşu dikkati çekmektedir. Çünkü buradaki teşbih hem kemiyyet, hem keyfiyet cihe­tinden yapılmış olabilir. Yâni Havz-ı Kevser'in maşrabaları par­laklık cihetinden de, çokluk cihetinden de gökteki yıldızlara benzetilmiş olabilir. Nevevî'ye göre burada maksad kapların çokluğudur. Yani Havz-ı Kevser 'in maşrabalan sayı itibariyle gökteki yıldızlar­dan çoktur.. Buna aklen veya şer'an bir mâni yoktur. Bilâkis şeriat bunu te'kid etmiş Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Havzımın kaptan gökyüzünün yıldızlarının sayısından daha çoktur.» buyurmuştur.

Kaadî Iyâz bu ifadeyi sayı çokluğuna işaret görmektedir. «Fi­lân adam sopasını elinden bırakmaz» sözü nasıl mübalâğa için söylenir ve yalan sayılmazsa, haber verilen şey çok olduğu zaman mübalâğa yap­mak da şer'an yalan sayılmaz. Meselâ: Birine bir şeyin çok söylendiğini ifade için: «Bunu sana bin defa söyledim» denilir. Bundan maksad bin adedi değil, çokluktur. Ancak haber verilen şey son derece çok değilse o zaman bu gibi mübalâğalar caiz değildir. Fakat Nevevî bu mütalâa­ya tarafdar olmamış «Doğrusu birincisidir» diyerek kabların sayı itibariy­le yıldızlardan çok olduğunu tercih etmiştir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in phud şehidleri üzerine cenaze namazı kılmasını Nevev î dua etmiştir diye tefsirde bulun­muşsa da Hanefîler'e göre sadece dua okumuş değil, cenaze namazı kılmıştır. Bu husûsda hadîsin bir rivayetinde : «Dirilerle Ölülere veda eden gibi hutbe okudu» denilmiştir. Bunun manâsı : Uhud şehidlerine gi­derek onların üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra onlara veda ederek Medîne'ye döndü ve dirilere Veda hutbesi okudu, demektir.

Rivayetlerin birinde geçen «Karanlık açık bir gecede...» tâbirinden murad bulutsuz, fakat ay karanlığı bir gece demektir. Böyle ay doğma­mış bulutsuz gecelerde yıldızlar daha çok görünürler. Ay doğarsa onun ışığından birçok yıldızlar görünmez. Diğer bir rivayette :

«Ben havztmın kenarında Yemenliler için insanları koğacağm.» buyu-rulmuştur ki, bundan murad başka insanları koğarak Yemenlilerin gel­mesine yol açmaktır. Yemenlilere gösterilecek bu ikram ve mükâfatın se­bebi ilk müslümpjılardan oluşları, güzel harekette bulunmaları ve ensârın esas itibariyle Yemenli olmalarıdır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in herkesten Önce havzı kevserin başına varması ise bütün ümmeti için büyük bir nimet ve ikramdır. Çünkü farat geleceklere şu ikramda bu­lunmak İçin bir yere ilk varan kimsedir.

Kıyamet gününde birçok kimselerin havz-ı kevsere yaklaşmışken araya bir hâil girerek ondan içemiyecekleri ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Bunlar benim ümmetimdendir dediği halde kendisine : Sen onların senden sonra neler icad ettiğini bilmezdin...» diye "mukabele edileceğini bildiren rivayetler hakkında Kaadî Iyâz şöyle demektedir : «Bu ibare havz-ı kevserden içemiyeceklerin dinden dönen mürtedler olduğu­nu söyleyenlere delildir. Bundan dolayıdır ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi vs Sellem} höyleleri hakkında :

«Uzak olsunlar! Uzak olsunlar!» buyurmuştur. Ümmetinin günahkâr­ları hakkında o böyle bir söz söylemez. Bilâkis onlara şefaat eder. Halle­rine üzülür. Bâzıları bunların iki sınıf olduğunu söylerler. Birisi İslâm'dan değil de istikâmetten dönmüş âsi mürtedlerdir. Bunlar salih amelleri kö­tülüklerle değişenlerdir. Diğeri hakikaten küfre dönen mürtedlerdir. Teb­dil ismi bunların ikisine de şâmildir,» Bu rivayetlerde Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve SellenV'in istikbâle ait birçok mucizeleri vardır.

 

10- Uhud Harbi Gününde Cebrail, İle Mikail'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namına Harb Ettiklerine Dair Bir Bab

 

46- (2306) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr ile Ebû Üsâme Mis'ar'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da babasından, o da Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sa'd şöyle demiş : Uhud gününde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sağında ve solunda iki adam gördüm. Üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Bunları ne daha önce gördüm, ne de sonra. (Bu sözüyle Cibril İle Mikâil Aleyhisselâm'ı kasdet-mişdİr.)

 

47- (...) Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü's-Samed b. Abdil-Vâris haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Sa'd riviiyet etti. (Dedi ki) : Bize Sa'd babasından, o da Sa'd b. Ebî Vakkas'-dan naklen rivayet etti. Sa'd şöyle demiş : Gerçekten Uhud günü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sağında ve solunda iki adam gördüm. Üzer­lerinde beyaz elbiseler vardı. Onun nâmına en şiddetli çarpışmayı yapı­yorlardı. Onları ne bundan önce gördüm, ne de sonra!

Bu hadîsi Buhârî   Kitafcu'l-Meğazî»'de tahric etmiştir.

 

Hadisi Şeriflerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Teâlâ Hazretleri Resulü Zişânına gökten melek indirerek ikram­da bulunmuş; onunla birlikte meleklere de harb ettirmiştir.,

2- Melekler harb ederler. Onların harb etmesi    Bedir   gününe mahsus değildir. Bâzıları yalnız    Bedir    gününe mahsûs olduğunu id­dia etmişlerse de : Bu hadîs onlara sarahaten red cevabı sayılmıştır.

3- Hadîs-i gerîf beyaz elbise giymenin faziletine ve melekleri gör­menin yalnız Peygamberlere mahsus olmayıp onları ashab ile evliyaulla-hın görebileceklerine delildir.

4- Hadîs-i şerif melekleri gören   Sa'd  b. Ebî Vakkâs'in menkabesine delildir.

 

11- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Şeçaati ve Harbe Önde Gitmesi Hususnda Bir Bab

 

48- (2307) Bize Yahya b.Yahya Et-Temîmî ile Saıd b. Mamıûr, Ebû'r-Rabi' EI-Ateki ve Ebû Kâmil rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya Ahfcerana; ötekiler: Haddesena tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Hammad b. Zeyd Sabit'den, o da Enes b. Mâlik'den, naklen ri­vayet etti, Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insan­ların en güzeli, en cö'merti ve en cesuru idi. Bir gece Medine halkı ger­çekten korktu da bir takım insanlar sesin geldiği tarafa gittiler. Resûlüllah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem) ise dönerken onlara rastladı. Sesin geldiği ta­rafa doğru onlardan önce gitmişti. Ebû Talha'nın çıplak bir atma binmiş; kılıç boynunda :

«Korkmayın! Korkmayın!» diyordu. Enes demiş ki: Biz onu derya bul­duk. Yahut o gerçekten derya imiş. Halbuki hantallığı ile ma'ruf bir at idli.

 

49- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeylce de rivayet etti.    (Dedi ki) :

Bize Veki' Şu'be'den, o da Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Medine'de bir korku vardı. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Talha'nın Mendup denilen bir atını emanet aldı. Ve ona bindi. Müteakiben:

«Her ne kadar atı derya bulsak da bir korku görmedik.»   buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler.  (Dediler ki) ; Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.

Bana bu hadîsi Yahya b. Habib dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Haris) rivayet etti.

Her iki râvİ demişler ki: Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti. İbni Ca'-ferin hadîsinde :

«Bizim bir atımız...» demiş. «Ebû Talha'nm» dememiştir. Hâlid'in ha­dîsinde ise: «Katade'den rivayet olunmuş, demiş ki: Enes'den işittim.'> ifadesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitabu'l-Cihâd»'m birkaç yerinde biraz lâfız değişikliği ile tahric etmiştir. Burada emanet alınan atın mendûp ismin­de olduğu görülüyor. Kaadî Iyâz: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in atları arasında da mendûp olanı bulunduğunu söylemiş, belki bu at   Ebû   Taiha 'dan sonra Peygamberimize geçmiştir demiştir.

 

Hadisi Şerif'den Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1-  Teâlâ- Hazretleri Resulü Ekrem'ine  en güzel sıfatları ihsan et­miştir ki; bunlar kümâl sıfatlarıdır,

2- Hadîs-i şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) şecaatına doiildir. Korkulacak bir şey olduğunu hissedince herkesten önce düşma-

nın karşısına çıkması ve halk korku yerine varıncaya kadar dönerek on­ları karşılaması bunu gösterir.

3- Yine bu hadîs Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'İn bereketi­ne ve muazesine delildir. Zîra, at hantal iken onun binmesiyle deryaya dönmüş, şahlanarak en güzel koşu atı gibi olmuştur.

4- Düşmanın haberlerini keşfetmek için helak — muhakkak görül­memek şartıyle — bir kişinin herkesten önce keşfe çıkması caizdir.

5- Emânet hayvan almak ve böyle bir hayvanın üzerinde harbe git­mek caizdir.

6- Kılıcı boyuna asmak müstehabdır.

7-  Korku geçtikten sonra onun geçtiğini halka müjdelemek müs­tehabdır.

 

12- «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) İnsanlara Hayır Yapmakta Esen Rüzgardan Daha Cömert İdi» Hadisi Babı

 

50- (2308) Bize Mansur b. Ebî Müzâhım rivâyel etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni İbni Sa'd) Zühri'den rivayet etti. H.

Bana Ebû İmran Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İbrahim, İbni Şihab'dan, o da UheyduIIah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi. (ŞÖyle demiş) : Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) hayır hususunda in­sanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazan ayı idi. Cibril (Aleyhisselâm) onunla her sene ramazanda karşılaşır, bu ramazan bitinceye kadar sürerdi. Ona Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) Kur'ânı arzederdi. Cibril'le karşılaşdım. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) hayr hususunda esen rüzgârdan daha cömerd olurdu.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mübarek Yûnus'dan rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi.

Her iki râvi Zührî'den bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etmiş­lerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Bed'ül-Vahy», «Sıfatu'n-Nebiyy»; «Savm» ve «Fedailü'l-Kur'an» bahislerinde tahric etmiştir.

Peygamber (SallaUahü A leyhi ve Seliem) 'in nefsi nefislerin en şereflisi mizacı mizaçların en ortası idi. Böyle bir zatın elbette fiili dahi fiillerin en güzeli, ahlâkı ahlâkların en iyisi, şekli dahi şekillerin en sevimlisi ola­caktı. Kendisinin insanların en cömerdi olduğunda şüphe yoktur. Çünkü fâni şeylerden müstağnidir, insanların en cömerdi olan Fahri Kâinat (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) Ramazan-ı şerîf'de Cebra: (Aleyhisselâm) la buluşunca daha da cömertleşir, âdeta esen rüzgâr gibi olurdu. Bundan murad cömertliğinin herkese karşı umumî ve sür'atli olmasıdır.

 

Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1-  Resûlüllah  (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) insanların en cömerdidir.

2- Cömertliği ramazan ayında daha çok göstermelidir.

3- Salih kimselerle karşılaşıldığı vakit ve onlardan ayrılırken fazla cömertlik göstermek ve hayr yapmak müstehabdır.

4- Kur'an okumak müstehabdır.

5- Kur'an okumak, teşbih vesair zikirlerden efdaldir.

6- Kur'an-ı Kerîıft'i Ramazanda her zamankinden çok okumak müs-tehabdır.

7- Sülehayı ve fazilet sahiplerini her zaman,    ramazanda ise dahi fazla ziyaret etmek müstehabdır.

 

13- Resullüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in  Ahlakça İnsanların En Güzeli Olması Babı

 

51- (2309) Bize Saîd b. Mansûr üe Ebu'r-Rabi' rivayet ^ettiler. (De­diler ki) : Bize Hammad b. Zeyd, Sabit El-Bünânî'den, o da Enes b. Mâ-Uk'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seilemfe on sene hizmet ettim. Vallahi buna hiç bir defa üf demedi. Bİr şey için de: Niye böyle yaptın! Şöyle yapsaydın ya! demedi.

Ebu'r-Rabi': «Bu hizmetçinin yaptığı şeylerden değil»  cümlesini zi­yade etti. Ama «Vallahi» dediğini anmadı.

 

(...) Bize bu hadîsi Şeyban b. Ferruh dahi rivayet etti. (Dedi ki) :" Bize Sellam b. Miskin rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit El-Bünânî, Enes'-den bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

52- (...) Bize bu hadîsi Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb dahi hep birden İsmail'den rivayet ettiler. Lâfız Ahmed'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz, Enes'deıı rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)  Medîne'ye geldiği  vakit  Ebû  Talha [10] elimden  tutarak beni   Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m)'e götürdü. Ve :

— Yâ Resûlallah! Enes akıllı çocuktur. Sana hizmet ediversin, dedi. Artık ben kendisine seferde ve hazarda hizmet ettim. Vallahi yaptığım bir şeyden dolayı bana, bunu niçin böyle yaptın; yapmadığım bir şey için de : Bunu niçin şöyle yapmadın? demedi.

 

53- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyya rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Saîd (bu zat İbni Ebû Bürde'dir.) Enes'den rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ]e dokuz sene hizmet ettim. Bana hiç bir defa niye şöyle şöyle yap­tın dediğini bilmiyorum. Bana hiç bir şeyi de ayıplamış değildir.

 

54- (2310) Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî Zeyd b. Yezid rivayet etti. (De­di ki) ; Bize Ömer b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki) : Bize İkrime (bu zât ibni Ammar'dır.) rivayet etîi. (Dedi ki) : İshâk şunu söyledi: Enes (De­di ki) : Resûlüîlah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ahlâkça insanların en güzel-lerindendi. Bir gün beni bir hacet için gönderdi. Ben : Vallahi gitmem, dedim. Halbuki içimden Nebiyyullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in bana emrettiği işe gitmek geliyordu. Derken dışarı çıktım. Tâ ki çocukların yanma uğradım. Onlar çarşıda oynuyorlardı. Birdenbire Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) arkamda kafamı tutuverdi. Ona baktım, gülü­yordu :

«Ey Enescik, sana emrettiğim yere gittin mi?» dedi. — Evet! Gidiyorum yâ Resûlallah! dedim.

 

(2309) Enes (Demiş ki) : Vallahi ona dokuz sene hizmette bulundum. Yaptığım bir şey için : Niçin şöyle şöyle yaptın! Yahut yapmadığım bir şey için: Şöyle şöyle yapsaydın ya! dediğini bilmiyorum.

 

55- (2310) Bize Şeybân b. Ferruh ile Ebu'r-Rebi' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdü'l-Vâris, Ebu't-Teyyah'dan, o .da Enes b. Mâtik'-den naklen rivayet etti.

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeÜem) ahlâkça insanların en güzeli idi demiş.

Bu rivayetleri Buhâri «Edeb» ve «Diyad» bahislerinde tahric etmiştir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medîne'de tam on sene yaşamıştır. Hz. Enes kendisine ilk sene içinde hizmete başlamıştır. Onun için de rivayetlerin birinde dokuz, diğerinde on sene hizmet etti­ğini söylemiştir. Yâni dokuz sene dediği rivayette tam olarak bir sene hiz­met etmediğini gözönüne alarak işe başladığı seneyi saymamış, on sene dediğinde ise noksanına bakmayarak işe başladığı seneyi de saymıştır. Bi­nâenaleyh her iki rivayet de sahihtir. Hadîs-i şerif Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Selîemyin güzel ahlâkına, niş geçimine af ve safhına delildir.

 

14- Resullüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'den Bir Şey İstendiğinde Asla:  «Yok!..» Demediği ve İlhamını Çokluğu Babı

 

56- (2311) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, İbni Münkedir'den rivayet etti. O da Câbir b. Abdillah'dan dinlemiş. Câbir şöyle demiş: Resûlüilah (SaUa'.uıhii Aleyhi ve Seliemyden bir şey istenirse asla yok demezdi.

 

(...) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eşcaî rivayet etti. H.

Bana Muhammed h. Müsennâ [11] da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman (yâni İbni Mehdi) rivayet etti. Her iki râvi Süfyan'dan, o da Muhammed h. Münkedir'den naklen rivayet etmişlerdir, tbni Münke-dir: Ben Câbir b. Abdillah'ı şöyle söylerken işittim, diyerek tamamen yu-karki hadîsin midini rivayet etmiştir.

 

57- (2312) Bize Âsim b. Nadr Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Hâlıd (yâni İbni Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd, Mûs;ı b. Enes'den, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : İslâm devrinde Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem)'den bir şey istendiyse onu mutlaka vermiştir. Kendisine bir adam geldi de ona iki dağ arası koyun verdi. Bunun üzerine adam kavmine dönerek :

— Ey kavmim, müslüman olun! Çünkü Muhammed öyle ihsanda bu­lunuyor ki, yokluktan korkmuyor, dedi.

 

58- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun, Hammad b. Seleme'den, o da Sâbİt'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den iki dağ arası (nı dolduracak) koyun istemiş, o da vermiş. Arkacığın-dan adam kavmine gelerek:

__ Ey kavmim, Müslüman olun! Vallahi Muhammed öyle ihsanda bu­lunuyor ki, fakirlikten korkmuyor, demiş.

Etıes şunu söylemiş : Bir adam ancak dünyayı murad ederek Müs­lüman oluyor. Fakat Müslüman olur olmaz İslâmiyet onun nazarında dün­yadan ve dünya üzerindekilerden daha makbul oluyordu.

 

59- (2313) Bana Ebu't^Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh de rivayet etti.

(Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihab'dan naklen haber verdi. İbni Şihab şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih «azasını yaptı ve Mekke'yi fethetti. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beraberindeki müslümanlarla (gaza­ya) çıktı ve Huneyn'de harb ettiler. Allah dinine ve müslümanlara yar­dım etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o gün Safvan b. Ümeyye'ye yüz tane deve verdi. Sonra yüz daha, sonra yüz daha ilâve etti.

ibni Şihâb şöyle demiş: Bana Saîd b. Müseyyeb rivayet etti ki: Saf-vân : Vallahi Resûlüllah (Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) bana verdiğini verdi. Ama kendisi bana insanların en menfuru idi. Bana vermekte devam etti. Nihayet nazarımda insanların en sevimlisi oldu, demiş. Bu rivayeti Buhârî  «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.

Hadîsin birinci rivayetinde bir adam denilerek ismi zikredilmeyen zat Safvan b. Ümeyye 'dir. Nitekim müteakib rivayette ismi tasrih edilmiştir. Hz. Safvân 'in künyesi Ebû Vehb 'dir. Mekke 'nin fethinden sonra müslüman olmuştur. Hııneyn ve Tâif gaza­larına müşrik olduğu halde iştirak etmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine ganimetten yüzer yüzer deve verince Safvan onun hak Peygamber olduğuna kanâat getirmiş ve : «Allah'a şehadet ederim bu cömertliği bir peygamberden başka kimse yapamaz» diyerek müsliv-man olmuştur. Hz. Satvân'a verilen iki dağ arası koyundan murad koyunların çokluğudur. Yâni ona iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun vermiştir. Bu koyunlar Huneyn'den alınan ganimetlerdi. Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Safvan ve emsaline ver­diği bu atıyyeler onun sonsuz cömertliğine en açık delildir. Aliyyül-Kâar i «Şifa» şerhinde bu babda şunları söylemiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin bu gibilere bol atıyyeler vermesi bunların kü­für derdinden ancak böylelikle kurtulacaklarını bildiği içindir. Çünkü rnâ-hir doktor hastaya münasib olan ilâcı verir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Müellefe-i Kulübün derdi mal ve hayvan olduğunu görmüş, onları kendilerine en güzel develer vermek suretiyle tedavi etmiş. Böy­lece küfür nıkmetinden kurtulup İslâm nimetine nail olmuşlardır.»

Müellefe-i Kulub: Kalbleri İslâm'a yatıştırılmak için kendilerine mal verilen insanlardır. Bunların bir takımı müslüman olmuş, fakat kalbleri henüz İslâmiyete yatışmamıştı. Bir takımı ise henüz müslüman olmamış, lâkin müslüman olmaları ümid ediliyordu, Müellefe-i Kulübün müslüman olanlarına ganimetten mal vermenin caiz olduğu hususunda hilaf yoktur. Yalnız onlara zekât verilip verilmiyeceği ihtilaflıdır. Kâfir olanlarına ge­lince onlara zekât verilmez. Zekâttan başka mallardan verilip verilemiye-ceği ihtilaflıdır.

Hâsılı Safvan başta olmak üzere kendilerine bol atıyyeler ve­rilen Müellefe-i Kulub birer birer Müslüman olmuş, İslâm'ın nuru ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bereketi ile çok geçmeden eski düşmanlıkları mahabbete inkılâb etmiş, kalblerinde imanın hakikati par­layarak dünkü düşmanları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dünyada en sevdikleri insan, buğzettikleri İslâmiyet'te uğrunda canlarını feda et­tikleri dünyalardan daha kıymetli varlıkları hâline gelmiştir,

 

60- (2314) Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâıı b. Uyeyne, tbni Münkedir'den rivayet etti. O da Câhir b. Abdillah'dan dinlemiş. H.

Bize İshâk da rivayet etti, (Dedi ki): Bize Süfyâıı İlmi Münkedir'­den, o da Câbir'le Amr'dan, onlar da Muhammed b. Âlî'den, o da Câbir'-den naklen biri diğerinin rivayetine ziyade ederek hater verdi. H.

Bize İbni Ebî Ömer dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Süf­yâıı şunu söyledi : Ben Muhammed b. Münkedir'i, Câbir b. Abdillah'dan dinledim, derken işittim.

Süfyân demiş ki: Ben Amr b. Dinar'ı dahi Muhammed b. Alî'den nak­len rivayet ederken işittim. (Demiş ki) : Ben Câbir b. Abdillah'dan din­ledim. Onların biri diğerinin rivayetine ziyade etmiştir. Câbir demiş ki : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliern):

«Bize Bahreyn'in malı gelmiş olsa cana muhakkak şu kadar, şu kadar ve şu kadar verirdim.» buyurdular. Ve eliyle bütün mala işaret ettiler. Der­ken Bahreyn'in malı gelmeden önce Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemı vefat etti. Bu mal onun vefatından sonra Ebû Bekr'e geldi. O da bir del-Iâla emrederek:

  Her kimin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerin 'de alacak bir va'-di veya borcu varsa hemen gelsin! diye seslendi. Bunun üzerine ben kal karak :

  Gerçekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bize Bahreyn'in malı gelmiş olsaydı, sana şu kadar, şu kadar ve şu kadar verirdim.» buyurmuştu, dedim. Ebû Bekr bir avuç aldı. Sonra bana : Bunları say, dedi. Saydım. Beşyüz çıktılar. Müteakiben : Al iki mislini daha, dedi.

 

61- (...) Bize Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbnü Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dinar, Muhammed b. Alî'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen haber verdi: Râvi demiş ki: Bana Muham­med b. Münkedir de Câbir b. Abdillah'dan naklen haber verdi. Câbir şöy­le demiş : Peygamber (Sallalktiıü Aleyhi ve Seüem) vefat edince Ebû Bekr'e Alâ b. Hadramî tarafından mal geldi. Bunun üzerine Ebû Bekr her kimin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de alacağı veya onun tarafından ve­rilmiş bir vadi varsa bize gelsin... dedi.

Râvi tbni Uyeyne hadîsi gibi rivayet etmiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Kefale», «Humas», *Meğazı» ve «Şehâdat» bahislerinde tahric etmiştir.

Bahreyn; Basra ile Umman arasında bir yerdir. Oraya Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) vali olarak Alâ b. Hadramî'yi göndermişti. Bahreyn 'den gelmesi beklenilen mal cizye (ver­gi malı idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mal gelmiş olsa Hz. C â b i r 'e ondan üç avuç vereceğine işaret buyurmuştu. Hz. Ebû Bekr 'in üç avuç vermesi bundandır. Yâni Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin va'dini yerine getirmiştir. Her avuçta beşyüz altın veya gü­müş çıktığına göre üç avuçta Hz. Câbir'e binbeşyüz altın veya gümüş verilmiş demektir.

Gelen malların altın mı, yoksa gümüş mü olduğu tasrih edilmemiştir.

 

Hadis-i Şerif'ten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Bâzı ulemâya göre sahabeden olan âdil bir kimsenin haberi ka­bul olunur. Velevki bu haber kendisine bir menfaat celbeder mahiyette olsun. Çünkü Ebû Bekr Radiyallahü anh  Hz. Câbir'den iddia­sının doğruluğuna şahit istememiştir.

2- Cumhuru ulemâya göre verilen va'di yerine getirmek müstehab-dır. Hanefîlerin mezhebi de budur. Mâli kîler 'den bazı­ları vâcib olduğunu söylemişlerdir. Şâfiiyye ulemâsından bazıları bu hadîsle istidlal ederek Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) hakkında va'dini yerine getirmek vâcibdir. Çünkü bu onun hasaisindendir, demiş-lerse de hadîste gerek vucûba, gerekse hususiyete delâlet eder bir şey yoktur.

 

15- Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Çocuklara, Düşkünlere Acıması, Tevazuu ve Bunun Fazileti Babı

 

62- (2315) Bize Heddâb b. HâHd ile Şeyban b. Ferruh ikisi birden Süleyman'dan rivayet ettiler. Lâfız Şeyban'mdir. (Demiş ki) : Bize Sü­leyman b. Muğxra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit El-Bûnâni, Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu akşam benim bîr oğlum dünyaya geldi. Ona babamın adını koy­dum : İbrahim.»  buyurdu. Sonra onu Ebû Seyf denilen demircinin karısı Ümmü Seyfe verdi; Çocuğu getirmeye gitti. Ben de kendisini tâkib et­tim. Ebû Seyfe vardık, kendisi körüğünü üîürüyordu. Ev dumanla dol­muştu. Ben Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Önünde sür'atle yü­rüyerek :

— Ey Ebû Seyf, dur! Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) geldi dedim, o da durdu. Bun'.m üzerine Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) çocuğu istedi. Ve onu bağrına bastı. Ve Allah ne söylemesini dilediyse söyledi.

Enes demiş ki: Vallahi çocuğu Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in Önünde can çekiştirirken gördüm. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in gözleri yaşardı ve:

«Göz yaşarır, kalb üzülür, fakat biz ancak Rabbimizin razı olacağını söyleriz. Vallahi yâ İbrahim, biz senin için üzülüyoruz.» buyurdular.

 

63- (2316) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillah b. Nü-meyr rivayet ettiler. Lâfız Zübeyr'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail (bu zat İbni Uleyye'dir.) Eyyûb'dan, o da Amr b. Saîd'den, o da Enes b. Mâlik'­den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş : Küçüklere ResûlüUah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)den daha fazla acıyan bîr kimse görmedim. İbrahim Me­dine'nin yaylasında süt anaya verilmişti. Resûlüîlah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) de beraberinde olmak üzere gider o eve girerdi. Ev tüterdi, ib­rahim'in süt babası demirci idi. Resulü Ekrem (Sallaliahü Aleyhi ve Sedem) çocuğu alır, öper, sonra dönerdi.

Amr demiş ki: ftrahim vefat edince Resûlüllah  (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :

«İbrahim benim oğlumdur. O memede iken Öldü. Onun iki tane süt annesi vattır. Süt müddetini cennette tamamlıyacaklardır.»

Bu hadîsi   Buhârî   «Cenâiz» bahsinde tahric etmiştir.

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in oğlu İbrahim hicretin sekizinci yılında doğmuştur. O dünyaya gelince ensar kadınları ona süt annelik yapma hususunda birbirleriyle yarış etmişlerdir. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu Ebû Seyf Bera1 b. Evs'in ka­rısı Havle binti Münzir'e verdi. Bu kadın ona süt annelik yapar, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) de arada sırada gelip onu do­laşırdı. Arab1ar süt anne ile süt babanın ikisine birden «zı'r» der­ler. İbrahim on altı veya on yedi aylıkken vefat etti. Henüz süt müddeti olan iki seneyi doldurmamıştı. Onun için Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Onun iki tane süt annesi vardır. Onun süt müddetini cennette ta mam-Uyacaklardır.» buyurdu. «Ettahrir» nammdaki «Müslim» şerhinin sahibi Muhammed b. İsmail Et-Temîmî: «İbrahim fRadiyatiahâ anh) 'in süt müddetini tamamlama işi vefatından hemen son­radır. Vefat eder etmez cennete girecek, kendisine ve babasına bir ikram olmak üzere süt emmesi orada tamamlanacaktır.»  diyor.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- Çocuğa doğduğu gün ad koymak caizdir.

2- Çocuklara Peygamber isimleri koymak caizdir.

3- Âlim veya büyük bir zat bir yere giderken bazı arkadaşlarını ya­nına alabilir.

4- Büyüklerin yanında edeb ve terbiyeye riayet gerekir.

5- Ölen kimsenin arkasından ağlayıp üzülmek caizdir.    Bu kadere muhalefet değil, Allah'ın kalblerde yarattığı bir rahmettir. Yasak edilen ancak niyaha denilen yas tutma ve ölenin arkasından yaygara koparıp, başını saçım yolmaktır. Onun içindir ki: Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Biz ancak Rabbimizin razı olduğunu söyleriz.» demiştir.

6- Çocuğu süt anaya vermek caizdir.

7- Hadıs-i şerif Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Selle m )\n çocuklarla zayıflara Ikarşı sonsuz merhametine delildir.

8-Çocukları severek öpmek, onlara karşı merhametli davranmak fazilettir.

 

64- (2317) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Elıû Üsame ile İbni Nümeyr Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet ettiler. Âişe şöyle demiş : Be­devilerden bir takım insanlar Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in ya­nına geldiler de :

  Siz çocuklarınızı öper misiniz? dediler. Onlar da :

  Evet! cevâbını verdiler.

  Lâkin  biz Vallahi öpmeyiz,  dediler.     Bunun üzerine Resûlüllah [Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah sizden rahmeti aldıysa ben (vermeye) mâlik olur muyum?» buyurdu.

İbni Nümeyr :

«Senin kalbinden rahmeti...» demiştir.

 

65- (2318) Bana Amru'n-Nakıd ile İbni Ebî Ömer hep bîrden Sü£-yan'dan rivayet ettiler. Anır dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Ak­ra' b. Habis Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)^ Hasan'ı öperken gör­müş de :

— Benim on çocuğum var, onlardan birini öpmedim, demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz  ki  merhamet etmeyen  merhamet olunmaz.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Abd b. Humeyd rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'nıer Zührî'den naklen haber verdi. (De­miş ki) : Bana Ebû Seleme, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

66- (2319)  Bize Ziiheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim ikisi birden Cerir'deu rivayet ettiler. H.

Bize İshâk b. îhrahim ile Alî b. Haşrem dahî rivayet ettiler. (Dedi­ler ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. H.

Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye rivayet etti. H.                                   

Bize Ebû Saîd El-E§ec dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni Gıyâs) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb £feû Zıfcyan'dan da Cerir b. Abdillah'dan naklen rivayet etmişlerdir. şöyle demiş; Resûlüllah (Saİlaliahü Aleyhi veSeliem) -«Her kim irtsoulara merhamet etmezse Allah (Azze ve Celle) de onu ötmez.» buyurdular.

 

(..,)  Bize Ebu Bekr b. EM Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize île Abdullah b. Nümeyr, İsmail'den, o da Kays'dan, o da Cerir'den,

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) 'den naklen rivayet etti. H. Ebû Bekr de. Ebi Şeyhe ile îbni Ebî Ömer ve Ahmed b. Abde  rivayet ettiler.  (Dediler ki) : Bize Süfyan Amr'dan, o da Nâfi' b.

Cübeyr'den, o da Cerir'den, o da Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen A'meş'in hadîsi gibi rivayette bulundu.

Bu hadîsleri   Buharı    «Kitâbu'I-Edeb»'de tahric etmiştir.

Ulemânın beyanına göre çocuklara ve zayıflara merhamet meselesi uzAflmî olup, bütün insan ye hayvanlara şâmildir. Yâni mü'min olsun, kâ­fir olsun bütün insanlara, kendinin olsun olmasın bütün hayvanlara acımayan, hayvanı doyurup sulamayan, yükünü hafifletmeyen ve İnsafsızca döğen kimse âhirette Allah'ın rahmetine nail olmayacaktır.

Bü rivâyetlerdeki rahmet cümleleri her iki fiilin refi ve cezmi ile rivayet olunmuştur. Merfu' okunduğuna göre cümle başındaki (men) mev-sule; meczum okunduğuna göre ise şartıyye olur.

 

16- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Çok Utanması Babı

 

67- (2320) Bana Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bhe babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katade'den rivayet etti, Katsdo Abdullah b. Ebî Utbe'yi Ebî Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ederken din lemis. H.

Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve Ahmed b. Sln&ı da rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şuffae'dea, o da Katade'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Abdullah b. Ebî Ut-bey'i şöyle derken işittim. Ebû Said-i Hudrî'yi dinledim. Şunu sSylÜyor-du: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) perdesi içindeki bakireden dahs utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadı mı onu yüzünden anlardık.

 

68- (2321) Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize Cerir A'meş'den, o da Şckik'deıı, o da Mesrûk'-dan naklen rivayet etti. Mesrûk şöyle demiş : Muaviye Kûfe'ye geldiği vakit Abdullah b. Amr'ın yanına girdik de Kesûlüllah (SalUulahü Aleyhi ve Sellem) 'i andı. Ve : Çirkin konuşmaz, çirkin şeye Özenmczdi, dedi. Şunu da ilâve etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz sizin ahlâkı en güzel olanlarınız, en hayırlilannızdandır.» buyurdular.

Osman: «Muaviye'yle beraber Kûfe'ye geldiği vakit.»  dedi.

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ile Veki' rivayet ettiler. H.

Bize İbni Nümeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.                                                                                     

Bize Ebû Saîd El-Eşecc de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid (yâni El-Ahmer) rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi A'meş'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu rivayetleri Buhârî  «Kitâbu'I-Menâkıb»'de tahric etmiştir.

Haya: Kötü olacağı beklenen yahut terki fiilinden daha hayırlı sayı­lan bir şey yapılacağı zaman insanın yüzüne arız olan bir inceliktir diye tarif olunur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem I Allah'ın hududuna (ce­zalarına) aid olmayan yerlerde bakire bir kız gibi utanır, hoşlanmadığı bir şeyi söyledi diye kimseyi muaheze buyurmazdı. Gerek sözünde, gerek fiilinde kat'iyyen bir şey bulunmazdı. Hiç bir kimsenin kusurunu yüzüne vurmazdı. Bundan dolayıdır ki: Hz. Ebû Saîd: «Bir şeyden hoş­lanmadı mı onu yüzünden anlardık» demiştir. Yâni utandığından dolayı hoşlanmadığı şeyi söylemez, yüzünün rengi değişir, hoşlanmadığını bun­dan anlardık, demek istemiştir.

Fahiş: Kötü ve çirkin iş yapan, çirkin söz söyleyen demektir. Müte-fehhiş ise fesadçıhğı sebebiyle bu kötülükleri yapmaya özenen kimsedir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1-Bu rivayetler utanmanın faziletine delildir. Utanmak imanın şubelerindendir. Ve tamamen hayr olup ancak hayr getirir. Bu hususta iman bahsinde izahat geçmişti.

2- Bu hadîsler güzel ahlâka teşvik ve ahlâk sahibinin faziletine de­lildirler. Güzel ahlâk Peygamberlerle evliyaullahın sıfatıdır. Hasen-i Basrî güzel ahlâkı iyiliği çok yapmak, kötülükten vaz geçmek ve gü-leryüz diye tarif etmiştir. Kaadî Iyâz'a göre güzel ahlâk: İnsan­larla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, onlara acımak, zahmet­lerine katlanmak, kötülüklerine sabır, kibiri terk, şiddet, gazab ve mua­hezeden uzaklaşmaktır. Güzel ahlâk fıtrî midir, mükteseb mi? mes'elesin-de selefin ihtilâf ettiğini Taberî hikâye etmiştir. Kaadî Iyâz: «Sahih olan şudur ki, güzel ahlâkın bir kısmı fıtrî, bir kısmı başkasından almak ve başkasına uymak suretiyle muktesebdir.» demiştir.

 

17- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Tebbessümü ve Güzel Geçimi Babı

 

69- (2322) Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Simâk b. Harb'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Câbir b. Semûra'ya :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in    meclislerinde    bulunuyor muydun? dJye sordum.

  Evet! Çok defalar! Sabah namazını kıldığı namazgahından, güneş doğuncaya kadar kalkmaz; güneş doğdu mu kalkardı. Ashab konuşurlar ve câhiliyyet işlerini ele alırlar da gülerlerdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de tebessüm buyururdu, dedi.

 

Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1-  Sabah namazından sonra bir özr bulunmadıkça bulunduğu mec­liste kalarak zikirde bulunmak müstehabdir.    Kaadî Iyâz: «Bu sünnetdir. Selef ve ehli ilim bunu yaparlardı. Bu vakitte kendilerini yal­nız zikir ve duaya verirler; güneş doğuncaya kadar böyle devam ederler­di.» diyor.

2- Cahiliyyet devrine ve geçmiş milletlere ait konuşmak ve gülmek caizdir: Fakat efdal olan sadece tebessüm etmektir.Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) her zaman tebessümle iktifa ederlerdi. Bundan dolayıdır ki: Ulema  çok gülmeyi mekruh görmüş bunu rütbe ve  ilim sahiplerinde daha da çirkin saymışlardır.

 

18- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kadınlara Merhameti ve Kadınların Hayvanlarını Sürenlere Onlara Acımalarını Emir Duyurması Babı

 

70- (2323) Bize Ebû'r-Rabi' El-Ateld ile Hâmid b. Ömer, Kuteybe b. Saîd ve Ebû Kâmil toptan Harama d b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebû'r-Kabı' dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Ebû Kı-lâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferlerinden birinde idi. Enceşe denilen kara bir hizmetçi de develeri sürüyordu. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ona

«Ya Enceşe! Sırçalar için develeri yavaş sür!» buyurdular.

 

(...) Bize Ebû'r-Rabi' El-Atekî ile Hâmid b. Ömer ve Ebû Kâmil da­hî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd Sâbit'ten, o da Enes'den naklen bu hadîsin benzerini rivayet etti.

 

71- (...) Bana Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harh da ikisi birden İbni TJleyye'den rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyub Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinin yanına gelmiş. En­ceşe denilen bir sürücü hayvanlarını sürüyormuş. Bunun üzerine:

«Vah sana yâ Enceşe! Sırçaların hayvanlarsm yavaş sür!:> Duyurmuşlar. Kavi diyor ki.: Ebû Kılâbo şunu söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Öyle bir söz söyledi ki, onu sizden biriniz söylese kendisini ayıp­lardınız.

 

72 - ( ) Bize Yahya b. Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zid b. Zürey' Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen ha-her verdi. H.

Bize Ebû Kâmil de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid rivayet etti (Dedi ki):Bize Teymî, Enes b. Mâlik'den rivayet etti. (Şöyle demiş) . Kes Ümmü Süleym Peygamber (Sallallahü Aleyi ve Sellem). ile birlikte idi. Onların develerini bir sürücü sürüyordu. Neb.yyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«ly Enceşe! Sırçaların hayvanlarını yavaş sür!» buyurdular.

 

73- (...) Bİze İbni Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-

düssamed rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde Enes'den rivayet etti. Enes şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyh'vve Seliem) 'in güzel sesli bir deve sürücüsü vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

«Ağır ol ya Enceşe! Sırçaları kırma!» buyurdular. (Bununla) Zayıf ka­dınları kastediyordu.

 

(...) Bize bu hadîsi İbni Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm, Katâde'den, o da Enes'den, 0 da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti. Ama «Güzel sesli sürücüsü» ifadesini anmadı.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir. Kavârir : Kâruranın cenVidir. Kârûra cam sırça demektir.    Kadınlar zaafları ve çabuk kırılmaları sebebiyle sırçaya benzetilmişlerdir,  Kaadî 1yâz'in beyânına göre ulema bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Birçoklarına göre develeri süren Enceşe güzel sesli idi. Develeri sürerken recez denilen şiir nev'inden kadınlara ait parçalar okurdu. Binaenaleyh kadın­lar bunu işitip de kalblerine fitne düşmesin diye Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu bundan men etmiştir. Zira Arapların meşhur meselelerindendir : Şarkı zinanın muskasıdır derler. Kaadî Iyâz bu tev­cihi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in maksadına ve sözünün muk-tezasma daha muvafık bulmuştur. Diğer bir takım ulemâya göre hadîsten maksat develeri yavaş sürmektir. Çünkü develer sürücünün şarkı söyle­diğini işitince bundan zevk ve şevk duyarak hızlanırlar. Ve üzerindeki insanları   sarsarak   yorarlar. İşte Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E nceşe'yi bunun için men etmiştir. Çünkü kadınlar şiddetli hareket­ten bîtab düşer; zarar görürler.

Ebû Kılâbe'nin «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle bir söz söyledi ki, onu sizden biriniz söylemiş olsa kendisini ayıplardınız.» sözüne gelince. Bundan maksad «Müslim» şârihi Übbî'ye göre Resûlüllah (Süllüllahü Aleyhi ve Sellem)'ln :

«Sırçalar için develeri yavaş sür!»  Ve diğer rivayetteki:

«Sırçaları  kırma!»   sözleridir.

Kirmanı diyor ki: «Bu lâtif ve beliğ bir istiaredir. Niçin ayıp görülsün dersen, ben de derim ki: Belki ayıplayan istiarenin şartı kavim­ler arasında açık ve aşikâr olmasıdır da ona bakmıştır. Sırça ile kadın arasında açık olarak benzerlik yoktur. Fakat hak şudur ki : Bu söz son derece güzel ve kusursuzdur. İstiarede vech-i şebehin açık olması zâtı iti­bariyle lâzım değildir. Onu açık kılan karinelerden hâsıl açıklık kâfidir. Nitekim bu bahiste de 'öyledir. İhtimal ki: Ebû Kılâbe 'nin mak­sadı da bu istiarenin belagatta Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gibi zevattan sâdır olduğu için güzel sayıldığını, belagatı olmayanlardan sâdır olsa cemaatın onu ayıplıyacaklannı anlatmaktır. Onun makamına lâyık olan da budur.»

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Deve sürerken şarkı mırıldanmak caizdir.

2- Kadınları sefere götürmek caizdir.

3- Konuşurken mecaz kullanmak caizdir.

4- Kadınların erkeklerden uzak bulunması, vazu nasihat gibi şeyler müstesna onların sözlerini işitmemeleri icab eder.

 

19- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İnsanlara Yakın Olması ve Onunla Teberrükte Bulunmaları Babı

 

74- (2324) Bize Mücahid b. Musa ile Ebû Bekr b. Nadr b. Ebi'n-Nadır ve Harun b. Abdillah toptan Ebu'n-Nadır'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Ebû'n-Nadır (yâni Hâşim b. Kaâsım) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîra Sâbit'ten, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldığı vakit Medine'nin hizmetçileri içlerinde su bulunan kaplarıyle gelirlerdi. Kendisine hiç bir kab getirilmezdi id, içine elini daldırmasın. Çok defa soğuk sabahda gelirler ve yine elini o kaplara daldırırdı.

 

75- (2325) Bize Muhammed b. Kâfi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Sâbit'ten, o da Enes'-den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. Berber kendisini tıraş ediyordu. Ashabı etra­fını sarmıştı. Bir kılın bir adamın elinden başka bir yere düşmesini iste­miyorlardı.

 

76- (2326) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Hârun Hammâd b. Seîeme'den, o da Sâbit'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki : Bir kadimi: aklında bir şey varmış ve:

— Yâ Resul a İlah! Benim sana (danışacak) bir hacetim var, demiş. Bunun üzerine :

«Ey Ummü filân, yollardan hangisini dilersen bak da senin için ha­cetini göreyim.» buyurmuşlar ve onunla yollardan birine çekilerek kadın hacetini arzetmiş.

Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve S«Jtemj ashabına daima yakın bulunur, onların haklarını gözetir, sorularına ezvzb "erir, fiil ve hareketçine uy­malarım kolaylaştırırdı. Ashabı Kutun da unun mübarek eli dokunan au ile teberrük etmek için soğuk günlerde bile sabah namazından ,sonxa hizmetçilerini su kaplarıyle göndererek elini kaba sokmasıni rica ederlerdi. Tıraş olurken kesilen saçlarını toplarlardı. Nevevî «Ülû'1-Emir» olanlara yaraşan da budur, diyor.

Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'a fetva sormağa gelen kadın Hz. Hadîce'nin baş tarayıcısı Ümmü Züfer 'di. Kadının hacetini gizli söylemek istediği anlaşılıyordu. Onun için Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) bir yol seçmesini söyleyerek onunla yol üzerinde konuş­tu. Ve fetvasını verdi. Bu, ecnebi bir kadınla başbaşa kalmak manâsına gelmez. Çünkü herkesin gelip geçtiği bir yol üzerinde konuşumuştur. Yal­nız kadın söyleyeceğini gizli söylemek istediği için sesi işitilmesin diye insanlardan birkaç adım uzağa çekilmiştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine bir hacet soran veya teberrük için elini suya daldırmak ricasında bulunan ashabına der­hal icabette bulunurdu.

2- Sülehânın eserleriyle teberrükde bulunmak caizdir. Ashabı kiram bu hususta âdeta birbirleriyle yarış ederlerdi.

3- Hadîsler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabrına ve müs-lümanlann maslahatı için meşakkatlere tahammülüne delildir.

 

20- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Günahlardan Uzak Bulunuşu, Mubahın En Ehvenini Seçmesi, Allah'ın Haram Kıldığı Şeyler Çiğnendiğinde Onun Namına İntikam Alması Babı

 

77- (2327) Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b. Enes'den ona okunanlar meyamnda rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e İbni Şihab'-dan dinlediğim, onun da Urve b. Zübeyr'den, onun da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den naklettiği şu hadîsi okudum: Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) iki şey arasında mu­hayyer bırakılırsa günah olmamak şartıyle onların kolay olanını seçerdi. Şayet günah ise insanların ondan en uzak olanı idi. Resülüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) kendisi için intikam almamıştır. Meğer ki, Allah (Azze veCelkfnin hürmeti çiğnenmiş olsun!

 

(...)  Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim de hep birden Ce-rir'den rivayet ettiler. H.

Bize Ahmed b. Abde dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fudayl b. Iyâz rivayet etti.

Her iki râvi Mansûr'dan, o da Muhammed'den rivayet etmişlerdir. Fudayl'ın rivayetinde «İbni Şihâb'dan» Cerir'in rivayetinde ise : «Muham-med Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den» ifadesi vardır.

 

(...) Bana bu hadîsi Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ve) b haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihâb'dan bu isnadla Mâlik'in hadîsi gibi haber verdi.

 

78- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (ŞÖyle de­miş) : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) biri diğerinden daha kolay olan iki şey arasında muhayyer bırakılırsa günah olmamak şartıyla onla­rın en kolayını seçerdi: Şayet günah ise insanların ondan en uzak olanı idi. 

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb ile İbni Nümeyr de hep birden Ab­dullah b. Nümeyr'den, o da Hişâm'dan naklen bu isnadla «en kolayını» sözüne kadar rivayet ettiler. Ondan sonrasını anmadılar.

 

79- (2328) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) eliyle hiç bir şeye vurmadı. Ne bir kadına, ne de bir hizmetçiye! Ancak Allah yolunda kendisiyle mücahede edilirse o başka! Ona hiç bir şey isabet etmemiştir ki, şahitlinden intikam alsın. Meğer ki, Allah'ın haramlarından bir şeyi çiğnemiş olsun! Bu takdirde Allah (Azze veCelle)    için intikam alırdı.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbnü Nümeyr de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abde ile Veki' rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muaviye ri­vayet etti. Bu râvılerin hepsi Hişam'dan bu isnadla rivayette bulunmuş­lardır. Bâzısının rivayeti ötekilerden ziyade olmuştur.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; Ebû Dâvud «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmişlerdir.

Hadîs-i şerif bütün rivâyetleriyle Peygamber (Sallailahü A leyhi ve Sellem 'in şahsı namına kimseden intikam almadığım göstermektedir. Ger­çi Ukbe b. Ebî Muayt ve Abdullah b. Hatal gibi bazı müşriklerin Öldürülmesini emir buyurmuştur. Fakat bunlar yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e eziyetle kalmaz Allah'ın haram kıldığı şeyleri de çiğneyip geçerlerdi. Öldürülmeleri bundandır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın hürmetini ayaklar altına alanlar hakkında son derece titiz davranır cezalarını verirdi. Bâzılarına göre Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in şahsı nâmına intikam almaması küfre vardırmayan sebeplerle eziyet olunduğu zamana mahsustur. Nitekim bağırıp çağırmak suretiyle kendisine ezada bulunan Bedeviyi ve elbisesinden şiddetle çekerek omuzunda eser bırakan bir başkasını affet­mesi bu kabildendir- Dâvûdî intikam almamayı mala mahsus gör­müş, ırzı hakkında eza verenlerden hakkını aldığını söylemiştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1-  Haram veya mekruh olmamak şartıyle iki şeyin en kolayını seç­mek müstehabdır. Kaadî Iyâz diyor ki:   «İhtimal Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)fin burada muhayyer bırakılması Allah taraf ın-dandır. Onu iki ceza arasında yahut kâfirlerle harbetmek veya onlardan cizye almak hususunda yahut ümmetinin ibadette mücahede derecesine varıp varmaması hususunda muhayyer bırakmıştır. O bunların hepsinde kolay olanı seçerdi.

Hz. Âişe'nin günah olmamak şartıyle sözü onu kâfirler yahut mü­nafıklar muhayyer bıraktığı zaman tasavvur olunabilir. Muhayyerlik Al-iah'dan yahut müslümardardan gelirse ibaredeki istisna  münkati olur.

2- Bu rivayetler afvu safha, eziyete tahammüle, haram bir şey iş­leyene karşı Allah'ın dinine yardımcı olmaya teşvik etmektedirler.

3- Âmirlerin, hâkimlerin ve diğer söz sahiplerinin bu güzel ahlâk-dan nasibedar olup, şahısları namına intikam almamaları müstehabdır. Kaadî Iyâz diyor ki: «Ulemâ hâkimin kendi lehine ve keza lehine şehadeti caiz olmayacak kimse lehine hüküm vermesinin caiz olmadığına ittifak etmişlerdir.

4-   Zevce, hizmetçi ve hayvanı terbiye için döğmek mubah ise de, döğmemek efdaldır.

 

21- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kokusunun Güzel, Cildinin Yumuşak Oluşu ve Kendisine Dokunmakla Teberrük Edilmesi Babı

 

80- (2329) Bize Amr b. Hammad b. Talhate'l-Kannâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esbât (bu zât İbni Nasr El-Hemdâni'dir.) Sımâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn)'\e birlikte ilk namazı kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, onunla birlikte ben de çıktım. Derken onu bir takım çocuk­lar karşıladılar. Onların her birinin yanağına teker teker dokunmaya baş­ladı. Bana gelince benim yanağıma da dokundu. Elinde Öyle serinlik ve­ya koku duydum ki: Sanki onu kokucu sepetinden çıkarmıştı.

 

81- (2330) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'-fer b. Süleyman, Sâbit'den, da Enes'den naklen rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Hâşim, yâni İbni Kaâsım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (bu zat îbni Muğıra'dır) Sâbit'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Ben Re­sûlüllah [Salialiahü Aleyhi veSellem)'m kokusundan daha güzel hiç bir an-' ber, misk veya (başka) bir şey koklamadım. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in teninden daha yumuşak hiç bir dîba ipek veya başka bir şeye dokunmadım.

 

82- (...) Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habban rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad rivayet et­ti. Bize Sabit, Enes'den rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) parlak beyaz renkli idi. Teri inci gibi idi. Yü­rüdüğü zaman sağa sola meyi ederdi. Ben ne Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seltemj 'in avucundan daha yumuşak bir diba ve ipeğe dokundum, ne de ResûlüIIah  (Sallal'ahiİ Aleyhi ve Sellem)in   kokusundan   daha   güzel   bir misk veya anber kokladım. Bu hadîsi  Buharı  «Kitâbu'l-Menâkıb-'de tahric etmiştir.

İlk namazdan murad öğledir. Bu hadîsler Peygamber (SallaV.ahü Aleyhi ve Sellemjin kokusunun güzel olduğuna delildir. Bu ona Allah Teâlâ'nın bir ikramıdır. Ulemânın beyânına göre güzel koku Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjın sıfatı idi. O koku sürünmese de güzel kokardı. Maamafih dai­ma meleklerle görüştüğü, müslümanlarla düşüp kalktığı için ekseriya gü­zel koku da sürünürdü. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in teni be­yazlığı ve safiliği hususunda inciye benzetilmiştir.

Hadîsteki «tekeffee» fiilini sağa sola meyletmek diye tefsir edenler olmuşsa da Ezherî bunu hatâ görmüştür. Çünkü sağa sola meyle­derek yürümek ona göre gururlanan ve böbürlenen kimsenin yürüyüşü­dür. Burada ondan maksad gideceği tarafa yâni öne doğru sallanarak yü­rümektir. Maamafih Kaadî Iyâz sağa sola sallanarak yürümenin hilkatte mevcûd bir sıfatsa çirkin sayılmadığını, kasden yapılırsa o zaman bunun mekruh olduğunu söylemiştir.

 

22- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Terinin Güzel Kokması ve Onunla Teberrük Olunması Babı

 

83- (2331) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şim (yâni İbnî Kaâsım) Süleyman'dan, o da Sâbit'ten, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi. Ve kaylûle uykusuna dalarak terledi. Annem bir kavanoz getirerek teri onun içine silmeye başladı. Derken Peygamber (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) uyandı ve :

«Ey Ummü Süleym bu yaptığın nedir?» dedi. Annem : — Bu senin terindir, onu kokumuza katıyoruz; o kokuların en güzel­lerindendir, dedi.

 

84- (...) Bana Muhammed b. Râü' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Huceyn b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz (bu zat îbnü Ebî Seleme'dir.) İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da Enes b. Mâlik'-den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Süleym'in evine girer de o yokken yatağında uyurdu. Bir gün yine gelerek onun yatağında uyudu. Hemen Ümmü Süleym'e gide­rek işte Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) senin evinde, senin yatağı­nın üzerinde uyudu, dediler. Arkacığından Ümmü Süleym geldi. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) terlemiş; teri yatağın üzerindeki bir deri parçasına toplanmıştı. Derhal çantasını açarak bu teri kurulamağa ve onu kavanozuna sıkmaya başladı. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) belinledi ve:

«Ne yapıyorsun ey Ummü Süleym?» dedi. Ümmü Süleym:

— Yâ Resûlallah! Çocuklarımız için bunun bereketini umuyoruz, dedi. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«isabet ettin!» buyurdular.

 

85- (2332) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyub, Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den, o da Ümmü Süleym'den naklen rivayet etti ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Sü-İeymln yanma gelir, orada kaylûle uykusu uyurmuş. O da kendisine bir yaygı yayar, üzerinde istirahat edermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok terüyormuş, Ümmü Süleym onun terini toplar, koku ve ka­vanozlara koyarmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ey Ummü Süteyml Bu ne?»  demiş. Ümmü Süleym:

— Senin terin! Onu kokuma karıştırıyorum, cevabını vermiş.

Bu hadîsi  Buhârî    «Kitâbu'l-îsti'zan»'da tahric etmiştir.

Hz. Enes'in annesi Ümmü Süleym'in Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahrem akrabasından olduğunu evvelce görmüştük. Ümmü Sü1eym'in evine giderek uyuması bundandır.

Hadîs-i şerif mahrem akrabadan olan kadınların evlerine giderek uyu­manın ve deri yaygı üzerine yatmanın caiz olduğuna delildir.

 

23- Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in Soğukta ve Kendisine Vahiy Geldiği Zaman Terlemesi Babı

 

86- (2333) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala1 rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Hakikaten Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in üzerine soğuk bir sabanda vahiy indirilir. Yine yüzünden ter boşanırdı.

 

87- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. ize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti. H. (Dedi ki) :

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbni Bişr hep birden Hişam'dan rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr dahi rivayet etti. Lâfız onun­dur. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hi-şâm babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Haris b. Hişam, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e:

— Sana vahy nasxl geliyor? diye sormuş da :

«Bazan bana çan sesi gibi gelir. Bu benim için en şiddetli olandır. Son­ra açılırım ve o vahyi bellemiş olurum. Bâzan da adam suretinde bir me­lek gelir. Ve onun söylediğini bellerim.» buyurmuşlar.

 

88- (2334) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'1-Âla rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd Katâde'den, o da Ha-san'dan, o da Hıttan b. Abdillah'dan, o da Ubade b. Sâmit'ten naklen ri­vayet etti. (ŞÖyle demiş) : Nebiyyullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem), üzerine vahy indirildiği vakit bundan dolayı gussalamr ve yüzünün rengi uçardı.

 

89- (2335) Bize Muhammed b. Beşşar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Katade'den, o da Ha-sen'den, o da Hıttan b. Abdillah Er-Rakâşî'den, o da übâde b. Sâmid'den naklen rivayet etti. (ŞÖyle demiş) : Üzerine vahy indirildiği vakit Pey­gamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) başını eğer; ashabı da-başlarım eğerlerdi. Vahy kalktığı zaman başını kaldırırdı.

Hz, Âişe rivayetini Buhârî «Bed'ül-Vahy» bahsinde tahric etmiştir.

Vahy hakkında evvelce tafsilât vermiştik. Ulemâdan bazılarına göre Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in vahy gelirken işittiği çan sesine benzer ses meleğin sesidir. Bir takımları meleğin değil, kanatlarının sesi olduğunu söylemişlerdir. Bundaki hikmet Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in kulaklarının başka şeylerden boşaltılması tâki kulağında ve kal­binde meleğin sesinden başka bir şeye yer kalmamasıdır.

Bu rivayetlerde vahyin hallerinden yalnız çan sesiyle meleğin insan kılığında gelmesi zikredilmiş. Rü'ya halindeki vahyden bahsedilmemiştir. Bunun sebebi vahy soran zâtın Peygamber (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olan şeklini anlamak istemesidir. Rü'ya ise ona mahsus değil, müş-terekdir. Bu hadîsde Peygamber (Saîhllahü Aleyhi ve Sellem)'in vahy esna-suıda rengi uçardı denilmektedir. Halbuki hac bahsinde Ya’la b. Ümeyye'nin vahy inerken onun yüzünün kıpkırmızı olduğunu gör­düğünden bahsedilmişti. Bu iki rivayetin arasım bulmak için yüzü evvelâ kül rengi olmuş, sonra kızarmıştır. Yahut evvelâ kızarmış, sonra kül ren­gi olmuştur, denilir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Melekler vardır. Mülhidlerle feylesoflar meleklerin varlığım in­kâr ederler. Bu hadîsler onlara red cevabı teşkil etmektedir.

2- Melekler istedikleri şekillere girebilirler.

3- Ashab-ı kiram birçok şeylerin manâsını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorarlardı.O da kendilerini bir yere toplar talimatta bulunurdu.Ashabın bazıları meseleleri sorar, diğerleri beller ve bilme­yenlere öğretirlerdi. Allah dînini tamamlayıncaya kadar bu böyle devam etti.

 

24- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Saçlarını Salması ve Ayırması Babı

 

90- (2336) Bize Mansur b. Ebî Müzâhim ile Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad rivayet ettiler. (Mansûr: Haddesenâ; tbni Cafer ise Ahberana tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İbrahim (yâni İbni Sa'd) İbni Şihab'dan, o da Ubeyduîlah b. Abdillah'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Ehl-i kitab olanlar saçlarını salar, müşrik-lerse başlarını ayırırlardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine emir gelmeyen hususta ehl-i kitaba uymayı seviyordu. Bu sebeple Re-sûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) saçlarım alnına sarkıttı, bir müddet sonra ayırdı.

 

(...) Bana Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İhni Vehb ha­ber verdi, (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan bu isııadla bu hadîsinin  benzerini haber verdi.

Sedl: Sarkıtmak demektir. Burada ondan maksad saçı alnma sarkıt­maktır. Ulemânın beyânına göre saçı sarkıtmak değil, tarayıp ayırmak sünnetdir.   Çünkü   Peygamber (Sallallahü A teyhi've Sellem) sonraları   bunu yapmıştır. Sarkıtmaktan vaz geçmesi zahire göre vahy iledir. Çünkü vahyle bildirilmeyen  hükümler  hususunda   Ehl-i kitaba uyardı. Kaadî Iyâz'in beyânına göre ulemâdan bazıları saç sarkıtmanın neshedildiğini binâenaleyh alma ve kulakların arkasına saç sarkıtmanın caiz olmadığım söylemişlerdir. Kaadî Iyâz saçları ayırmanın vâcib değil, caiz ol­ması ihtimâli üzerinde durmuş ve şunları söylemiştir : «Caiz ki, saçlarını ayırması ehl-i kitaba muhalefet hususunda kendi ictihadıyle olmuştur. Bu takdirde saç ayırmak müstehabdır. Bundan dolayıdır ki : Selef bu hususta ihtilâf etmiş, bir takımları saçlarını ayırmış, diğerleri kulaklarının yumu­şağına kadar salmışlardı:-. Peygamber (Sallallahü A leyhî ve Sellem) 'in uzun saçı olduğu, saçı ayrıkrsa ayırdığı, ayrılmazsa hâli üzere bıraktığı hadîste vârid olmuştur.    İmam    Mâlik:   Bence saçı ayırmak daha iyidir, demiştir.»

Nevevîde : «Hâsılı sahih ve muhtar olan kavle göre saçı hem sarkıtmak, hem ayırmak caizdir. Fakat ayırmak efdaldır.» diyor.

Yine Kaadî 'nin beyanına göre ehl-i kitaba uyma meselesinin te'-vili hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ilk zamanlarda ehl-i kitabın kalblerini İs­lâm'a yatıştırmak için yapmıştır. Buna hacet kalmayıp İslâmiyet zafer ka­zanınca birçok şeylerde ehl-i kitaba muhalif hareket ettiğini sarahaten bil­dirmiştir. Bir takımları vahy gelmeyen hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ehl-i kitab şeriatlarına tâbi olması ihtimal ki emrinmuştu. Ancak bu, Ehl-i kitabın değiştirmedikleri malûm olan hususata ait­tir, demişlerdir.

Bâzı usûlü fıkıh âlimleri bu hadîsle istidlal ederek: «Bir mes'eleyi Allah ve Resulü hikâye eder de inkârda bulunmaz, yâni bize caiz olma­dığını bildirmezlerse, geçen ümmetlerin şeriatları bize de şeriattır.» demiş; diğer bazıları: «Bilâkis Hadîs-i şerîf geçmiş şeriatların bize şeriat olma­dığına delildir. Çünkü bu hadîste Ehl-i kitaba uymayı severdi, denilerek onun muhayyer bırakıldığına işaret olunmuştur. Geçmiş şeriatlar bizim için de şeriat olsa Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem)'e de vâcib olur­du» demişlerdir.

 

25- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sıfatı ve Yüzce İnsanların En Güzeli Olduğu Hususunda Bir Bab

 

91- (2337) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b, Ca'fer rivayet etti. (De­di ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû tshâk'ı dinledim. (Dedi ki): Bera'ı şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) orta boylu, omuzlarının arası geniş, saç demedi kulaklarının yumuşağına inecek kadar büyük bir zat idi. Üzerinde kırmızı bir hülle vardı. Ben Re­sûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) 'den daha güzel hiç bir şey görmedim.

 

92- (...) Bize Amru'n-Nâkid ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Veki', Süfyân'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Bera'dan nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben hiç bir uzun saçlının kırmızı hülle içinde ResûlUllah(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den daha güzel olduğunu görmedim. Saçları omuzlarım çalıyordu. Omuzlarının arası genişti. Ne uzun­du, ne kısa.

Ebû Küreyb : «Saçı vardı» dedi.

 

93- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansur, İbrahim b. Yûsuî'dan, o da babasından, o da Ebû îshâk'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Berâ'ı şunu söyler­ken işittim. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellcm) yüzce insanların en gü­zeli, ahlâkça en iyisi idi. Fazla uzun değil, kısa da  değildi.

Bu rivayetleri  Buhârî   «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.

Merbu: Fazla uzun veya kısa olmayan yâni orta boylu kimse de­mektir.

Vefra : Kulak yumuşağına kadar inen; Ciimme : Omuzlara kadar inen; Limme ise; omuzların üzerine döşenen saç demektir. Bu kelimelerin Pey­gamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) hakkında kullanılması saçının zaman zaman hepsine uymasındandır. Saçını kısaltmadığı zaman omuzlarına iner, kısalttığında kulaklarının yan hizasında kalırdı.

Kaadî Iyâz diyor ki: Bu hadîsteki «halkan» kelimesini cismi­nin sıfatlarına delâlet ettiği için (hâ) nın fethi ve (lâin) m sükûnuyla tes­pit ettik. Enes'in hadîsinde ise (hâ) nın zammı ile rivayet olunmuştur. Çünkü orada Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Selîem) 'in ahlâkından ve gü­zel muaşeretinden bahsedilmiştir.

 

26- Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Selletn)'in Saçının Sıfatı Babı

 

94- (2338) Bize Şeyban b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rir b. Hazım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde rivayet etti. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'e:

 Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçı nasıldı? diye sordum.

  Orta bir saçtı. Kıvırcık değil, düz de değildi. İki kulağı ile omuzu arasında idi, dedi.

 

95- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet etti. Her iki râvi demişler ki: Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde Enes'den rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in saçları omuzlarına çahyormuş.

 

96- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (De­liler ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Humeyd'den, o da Enes'den naklen ri­vayet etti. Enes: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçları kulak-anmn yarısına iniyordu.» demiş.

Bu hadîsi Buhârî üe İbni Mâce «Kitâbu'l-Iibas^da; Tirmizî «Şemâil»'de; Nesâî «Kİtâbu'z-Zîne»'de muhtelif râvi-erden muhtelif lâfızlarla, fakat birbirine yakın manâlarda tahric etmiş-erdir.

Racil: Fazla kıvırcık ve fazla düz olmayan orta saç demektir.

Ca'd: Kıvırcık, sebt ise düz saç manâlarına gelir.

 

27- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ağzı, Gözleri ve Ökçelerinin Sıfatı Hakkında Bir Bab

 

97- (2339) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'nindir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Simak b. Harb'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Câbir b. Semura'yı şunu söylerken işittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geniş ağızlı, gözünün beyazı kırmızılı, etsiz ök-çeliydi.

Râvi diyor ki: Simak'e : Dalîu'I-Fem ne demektir? diye sordum: Ağ­zı büyük manasınadır, dedi,

  Eşkelü'1-Ayn nedir? dedim.

  Göz kapağı uzun demektir, cevabını verdi.

  Menhusu'1-Akib nedir? dedim.

  Topuğunun eti az demektir, cevâbını verdi.

Büyük ağızlı olmak Arablarca medin sıfatıdır. «Müslim» sârini Übbî: «Bundan murad çok küçük olmadığını, güzellikten çıkaracak kadar büyük de değildiğini anlatmaktır.» diyor.

Eşkelü'1-Ayneyn tâbirine gelince; râvi Simâk bunu göz kapağı­nın uzunluğu ile tefsir etmişse de Kaadî Iyâz: «Bu bütün ule­manın ittifakı ile Simâk’in bir vehmi ve açık bir hatasıdır. Doğrusu bütün ulemanın ittifakı vecihle şüklenin gözün beyazına karışan kırmı­zılık manâsına gelmesidir. Bu makbuldür. Şühle ise; gözün karaşındaki kızıllıktır» diyerek bu tefsiri kabul etmemiştir.

 

28- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Beyaz ve Sevimli Yüzlü Oluşu Babı

 

98- (2340) Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillah, Cüreyrî'den, o da Ebû't-Tufeyl'den naklen rivayet etti. Cü-reyrî demiş ki : Ona :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördün mü? diye sordum.

  Evet, beyaz, sevimli yüzlü idi, cevâbını verdi.

Müslim b. Haccâc der ki': Ebû't-Tufeyl yüz yılında vefat etmiştir. Kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından en son vefat edendir.

 

99- (.,.) Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'la b. Abdi'1-A'la, Cüreyrî'den, o da Ebû't-Tüfeyl'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. Yeryüzünde benden başka onu gören kimse yoktur. Cü-reyrî demiş ki: Ben kendisine:

  Onu nasıl gördün? diye sordum.

  Beyaz, sevimli, orta yapılı idi, dedi.

Mukassad: İri veya zayıf çok uzun ve çok kısa olmayan, demektir. Şemir'e göre Rava ile Kast ikisi de bir manâya gelirler ve ikisi de orta boylu, demektir.

 

29-  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Saçının Ağarması Babı

 

100- (2341) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile îbni Nümeyr ve Amru'n-Nâkıd toptan İbni İdris'den rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize Abdullah b. İdris El-Evdî, Hişam'dan, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayet etti. (Şöy­le demiş): Enes b. Mâlik'e, Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) hiç sa­çını boyadı mı? diye soruldu.

— Hakikat şu ki, o saçının ağarması namına bir şey görmedi. Ancak (şu kadarcık) gördü). İbni tdris sanki onu azaltmak istiyormuş, demiştir. Ebû Bekr ile Ömer saçlarını lana ve ketem ile boyarlardı, dedi.

 

101- (...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Zekeriyya, Âsimi ahvelden, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayet etti. İbni Şîrîn şöyle demiş: Enes b. Mâlik'e sordum :

  Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) saçım boyar mıydı? dedim:

  Saçını boyama  yaşma ermedi, sakalında birkaç beyaz kıl vardı, dedi. Ben :

  Ebû Bekr boyar mıydı? diye sordum;

  Evet, kına ve ketemle! cevabını verdi.

 

102- (...) Bana Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-alla b. Esed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb b. Hâlid, Eyyub'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Enes b. Mâlik'e sordum.

  Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)  hiç saçını boyadı mı? (De­dim).

  O saçının ağarmasından ancak az bir şey gördü, dedi.

 

103- (...) Bana Ebu'r-Rabi' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit rivayet etti. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'e, Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)"in saçını boyayıp boya-madiği soruldu da, şu cevabı verdi:

— Başındaki ağaran kılları saymak İstesem bunu yapardım, dedi. Ve şunu İlâve etti:

__ O boyanmadı. Ama Ebû Bekr kına ve ketemle boyandi. Ömer'se hâlis kına ile boyan di.

 

104- (...) Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müsennâ b. Saîd Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir kimsenin ba­şından ve sakalından beyaz kılı yolması mekmhdur. Hem Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seîlem) boyanmamıştır. Beyazlık onun ancak alt duda­ğında, şakaklarında ve başında birkaç tane vardı.

 

(...) Bu hadîsi bana Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Müsennâ bu is-nadla rivayette bulundu.

 

105- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr, Ahmed b. İbrahim Ed-Devrakî ve Harun b. Abdillah toptan Ebû Dâvud'dan rivayet ettiler. İbnü Müsennâ (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Huleyd b. Ca'fer'den rivayet etti. O da Ebû îyâs'ı Enes'den naklederken dinlemiş: Enes'e Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltemy'm saçının ağanp ağarmadığı sorulmuş da :

— Allah onu beyazlıkla lekelemedi, demiş.

 

106- (2342) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Ebû Cühayfe'den naklen haber verdi. Ebû Cühayfe (Şöyle demiş) :

  Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)"ı gördüm. Şurası beyaz­dı. Ve Züheyr parmaklarını alt dudağına koydu. Kendisine :

  O gün sen kim gibi idin? diye soruldu.

— Oku yapıyor ve tüyünü takıyordum, cevâbını verdi.

 

107- (2343) Bize Vâsıl b. Abdi'I-A'la rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Fudayl, İsmail b. Ebi Hâlid'den, o da Ebû Cühayfe'den nak­len rivayet etti.  (Şöyle demiş) :

— Ben Resûlüllah (SallaUahü A leyhi ve Sellem) 'i beyaz gb'rdüm. İhtiyar-lamiştı. Alî'nin oğlu Hasan ona benziyordu.

 

(...) Bize Saîd b. Manöûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân ile Halid b. AbdiHah rivayet ettiler. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti.

Bunların hepsi İsmail'den, o da Ebû Cüheyfe'den bu isnadla rivayet ettiler. Ama «Beyaz gördüm, ihtiyarlamıştı...» ifadesini söylememişlerdir.

 

108- (2344) Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Ebû Dâvud Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Sımak b. Harb'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Câbir b. Semûra'yı Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçı ağanp ağarmadığı sorulduğu za­man dinledim.

— Başını yağladığı zaman beyazlıktan bir şey görülmüyordu, yağla­mazsa görülüyordu, dedi.

 

109- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, İsrail'den, o da Simâk'den naklen rivayet etti ki: Si­mak, Câbir b. Semûra'yı şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi vt Seltempn sakalı ile başının Ön tarafı ağarmağa başlamıştı. Yağ sürün­düğü zaman (beyazlık) belli olmazdı. Başının saçı dağılırsa belli olurdu. Sakalının kılları çoktu.

Derken bir adam : Yüzü kılıç gibi miydi? dedi. Câbir:

— Hayır! Bilâkis ayla güneş gibiydi; yuvarlaktı. Omuzun da ki mührü de gördüm, güvercin yumurtası kadardı. Tenine benziyordu, cevabını verdi,

Hz. Enes rivayetini Buhârî «Kitâbu'l-Libas»'da; Ebû Cuheyfe rivayetini «Kitâbu'l-Menâlub»'de tahric etmiştir.

Ketem: Boyaya yarıyan bir nevi ottur.

Şamat: İhtiyarlığın başlangıcı ve saçların ağarmaya başlamasıdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçlarının ağarmaya başladığını bildiren rivayetler çoktur. Umumiyetle bu rivayetlerde saç ve sakalının biraz ağarmaya başladığından bahsedilmektedir. Bu birazın ne kadar ol­duğu ihtilaflıdır. Bâzıları saç ve sakalında on dokuz beyaz kıl olduğunu söylemiş bir takımları onu yirmiye, hatta bazıları otuza çıkarmıştır. Hz. Enes'den rivayet edilen bir hadîste on beş, diğer bir rivayette on yedi veya on sekiz olduğu bildirilmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in saçını boyayıp boyamadığın-da dahi ihtilâf olunmuştur. Ekser ulemâ Hz. Enes 'den rivayet edilen hadîsle istidlal ederek boyamadığma kail olmuşlardır. İmam Mâ1ik'in mezhebi de budur. Bâzı hadîs imamları boyadığına kaildirler. De­lilleri buradaki Ümmü Seleme hadîsidir. İki rivayetin arasını bulanlar da vardır. Onlara göre Hz. Enes'in işaret ettiği vecihle Pey­gamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) güzel kokuyu çok kullanıyordu. Bu iso saçın siyahlığını giderirdi. Saçını boyadığını iddia eden işte bu koku sü­rülmüş saçı görmüş de boya sanmıştır.

Nevevî diyor ki : «Muhtar olan kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzan saçım boyamış, ekseri zamanlarda boyamamıştır. Bu hususta her râvi gördüğünü rivayet etmiştir. Ve sözünde sadıktır.»

Hadîsin son rivayetinde : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüzü kılıç gibi miydi?» diye soran zâtın bu suâliyle: Kılıç gibi uzun muy­du, yahut kılıç gibi parlak mıydı demek istemiş olması muhtemeldir. Hz. Câbir buna : «Hayır güneş ve ay gibi idi. Ve yuvarlaktı.» diye cevâb vermiştir ki, bununla onun hem güzel ve yüzünün parlaklığına, hem de yuvarlaklığına işaret etmiştir. Çünkü ay ve güneş, hem kılıçtan daha par­lak, hem de yuvarlaktırlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüzünü onlara benzetmek daha beliğ olur. Bilhassa sevgilinin yüzünü aya benzet­mek Arablar arasında pek yaygın bir âdetti.

Hz. Enes 'in : «Bİr kimsenin başından ve sakalından beyaz kıl yolması mekruhtur.» sözü ulemâ arasında ittifakla kabul edilmiştir.

Nübüvvet mührü hakkında aşağıdaki hadîslerde izahat verilecektir.

 

30- Nübüvvet Mührünün İsbatı, Sıfatı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Vücudundaki Yeri Babı

 

110- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Simâk'den ri­vayet etti. (Demiş ki) : Câbir b. Semûra'yı dinledim. (Şunu söyledi) : Ben Resûlüllah (SallaUahü A leyhi ve Sellem) 'in sırtında güvercin yumurtası gibi bir mühür gördüm.

 

(...) Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Salih Simak'den naklen bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi.

 

111- (2345) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zat İbni İsmail'dir) Ca'd b. Abdir-rahmanMan rivayet etti. (Demiş ki) : Sâib b. Yezid'i şöyle derken işit­tim: Teyzem beni Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Seliem) 'e götürdü de:

- yâ Resûlallah! Gerçekten kız kardeşimin oğlu rahatsızdır, dedi. O da benim başımı sıvazladı. Ve bana bereket duasında bulundu. Sonra ab-dest aldı. Ve ben abdest suyundan içtim. Sonra arkasında ayakta durdum. Ve iki omuzunun arasındaki çadır düğmesi gibi mührüne baktım.

 

112 - (2346) Bize Ebû Kâmil rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. H.

Bana Süveyd b. Said de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir rivayet etti.

Her iki râvi Asım-ı Ahvel'den rivayette bulunmuşlardır. H.

Bana Hami d b. Ömer El-Bekrâvî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vahid (yâni İbni Ziyad) rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Âsim, Abdullah b. Serciş'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygam­ber (Saliailahü Aleyhi ve.Selîem)"ı gördüm. Onunla ekmek ve et de yedim. (Yahut tirit yedim, demiş.)

Râvi demiş ki: Ona :

__ Peygamber (Saliailahü Aleyhi vt- Seliem)   senin için istiğfar etti mi?

diye sordum.

— Evet! Senin için de! dedi. Sonra şu âyeti okudu:

«Günahın için istiğfar et! Erkek ve kadın mü'mİnler için de.» [12] Abdullah demiş ki: Sonra arka tarafına dolandım. Ve iki omuzunun arasındaki nübüvvet mührüne baktım. Sol küreğinin başında parmakları bir araya getirilmiş el gibi. Üzerinde siğiller emsali bunlar vardı.

Saib b. Yezîd rivayetini Buhârî «Kitâuu'1-Vudû1», «Sıfetü'n-Nebiyy», «Kitâbu't-Tıb» ve «Kitâbu'd~Deavât»'da Tirmizi Menâkıb» bahsinde; Nesâî «Kİtâ"bu't-Tıu»'da muhtelif râvilerdeıı tahric etmişlerdir.

Hâtem kelimesi; hatimden alınmadır. Hatim : Tamamlamak sonuna varmak demektir. Hâtem mühür manâsına gelir ki: Burada ondan sonra Peygamber gelmeyeceğine delil manasınadır. Kaadî Beyzâvî: «Nübüvvet mührü Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Seılem) 'in iki omuzu ara­sındaki eserdir. Geçen ümmetlerin kitaplarında bunun sıfatı beyan edil­miş, geleceği va'd edilen Peygambere bir alâmet olmuştur. Bu Peygamber onunla bilinecektir. Bir de Peygamberliğine dokunulmaktan korunmak için verilmiştir. Vesikalandırılan bir şeyin mühürle korunduğu gibi...» diyor.

Nübüvvet mührünü isbat eden rivayetler çoktur. Bunların bâzısında mührün üzerinde etten yazılmış «Muhammedürresuiullah» cümlesi olduğu bildirilmektedir. Bir rivayette içinde «Allahu vahdeh» dışında ise «Nere­ye dilersen oraya git, çünkü muzaffersin.» yazılı olduğu bildirilmiştir. Fakat bu rivayet çok zayıftır. Bazıları Nübüvvet mührünün nurdan oldu­ğunu söylemişlerdir. Hz. Âişe'nin : «Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Seliem) vefat ettikten sonra mührü araştırdım. Fakat onun kaldırıldığını gördüm.» dediği rivayet olunur.

Bu mührün Peygamber (Salîaİlahü Aleyhi ve Seliem) ile beraber doğdu­ğu söylenir. Bu hususta da muhtelif rivayetler vardır. Rivayetlerden biri­ne göre mührün sol küreğin başında olması şeytanın içeri gireceği kapı arası olduğu içindir. Bu suretle şeytanın Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Seliem)   üzerindeki giriş kapısı kapanmış ve mühürlenmiş demektir. Mühürlü bir şeye nüfuz etmenin imkânı olmadığı gibi, şeytanın girmesine de imkân bırakılmamıştır.

Rivâyetler arasında nübüvvet mührünün parmakları bir yere toplanmış şeklinde olduğunu bildireni diğerine   muhalif gibi   görünürse de   dîIyâz 'm beyânına göre bu da öteki rivayetlere uygun olarak . -ı edilir. Ve nübüvvet mührü toplu el şeklinde idi. Fakat güvercin yu­murta» *adar küSüktu denilir-

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hastaya okumakta bereket vardır.

2- Küçük çocukların başını sıvazlamak müstehabdır.

3- Hz. S a i b 'in içtiği abdest suyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve çellem\'in azasından damlayan su ise hadîs-i şerif mai müstamelin temiz olduğuna delildir.

 

31- Peyganber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sıfatı, Peygamber Gönderilmesi ve Yaşı Hakkında Bir Bab

 

113- (2347) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Rabîa b. Ebî Abdirrahman'dan dinlediğim, onun da Enes b. Mâlik'den naklettiği ŞU hadîsi okudum. Rabîa, Enes'i şöyle derken işitmiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) çok uzun değildi. Kısa da değildi. Soluk beyaz ve faz'a esmer değildi. Ne çok kıvırcık saçlı idi, ne de düz saçlı! Allah

onu ktfk senenin başında gönderdi de Mekke'de on sene, Medine'de dahî on sene kaldı. Altmış senenin başında Allah onun ruhunu kabzetti. Henüz başında ve sakalında yirmi beyaz kıl yoktu.

 

(...) Bize Yahya b. Eyyûb üe Kuteybe b. Saîd ve AH b. Hucur da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Cafer) rivayet etti. H.

Bana Kaâsım b. Zekeriyya dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti.

Her iki râvi Rabîa'dan (yâni İbni Ebî Abdirrahman'dan), o da Enes b. Mâlik'den naklen Mâlik b. Enes'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Bunların hadîslerinde «Kırmızıya çalar beyazdı.» ziyadesi vardır.

Bu rivayeti Buharı «Kitâbu'l-Menâkıb» ile «Kitâbu'l-Libas»'da; Tirmizî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; Nesâî «Kıtâbu'z-Zine»'de muh­telif râvilerden tahric etmişlerdir.

Emhak: Kireç gibi soluk beyaz demektir. Arablar bu renkden hoş­lanmazlar,

Âdem: Esmer demektir. Hadîs-i şerif de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjm kireç gibi soluk beyaz renkli olmadığı gibi, esmer tenli de ol­mayıp nurlu beyaz renkte olduğu anlatılmıştır.

Bu hadîs Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in kırk yaşında Pey­gamber gönderildiğini, ondan sonra M e k k e 'de on sene Medine'-de de on sene yaşadığını, yaşı altmışa vardığında vefat ettiğini bildiriyor.

Bu hususta rivayetler muhtelifdir. Az sonra görüleceği vecihle Pey­gamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in altmışüç ve altmışbeş yaşında vefat ettiğini bildiren rivayetler vardır. Peygamber olduktan sonra Mekke ve    M e d i n e 'de yaşadığı seneler hakkındaki rivayetler dahi muhteliftir.

Aşağıdaki bablarda bunlar görülecektir.

 

32- Vefat Ettiği Gün Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Kaç Yaşında Olduğu Babı

 

114- (2348) Bana Ebû Ğassan Er-Râzî Muhammed b. Anır rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hakkâm b. Selm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Os­man D- Zaide Zübeyr b. Adiy'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti (Şöyle demiş) : Resülüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altmişüç yaşın­da iken vefat etti. Ebû Bekr altmışüç yaşındayken vefat etti. Ömer de ç yaşında iken vefat etti.

 

 115- (2349) Bana Abdü'I-Melik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki); Bana babanı dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid  İbni Şihab'dan, o da Uruc'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti kî, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında iken  vefat etmiş.

 İbni Şihab: Bana Saîd b, Müseyyeb bunun mislini haber verdi, demiş.

 

(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile Abbâd b. Mûsâ da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Talha b. Yahya Yûnus b. Yezid'den, o da İbni Şihâb'-dan her iki isnadla birden Ukayl'ın hadîsi gibi rivayette bulundu.

Hz. Âişe rivayetini Buhârî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.

Bir rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm)'ln altmışbeş yaşın­ca vefat ettiği bildirilmiştir. Bu rivayetlerin hepsi şahindir. Fakat en sa-hîhi ve meşhuru altmışüç yaşında vefat ettiğini bildiren rivayettir. Diğer­lerini ulema te'vil etmiş; altmış rivayetinde yalnız ondalıkları zikirle ik­tifa edilmiş; kesirler bırakılmıştır. Altmışbeş rivayetinde iştibah hasıl ol­muştur, demişlerdir. Filhakika altmışbeş rivayetini Urve kabul et­memiş, bunda Hz. îbni Abbas'm hata ettiğini söylemiştir. İbni Asâkir'in tarihinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in altmış-ikibuçuk yaşında vefat ettiği bildirilmektedir. Bu kavlin üzerinde duran­lar da vardır. Bittabi bunun te'vili daha kolaydır. Altmışiki yaşında vefat etti diyen yarım seneyi saymamış; altmış üç yaşında vefat ettiğini söyle­yen, onu bütün bir sene saymış olur.

 

33- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  Mekke ve Medine'de Ne Kadar KAldığı Babı

 

116- (2350) Bize Ebû Ma'mer İsmail b. İbrahim El-Hüzelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Amr'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Urve'ye : Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' Mekke'de ne kadar kaldı, diye sor­dum.

  On sene! cevâbını verdi.

  Ama İbni Abbas onüç sene diyor, dedi.

 

(...) Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'-dan rivayet etti. (Demiş ki) : Urve'ye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de ne kadar kaldı? diye sordum.

  On sene! dedi.

  Ama İbni Abbâs on küsur sene diyor, dedim. Bunun üzerine Urve ona mağfiret duasında buyurdu. Ve :

  O bunu ancak Şâir'in sözünden almış olacak, dedi.

 

117- (2351) Bize İshâk b. İbrahim ile Harun b. Abdillah, Ravh h. Ubade'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Zekeriyya b. İshâk, Amr b. Dinar'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de on üç yıl kalmış ve altmışüç yaşında vefat etmiştir.

 

118- (...) Bize İbnî EM Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize BK" b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd, Ebû Cemrete'd-Dübai'-den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbas şöyle demiş : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) kendisine vahy geldiği halde Mekke'­de onüç sene, Medine'de ise on sene kaldı. Altmışüç yaşında iken de ve­fat etti.

119- (2352) Bize Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Eban El-Cufi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sellâm Ebû'l-Ahvas, Ebû îshâk'dan rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Utbe ile oturuyordum. Derken ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in yaşım andılar. Cemaattan bazıları Ebû Bekr ResûlüIIah (Sallailahü A leyhi ve Sellem}'den daha büyük idi, dediler. Abdul­lah şunları söyledi: ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşın­da vefat etti. Ebû Bekr altmışüç yaşında vefat etti. Ömer de altmışüç ya­şında iken şehid edildi.

Bunun üzerine cemaattan Âmir b. Sa'd denilen bir zât şunu söyledi. Bize Cerir rivayet etti. (Dedi ki) : Muâviye'nin yanında oturuyorduk. Ce­mâat ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in yaşım andılar da Muâviye şunu söyledi: ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında iken vefat etti. Ebû Bekr altmışüç yaşında iken vefat etti. Ömer de altmışüç yaşında iken şehid edildi,

 

120- (...) Bize ibni Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Lâ­fız İbni Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû tshâk'ı, Âmir b. Sa'd El-Becelî'den, o da Cerir'den naklen rivayet ederken din­ledim. Cerir, Muâviye'yi hutbe okurken dinlemiş. Muâviye şunu söyle­miş : ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında iken vefat et­ti. Ebû Bekr ile Ömer de Öyle. Ben de altmışüç yaşında öleceğim.

 

121- (2353) Bana İbni Minhal Ed-Darir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Ubeyd, Benî Hâ-şim'in azatlısı Ammar'dan rivayet etti.  (Demiş ki) : İbni Abbâs'a:

  ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefat ettiği gün yaşı kaça gelmişti? diye sordum.

  Onun kavminden senin gibi bir zâta bunun gizli kalacağını zan­netmiyordum, dedi.

  Ben halka sordum, fakat bana muhtelif cevaplar verdiler de bu husûsda senin sözünü bilmek istedim, dedim.

  Hesab bilir misin? dedi.

  Evet! cevâbını verdim.

— Kırk tut! Bu yaşta Peygamber olarak gönderildi. Onbeş sene Mek­ke'de kimi enin olarak, kimi korkarak, yaşadı; on yılda Medine'ye hicre­tinden sonra (yaşadı), dedi.

 

(...) Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-bâbe b. Sevvâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yûnus'dan bu isnadla Yeztd b. Zürey'in hadîsi gibi rivayette bulundu.

 

122- (...) Bana Nasr b. Alî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr (yâni İbni Mufaddal) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid El-Hazzâ' riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Benî Hâşim'in azatlısı Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbni Abbâs rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altmışbeş yaşında iken vefat etmiş.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uleyye, Hâlid'den bu isnad rivayette bulundu.

 

123- (...) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme, Ammâr b. Ebî Ammâr'dan, o da İbni Abbas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle de­miş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) Mekke'de onbeş sene kaldı. Yedi sene sesi işitiyor, ziyayı görüyor (fakat başka) bîr şey görmüyordu. Sekiz senede vahy gelerek kaldı. Medine'de ise on yıl kaldı.

İbni Abbâs rivayetini Buhârî «Menâkıb-i Ensar» bah­sinin bir iki yerinde tahric etmiştir.

«Ama tbni Abbâs on küsur sene diyor...» sözüne karşı Urve'nin mağfiret duasında bulunmasından murad: Onun hata ettiğine işarettir. Bir kimse hata etti mi Arablar ekseriyetle : Allah onu af ve mağfiret bu­yursun, derlerdi. Urve, İbni Abbas'in bu sözü şâir Ebû Kays Sarme b. Ebî Enes 'den aldığına kail olmuştur. Çünkü Ebû Kays bir beytinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için: «Kureyş'in arasında on küsur sene kaldı» demiştir. Bu zât Câhiliyyet dev­rinde yetişen Hanîfî1er 'dendir : «Ben İbrahim'in Rabbine ibâdet ederim. dermiş. Putlara tapmaz, cünüplükten yıkanır, evindeki mescidine cünüp ve hayızkİarı sokmazmış. Câhiîiyyet devrindeki şiirlerinde dahi doğruyu söyler Allah'ı ta'zim edermiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medîne'ye gelince Ebû Kays ihtiyar halde müslüman olmuştur.

Hz. Muâviye'nin : «Ben de altmışüç yaşında Öleceğim...» sözü bir tahmin ve temennidir. Kendisinin yetmişbeş yaşında vefat ettiği riva­yet olunur.

Babımızın son rivayetinde İbni Abbâs (Radiyaliuhu anh) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi' ve Sellem)'in Mekke'de onbeş sene kaldığı­nı, yedi sene sesi işidip, ziyayı gördüğünü, başka bir şey görmediğini söy­lemiştir. Buradaki Sesden murad hâtifden gelen melek sesidir. Ziya da meleklerin ve Allah Teâlâ'nın âyetlerinin nurudur. Yâni yedi sene Mele­ğin kendisini görmeden vahyi telâkik etmiş. Sekiz sene de bizzat meleği görerek şifahen vahyi almıştır.

Görülüyor ki, Peygamberlik geldikten sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in Mekke'de ne kadar kaldığını bildiren rivayetler muhteliftir. Sahih olan rivayet on üç sene kalmış olmasıdır. Buna göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ömrü de altmışüç sene olur ki, Nevevî doğrusunun bu olduğunu, ulemânın bunu kabul ettiğini söy­lemiştir.

34- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsimleri Hakkında Bir Bab

 

124- (2354) Bana Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. İshâk : Ahberana; Ötekiler : Had-desenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Züh-rî'den rivayet etti. O da Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'i babasından nak­len rivayet ederken dinlemiş ki: Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben O Mâhiyim kî, küfür benile mahvedilir. Ben o Haşirim ki, insanlar benim arkamda toplanır. Ben Âkıb'im. Âkıb kendisinden sonra Peygamber bulunmayandır.» buyurmuş­lar.

 

125 — (...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Muhammed b. Cübeyr b. Mut'un'den, o da babasından naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuşlar:

«Benim bir takım isimlerim vardır. Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben o Mâhiyİm ki, Allah benimle küfrü mahveder. Ben o Haşirim ki, Allah insanları benim ayaklarıma toplar. Ve ben o Âkıbim ki, ondan sonra hiç bîr Peygamber yoktur.» Filhakika Allah da ona Rauf ve Rahîm adını ver­miştir.

 

(...) Bana Abdül-Melik b. Şuayb b. İLeys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl rivayet etti, H.

Bize Abd b. Hu m ey d dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.

Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Bun­ların hepsi Zührî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şuayb ile MaJ-mer'in    hadîsinde ;    «Resûlüllah (Saîîalîahü A leyhi ve Sellem) 'i   dinledim.»;

Ukayl'ın hadîsinde : «Dedi ki Zührî'ye bu Âkıb nedir dedim. Kendisinden sonra Peygamber olmayan demektir, cevabını verdi.» Ma'mer ile Ukayl'm hadîsinde: «Kefereyi»; Şuayb'm hadîsinde ise: «Küfrü» ifâdeleri vardır.

 

126- (2355) Bize İshâk b. ibrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir, A'meş'den, o da Amr b. Mürra'dan, o da Ebû Ubeyde'-den, o da Ebû Musa'l-Eş'arî'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem)   bize kendisinin isimlerini söyler de:

«Ben Muhammed'im,Ahmed'im, Mukarfî'yim, Hâşir'im; tevbenin Pey­gamberiyim ve rahmetin Peygamberiyim.»  buyururdu.

Bu hadîsin Cübeyr b. Mut'ım rivayetini Buharı «Kitâbu'l-Menâkıb» ile «Kitâbu't-Tefsude; Tirmizî «Isti'zan» ve «Şemail» bahislerinde; Nesâî de «Kitâbu't-Tefsir»'de muhtelif râvı-lerden tahric etmişlerdir.

Görülüyor ki Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem} kendisinin birçok isimleri olduğunu söylemiş, fakat bunlardan yalnız birkaç tanesini saymış­tır. Bunun sebebi saydığı isimlerin geçen ümmetlerin kitaplarında mev­cut olması ve o ümmetlerin bunları bilmesidir. Bir de mefhûmu âdede iti­bar yoktur. Binâenaleyh bir şeyde adet göstermek, bu adetten ziyadesi yoktur manâsına gelmez. Mâ1ikî1er'den Ebû Bekr İbnül-Arabî *nin beyânına göre Allah Teâlâ'nın, bin ismi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bin ismi vardır. îbni Fâris ve başkaları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Muhammed, Âhmed ve Mahmûd isimlerini koymayı Allah Teâlâ'mn onun ailesine ilham ettiğini söylemişlerdir. Çünkü bu isimler kendisinde Övülecek sıfatlar çok olan kimseye verilir.

Mâhî: Mahveden, demektir. Ulemâ bunun Mekke ile Medîne 'de ve diğer Arab ve gayri Arab beldelerinde küfrü mahveden manâ­sına geldiğini söylemişlerdir. Maamafih bundan hüccet ve galebenin zu­huru manâsına gelen umumî mahv de kastedilmiş olabilir. Sahîh bir ha-dîsde :

«islâm kendinden Önce geçen kötülüklerin hükmünü yıkar.» buyurulmuştur.

Haşir: Toplayan demektir. «Allah insanları benim ayaklarıma top­lar» cümlesinden murad: Bana tâbi olurlar, benim izimden gelirler, be­nim Peygamberliğimin zamanında toplanırlar, benden sonra Peygamber yoktur, demektir.

Âkıb: Hadîste tefsir edildiği vecihle kendisinden sonra Peygamber gelmeyen manasınadır. Fakat bu kelimenin lügat manâsı arkasından ge­len demektir. Burada Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e isim oldu­ğuna göre sair Peygamberlerden sonra gelen demek olur. İbnû'1 Arâbî'ye göre Âkıb hayır hususunda kendinden öncekinin yerine ge­len manasınadır, Mukaffî ile Âkıb aynı manâya gelirler

«Tevbenin Peygamberi ve Rahmetin Peygamberi» te, bleri manâ iti­bariyle birbirine yakındırlar. Bunlardan murad Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SeUemj'in tevbeyi ve insanların birbirine acımalarını getirdiğini anlatmaktır.

Kaadî Iyâz «Eş-Şifa» namındaki eserinde Kesûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in birçok isimlerini saymıştır.

 

35- Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'in Allah Teala'yı Bilmesi ve Ondan Şiddetle Korkması Babı

 

127- (2356) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir A'meş'den, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir iş yaptı da o işe ruhsat verdi. Az sonra bu, ashabından bazı kimselerin ku­lağına vardı. Galiba onlar bundan hoşlanmadılar. Ve ondan çekindiler. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bunu duydu. Ve hutbe oku­mak üzere ayağa kalkarak:

«Bir takım adamlara ne oluyor ki, benim ruhsat verdiğim bir iş kulak­larına varıyor da ondan hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar! Vallahi ben on­ların Allah'ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım!» buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Said El-Eşecc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Âlî b. Haşrem de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi.

Her İki râvi A'meş'den Cerir'in isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.

 

128- (...) Bize Ebû Küreyb dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir işe ruhsat verdi de bazı insanlar ondan çekindi. Bu Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in kulağına geldi. Ve kızdı. O derece ki: Gadab, yüzün­den belli oldu. Sonra şöyle buyurdular:

«Bazı kavimlere ne oluyor ki : Bana ruhsat verilen şeyden yüz çeviri­yorlar! Vallahi ben onların Allah'ı en iyi bileni ve ondan en çok korka­nıyım.»

Bu hadîsi Buhârî «Edeb» ve «İ'tisâm» bahislerinde; Nesâî «Kitâbu'I-Yevm ve'lleyle»'de tahric etmişlerdir.

Peygamber (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem) 'in burada ne yaptığı malûm de­ğildir. Ancak Ashâb-ı Kiram kendi yaptıklarının daha doğru olduğunu zannederek bu işde ona uymaktan çekinmişlerdir. Onların bu hâlini duyan Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemin ederek ken­dinin Allah'ı onlardan daha iyi bildiğini, kendi Allah korkusunun onla-rınkinden çok daha fazla olduğunu bildirmiştir. Bundan murad : «Bu iş-den çekinmek sizin zanettiğiniz gibi Allah'a daha yakınlık sayılmaz. Al­lah'a yakın olmak, onun emirlerine uymak ve ondan korkmakla olur. Yoksa hayâlâtla ve emretmediği şeyleri yapmağa çalışmakla bir şey elde edilmez.» demektir.

 

Bu Hadisleden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e uymaya teş­vik, ibadet hususunda derine dalmaktan nehiy bir şüpheden dolayı mu­bahı terketmeyi zem etmektedir.

2- Şeriatın haram kıldığı  şeyler umursanmadığı zaman gadab ca­izdir.

3- Allah'a yaklaşmak, onu daha ziyade bilmeye ve ondan daha zi­yade 'korkmağa sebebdir.

 

36- Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e  Tabi Olmanın Vucubu Babı

 

129- (2357) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Leys rivayet etti, H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni JŞih&b'dan, o da Urve b. Zübeyr'den naklen haber verdi. Ona da Abdullah î. Zübeyr haber vermiş ki, Ensar'dan bir adam Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda hurma suladıkları Harra su yolları hakkında Zübeyr'den davacı olmuş. Ensar'dan olan zât:

— Suyu sal da geçsin!  demiş. Zübeyr ise onların bu teklifine razı olmamış. Derken Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Selle m) 'in huzurunda^ da­vaya çıkmışlar. Resûlüllah (SallaİlahU Aleyhi ve Sellem)   Zübeyir'e :

«Yâ Zübeyr! Sen şuta; sonra suyu komşuna sal!» demiş. Ensârî' kız­mış ve:

  Yâ Resûlallah, bu adam halan oğludur diye mi? (Böyle yapıyor­sun?) demiş. Bunun üzerine Nehiyyullah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in yü­zünün rengi değişmiş. Sonra :

«Yâ Zübeyr! Sula, sonra suyu tıka! Tâ duvara kadar geri dönsün.» buyurmuşlar.

Zübeyr demiş kî :

  Vallahi ben şu âyetin bu husûsda indiğini sanırım:

«Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan kavgada seni hakem yapıncaya kadar inanmazlar. Sonra nefislerinde bir şüphe ve darlık da bulmazlar.» [13]

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'l-MüsâkâU'da; Ebû Dâvud «Kadâyâ»'da; Tirmizî «Ahkâm» ve «Teisir»'de; Nesâî «Kada» ve «Tefsn de İbni Mâce «Sünnet» ve «Ahkâm» bahislerinde muh­telif râvilerden tahric etmişlerdir.

Hz. Zübeyr 'den davacı olan ensârînin kim olduğu belli değil­dir. İhtimal yaptığı hakaret yolsuz olduğu için râviler tarafından ismi gizli tutulmuştur. Dâvûdî'nin rivayetine göre bu adam münafıkmış. Gerçi hadîste ensardan olduğu bildiriliyorsa da Nevevî ensardan oluşunu münafıklığına muhalif görmemiş : «Müslüman ensardan değil de o kabi­leden biri olabilir.» demiştir.

Hz. Zübeyr sağlığında cennetle müjdelenen on zâttan biridir. Ensârînin verilen hükme kızarak «Yâ Resûlallah! Zübeyr halan oğlu ol­duğu için mi böyle yapıyorsun?» demesi Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in hürmetini ayaklar altına alan çirkin bir sözdür. Ulemânın be­yânına göre böyle bir sözü bugün söyleyen kimse kâfir olur, kendisine mürted hükümleri tatbik edilir. Peygamber (Saliaîlahü A leyhi ve Sellemj 'in ona bir şey yapmaması hâdise İslâm'ın ilk zamanlarına tesadüf ettiği için­dir. O devirde müellefe-i kulûb vardı. Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir taraftan bunları İslâm'a yatıştırmaya çalışır, bir taraftan münafıkların eziyetlerine sabır gösterir ve sabrı tavsiye eder : Muhammed arkadaşla­rını öldürüyor demesinler, buyurarak böyleîerini affederdi.

Hz. Zübeyr'in kuvvetli tahminine göre hadîste bahsedilen âyet-i kerîme bu hâdise hakkında nazil olmuştur. Ulemâdan bazılarına göre ise âyetin sebebi nüzulü çok garib bir hâdisedir. îbni Ebî Hatim'in rivayet ettiği bir hadîse göre vak'a şudur : İki adam Resûlüllah (Sallalhhii Aleyhi ve SeUem)'m huzurunda davaya çıkmışlar, o da davalarını görmüş. Fakat dâvayı kaybeden adam verilen hükme razı olmayarak : Bizi Ömer b. Hattâb'a gönder! demiş. Eesûlüllah (SatlaUahii Aleyhi ve Sellem) de:

«Pekala ona gidini»   demiş. Hz. Ömer'e vardıklarında dâvayı kazanan şöyle demiş :

  Ey Hattab oğlu! Resûlüllah fSaUaUahü Aleyhi ve Sellem)  benim lehi­me şu adamın aleyhine hüküm verdi. Ama hu adam : Bizi Ömer'e gön­der! dedi, o da bizi sana gönderdi. Bunun üzerine Hz. Ömer   (Radiyallahu anh):

  öyle mi? diye sormuş. Adam:

  Evet! demiş. Ömer   (Radiyallahu anlı):

  Ben  yanınıza çıkıp aranızda hükmümü verinceye kadar yeriniz­den ayrılmayın! diyerek içeri girmiş. Az sonra kılıcını kuşanmış olarak yanlarına  çıkmış  ve hemen  «Bizi Ömer'e gönder...»  diyeni  vurarak öl­dürmüş. Öteki gerileyerek Resûlüllah (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanı­na kaçmış ve:            .

  Yâ Resûîallah! Vallahi Ömer arkadaşımı öldürdü. Kaçmasam mut­laka beni de öldürecekti, demiş. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Scl'cm):

«Ben Ömer'in mü'min bir adamı öldürmek cür'etinde bulunacağını zan­netmezdim.» buyurmuş. Bunun üzerine Allah âyeti indirmiş. Ve bu ada­mın kanını heder ederek Ömer'i kabahatsiz bulmuştur.

Bu hadîs zayıfdır. Fakat zayıf olmayan başka bir tarikle de rivayet olunmuştur. Bâzıları Âyeti kerîme'nin bir yahudi iîe münafık hakkında indirildiğini söylemişlerdir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- El emeği ile akıtılmıyan dere, sel ve ırmak sulan mubahtır. Kim evvel davranırsa o su üzerinde hak sahibi odur.

2- Sulama hususunda üst taraftaki  tarla  sahibi  alt taraftaki tarla sahibinden  önce  gelir.   Ve  suyu  bahçenin   duvarına   yükselinceye   kadar hapsedebilir. Sonra alt taraftaki komşuya salar. Ve bütün komşular suyu bu minval üzere kullanırlar. Suyun duvara yükselmesinden murad insa-am topuklarına kadar çıkmasıdır.

3- Davaya çıkanlardan maksatlarını anlatacak kadar ifâde almak kâ­fidir. Dâvalarını yazmak ve iddia edilen malı bütün sıfatları iîe inceden ;nceye tahdid şart değildir.

4- Hadîs-i şerîf hâkimleri uzlaştırmaya irşad etmektedir.Cumhurun mezhebine göre hâkim tarafları uzlaştırmakta bir fayda görürse uzlaşma­larına işaret eder. İmam Mâlik bunu doğru bulmamıştır.

5- Hâkim veya hükümdara küstahlıkta bulunan kimseye ceza verilir.

6- Hükümdar ta'ziri tatbik ettiği gibi, affetmeye de selâhiyettardır.

 

37- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e  Ta'zim Gerektiği; Zaruret Olmayan Yahut Kendisine Teklif Tealluk Etmeyen, Vuku Bulmayan ve Buna Benzer Şeyleri Çok Sormayı Terk Etme Babı

 

130- (1337) Bana Harmele b. Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni ŞihaVdan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Atdirrahman ile Said b. Müseyyeb haber verdiler. (Dediler ki) : Ebû Hüreyre kendisinin Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seilem)"ı şöyle buyururken işittiğini anlatı­yordu.

«Ben size neyi yasak edersem ondan sakının, neyi emredersem gücü­nüz yettiği kadar onu yapın. Sizden öncekileri ancak çok sualleri ve Pey­gamberleri üzerinde ihtilâfları helak etmiştir.»

 

(...) Bana Muhammed h. Ahmed b. Ebî Halef de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu zat Mansur b. Selemete'l-Huzâî'dir. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezid b. Hâd'dan, o da İhni Şihab'dan naklen bu isnadla tamamıyle bu hadîsin mislini haber verdi.

 

131- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.

Her iki râvi A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etmişlerdir. H.

Bize Kuteybe b. Said dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğıra (ya­ni El-Hızamî) rivayet etti. H.

Bize İbni Ebî Ömer dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan riva­yet etti. Her iki râvi Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'­den naklen rivayet etmişlerdir. H.

Bize bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Muhammed b. Ziyad'dan riva­yet etti. O da Ebû Hüreyre'den dinlemiş. H.

Bize Muhammed b. Kâfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mcr, Hemmam b. Münebbİh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Selîem) 'den rivayet olunmuştur ki:

«Ben sizi bıraktığım müdetçe beni bırakın.» buyurmuşlar demişlerdir.

Hemmâm'm hadîsinde :

«Terkedildiğiniz müddetçe. Çünkü sizden öncekiler cfncak... helak ol­muştur.» ibaresi vardır. Bundan sonra bütün râviler Zührî'niıı Said ile Ebû Seleme'den, onların da Ebû Hüreyre'den naklettikleri hadîs gibi anlat­mışlardır.

 

132- (2358) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İb­rahim b. Sa'd, İbni ŞihâVdan, o da Amir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah   (Sallallahü Aleyi ve Sellem)

«Şüphesiz kî, müslumanların müslümanlar hakkında en büyük suçlusu o kimsedir ki, müslümanlara haram kılınmayan bîr şeyi sorar da, o sor­duğu için kendilerine o şey haram kılınır.» buyurdular.

 

133- (...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den riva­yet etti. H.

Bize Muhammed b. Abbâd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâu rivayet etti. (Dedi ki) : Ben bunu besmeleyi ezberlediğim gibi bellemİ-şimdir. Zührî, Âmir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«Müslümanların müslümanlar hakkında en büyük suçlusu o kimsedir ki : Haram kılınmayan bir şeyi sorar da o sorduğu için insanlara o şey haram kılınır.» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi.

Her iki râvi Zühri'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Ma'mer'in hadîsinde:

«Bir adam bir şeyi sorar da dibine darı ekerse...» ziyadesi vardır. Yûnus'un hadîsinde ise : «Âmir b. Sa'd'dan, o da Sa'd'dan işitmiş olmak üzere...» demiştir.

Bu rivayetlerden Hz. S a ' d hadîsini Buhârî «Kitâbu'1-İğti-sam»'da tahric etmiştir.

Babımızın birinci hadîsi İslâm'ın kaidelerinden bindir. Bu hadîs «Hac bahsinde geçmiş ve şerhedilmişti. Babımızın diğer hadîslerinden maksad da çök sual sormayı, bilhassa vuku bulmamış şeylerin sorulmasını yasak etmektir. Çok sual sormak şu sebeplerden dolayı kerih görülmüştür :

1- Müslümanlara o şeyin haram kılınmasına sebep olabilir. Bu su­retle onlara meşakkat celbetmiş olur.

2- Verilen cevabda soran için hoşlanmıyacağı bir şey olabilir.

3- Ashab-ı kiram tekrar tekrar sual sormakta ısrar ederlerdi. Bu ise Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellemj'e eziyet verirdi. Helâklarına sebep olabilirdi. Bundan dolayıdır ki, Teâlâ Hazretleri:

«Ey iman edenler, çok şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fena­nıza gider.» [14] buyurarak lüzumlu lüzumsuz; olmuş veya olmamış her şe­yi yasak ettiği gibi,

«Şüphesiz ki Allah ve Resulüne eziyeî verenlere Allah hem dünyada, hem âhİrette lanet eder, onlar için dehşetli azab hazırlanmıştır.» [15] buyu­rarak Resulüne eziyeti de haram kılmıştır.

Kaadî Iyâz hadîsteki cürmü müslümanlara meşakkat vermek diye tefsir etmişse de Nevevî bunu beğenmemiş, hattâ bâtıl oldu­ğunu söylemiş, sonra sözüne şöyle devam etmiştir : «Doğrusu bu hadîsin şerhinde Hattâbî ile Tahrir sahibinin ve cumhur ulemânın söyle* dikleridir. Ki şudur : Burada cürümden murad suç ye günahtır. Bu hadîs lüzumsuz yere tekellüf ve ısrar göstererek sual soranlar hakkındadır. Bir zaruretten dolayı meselâ bir şey vuku bulduğu için sual sormak günah değildir. Bu husûsda muaheze yoktur. Hadîs-i şerîfde başkasına zarar ve­recek bir şey yapmanın günah olduğuna delil vardır.»

 

134- (2359) Bize Mahmud b. Gaylan ile Muhammed b. Kudamete's-Sülemî ve Yahya b. Muhammed El-Lü'lüî rivayet ettiler. Lâfızları bir­birine yakındır. Mahmud : Bize Nadr b. Süleym rivayet etti, dedi. Öte­kiler : Bize Nadr haber verdi, dediler.) (Demiş ki) : Bize Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Bize Musa b. Enes, Enes b. Mâlik'den rivayet etti. (Şöy­le demiş): Eesûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seltem) 'in kulağına ashabından bir şey geldi de hutbe okudu ve şunları söyledi:

«Bana Cennetle Cehennem gösterildi. Ama hayır ve serde bugün gi­bisini görmedim. Siz benim bildiğimi bilseniz muhakkak az güler; çok ağ­lardınız.»

Hakikaten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına o günden daha şiddetli bir gün gelmedi. Başlarını örttüler, genizden gelen feryad-ları vardı. Derken Ömer kalkarak : Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İs­lâm'a, Peygamber olarak Muhammed'e razı olduk, dedi. Bir adam da kal­karak: Benim babam kim? diye sordu. Resûlüliah (ScMallahii Aleyhi ve Seltem):

«Senin baban filândır.»  cevâbın verdi. Arkacığından :

«Ey iman edenler, çok şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fena­nıza gider.»  âyeti indi.

 

135- (...) Bize Muhammed b. Ma'mer b. Rib'î EI-Kaysî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Musa b. Enes haber verdi. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'i şunu söylerken işittim. Bir adam :

__Yâ Resûlallah, benim babam kimdir? diye sordu.

«Baban filândır.»  buyurdular. Ve:

«Ey iman edenler, çok şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fena­nıza gider.»   âyet-i kerîmesinin tamamı indi.

 

136- (...) Bana Harmele b. Yahya b. Abdillah b. Harmele b. İmram Et-TÜcîbî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) güneş zevale erdiği vakit çıkarak cemaata Öğlen namazını kıldırmış. Selâm ve­rince minber üzerinde ayağa kalkmış ve kıyameti anlatmış. Ondan Önce büyük işler olacağını da anmış. Sonra şöyle buyurmuş:

«Kim bana bir şey sormak isterse hemen sorsun. Vallahi bana bir şey sorarsanız şu yerimde bulunduğum müddetçe onu size haber vereceğim.»

Enes b. Mâlik demiş ki: Cemâat Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) den bu sözü işitince çok ağladılar. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de;                                            

«Sorun bana...» sözünü çok tekrarladı. Derken Abdullah b. Huzâfe kalkarak:

  Benim babam kim yâ Resûlallah! diye sordu.

«Baban Huzâfe'dir.» buyurdu. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem): «Sorun banu...» sözünü çok tekrarlayınca Ömer diz çökerek:

  Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Resul olarak da Mu-hammed'e razı olduk,   dedi.   Ömer   bunu   söyleyince   artılc   Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem)  sükût   buyurdu.    Sonra    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şunu söyledi:

«Yazıklar ola! Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allab'a ye­min ederim kî, bana dem İn şu duvarın ardında cennetle cehennem göste­rildi. Fakat hayır ve serde bugün gibisini görmedim.»

İbni Şihab şöyle demiş: Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe haber verdi. (Dedi ki) : Abdullah b. Huzâfe'nin annesi Abdullah b. Huzafe'ye şunu söyledi:

  Senden daha âsi bir evlât işitmedim! Annen cahiliyyet devri ka­dınlarının irtikab ettikleri bir şenaatta bulunmuş olsa; onu halkın göz­leri önünde kepaze etmeyeceğinden emin miydin? Abdullah b. Huzafe :

  Vallahi Peygamber   (SaUallahü Aleyhi vs Seilem) nesebimi kara bir köleye katsa katılırdım, dedi.

 

(...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. K.

«ize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haher verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.

Her iki râvi Zülırî'den, o da Enes'dcn, o da Peygamber (Sallallahü A ieyhi ve Seliem) 'den naklen bu hadîsi ve onunla birlikte Ubeydullah ha­dîsini rivayet etmişlerdir. Yalnız Şuayb, Zührî'den rivayetinde şöyle de­miştir : «Dedi ki, bana Ubeydullah b. Abdillah haber verdi. (Dedi ki) : Bana ehl-i ilimden bir adam rivayet etti ki: Ümmii Abdillah b. Huzâfe şöyle demiş...»

Râvi Yûnus'un hadîsi gibi rivayet etmiştir.

 

137- (...) Bize Yûsuf b. Hammad El-Ma'nî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl-A'la Said'den, o da Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den nak­len rivayet etti ki : Halk Nebiyyullah 'Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'e sual sor­muşlar, o derecede ki, kendisine çok sormakta ısrar etmişler. Derken bir gün minbere çıkarak şöyle buyurmuşlar :

«Sorun bana! Bana bir şey sorarsanız, onu mutlaka size beyan ede­ceğim!» Cemâat bunu işitince ağızlarını kapamışlar ve onun gelmiş bir şeyin huzurunda olmasından ürkmüşler.

Enes demiş ki: Ben sağa sola bakmaya başladım. Bir de ne göreyim herkes elbisesini başına dolamış ağlıyor! Derken mescidden bir adam söze başladı. —Bu adama sitem olunur ve babasından başkasına aid olduğu iddia edilirdi. —

— Yâ Nebİyyallah, benim babam kimdir? dedi.

«Senin baban Hüzafe'dİr.» buyurdular. Sonra Ömer b. Hattab (Radiyailühû anh) söze başladı ve: Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İs­lâm'a, Resul olarak da Muhammed'e razı olduk. (Bunu) kötü fitnelerden

Allah'a    sığınarak    yaptık.    Müteakiben    Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Hayır ve şer hususunda bugün gibisini hiç görmedim. Bana cennetle cehennem tasvir olundu da onları şu duvarın dibinde gördüm.» buyur­dular.

 

(...) Bize Yahya b. Habib El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid (yâni İbni Haris) rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Ebî Adiy rivayet etti.

Her iki râvi Hişâm'dan nakletmişlerdir. H.

Bize Âsim b. Nadr Et-Teymî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'-temir rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan dinledim. Her iki râvi de­mişler ki: Bize Katâde bu kıssayı Enes'den naklen rivayet etti.

 

138- (2360) Bize Abdullah b. Berrâd Eİ-Eş'arî ile Muhammed b. Alâ' EI-Hemdânî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Büreyd'-den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)1 e hoşlanmadığı bir takım şeyler soruldu. Sualler çoğalınca kızdı. Sonra halka :

«Bana dilediğiniz şeyi sorun!» buyurdu. Derken bir adam:

— Benim babam kimdir? diye sordu.

«Senin baban Hüzafe'dİr.» buyurdu. Bir başkası kalkarak;

  Benim babam kimdir, yâ Resûlallah? diye sordu.

«Senin baban Şeybe'nin azatlısı Sâlim'dir.» buyurdular. Ömer Resûlül-

lah (Sailaiîahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüzündeki gazabı görünce:

  Yâ Resûlallah! Biz Allah'a tevbe ediyoruz, dedi.

Ebû Küreyb'in rivayetinde de: «Benim babam kimdir, yâ Resûlallah dedi. Senin baban Şeybe'nin azatlısı Salimdir.» ifadesi vardır.

Hz. Enes rivayetlerini Buharı «Tefsir», «Deavât», «Rikak» ve «İ'tisam» bahislerinde; Tirmizî «Tefsir»'de; Nesâi «Rikak» da, Ebû Musa rivayetini Buhârî «îlim», «t'tisam» ve «Fedâ-rl» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

«Hayır ve serde bugünkü gibisini görmedim...» cümlesinden muraıd : Bugün cennette gördüğüm hayırdan daha çok hayır cehennemde gördü­ğüm serden daha çok şer hiç bir zaman görmüş değilim. Bunu siz de gör­müş olsanız son derece ürker ve gülmeniz azalır. Ağlamanız çoğalırdı, demektir.

Hanın: Burundan gunne ile çıkan ağlama sesidir.

Hadîsin müteaddit rivayetlerinden anlaşılıyor ki : Resûîüllah (Salîallohü Aleyhi ve Sellem) çok sual sormaktan canı sıkılarak müteaddit defalar:

«Sorun bana...» sözünü tekrarlamış. Nihayet Hz. Ömer diz çöke­rek : «Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Resul olarak da Muhammed'e razı olduk.» demiş. Ondan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurmuştur. Hz. Ömer'in bu yaptığı bir edeb ve nezaket, Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikram, müslümanlara da Peygamberlerine eziyet ederek helak olmasınlar diye bir şefkattir. Sö­zünün manâsı: Biz elimizdeki Kitabullah'a ve Peygamberimizin sünnetine razıyız. Bunlar bize yeter. Başka sual sormaya hacet yoktur, demektir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müteaddit defalar:

«Sorun bana...» demesine gelince: Bu söz sorulacak her suâle o anda cevab verebileceği kendisine vahyle bildirilmiştir manâsına alınmıştır. Aksi takdirde gaibe ait her sorulanı bilemez, yalnız Allah'ın bildirdiğini haber verirdi.

Hz. Abdullah b. Huzafe 'nin : «Babam kimdir?» diye sor­ması câhiliyyet âdeti iktizası bazı kimselerin nesebine ta'n etmelerinden ve Huzafe'nin oğlu olmadığını söylemelerindendir.

Annesinin Abdullah'a; «Annen câhiliyyet devri kadınlarının irtikab ettikleri bir şenâatta bulunmuş olsa, onu halkın gözleri Önünde kepaze etmeyeceğinden emin miydin?» diye çıkışmasından murad: Ben zina etmiş olsam da Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sana Huzafe'nin oğlu olmadığını söyleseydi, sen beni âleme karşı rezil ederdin, demektir. Hz. Abdullah'in kara bir kölenin oğulluğunu kabul et­mesi mütesavver değildir. Çünkü zina ile nesep sabit olmaz. Burada onun kara bir köleye oğul olmayı kabul edecek olması iki vecihle izah edilir:

1- Bu hükmü henüz duymamıştır. O ana kadar kendisi zinadan do­ğan bir ;ocuğun nesebinin sabit olduğunu zannetmiştir.

2-  Nesebin ilhak ve isbatı, kadın şüphe ile cima edilmişse caizdir. Çocuğun nesebi cima sahibinden sabit olur.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gadab halinde hüküm vermesi caizdir. Çünkü onun bütün hallerinde söyledikleri hak ve haki­kattir. Sair hâkimler bu hususta ona kıyas edilemezler.

2- Bu rivayetler Hz. Ömer'in ilim, fazilet ve kemâline delil­dirler.

3- Lüzumsuz yere ve ta'ciz maksadıyle sual sormak mekruhtur.

4- Hadîs-i şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUernj'in bir mucize-sidir.

 

38- Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın Şer'an Söylediklerine İmtisalin Vacib Olması; Kendi Reyi Olarak Dünya Maişetlerine Ait Söylediklerine İmtisalin Vacib Olmaması Babı

 

139- (2361) Bize Kuteybe b. Said Es-Sekafî ile Ebû Kâmil El-Cah-deri rivayet ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. Bu hadîs Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Ebû Avâne, Simâk'den, o da Musa b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Kesûliillah (Satlaflahü Aleyhi ve Sd/em/le birlikte hurma tepelerinde bulunan bir kavmin yanma uğra­dım da:

«Bunlar ne yapıyorlar?» diye sordu.

- Onu aşılıyorlar. Erkeğin çiçeğini dişininkine koyuyorlar, böylelik­le aşılanıyor, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.» buyurdu.

O cemâat biınu haber alarak aşılamayı bıraktılar. Sonra Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bunu haber aldı ve:

«Bu onlara fayda verirse yapsınlar. Çünkü ben ancak bir zanda bu­lundum. Zandan dolayı beni muaheze etmeyin. Lâkin size Allah'dan gelen bir şeyden bahsedersem onu hemen alın. Çünkü ben Allah (Azzeve Celle) üzerinden asla yalan söyleyecek değilim.» buyurdular.

 

140- (2362) Bize Abdullah b. Rumî EI-Yemâmî ile Abbas b. Abdil'-Azim El-Anberî ve Ahmcd b. Ca'fer El-Ma'kirî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr b. Muhanımed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime (bu zât İbni Ammar'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'n-Necâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana ttâfi' b. Hadic rivayet etti. Kâfi' şöyle demiş : Ne-biyyullah (Sallailahü Aleyhi ve Setlem) Medine'ye geldi. Halk hurmaları ıs­lah ediyor; hurmaları aşılıyorlar diyorlardı. Bunun üzerine :

«Siz ne yapıyorsunuz?» diye sordu.

— Biz bunu (öteden beri)  yapıyorduk, dediler.

«Umulur ki, bunu yapmasamz daha hayırlı olur.» buyurdular. Onlar da aşılamayı bıraktılar. Derken hurmalar yemişlerini döktü yahut azalttı. Bunu kendisine andılar da :

«Ben ancak bir insanım, size dininizden bir şey emredersem onu he­men alın, kendi reyimden bir şey emredersem ben ancak ve ancak bir be­şerim!»   buyurdular.

İkrime: «Yahut bunun gibi bir şey söyledi» demiş.

Ma'kîrî: «Hurmalar yemişini döktü» dedi. Şekketmed

 

141- (2363) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe ile Amru'n-Nakıd ikisi bir­den Esved b. Âmir'den rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Esved b. Âmir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe ile Sâbit'ten, onlar da Enes'den nak­len rivayet etti ki: Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) aşı yapan bir kavmin yanma uğramış da:

«Bunu yapmasamz daha iyi olur.» buyurmuş.

Enes demiş ki: Sonra hurmalar aşısız koruk çıkardılar. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar) o zevatın yanlarına uğradı ve: «Sizin hurmalarınıza ne oldu?» diye sordu. — Sen şöyle şöyle buyurmuştun! dediler. «Siz dünyanızın işini daha İyi bilirsiniz!» buyurdular. Ulemanın beyanına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Sİze dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi reyimden bir şey emredersem ben ancak ve ancak bir beşerim.» sözünün manâsı dünyaya ait bir şeyi kendi reyimle emredersem, ben de sizin gibi bir in­sanım, benim reyim de sizin reyiniz gibidir. Ona tâbi olmak vâcib değil­dir, demektir. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şer'i bir mese­lede ietihadda bulunursa reyi ile amel _ ümmetine de vâcib olur. Hurma­ları ilkah meselesi —ki erkek hurma çiçeğini dişi hurma çiçeği ile bir­leştirmekten ibarettir. — şer'i bir mesele olmayıp, hâlis bir dünya işidir. Dünya işleri hakkında ise Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Siz dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz.» buyurmuştur. Bu son hadîste Peygamber (SaUaHahü Aleyhi ve Sellem) dünyanızın diyerek kendisinin dünya işleriyle ve dünya sevgisi ile alâkalanmadığına işaret buyurmuştur.

Şîz: Kötü olan hurma koruğu demektir ki, kuruduğu zaman işe ya­ramaz hale gelir.

 

39- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Bakmanın ve Onu  Görmek İstemenin Fazileti Babı

 

142- (2364) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmara b. Müneb-bih'den naklen haber verdi. Hemmam bize Ebû Hüreyre'nin Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettikleri bunlardır, diyerek bir ta­kım hadîsler rivayet etmiştir. Bunlardan biri de şudur : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Sizden bîrinize gün gelecek beni göremîyecektir. Sonra beni kendileriyle beraber görmesi onun indinde ailesi ile malından daha makbul olacaktır.» buyurdular.

Ebû İshâk demiş ki: Bence bu hadîsteki manâ şudur: Beni kendileriy­le görmüş olması onun indinde ailesiyle malından daha makbuldür. Bence cümlede takdim ve te'hir vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Menâkib»'de tahric etmiştir. Râvi Ebû İshâk hadîste takdim ve tehir olduğunu iddia etmiş, bu hu­susta Kaadî îyâz da aynen onun fikrini kabul etmişse de N e -vevî bu mütalâanın bir kısmını kabul etmemiş, «Onlarla birlikte...» sö­zünde takdim te'hir bulunmadığını söylemiştir. Ona göre cümlenin tak­diri şöyledir: «Sizden birinize Öyle bir gün gelecektir ki: «O günde beni bir lâhzacık görüp sonra bir daha görmemesi kendi indinde ailesiyle ma­lının  topundan  daha makbul olacaktır.»

Hadîsten maksad Ashâb-ı kirâm-ı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in meclisine devama ve onun terbiyesinden nasîbedar olmaya, söyledikle­rini öğrenip bellemek için hazarda olsun, seferde olsun kendisini görme­lerine teşvik> bunu yapmazlarsa yakında pişman olacaklarını bildirmektir. Nitekim Hz. Ömer onun meclislerinde fazla bulunamadığına pişman olmuş : «Beni ondan çarşılarda pazarlık işi alıkoydu» demiştir.

 

40- Îsa (Aleyhisselam)’ın Faziletleri Babı

 

143- (2365) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) ; Bana Yûnus İbni Şihab'dan hâkleh haber verdi. Ona da Ebû Seleme b. Abdirrahman haber vermiş ki: Ebû Hüreyre şunu söylemiş: Ben-Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ji şöyle buyururken işittim:             

«Meryem'in oğluna insanalrın en yakını benim. Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Benimle onun arasında  Peygamber yoktur.»

 

144- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud Ömer b. Sa'ıî. Süfyan'dan, o da Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet

etti.  (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«İsa'ya insanların en yakımı benim. Peygamberler baba bir kardeşler­dir. Benimle İsa'nın arasında Peygamber yoktur.» buyurdular.

 

145- (...) Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam : Ebû Hüreyre'nia, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) den bize rivayet ettikleri bunlardır diyerek bir takım ha­dîsler zikretmiştir. Onlardan biri de şudur : Resûlüllah (Satlailahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben dünyada da, âhirette de Meryem'in oğlu İsa'ya insanların en yakınıyım.» buyurdu. Ashab:

— Nasıl yâ Kesûlallah! dediler.

«Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Anneleri ise muhteliftir. Dinleri birdir. (Isâ ile) bizim aramızda peygamber yoktur.» buyurdular.

Bu hadîsleri   Buhârî  *Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir.

Hz. îsâya en yakın insanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olması İncil'de İsâ'dan sonra Ahmed isminde bir âhir zaman Peygamberi geleceğinin müjdelenmesindendirl Bâzıları aralarında başka Peygamber olmadığı için, ikisi bir zamanda (gönderilmiş gibi, birbirine yakın olduklarını sö'ylemişlerse de bu söze itiraz edenler olmuştur. Bura­da şöyle bir sual hatıra gelebilir; Bu hadîste;Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisinin Hz. İsa'nın en yakihı olduğunu bildiriyor. Hal­buki Kur'ân.ı Kerîm'de Teâlâ Hazretleri onun Hz. İbrahim'in en yakım olduğunu haber vermiştir.

Cevab: Bu iki yakınlık arasında bir münafat ve zıddiyet yoktur. Pey­gamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. İbrahim !in yolundan gitmesi itibariyle onun en yakını, zaman itibariyle de Hz.   İsâ 'nın en yakınıdır.

Evlâd-ı Allâd yahut Benû AHâd: Baba bir anne ayrı kardeşler de­mektir. Anne bir kardeşlere evlâd-ı Ahyaf' anne-baba bir kardeşlere de evlâd-ı A'yân denilir.

Cumhûr-u ulemâya göre hadîsten murad: Bütün peygamberlerin iman esasları bir, şeriatları muhteliftir. Bir Allah'a inanmakta hepsi müt­tefiktirler. Yalnız şeriatlarının fürûunda ihtilâf vâki olmuştur. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Dinleri birdir...» sözünden murad da biudur. Yâni bütün Peygamber­lerin getirdikleri dinlerin aslı birdir. O da^tevhiddir, demektir.

Ulemâdan bâzıları:

«Benimle İsa'nın arasında peygamber yoktur...» sözüyle istidlal ederek Hz. İsâ ile Peygamberimiz {Sallallahü Aleyhi ve Setlem) arasında başka Peygamber gelmediğine kail olmuşlarsa da bu istidlal kuvvetli görülme­miş ve ikisinin arasında Circis ile Hâlid b. Sinan bulun­duğunu, bunların da birer Peygamber olduğunu söylemişlerdir. Bu tak­dirde hadîsin manâsı: Benim ile İsâ 'mn arasında müstakil şeriat sa­hibi Peygamber yoktur, demek olur. Maamafih Circis'le Hâlid hakkındaki hadîsin sabit olmadığını, sahîh hadîsin bunu reddettiğini söy­leyenler de olmuştur.

 

146- (2366) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-A'Ia Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Said'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ki: Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :

«Dünyaya gelen hiç bir çocuk yoktur ki, şeytan ona dokunmasın. Ço­cuk şeytanın dokunmasından feryad ederek ağlar. Bundan yalnız Mer­yem'in oğlu ile annesi müstesnadır.»

Bundan sonra Ebû Hüreyre:

«İsterseniz ben onu ve zürriyetİni koğulmuş şeytandan sana sığındı­rırım.»[16] âyetini okuyun, demiştir.

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Râfi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.

Bana Abdullah b. Abdirrahman Ed-Darimî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.

Bu râvilerin ikisi de Zührî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlar ve:

«Doğduğu vakit çocuğa dokunur. O da Şeytanın kendisine dokunma­sından feryad ederek ağlar.» demişlerdir. Şuayb'uı hadîsinde : «Messeti'ş-Şeytan» yerine «Messi  Şeytan'dan»  denilmiştir.

 

147- (...) Bana Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris rivayet etti. Ona da Ebû Hü-reyre'nin azatlısı Ebû Yûnus Süleym Ebû Hüreyre'den, o da * Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyd&n naklen rivayet etmiş ki, şöyle buyur­muşlar :

«Âdemoğullarının hepsine anneleri doğurduğu gün şeytan dokunur. Yalnız Meryem'le oğlu müstosna.»

 

148- (2367) Bize Şeyban b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. (Şöyle, demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Çocuğun doğarken feryad etmesi şeytandan bir dürtme sebebiyledir.»   buyurdular.

 

149- (2368) Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize -Abdürezzâk rivayet etti. (Dedi ki) :' Bize Ma'ırier Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den bize rivayet ettikleri bunlardır, diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de şudur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :

«Meryem'in oğlu İsâ hırsızlık eden bir adam gördü. ona: Çaldın mı? dîye sordu. Adam : Asla! Kendinden başka ilâh olmayan Allah hakkı içini dedi. Bunun üzerine İsâ ; Allah'a inandım; kendimi yalanladım, dedi.»

Nalıse, ta'ne ve nezğa: Dokunmak ve dürtmek manâsına gelen mü­teradif kelimelerdir. Müslim 'den başkalarının rivayet ettiği bir hadîste: Şeytan çocuğun böğrüne dokunayım derken kalbini dürttü, denilmiştir. Nevevî bundan yalnız Hz. İsâ ile annesinin müstesna olduğunu, Kaadî Iyâz ise tütün Peygamberlerin bu istisnada dahil bulun­duklarını söylemiştir.

Kaadî   Iyâz'a göre Hz. Îsâ’nın :

«Allah'a inandım, kendimi yalanladım...» sözünden murad: «Sen Al­lah'a yemin ederek çalmadığını söyleyince ben de tasdik ettim. Kendi zannımı da yalanladım...» demektir. Çünkü onun zannına göre adam hır­sızlık etmişti. Yemin edince, kendinin olan bir malı yahut sahibinin iz­niyle başkasının malını almak istediği, maksadının gasb ve hırsızlık ol­madığı anlaşılmıştır. Hz. İsâ'nın o şahsı elini uzatırken görerek hırsız­lık ediyor zannetmesi, halbuki hakikatte böyle bir şey olmaması da müm­kündür. Adam yemin edince İsâ (Aleyhisseiam) da zannından dön­müştür.

 

41- İbrahim Halil (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın Faziletlerine Dair Bir Bab

 

150- (2369) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir ile îbni Fudayl muhtardan rivayet ettiler. H.

Bana Ali b. Hucur Es-Sa'dî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Alı b. Müshir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhtar b. Fülfül, Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş : Bir adam Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)1e geldi de:

— Ey   insanların   en   hayırlısı!    dedi.   Bunun    üzerine   Resûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«O İbrahim  (Aleyhissclam).» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni îdris rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Amr b. Hufrey'in azatlısı Muhtar b. Fül fül'den dinledim, dedi ki : Enes'i şunu söylerken işittim: Bir adam;

— Yâ Resûlallah!.. dedi.

Râvi vukarki hadîs gibi rivayet etmiştir.

 

(...) Bana Muhammed h. Müsennâ da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdurrahman Süfyân'dan, o da Muhtar'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben Enes'den, o da Peygamber'den naklen dinledim...

Ve râvi yukarki hadîsin mislini rivayet etmiştir.

Ulemânın beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sö­zü Hz. İbrâhim'e karşı tevazu ve hörmet için söylemiştir. Çünkü İbrahim (Aleyhisselam) hem Allah'ın Halil'i, hem de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in uzak dedesidir. Yoksa kendisi ondan daha fa­ziletlidir. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde:

«Ben Ademoğullarının seyyidiyim.» buyurmuştur. Bundan maksadı if­tihar değil, tebliğine memur olduğu bir şeyi beyandır. Bundan dolayıdır ki: Bazı çarpık zihinlere gelebilecek bir suali def için:

«iftihar etmiyorum» buyurmuştur. Bazıları: «İhtimal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (İbrahim insanların en hayırlısıdır.) sözünü kendinin ademoğullarının seyyidi olduğunu bilmezden önce söylemiştir.» demişlerdir.

Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m bu sözüyle: «Hz. ibrahim kendi asrındakı insanların en hayırlısı idi.»     demek is­temiş olması da bir ihtimaldir. Hattâ «Et-Tahrir» nammdaki «Müslim» şerhinin sahibi bu manâyı kat'î olarak kabul etmiştir.

 

151- (2370) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğıre (yâni îbni Abdirrahman Eî-Hızâmi) Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Peygamber ibrahim (Aleyhisselam) sekiz yaşında iken keserle sün­net oldu.»  buyurdular.

Kadûm: Keser demektir. Buhârî'nin rivayetlerinde bu kelime kimi «kadûm», kimi de «kaddûm» şeklinde rivayet olunmuştur. Keser ma­nâsına gelirse kelime yalnız «kadûm» şeklinde okunur. Şedde ile kaddûm, Şam'da bir yerin ismidir. Aynı yere şeddesiz olarak Kadûm da derler. Şu halde Kaddûm, Şam Maki yer demektir. Kadûm ise hem o yere, hem de kesere muhtemeldir.

Hz. 1brahim'in burada sekiz yaşında iken sünnet edildiği bil­diriliyor. Halbuki «El-Muvatta»'da yüz yirmi yaşında sünnet edildiği, on­dan sonra seksen sene daha yaşadığı haber verilmiştir. Yalnız  İmam Mâlik   bu hadîsi    Ebû   Hüreyre'ye mevkuf olarak rivayet et­miştir. Ne.vevî sekiz yaşında sünnet olmasını sahîh, Öteki rivayetin müevvel yahut merdud olduğunu söylemiştir. Fakat îbni Hibban'ın Sahîh'inde bu hadîs nıerfu olarak rivayet edilmiştir. Binâena­leyh merduddur demeye imkân yoktur. Marûdi, Hz. 1brâhim'in yetmiş yaşından sonra sünnet edildiğini hikâye etmiş. îbni Kuteybe de yüzyetmiş sene yaşadığını söylemiştir. İbrahim (Aleyhissem) sünnet edilince artık zürriyetinin de sünnet olması tekar-rür etmiştir, Tevrat'ın Benî İsrail'e getirdiği hükümler arasında bu da vardır. Hz. îsâ zamanına kadar Benî İsrail sünnet olagelmiş, 1sâ  (Aleyhissellam)'dan sonra ise hıristiyanlardan bir taife uydurdukları bazı hezeyanlarla Tevrât’ın bu hükmünü değiş­tirmişlerdir. Yahudiler sünnet olmaya devam etmektedirler.

Sünnet olmak İmam Şafii'ye göre vâcib ekser ulemaya göre ise sünnetdir. Fakat bulûğa erdikten sonra sünnet olmak onlara göre de vâcibdir.

Hitan denilen sünnet ahkâmı taharet bahsinin baş taraflarında gö­rülmüştü.

 

152- (151) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki).: Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Saîd b. Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi ki, ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biz şek ket m ey e İbrahim'den daha haklıyız. Hani: Yâ Rabbi! ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster! demişti. O da : İnanmadın mı yoksa? buyur­muş. İbrahim : Hayır, İnandım! Lâkin kalbim mutmain olsun diye soruyo­rum, demişti. Allah Lût'a da rahmet eylesin. Gerçekten muhkem bir istinad-gâha sığınıyordu. Hapisde Yûsuf gibi uzun zaman kalsam çağırana mut­laka icabet ederdim.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize bu hadisi İnşallah Abdullah b. Muhammed b. Esma da ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Cüveyriye Mfilik'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. Zührî'ye de Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Ubeyde, Ebû Hürey-^e'den, o da ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi veSellem)'den naklen Yûnus'un Zührî'den rivayet ettiği hadîs manâsında haber vermişlerdir.

 

153- (...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-bâbe rivayet etü. (Dedi ki) : Bize Verkâ, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'-dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.

«Allah Lût'a mağfiret buyursun, o kuvvetli bir istinadgâha sığınmıştı.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî -Kitâbul-Enbiya» ile «Kitâbu't-TefshVde, ibni Mâce «Kitâbul-Fiten-'de tahric etmişlerdir.

Hadîs şerhi ile birlikte îmam bahsinde geçmiştir.

 

154- (2371) Bana Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Cerîr b. Hâzun Eyyûb'u Sahtiyanî'-den, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ttesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurmuşlar:

«Peygamber ibrahim (Aleyhisselam) üç yalandan başka hiç yalan söy­lememiştir. (Bunların) ikisi Allah'ın zâtına aiddir. Biri ben gerçekten pas­tayım; diğeri belki bu işi büyükleri olan şu put yapmıştır, demesidir. Bir tanesi de Sâro hakkındadır. İbrahim yanında Sere olduğu halde bir ceb­barın memleketine gelmişti. Sâre insanların en güzeli idi. İbrahim ona : Bu cebbar senin benim karım olduğunu bilirse, senin için bana galebe çalar. Binâenaleyh sana sorarsa kendinin kız kardeşim olduğunu haber ver. Çün­kü sen İslâm'da benim kıt kardeşimsin. Zira yeryüzünde senle benden baş­ka muslöman bilmiyorum, dedi. Vaktaki Cebbâr'ın memleketine girdiler. Onun bir adamı Sâre'yi gördü. Ve Cebbar'a vararak : Gerçekten senin memleketine öyle bir kadın geldi ki, bu kadının senden başkasına âid ol­ması yakışık olmaz, dedi. Cebbar hemen Sâre'ye adam göndererek onu getirtti. İbrahim (Aleyhisseîâm) namaza kalktı. Sâre, Cebbâr'ın yanına gi­rince Cebbar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat eli şiddetli bir şekilde yakalandı. Bunun üzerine Cebbar ona : Allah'a dua et de elimi salsın! Sana bir zarar vermîyeçeğim, dedi. O da bunu yaptı. Fakat Cebbar saldırışım tekrarladı. Ve eli ilk defakinden daha şiddetli şekilde yakalan­dı. Cebbar, Sâre'ye deminkinin mislini söyledi. O da yaptı. Fakat Cebbar aynı hareketi tekrarladı. Ve eli İlk İkiden daha şiddetli şekilde yakalandı. Artık Cebbar: Allah'a duâ et, benim elimi salıversin. Allah şahidim olsun sana bir zarar vermiyeceçiim, dedi. O da bunu yaptı ve Cebbâr'ın eli sa­lındı. (Bu sefer) Cebbar, Sâre'yi getiren adamı çağırarak : Sen bana an­cak bir şeytan getirmişsin, bana insan getirmemişsin! Bunu hemen memle­ketimden çıkar. Hficeri de ona veri» dedi.

Râce diyor ki: Sâre yürüyerek döndü, geldi. İbrahim (Alcyhisselam) onun geldiğini görünce ona: Ne haber? diye sordu. Sâre : Hayırdır, Allah facirin elini men etti. Bana da bir hizmetçi İhsan etti, dedi.

Ebû Hüreyre: «Ey gökyüzü suyunun oğullan! İşte anneniz bu katlin­dir,» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Nikâh», «Büyü'» ve «Enbiya» bahislerinde tahric etmiştir.

Ma'zirî diyor ki: «AHah'dan gelen bir hükmü tebliğ hususun­da yalan söylemekten bütün peygamberler ma'sumdurlar. Bu husustaki yalanın azı çoğu müsavidir. Ama tebliğ kabilinden olmayıp sıfatlardan sayılan dünya umuruna aid ufak ,bir yalanın vukuu mümkün müdür, de­ğil midir. Bu hususta selefle halefden İki meşhur kavil rivayet olunmuştur.>

Kaadî Iyâz da şunları söylemiştir : «Sahîh olan şudur ki: Teb­liğe ait husûsatta peygamberlerin yalan söylemesi tasavvur olunamaz. Kü­çük günahları onlara caiz görelim, görmeyelim ve keza söylenen yalan az olsun, çok olsun hüküm budur. Çünkü nübüvvet makamı yalana tenezzül etmez. Yalanı caiz görmek Peygamberlerin sözlerine itimadı kaldırır.>

Hz. 1brâhim'in Allah'ın zatına ait söylediği iki yalanla Sâre hakkında söylediği, bir yalandan murad hakikatte yalan değil, ancak mu­hatabın anlayışına nisbetle yalandır. Çünkü îbrâhim (Aleyhisseîâm) tevriye yapmış ve Sâre hakkında İslâm'da kız kardeşim, demiştir. Zahiren tevriye olan bu sözün bâtını bir hakikattir. Çünkü bütün müslü-manlar birbirinin din kardeşidirler. Bu sözün tevriye değil de yalan oldu­ğunu kabul etsek zâlimin zulmünü def için yalan söylemek yine caizdir.,

Bütün fukaha ittifak etmişlerdir ki, zâlimin biri gelerek bir kimse­den evinde gizlediği şahsı öldürmek için istese yahut elinde emanet bu­luna bir malı gasbetmeye çalışsa, hâne sahibinin gizleyip inkâr etmesi vâcib olur. îşte bu caiz hattâ vâcib bir yalandır. Zulmü def için meşru olmuştur. Peygamber (SaHaîlahü Aleyhi ve Selİem) bu gibi zahiren yalan gö­rünen şeylerin haram olan yalan da dahil olmadığına tenbihde bulun­muştur.

Hz. îbrâhim'in Allah Teâlâ'nın zatına ait yalanlan yıldızlara bakıp: Ben hasta olacağım demesi ve böylelikle küffarla birlikte onların bayramlarına iştirakden kurtulması, bir de; bu işi koca put yapmıştır, demesidir. Halbuki küçük putları kendisi kırmıştı. Sâre hakkındaki sözü dahi hakikatte Allah'ın zâtına aittir. Çünkü zâlimi zinadan men et­mek için söylenmiştir. Ancak bunda kâfir zâlim için bir haz ve menfaat bulunduğundan ötekilerden ayrılmıştır.

Cebbar: Zâlim demektir. Bununla kimin kastedildiği ihtilaflıdır. Ba­zılarına göre Mısır hükümdarı Amr b. Îmriil-Kay s 'dır. Bir takımları Ürdün hükümdarı Sâdût olduğunu, daha başka­ları Süfyân b. Arvan nâmmdaki Harran hükümdarı idiğini söylemişlerdir. Siyer ulemâsının beyânına göre İbrahim (Aleyhisselam) bir müddet Şam'da kalmış, sonra orada kıtlık zuhur ederek Hz. Sâre ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Orada f iravn sü­lâlelerinin ilk hükümdarına tesadüf etmiş. Bu adam uzun zaman yaşamış. Bir zâlim imiş. Hadîsin bir rivayetine göre zâlim ve cebbar Firavn evvelâ Hz. ibrahim'e haber göndererek huzuruna celbetmiş. Ve ona bu kadının kim olduğunu sormuş. Hz. îbrâhim kız kardeşi olduğunu söylemiş. Sonra Sâre'ye bunu haber vererek, sorulursa onun da aynı şeyi söylemesini tenbih etmiştir. Cebbâr'ın âdeti evli kadınlara tecavüz-müş. Hz. Sâre'yi huzuruna getirdiklerinde hemen tecavüze yeltenmiş-se de eli şiddetle tutulmuş hattâ bir rivayette göğsüne kadar olan kısmı kurumuştur. Bunu görünce Hz. Sâre 'den aman dilemiş, kurtulması için Allah'a dua etmesini istemiş, bir daha tecavüze yeltenmiyeceğine söz vermis Hz. Sâre de dua etmiş, neticede Firavn'ın eli eski haline dön­müşse de zâlim Firavn verdiği sözü hemen unutarak tekrar tecavüze kal­kışmıştır. Bu üç defa tekerrür etmiş. Nihayet sözünde durmuş ve Hz. Sâre'nin bir şeytan olduğu kanaatına vararak onu getireni çağırtmış ve Sâre'nin derhal Mısır toprağından çıkarılmasını, kendisine Hâcer nammdaki hizmetçinin de hediye edilmesini emretmiştir. Çün­kü îslâmiyetten önce insanlar cin ve şeytan meselesini son derece büyül­tür, görülen her hârikanın onlar tarafından yapıldığına inanırlardı. Hz. Sâreye, Hâcer'i bağışlamasının sebebi, onun cin olduğuna inan­ması ve zarar getirmesinden bu suretle kurtulmak istemesi olsa gerektir.

Zâlim hakkında Hz. Sâre'nin duası şu olmuştur: «Allahim! Bi­lirsin ki, Sana ve Resulüne iman etmiş bir kimseyim. Namusumu da korumuşumdur. Binâenaleyh fou kâfiri bana musallat kılma.»

Hz, Ebû Hüreyre 'nin : «Ey gökyüzü suyunun oğulları» tâ­birinden murad bütün Arablardır. Nesepleri saf ve hâlis oldukları için onları safi semâ suyuna benzetmiş olması muhtemeldir. Bazıları Arabların ekseriyetle hayvancılıkta ve gökyüzünden inen yağmurun suladığı mera ve nebatlarla geçindikleri için bu tâbiri kullandığını söylemişlerdir. Kaadî lyâz'a göre: Bu sözle Ebû Hüreyre yalnız ensarı kasdetmiştir. Çünkü onların uzak dedelerinden birinin İsmi yağmur suyu manâsına gelen «Mâû's-Sema»'dır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kardeşim sözüyle din kardeşini kasdetmek meşru'dur.

2- Zâlim hükümdarın ihsanını ve müşrikin hediyesini kabul etmek I caizdir.

3- Halisane edilen dua makbul olur.

4- Başına herhangi bir musibet gelen kimsenin namaza koşması men-duptur.

5- Hadîs-i şerif   İbrahim (Aleyhisselâm) 'in mucizesine de­lildir.

 

42- Musa (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'nın Faziletlerine Ait Bir Bab

 

155- (339) Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti., (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmana b, Müneb^ bih'den naklen haber verdi. Hem m ara şöyle demiş: Bize Ebû Hüreyre*-nin ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sei/em) Men rivayet ettikleri bunlardır. Müteakiben bir takım hadîsler zikretmiştir ki: Onlardan biri de şudur: Resûltillâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) buyurdular ki:

«Isrâiloğulları çıplak yıkanırlar; birbirlerinin avretlerini görürlerdi. Musa (Aleyhisselâm) yalnız başına yıkanırdı. Bu sebeple Isrâiloğulları :

  Vallahi Musa'nın bizimle yıkanmasına bir mâni yoktur. -Şu kadar var*ki, onun hayaları büyüktür, dediler. Bir defa Musa   (Aleyhisselâm) yıkan­maya gitti. Ve elbisesini bir taşın üzerine koydu. Derken taş elbiseyi ka­çırdı. Musa da : Elbisemi bırak ey taşl Elbisemi, ey taş! diyerek izinden koştu. Nihayet İsrâiloğuIIarı Musa'nın avret mahallini gördüler de:

  Vallahi Musa'da bir şey yokmuş, dediler.

Bundan sonra taş dikildi. Hattâ ona baktılar ve Musa elbisesini ala" rak taşı döğmeye başladı.»

Ebû Hüreyre demiş ki: Vallahi bu taşda Musa (Aleyhisselâm) Jin tarla vuruşundan altı veya yedi iz kalmıştır.

 

156- (...) Bile Yahya b. Habİb El-Hârisi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey* rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Halid El-Hazzâ', Ab­dullah b. Şakik'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Hüreyre haber verdi. (Dedi ki) : Musa (Aleyhisseiam) utangaç bir zat idi, çıplak görün­mezdi. Bundan dolayı Benî İsrail:

«Onun hayaları büyüktür, dediler. Derken bir sucağızın yanında yı­kandı da elbisesini bir taşın üzerine koydu. Ve taş koşmaya başladı. Musa da sopasıyle arkasına takılmış, onu doğuyor: Elbisemi (bırak) ey taşt El­bisemi, ey taşt diyordu. Nihayet taş Isrâiloğullarından bir cemâatin yanın­da durdu. Ve "Ey iman edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın ki, Allah onu onların söylediklerinden tebrie etmişti. O Allah indinde mak­buldü."» [17]. âyet-i kerîmesi indi.

Bu hadîsi   Buhârî    «Kitâbu'l-Gusul»'de tahric etmiştir.

Âder: Bâzılarına göre fıtıklı kimse demektir. Bir takımları hayaları büyük kimse manâsına geldiğini söylemişlerdir.

Cemaha: Şahlandı, son sür'atle koştu, demektir. Hadîs-i şerif Hz. Musa 'nın iki mucizesini haber vermektedir. Bunlardan biri taşın elbi­seyi alarak Benî İsrail 'den bir cemâatin yanma götürmesi, diğeri dövülmekten taşın üzerinde eser kalmasıdır.

 

Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Taş gibi cemadatta temyiz bulunabilir. Bunun misâli ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Efendimize Mekke'de taşın selâm verme­si, hurma kütüğünün ağlaması v.s. dir.

2- Kimsenin bulunmadığı bir yerde çıplak olarak yıkanmak caizdir. Maamafih avret mahallini Örterek yıkanmak efdaldir. Cumhûr-u ulemânm mezhebleri budur, tbni Ebî Leylâ bu husûsda cumhura ynuhalefet etmiş. Avret mahallini örtmek mutlaka lâzımdır. Çünkü suyun da sakinleri vardır, demiştir. İbni Ebî Leylâ 'nm bu hususdaki delili zayıf bir hadîsdir.                               

3- Peygamberler ve sulehâ sefihlerle cahillerin eziyetlerine maruz kalmış ve sabretmişler dir.                                                                       

4- Peygamberler gerek ahlaken, gerekse cismen kusur ve noksan­lıklardan münezzehdijler.' Ancak baş ve diş ağrısı gibi gelip geçici ufak tefek hastalıklara mâruz kalabilirler. Kendilerinden nefret ettirecek ku­sur ve hastalıklardansa kat'î surette münezzehidirler.

 

157- (2372) Bana Muhammed b. Kâfi1 ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd: Ahberana; İbni Râfi ise: Haddesenâ tâbirini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, İb­ni Tâvus'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Ölüm meleği Musa (Aleyhisselâm)'a gönde­rildi. Fakat ona geldiği vakit Musa (Aleyhisseiam) bir tokat vurarak gö­zünü çıkardı. O da Rabbine döndü ve:

«Beni ölmek istemeyen bir kuluna gönderdin, dedi. Bunun özerine Allah gözünü ona iade etti. Ve : Ona dön de söyle ki : Elini bir Öküzün sırtına koysun, elinin kapladığı yerdeki her kil için kendisine bir sene ömür ve­receğim, dedi. (Musa):

  Yâ Rabbi, sonra ne olacak? dedi.

  Sonra ölüml cevâbını verdi. (Musa) :

  O halde şimdi öleyim!» dedi ve Allah'dan kendisini arz-i mukad-deseye bir taş atımı yaklaştırmasını diledi.    Bunun üzerine ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Orada olsaydım yolun kenarında kırmızı kum tepesinin altında onun kabrini size gösterirdim.» buyurdular.

 

158- (...) Bize Muhammed lb. Kafi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti, Hemmam: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (SathUahü Aleyhi ve Sellem)âen rivayet ettikleri budur diyerek bazı hadîsler rivayet etmiştir. Onlardan biri de şudur: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdular:

«Ölüm meleği Musa (Aleyhisselâm) 'a gelerek : Rabbine icabet et! de­di. Bunun üzerine Musa (Aleyhisselâm) ölüm meleğinin gözüne bir tokat vurarak onu çıkardı. Melek hemen Allah Teâlâ'ya döndü ve : Muhakkak sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çı­kardı, dedi. Allah da gözünü ona İade etti. Ve : Kuluma dön de, hayatı mı istiyorsun? dîye sor. Eğer hayatı istersen, elini bir Öküzün sırtına koy! Elin ne kadar kıl örterse muhakkak o kadar sene yaşayacaksın! de.

Musa      (Aleyhisselâm) : Sonra  ne olacak? diye sordu.

  Sonra öleceksin! buyurdu.

  O halde şimdi yakınken Öleyim. Yarabbi beni Arz-ı Mukaddese'ye bir taş atımı uzaklıkta öldür, dedi.»

Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vallahi onun yanında olmuş olsam yolun kenarında kırmızı kum te­pesinin yanında kabrini size gösterirdim.» buyurdular.

 

(..,) Ebû İshâk dedi ki: Bize Muîıammed b, Yahya rivayet etti. (De­di ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu hadî­sin mislini haber verdi.

Bu hadîsi Buharı ile Nesâî «Kitâbu'l-Cenâiz»'de tahric etmişlerdir.

İbni Huzeyme diyor ki: «Bazı bid'at tâifeleriyle Cehmi-y e fırkası bu hadîsi inkâr etmiş. Ve şöyle demişlerdir. Mesele ikiden "hâlî değildir. Musa (Aleyhisselâm) ya ölüm meleğini tanımış yahut ta­nımamıştır. Tanıdı ise gözünü çıkarması onu istihfaf olur. Tanımadıysa o zaman da bu meleğin bazan Hz. Mûsa'ya gelirdiğini bildiren rivayetin manâsı kalmaz. Sonra Allah Teâlâ gözü çıkan melek için kısas da yap­mamıştır. Halbuki Allah Teâlâ kimseye zulmetmez.

Bu itirazı Allah basiretini kor edenler yapar. Hadîsin manâsı sahîh-dir. Şöyle ki: Allah Teâlâ ölüm meleğini Musa 'ya ruhunu kabzetmek için göndermemiş; ancak ve ancak imtihan ve ibtilâ için göndermiştir. Ni­tekim Allah Teâlâ Halili İbrahim (Aleyhisselâm)'a oğlunu kesme­sini emretmiş, fakat bunun hakikatim kasdetmemiştir. Eğer Musa (Aleyhisselâm) tokat vurduğu vakit onun ruhunu kabzetmek isteseydi, mu-rad ettiği olurdu. Musa (Aleyhisseiâm) şeriatında tokat vurmak mubah­tı. Kendisi yanma giren bir adam görmüş. Onun ölüm meleği olduğunu tanımamıştı. Bizim Peygamberimiz de izinsiz bir müslümamn evine ba­kan kimsenin gözünü çıkarmayı mubah kılmıştır. Hz. Musa !nm ölüm meleğini tanıdığı halde gözünü çıkarması imkânsızdır. Melekler İbrâhim (Aleyhisselâm)'a. da gelmiş, o dahi ilk görüşde onları tanıyamamış­tı. Tanımış olsa kendilerine dana eti takdim etmesi muhal olurdu. Çünkü melekler yemek yemezler.

Melek Meryem'e dahi gelmiş, o da melek olduğunu tanıyama­mıştı. Tamsa ondan Allah'a sığınmazdı. Keza iki melek insan kılığında Dâvud (Aleyhisselâm)'in yanma girmiş, onun huzurunda dâvaya dur­muşlardı. O da melek olduklarını tanıyamamıştı. Cebrail (Aleyhisselâm) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e gelerek ona imanı sormuştu. O da kendisini tanıyamamış: Bu seferkinden maada onu her gelişinde tanımış­tım, demişti. Şu halde Hz. Musa 'nın ölüm meleğini tanıyamaması na­sıl yadırganabilir.

Cehmi'nin Allah melek için -kısas yapmamıştır, sözü ise cehline delildir. İnsanlarla melekler arasında kısas cereyan ettiğini yahut mele­ğin kısas istediğini, fakat kısas yapılmadığını kim haber vermiştir. Bu­nun kasden yapıldığına delil nedir...»

Gerek İbni  Huzeyme, gerekse Hattâbî   bu babda bir hayli söz daha etmişlerdir.

Hulâsa : Ulemâ mülhidlerin inkârlarına üç şekilde cevap vermişlerdir :

1- Allah Teâlâ'mn Hz. Mûsa'ya bu tokadı vurması için izin ver­miş olması ve bunun melek için bir imtihan sayılması imkânsız değildir. Allah dilediğini yapar ve dilediği şekilde imtihan eder.

2- Bu göz çıkarma mes'elesi mecazdır. Maksat Hz. Musa 'nın me­lekle münazara yaparak hüccetle ona galebe çalmasıdır. Fakat bu kavil zayıf görülmüştür.

3- Musa (Aleyhisselâm) gelenin Allah tarafından gönderilen melek olduğunu bilememiş, kendisine hücum edecek bir insan zannetmiş ve nef­sini müdafaya kalkışmıştır. Bu da kasdı olmaksızın meleğin gözünün çık­masına müncer olmuştur. Ebû Bekr, İbni Huzeyme ile diğer mutekaddiminin cevapları budur. Mâziri ile Kaadî Iyâz da bunu ihtiyar etmişlerdir. Çünkü hadîsde kasıt bulunduğuna bir sara­hat yoktur. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Hz. Musa birinci defa meleği tanıyamadığı halde ikinci gelişinde nereden tanımıştır?

Cevab: İkinci defa gelişinde melek kendisinin ölüm meleği olduğu­nu gösteren bir alâmetle gelmiştir. Hz, Mûsa'nın derhal teslim olması bundandır.

Arz-ı Mukaddese'den murad   Beyt-i  Makdis 'dir.

Musa (Aleyhisselâm) Kudüs‘ü alamadığı için hiç olmazsa Kudüs 'den sayılacak yakın bîr yerde Ölmesini istemiştir. Nitekim Beyt-i Makdis civarındaki kabri halen malûmdur. Beyt-i Makdis'e defnedilmesini istemesi, orada birçok enbiya ve sulehanm kabirleri bulunduğun dan dır. Bu zevatla hâli hayatta olduğu gibi, vefatın­dan sonra da mücavir olmak istemiştir. Bir de faziletli yerleri ziyaret edip duada bulunanlar çok olduğu için oraya defnolunmak istemiştir. Maama-fih Musa (Aleyh':5se!âm)'m kabrinin başka yerlerde olduğu da söylen­miştir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mûsa (Aleyhisselâm) 'in Allah indinde büyük mertebesi vardır. Meleğin gözünü çıkardığı halde kendisini muaheze buyurmaması buna de­lildir.

2- Faziletli yerlere ve  sülehanın yakınlarına  defnolunmak  müstehabdır.

3- Melek kendi suretinden başka şekillere girebilir.

 

159- (2373) Bana Züheyr b. Harh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HU-ceyn b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Abdillah b. Ebî Seleme, Abdullah b. Fadl El-Hâşimî'den, o da Abdurrahman El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle de­miş. Bir defa bir yahûdi bir şey verilip de hoşlanmadığı yahut razı olma­dığı — Burada Abdü'I-Aziz şekketmiştir. — bir malını (satışa) arzederken. Hayır! Musa (Aleyhisselâm)'ı insanlar üzerine seçkin eyleyen Allah'a yemin ederim, dedi. Bunu ensardan bir zat işiterek yüzüne bir tokat vurdu.

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  aramızda  olduğu halde sen Musa   (Aleyhisselâm) insanlar üzerine seçkin kılan Allah'a yemin ederim diyorsun ha! dedi. Bunun üzerine Yahûdi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gitti. Ve:

  Yâ Eba'l-Kaâsım benim zimmetim ve ahdim vardır. (Böyle olduğu halde) Fülân yüzüme tokat vurdu, dedi.   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  (ensâriye) :

«Onun yüzüne niye tokat vurdun?» diye sordu.

— Yâ Resûlallah! Sen aramızda olduğun halde bu adam Musa (Aleyhisselâm)’ı insanlar üzerine seçkin kılan Allah'a yemin ederim, dedi. Cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızdı. Hattâ gazab yüzünden anlaşıldı. Sonra şöyle buyurdular :

«Peygamberler arasında fazilet farkı yapmayın, zîra gerçek şu ki : Sura üfürüiecek ve yerle göklerde bulunan herkes ölecek ve yalnız Allah'ın diledikleri kalacaktır. Sonra Sûra tekrar üfürüiecek ve ilk diriien (yahut ilk diriienler) arasında ben olacağım. Bir bakacağım ki, Musa (Aleyhisselâm) arşı tutmuştur. Bilemem tür günündeki sa'kasıyla mt hesaba çekildi. Yoksa benden önce mi dirildi. Ben kimsenin Yûnus b. Metta (Aleyhisselâm) 'dan efdal olduğunu söyleyemem.»

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Ebî Se­leme tamamen bu isnadla rivayette bulundu.

 

160- (...) Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Bekr b. Nadr-rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, İbni Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Abdurrah-man EI-A'rac'dan, onlar da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş : Biri yahudilerden, diğeri müslümanlardan olmak üzere iki adam birbirlerine sövdüler. Müslüman, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemVı âlemler üzerine seçkin kılan Allah'a yemin ederim, dedi. Yahudi ise, Musa (Aleyhisselâm) 'ı âlemlerin üzerine seçkin kılan Allah'a yemin olsun dedi. Ve o anda müslüman elini kaldırarak yahudinin suratına bir tokat indirdi. Yahudi hemen Resûlüllah (Sallallahü Alevhî ve Sellem)’e giderek müslümanla aralarında geçeni ona haber verdi. Bunun üzerine Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Beni Musa'dan daha hayırlı çıkarmayın, çünkü insanlar ölecek ve ilk ayılan ben olacağım. Bakacağım ki, Musa Arş'in bir tarafından tutmuştur. Bilemem ölenler arasında mıydı da benden önce dirildi! Yoksa Allah'ın istisna ettiklerinden miydi» buyurdular.

 

161- (...) Bize Abdullah b. Abdirrahman £d-Dârimî ile Kdu Bekr b. îshâk da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Saîd b. Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den nak­len haber verdiler. (Şöyle demiş) : Müslümanlardan bir zât ile yahudiler-den bir adam sövüştüler...

Râvi İbrahim b. Sa'd'ın îbni Şihab'dan rivayet ettiği hadîs gibi riva­yette bulundu.

 

162 - (2374) Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Ahmed Ez-Zübeyrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan Amr b o da babasmdan, o'da Ebû Saîd-i Hudrî'den nakle» rivayet e demiş) : Bir yahudi yüzüne tokad vurulmuş olarak Peygamber Aleyhi ve Seüem)'e geldi...

Ve râvi hadîsi Zührî'nin hadîsi manâsında nakletmiştir. Yalnız demiştir: «Bilmiyorum benden önce baydip ayılanlardan mıydı. Yoksa Tûr'daki bayılma ile iktifa mı etti.»

 

163- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Stifyân'dan rivayet etti. H.

Bize ibnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâiı, Amr b. Yahya'dan, o da babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):

«Peygamberler arasında hayır farkı gözetmeyin!» buyurdular, tbnü Nümeyr'in hadisinde: «Amr b. Yahya'dan (sonra) bana babam rivayet etti.» ifadesi vardır,

 

164- (2375) Bize Heddâb b. Hâlid ile Şeyban b. Ferruh rivayet et­tiler. (Dediler ki).: Bize Hammad b. Seleme, Sabit El-Bunânî ile Süley­man Et-Teymî'den, onlar da Enes b. Mâlik'd en naklen rivayet etti ki : Resûlüllah (Satlatiahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuşlar:

«Ben yürütüldüğüm gece kesib-i Ahmerin yanında Musa'ya geldim.— Heddab'ın rivayetinde "uğradım" denilmiştir.— Kabrinde ayağa kalk­tım, namaz kılıyordu.»

 

165- (...) Bize Ali b. Haşrerri de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ (yâni îbni Yûnus) haber verdi. H.

Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir ri­vayet etti.

Her iki râvi Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişlerdir. H.                                   .

Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman, Süfyân'dan, o da Süleyman Et-Teymî'den naklen ri­vayet etti.  (Demiş ki) : Ben Enes'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem);

«Musa'ya uğradım; kabrinde namaz kılıyordu.»buyurdular. İsa'nın hadîsînde: «Yürütüldüğüm gece uğradım» ziyadesi vardır.

Bu hadîsin Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd rivayetlerini Buharı «Hüsûmât», «Tevhid», «Rikâk», *Tefsîr», «Diyât» ve «Ehâ-dis'Ül-Enbiya»'da; Ebû Dâvud «Sünnet» bahsinde; Nesâî, E,bû Hüreyre rivayetini «Nuut» ve «Tefsir» bahislerinde muhte­lif râvilerden tahric etmişlerdir.

Hz. Ebû Hüreyre 'nin rivayet ettiği iki hadîs birbirlerine pek benzemekle beraber ayrı ayrı iki hadiseye ait oldukları anlaşılmak­tadır. Çünkü birinci rivayetinde yahudiye tokat vuranın ensardan bir zât olduğunu bildirmiş ikincide müslümanlardan bir adam demekle iktifa et-mş ise de bu zâtın Hz. Ebû Bekr olduğu bazı rivayetlerden anla­şılmıştır.

İstifa: Safisini ayırmak, ihtiyar etmek mânâlarına gelir. Satc ve Satca: Helak ve ölüm manasınadır. îbni Esir:    «Sa'k insanın işittiği şiddetli bîr sesden bayılmasıdır. Çok defa bundan ölür. Sonraları bu kelime daha ziyade Ölüm hakkında kullanılmıştır.»  diyor. Ölüm mânâsına alınırsa hadîs-i şerifi anlamak müskil olur. Kaadî Iyâz    şöyle diyor: «Bu hadîs en müskil hadîslerdendir. Çünkü Musa vefat etmiştir, Sa'ka ona nasıl yetişebilir. O ancak dirilerin başına gele­cektir. Allah'ın istisna ettiklerinden buyurulması gösteriyor ki, Mûsa (Aleyhisselâm)    Ölmemistir. Halbuki onun ne ölmediğini, ne de havata tek­rar döndüğünü gösteren bir delil gelmemiştir.» Kadî lyâz bun­dan sonra hadısde bahsi gecen sa'kanm insanlar diriîdikten sonra gökler­le yerin yarıldığı anda vuku bulacak sa'ka olması ihtimalinden bahsetmiş­tir. Bu takdirde âyetlerle hadîsler birbirine münâfi gelmez. Hadiste ge­çen ayrılma sözü de bu mânâyı te'yid etmektedir. Çünkü ayılmak tâbiri bayılanlar hakkında kullanılır,  ölüm hakkında ayılmak değil, dirilmek tâbiri kullanılır, Hz. Musa 'nm Tûr dağındaki sa'kası da Ölüm değil, bayılmadır.

Yine Kaadî Iyâz'a göre hadîs-i şerif de geçen «Benden Önce mi ayıldı bilmiyorum» cümlesini Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtimal ilk dirilecek insanın kendisi olduğunu bilmezden önce söylemiştir.

Maamafih bu sözle Hz. Musa 'nın da ilk dirilenler zümresinden oldu­ğunu anlatmak istemesi mümkündür. Bu zümre Peygamberlerdir. Bu babüa «Buhârî» sârini Aynî de şunları söylemiştir: «Peygamberlerin Üiri oldukları tekarrür edince onlar yerle gökler arasındadırlar. Sûr'a ölüm nefhası üfürülünce yer ve göklerdeki her canlı ölecek yalnız Allah'ın di­ledikleri müstesna kalacak, ölmeyeceklerdir. Peygamberlerden başkala­rının sa'kı Ölümle, Peygamberlerin sa'kı ise anlaşıldığına göre bayılma ile olacaktır. Sûra diriltme üfürüğü üfürüldüğü zaman Ölmüş olanlar dirile­cek, bayılmış olanlar ayılacaktır. Bu tahakkuk ettikte anlaşılır ki, Pey­gamber '{Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ilk ayılan ve —Peygamberler dahil -. bütün insanlardan önce kabrinden çıkan olacaktır. Bundan yalnız Hz. Musa müstesnadır. O daha mı önce dirilecek, yoksa bulunduğu'hâl üzere mi kalacak bu hususu kestirememiş, tereddüt etmiştir". Her iki hâle göre de Hz. Musa için bu başkalarına nâsib olmayan büyük bir fazi­lettir.»

ölmeyecek müstesnalar Cebrail, İsrafil, Mîkail ve Azrail 'dir. Bazıları Arş-ı a'lâyı taşıyan meleklerin de ölmeyeceklerini söylemişlerdir. Saîd b. Müseyyeb'e göre Arş-ı a'lânm etrafın­da yalın kılıç dolaşan şehitler de müstesnalardandır.

T û r günündeki Sa'kadan murad : Musa (Aleyhisselâm)'m Tur dağındaki bayılm asıdır. O gün Hz. Musa, Cenâb-ı Allah'dan kendi­sine görünmesini niyaz etmiş, Teâlâ Hazretleri bunun olamayacağını be­yanla karşıki dağa bakmasını emir buyurmuş, şayet dağ yerinde durursa ondan sonra Allah'ı görebileceğini bildirmişti. Hz. Musa dağa bakın­ca Teâlâ Hazretleri onu parçalayarak yerle bir etmiş Musa (Aîeyhisseîâm) bu müthiş manzara karşısında bayılmıştı.

Bu hadîste ResûHiIlah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben kimsenin Yûnus b. Mettâ (Aîeyhisseîâm)'dan efdal olduğunu söyleyemem.» demiş; başka bir rivayette:

«Hiç bir kula, ben Yûnus b. Mettâ'dan daha hayırlıyım, demek yakış­maz.» buyurmuştur. Ulemâ bu hadîsin iki veçhe ihtimali olduğunu söy­lerler. Birinci veçhe göre Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Selîetn) bu sözü kendisinin Hz. Yûnus 'dan efdal olduğunu bilmezden önce söylemiş­tir. Kendi efdaliyyetini öğrenince: «Ben âdemoğulîarının seyyidiyim...» buyurmuş, Hz. Yûnus 'un veya başka bir Peygamberin efdal oldu­ğundan bahsetmemiştir. İkinci ihtimale göre bu sözü cahillerden biri Hz. Yûnus 'un mertebesini düşürecek bir tahayyülde bulunmasın diye zecr ve men etmek için söylemiştir. Ulemâ   Yûnus   (Aîeyhisseîâm) 'in başından geçenlerin onun Peygamberliğine zerre kadar dokunmadığını, merte­besinden bir şey düşürmediğini söylemişlerdir.

Babımızın son hadîsi «Kitâbu'l-İman»'m sonunda geçmiş ve izahı orada yapılmıştı.

 

43- Yunus (Aleyhisseîâm) İle Peygamberin (Sallallahû Aleyhi ve Sellem)’ın: «Hiç Bir Kula: Ben Yunus B. Metta'dan Daha Hayırlıyım Demek Yakışmaz» Hadisi Hakkında Bir Bab

 

166- (2376) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve Muhammed b, Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Humeyd b. Abdirrahmân'ı Ebû Hüreyte'den, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemf den naklen rivayet ederken işittim ki: Allah Tebareke ve Teâlâ'yı kasdederek:

«Benim hiç bir kuluma (Ibnü Müsenna Liabdinli yerine Liabdî demiştir.): Ben Yûnus b. Mettâ (Aîeyhisseîâm)'dan daha hayırlıyım, demek yakışmaz buyurdu.»  demiştir.

îbni Ebî Şeybe : «Muhammed b. Cafer Şu'be'den» dedi.

 

167- (2377) Bize Muhammed b. Müsenm. ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Mtisennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ebû'I-Aüye'yi şunu söylerken işittim : Bana Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm amcası oğlu (yâni İbni Abbas) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'den naklen rivayet etti:

«Hiç bir kula : Ben Yûnus b. Mettâ'dan daha hayırlıyım, demek ya­kışmaz.»   buyurmuş ve Hz. Yûnus'u babasına nisbet etmiştir.

Bu -rivayetleri Buhâri «Kitâbu'l-Enbiya» ve «Kitâbu't-Tefsir»'-de; Ebû Dâvud «Sünnet» bahsinde; Nesâî «Tefsir»'de tahric etmişlerdir.

Metta ' , Hz. Yûnus 'un babasıdır. Bâzıları annesi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre Hz. Yûnus ile Hz, îsâ 'dan gayri an­nesinin ismiyle meşhur olan Peygamber yoktur. Rivayete göre M.etta1 sulehadan bir zat olup, Peygamber sülâlesinden imiş. Erkek evlâdı yok­muş. Bu sebeple karısını alarak Eyûb (Aleyhisselâm)'m yıkandığı ku­yuya götürmüş, orada yıkanmışlar ve Allah'dan mübarek bir erkek çocu­ğu ihsan etmesini, zamanı gelince Benî İsrail'e onu Peygamber göndermesini niyazda bulunmuşlar. Cenâb-ı Hak dualarını kabul etmiş ve onlara Yûnus (Aleyhisselâm)\ ihsan buyurmuş. Fakat Hz. Yû­nus   anne karnında dört aylık cenin iken babası vefat etmiş.

Bâzıları Yunus (Aleyhisselâm)'m Bent İsrail 'den oldu­ğunu, bir takımları da balığın karnından çıktıktan sonra Peygamber gön­derildiğini söylemişlerdir. Yine rivayete göre Yûnus (Aleyhisselâm) Musul köylerinden Ninova 'da doğmuştur. Kavmi putperestmiş. Hz. Ali'den rivayet olunduğuna göre Yûnus (Aleyhisselâm) otuz yaşında Peygamber olmuş; otuzüç sene kavmini dine davet etmişse de kendisine yalnız iki kişi iman etmiştir. Hadîs-i şerif deki «Ben» zamirin­den konuşan şahıs kastedildiği gibi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de murad edilmiş olabilir. Şahıs kastedildiğine göre hiç kimse kendisinin Yûnus (Aleyhisselâm)'dan daha hayırlı olduğunu söylemesin'; Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kastedildiğine göre, hiç kimse benim Hz. Yûnus 'dan daha hayırlı olduğumu söylemesin, mânâsına gelir.

 

44- Yusuf  (Aleyhisselâm)'ın Faziletlerine Ait Bir Bab

 

168- (2378) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve Ubeydullah b. Saîd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Saîd b, Ebî Saîd, babasın­dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:

  Yâ Resûlallah! İnsanların en hayırlısı kimdir? diye soruldu: «En ziyade takva sahibi olanıdır.»

  Bunu sormuyoruz, dediler.

«O halde HaliluHah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah Yûsuf’dur.» buyurdu.

  Bunu sormuyoruz, dediler.

«Şu halde bana Arabların madenlerini mi soruyorsunuz? Onların ca-hiliyyer devrindeki hayırlıları fakih olurlarsa İslâm'da da en hayırlılarıdır.» buyurdular.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'l-Enbiya» ve «Menâkıb-ı Kureyş»'de; Nesâî   «Tehir» bahsinde tahric etmişlerdir.

Kerem: Hayınn çokluğu demektir. Burada ondan şeref mânâsı kas­tedilmiştir. Ashabın sorduğu suale ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) keremin en umumî ve şumüllû manâsıyla cevâb vermiş, en kerim insanın Allah'dan en çok korkan kimse olduğunu bildirmiştir. Yâni ehl-i takva olan kimsenin hayrı çok olur. Böylesi hem dünyada insanlara çok faydalı olur, hem de âhirette en yüksek dereceleri kazanır. Ashab bunu sorma­dıklarını söyleyince, o halde Yûsuf (Aleyhisselâm) 'dır diye cevâb ver­mişlerdir. Yûsuf (Aleyhisselâmym silsilesindeki Nebiyyuliahların ye­rine isimlerini koyarsak şu şekli alır. Yûsuf  b. Ya'kub   b. îshâk b. İbrahim El-Halil. Görülüyor ki, Hz. Yûsuf üç peygamberin neslinden gelmiş nesep itibariyle Son derece şerefli bir zât­tır. Kendinin de Peygamber olması şeref üstüne şereftir. Bundan maada Yûsuf (Aleyhisselâm) yüksek ahlâk sahibi, ilm-i rüyaya aşma, dünya riyasetini son derece güzel ifa etmiş, herkese karşı şefkat ve merhamet göstermiş. Kıtlık senelerinde halkı açlıktan kurtarmış, hülâsa dünya ve âhiret hayırlarını kendinde toplamış bir zattır. Ashab bunu da sormadık­larını söyleyince maksatlarının Arab kabileleri olduğunu anlamış ve : Cahiliyyet devrinde hayırlı olan Arabların fakih ve âlim olmak şartiyle İs­lâm'da da insanların en hayırlısı olduklarını beyan buyurmuştur. Kaadî Iyâz diyor ki: «Bu hadîs üç sualde bütün keremin umumiyle hususiy­le, mücmeliyle mufassalıyla ancak ve ancak din olduğunu tazammun et­mektedir.»

Arabların madenlerinden murad asılları yâni Arab kabileleridir.

 

45- Zekeriyya (Aleyhisselâm)'ın Faziletlerine Ait Bir Bab

 

169- (2379) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Seleme, Sâbit'ten, o da Ebû Eâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den nak­len rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem);

«Zekeriyya doğramacı idi.» buyurmuşlar.

Hadîs-i şerif sanatla meşgul olmanın cevazına ve doğramacılığın mü­rüvvete aykırı değil, bilâkis faziletli bir sanat olduğuna, ayrıca Zeke­riyya   (Aleyhissetâm) 'in faziletine delildir.

Elinin emeği ile geçinmenin pek güzel bir meziyet olduğunu Peygam­berimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu hadîs-i şerifiyle beyân buyurmuştur:

«Kİşinİn yediği en iyi rızık kendi kazancıdır. NebiyyuMah Dâvud da elinin emeğini yerdi.»

 

46- Hızır (Aleyhisselâm)’ın Faziletlerine Ait Bir Bab

 

170- (2380) Bize Amr b. Muhammed En-Nâkıd ile İshâk b. İbrahim El-Hanzali, Ubeydullah b. Saîd ve Muhammed b. Ebî Ömer EI-Mekkî hep bîrden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dînar, Saîd b. Cübeyr'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : İbni Abbas'a:

  Nevi El-Bikâlî Benî İsrail'in Peygamberi Musa   (Aîeyhisselâm) 'in Hızır (Aleyhisselâm)'m arkadaşı Musa olmadığını söylüyor, dedim. Bunun üzerine şunu söyledi:

  Allah'ın düşmanı yalan söylemiş. Ben Übey  b. Kâ'b'ı dinledim. Diyordu ki: Ben Kesûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururkea işittim;

«Musa (Aîeyhisselâm) Benî israil'in orasında hutbe okumak için aya­ğa kalktı da kendisine insanların hangisi en âlimdir dîye soruldu. Musa : En âlîm benim, dedi. Bunun üzerine Allah onu muaheze eyledi. Çünkü ilmi Allah'a tefviz etmedi. Allah ona : İki denizin kavuştuğu yerde benim kul­larımdan bir kul var, o senden daha âiimdir, dîye vöhy indirdi. Musa :

«Ey Rabbîm! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir?» diye sordu. Kendisine :

  Bir zenbilin içine bîr balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kay­bedersen, o zat oradadır, denildi. Musa yola revan oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zat Yûşa' b, Nûn idi. Musa (Aîeyhisselâm) bir zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte yürüyerek gittiler. Niha­yet bîr kayaya vardılar. (Orada) gerek Musa  (Aîeyhisselâm) gerekse hiz­metçisi uyukîadılar.Derken zenbildeki balık harekete gelerek zenbilden çıktı. Ve denize düştü. Allah ondan suyun akıntısını kesti. Hattâ (su) kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Musa ile hizmetçisi için şaşacak bir şey olmuştu. Günlerinin kalan kısmı ile o geceyi de yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona haber vermeyi unutmuştu. Musa (Aîeyhisselâm) sabahlayınca hizmetçisine :                                           

  Sabah kahvaltımızı getîr. Gerçekten bu yolculuğumuzda müşkilâtla karşılaştık, dedi. Ama emrolunduğu yeri geçinceye kadar yorulmadı. Hiz­metçi :

  Gördün mü, kayaya geldiğimizde gerçekten ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana ancak şeytan unutturdu. Ve denizde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu, dedi. Musa :

  İşte bizim istediğimiz buydu, dedi. Hemen izlerini takib ederek ge­riye döndüler. Kendi İzlerini takİb ediyorlardı. Nihayet kayaya geldiler. Orada örtünmüş bir adam gördü. Üzerinde bir elbise vardı. Musa ona se­lâm verdh Hızır ona :

  Senin bu yerinde selâm ne gezer.

  Ben Musa'yım!

  Benî İsrail'in Musa'sı mı?

  Evet!

— Sen Allah'ın İlminden bir ilmi bilmektesin ki, Allah onu sana öğret­miştir. Onu ben bilmem. Ben de Allah'ın ilminden bir ilim üzerindeyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen bilmezsin, dedi. Musa   (Aleyhisselâm) ona :

  Sana öğretilenden hakkı bana öğretmek sortiyle sana tâbi olabilir miyim? diye sordu. (Hızır) :

— Sen benimle beraber sabra takat getiremezsin, iyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? dedi. (Musa)

  Beni İnşaallah sabırlı bulacaksın. Sana hiç bîr hususda karşı gel­mem, dedi. Hızır ona :

— O halde bana tâbi olursan, bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendim sana ondan bir şey anıp söyleyinceye kadar! dedi. Musa :

  Pekâlâ! cevâbını verdi. Müteakiben Hızır'la Musa deniz sahilinden yürüyerek yola revan oldular. Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları hususunda gemicilerle konuştular.Gemiciler Hızır'ı derhal tanıdılar. Ve  ikisini de  ücretsiz  olarak gemiye  bindirdiler. Derken Hızır geminin tahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üze­rine Musa ona :

  Bir cemâat bizi  parasız gemilerine bindirdiler.  Sen  onların gemİ-sîne kastederek yolcularını boğmak için onu yaraladın. Gerçekten çok bü­yük bir iş yaptın, dedi. Hızır:

  Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim mi? dedi. Musa :

  Unuttuğumdan dolayı beni muaheze etme. Bu iş d e benim başıma güçlük de çıkarma, dedi.  Bundan  sonra  gemiden  çıktılar. Sahilde yürür­lerken bir de baktılar ki, bir çocuk sair çocuklarla oynuyor. Hızır hemen onun kofasından tutarak eliyle onu kopardı ve çocuğu öldürdü. Bunun üze­rine Musa :

  Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın! dedi. Hızır:

  Ben sana benimle beraber   sabra güç yetiremezsin   demedim  mi, dedi. Musa :

  Ama bu birinciden daha şiddetli idi, dedi ve ilâve etti: Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim ta­rafımdan özür derecesine vardın! dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Onlar kendilerini misafir kabul et­mekten çekindiler. Bu sefer o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar bul­dular. Hızır onu doğrulttu. Hızır eliyle şöyle işaret ediyor. Eğrilmiş diyor­du. Onu doğrulttu. Musa ona :

  Bir kavim ki, kendilerine geldik de bizi ne misafir aldılar, ne do­yurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin, dedi. Hızır:

__Artık bu senle, benim aramızın ayrılmasıdır. Sabredemediğin şeyin te'vilini sana haber vereceğim, dedi.»

Resûlüllah  (Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem)  buyurmuşlar ki: «Allah Musa'ya rahmet eylesin. Dilerdim ki, sabrefmeliydi de Hızır'la beraber görüp geçirdiklerini bize anlatmalıydı...»

Kavi diyor ki: Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdular: «Birincisi Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kena­rına kondu. Sonra denize bir gaga vurdu. Bunun üzerine Hızır ona : Benim ilmimle senin ilmin Allah'ın ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadar azaltmıştır,   dedi.»

Saîd b. Cübeyr şöyle demiş : İbni Abbâs şu âyeti okuyordu: «Önlerinde bir hükümdar vardı ki, işe yarar geminin hepsini gasben alacaktı.»

Şu âyeti de okuyordu:

«Çocuğa gelince : O kâfirdi.»

 

171- (...) Bana Muhammed b. Abdi'1-A'Ia Eİ-Kaysî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman Et-Teymî, babasından, o da Rakabe'-den, o da Ebû İshâk'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivayet etti. Saîd şöyle demiş: İbni Abbas'a : Nevf ilmi aramağa giden Musa'nın Benî İs­rail'in Musa'sı olmadığını söylüyor, dediler.

  Sen onu işittin mi yâ Saîd! dedi.

  Evet! cevâbım verdim.

  Nevf yalan söylemiş, dedi.

 

172- (...) Bize Ubey b. Ka'b rivayet etti. (Dedi ki) : Resûlüllslh (Sullallahü Aleyhi ve Sellem)’ı şöyle buyururken işittim:

«Haluşân şu ki ; Bir defa Musa (Aleyhisselâm) kavminin içinde oh-lara Allah'ın günlerini hatırlatıyordu. Allah'ın günleri nimetleriyle belâla­rıdır. Bir ara şöyle dedi : Yeryüzünde benden daha hayırlı yahut daha âlim bir kimse bilmiyorum. Bunun üzerine Allah kendisine şunu vahyetti : Ben hayrı yahut hayrın kimde olduğunu ondan daha âlâ bilirim. Gerçekten yeryüzünde bir zat var ki, o senden daha âlimdir. Musa :

  Yâ Rabbi! Onu bana göster, dedi. Kendisine :

  Azık olarak yanına tuzlu bir balık al. O zat senin balığı kaybede­ceğin yerdedir, denildi. Müteakiben Musa ile hizmetçisini bırakarak yürü­meye devam etti. Derken balık suda harekete geçti. Su üzerine kapanmaz oldu. Dehliz gibi olmuştu. Bunun üzerine hizmetçisi : Nebiyyullah'a yetişip ona haber versem mi ki, dedi. Arkaağından, kendisine unutturuldu. Kayayı geçtikleri vakit Musa hizmetçisine :

  Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda müşkîlâtla karşılaştık. Ama kayayı geçinceye kadar onlara güçlük isabet etmemişti. Hizmetçisi hemen hatırladı :                 

  Gördün mü, kayaya geldiğimiz vakit ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamamı bana ancak şeytan unutturdu. Hem denizde şaşılacak şekilde yolunu tuttu gitti, dedi. Musa :

  Aradığınızı buydu, dedi. Ve izlerini takibederek gerisin geriye dön­düler. Hizmetçisi ona balığın yerini gösterdi. Musa :

  Bana da burası tarif olundu, dedi ve aramaya gitti. Bir de ne gör­sün Hızır! Bir elbiseyle örtünmüş. Arkası üstü başının üzerine (yahut başı­nın ortası üzerine) yatıyor.

  Esselâmualeyküm! dedi. Bunun üzerine Hızır yüzünden elbiseyi açtı:

  Vealeykümüsselâm! Sen kimsin?

  Ben Musa'yım!

  Hangi Musa?

  Benî İsrail'in Musa'sı!

  Seni büyük bir iş getirmiş olmalı.

  Sana öğretilen hakdan bana öğretmen için geldim.

  Ama sen benimle beraber sabretmeye güç yetiremezsin. İyice bil­mediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin kİ? Bir şey ki, ben onu yapmaya memur olurum. Sen onu görürsen sabredemezsin.

  Inşaallah beni sabırlı bulacaksın! Sana hiç bir şeyde karşı gelmem.

  O halde bana tâbi olursan; bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendi­liğimden sana ondan bir şey anlatıncaya kadar.

İkisi yola revan oldular : Nihayet gemiye bindikleri vakit Hızır gemiyi yaraladı. Ûnu kasden yaptı. Musa     (Aleyhisselâm)    kendisine :

  Bu gemiyi üzerindekîleri boğmak İçin mi yaraladın gerçekten şa­şacak bir iş yaptın, dedi.

  Ben sana benimle beraber sabretmeye güç yetıremezsin demedim mi?

  Unuttuğumdan dolayı beni muaheze buyurma. Bu işde benim ba­şıma güçlük de çıkarma!

Yjne yürüdüler. Nihayet oynayan bir takım çocuklara rastladılar. Hızır hemen bunlardan birinin yanına vararak hiç düşünmeden onu Öldürdü. O anda Musa   (Aleyhisselâm)  yadırganacak bir şekilde ürktü.

  Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın, dedi.»

Sonra Resûlüllah tu yerde şöyle buyurdular :

«Allah'ın rahmeti bize ve Musa'ya olsun! Eğer acele etmeseydi şaşı­lacak şeyler görecekti. Lâkin ona arkadaşından utanmak geldi. Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim ta­rafımdan özür derecesine vardın, dedi. Eğer sabretmiş olsaydı şaşılacak şeyler görecekti.»

Râvi diyor ki: Peygamber fSaUaîîahü Aleyhi ve Sellem), Peygamberler­den birini andığı vakit, kendinden başlar:

«Allah'ın rahmeti bize ve kardeşim filâna olsun! Allah'ın rahmeti bize olsun.» derdi.

«Sonra yürüdüler. Nihayet alçak bir takım köy halkına vardılar. Ve bütün meclislerde dolaşarak köy halkından yiyecek istediler. Fakat onlar kendilerini misafir etmekten çekindiler. Derken Hızır o köyde yıkılmak üze­re olan bir duvar buldu. Ve onu doğrulttu. Musa : İsteseydin buna karşılık ücret alırdın, dedi. Hızır:

  Bu  benimle senin ayrılığımızdir, dedi ve elbisesinden tuttu. Sana sabredemediğin şeylerin îe'vİlini haber vereceğim, dedi: Gemi denizde ça­lışan bir fakım fakirlerin idi... âyetini sonuna kadar okudu. Onu zabdede-cek hükümdar geldiği vakit delinmiş bulacak ve bırakıp gidecek.

Fakirier de onu tahta ile tamir edecekler. Oğlan ise yaratıldığı an kâ­fir olarak yaratılmıştı. Anası, babası ona karşı şefkatli idiler. Oğlan yetiş­miş olsa onları azgınlık ve küfre sevkedecekti. Bu sebeple biz onun yerine annesiyle babasına Rablerinin ondan daha yararlı ve daha merhametli bîr evlât vermesini diledik. Duvara gelince : Bu duvar şehirde iki yetim çocu­ğa ait idi. Altında...»  âyeti sonuna kadar okudu.

 

(...) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhamnved b. Yûsuf haber verdi. H.

Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah h. Musa haber verdi. Her iki râvi İsrail'den, o da Ebû İshâk'dan naklen Teymîn'in Ebû İshâk'dan naklettiği isnadla onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar dır.

 

173- (...) Bize Amru'n-Nakıd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b. Uyeyne Amr'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan, o da Übeyy b. Kâ'b'dan naklen rivayet etti ki: Peygamber (Sallaltahü Aleyhi

ve Sellem):

«Buna karşılık ücret alabilirdin...» âyetini okumuş.

 

174- (...) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti; (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihab'dan, o da Ubeydul-lah b. Abdillab b. Utbe b. Mes'ud'dan, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbni Abbas ite Hur b. Kays b. Ilısn El-Fezârî, Musa (Aleyhisselâm) 'in arkadaşı hakkında münakaşa etmişler. İbni Abbâs : O Hızır'dır! demiş. Az sonra yanlarından Übey b. Kâ'b El-Ensârî geçmiş. İbni Abbâs.onu çağırarak:

  Ey Ebû't-Tufeyl yanımıza gel! Çünkü ben ve şu arkadaşım Mûsa'-nın görüşmek için çare sorduğu arkadaşı hakkında münakaşa ettik. Sen ResûlüMah (Sallailahü Aleyhi ve SeLlem) 'in onun hakkında bir şey söylediğini işittin mi? demiş. Bunun üzerine Übeyy şunu söylemiş :

  Ben Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'ı şöyle buyururken İşit­tim ;

«Bir defa Musa, Benî İsrail'den bir cemâatin içinde bulunuyordu. An­sızın kendisine bir adam gelerek : Sen kendinden daha âtim bir kimse bi­liyor musun? diye sordu. Musa : Hayır! diye cevab verdi. Bunun üzerine Allah Musa'ya bilâkis kulumuz Hızır {senden daha âlimdir) diye vahy in­dirdi. Musa da onunla görüşmenin yolunu sordu. Allah bunun için balığı alâmet yaptı. Musa'ya denildi ki : Balığı kaybettin mi hemen geri dön! Ona rastlayacaksın! Artık Musa Allah'ın dilediği kadar yürüdü. Sonra hizmet­çisine :

  Sabah kahvaltımızı getir, dedi. O kahvaltıyı istediği vakit, hizmet­çisi :

  Gördün mü, kayaya vardığımızda ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana unutturan ancak şeytandır, dedi. Bunun üzerine Musa hizmetçisine :

  Bizim aradığımız buydu, dedi. Hemen kendi İzlerini takib ederek geri döndüler. Ve Hızır'ı buldular. Artık onların halüşanlan Allah'ın kita-bmda hikaye ettiği şekilde oldu.»

Yalnız Yûnus: «Denizde balığın izini takib ediyordu.» demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «İlim», «Ehâdisû'l-Enbiya», «Tevhid», «Nüzûr», «Tefsir», «İcâre» ve «Şurût» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî   «Teisir»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Bu hadîste bahsi geçen Musa, 'Benî İsrail'in Peygamberi Musa b. İmrân (Aleyhisselâm) 'dır. Ve Hz. Yakub'un sülâle-sindendir. Yüzyirmi sene yaşamıştır. Yüzaltmış sene yaşadığını söyleyen­ler de vardır. Bir rivayete göre tufandan binaltıyüzyirmi sene sonra Tıh sahrasında vefat etmiştir. Bâzılarına göre Musa Mûşî'den alınmıştır. Bu ismi kendisine veren Firavunun karısı  Âsiye binti Müzâhim'dir. Hz. Musa, Ni1 nehrinde ağaçlar arasında bir tabutta bulunduğu için kendisine hâline göre bu isim verilmiştir. Çünkü kipti di­linde «Mû» su demektir. «Şî» de ağaç mânâsına gelir. İki kelime yanyana getirilerek «Muşî» olmuş. Sonra Musa denilmiştir. Bâzılarına göro Musa Arabcadır. Ve nekre halde munsarif bir isimdir. Kisâî , gayrı munsarif olduğunu söylemiştir.

Anlaşılıyor ki, Nevf El-Bikâlî ismindeki zât Kehf sû­resinde zikri geçen Musa 'mn Firavun‘un sarayında büyüyen ve ona Peygamber gönderilen Musa b. İmrân olmadığını Hizır'la görüşen bu Musa 'mn Yûsuf (Aleyhisselâmym. torunu Musa b. Mişa olduğunu söylemiştir. İlk Musa bu zâttır. O da Peygamber olmuştur. Tevrat ehline göre Hızır'la görüşen bu zat ise de, gerek Müslim 'in, gerekse Buhârî ve diğer «Sünen» sa­hiplerinin rivayet ettikleri sahîh hadîse göre Hızır'la görüşen o değil, Firavunun sarayında büyüyen   Musa b. îmran 'dır.

Babımızın birinci rivayetinde bu husûsda sual soranın Saîd b. Cübeyr, cevap verenin de îbni Abbâs olduğunu, son riva­yetinde ise bu babdaki münakaşanın Hur b. Kays ile îbni Abbâs arasında geçtiği bildirilmektedir, İhtimal ki, tbni Ab­bâsla Hur b. Kays'in bu babdaki münakaşalarından sonra Saîd b. Cübeyr de aynı meseleyi îbni Abbâsa sormuş, her ikisinden rivayet bundan ileri gelmiştir. Hz. Musa 'mn, Musa b. Mışa olduğunu iddia eden Nevf Şl-Bikâlî, Hımyer kabilesine mensub Nevf b. Fedâle 'dir. Bu zât Ka'bul-Ahbar'm o&ullugu yâni karısının çocukudur. Bâzıları kardeşi oğlu olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû Yezid imiş. Ebû Rûsd olduğunu söyleyenler de vardır. Âlim, fâzıl, hakîm bir zât onu, kadılık yapmıştır. Dimesklilerin imamı sayılır. îbni Abbâs (Radfyo^ahu anh) in onun hakkında: «Allah'ın düşmanı va'an söylemiş» seklinde konulması onun hakikaten Allah'ın düşmanı oldu&una inandığı için de&il, sözimü mübalâğalı bir şekilde reddetmek, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*in hadîsine aykin düsen iddiasından ağır sözlerle vazgeçirmek içindir. İbni Abbâs bu sözleri öfke ile söylemiştir. Ulemânın beyânına göre: Gadap halinde söylenen sözlerin hakikatlan kastedilmez. îbni Tîn diyor ki: «İbni Abbas, Nevfî Allah'ın velîsi olmaktan çıkarmak is­tememiştir. Lâkin ulemânın kalbleri hakikatin gayrisini işittikleri zaman nefret duyar ve bu gibi sözleri söyleyerek onu men etmek, ondan sakın­dırmak isterler. Söylediklerinin hakikatini kasdetmezler.

Hızır yahut Hazır Belya b. Melkân ismindeki zattır. Künyesi Ebû'l-Abbâs 'dır, İsminin Kely ân yahut Ahmed olduğunu söyleyenler de vardır. Kendisine Hızr denilme­sinin sebebi sahih rivayetlere göre beyaz bir postekinin üzerine oturup bostekinin arkadan yemyeşil olarak sallanmaya başlamasıdır. Bu postekiden murad yeryüzüdür. Bâzılarına göre Hızr denilmesine sebep yüzünün güzelliği ve parlaklığıdır. Ulemâdan bazıları onun Nûh (Aleyhisselâm)’ın sülâlesinden geldiğini, bir takımları da İshak (Aleyhisselâm)'in torunlarından olduğunu   söylerler. Hattâ Musa (Aleyhisselâm)'in Firavnımn oğlu olduğunu söyleyenler de olmuşsa da bu kavi cidden garib görülmüştür. îbni Abbâs 'dan bir rivayete göre Hızr (Aleyhisselâm)’ın Hz. Âdem'in oğlu olduğu, eceli te'hir edile­rek Deccal'm yalancılığını meydana çıkarmcaya kadar kendisine Ömür ve­rildiği rivayet olunmuştur. Fakat bu hadîs de munkatı ve garibdir.

Rivayete göre Hızr (Aleyhisselâm) Hayat Suyu denilen sudan iç­miş, onun için kendisine uzun ömür verilmiştir. Buharı Jnin bir riva­yetinde bu suyun bir ağacın dibinden kaynadığı, içine düşen her şeyin canlandığı, Hz. Musa 'nm balığına da ondan isabet ettiği için dirildiği bildirilmektedir. Hızr (Aleyhisselâm) 'm Peygamber mi, yoksa Velî mi olduğu ve halen yaşayıp yaşamadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Peygam­berliğine kal olanlar, çocuğu öldürdüğü zaman : «Ben bu işi kendiliğim­den yapmadım...» demesiyle istidlal ederler. Çünkü kendiliğinden yapma­ması onu Allah'ın emriyle öldürmüş olmasını iktiza eder. Bu da onun vahye mazhar bir Peygamber olduğunu, hattâ Hz. Musa 'dan daha âlim bulunduğunu gösterir. Zira velî olsa Musa (Aleyhisselâm) 'dan da­ha âlim olması mümkün sayılamazdı.

Velî olduğunu iddia edenler Hızr'a bu emrin o zamanın Peygam­beri tarafından verilmiş olması caizdir, demişlerdir.

Müfessirlerden Sa1ebî'ye göre Hızr (Aleyhisselâm) uzun ömürlü bir Peygamberdir. İnsanların ekserisine görünmez. Âhir zamana, yâni Kur'ân-ı Kerîm'in kaldırılmasına kadar yaşayacağı söy­lenir. Yine Sa1ebi'nin beyânına gb're Hızr (Aleyhisselâm) Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır. Bu husustaki üç kavilden biri budur. Diğer bir kavle göre onun zamanından az sonra dünyaya gelmiş; üçüncü kavle göre Hz. İbrahim 'den çok zaman sonra doğmuştur.

Nevevî diyor ki: «Cumhûr-u ulemâya göre' Hızr (Aleyhisselâm) sağdır; aramızda bulunmaktadır. Bu cihet Safiyye ile Salah ve Marifet erbabına göre ittifak dir. Onu gördüğünü söyleyenler ve onunla buluşarak kendisinden ilim aldığını, aralarında sualli cevaplı mu­havere geçtiğini söyleyenler, şerefli ve hayırlı yerlerde bulunduğunu nak­ledenle/1 sayılmayacak kadar çok; gizlenmeyecek kadar meşhurdur.»

Ebû Amr îbni Salah: «Cumhûr-u ulemâ ile sulehaya göre Hızr sağdır. Avam tabakaları da bu hususta beraberdir; onu inkâr hususunda yalnız bazı hadîs imamları şüzûz göstermişlerdir. O bir Peygamberdir.» diyor.

Kuşeyrî ile ulemâdan birçoklarına göre Hızr (Aleyhisselâm) Peygamber değil, yelidir. Ma'rûdi bu hususta üç kavil olduğunu söylemiştir. Bunlardan birinciye göre Hızr (Aleyhisselâm) Peygamber, ikinciye göre velî/üçüncüye göre melekdir. Nevevî bu üçüncü kav­lin garib ve bâtıl bir söz olduğunu söylemiştir.

Buhârî, İbrâhimi Harbî, İbni Münâvî, îbni Cevzîve diğer bir takım ulemâ Hızr (Aleyhisselâm)'m vefat etti­ğine kânidirler.

Hz. Musa 'nın hizmetçisinden murad Yuşab. Nûn'dur. Bu zat Yûsuf (Aleyhisselâm)'ın sülâlesindendir. Rivayete göre Hz. Mu­sa'nın hizmetinde bulunur, ona tabî olurdu. Ondan ilim alırdığım söy­leyenler de vardır.

Allah Teâlâ Hazretlerinin Hz. Mûsa'yi muaheze buyurması ilmi Allah'a havale etmeyip, kendisinin herkesten âlim olduğunu söylediği içindir. Übey (Radiyallahu anh): «Musa, ilmine mağrur oldu. Allah da onu Hızr'dan gördüğü şeylerle muaheze eyledi» demiştir. Ulemâ Hz. Mu­sa ile Hızr görüşmesini Mûsa (Aleyhisselâm) için bir tenbih, ondan sonra gelecekler için, kendilerini temize çekerek büyüklenmesinler diye bir ta'lim kabul etmişlerdir.

Mecmaul-Bahreyn: îki denizin toplanıp bir araya geldiği yer demek­tir. Bundan murad ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunun Sebte Boğazı Basra Körfezi ile Akdeniz, hattâ İstanbul Boğazı olduğunu söyleyenler vardır. Bu rivayetlere göre iki denizin bir­leştiği yerden murad kimi Süveyş Kanalı, İstanbul Boğazı gibi bir boğaz, kimi de bir berzah olduğu hatıra gelir. Elmalılı Muham-med Hamdi Yazır merhuma göre hadîsdeki sahradan murad büyük bir ihtimal ile Kudüs 'deki sahradır. Balığın oradan denize dö­külen bir çaya atlayarak denize gitmiş olması pek mümkündür. Müfessir-ler dâima iki denizin birleştiği yerden bahsetmiş, fakat Bahreyn is­mini taşıyan bir yerden söz etmemişlerdir. Halbuki Hind Okyanusu sahilinde Basra ile Umman arasında bulunan bir kıt'anın adı da Bahreyn 'dir. Muhamnied Hamdi Yazır bunun da üzerinde durmuştur. Ona göre daha evvel Medren'e gitmiş olan Hz. Musa 'nın, daha sonra Bahreyn'e bir seyahat yapmış olması ihtimalden uzak değildir.Bahreyn 'den muradın biri acı, biri tatlı iki büyük su olduğunu söyleyenler de vardır. Ki bu takdirde iki deryanın toplandığı yerden murad bir nehirle denizin birleştiği yer olur.

Hz. Mûsa'ya Hızr (Aleyhisselâm) burada yâni iki deryanın birleştiği yerde bulacağı bildirilmiş. Balığı kaybetmesi Hızr (Aleyhisselâm)'ı bulmasına alâmet olarak gösterilmiştir. Hızr (Aleyhisselâm) ile buluştuktan sonra gemiye ikisinin bindiğinden bahse­dildiğine göre, hizmetçiyi karada bıraktıkları hatıra geliyorsa da onu da yanlarından bırakmamışlardır. Ondan bahsedilmemesi maksadda dâhil olmadığı piçindir. Çünkü maksad Hz. İsâ ile Hızr'in buluşmaları ve Hızr (Aleyhisselâm) 'm Hz. Musa 'dan daha âlim olduğunu gös­termektir,

Hızr (Aleyhisselâm) 'in Hz. Musa 'dan âlim olması mutlak suret­te değil, kendinin de beyân ettiği vecihle bir hususa dâir bilgilerdedir. Yâni gaibe ait bilgilerde Hızr, Mûsâ'dan; şeriata ait bilgilerde Mu­sa (Aleyhisselâm) Hızr'dan daha âlimdir. Şöyle de denilebilir; Bütün Peygamberlerin bilmesi lâzım gelen umumî bilgilerde Hz. Musa 'nın ilmi daha geniş, Peygamberlerin bilmedikleri gaibe ve kadere ait hususî bilgilerde Hızr daha âlimdir.

Ulemânın beyânına göre Hızr (Aleyhisselâm)'in öldürdüğü çocuk henüz sabi olup bulûğa ermemişti. Cumhurun kavli bu olmakla beraber bir taifeye göre çocuk bulûğa ermiş, fakat fâsıt amellerle meşgul oluyor­du. Çünkü hadîsde kısasdan bahsedilmektedir. Çocuk âkil baliğ olmasa kısasdan bahsedilemezdi. Zîra sabiden dolayı kısas yoktur. Bir de İbni Abbâs'in kıraatine göre çocuk kâfir idi. Maamafih bunlara cevab ve­rilmiş : Hadîsden murad çocuğu haksız yere öldürdüğüne tenbihdir. Bir de o kavmin şeriatına göre ihtimal ki sabî için de kısas lâzım gelirdi. Ibni Abbâs Hazretlerinin okuduğu âyetse şâzzdır. Onunla amel vâcib olmaz, denilmiştir.

Hızr 'la Musa (Aleyhisselâm)'m beraberce vardıkları karye İbni Abbâs'a göre Antakya 'dır. İbni Şîrîn bunun Eyle   olduğunu söylemiştir.

Hızr (Aleyhisselâm)'m denizden gagasıyle sular alan kuşu göstere­rek : «Benimle senin ilmin Allah'ın ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadardır.» sözünden murad zahiri mânâsı değildir. Burada onun mânâsı: Allah'ın ilmine nisbetle senin ve benim ilmim şu kuşun gagasmdaki suyun denize nisbeti gibidir. Yâni son derece azdır, demektir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- İbni Battal ilim hususunda her iki tarafından hak peşin­de olmaları şartiyle münakaşa ve mücadele etmenin caiz olduğunu söyle­miştir.

2- Münakaşa esnasında İlim ehlinin sözünü kabul etmek gerekir.

3- Âlimin bildiği ile yetinmeyip daha fazla şeyler öğrenmeye ça­lışması icab eder. Nitekim Hz. Musa öyle yapmıştır.

4- Sefer için yiyecek hazırlayıp beraberinde götürmek caizdir. Bu husûsda sofiyye muhalefet etmiştir.

5- Âlim bir zâta, ondan daha aşağı mertebede bulunan bir kimsenin hizmet ederek ihtiyacını karşılaması caizdir,

6- İlim tahsili için karada ve denizde seyahat caizdir.

7- Haber-i Vâhid makbuldür.

8- Evliyanın kerameti haktır.

9- İcabında başkasından yiyecek istemek caizdir.

10- İcâre yâni kiraya verme caizdir.

11- Sahibinin rızasıyla deniz ve kara vâsıtalarıyle benzerlerine ücret­siz binmek caizdir.

12- Hilafı anlaşılıncaya kadar zahirle' hükmetmek caizdir.

13- Ehveni şerreyn irtikab olunur. Nitekim Hızr (Aleyhisselâm) bütün geminin gasbedilmesini önlemek için gemiyi yaralamıştır.

14- Hikmeti anlaşılsın anlaşılmasın şeriatın getirdiği her şeyi kabul ve teslim vâcibdir. Bu büyük bir kaidedir.

15- Hadîs-i şerif   Hızr (Aleyhisselâm)'m peygamberliğine kail olan­lara delildir.

16- Musa (Aleyhisselâm) Hızr kıssası Benî îsrâi1'in Tih sahrasında bulundukları yıllara rastlar. Hızr'la mülakatından sonra Hz. Musa yine oraya dönmüştür. Maamafih bu vak'anm Mı­sır 'dan çıkmazdan önce olduğunu söyleyenler de vardır.

 



[1] Sûre. 

[2] Sûre. 

[3] Sûre.

[4] Sûre-i Duhâ.

[5] Sûre

[6] Hz. Enes'in künyesi Ebû Hamza'dır.

[7] Medine'nin bir adı Tâbe'dir

[8] Kaacî lyâz ; Buradaki abd kelimesinin  hata olduğunu söylemiştir. Doğrusu Beni Hâris'dir

[9] Nu'man'dan rivayet eden Ebû Hâzim'dir. Yâni bir defa Sehl'den. bir defa da Nu'man'dan rivayet etmiştir.

[10] Üvey babası

[11] İbn-I Hâman'ın rivayetin  de bunun yerine Muhammed b. Hatim ko­nulmuştur

[12] Sûre-i Muhammed, Âyet : 19.

[13] Sûre-i Nisa, Âyet:  75

[14] Süre-i Maide,  Âyet:   101

[15] Sûre-i Ahzab, Âyet:  57

[16] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet: 36

[17] Sûre-İ Ahzab, Âyet: 69