44 - SAHABE  (Radiyallahu anh)'ÜN FAZİLETLERİ BAHSİ. 4

1- Ebu Bekri Sıddıki (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab. 4

2- Ömer (Radiyallahu anh) Faziletlerine Dair Bir Bab. 9

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 12

3- Osman B. Affan (Radiyallahü anh) 'ın Faziletlerine Dair Bir Bab. 14

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 16

4- Ali B. Ebi Talib (Radıvallahü anh)ın Faziletlerine Dair Bir Bab. 16

Bu Hadisden Çıkıarılan Hüümler:. 19

5- Sa'd b, Ebi Vakkas  (Radiyallahû anh)'ın Fazileti Hakkında Bir Bab. 20

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 21

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 22

6- Talha İle Zübeyr (Radiyallahu anh) 'nın Faziletlerine Dair Bir Bab. 23

7- Ebü Ubeyde b. Cerrah (Radiyaliahu anh) 'nın Faziletleri Babı. 25

8- Hasan'la Hüseyin (Radhallam anhûma) 'nın Faziletleri Babı. 26

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 27

9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ehl-i Beytinin Faziletleri Babı. 28

10- Zeyd b. Harise İle Üsame b. Zeyd (Radiyallahu anhüma) 'nın Faziletleri  Babı  28

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 29

11- Abdullah b. Ca'fer (Radiyallahû anhüma) 'in Faziletleri Babı. 29

12- Ümmü'l-Mü'minin Hadice (Radiyallahû anhûma) 'nin Faziletleri Babı. 30

13- Aişe (Radiyallahü anhâ) 'nin Fazileti Hakkında Bir Bab. 33

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 37

14- Ümmü Zer Hadisinin Zikri Babı. 37

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 40

15- Fatime Binti Nebi (Aleyhisselâm)'in Faziletleri Babı. 40

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 42

16- Ümmü'l-Mü'minin Ümmü Seleme (Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden Bir Bab  43

17- Ümmü'l-Mü'minin  Zeyneb (Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden Bir Bab  43

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler. 44

18- Ümmü Eymen (Radiyallahu anha)'nın Faziletlerinden Bir Bab. 44

Bu Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 44

19- Enes B.  Malik’in Anne Ümmü  Süleym İle Bilal (Radiyalîahâ ânha)’ın Faziletlerinden Bir Bab. 44

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 45

20- Ebu  Talhate'l-Ensari (Radryaüahuanh)'ın Faziletlerinden Bir Bab. 45

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 46

21- Bilal (Radiyallahu anha)’ın Faziletlerine Dair  Bir Bab. 46

22- Abdullah B. Mes'ud İle Annesi (Radiyallahu anha) Faziletlerinden Bir Bab. 46

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 48

23- Übey B. Ka'b ve Ensardan Bir Cemaat (Radiyallahu anhüm)’ın Faziletlerinden Bir Bab  49

24- Said B. Muaz (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab. 50

25- Ebu Dücane Simak B. Hareşe (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab. 52

26- Cabir'in Babası Abdullah B. Amr B. Hıram (Radiyallahu anha)’ın Faziletlerinden Bir Bab  52

27- Cüleybib Radiuallahu anh)’ın Faziletlerinden Bir  Bab. 53

28- Ebu Zer (Radiyalhhu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab. 53

29- Cerir B. Abdillah (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab. 57

Çıkaılan Hükümler:. 57

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 58

30- Abdullah B. Abbas (Radiyallahû anh) 'nın Faziletleri Babı. 58

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 58

31- Abdullah B. Ömer (Radiyallahu anhuma)’nın Faziletlerinden Bir Bab. 58

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 59

32- Enes B. Malik (Radtyallahu arha)'in Faziletlerinden Bir Bab. 59

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 60

Hadisi Şerif'den Çıkarılan Hükümler:. 61

33 - Abdullah B. Selam (Radiyallahu anh) 'ın Faziletlerinden Bir Bab. 61

34 - Hassan B. Sait (Radiyallahu anh)ın  Faziletleri Babı. 63

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 63

35- Ebu H hüreyrete’d-Devsi(Radiyallahu anh) Faziletlerinden Bir Bab. 66

36- Bedir Gazilerinin (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab ve Hatib b. Ebi Beltea Kıssası. 67

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 68

37- Ashab-ı Şecerenin Yani Bey'at-ı Rıdvan'da Bulunanların (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab. 68

38- Ebü Musa'l-Eş'ari İle Ebü Âmiri Eş'ari (Radiyallahû anhüma) ‘ın Faziletlerinden Bir Bab  69

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :. 70

39- Eş'arillerin (Radiyallahu anhiim) Faziletlerinden Bir Bab. 71

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :. 71

40- Ebü Süfyan b. Harb (Radiyaüahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab. 71

41- Ca'er b. Ebi Talib Île Esma Binti Umeys'in ve Gemilerindekilerin (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab. 72

42 - Selman, Suhayb ve Bilal (RadiyaHahû anhûm)’ün Faziletlerinden Bir Bab. 73

43- Ensar (Radiyalîahu anhüm) 'ün Faziletlerinden Bir Bab. 74

44- Ensar (Radiyallahu anhüm) 'ün Hanelerinin En Hayırlısı Hakkında Bir Bab  75

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 76

45- Ensar (Radiyallahu anhüm) İle Güzel Geçinme Hususunda Bir Bab. 76

46- Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in Gıfar ve Eşlem Kabilelerine Duası Babı  76

47- Gıfar, Eslem, Cüheyne, Eşca Müzeyne, Temim, Devs ve Tayyi' Kabilelerinin Faziletlerinden Bir Bab. 78

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 80

48- İnsanların En Hayırlıları Babı. 81

49- Kureyş Kadınlarının Faziletlerine Dair Bir Bab. 81

50- Peygamber (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) 'in Ashabı (Radiyallahu anhüm) Arasında Kardeşlik Akdetmesi Babı. 82

51- Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bekası Ashabı İçin Emniyet, Ashabının Bekası da Ümmet İçin Emniyet Olduğunu Beyan Babı. 83

52- Sahabenin Fazileti, Sonra Onların Ardından Gelenlerin, Sonra Onların Ardından Gelenlerin Faziletleri Babı. 83

53- Peygamber (Sallaîlahii Aleyhi ve Sellem)in : «Hiç Bir Yüz  Sene Gelmez ki, Yeryüzünde Bugün Doğan Bir Kimse Kalsın» Hadisi Babı. 86

54- Sahabe (Radiyallahu anhüm)'e Sövmenin Haram Kılınması Babı. 87

55- Üveysü'l-Karani (Radiyailahü anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab. 88

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 89

56- Peygamber (SatlallahU Aleyhi ve Sellem) 'in Mısırlılar Hakkındaki Vasiyyeti Babı  89

57- Umanlıların Fazileti Babı. 90

58- Sakif'in Yalancısının ve Onu Helak Edenin Beyanı Babı. 90

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 91

59- Acemlerin Fazileti Babı. 91

60- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in : «İnsanlar, İçlerinde Binilecek Bir Tane Bulamadığın Yüz Deve Gibidir.» Hadisi Babı. 92


44 - SAHABE  (Radiyallahu anh)'ÜN FAZİLETLERİ BAHSİ

 

1- Ebu Bekri Sıddıki (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab

 

1- (2381) Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd ve Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet ettiler. Abdullah: Ahberana; ötekiler ise Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Habbân b. Hilal rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bİie Sa­bit rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti. Ona da Ebû Bekr'i Siddîk rivayet etmiş. Ebû Bekr şöyle demiş: Bii mağarada iken başlarımızın üzerinde müşriklerin ayaklarını gördüm. Ve :

— Yâ Resûlallah! Birisi ayaklarına baksa; ayaklarının altında bizi görecek! dedim.

«Yâ Ebâ Bekr, üçüncüsü Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun!» buyurdular.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu-Fadâili-Eshab» ile «Hicret, bahsin­den;  Tirmizî  «Tefsîr»'de tahric etmişlerdir.

İki kişiden murad Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) île Hz. Ebû Bekr, üçüncüsü de Allah'ın kudret ve yardımıdır. Hadîsin bir rivaye­tinde :

«Sus yâ Ebâ Bekir! iki kişi; üçüncüsü Allah!» buyurulmuştur. Bu ha­dîsin mübtedası mahzufdur. Cümle: Biz iki kişiyiz, Allah bu iki kişiye yardımcıdır, takdirindedir.

İmam Kbû Abdullah El-Mâziri diyor ki : «Ulernâ sahabenin birbirlerinden üstün çıkarılması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir taife : Biz fark yapmayız, bilâkis bundan çekiniriz, demiş; cumhur far­ka kail olmuşlardır. Sonra ihtilâf etmişler; Ehl-i Sünnet: Sahabenin ef-dali Ebû Bekr-i Sıddîk 'dir demiş; Hattâbî'ye onların efdali Ömer b. Hattâb 'dır iddiasında bulunmuş; Kâvendiyye fırkası Abbâs'in hepsinden efdal olduğunu söylemiş, Şîiler ise bunun Hz. A1i olduğuna kail olmuşlardır. Ehl-i sünnet, saha­benin en faziletlisi Ebû Bekr, ondan sonra Ömer olduğuna ittifak etmiş; bunların cumhuru ondan sonra Osman, daha sonra A1i geldiğini söylemişlerdir. Küfe'li bâzı ehl-i sünnet âlimleri Ali'nin Osman'dan önce geldiğini söylemişlerse de, sahîh ve meşhur olan Osman'in Ali 'den efdal sayümasıdır.» Ebû Mansûr Bağ­dadî diyor ki: «Ulemâmız bu tertib üzere dört halifenin, sahabenin eri faziletlileri olduğuna, sonra cennetle müjdelenen on kişi, sonra Be­dir gazileri, sonra Uhud gazileri, sonra Bey'ati Rıdvan'da bulunanlar­la ensardan her iki Akebe bey'atmda bulunan meziyet sahipleri ve keza sabikûnu evvelûn geldiğine icma etmişlerdir. Sabikûnu evvelûndan mu­rad   nü Müseyye b ile bir taifeye göre, iki kıbleye doğru na­maz kılmış olanlardır. Şa'bi'nin kavline göre Bey'atü'r-Uıdvân'da bu­lunanlar Atâ üe Muhammed b. Ka'b'a göre de Bedir gazileridir.>

Kaadî Iyâz'm beyânına göre içlerinde İbni Abdi1 -Berr de bulunan bir takım ulemâ Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)in hayatında vefat eden ashabın, onun hayatından sonra sağ kalanlardan daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Fakat mutlak olan bu söz kabul görmemiştir. Bu farkın kat'î olup olmadığında hem zahire, hem bâtına göre mi, yoksa sadece zahire göre mi olduğunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebû'l-Hasen El-Eş'arî kat'î olduğunu söylemiş r «Bunlar fazilet hususunda da halifelikleri tertibine göredir.» demiştir. Ebu Bekri Bakıllânî ise bu farkın kat'î değil, zannî ve içti­hadı olduğunu söylemiş, ulemanın bu fark hususundaki ihtilâfını zikret­miştir.

Ulemâ Hz. Âişe ile Hz. Hatic 'nin ve keza Âişe ile Fâtma (Radiyaliahü anha)'mn hangisi efdal olduğunda da ihtilâf etmiş­lerdir.

Nevevî diyor ki: «Osman (Radiyallahu anh) 'in halifeliği bilicma sahihtir. O mazlum -olarak şehid edilmiş, kendisini bir takım fasıklar öl­dürmüşlerdir. Ashab-ı kiram'dan onu öldürmeye iştirak eden yoktur. Onu el-ayak takımı ve.kabilelerin en adî ve sefilleri öldürmüşler, Ashab-ı ki­ramın mevcut olanları bunları defetmekten âciz kalmışlardır. Nihayet reziller gurubu onu muhasara ederek öldürmüşlerdir.

A1i (Raâiyallahu anh) 'a gelince onun hilâfeti bilicma sahihtir. Kendi zamanında Halife o idi. Başkasının hilâfet hakkı yoktu.

Muâviye (Radiyallahu anh) ise âdil, fâzıl ve necib Ashab-ı kirâm-dandır.

Olup biten harplere gelince : Bu harpler sebebiyle her taifede bir şüphe hâsıl olmuştu ki, bu şüphe sebebiyle her taife kendinin doğru ha­reket ettiğine inanıyordu. Ashabın hepsi âdildirler. Allah-onlardan razı olsun. Harblerinde ve sâirede ise tevilcidirler. Bu te'vilcilik onlardan hiç birini adaletten çıkarmamıştır. Çünkü onlar müctahiddirler. İctihadi bir takım meselelerde ihtilâf etmişlerdir. Nitekim onlardan sonra gelen müctehidler de kan ve şâire meselelerinde ihtilâf etmişlerdir. Bundan, onlar­dan herhangi birinin eksik taraflı olması lâzım gelmez.

Bilmiş ol ki, bu harblerin sebebi, dâvaların şiddetle birbirine benzer olmasıdır. Bundan dolayı ashabın icühadları muhtelif olmuş, kendileri üç kısma ayrılmışlardır.

Bir kısma göre ictihad sayesinde hakkın bu tarafda olduğu, muhali­finin âsî sayıldığı anlaşılmıştır. Bunların itikadına göre âsî ve bâği olan muhalifle harbetmek vâcibdir. Onlar da bunu yapmıştır...

İkinci kısım birincilerin tam aksinedir. Onlar da ictihad sayesinde hakkın karşı tarafda olduğunu anlamışlardır. Binâenaleyh o tarafa yar­dım etmek vâcibdir.

Üçüncü kısım hiç bir tarafı tercih edemeyip hayrette kalanlar ve ne hüküm vereceğini bilemeyenlerdir. Bunlar her iki fırkadan uzak kalmış­lardır. Bu hareket onlar hakkında vâcibdir. Çünkü: Bir müslümanın ölü­mü hakettiği anlaşılmadıkça üzerine hücum etmek helâl değildir. Bunlar iki tarafdan birinin tercih edileceğini ve hakkın onunla olduğunu anlasa­lar yardımdan geri kalmaları caiz olmazdı. Binâenaleyh hepsi mazurdur­lar, Allah kendilerinden razı olsun. Bundan dolayıdır ki, Ehl-i Hak ve icmâına îtimad olunan ulemâ bu zevatın şahitliklerinin ve rivayetlerinin kabulüne, adaletlerinin kemâline ittifak etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bu kadar tehlikeli bir anda bile sonsuz tevekkül sahibi olduğuna ve Hz. Ebû B e k r 'in faziletine delildir.

 

2- (2382) Bize Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Ebû'n-Nadr'-dan, o da Ubeyd b. Huneyn'den, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sailailahü A leyhı ve Sellem) minberin üzerine oturarak şöyle bu­yurmuş :

«Bİr kul ki, Allah kendisini dünya nimetlerini vermekle kendi nezdin-dekiler arasında muhayyer bırakmış, o da onun nezdindekileri seçmiştir.» Bunun' üzerine Ebû Bekr ağlamış ve ağlamış. Sonra şunu söylemiş ;

— Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik.

Ebû Saîd demiş ki, muhayyer bırakılan Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) idi. Ebû Bekr de onu en iyi bilenimiz idi.

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Şüphesiz ki, bana matı ve sohbeti hususunda insanların en cömerdi Ebû Bekr'dir. Ben dost ittihaz edecek olsaydım mutlaka Ebû Bekr'i dost it­tihaz ederdim. Lâkın din kardeşliği (efdaldir).

Mescidde Ebû Bekr'in kapısından [1] başka hiç bir kapı bırakilmıyacaktır.»

 

(...) Bize Saîd b. Maıısûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Füleyh b. Sü­leyman, Sâlİm'den, o da Ebû'n-Nadr'dan, o da Ubeyd b. Huneyn ile Büsr b. Saîd'den, onlar da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivayet etti. ŞÖyle de­miş : Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) bir gün hutbe okudu...

Râvi Mâlik'in hadîsi gibi rivayet etmiştir.

 

3- (2383) Bize Muhammed h. Beşşâr El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, İsmail b. Recâ'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Abdullah b. Ebî'l-Hüzeyli Ebû'l-Ahvas'dan naklen rivayet ederken dinledim. (Demiş ki) : Ben Abdullah b. Mes'ud'u Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selltem)den naklen rivayet eder. ken dinledim. Şöyle buyurmuşlar :

«Ben dost İttihaz edecek olsam mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz eder­dim. Lâkin o benim kardeşim ve arkadaşımdır. Gerçekten Allah (Azze ve Celle) sahibinizi halil ittihaz etmiştir.»

 

4- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Ebû'l-Ahvas'dan, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar :

«Ben ümmetimden birini dost ittihaz edecek olsam; mutlaka Ebû Bekr'i ittihaz ederdim.»

 

5- (...) Bize yine Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdürrahman rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Süfyân, Ebû İshâk'dan, o da Ebû'İ-Ahvas'dan, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cafer b. Avn haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû Umeys, İbnü Ebî Müleyke'den, o da Ahdullah'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Ben dost ittihaz edecek olsam, mutlaka İbni Ebî Kuhafe'yi dost ittihaz ederdim!»  buyurdular.

 

6- (...) Bize Osman b. Ebî Şeyhe île Ziiheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Ahberana, ötekiler : Haddesena tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Cerir, Muğîre'den, o da Vâstf b. Hayyan'-dan, o da Abdullah b. Ebî'l-Hüzeyl'den, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti.

«Ben yeryüzü halkından dost ittihaz edecek olsam mutlaka İbni Ebî Kuhâfe'yi dost ittihaz ederdim. Lakin sîzin sahibiniz HaliMiah'dir.»buyurmuşlar.

 

7- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ile Veki' rivayet ettiler. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi. H.

Bize İbni Ebî Ömer dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvilerden hepsi A'meş'den rivayet etmişlerdir. H.

Bize Muhammed b. Abdillah fe. Nümeyr ile Ebû Saîd EI-Eşecc de ri­vayet ettiler. Lâfız her ikisinindir. (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Dikkat edin, ben her dostun dostluğundan beraet ediyorum. Ben dost ittihaz edecek olsaydım mutlaka Ebu Bekr'i dost ittihaz ederdim. Muhakkak sahibiniz Halİlullah'dır.» buyurdular.

Ebû Saîd rivayetini Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabının ne dere­ce mütenebbih olup anlayacaklarını denemek için ismini söylemeyerek:

«Bir kul ki, Allah kendisini dünya nimetleri vermekle kendi nezdinde-kiler arasında muhayyer bırakmıştır.» demiş ve bununla Allah'ın kendisini yaşamakla ölmek arasında muhayyer bıraktığını, kendisinin de ölümü tercih ettiğini anlatmak istemiştir. Bu mânâyı Hz. Ebû Bekr der­hal anlayarak ağlamaya başlamış ve ağlaması dineceği yerde gittikçe art­mıştır. Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik demesi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatının yakın olduğunu anladığı içindir. Sair ashab-ı kiram Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seİlem) 'in maksadını an­layamamış; Ebû Bekr'in bu sözüne ve ağlamasına şaşmışlardır. Bu husûsda, Buharı 'nin rivayetinde şöyle denilmektedir : «Biz Ebû Bekr'e şaştık, cemâat birbirlerine : Şu şeyhe bakın! Resûlüllah {Sallallah'ü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın kendisine dünya nimetleri vermesiyle kendi nez-dindekiler arasında muhayyer bıraktığı bir kulu haber veriyor, o ise: Sa­na babalarımızı, annelerimizi feda ettik, diyor! dediler.» Filhakika mu­hayyer bırakılan kulun Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğunu Hz. Ebû Bekr  herkesten önce anlamıştı. Durmadan ağlaması bundandı.

Halil, yakın dost demektir. Kaadî Iyâz'm beyânına göre hai­lenin aslı hücet, fakirlik ve inkıta' mânâsına gelir. Halilullah'ın mânâsı başka şeylerden alâkasını kesip kendini Allah'a veren demektir. Bazıları hacetim yalnız Allah'dan bekleyen mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime: «Hılle» ve «Hülle» şekillerinde de okunmuştur. Bazı­ları bunun ihtisas mânâsına geldiğini, diğerleri safisini süzmek olduğunu söylemişlerdir. Bu kelime esasen muhabbet ve sevgi manasınadır. Halil sevdiğinden başkasına kalbinde yer kalmayan sevgili manâsına gelir, di­yenler de vardır. Bazı hadîslerde Peygamfcer (Sallallahü Aleyhi ve Selietn) : «Ben Allah'ın habİbiyim...» buyurmuştur. Habib de sevgili demektir. Bundan dolayı kelâm ulemâsı habibin mi, yoksa haîiîin mi daha yüksek bir sevgi ifâde ettiği hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bâzıları bu iki ke­limenin aynı mânâya geldiğini söylemiş; bir takımları habibin daha yük­sek bir mânâ taşıdığını, diğerleri halilin ondan daha yüksek mânâ ifade ettiğini söylemişlerdir.    Demişlerdir ki:   «ResûlüIIah  (Sallaltahii Aleyhi ve Sellem):

«Lâkin sîzin sahibiniz Haliluilah'dır.» sözüyle kendisini kasdetmiştir. Yâni: Ben ancak Allah'ın haliliyim, demek istemiştir. Şu halde Halil, Habibden daha yakın sevgili mânâsına gelir. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Setlem> kullardan hiç bir kimseyi halil ittihaz etmedi­ğini bildirmektedir. Halbuki habiblik sıfatı yalnız Allah'a tahsis ettiği mu­habbete mahsus değildir. Onun Hz. Hatice'ye, Âişe'ye, Ebû Bekr'e, Üsâme'ye, onun babası Zeyd'e, Hz. Fâtıma'ya, oğulları Hasan ile Hüseyin'e ve diğer zevata karşı muhabbeti vardı.» Maamafih mânâ itibariyle habibin halilden daha yüksek olduğunu söyleyenlerin sayısı daha fazladır.

Allah'ın kulunu sevmesinden maksad, kendisine ibâdet ve tâat hu­susunda imkân vermesi, hidâyet ve rahmet buyurması, nice eltafma mu­vaffak kılmasıdır. Kaadî Iyâz diyor ki: «Bu muhabbetin başlan­gıcıdır. Nihayeti ise kulun kalbinden perdeyi açmasıdır. Tâ ki kul onu ba­sireti ile görmeye başlar. Nitekim sahîh hadîste :

«Ben kulumu seversem artık kendisiyle gördüğü gözü ben olurum... ilâh.»  buyurulmustur.»

Hz. Ebû Hüreyre gibi bazı Ashab-ı kiram Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında «Halİlim» tâbirini kullanmışlardır. Fakat bu tâbir inkıta mânâsında kullanıldığı için, buradaki mânâya mu­halif değildir. Sahâbinin her şeyden alâkasını keserek kendini Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e adaması güzel bir şeydir. Halil kelimesinden maksadı da budur.

 

8- (2384) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillah, Hâlid'den, o da Ebû Osman'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Amr b. As" haber verdi. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

Anır'ı zatı selâsil ordusuna kumandan göndermiş. Amr şöyle demiş : Ona vararak:

  Sana insanların en sevimlisi kimdir? diye sordum.

«Âtşe!»  cevâbını verdi.

  Yâ erkeklerden? dedim. «Babası!»   buyurdu.

  Sonra kim?» dedim.

«Ömer!»   buyurdu ve bir takım zevat saydı.

Bu hadîsi  Buhârî    «Fedâli ashao» ne «megmı» Tirmizî ile Nesâî  «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir, Zatu Selâsil: Şam tarafında Benî Cüzam kabilesine ait bir sudur. Hicretin sekizinci yılında burada müslümanlarla küffar harb' ettiği için vak'aya bu yerin ismi verilmiştir. Mûte harbi bundan önce olmuştur. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Amr İbni Âs'ı ordu kumandanı tayin etmişti. Halbuki ordunun içinde Hz. Ebû Bekr'le Ömer de vardı. Bunu görünce Hz. Amr b. Âs : Galiba beni Re­sûlüIIah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem} daha çok seviyor; rütbe itibariyle bun­lardan üstün tutuyor, diye düşünerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadîste zikri geçen suali sordu.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Amr b. Âs kendisini söyler ümidiyle : «Ondan sonra kimi seviyorsun?» diye sormakta devam etmiş, fakat Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hep başkalarını söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Amr kendisine yakında sıra gelmeye­ceğini anlayarak sormaktan vazgeçmiştir. Siyer ulemâsının beyânlarına göre gerçekten o gün Hz. Amr 'dan daha üstün bir hayli Ashab-ı kiranı bulunmakta idi.

Nevevî : «Bu hadîs Hz. Ebû Bekr'le Ömer ve Âişe'nin pek büyük fazilet sahibi olduklarını açıkça göstermektedir. Bu hadîste Hz. Ebû Bekr'i, ondan sonra Ömer'i bütün sahabeden üstün kabul eden ehl-i sünnete açık delil vardır.» diyor.

 

9- (2385) Bana Hasan b. Alî El-Hulvâni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Avn, Ebû Umeys'den rivayet etti.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Avn haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû Umeys, İbni Ebî Müley-ke'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Âişe'den dinledim. Kendisine:

  Resulü!!ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yerine halife bıraksa, bu zât kim oturdu? diye soruldu da:

  Ebû Bekr! dedi. Müteakiben kendisine :

  Ebû Bekr'den sonra kim? olurdu denildi:

  Ömer! cevâbını verdi. Sonra kendisine:

  Ömer'den sonra kim? dediler.

  Ebû Ubeyde b. Cerrah!  Ve bunda karar kıldı.

Görülüyor ki: Hz. Âişe, Ebû Ubeyde de durmuş, bir daha bir şey söylememiştir. Nevevî diyor ki-: «Bu hadîs sahabenin icmaı ile birlikte hilâfet için evvelâ Ebû Bekr'i, sonra Ömer'i hak sahibi gören Ehl-i Sünnetin delilidir. Yine bu hadîs gösteriyor ki Ebû Bekr'in halife olması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in nassan emriyle değil, Ashab-ı kiramın icmaı iledir. Eğer ortada ona yahut başkasına ait bir emir bulunsaydı evvelâ ensarla diğer ashab arasında münazaa çıkmazdı. Bu nassı belleyen hafız da onu rivayet eder, ashab ona müracaatta bulunurlardı. Lâkin evvel emirde ensar münazaa etmiş­lerdir. Ortada nassan bir emir de yoktur. Sonra Ebû Bekr'i halife seçmekte ittifak etmişler ve iş yatışmıştır.

Şiî1er'in Hz. A1i hakkında emir vardır, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun halife olmasını vasiyet etmiştir, şeklindeki iddiaları bâtıldır. Bütün müslümanlarm ittifakı ile asılsızdır. Onlann dâvalarıma bâtıl olduğuna Hz. Ali devrinden beri ittifak vardır. Kendilerini ilk yalanlayan: «Bizde şu sahifeden başka bir şey yoktur...» diyerek Ali (Radiyaiîahuanh) olmuştur. Onda bir emir olsaydı söylerdi. Böyle bir şey söyledi ise hiç bir zaman nakledilmemiş, kendisine böyle bir, şey anan da olmamıştır.»

 

10- (2386) Bana Abbad b. Musa rivayet etti, (Dedi ki) : Bize îbrâhim b. Sa'd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bana babam Muharomed b. Cübeyr b. Mutim den, o da babasından naklen haber verdi ki : Bir kadın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ den bir şey istemiş, o da kadına tekrar gelme­sini emir buyurmuş. Bunun üzerine kadın :

__ Yâ Resûlallah, ne buyurursun! Ya gelir de seni bulamazsam? demiş.

__Râvi diyor ki: Babam herhalde kadın ölümü kastediyordu, de­di.

— Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.

«Beni bulamazsan Ebû Bekr'e gıdiver!» buyurmuşlar.

 

(...) Bana bu hadîsi Haecâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize babam, bahasından rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Muhammed b. Cübeyr b. Mut!ım hafcer verdi. Ona da babası Cübeyr b. Mut'un haber vermiş ki, kadının biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek tir şey hususunda onunla konuşmuş. O da kadına bir şey verilmesini emretmiş...

Râvi Abbâd b. Musa'nın hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

Hafız îbni Hacer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir şey isteyen bu kadının ismini bulamadığın! söylemiştir. Peygamber (Sollallahü Aleyhi ve Sellerriy'ın kadına tekrar gelmesini emir buyurması, yi­ne bir şey vererek yardımda bulunmak içindir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde Hz. Ebû Bekr'in halife olacağına dâir bîr emir yoktur. Hadîs Allah Teâlâ'mn bildirdiği gaibi haber vermekten ibarettir.»

 

11- (2387) Bize Ubeydullah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hânın rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim, b. Sa'd haber verdi. (Dedi ki) : Bize Salih b. Keysan, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} hastalığında bana şöyle buyurdu:

«Bana EbÛ Bekr'i ve kardeşini çağır da bir yazı yazacağım. Çünkü ben bir arzukeşin temenni etmesinden ve birinin : Ben daha lâyıkım, demesin­den korkarım. —Halbuki bunu Allah ve mü'minler kabul etmez.— Yalnız Ebû Bekr müstesna!»

Bu hadîsin son cümlesi muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. Kaadî Iyâz: «Bu rivayetlerin en güzelidir.» demiştir.

Hadîsten murad şudur : Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ölüm dö­şeğinde iken yerine bir halife bırakmayı düşünmüş, bunun için en lâyık Ebû Bekr'i gördüğünden oğlu ile ikisini çağırtarak bu husûsdaki va­siyetini' yazdırmak istemiştir. Buna sebep olarak da çıkması melhuz olan nizâyı göstermiş: «Çünkü ben halife olmaya hevesli *bir kimsenin, halife ben olacağım demesinden yahut birinin, bu hak benimdir diye iddia et­mesinden korkarım. Böyle bir iddiaya Allah ve mü'minler razı değildir. Yalnız Ebû Bekr müstesna. Bu husûsda o hak iddia ederse, onu Allah da, mü'minler de kabul eder.» demiştir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde Ebû Bekri Sıddîk'm faziletine açık delil vardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatın­dan sonra vuku bulacak bâzı şeylere işaret buyurmuş; müslümanlarm Ebû Bekr 'den başka kimsenin hilâfetini kabul etmeyeceklerini ha­ber vermiş ve bunların hepsi olmuştur.»

 

12- (1028) Bize Mulıammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivayet etti. {De­di ki) : Bİze Mervân b. Muavİyete'l-Fezârî Yezid'den (bu zat îbni Key-san'dır), o da Ebû Hâzhn El-Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen ri­vayet etti. Şöyle demiş: ResûlÜIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.

«Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?» diye sordu. Ebû Bekr:

  Benî cevâbını verdi.

«Bugün sizden kim bir cenazenin arkasından gitti?» dedi. Ebû Bekr:

  Ben! cevâbını verdi.

«Bugün sizden kim bir fakiri doyurdu?» diye sordu. Ebû Bekr:

  Ben! cevâbını verdi.

«Ya bugün sizden hanginiz bir hastayı dolaştı?» buyurdular.   (Yine)

Ebû Bekr:

— Ben!  cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu hasletler bir kimsede toplanmaya görsün mutlaka cennete girer!» buyurdular.

Bu hadis zekât bahsinde geçmişti.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Bunun mânâsı: Bu hasletler kendinde bulunan bir kimse kötü amelleri bulunmakla beraber soruşuz sualsiz cen­nete girer, demektir. Aksi takdirde mücerred iman dahi Allah'ın lûtfuyla cennete girmeyi iktiza eder.

 

13- (2388) Bana Ebû't-Tâhir Abmed b. Amr b. Şerh ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bİze Îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman rivayet ettiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

«Vaktiyle bir adam bir ineğini sürüyordu, üzerine yük yüklemişti. İnek ona bakarak : Ben onun için yaratılmadım. Ben ancak çift sürmek için ya­ratıldım, dedi.»

Bunun üzerine cemâat şaşarak ve inek konuşur mu diye ürkerek: Sübhanellah! dediler. Resûlüllah '(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

«Ben buna inanıyorum. Ebû Bekr'le Ömer de!» buyurdu.

Ebû Hüreyre demiş ki: Resûlüllah" (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Bir defa bir çoban koyunlarının içinde iken üzerine kurt saldırarak ko­yunlardan birini almış. Çoban onu tâkib etmiş, nihayet koyunu ondan kur­tarmış. (Bu sefer) Kurt ona bakarak : Bu koyunlara yırtıcı gününde benden başka çobanları olmadığı günde kim bakacak! demiş.» Cemâat (yine) : — Sübhanallah! dediler. Resûlüllah (Sallaîlahü A leyhi ve Setten)   de: «Ben buna inanıyorum. Benimie birlikte Ebû Bekr ile Ömer dei»buyur­dular.

 

(...) Bana Abdul-Melik Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Ba­na babam dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana TJkayl b. Hâlid, İbni Şihab'dan bu isnadla kurt ve koyun hikâyesini rivayet etti. Ama inek kıs­sasını anmadı.

 

(...) Bize Muhamrned b. Abbâd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bana ÎVJuhanuned b. Rafı' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud El-Haferî, Süfyân'dan rivayet etti.

Her iki râvi Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Men naklen Yûnus'un Zührî'den rivayet ettiği hadîs mânâsında rivayette bu­lunmuşlardır. Bunların hadîsinde inekle koyun kıssaları beraberce zikre­dilmiştir. İkisi de hadîslerinde: «Ben buna inanıyorum. Benimle birlikte Ebû Bekr'le Ömer de! buyurdu. Ama Ebû Bekr'le Ömer orada yoktular.» demişlerdir.

 

(...) Bize bu hadisi Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da riva­yet ettiler. - (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer de rivayet etti. (Dedi ki)': Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abbad da rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Mis'ar'dan rivayet etti.

Her İki râvi Sa'd b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hü­reyre'den, o da P&ygamher(.SalUıllahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'I-Enbiya» ile «Kitâbu'!-Müzaraa«'da tahric etmiştir.

Buhârî'nin rivayetinden anlaşılıyor ki, inek ve koyun kıssaları İslâmiyetten önce ve ihtimal Benî İsrail zamanında vuku bul­muştur. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunlara inandığım soyledikteh sonra orada olmadıkları halde Ebû Bekr'le Ömer'in de inandıklarını söylemesi, onların sadakatlarma ve imanlarının kuvveti­ne, Allah'ın kemâl kudretini bildiklerine güvendiğindendir. İneğin : Ben ancak çift sürmek için yaratıldım, dediği hasr edatı olan «İnnema» üe bil-dirilmişse de, burada hasr ve kasr bilittifak murad edilmemiştir. Çünkü çift sürmekten başka ineğin etinden ve sütünden de istifade olunur.

Yırtıcı günü diye terceme ettiğimiz «Yevmü's-Seb»'den ne kasdedil-diği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bundan murad mahşer yeridir. Yâni kurt, çobana: «Bu koyunlara mahşer gününde kim baka­cak?» demek istemiştir. Bir takımları bundan ihmal günü kastedildiğini söylemişlerdir. Yâni fitneler çoğaldığı, insanlar sürülerini çobansız bırak­tığı zaman bu koyunlara kim bakacak? demektir. Bir takımlarına göre «Yevmi seb»'den murad bayram günüdür. Arabların câhiliyyet devrinde bu isimde bir bayramları vardı. O gün işi gücü bırakarak oyun ve çeşitli eğlencelerle meşgul olurlar, koyunlarını da kurtlar yerdi. Bu kavillerin içinde en doğrusu fitneler zamanında sürülerin ihmal edilmesi mânâsıdır.

Bu rivayetler Hz. Ebû Bekr'le Ömer'in faziletlerine kera­met ve harikaların cevazına delildir ki: Ehl-i hakkın mezhebi de budur.

 

 2- Ömer (Radiyallahu anh) Faziletlerine Dair Bir Bab

 

14- (2389) Bize Saîd b. Amr EI-Eş'asî ile Ebû'r-Rabî' El-Atekî ve Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ* rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Ebû'r-Rabi': Haddesenâ, ötekiler : Ahberana tâbirlerini kullandılar. (De­diler ki) : Bize lbni Mübarek, Ömer b. Saîd b. EM Hüseyn'den, o da İbni Ebî Müleyke'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben tbni Abbâs'ı şunu söylerken işittim: Ömer b. Hattâb teneşirinin üzerine kondu. Ve kaldırıl­madan önce halk ona dua ve sena ederek üzerine salâvat getirerek etra­fını sardılar. Ben de içlerinde idim. Arkamdan omuzumdan tutan bir adamdan başka beni belinleten olmadı. Ona baktım, bir de ne göreyim Ali imiş. Ömer'e rahmet okudu ve şunu söyledi: «Geriye hiç bir kimse bırakmadın ki, benim için onun ameli gibi amelle Allah'a kavuşmak se-ninkinden daha makbul olsun. Allah'a yemin olsun! Ben Allah'ın seni iki dostunla birlikte koyacağını biliyordum. Çünkü ben çok defalar Resûlüllab (SaUallahü Aleyhi ve Selle m)'i ;

«Ben Ebû Bekr ve Ömer'le beraber geldim; Ebû Bekr ve Ömer'le be­raber girdim; Ebû Bekr ve Ömer'le beraber çıktım.» buyururken işitiyor­dum. Ve seni Allah'ın onlarla beraber edeceğini umuyor, yahut biliyor­dum.»

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsa b. Yûnus, Ömer b. Saîd'den bu isnadda bu hadîsin mislini haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Fedâilü's-Sahabe» bahsinin bir iki yerinde tahric etmiştir.

Hz. Ali 'nin buradaki sözü o günlerde Hz. Ömer'in yaptığın­dan daha faziletli amel sahibi bir kimse olmadığına inandığını gösterir. Hadîs-i şerif Hz. Ebû Bekr'le Ömer'in faziletlerine, Hz. Ali'nin buna şahit olduğuna ve şehadetinin doğruluğuna delildir.

 

15- (2390) Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize İbrahim b. Sa'd, Salih b. Keysan'dan rivayet etti. H.

Bize Züheyr b. Harb ile Hasan b. Ali El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd de rivayet etti. Lâfız hepsinindir. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlİh'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Ümame b. Sehl rivayet etti : Eiıû Saîd-i Hudrî'yi şöyle derken işitmiş. Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Bir defa ben uyurken insanların üzerlerinde gömlekleri olduğu halde hana arzolunduklarını gördüm. Gömleklerin bazıları memelere, bazıları da daha aşağı varıyordu. Ömer b. HaHab da geçti. Üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.» buyurdular. Ashab :

— Bunu neye te'viî ettin ya Resûlallah! dediler.

«Dine!.,» buyurdu.

 

16- (2391) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da İbni Şihab, Hamza b. Abdillah b. Ömer b. Hattab'dan, o da babasından, o da Resûlüllah (SaUallahü A leyhi ve Seli em) 'den naklen haber verdi. Şöyle bu­yurmuşlar :

«Bir defa ben uyurken anîden bana getirilmiş bir tas gördüm. İçinde süt vardı. Ondan içtim. Hatta kanıklığın tırnaklanma cereyan ettiğim gö­rüyordum. Sonra benden artanı Ömer b. Hattab'a verdim.» Ashâb:

— Bunu neye te'vil ettin ya Resûlallah^ dedüer. «İlme!..»   buyurdu.

 

(...) Bize bu hadîsi Kuteybe b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den rivayet etti. H.

Bize Hulvâni ile Abd b. Humeyd de ikisi birden Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam, Sâlih'den Yûnus'un isnadtyla onun hadîsi gibi rivayette bulundu.

Ebû Saîd rivayetini Buhârî «Kitâbu'1-İman» ile tefsir ve ta'bîr bahislerinde İbni Ömer hadîsini «Kitâbu'l-İlim»'de tahric etmiştir,

«Gömleklerin bâzıları memelere, bâzıları da daha aşağıya varıyordu.» cümlesinden, onların daha kısa yahut daha uzun oldukları anlaşılabilir. Hakimi, Tirmizî 'nin rivayeti daha uzun olduğunu te'yid etmek­tedir. Mezkûr hadîsde:

«Onlardan bazısının gömleği göbeğine, bazısmınki dizlerine, bir ta­kımlarının da baldırlarının yarısına iniyordu.» denilmektedir.

Tâbir ulemâsı rü'yada gömlek görmenin din olduğunu, gömleği sü­rüklemenin müslümanlar arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra dinin güzel eserlerinin devamı mânâsına geldiğini söylemişlerdir.

Sütün ilimle te'viline gelince ilimle süt çok fayda vermek hususunda müşterek oldukları ve ikisi de ıslâha sebep teşkil ettikleri içindir. Çünkü süt çocukların gıdası ve onların bedenen kuvvetlenip salâha ermesine sebebdir. İlim ise hem dünyanın, hem âhiretin salâhına sebep olur.

 

17- (2392) Bize Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Ona da Saîd b. Miiseyyeb haber vermiş. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş : Ben Resülüllah {SallaUahü Aleyhi ve Seüem)7i şöyle buyurur­ken dinledim:

«Bir defa ben uyurken kendimi bir su kuyusunun başında gördüm. Ku­yunun üzerinde bir kova vardı. Ve o kuyudan Allah'ın dilediği kadar su çıkardım. Sonra kovayı Ebû Kuhafe'nîn [2] oğlu aldı. Ve onunla bir yahut iki kova su çıkardı. Onun çekişinde —Allah kendisine mağfiret buyursun — zayıflık vardı. Sonra kova daha büyük kovaya döndü ve onu Hattab'm oğlu aldı. Artık insanlardan hiç bir yiğit görmedim ki, Ömer b. Hattâb'ın çıkardığı gibi su çıkarsın. Nihayet insanlar develerini ağıllarına kapadılar.»

 

(...) Bana Abdul-Melik b. Şuayb b. l«ys de rivayet etti. (Dedi ki) , Bana babam, dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. H.

Bize Amru'n-Nâkid iîe Huivânî ve Abd b. Humeyd de Ya'kub b. İb­rahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize baham, Sâlih'den Yû­nus'un isnadı ile, onun hadîsi gibi rivayette bulundu.

 

(...) Bize Huivânî ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den rivayet etti. (Demiş ki) : A'rac ve başkası şunu söyledi. Gerçekten Ebû Hüreyre dedi ki: Resülüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben Ebû Kuhafe'nin oğlunu su çekerken gördüm...» Râvi Zührî'nin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

18- (...) Bana Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb rivayet etti. (Dedi kİ) : Bİze Amcam Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris haber vercli. Ona da Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus, Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllab (Saltallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen riva­yet etmiş. Şöyle buyurmuşlar :

«Bir defa ben uyurken, bana havzımdan su çekip insanları sulardığımı gösterildi. Derken bana Ebu Bekr geldi. Ve beni dinlendirmek için kovayı elimden alarak iki kova su çekti. Ama onun çekişinde za'f vardı. Allah kendisine mağfiret buyursun. Az sonra Hattab'ın oğlu gelerek kovayı on­dan aldı. Ondan daha kuvvetli su çeken adam hiç görmedim. Nihayet in­sanlar dönüp gittiler. Havuz hâlâ dolu fışkınyordu.»

 

19- (2393) Bİze Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Mu­hammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Ömer rivayet etti. (Dedijri) : Bana Ebû Bekr b. Salim, Salim b. Abdillah'dan, o da Ab­dullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurmuşlar:

«Bana gösterildi ki : Bir su kuyusunun başında deve kovası ile su çe­kiyormuşum. Derken Ebû Bekr geldi ve bîr yahut iki kova su çekti. Ama zayıf bir şekilde çekti. Allah Tebareke ve Teâia ona mağfiret buyursun. Sonra Umer geldi. O da su çekti ve kova büyük kovaya döndü. Artık in­sanlardan onun yaptığını yapacak bir yiğit görmedim. Nihayet İnsanlar suya  kandılar ve develeri ağıllara  kapadılar.»

 

(...) Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Musa b. Ukbe, Salim b. Abdillah'-dan, o da babasından naklen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in Ebû Bekr'le Ömer b. Hattâb (Radtyallahû an/ıûmai'ahaklarındaki rü'yasmı yu-karkilerin hadîsi gibi rivayet etti.

Bu rivayetleri Buharı «Fedâilü-Eshabi-n-Nebi» bahsinde tahric etmiştir.

Kalîb; kazılıp toprağı atılmış ve henüz örülmemiş su kuyusu demek­tir. Zenûb, büyük su kovası; Garb, ondan da büyük su kovası mânâsına gelir. Abkari, seyyid demektir. Bazılarına göre kendisinden daha üstün bulunmayan mânâsına gelir. Bugün Arablar bu kelimeyi dâhi mânâsında kullanmaktadırlar.

Ulemânın beyânına göre bu rü'ya Hz. Ebû Bekr'le Ömer'in hilâfetleri hususunda açık bir temsildir. Hz. Ebû Bekr'le Ömer hilâfetleri esnasında gayet güzel hareket etmiş, insanlar kendilerinden faydalanmışlardır. Onların güzel siretleriyle eserleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bereket ve sohbetinden geçmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebliğ emrinin sahibidir. Onu en güzel şekilde ifa etmiş, İslâm'ın kaidelerini kurmuş, usûl ve fürûunu izah etmiş, bu sayede insan­lar takım takım Allah'ın dinine girmiştir. Ondan sonra Hz. Ebû Bekr halife olmuş ve bu makamda iki sene birkaç ay kalmıştır. Rü'yadaki bir veya iki kovadan murad budur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in bir mi, yoksa iki kova mı dediğinde râvi ştikketmiştir. Murad iki kova olmasıdır. Nitekim diğer rivayette tasrih edilmiştir. Hz. Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında mürtedlerle harb olmuş, mürtedlerin kökü kurutularak islâm'ın dairesi genişletilmiştir.

Ondan sonra Hz. Ömer halife olmuş; onun zamanında İslâm'ın dairesi daha da genişlemiş, hükümleri misli görülmedik şekilde karar kıl­mıştır,

îşte rü'yada müslümanlann umuru su kuyusu ile temsil edilmiştir. Çünkü kuyuda insanların hayatını sağlayan su vardır. Müslümanların emîri de onlara su çekip dağıtan kimseye benzetilmiştir. Bundan murad onların işlerini görmek ve yoluna koymaktır.

Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû Bekr hak­kında :

«Onun çekmesinde za'f vardı.» buyurması, Ebû Bekr'in mer­tebesini düşürmek veya Hz. Ömer'in ondan daha üstün olduğunu an­latmak için değil, sırf hilâfet müddetlerini haber vermek, Hz. Ömer'in hilâfeti daha uzun süreceği için İslâm'ın dâiresi daha genişleyip, halkın refaha ereceğini haber vermek maksadına mebnîdir. Resûlüllah [Sallallahü Ateyhı ve Seltem)in Hz. Ebû Bekr'e mağfiret dilemesi de onun sâ­nım düşürmek veya bir günahına işaret değildir. Bu kelimeyi söylemek müslümanların âdeti idi. Onunla sözlerini perçinleştirirlerdi.

Bu rü'yada Hz. Ebû Bekr gelerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) dinlendirmek için kovayı elinden almasını ulemâ ondan sonra 'Ebû Bekr'in halife olacağına ve Eesûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) in vefatıyle dünya meşakkatlerinden kurtulup rahata ereceğine te'vil et­mişlerdir. Nitekim bir hadîsde:

«Dünya mü'minin zindanı.» buyurulnıuş. ResûlüUah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) vefatından bir gün önce kızı Fâtıma'ya :

«Bugünden sonra babanın hiç bir sıkıntısı olmayacaktır.»  demiştir.

 

20- (2394) Bize Muhammed b. Abdillalı b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bise babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'la, İbni Mün-kir'den rivayet etti. Bunlar Câbir'i, Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen haber verirken işitmişler. H.

Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Süfyân h. Uyeyfte, Ibni Münkedir ile Amr'dan, onlar da Câbir'den, o da Peygamber (Sallaüahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle bu­yurmuşlar ;

«Cennete girdim; orada bîr hâne yahut köşk gördüm. Ve, bu kimin? diye sordum da, Ömer b. Hattab'ın, dediler. Girmek istedim, fakat senin kıskançlığını hatırladım.» Bunun üzerine Ömer ağladı. Ve:

— Ey Resûlallah! Hiç senden kıskanılır mı! dedi.

Câbir'den naklen haber ver­diler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'dan rivayet etti. Amr, Câbir'den dinlemiş. H.

Bize bu hadîsi Amru'n-Nâkıd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf­yân, İbni Münkedir'den rivayet etti. {Demiş ki) : Ben Câbir'i, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellemyâen naklen rivayet ederken dinledim...

Râvi İbni Nümeyr ile Züheyr'in hadîsleri gibi rivayette bulunmuştur.

 

21- (2395) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. O da İbni Şihab Saîd b, Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber vermiş ki: Şöyle buyurmuşlar :

«Bir defa ben uyurken anîden kendimi cennette gördüm. Bir de bak­tım bir kadın..Bir köşkün yanında abdest alıyor!

  Bu köşk kimin? dedim.

  Ömer b. Hatiab'ın cevâbını verdiler. Derhal Ömer'in kıskançlığını hatırladım ve dönüp geldim.»

Ebû Hüreyre şöyle demiş: Bunun üzerine Ömer ağladı. Biz de hepi­miz o meclisde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settetn)le beraber (ağlagdık). Sonra Ömer:

  Babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Seni mi kıskanacağım! dedi.

 

(...) Bana bu hadîsi Amru'n-Nakîd ile Hasen El-Hulvâni ve Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, SâHh'den, o da İbni Şihab'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti,

Câbir rivayetini Buharı «Kitâbu'n-Nikâh» ile «Kitâbu'l-Meaâkîb*'de; Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; Ebû Hüreyre rivayetini Buhârî «Bed'ü'I-Halk» ve «Menâkıb» bahislerinde tahric etmişlerdir.

İbni Abbâs'm «Peygamberlerin rü'yası haktır,» dediği rivayet olunur. îmam Ahmed'inHz. Muâz dan rivayet ettiği bir hadîsde:

«Şüphesiz ki Ömer cennetliklerdendir.» Duyurulmuştur... Resûlüllah (Sallaillahü Aleyhi ve Sellem)'in uyanıkken gördüğü ile rü'yada gördükleri müsavidir.

Kastalânî 'nin beyânına göre : Cennette abdest alan kadın Hz. Enes'in validesi Ümmü Süleym 'dir. O zaman henüz hayatta imiş. Yine Kastalâni'ye göre kadının aldığı abdest şer-î abdesttir. Bundan onun cennette de namazla mükellef olması lâzım gelmez. Yahut te'vil olunur ve dünyada iken ibadete devam ederdi, denilir. Abdesti luğavî mânâsına alarak güzelliği ve parlaklığı artsın diye elini yüzünü yıka­mıştır, demek de mümkündür,

Hz. Ömer 'in bu rü'yayı işitince ağlaması, sevindiğinden ve o ânı şevkle arzu etmesindendir.

 

22- (2396) Bize Mansûr b. Ebl Müzahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni îbni Sa'd) rivayet etti. H.

Bize Hasen El-Hulvanî ile Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. Abd: Ahheranî, Hasan ise : Haddesena tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub — Bu zat İbni İbrahim b. Sa'd'dır — rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdulhamid b. Abdirrahman b. Zeyd haber verdi. Ona da Mu-hammed b. Sa'd b. Ebî Vakkas haber vermiş ki, babası Sa'd şunu söyle­miş: Ömer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girmek için izin istedi. Onun yanında Kureyş'den bir takım kadınlar vardı. Kendisi ile yüksek sesle konuşuypr ve ondan çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin is­teyince kalkarak perdeye koştular. Resûlüllah {Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) de ona izin verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülüyordu. Ömer;

— Allah yaşını güldürsün yâ Resûlallah! dedi. Bunun üzerine Re-, sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şu benim yanımda olanlara şaştım, senin sesini İşitince perdeye koş­tular,»   dedi. Ömer :

— Yâ Eesûlallahî Onların çekinmesine sen daha lâyıksın! dedi. Sonra (kadınlara dönerek) :

  Ey nefislerinin düşmanları, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den çekînmîyorsunuz daf benden mi çekiniyor sunuz? dedi. Kadınlar:

— Evet! Sen ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha sert ve şahinsin, dediler. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Nefsim yed-i kudretinde olcn Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir caddede rastlamış olsa, mutlaka senin tuttuğun caddeden başkasını tu­tardı.»  buyurdular.

 

(2397) Bize Harun b. Ma'ruf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize bunu Abdul-Aziz b. Muhamme'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süheyl babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ömer b. Hattâb, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)1'e gelmiş. Onun yanında bir takım kadınlar var­mış ki, seslerini Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)in (sesi) üzerine yükseltmişler. Ömer izin isteyince perdeye koşmuşlar...

Râvi Zührî'nin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'bed'ü'l-Halk)da; Nesâî «Menâ-kıb» ile «Yevm ve leyle» bahislerinde tahric etmişlerdir.

Kadınların çok şey istemeleri ondan çok cevab beklemeleri manasına­dır. Maddî şeyler istemiş olmaları da ihtimal dahilindedir. Hadîsin bir ri­vayetinde :

«Onlar nafaka istiyorlardı.» denilmiş olması da bunu te'ykl eder. Ka­dınların bağıra bağıra konuşmaları bu görüşmenin fazla bağırmak yasak edilmezden önce geçtiğine hamlolunur. Başka sebeplerle meselâ Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in affına ve semahatına güvenerek yüksek ses­le konuşmuş da olabilirler. Perdeden murad kapıdır. Kapı yerine odalara birer perde çekilirdi.

Hz.    Ömer'in :

«Allah yaşını güldürsün.,.» sözünden muradı Allah seni memnun ve mesrur etsin, demektir. Yoksa çok gülmesini temenni değildir.

Fecc: Geniş yol demektir. Bazıları iki dağ arasındaki yol mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kaadî  Iy âz diyor ki: «İhtimal Peygam­ber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) şeytanla yardımcılarının Hz. Ömer 'den uzak kalmalarına ve onun aleyhine yol bulamayacaklarına misal vermiş­tir. Yâni : Sen iyiliği, emir yahut kötülükten nehiy babında bir yol tuttun . mu onda yürür gidersin, onu terketmezsin! Bu sebeple şeytan o yolda sana vesvese vererek yanıltmaktan ümidini keser, demektir.

Burada maksad hakikaten yol değildir. Çünk'ü Allah Teâlâ:

«Şeytan  ve   kabilesi   sizi,   onları   göremiyeceğiniz  yerden   görürler.»

buyurmuştur. Şu halde şeytan ondan yolda da korkmaz. Çünkü Ömer onu göremez.» Fakat Nevevî hadîsi zahiri mânâsına hamletmeyi da­ha sahih bulmuş ve: «Şeytan her ne zaman Ömer'in bir yolda gider­diğini görse, ondan korkarak yolunu değiştirir.» demiştir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf rıfku mülâyemete delildir.

2- Yine bu hadîs   Ömer   (Radiyallahü anh)’ın faziletine delildir.

3- Bir kimsenin yanına izinsiz girmek doğru değildir.

 

23- (2398) Bana Ebû't-Tahir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet,etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb, İbrahim b. Sa'd'dan, o da babası Sa'd b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyururmuş :

«Sizden önce geçen ümmetlerde bozan ilham sahipleri bulunurdu. Şa­yet benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, şüphesiz Ömer b. Hattab onlardandır.»

İbni Vehb : «Muhaddesûnun tefsiri: Mülhemlerdir.» demiştir.

 

(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Amru'n-Nakıd ile Züheyr lı. Harb da rivayet ettiler.  (Dediler ki) : Bize İbni Uyeyne rivayet etti.

Her iki râvi İbni Acîân'dan, o da Sa'd b İbrahim'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsin isnadı için   Darekutni,   Müslim'e itiraz etmiş ve : «Bunda meşhur olan İbrahim b. Sa'd 'dan, onun da baba­sından, onun da Ebû Seleme 'den rivayet etmesidir. Ebû Se­leme: Duydum ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur, demiştir. Hadîsi Buhârî de bu tarikden Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir.» demiştir.

Ulemâ Muhaddesûn tâbirinden ne murad edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir, tbni Vehb'e göre Mülhemûn yâni kendilerine ilham gelenler, demektir. Bâzılarına göre isabet edenler mânâsına gelir. Bir ta­kımları : Melekler onlarla konuşur mânâsına geldiğini söylemiş. Buhârî : Dillerine bir şeyin doğrusu geliverir, demiştir.

Hadîs-i şerîf evliyanın kerametlerini isbat etmektedir.

 

24- (2399) Bize Ukbe b. Mükrem El-Ammî rivayet etti. (Pedi ki) : Bize Saîd h. Âmir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cüveyriye fo. Esma Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş : Ömer: Rabbime üç şeyde muvafık düştüm : Makâm-i İbrahim'de, hicaba ve Bedir esirleri hakkında!» dedi.

Tîbî , Hz. Ömer'in bu sözünü pek beğenmiş ve : «Bu ibare pek güzel ve pek latîfdir. Çünkü Ömer güzel edebe riâyet etmiş: Rabbim oana muvafakat etti, dememiştir. Halbuki âyetler ancak Ömer'in yerine ve içtihadına muvafık olarak inmiştir.» demiştir.

İhtimal Ömer (Radiyallahû anh) kendi fiilinin hadis, Allah'ın ka­sasının ise kadîm ve her şeyden önce olduğuna işaret etmek istemiştir,  ska1âni diyor ki: «Üç şeyi tahsis etmekte ziyadesini nefiy yoktur. Zîra Hz. Ömer'in içtihadına muvafakat birçok şeylerde olmuştur. Bunların meşhurlarından biri Bedir esirleri, diğeri de münafıkların" izerine cenaze namazı kılınması meselesidir. Bunların ikisi Sahîh'de mev­cuttur. Bizim alettayin en çok bulabildiğimiz onbeşdir.»

Filhakika sahih bir hadîsde Ömer (Radiyallahû anh), Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'in kadınları bir kıskançlık meselesinde ittifak îttiler de ben : Ola ki o sizi boşarsa, sizin yerinize Rabbi ona sizden daha aayırli zevceler verir, dedim. Ve bu hususdaki âyet indi, demiş.

Bundan sonraki rivayette görüleceği vecihle münafıkların cenaze namazı kıhnmaması fikrinde bulunmuş, âyet onun fikrine muvafık olarak inmiş; şarabın haram kılınmasında dahi Öyle olmuştur.

 

25- (2400) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Ubey b. Selûl vefat edince oğlu Abdullah b. Abdillah, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek bahasını içinde kefenlemek için gömleğini vermesini is­tedi. O da verdi. Sonra cenaze namazını kıldırmasını istedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de namazını kılmak üzere ayağa kalktı. Derken Ömer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in elbisesini tutarak:

  Yâ Resûlallah! Allah sana onun namazını kılmayı yasak ettiği hal­de, onun cenaze namazını kılacak mısın? dedi.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Beni Allah sadece muhayyer bıraktı ve : Onlar için ister istiğfar et ister etme, onlar İçin yetmiş defa İstiğfar etsen...[3] buyurdu. Ben yetmişden de ziyâde yapacağım.»  dedi. Ömer:

  Hiç şüphe yok ki, o münafıktır!  dedi. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenaze namazını kıldı. Ama Allah   (Azze ve Celle):

«Onlardan Ölen bir kimsenin üzerine ebedîyyen cenaze namazı kılma. Kabrinin başında da durma!» [4] âyetini indirdi.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile Ubeydullah b. Saîd le rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya (bu zat Kattan'dır), Ubey-lullah'dan bu isnadla Ebû Üsame'nin hadîsi mânâsında rivayette bulundu. Şunu da ziyade etti: «Artık onların cenaze namazını kılmaktan vaz jjeçti, -dedi.»

Bu hadîsi Buhârî «Cenâiz» ve «Tefsir» bahislerinde tahric et­miştir.

Abdullah  b. Übeyy münafıklardandır. Babasının adı Übeyy, annesinin adı Se1û1'dur. Abdullah her ikisine bir­den nisbet edilmiş, kendisine Abdullah b. Ubey b. Se1û1 denilmiştir. Oğlu Abdullah Ashâb-ı kiramdandır.    Resûlüllah \(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gömleğini vermesi, oğlu Abdu11ah'ın hatırını kırmamak içindir. Bâzılarına göre babasına bir mükâfat olmak ]|üzere vermiştir. Çünkü Bedir harbinde Hz. Abbâs esir edildiği rakit ona bir gömlek giydirmişti. ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in [gömleğini vermesine bunların ikisi de hattâ kavmu kabilesinin müslüman jolması emeli de sebep teşkil edebilir. Çünkü Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Ona Allah huzurunda benim gömleğim bir fayda temin edecek de­ğildir. Ama ben bununla onun kavminden bin kişinin müslüman olmasını ümid ederimj» buyurduğu rivayet olunur.

Hülâsa : Bu meselede Hz. Ömer dinde sertlik ve münafıklara şid-Idet göstermek taraftarıydı. Resûliîllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ise az çok dinle alâkası olanlara şefkat ve kavmu kabilesinin müslüman olmasını te­min edecek yatıştırma hareketini tasvib etmişti. Onun yaptığı iki şeyin en güzeli idi. Fakat Teâlâ Hazretleri bundan böyle münafıkların cenaze­sini kılmamasını, onlara dua etmemesini emreden âyetini indirdi. Bu su­retle 'Resûliilİah'(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu fiiline son verdi.

Hadîs-i şerîf Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in büyük ahlâkına-delildir. Çünkü kendisine eziyet eden bir münafığa gömleğini kefen et­mek suretiyle iyilikte bulunmuş; onun için Allah'dan mağfiret dilemiştir. Bu hadîs münafıkların üzerine cenaze namazı kılmanın ve onlara istiğfarda bulunmanın haram olduğuna delildir.

 

3- Osman B. Affan (Radiyallahü anh) 'ın Faziletlerine Dair Bir Bab

 

26- (2401) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyub, (Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler. Yahya b. Yahya : Ahberana, ötekiler: Hadde-senâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni îbnî Cafer) Muhammed b. Ebî Harmele'den, o da Yesâr'ın iki oğlu Ata' ile Süleyman'­dan ve Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan naklen rivayet etti ki: Âişe şöyle demiş:

Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Stltem) benim evimde iki uyluğunu ve­ya iki baldırını açmış olarak yaslanmıştı. Derken Ebû Bekr (içeri girmek için) izin istedi. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SeHem> o halde iken ona izin verdi. Ve konuştu. Sonra Ömer izin istedi. Yine aynı halde ona da izin verdi. Ve konuştu. Sonra Osman izin istedi. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) hemen oturdu. Ve elbisesini düzeltti. —Râvi Muham­med : Bu bir günde oldu demiyorum, demiş. — Ve Osman girdi. Onunla da konuştu. O çıktığı zaman Âişe şunları söyledi:

— Ebû Bekr girdi. Ona güleryüz göstermedin ve aldırış etmedin. Son­ra Ömer girdi. Ona da güleryüz göstermedin, aldırış etmedin. Sonra Os­man girdi. Hemen oturdun ve elbiseni düzelttin!

Bunun üzerine Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kendisinden melekler utanan bir zattan ben utanmayayım mı?» buyurdular.

 

27- (2402) Bize Abdulmelik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden rivayet etti. Bana Ukayl b. Hâlid, İb­ra Şihab'dan, o da Yahya b. Saîd b. Âs'dan rivayet etti. Ona da Saîd b. Âs haber vermiş; ona da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in zevcesi Aişe ile Osman rivayet etmişler ki: Ebû Bekr, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girmek için izin istemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âîşe'nin çarşafına bürünmüş olarak döşeğinin üzerine uzanmış imiş. Kendisi o halde iken Ebû Bekr'e izin vermiş ve onun hacetini gör­müş, sonra o gitmiş. Bilâhare Ömer izin istemiş. Aynı halde ona da izin vermiş ve onun da hacetini görmüş. Sonra Ömer gitmiş. Osman demiş ki: Sonra yanma girmek için ben izin istedim. Hemen oturdu. Âişe'ye de:

«Elbiseni üzerine topla!» dedi. Ben de hacetimi gördüm. Sonra ayrıl­dım. Bunun üzerine Âişe :

— Yâ Resûlallah! Acep neden Osman'dan endîşe ettiğin gibi Ebû Bekr'le, Ömer (Radiyallahû anhüma'dan da endişe ettiğini görmedim! de­miş. Resûlütlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz Osman utangaç bir zattır. Ona bu halde girmek için izin versem hacetini bana ulaştıramiyacağından korktum!»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Amru'n-Nâkıd ile Hasen b. AH Elhulvânî ve Abd b. Humeyd hep birden Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (De­miş ki) : Bize babam Salih b. Keysan'dan, o da İbni Şihab'dan naklen ri­vayet etti. (Demiş ki) : Bana Yahya b. Saîd b. Âs haber verdi. Ona da Saîd b. Âs haber vermiş. Ona da Osman ile Âişe rivayet etmişler ki, Ebû Bekr'i Siddîk, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)"m yanma girmek için izin istemiş...

Ve râvi, Ükayl'in Zührî'den rivayet ettiği hadîs gibi nakletmiştir.

Bu hadîs uyluk avretten değildir diyen Mâlikiler'le, onlara muvafakat eden diğer bir takım ulemânın delillerindendir. Fakat Nevevî'nin de beyân ettiği vecihle hadîs onlara delil olamaz. Çünkü râvi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in uylukları mı, yoksa baldırları mı açık olduğunda şekketmiştir. Şüphe gösteren bir delille ise kat'î hüküm isbat edilemez.

Hadîs-i şerîf Hz. Osman'ın meleklerce bile hürmete değecek kı­ratta büyük bir zat olduğuna ve utanmanın Melek sıfatlarından sayılacak kadar' güzel bir haslet olduğuna delildir.

 

28- (2403) Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Ebî Adiy, Osman h. Giyas'dan, o da Ebû Osman En-Nehdî'-den, o da Ebû Mûsa'l-Eş'arî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bin defa Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'nin bahçelerinden birin­de dayanmış olduğu halde yanındaki bir değneği su ile çamur arasına dik­meye çalışırken aniden bir adam kapıyı çaldı.

Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),

«Aç! Ve onu cennetle müjdele!» buyurdular. Bir de baktık Ebû Bekr'-miş. Ben ona kapıyı açtım. Ve kendisini cennetle müjdeledim. Sonra başka bir zat kapının açılmasını istedi. Resûlüllalı  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) !(yine) :

«Aç! Ve onu cennetle müjdele!» buyurdular. Ben (kapıya) gittim. Bir de baktım ömer'miş. Ona da kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjde­ledim. Sonra başka bir zat kapıyı çaldı. (Bu sefer) Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem)  oturdu. Ve:

«Aç da onu başa gelecek bir musibet şartıyle cennetle müjdele!» buyurdular. (Kapıya) gittim. Bir de baktım (gelen) Osman b. Affan'miş. Ona da kapıyı açtım. Ve kendisini cennetle müjdeledim. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)’in dediğim de söyledim. Osman:

__Allah'ım sabır! Yahut yardım dilenecek  (merci)  Allah'dır, dedi.

 

(...) Bize Ebû'r-Rabi' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad, Syûb'dan, o da Ebû Osman En-Nehdî'den, o da Ebû Musa'l-Eş'arî'den nak-en rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir bahçeye gir­di. Bana da kapıyı beklememi emir buyurdu... demiş.

Râvî Osman b. Gıyâs'ın hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur.

 

29- (...) Bize Muhammed b. Miskin El-Yemâmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Hassan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (bu zat İbni Bilâl'dır.) Şerik b. Ebî Nemr'den, o da Saîd b. Müseyyeb'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Mûsa'l-Eş'arî haber verdi. Ki kendisi evinde abdest almış, sonra (dışarı) çıkarak: Bugün mutlaka Resûlüllah (Sallallahıü Aleyhi ve Sellem)’in yanına gideceğim. Ve onunla beraber olaca­ğım, demiş. Ve mescide gelmiş. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'i sor­muş :

  O çıktı; şu tarafa doğru gitti, demişler. Ebû Musa diyor ki: Ben de onu soruşturarak izinden yola çıktım.    Nihayet Eriz kuyusuna girdi. Ben de kapıda oturdum.    Onun kapısı hurma dalından idi.    Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) hacetini görüp abdesti alınca kalkarak yanına vardım. Bir de baktım. Eriz kuyusunun kenarına oturmuş, kuyunun ke­narını ortalamış, baldırlarını açmış ve onları kuyunun içine  sarkıtmış. Ona selâm verdim. Sonra giderek kapının yanma oturdum. (Kendi ken­dime) Bugün mutlaka Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın kapıcısı olacağım, dedim. Az sonra Ebû Bekr geldi ve kapıyı çaldı.

  Kim o? dedim.              !

 Ağır ol! dedim. Sonra giderek: -   Ebû Bekr! cevâbım verdi.

__Yâ Resûlallah! Bu  (gelen)  Ebû Bekr'dir. İzin istiyor, dedim.

«Ona izin ver! Ve kendisini cennetle müjdele!» buyurdu. Ben dönüp geldim ve Ebû Bekr'e :

  Gir! Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seni cennetle müj­deliyor, dedim. Ebû Bekr girdi. Ve Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sağ tarafına onunla birlikte kuyunun kenarına oturdu. Ayaklarını da Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yaptığı gibi kuyuya sarkıttı. Ve baldırlarını açtı. Sonra ben (kapı yanma) döndüm ve oturdum. Kardeşimi abdest alırken bırakmıştım. Bana yetişecekti. (İçimden kardeşimi kasde-derek) Eğer Allah filâna hayr murad etti ise, onu (buraya) getirir, dedim. Bir de baktım. Bir insan kapıyı kıpırdatıyor:

  Kim o? dedim.

  Ömer b. HattâVım! dedi.

  Ağır ol! dedim. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e gele­rek selâm verdim ve:

  Bu (gelen) Ömer'dir, izin istiyor! dedim.

«Ona izin ver; ve kendisini cennetle müjdele!» buyurdular. Hemen Ömer'e gelerek:

  İzin verdi. Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seni cennetle müjdeliyor! dedim. O da girdi. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'le Dirlikte onun sol tarafına kuyu kenarına oturdu.   Ayaklarını da kuyuya sarkıttı. Sonra (ben kapı yanma) dönerek oturdum. Ve (kardeşimi kasde-derek) Allah filâna hayır murad etti ise onu (buraya) getirir, dedim. Der­ken az sonra bir insan gelerek kapıyı salladı:

  Kim o? dedim.

  Osman b. Affân'im! cevâbını verdi.

—Ağıf ol! dedim ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ gelerek kendisine haber verdim:

«Ona izin ver; ve başına gelecek bir belâ İle birlikte kendisini cen­netle müjdele!»  buyurdu. Hemen geldim ve:

  Gir! Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başına gelecek bir belâ ile birlikte seni cennetle müjdeliyor, dedim. O da girdi. Fakat kuyu kenarını dolmuş buldu. Ve Öbür taraftan onların karşılarına oturdu.

Şerik demiş ki: Saîd b. Müseyyeb: Ben bunu kabirlerine yordum, dedi.

 

(...) Bana bu hadîsi Ebû Bekr b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ufeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Şerik b. Abdillah b. EM Nemir rivayet etti. (Dedi ki) : Saîd b. Müseyyeb'İ şunu söylerken işittim : Bana Ebû Musa'l-Eş'arî şurada rivayet etti. Süleyman köşe tarafına Saîd'in oturduğu yere işaret etti,

Ebû Musa demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfı murad ederek (evden) çıktım. Kendisini mallara doğru yol alırken buldum. Ve arkasından gittim. Onu bir malın içerisine girmiş buldum. Kuyunun çev­resine oturdu. Baldırlarını açtı ve onları kuyuya sarkıttı...

Râvi hadîsi Yahya b. Hassan'm hadîsi mânâsında nakletmiş, yalnız Saîd'in : «Ben bunu kabirlerine .yordum» sözünü anmamıştır.

 

(...) Bize Hasen b. Ali El-Hulvâni ile Ebü Bekr b. İshâk rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Saîd b. Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer b. Ebî Kesir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Şerik b. Abdillah b. Ebî Nemr, Saîd b. Müseyyeo'den, o da Ebû Mûsa'i-Eş'arî'den naklen haber verdi. Ebû Musa şöyle demiş: Bir gün Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) bir haceti için Medine'de bir bahçeye çıktı. Ben de izin­den çıktım...

Râvi hadîsi Süleyman b. Bilâl'in hadîsi mânâsında hikâye etmiştir. Bu hadîsde şunu da anmıştır : «İbni Müseyyeb dedi ki : Ben bunu onların kabirlerine yordum.-Üçü şurada toplanacaklar. Osman ayrılacak.»

Bu hadîsi Buhârî «Fedâilü Ashabi-n-Nebi» ve «Fiten» bahis­lerinde tahric etmiştir.

Hâit: Bahçe demektir.

Mal: Esas.itibariyle altın ve gümüş gibi milk edinilen şeylerdir. Son­ra kıymeti olan her maddeye mal denilmiştir. Arablarca mal denilince ekseriyetle deve kasdedilir. Burada maldan murad bahçelerdir.

Bi'rî Erîz: Yerinde de görüldüğü vecihle Medine'de Kûba'ya yakın bir su kuyusudur. Hz. Osman'ın parmağından Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in yüzüğü bu kuyuya düşmüştü.

Kırf: Kuyunun etrafına taştan veya ağaçtan çevrilen çemberdir. As­lında yüksek yer demektir.

Hz. Ebû Bekr'le Ömer’in bu kuyuya ayaklarını sarkıtma­ları Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'e uymak ve onun rahatını boz­mamak içindir. Çünkü onun gibi oturmasalar, ihtimal onlardan utanır. Ve ayaklarını kuyudan çıkarırdı.

Hz, Saîd b. Müseyyeb'in: «Ben bunu kabirlerine yordum» sözü doğru bir firasetdir. Yâni üçünün bir arada oturmasını, Öldükten son­ra üçünün bir yere defnedileceklerine, Hz, O sman'in karşılarına otur­masının da vefatından sonra onlardan ayrı, fakat karşılarına gelen bir ye­re defnedileceğine yormuştur ki, bunda tamamıyle haklı olduğunu vukuat göstermiştir. Bugün Hz. Ebû Bekr'le Ömer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)n iki tarafında Mescid-i Nebevî'de Hz. Os­man ise onların karşılarına düşen «El-Bâki'» kabristanında medfun-durlar.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif üç halifenin ve Ebû Mûsa'l-Eş'arî 'nin faziletine ve cennetlik olduklarına delildir. Hz. Ebû Musa kendi­sine yetişmek niyetiyle abdest almakta olan kardeşinin de yetişerek bu bahtiyarlar araşma katılmasını gönülden dilemişse de; bu alenî müjde ona nasib olmamıştır. Ebû Musa 'nın Ebû Ruhm ve Ebû Bürde namlarında iki kardeşi vardır. Muhammed isminde üçüncü bir kardeşi olduğunu söyleyenler de vardır. Bunların içinde en meşhuru Ebû Bürde olup, ismi Âmir 'diri O gün beklediği kar­deşi ihtimal budur.

2- Şımarmayacağından emin olmak şartıyle bir insanı yüzüne karşı medhüsenâ etmek caizdir.

3- Bu hadîs bir yere girmek için izin isteme hususunda gösterilen terbiye ve nezakete örnektir,

4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'in bu hadîsi bir mucizedir. Nitekim haber verdiği şekilde zuhur etmiş; Hz. Osman başına gelen bir fitne neticesinde şehid edilmiştir.

5- Baş sıkısında Hz. Osman'ın dediği gibi «Vallahul-Müsteân» demek müstehab'dır.

 

4- Ali B. Ebi Talib (Radıvallahü anh)ın Faziletlerine Dair Bir Bab

 

30- (2404) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Cafer Muham­med b. Sabbah, Ubeydullah EI-Kavârîrî ve Sûreye b. Yûnus hep birden Yûsuf b. Mâcişun'dan naklen rivayet ettiler. Lâfız İbni Sabbah'ındır. (De­di ki) : Bize Yûsuf Ebû Selemete'l-Mâcişûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Münkedir, Saîd b, Müseyyeb'den, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali'ye:

«Sen bana Musa'ya nisbetle Harun /erindesin. Şu kadar var ki, ben­den sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.

Saîd demiş ki : Bunun üzerine ben bunu Sa'd'dan şifahen işitmeyi di­ledim ve Sa'd'la görüşerek bana Âmir'in rivayet ettiğini kendisine an­lattım.

  Bunu ben İşittim! dedi.

  Onu sen mi işittin? diye sordum. İki parmağını kulaklarına koyarak:

Evet! Yoksa bunlar sağır olsunlar, dedi.

 

31- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'be'den rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr d,âhi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'-ibe Hakem'den, o da Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da Sa'd h, Ebî İVakkas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Tebûk gazasında Resûlül­lah (Saı'latlahü Aleyhi ve Setlem) Ali b. Ebî Tâlib'i halife bıraktı. Ali:

— Yâ Resûlallah! Beni kadınlarla çocukların içinde halife mi bıra­kıyorsun? dedi. Bunun üzerine :

«Benden Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? jŞu kadar var ki, benden sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.

 

(...)  Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize balam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadda rivayet etti.

 

32- (...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lâfız da birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zat İbni İsmail'dir) Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vak­kas'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Muâviye b. Ebî Süfyân Sa'd'a emir verdi ve :

  Ebû't-Türab'a [5] sövmekten seni ne menetti? dedi. O da :

  Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun için Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Setleın) söylemiştir. Binâenaleyh ben ona asla sövemem.

Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbul­dür. Ben Resûlüllah (SaHallahü A leyhi ve Sellem) 'i gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona :

  Yâ Resûlallah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın? de­diği zaman;

«Benden Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamberlik yoktur.» buyururken işittim. Hayber gününde de :

«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de ken­disini seven bir zata vereceğim.» buyururken işittim. Biz sancak için he­pimiz uzandık. Fakat o:

«Bana Ali'yi çağırın!» buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da ona fethi müyesser kıldı. Şu âyet:

«De ki : Gelin, bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım...» [6] inince Re­sûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali'yi, Fatıme'yi ve Hasan'la Hüseyin'i çağırarak:

«Allahım! Benim ailem bunlardır.» buyurdu.

 

(...) Bize Ebû Bckr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gıınder Şu'be'den rivayet etti. H,

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbrahim b. Sa'd b. Sa'ddan, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den nakletmiş olmak üze­re dinledim ki, Ali'ye :

«Bana Musa'ya nîsbetle Harun yerinde olmana razı değil misin?» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî «Meğazî» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmişlerdir.

Resûlüllah (SalIallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. A1i'yi Medîne'de kendi yerine bırakarak Tebûk gazasına gitmiş. Bunu gören münafık­lar : «Muhammed Alî'yi istiskal için Medine'de bıraktı, bunu hiçe saydı.» demişlerdi. Hz. A1i bunu işitince silâhına sarılarak yolda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e yetişti ve münafıkların söylediğini ona nak­letti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yalan söylemişler, ben seni ancak arkamda bıraktıklarıma halife ta­yin ettim. Hemen dön. Gerek benîm ailem, gerekse kendi ailen hususunda benîm halifem ol! Yâ AIi, bana Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin?» buyurmuştu.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Rafizîler'den bazıları ile İma-miye vesair Şîa fırkaları hilâfetin Hz. A1i'nin hakkı olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hilâfeti ona vasiyet ettiğini iddi­ada bulunmuş ve bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Sonra kendi aralarında ihtilâfa düşmüşler. Raiizî1er Hz. Ali 'den başkasını hilâfete ge­çirdiler diye ashâb-ı kiramı tekfir etmiş; bazıları daha ileri giderek Hz. A1i'ye kâfir demek ietisarmda bulunmuşlardır. Çünkü onlarca A1i (Radiyaliahüanh) hakkını aramamıştır. Bunların mezhebleri hepsinden bo­zuk, akılları da hepsinden fâsitdir. Kavilleri redde veya münazaraya değ­mez. Bunu söyleyenin küfründe şüphe yoktur. Çünkü bütün imamların ve ilk müslümanların küfrüne kail olan kimse şeriatın naklini iptal etmiş ve İslâm'ı yıkmış demektir. Bunlardan geri kalan taşkınlara gelince: On­lar bu mesleği tutmamışlardır,traami'ye taifesi ile    Mutezileden bazıları ilk müslümanların Hz. Ali meselesinde yanıldıklarını söy­lerler. Onlara kâfir demezler. Hattâ Mutezile 'den bazıları onları hataya bile nisbet etmezler. Çünkü onlara göre ehli varken daha aşağı dereceli bir kimseyi halife tayin etmek caizdir.

Halbuki bu hadîsde onların hiç birine delil yoktur. Hadîsde yalnız Hz. A1i'nin fazileti isbat edilmekte, onun başkasından efdal yahut baş­kasının misli olduğuna dair söz yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den sonra onun halife olacağına delâlet de yoktur. Çünkü Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. A1i'ye bu sözü kendisini Tebûk gazasında Medine'de kendi yerine bıraktığı zaman söylemiştir. Hadîsi şerif de müşebbehinbih olan Harun (Aleyhisselâm)\n Hz. Musa'dan sonra halife olmayıp, onun hayatında hattâ Musa (Aleyhisselâm) m vefatından kırk sene kadar önce dünyadan gitmesi de bunu te'yid eder.»

Ulemârun beyânına göre zahir mânâsı itibariyle bir sahabiye müda-hele sayılan hadîslerin te'vili icab eder. Burada Hz. Muâviye'nin sözü Hz. A1i‘ye sövmesi için açık bir emir değildir. O yalnız sövmesi­ne ne mâni olduğunu sormuştur. Ve herhalde : «Vera' ve takvadan dolayı mı, yoksa korku gibi bir şey sebebiyle mi bundan vaz geçtin. Eğer takva ve ihtiram için sÖğmedinse isabet etmişsin, iyi yapmışsın, başka bir se­beple vazgeçtinse onun da cevâbı başkadır.» demek istemiştir, ihtimal Hz. Sa'd, Hz. A1i'ye söğen taife ile berabermişdir. Fakat bu sefer on­larla beraber söğmemiştir. Muâviye (Radiyaliahü anh) bunu sormuştur. Bu sözün başka te'vile de ihtimali vardır. O bununla : «Hz. A1i'nin rey ve içtihadında hata ettiğini söylemekten seni ne men etti. Bu meselede bizim rey ve içtihadımızın güzel, ofıunsa hatalı olduğunu halka açıklasaydın ya!» demek istemiş de olabilir.

 

33- (2405) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yakub (İbni Abdirrahman El-Kââri) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Hayber günü Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven bir adama vereceğim. Alloh onun elinde fethi müyesser kılacaktır.» buyurmuşlar. Ömer b. Hattâb : Kumandan olmayı ancak o gün diledim, demiş. Sözüne şöyle devam etmiştir: Sancak için çağrılırım ümidiyle ona uzandım. Fakat Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı, sancağı ona verdi ve :

«Yürü! Allah sana fethi müyesser, kıiıncaya kadar bakınma!» buyur­du. Derken Ali biraz yürüdü, sonra durdu ama bakınmadı. Ve :

— Yâ Resûlallah! İnsanlarla ne Üzerine harbedeceğİm? dîye haykırdı:

«Onlarla Allah'dan başka ilâh yoktur ve Muhammed Resûlüllahdir, diye şehadet getirinceye kadar harbet! Bunu yaptılar mı, kanlarını ve mal­larını senden korudular demektir. Ancak hakkıyle olursa o başka! Hesap­lan da Allah'a kalmıştır.»  buyurdular.

 

34- (2406) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Aziz (yâni İbni Ebî Hâzini) Ebû Hâzim'den, o da Sehl'den naklen rivayet etti. H.

Bize yine Kuteybe b. Saîd rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yâkub (yâni İbni Abdirrahman) Ebû Hâzim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sehl b. Sa'd haber verdi ki, Hayber günü Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi

ve Sellem):

«Bu sancağı Öyle bir adama vereceğim ki, Allah onun elinde fethi mü­yesser kılacak. Allah'ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever.» buyurmuşlar. Sehl demiş ki: Artık insanlar o gece sancağı kime verecek diye konuşarak gecelediler. Sabahlayınca erken erken Resûlüllah (Sallatlahii Aleyhi ve Sellem) 'in yanma vardılar. Her biri sancağın kendine verilmesi­ni umuyordu. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Âli b. Ebî TâIifa nerede?»  diye sordu. Aslıab :

— Yâ Resûlallah! O gözlerinden rahatsızdır, dediler.

«Hemen ona haber gönderin!» buyurdu. Arka çığından Ali'yi getirdi­ler. Resûlüllah {Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onun gözlerine tükürdü ve ken­disine dua etti. Ali derhal düzeldi. Hattâ hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Re­sûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Sellem)   sancağı ona yerdi. Ali:

— Yâ Resûlallah! Onlarla tâ bizim gibi oluncaya kadar mı harbede-ceğim? diye sordu. Şöyle buyurdular :

«Yavaşça gir. Tâ onların sahasına İn, sonra kendilerini İslâm'a davet et! İslâm'da kendilerine vâcib olan Allah hakkını onlara haber ver. Vallahi senin.sayende Allah'ın bir adama hidâyet vermesi, senin için kırmızı deve­lerin senin  olmasından  daha  hayırlıdır.»

 

35- (2407) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha­tim (yâni İbni İsmail),.Yezîd b. EM Ubeyd'den, o da Seleme b. Ekva' dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Haybcr'de Ali, Peygamber (Salkıllahii Aleyhi ve Sellem)1'den geri kalmıştı. Gözleri ağırıyordu. Ben Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)''den geri mi kalacağım, dedi. Ve Ali hemen yo­la fıkarak Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişti. Sabahında Al­lah'ın fethi müyesser kıldığı gecenin akşamı olunca Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu sancağı mutlaka vereceğim yahut bu sancağı yarın mutlaka Al­lah'ın ve Resulünün sevdiği bir adam alacaktır. Veya Allah'ı ve Resulünü seven bir adam alacaktır. Allah ona fethi müyesser kılacaktır.»   buyurdu

Bir de ne görelim, lau zât AH imiş. Halbuki biz onu ummuyorduk. Ashab r İşte Ali! dediler. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) de sancağı ona ver­di. Ve Allah fethi ona müyesser kıldı.

Bu hadîsi   Buhârî    «Cihâd» bahsinde tahric etmiştir.

Hayber gazası hicretin yedinci senesinde vuku bulmuştur. İbni îshâk'ın Hz. Amr b. Ekvâ'dan rivayet ettiği bir hadîse göre Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ebû Bekr'i Hayber karalarından birine göndermiş : Ebû Bekir (Radiyallahu anh) yahu-dileri hayli sıkıştırmış ise de kal'a fethedilemeden dönmüş. Ertesi gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ömer'i göndermiş, yahudi-lerle o da harbetmiş, fakat kal'a yine alınamamış. Nihayet Resûlüllah (Sailallahü A leyhi ve Sellem):

«Yarın bu sancağı Allah'ın ve Resulünün sevdiği bîr adama verece­ğim... ilâh» buyurarak sancağı Hz. A1i'ye vermiş ve fetih onun eliyle müyesser olmuştur. îbni tshâk'ın beyânına göre Hayber'in ilk fethedilen kal'ası Nâim'dir. Mahmud b. Seleme orada şehid edilmiş, kal'adan üzerine bir değirmen taşı atılmıştır.

Hz. Ömer'in kumandan olmayı ancak o gün diledim, demesi bu kumandanlık Allah'ın ve Resulünün muhabbetlerine delâlet ettiği ve kal'a o kumandanın eliyle fethedileceği içindir.

Nevevî'ye göre: Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. A1i'ye :

«Bakınma...» emrini vermesinin iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veç­he göre bu sözden zahiri mânâsı kastedilmiştir. Yâni sağa sola bakınmadan dosdoğru git, demektir. İkinci ihtimale göre bu sözden murad harbe atıl­mak ve koşmaktır. Hz. A1i onu birinci mânâya hamletmiş; icab ettiği halde gözüyle bakınmamıştır. Bazılarına göre ihtimal buradaki emirden murad : «Düşmanınla karşılaştıktan sonra kal'ayı fethedineeye kadar ora­dan ayrılma» demektir.

Kızıl renkli develer Arablann en kıymetli malları idi. Bir şeyin ne­fasetini bildirmek için bunları misal gösterirlerdi. Yerinde de görüldüğü vecihle âhiret umurunu dünya işlerine benzetmek sadece zihinlere mânâyı yerleştirmek içindir. Yoksa baki olan âhiret nimetlerinin zerresi dünya­lardan daha hayırlıdır.

 

Bu Hadisden Çıkıarılan Hüümler:

 

1- Hadîs-i şerîf'de Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve sellem)'in kavli ve fiilî mucizeleri vardır. Kavlî mucizesi kal'anın Hz. A1i tarafından fet­hedileceğini haber vermesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Fiilî mucizesi ise Hz.    A1i'nin gözlerine tükürmesi ve gözlerinin derhal iyüeşnıesidir.

2- Yine bu hadîs Hz. Ali 'nin faziletlerine cesurluğuna Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)in emrine son derece riâyetkârhğma, Allah ve Resulünü sevdiğine ve onların sevgisini kazandığına delildir.

3- Harbden Önce düşman İslâm dinini kabule davet edilir. Bazıları

bunun mutlak surette vâcib olduğunu söylemiş, diğerleri ise o ana kadar düşmana İslâm dini tebliğ edilmemişse bu davetin vâcib olduğuna, teb­liğ edilmişse vâcib'değil, müstehabhğma kail bulunmuşlardır. Bu mesele cihad bahsinin'başında geçmişti.

4- İslâmiyet harbde ve sulhda kabul edilebilir. «Hesaplan da Allah'a kalmıştır» cümlesinden murad : Kâfirler şehadet getirirlerse  biz onları serbest bırakırız. Çünkü biz zahire göre hüküm veririz. Kalblerindekini yalnız Allah bilir, hakikaten iman ettilerse bu kendilerine dünyada da, âhiretde de faydalı olur. Aksi takdirde münafık sayılırlar ve cehennemi boylarlar, demektir.

5- Müslüman olmak için iki kelimeyi şehadeti söylemek şarttır. Dil­sizin veya bir mâniden dolayı konuşamayanın işaretle imanı kâfidir.

 

36- (2408) Bana Züheyr b. Harb ile Şûca' b. Mabled hep birden İbnı Jleyye'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim riva­yet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hayyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ye-

b. Hayyân rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Husayn b. Sebrâ ve Ömer b. Vlüslim Zeyd b. Erkam'e gittik. Yanına oturduğumuz vakit Husayn ona : Gerçekten ya Zeyd sen çok hayırla karşılaştın. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SeUem)'\ gördün; hadîsini dinledin; onunla beraber gaza ettin; ve arkasında namaz kıldın. Gerçekten yâ Zeyd, sen çok hayırla karşılaş­tın. Bize yâ Zeyd! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiklerini rivayet et! dedi. Zeyd :

Be kardeşim oğlu! Vallahi yaşım geçti; vaktim ilerledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dan bellediklerımin bazısını unuttum. Binâena­leyh size ne rivayet etmişsem kabul edin, neyi rivayet etmemişsem onu bana teklif etmeyin! dedi. Sonra şunu söyledi: Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Va'z eyledi. Ve hatırlatma yaptı. Sonra şöyle buyurdu :

«Bundan sonra, dikkat edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbİ-min resulü gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bıra­kıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Kitâbutlah'dır. Imdİ Kitâbullah'ı alın ve ona sarılın!» Müteakiben Kitabullah'a terğîb ve teşbîhde bulundu. Sonra :

«Bir de ehl-i beytimi (bırakıyorum)... Ehl-i beytim hakkında size Al­lah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı  hatırlatırım!..» buyurdu. Husayn ona:

  Onun ehl-i beyti kimlerdir yâ Zeyd? Kadınları ehl-i beytinden de­ğil midir? diye sordu. Zeyd :

  Kadınları ehl-i beytlndendir. Lâkin onun ehl-i beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır, cevâbını verdi. Husayn :

  Kimdir onlar? diye sordu.

  Onlar Âli Ali, ÂIı Akîl, Âli Ca'fer ve Âli Abbâs'dır,  dedi. Husayn:

  Bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar? dedi. Zeyd:

  Evet! cevâbını verdi.

 

(...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni İbni İbrahim) Saîd b. Mesrûk'dan, o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Ve hadîsi yukarki hadîs gibi Zuheyr'nı hadîsi mânâsında nakletti.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu­hammed b. Fudayl rivayet etti. H.

Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi.

Her iki râvi Ebû Hayyan'dan bu isnadla İsmail'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Cerir'in hadîsinde şu ziyade vardır :

«Allah'ın kitabı ki, onda doğru yol ve nur vardır. Her kim ona tutulur ve onunla amel ederse doğru yolda olur. Ve her kim ondan yanılırsa sapar.»

 

37- (...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni İbni İbrahim) Saîd'den (bu zat İbni Mesruk'dur), o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şöyle demiş ; Onun yanma girdik ve kendisine : Gerçekten sen çok hayır gördün. Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "m sohbe­tinde bulundun ve arkasında namaz kıldın... dedik.

Ve râvi hadîsi, Ebû Hayyan'm hadîsi gibi nakletmiştir. Yalnız o şöyle demiştir : «Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bun­ların biri Allah  (Azze ve Celle)yn\n kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Her kim ona tâbi olursa doğru yolda ve kim terkcderse delâlette olur.» Bu hadîsde şu ibare de vardır : «Bunun üzerine biz :

__ Onun ehl-i beyti kimlerdir? Kadınları mı?  dedik.  Zeyd :

__ Hayır! Allah'a yemin olsun! Hakikaten kadın zamanın bir kısmın­da erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun ebl-i beyti, aslı ve ondan sonra sadakadan mahrum olan asa-besidir.» dedi.»

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in Kitabullah ile ehl-i beyti hak­kında iki ağır yük tâbirini kullanması bunların sânı ve ehemmiyeti bü­yük olduğu içindir, Bazı ulemâya göre bu hususdaki amel ağır olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.

Sadakadan murad zekâttır.

Âl: Hanedan yâni şerefli bir sülâlenin fertleri, demektir. Ulemâ Pey­gamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sülâlesinden kimlerin zekât alamı-yacakları hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hanefîler'le Şafiî1er'e göre bu hadîsde zikri geçen Benî Hâşim'e yâni Hz. Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs (Radiyallahu anh) sülâlelerine ve onla­rın azatlılarına zekât-verilemez.

îmam Mâlik yalnız Benî Hâşim'e zekât verilemiyece-ğine kail olmuş, bir takımları da bütün Kureyş‘e zekât verîlemiye-ceğini söylemişlerdir. Bu hadîsde Hz.Zeyd'in Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem^ in kadınlarını ehl-i beytinden saymaması bütün Kureyş kabilesini ehl-i beyt kabul edenlerin sözünü iptal İçindir. Filhakika ez-vâcı tahirat arasında Âişe, Hafsa, Üramü Seleme, Şev­de ve Ümmü Habîbe (RadiyaUahu anh) gibi Kureyş'e men-sub kadınlar vardı.

Hz. Zeyd'in buradaki iki rivayeti zahiren birbirine zıt görünmek­tedir. Çünkü birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm zevcelerini ehl-i beytinden saymış, diğerinde saymamıştır. Müslim 'den başka­larının rivayetlerinde Hz, Zeyd ekseriyetle ezvâcı tahiratın ehl-i beyt-ten olmadıklarını söylemiştir. Şu halde birinci rivayetin te'vili gerekir ve : «Burada kadınlarının ehl-i beyti sayılması onunla beraber yaşayıp nafa­kalarım verdiği, onlara hürmet ve ikramda bulunmayı emir buyruduğu içindir. Yoksa onlar sadaka almak, kendilerine haram olan ehl-i beytte dâ­hil değildirler» denir. Nitekim birinci rivayette Hz. Zeyd: «Kadın­ları ehl-i beytindendîr. Lâkin onun ehl-i beyti kendilerine zekât almak haram olanlardır.» diyerek buna işaret etmiştir.

Hablüllah : Allah'ın ipi demektir. Burada ondan murad Allah'a verilen ahd ve sözdür. Bir takımları Allah'ın rızası ile rahmetine götüren ise-bepdir demiş; daha başkaları bunun hidayet nuru olduğunu söylemişlerdir.

 

38- (2409) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Azîz (yâni İbni Ebi Hâzim) Ebû Hâzİm'den, o da Sehi b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehi şöyle demiş : Medine'ye Mervan hanedanından bir zât vali tâyin edildi. (Bu zat) Sehi b. Sa'd'i çağırarak Âli'ye sövme­sini emretti, Sehi buna razı olmadı. Vali ona :

  Madem ki, buna  razı  olmuyorsun   (hiç olmazsa)   Allah Ebû't-Tü-rab'a lanet etsin de! dedi. Bunun üzerine Sehi şunu söyledi:

  Ali'nin kendince Ebû't-Türab'dan daha sevimli bir ismi yoktu. Bu isimle çağrıldığı vakit gerçekten sevinirdi. Bu sefer vali:

  Bize onun kıssasını haber ver! Ona niçin Ebû Türab ismi verildi, dedi. Sehi şunu söyledi :

  Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)   Fâtıme'nin   evine   geldi  de Ali'yi evde bulamadı. Ve  (Fâtıme'ye)

«Amcan oğlu nerede?»   diye sordu- Fâtıma :

  Aramızda bir şey oldu. Beni kızdırdı da çıktı (gitti). Yanımda kaylule yapmadı, dedi. Bunun üzerine  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir insana :

«Bak şu nerede!» dedi. (Adam gitti.) Geldi ve:

  Yâ Resûlallah, o mescidde uyuyor, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onun yanma geldi. Ali uzanmış; örtüsü bir tarafından düşmüş, kendisi topraklanmıştı: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seiiem) topra­ğı ondan silmeye başladı, hem..:

«Kalk Eba't-Tiirabî Kalk Eba't-Türab!»  diyordu. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu's-Salâtda tahric etmiştir. Ebû Türab: Toprak babası demektir. Bu hadîsde beyan edildiği ve-cihle kendisine Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)    Ebû    Türab diye hitab ederek latife yaptığı için Hz. Ali  bunu künye ittihaz etmiş ve sevmiştir.

Kaylûle: Yerinde de görüldüğü vecihle günün ortasında uykuya yat-.maktuv Bâzıları uyku olsun olmasın günün ortasında yapılan istirahata jkaylule denildiğini söylemişlerdir

Hadîs-i şerif rnescidde fakirlerle yabancılardan başkalarının da uyulyup kaylule yapabileceklerine ve kızmamak şartıyle dargın bir kimseye 1 kendi künyesinden başka bir künye ile hitab ederek şakalaşmanın caiz ol­duğuna delildir.

Söğme meselesi hakkındaki te'vili babımızın Muâviye hadîsinde gör­müştür.

 

5- Sa'd b, Ebi Vakkas  (Radiyallahû anh)'ın Fazileti Hakkında Bir Bab

 

39- (2410) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Abdullah b. Amir b. Rabia'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Bİr gece Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Seiiem) uykusuz kaldı da:

«Keşke benim ashabımdan yararlı bir zat bu gece beni korusa.» dedi. Ve silâh sesi işittik. Resûlüllah   (Saliallahü Aleyhi ve Sellem): «Kİm o?» dedi. (Gelen zat) ;

— Sa'd b. Ebî Vakkâs yâ Resûlallah! Seni korumağa geldim, dedi. Âişe demiş ki: «Bunun üzerine Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyudu. Hattâ horultusunu işittim.»

 

40- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yah­ya b, Saîd'den, o da Abdullah b. Âmir b. Rabia'dan naklen haber verdi ki : Âişe şöyle demiş : Resûîüllah 'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye ge­lişinde bir gece uyuyamadı. Ve:

«Keşke ashabımdan yararlı bir zat bu akşam beni korusa!» dedi. Biz bu halde iken bir silâh hışırtısı işittik. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kim o?» dedi. (Gelen zât) :

  Sa'd b. Ebî Vakkas'ım! cevâbını verdi. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Seni getiren nedir?» diye sordu. Sa'd:

  İçime Resûlüllah  (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında   bir   korku düştü de onu korumaya geldim, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah, (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ona dua etti. Sonra uyudu.-

İbni Rumh'un rivayetinde : «Biz:

  Kim o? dedik...» ifadesi vardır.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Vehhab rivayet etti. (Dedi ki) :    Ben Yahya b. Saîd'i şunu söylerken işittim. Abdullah b. Âmir b. Rabia'yi dinledim. Şöyle diyordu: Âişe   dedi   ki:    Bir   gece   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykusuz kaldı...

Râvi Süleyman b. Bilâl'ın hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

Bu hadîsi Buhârî «KHâbu'l-Cihad» ile «Kitâbu't-Temenni»'de; Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâi «Menâkib» ile «Siyer» bahislerin muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahû Aleyhi ve Sellem) 'in uykusuz kalması hicrette Medine'ye ilk geldiği zaman değildir. Çünkü Hz. Âişe o zaman yanında değildi. Hz, Sa'd dahi daha önceden müslüman olmuş değil­di. Ulemanın beyânına göre bu hadîs:

«Allah seni insanlardan korur» âyeti kerîmesi inmezden önce vârid olmuştur. Âyet indikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ko­runmaz olmuş. Ashabına da kendisini korumaktan vaz geçmelerini emir buyurmuştur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Düşmandan korunmak ve ihtiyatlı olmak gerekir.

2- Müslümanların hükümdarlarını ölümden korumaları icab eder.

3- Tevekkül sebeplere tevessüle mâni değildir. Zîra tevekkül; kalbin ameli, sebeplerse bedenin amelidirler.

4- Hadîs-i şerîf kendiliğinden bir hayr işleyeni medhüsenâ etmekte ve ona salih kimse denilebileceğine işaret etmektedir.

5- Bu hadîsde Hz. Sa'd'm faziletine ve ilham sahiplerinden ol­duğuna delil vardır.

 

41- (2411) Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni îbni Sa'd) babasından, o da Abdullah b, Şeddâd'dan nak­len rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Ben Ali'yi şunu söylerken işittim : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd b. Mâlik'den başka hiç bir kim­se için annesiyle babasının isimlerini bir araya getirmemiştir. Çünkü Uhud gününde ona: -,

«At! Babam ve gnnem sana feda olsun!..» demeye başlamıştı.

 

(...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler (De­diler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bize Ebî Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile İshâk EI-Hanzalî dahi Muhammed b. Bişr'den, o da Mis'ar'dan naklen rivayet ettiler. H.           

Bize îbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân Mis'ar'­dan rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Sa'd b. İbrahim'den, o da Abdullah b. Şeddat'dan, o da Ali'den, o da Peygamber (Sallallahü A /ey/ı/ ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

 

42- (2412) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (yâni İbni Bilâl) Yahya'dan (bu zât İbni Saîd'dir.) O da Saîd'den, o da Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan naklen rivayet etti. Sa'd şöyle demiş: Gerçekten benim için Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud gününde annesiyle babasını bir arada zikretti.

 

(...) Bize Kuteybe b. Saîd ile İlini Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.

Bize İbnü Müsennâ da rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vehhab rivayet etti.

Her İki râvi Yahya b. Saîd'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.

 

(..,) Bize Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim (yâni İbni ismail) Bükeyr b. MUmar'dan, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da ba­basından naklen rivayet etti ki: Peygamber {battalatıu Aleyhi ve Setıenıj Uhud gününde onun için annesi ile babasını bir arada zikretmiş, Sa'd şöy­le demiş: Müşriklerden bir adam Müslümanları (n canlarını) yakmıştı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Ateyhı ve Setletn/ Sa'd'a :

«At! Babam ve annem sana feda olsun!» buyurmuştu. Sa'd demiş ki:

O müşrik için uçsuz bir ok attım ve yan tarafına vurdum. Derhal düştü. Ve avreti açıldı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seaeni; gül­dü. Hattâ yan dişlerini gördüm.

Bu rivayetleri Buhârî «Cihâd», «Fadâilü Ashab», «Edeb» ve «Meğazi» bahislerinde;  Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâî «Elyevm vel-ieyle»'de; İbnü Mâce «Sünnet» bahsihde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Hz. Sa'd b. Ebî Vakkâs sağlıklarında Cennetle müjdele­nen on zattan biridir. Hattâbî : «Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'in : Annem babam sana feda olsun! demesi bir duadır. Onun dua­ları ise kabule şayestedir.» diyor.

El Mühe11eb Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesi ile babasını beraberce zikrederek feda etmesinin yalnız Hz. Sa'd'a mahsus olduğunu iddia etmişse de; doğru değildir. Çünkü sahıheynde ri­vayet olunan bir hadîsde Hz. Zübeyr'e de bu şekilde söylediği bildi­rilmektedir. İhtimal ki Hz.  Ali    bunu işitmemiştir.

Nevevî başkalarına da bu şekilde tefdiye yaptığını söylemiştir. [Tefdiye feda olsun cümlesini söylemektir.)

Müşrik yere düşünce Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in gülmesi ivret mahallinin açılmasından dolayı değil, amansız düşmanının tepelen-aiğine sevindiği içindir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- (Annem, babam sana feda olsun) şeklinde tefdiye yapmak câiz-lir. Cumhûr-u ulemânın mezhebi budur. Yalnız Hz. Ömer b. Hattab ile Hasen-i Basrî bunu kerih görmüşlerdir. Bâzıları müs-lümanın feda edilmesini mekruh saymışlardır. Fakat sahih olan mutlak surette cevazdır. Çünkü burada hakikî feda yoktur. Bu söz bir taltif ve muhabbet nişanesi olmak üzere gelişi güzel söyleniverir. Mutlak surette tefdiyenin caiz olduğunu gösteren birçok sahih hadîsler vardır.         

2- Hadîs-i şerîf atıcılığın faziletine ve hayr işleyen bir kimseye dua etmenin müstehab olduğuna delildir.

3- Yine bu rivayetler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nezdinde Ebeveyninin muhterem ve muazzez olduklarına delâlet etmektedir. Bi­nâenaleyh müslümana gereken onlar hakkında dilini tutup ileri geri ko­nuşmamaktır.                                                                           

 

43- (1748) Bize Ebû Bekr b. Ehî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ktiler.  (Dediler ki) : Bize Hasen b. Musa rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Simâk b. Harb rivayet etti.  (Dedi Ki) : Bana Mus'ab b. Sa'd babasından rivayet etti ki, Kur'an'dan bazı âyet iter onun hakkında inmiş. Sa'd şöyle demiş : Sa'd'm annesi [7]  dininden [ dönmedikçe ebediyyen onunla konuşmayacağına ve  yiyip  içmeyeceğine I   yemin etti. Dedi ki:

— Sen Allah'ın annenle babanı sana vasiyyet ettiğini söylüyorsun. Ben senin annenim, sana. bunu ben emrediyorum.

Sa'd (devamla) şunu söylemiş: Annem üç gece bekledi hattâ bîtab-lıktan bayıldı. Bunun üzerine Umare denilen bir oğlu kalkarak ona su ver­di. Annem Sa'd'a beddua etmeye başladı. Az sonra Allah (Azzeve Ceîie) Kur'ân'da şu âyeti indirdi:

«Biz İnsana annesiyle babasına güzel muamelede bulunmasını vasiyet ettik. Şayet bana şirk koşman için seninle mücahede ederlerse [8] ilah...» Bu âyette şu da vardır : «Ama onlarla dünyada iyi geçin.»

Sa'd demiş ki: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) büyük bir gani­met almışdi. Bir de baktım ganimetin içinde bir kılıç var! Hemen onu alarak Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seîleın)'e getirdim ve : Bu kılıcı bana bahşet! Ben hâlini bildiğin bir kimseyim, dedim :

«Onu aldığın yere iade et!» buyurdular. Ben de gittim tam onu gani­met yerine koymak istediğim sırada nefsim beni ayıpladı ve tekrar ona dönerek:

— Bunu bana ver! dedim. Bana sesini şiddetlendirerek :

«Onu aldığın yere koy!» buyurdu. Bunun üzerine Allah (Azzeve Celle):

«Sana ganimetleri soruyorlar...»! [9] âyetini indirdi.

Sa'd demiş ki: Ben hastalandım da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi re Sellemj'e haber gönderdim. Hemen geldi.

  Bana müsaade buyur, malımı dilediğim yere taksim edeyim, de­dim. Razı olmadı.

  Yarısını! dedim. Yine razı olmadı.

  Öyle ise üçte birini! dedim. Ses çıkarmadı. Artık ondan sonra üçte bir (i vasiyet) caiz oldu.

Sa'd demiş ki : Ensar ve muhacirlerden müteşekkil birkaç kişinin ya­nına geldim de :

— Gel seni doyuralım ve sana şarab sunalım, dediler. Bu mesele şa-rab haram kılınmazdan Önce idi. Onların yanma bir haş içinde iken var­dım, —Haş, bahçe demektir.— Bir de baktım yanlarında kızartılmış hir deve kellesi, bir testi de §arab var! Onlarla beraber yedim, içtim. Derken onların yanında ensarla muhacirlerin lâfı oldu. Ben : Muhacirler ensardaıı daha hayırlıdır, dedim. Bunun üzerine bir adam başımın iki çenesini ya­kaladı ve bana o kelle ile vurarak burnumu yaraladı. Hemen Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve SeUem)'e gelerek ona haber verdim. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) benim hakkımda — kendisini kasdediyor — şarabın hük­münü indirdi:

«Şarab, kumar, dikili taşlar ve oklar şeytan işi pis şeylerdir.» [10]

 

44 - (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sımak b. Harb'dan, o da Mus'ab fc. Sa'd'dan, o da babar sından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Benim hakkımda dört âyet indirildi...

Ve râvi hadîsi Züheyr'in Simak'den rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir. Şu'be'nin hadîsinde şu ziyâde de vardır : «Yemek vermek istediler mi testinin ağzını sopa İle açarlar, sonra yiyeceği içine döner­lerdi.»

Yine Şu'be'nin hadîsinde: «O kelle ile Sa'd'ın burnuna vurdu ve onu yardı. Sa'd'ın burnu yarık idi.» cümlesi de vardır.

 

45- (2413) Bize Züheyr'b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-rahman, Süfyân'dan, o da Mıkdam b. Şureyh'den, o da babasından, o da Sa'd'dan naklen rivayet etti:

«Sabah akşam Rablerine dua eden kimseleri kovma!» [11] Benim hak­kımda indi, demiş.

Şunu da söylemiş: Bu âyet altı kişi hakkında inmiştir. Ben ve îbni Mes'ûd onlardanız. Müşrikler ona : «Sen bunları kendine yaklaştırıyor­sun.» demişlerdi.

 

46- (...) Bize Ebû Bekr b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi M) : Bize Muhammed b. Abdillah EI-Esedî İsrail'den, o da Mikdam b. Şureyh'den, o da babasından, o da Sa'd'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Pey­gamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'\Q birlikte altı nefer idik. Müşrikler Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :

— Bunları kov! Bize karşı cüretkârlıkta bulunmasınlar, dediler. (Bu altı kişi), Ben, tbni Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir zat, Bilâl ve isimle­rini veremiyeceğim iki adam idi.

Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kalbine Allah ne diledi ise o geldi. Ve içinden bir şeyler geçirdi. Bunun üzerine Allah  (Azze ve Cette):

«Allah'ın rızasını dileyerek akşam sabah ona dua eden kimseleri kovma.» âyet-i kerîmesini indirdi.

Hz. Sa'd kıssası hakkında «Cihâd» bahsinde «Enfal» babında iza­hat verilmişti.                                                                              

Buradaki rivayetlerde onun faziletini ve hakkında muhtelif ayetler indiğini bildirmektedir. Hz. Sa'd'in künyesi Ebû.lshâkı idi. Kendisine İslâm'ın süvarisi denir. Ve Allah yolunda ilk ok atanın o oldu­ğu rivayet edilir. Duası müstecab bir zât idi. Acem memleketlerinin bir­çok yerleri onun kumandasında fethedilmiştir. Seksen üç veya yetmiçüç yaşlarında ellîbeş tarihinde Medine'ye on mil mesafede bulunan Akîk'de vefat etmiş, cenazesi eller üzerinde Medîne'ye götürüle­rek «El-Bâki» namındaki meşhur kabristana defnedilmiştir. Cenaze nama­zını Mervân b. Hakem kaldırmıştır. Cennetle müjdelenen on zattan en son vefat eden odur. Hz. Sa'd ilk müslüman olan yedi kişi­nin yedincisidir. Annesi onun müslüman oluşuna pek üzülmüş, eski dinine dönmedikçe yiyip içmeyeceğine yemin etmiştir. Fakat annesinin bütün ısrarlarına rağmen Hz. Sa'd İslâm dininden dönmemiş ve annesine hitaben : «Anne, senin yüz tane canın olsa ve gözümün önünde bunlar bi­rer birer alınsa, ben yine dinimden vaz geçemem. Boşuna üzülme.» demiş­ti. Bunun üzerine âyet inmiş ve :

«Annenle babam bilmediğin bir şeyi bana şerik koşman hususunda se­ninle münakaşa ederlerse, onlara itaat etme! Ama dünyada onlarla iyi geçini» buyurulmuştur.

Hadîs-i şerîf'de görüldüğü vecihle kılıç, şarab ve tard meseleleri hak­kında da âyet inmesine Hz.    Sa'd   sebep olmuştur.

 

6- Talha İle Zübeyr (Radiyallahu anh) 'nın Faziletlerine Dair Bir Bab

 

47- (2414) Bize Muhammed b. Ebi Bekr El-Mukaddemî ile Hâmîd b. Ömer El-Bekrâvî ve Muhammed b. Abdi'1-A'la rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Mu'temir (bu zât İbni Süleyman'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Babamdan, o da Ebû Osman'dan naklen dinledim. Şöyle demiş : Kesûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ile onun harbetüği günlerin bazısında beraber bulunanlardan Talha ile Sa'd'dan başka kimse kalmadı. Bu söz onların hadîslerinden alınmadır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fadâili-Ashabi'n-Nebİ»'de tahric et­miştir,

Hz. Talha cennetle müjdelenen o zattan biri, İslâm'a ilk giren sekiz kişinin biri, Hz. Ebû Bekr'in te'siriyle müslüman olan beş ki­şinin biri ve Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve Seliem)'in kendilerinden razı olarak dünyadan gittiği altı kişilik şûra heyetinin biridir. Künyesi Ebû Muh'ammed 'dr. Otuzaltı tarihinde Ceme1 vak'asmda okla vuru­larak şehid edilmiştir. Birçok rivayetlerden anlaşıldığına göre kendisini vuran Meryân.b. Hakem'dir. Kaç yaşında vefat ettiği ihtilaflı ise de ekser ulemânın kavline göre yetmiş beş yaşında şehid edilmiştir. Ceme1  vak'asmda ilk vurulan odur.

Bu hadîsdeki «günlerin bâzısında» ifadesinden murad Uhud har­bidir. Hz. Talha ordu kaçmaya başladığı zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında kalmıştır.

Bu harbde onun büyük bir menkabesi vardır.

«Bu söz onların hadîslerinden alınmadır.» ifadesinden murad : Râvi bû Osman bu hadisi  Talha ile Sa'd 'dan dinlemiştir, de­mektir,

 

48- (2415) Bize Amru'n-Nakıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân . Uyeyne Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etti. İbni Münkedir demiş ki: Ben Câbir'i şunu söylerken işittim : Hendek .günü Resûlüllah (Sallallahü Altyhi ve Seliem) insanları (Cihada) ça­ğırdı. Ve Zübeyr buna icabet etti. Sonra tekrar çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Sonra tekrar çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Bunun üze­rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Her  Peygamberin  havarileri  vardır.  Benim  havarim  de Zübeyr'dir.» buyurdul

 

(...) Bize Ebû-Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame Hi-şam b. Urve'den rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile îshâk b. İbrahim hep birden Vekî'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Süfyân rivayet etti.

Her iki râvi Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir'den, o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen İbnü Uyeyne'nin hadîsi mâ­nâsında rivayette bulunmuşlardır.

Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» ve «Meğazî» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de; İbnü Mâce «Sünnet» bah­sinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in harbe teşvik ettiği ashabı yahudilerden Benî Kureyze kabilesiyle cenk edeceklerdi. Bir rivayette çağırdığı zevat bu kabi­leden haber almağa gideceklerdi. Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre bu işi yalnız başına Zübeyr (Radiyallahu atıh) görmüş, yahudilerin ha­berini getirmiş. Sonra harb şiddetlenmiştir.

Havari: Yardımcı demektir. Bundan dolayı Hz. îsâ'nın samimî ar­kadaşlarına ve yardımcılarına Havariyyûn  denilmiştir.

Bâzıları kelimenin elbiseyi beyazlatmak mânâsına geldiğini, Hz. İsâ'nın havarilerinin de çamaşırcılar olduğunu söylemişlerdir. Ezherî : «Havariyyûn Peygamberlerin hâlis yakınlanâır> demiştir.

 

49- (2416) Bize İsmail b. Halil ile Süveyd b. Saîd ikisi birden İbni Müsbir'den rivayet ettiler. İsmail dedi ki: Bize Âli b. Müshir, Hişarn b. Urve'den, o da babasından, o da Abdullah b, Zübeyr'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle demiş : Hendek günü ben ve Ömer b. Ebî Seleme kadınlarla birlikte Hassan'm kal'asında idik. Bâzan o bana belini eğiltir ben bakardım, Bazan da ben ona belimi eğiltir, o bakardı. Babamı atı üze­rinde silâh içinde Benî Kureyza'ya geçtiği vakit tanırdım.

Râvi diyor ki: Bana Abdullah b. Tirve dahi Abdullah b. Zübeyr men aklcn haber verdi. Abdullah demiş ki: Ben bunu babama andım da'.

  Beni gördün mü oğulcuğum? dedi. - Evet! cevâbını verdim.

  Beri bak! Vallahi o gün Resûlüllah (SalîallahÜ Aleyhi ve Se!km) be­nim için anne ve babasını cem ederek:

«Babam ve annem sana feda olsun...»   buyurdular, dedi.

 

(...) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da bahasından, o da Abdullah b. Züheyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Hendek (harbi) günü gelince ben ve Ömer b. Ebü Se­leme kadınların yâni Peygamber(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in kadınlarının bulunduğu kal'ada idik...

Râvi hadîsi tbni Müshir'in bu isnaddaki hadîsi mânâsında nakletmiş. O "bu hadîsde Abdullah b. Tirve'yi anmamıştır. Lâkin kıssayı Hîşâm'ın ba­basından, onun da İhni Zübeyr'den naklettiği hadîse dere etmiştir.

Anlaşılan kal'a içerisinde kimi Abdullah b. Zübeyr be­lini eğittir arkadaşı sırtına basarak dışarda olup biteni seyreder, kimi de arkadaşı eğilir Hz. Abdullah onun sırtına basarak dışarı bakarmış. Hz. Abdullah b. Zübeyr hicret senesi Medine'de doğ­muştur. Hendek harbi ise sahîh rivayete göre hicretin dördüncü yı­lında olmuştur. Şu halde bu vak'ayı gören Hz. Abdullah o zaman tam dört yaşında bile değildir. Bu da gösteriyor ki, cumhûr-u muhaddisi-nin: «Beş yaşma varmadıkça bir çocuğun hadîs dinlemesi sahîh olmaz» sözleri doğru değildir. Nevevî : «Doğrusu çocuk temyize kadir oldu­ğu zaman dört yaşında, yahut daha küçük de olsa hadîs dinlemesinin sahîh olmasıdır.» diyor.

Hadîs-i şerîf Hz. Abdul1ah b. Zübeyr'in bu yaşta bu vak'ayı güzelce zabdetmiş olmasiyle menkabesine delildir.

 

50- (2417) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz (yâni îbni Muhammed) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SatlailahU Aleyhi ve Sellem i, Ebû Bekr, Ömer, Osman, AH, Talha ve Zübeyr Hira dağının üze­rinde bulunuyorlarmış. Derken kaya sarsılmış. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sakin ol! Senin üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddık, yahut şehid  bulunmaktadır.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ubeydullah b.tMuhammed b. Yezîd b. Huneys ile Ahnıed b. Yûsuf El-Ezdî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail b. Ebî Üveys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Süheyl h. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sattatlahü Aleyhi ve Sellem) Hira dağının üzerin­de bulunuyormuş. Derken dağ sallanmış. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Sakin ol Hira! Senin üzerinde ancak bir Peygamber yahut sıddık ya­hut şehid bulunmaktadır.»   buyurmuşlar.     Dağın     üzerinde     Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübey ve Sa'd b. Ebi Vakkâs (Radiyallahû anhûm)   bulunuyorlarmış.

Bu hadîs-i şerîf Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Selle m) 'in mucizelerini haber vermektedir. Bunlardan biri Hira dağına: «Sakin ol!» demesi demesi ve dağın sallanmaz olmasıdır. İkincisi yanındaki zevatın şehid ola­caklarını bildirmesidir.

Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ile Hz. Ebû Bekr'den maadası şehid edilmişlerdir. Bunlardan Ömer, Osman, Âlî, Talha ve Zübeyr (Radiyallahu anh) zulmen şehid edilmişlerdir. Üç halifenin kıssaları meşhurdur. Hz. Zübeyr harbi terk ederek dö­nerken Basra 'ya yakın «Vad'i-s-Sıba'» denilen yerde şehid edilmiş, Talha (Radiyallahu anh) dahi harbi terk ederek ordudan uzaklaşırken kendisine bir ok isabet etmiş ve ölümüne sebep olmuştur. Sahih hadîsin haber verdiğine göre zulmen öldürülen bir müslüman şehiddir. Bundan murad âhiret hükümleri hakkında şehid sayılıp, şehidler sevabına nail olmasıdır. Yoksa böyleler! dünyada yıkanarak üzerlerine namazları kılı­nır. İkinci rivayette bunlarla beraber Sa'd b. Ebi Vakkas Hazretleri de zikredilmiştir. Kaadî Iyâz :' Cennetle müjdelendiği için ona da şehid denildiğini söylemiştir.

Gerçi hadîsde sıddîk ve şehid «ev» edâtıyla atfedilmişlerse de burada ondan ya nevi kastedilmiştir yahut (vav) mânâsında kullanılmıştır.

Hadîs-i şerîf bu zevatın faziletlerine, cemâdatta temyiz bulunduğuna, şımarmıyacağı bilinmek şartıyle bir insanın yüzüne karşı tezkiye ve med-hetmenin caiz olduğuna delildir.

Hira dağı Mekke 'nin şimalinde dört, beş kilometre mesafede bir dağdır. Besûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem)'e Kur'ân-ı Ke­rîm 'in ük âyetleri burada nazil olmuştur.

 

51- (2418) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr ile Abde rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hişam, babasın­dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Âişe : «Vallahi senin iki baban ken­dilerine yara isabet etmişken, Allah ve Resulüne icabet edenlerdendir.» dedi.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm bu i sn ad la ri­vayet etti. «Âişe bununla Ebû Bekr ve Zübeyr'i kasdediyor» cümlesini de ziyâde etti.

 

52- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Behiy'den, o da Urve'-den naklen rivayet etti. Urve (Şöyle demiş) : Bana Âişe: «Senin iki ba­ban kendilerine yara isabet etmişken, Allah ve Resulüne icabet eyleyen kimselerdendir.» dedi.

Hz. Âişe 'nin Urve'ye : «Senin iki baban...» diye hitab etmesi, Urve, kız kardeşi Esma 'nin oğlu olduğundandır. İki babadan biri Urve 'nin kendi babası Zübeyr, diğeri de dedesi Ebû Bekr'-dir. Bu da icabında dedeye baba demenin caiz olduğunu gösterir.

«Müslim» sarihlerinden Übbî'nin beyânına göre Hz. Âişe bu hadîsi ile «Hamraü'1-Esed» vak'asına işaret etmiştir. Vak'a şudur: Uhud harbinden dönüşde müslümanlar aldıkları yaralardan pek bîtâb düşmüş­lerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj, Ebû Süfyân'm müs-lümanları mağlûb ve perişan göstererek onlara tekrar hücum etmesinden endişelenerek müslümanlara:

«İçinizde düşmanı takibe çıkacak bir kimse yok mu?» diye seslenmiş. Hemen Hz. Ebû Bekr'le Hz. Zübeyr ortaya çıkmış ve yetmiş kişi hazırlayarak düşmanı takip etmişlerdi. Ebû Süfyân, Uhud'-dan ayrıldıktan sonra Ravha'ya gitmiş, orada yapmak istediği işi ne­den yarıda bıraktığına pişman olmuş, düşünmeğe başlamıştı. Düşmanı ta-kib eden müslümanlar Mekke 'den sekiz mil uzakta bulunan «Ham-raü'l-Eseds'e kadar gitmişlerdi. ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve.Seilem) bu­rada Huzâa'um reisi Ma'bed ile karşılaştı. Huzâa1ı1ar alenen müslüman olmamakla beraber kalben müslümanlara meyyaldiler. Ma'bed, Ebû Süfyân 'a giderek Peygamberimizin ashabı ile birlikte gelmekte olduklarını söylemiş, Ebû Süfyân da hücumdan vaz geçerek Mekke'ye doğru yürümüştü. Müverrihler bu hâdiseye «Hamraü'1-Esad» vak'a'sı derler. Ve onu müstakil bir gaza gibi kaydederler.

 

7- Ebü Ubeyde b. Cerrah (Radiyaliahu anh) 'nın Faziletleri Babı

 

53- (2419) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Uleyye, Halid'den rivayet etti. H. Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b, Uleyye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid, Ebû Kılâbe'den naklen haber verdi. (Demig ki) : Enes şunları söyledi:

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Hor ümmetin bir emini vardır, bizim eminimiz de ey Ümmeti  Ebû Ubeyde b. Cerrâh'dir.» buyurdular.

 

54- (...) Bana Amru'n-Nâkid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad (bu zât İbni Seleme'dir.) Sâbit'-den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Yemenliler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlemfa gelerek; Bizimle birlikte bizlere sünneti ve İslâm'ı öğ­retecek bir zât gönder, demişler. Enes demiş ki: Hemen Ebû Ubeyde'nin elinden tuttu ve:

«Bg ümmetin emini budur.» buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri «Fedâili Eshab» ve «Meğazi» bahislerinde; Nesâî   «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.

Emin: Güvenilir kimse demektir. Emânet meselesinde diğer Ashab-i kiram da Ebû Ubeyde'ye ortak ise de, burada maksad onda bu hasletin diğerlerinden daha fazla olduğunu anlatmaktır. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabının büyüklerinden her birini bir faziletle vasfeder. Bu faziletin o zatta diğerlerinden fazla olduğuna işaret buyurur­du.   Tirmizî'nin   Katâde   tarikiyle Hz.   Enes 'den rivayet ettiği bir hadîs bunu izah eder. Mezkûr hadîsde Resûlüllah    (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ümmetimin ümmetime en merhametlisi Ebû Bekr; Allah'ın emri hu­susunda en şiddetlisi Ömer, haya itibariyle en sadıkı Osman, helâl ve ha­ramı en iyi bileni Muâz b. Cebel; en İyi ferâiz bİîeni Zeyd b. Sabit; en gü­zel Kur'ân okuyanı da, Ubeyy b. Ka'b'dır. Her ümmetin bîr emini vardır. Bu ümmetin emini iste Ebû Ubeyde b. Cerrah'dir.» buyurmuştur. Hadîsi İbni    Hıbbân    dahi rivayet etmiştir.

 

55- (2420) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet et­tiler. Lâfız İbni Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû İshâk'i Sile b. Züfer'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet ederken dinledim, Hu-zeyfe şöyle demiş: Necranhlar Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ge­lerek': Yâ Resûlallah! Bize emin bir zât gönder! dediler. Bunun üzerine :

«Size hakkıyle emin, hakkıyte emin bir zât göndereceğim!» buyurdu­lar. Halk bu vilâyete ermek için hemen ileri atıldılar. Fakat o Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı gönderdi.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud El-Haferî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süfyân, ü& İshâk'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.

Bu hadîsi  Buhârî   «Fadâili Ashab», «Haberi Vâhid» ve «Meğari»

bahislerinde Tirmizî ile Nesâî  «Menâkib»'de;  İbiîü Mâce  «Kitâbu's-Sünne»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Necran : Yemen'de bir yerdir. Necranhlar 'dan murad Âkıb Seyyid, Ebû'l-Haris b. Alkame, kardeşi Kurs, Evs, Zeyd b. Kays, Şeybe, Huveylid, Amr ve Ubeydullah namlarındaki zevattır.  İbni Sa'd'm beyânına göre bunlar Hicretin dokuzuncu senesinde on dört kişilik bir hey'et olarak gelmişlerdir. Hepsi eşrafdan imişler. O zaman henüz hıristiyan bulunuyorlarrmş. Çok geçmeden içlerinden Seyyid ile Âkıb Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek müslüman olmuşlardır. Bu zevat Mescidi Nebevî'ye zinetler ve güzel elbiseler içinde gir­mişler, ikindi olmuş kalkarak şarka doğru ibadete başlamışlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sc'lcm) ashabına bunlara bir şey dememelerini tembih buyurmuş. Onunla Ebû'l-Hâris, Seyyid ve Âkıb ko­nuşmuşlar ve kendilerine emin bir zatın gönderilmesini istemişler. O da EbuUbeyde    b.    Cerrah'ı göndermiş.

Ashab-ı kiramın ileriye atılmaları, her biri va'd edilen eminin ken­disi olmasını dilediği içindir. Yoksa Vali olmakta gözleri olduğu için de­ğildir.

 

8- Hasan'la Hüseyin (Radhallam anhûma) 'nın Faziletleri Babı

 

56- (2421) Bana Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-/ân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ubeydullah b. Ebî Yezid, Nâ-V b. Ciibeyr'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahiı Aleyhi •>? Sellemyden naklen rivayet etti ki: Hasan için :

«Allah'ım! Ben bunu seviyorum, onu sen de sev! Onu seveni de sev!» üye duâ buyurmuşlar.

 

57- (...) Bize İbni Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ubey­dullah b. Ebî Yezid'den, o da Nâfi' b. Cübeyr b. Mut'im'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (SaliailahU Aleyhi ve Setlem)'\e birlikte günün bir kısmında sokağa çıktım. O benimlen konuşmuyor. Ben de onunla konuşmuyordum. Nihayet Benî Kaynuka Pa­zarına geldi. Sonra ayrıldı gitti. Ve Fâtıme'nin evine gelerek:

«Ufaklık burada mı? Ufaklık burada mı?» diye sordu. Hasan'ı kaste­diyordu. Anladık ki, annesi onu tertemiz yıkayıp giydirmek ve boynuna güzel kokulu gerdanlık takmak için alıkoymuş. Çok geçmeden koşarak geldi. Ve birbirlerine sarmaştılar. Bunun üzerine Resûlüllah {Salİallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'ım! Ben bunu seviyorum. Onu sen de sev! Onu seveni de sev!» diye dua buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Büyu'» ile «Kitâbu'l-Libas»'da; Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; İbni Mâce «Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolda Ebû Hüreyre ile konuşmaması ihtimal vahy veya başka bir hususa dair düşündü­ğünden, Ebû Hüreyre 'nin konuşmaması ise hürmet ve tevkîrin-dendir. Ashab-ı kiramın âdetleri bu idi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de konuşmak için neşat görmezlerse hürmeten onlar da susarlardı.

Lükâ': Lügatte alçak, köle, pisT ahmak ve sıpa gibi birçok mânâlara gelirse de, burada bu mânâların hiç biri murad değildir. Burada ondan küçük kastedilmiştir. Zâten Benî Temîm'in lehçesinde lükâ' kü­çük demektir. Bilâl b. Cerîre bu kelimenin mânâsı sorulduk­ta : «Bizim lehçemizde lükâ' küçük demektir.» cevâbını vermiştir.

Sihâb: Karanfil, misk ve öd ağacı gibi şeylerden yapılan ve çocukların boynuna takılan gerdanlıktır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf   Ashab-ı   kiramın   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e karşı gösterdikleri sonsuz hürmet ve tevkîre delildir.

2- Çocukların boynuna gerdanlık gibi zînetler asmak caiz ve onları bilhassa büyüklerin huzuruna çıkacakları vakit yıkayıp temizlemek müs-tehabdır.

3- Çocuklara acıyarak onları sevmek kendileriyle şakalaşmak müs-tehabdır.

4- Çocuklara olsun, büyüklere karşı olsun tevazu göstermek müste-habdır.

5- Sarmaşmak caizdir. Fakat bu husûsda ihtilâf vardır. Muhammed b.   Şîrîn,  Abdullah b.  Avn , İmam   A'zam ve  îmam   Muhammed  sarmaşmanın mekruh olduğuna kaildir­ler. Şa'bi,    Ebû   Miclez,   Amr   b.   Meymûn,    Esved b. Hilâl ve İmam   Ebû   Yûsuf'a göre sarmaşmakta bir beis yoktur. Her iki tarafın istidlal ettikleri hadîsler vardır. Tahâvî,  As-hab-ı kiramdan bir cemâatin sarmaşırdıklarım rivayet etmiş ve : «Bu gös­terir ki,   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) 'den sarmaşmanın   mubah olduğuna dair rivayet edilen hadîs sonraları vârid olmuştur.   Yasaklama hadîsi daha öncedir.» diyerek yasak hükmünün neshedildiğine işaret et­miştir. «Ettelvih» nam eserde de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm Hz, Hasan'la "sarmaşması onu mubah kılmaktır, denilmiştir.

Erkekle erkeğin sarmaşmasına gelince : Bunu İmam Mâlik kerih görmüş, bid'at olduğunu söylemiş; Süfyân ve başkaları ise müstehab olduğunu bildirmişlerdir. Nevevî: «Sahih olan da budur. Ekser ulemâ ve mahakkıklerin mezhebi budur. Bu mes'eled'e İmam Mâlik ile Süfyân münazarada bulunmuşlar. Süfyân , Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ca'fer'le sarmaşdığını söylemiş. İmam Mâlik: Bu ona mahsustur, demişse de; Süfyân': Delil olmaksızın bunu tahsis eden nedir? diye mukabele etmiş. İmam Ma1ik  susmuştur.» diyor.

Kaadî Iyâz: «İmam Mâlik'in sükûtu Süfyân'm sözünü kabul ettiğine delildir.» demiştir.

Hanefî1er'den «Elhidâye» sahibi Merğînânî bu mesele hakkında şunları söyler : «Hilaf bir gömlek içinde sarmaşmanın caiz olup olamıyacağı hususundadır. Sarmaşan kimsenin üzerinde entari veya cübbe gibi bir şey bulunursa sarmaşmakta ulemamızın ittifakıyle bir beis yok­tur. Sahih olan da budur.»

6-  Hadîs-i şerîf Hz. Hasan'm faziletine delil ve onu sevmeye şevîkdir.

 

58- (2422) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Adiy'den rivayet etti. (Bu zât îbni Sâbit'tir, demiş ki) : Bize BeraJ b. Âzib rivayet etti. (Dedi ki) : Ha­san b. Ali'yi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in onıuzunda gördüm. Kendisi:

«Allah'ım! Ben bunu seviyorum; onu sen de sev!» diye duâ ediyordu.

 

59- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr ile Ebû Bekr b. Nâfi' rivayet ettiler. İbnü Nâİi' dedi ki: Bize Gunder rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'­be, Adiy'den (bu zat İbni Sabit'dir.) O da Bera'dan naklen rivayet etti. Bera' şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hasan b. Alî'yi omuzuna koyduğunu gördüm:

«Allah'ım! Ben bunu seviyorum; onu sen de sev!» diyordu.

Bu hadîsi Buhârî «Kİtâbu-Fedâili Ashab»'da; Tirmizî ile Nesâî   «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf çocukları okşayıp sevmenin müstehab olduğuna, yüzie-rindeki rutubet ve benzeri şeylerin temizliğine delildir. Nevevî: «Bu gibi şeylerden korunulacağı selefden nakledilmemiştir. Halbuki çocuklar ekseriyetle bunlardan hâli kalmazlar.» demiştir.

 

60- (2423) Bana Abdullah b. Rûmi El-Yemâmî ile Abbâs b. AbdîV-Azîm El-Anberî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime (bu zât îbni Ammâr'dır.) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tyâz babasından rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben Hasan ve Hüseyn'le birlikte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'in alaca katırım yettim. Kendilerini ta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hücresine götürdüm. Biri önünde, birr arkasında idi.

Bu hadîs de Hz. Hasan'la Hüseyn'in faziletlerine delildir. Onların faziletlerini gösteren daha nice hadîsler vardır.

Hasan 'la Hüseyin (Radiyallahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızı Hz. Fâtıme'nin oğullarıdır. Hasan (Radiyallahu atık) hilâfeti Allah rızası için terketmiş, ResûîüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in bir mucizesi bu suretle tahakkuk eylemişti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}:

«Hasun'ic Allah iki taifenin arasmı yatıştıracaktır.»  buyurmuştu,  Nitekim öyle de oldu. Bu taifelerden biri rîz. Hasan 'm, diğeri Muâviye'nin idi. Hasan (Radiyallahu anh) kırk dokuz tarihinde Medîne'de zehirlenerek vefat etmiştir. Kardeşi Hüseyn (Radiyallahu anh)ı ise altmış bir tarihinde Kerbelâ'da Âşûre günü Sinan b.   Enes   namında biri şehid etmiştir.

Hadîs-i şerîf, hayvan takat getirebildiği takdirde üzerine üç kişinin binebileceğine delildir.

 

9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ehl-i Beytinin Faziletleri Babı

 

61- (2424) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Üe Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Mu­hammed b. Bişr Zekeriyya'dan, o da Mus'ab b. Şeybe'den, o da Safıyye binti Şeybe'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Âişe şunları söyledi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), üzerinde siyah yünden ma'mul na­kışlı bir örtü olduğu halde sabahlayın (evden) çıktı. Derken Hasan b. AH geldi. Onu örtünün içine aldı, sonra Hüseyn geldi, o da beraberinde girdi. Sonra Fâtime geldi. Onula içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı. Sonra :

«Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak ve ancak sizden ricsİ gidermek ve sizi ter­temiz paklamak istiyor.» [12] âyetini okudu.

Mırt: Kisâ' yâni kilim demektir. Mirt-i Murahhal: Üzerine deve se­merleri resmedilen kilim veya Örtü demektir.

Rics: Bazılarına göre şek, diğer bazılarına göre azab demektir. Gü­nah mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Ezherî: «Rics, her iğ­renç amelin ismidir.» demiştir.

Hadîs-i şerif Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellemy'm kadınlarının da ehl-i beytinden sayıldığına ve ehl-i beytinin faziletlerine delildir. Çünkü âyetin üst tarafında Peygamber'in kadınlarına hitab edilmiştir.

 

10- Zeyd b. Harise İle Üsame b. Zeyd (Radiyallahu anhüma) 'nın Faziletleri  Babı

 

62- (2425) Bize Kuteybe h. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kub b. Abdirrahman El-Kaâri, Musa b. Ukbe'den, o da Salim b. Abdillah'-dan, o da babasından naklen rivayet etti. Ki; babası şöyle diyormuş: Biz Zeyd b. Hârise'yi, Zeyd b. Muhammed'den başka bir isimle çağırmıyor­duk. Nihayet Kur'ân'da:

«Onları babalarınm adları ile çağırın. Allah indinde bu daha âdilâne bir harekettir.» [13] âyeti indi.

Şeyh Ebû Ahmed Muhammed b. İsa (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Abbas Es-Serrâc ile Muhammed b. Abdillah b. Yûsuf Ed-Düveyrî haber verdiler. (Dediler ki) : Bize Kuteybe b. Saîd bu hadîsi rivayet etti.

 

(...) Bana Ahmed b. Saîd Ed-Bârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Musa b. Ukbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Salim. Abdullah'dan bu ha­dîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsir-'de; Tirmizî «Tefsir» .île «Menâkıb»de'; Nesâî dahi «TefsûVde tahric etmişlerdir.

Hz. Zeyd b. Harise cahiliyyet devrinde esir edilmişti. Ken­disini Hâkim b, Hızâm halası Hatice için satın almıştı. Ondan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hibe olarak aldı. Bu ha­ber babasının kulağına erişince fidyesini vererek onu geri almak için Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ıe geldi.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zeyd'i muhayyer bıraktı. İsterse onun yanında kalacak, dilerse babasıyle beraber gidecekti. Zeyd (Radiyallahu anh) onun yanında kalmayı tercih etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kendisini evlâtlık edindi. Ve ona Ümmü Eymen'i nikahladı. Artık herkes Hz. Zeyd'e, Zeyd b. Muhammed diyordu. Hz. Zeyd'in Ümmü Eymen 'den Üsâme namındaki oğlu dünyaya geldi.

Arablarda başkasının çocuğunu evlât edinmek âdeti vardı. Birisini evlât edindiler mi, artık o çocuk o hanenin öz evlâdı sayılır, mirasa da iştirak ederdi. Nihayet bu husûsda âyet inerek bu âdet yıkılmış, evlât edinmekle kimse kimsenin oğlu veya kızı sayılamıyacağı bildirilmiş, ev­lâtlıkları babalarının adlarıyie çağırmaları emrolunmuştur. Bunun üzerine

Hz. Zeyd azatlı kölelerden ilk müslüman olandır. Bir rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'! ilk gördüğü gün müslüman olmuş, diğer bir rivayete göre babasının kendisini almak için geldiği gün îslâ-miyeti kabul etmiştir. Hadîs-i şerîf Zeyd (Radiyallahu anh) 'm faziletine delildir. Onun faziletlerinden biri de Kur'ân-i Kerîm'de ismi­nin zikredilmesidir.

 

63- (2426) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya : Ahberanâ, Ötekiler: Hadde-senâ tâbirini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Ca'fer) Ab­dullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti ki: Kendisi İbnü Ömer'i şunu söy­lerken işitmiş: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ordu gönderdi de üzerlerine Üsame b. Zeyd'i kumandan tayin etti. Halk onun kumandanlığına  ta'n  ettiler.     Bunun  üzerine  Resûlullah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak şöyle buyurdu:

«Siz bunun kumandanlığına dü uzatıyorsanız, bundan önce onun ba­basının kumandanlığına da dil uzatıyordunuz. Allah'a yemin olsun ki, o kumandanlığa lâyık idi. Ve gerçekten benim için insanların en sevimlile-rindendi. Hiç şüphe yok ki, ondan sonra bu da benim için insanların en sevimlilerindendîr.»'

 

64- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Ömer'den (yâni İbni Hamza'dan), o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Minber üzerinde olduğu halde Üsame b. Zeyd'i kasdederek şöyle buyurmuşlar:

«Siz onun kumandanlığına dîl uzatıyorsanız, ondan evvel babasının kumandanlığına da dil uzatmıştınız. Allah'a yemin oktfn ki : O bu işe lâ­yıktı. Allah'a yemin olsun ki, benim için insanların en sevimlisi İdi. Allah'a yemin olsun ki : Bu da kumandanlığa layıktır. — Usame b. Zeyd'i kasde-diyor,— Allah'a yemin olsun kİ : Ondan sonra gerçekten benim İçin in­sanların en sevimlisi olmuştur : İmdi onu size tavsiye ederim. Çünkü o sizin yararlılarınızdandır.»

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu Fadâili Ashabî-n-Nebi»'de tahric et­miştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Zeyd'i birkaç seriyye üzerine kumandan tayin etmişti. Bunların en büyüğü Mûte ordusu­dur. Halk onun hakkında dedikodu yapmış sonunda; Hz. Zeyd'in bu işe lâyık olduğunu anlamışlardı. Bilâhere ölüm döşeğinde iken Şam taraflarındaki Be1ka’ya gönderilmek üzere bir ordu teçhiz etti ve bu orduya Hz. Zeyd 'in oğlu Üsâme'yi kumandan tayin buyurdu. Bu orduda Ebû Bekr, Ömer ve Ebû "U beyde gibi ashabın büyükleri de bulunuyordu. Hz. Üsâme 'nin yaşı henüz on sekiz veya yirmi idi. Bu sefer onun hakkında da dedikodular başladı. Aynî, Ay­yaş b. Ebî Rebîa 'nın dedikoducular arasında olduğunu kaydet­miştir. Resûlüllab. (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) orduyu teşyi ettikten sonra dünyadan gitti. Onun yerine halife olan Hz. Ebû Bekr bu orduyu Hz. Üsâme'nin kumandasında harbe gönderdi.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Azatlı kölenin ordu kumandanı tayin edilmesi caizdir.

2- Yaşça küçük olanların büyüklere kumandan ve vâîi tayin edilmesi ve keza daha âlâsı varken ondan aşağı mertebedeki birinin iş basma ge­çirilmesi caizdir.

3- Bu hadîsler Hz. Zeyd'le oğlu Üsâme'nin faziletlerine de­lildirler.

 

11- Abdullah b. Ca'fer (Radiyallahû anhüma) 'in Faziletleri Babı

 

65- (2427) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Habib b. Şehîd'den, o da Abdullah b. Ebî Müleyke'den naklen rivayet etti. Abdullah b. Ca'fer tbnü Zübeyr'e:

  Hatırlar mısın hani ben, sen ve İbni Abbâs, Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selle my\ karşılamıştık, demiş. O da:

  Evet! cevâbını vermiş. (Abdullah) :

  Bizi hayvanına bindirdi de, seni bıraktı idi, demiş.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Habîb b. Şehîd'den naklen İbni Uleyye'nin hadîsi gibi ve onun isnadıyla haber verdi.

 

66- (2428) Bize Yahya b. Yahya İle Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Ebû Bekr: Haddesenâ, Yahya ise : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muaviye, Âsim El-Âhvel'-den, o da Müverrık El-İceîi'den, o da Abdullah b. Ca'fer'den naklen ha­ber verdi. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) seferden geldiği vakit ehl-i beytinden bir takım çocuklar tarafından kar­şılanırdı. Bir defa bir seferden geldi de herkesden önce beni karşılamaya götürdüler. Q da beni önüne aldı. Sonra Fâtıme'nİn iki oğlundan biri ge­tirildi. Onu da arkasına aldı. Böylece Medine'ye bir hayvan üzerinde üç kişi olarak götürüldük.

 

67- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahim b. Süleyman Asım'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Mü-verrik rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Ca'fer rivayet etti. (Şöy­le demiş): Peygamber '(Saliallahü A leyhi ve Sellem) seferden geldiği vakit bizim tarafımızdan karşılanırdı. Bir defa benimle Hasan veya Hüseyn ta­rafından karşılandı da birimizi önüne, öbürümüzü de arkasına bindirdi. Tâ ki Medine'ye dahil olduk.

 

68- (2429) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-dî b. Meymûn rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ya'kub, Hasen b. Ali'nin azatlısı Hasan b. Sa'd'dan, o da Abdullah b. Cafer'den naklen rivayet etti. Abdullah (Şöyle demiş) : Bir gün Resûlüllah (SaliaHahü Aleyhi ve Sellem) beni terkisine bindirdi. Ve bana sır olarak bir şey söyledi ki, onu insanlardan hiç birine söylemem.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Cihad»'da; Nesâî «Hac» bah­sinde tahric etmişlerdir.

Buhârî 'nin rivayetinde buradakinin aksine «İbnü Zübeyr, İbnü Cafer'e» denilmiştir. Müs1im'in rivayetine göre İbni Ca'fer, İbnü Zübeyr'e söz etmiştir, Ulemâdan bazıları Buhârî 'nin ri­vayetini-esah görmüşlerdir. Hadîsin rivayetleri birbirini tefsir etmektedir.

Anlaşılıyor ki, Abdullah b. Ca'fer, İbnü Zü­beyr 'e : «Peygarnber (SaUaüahü Aieyhi ve Sellem) beni ve İbni Abbâs'ı hayvanına bindirdi, seni bıraktı.» demiştir.

Hadîs-i şerîf, hayvan takat getirebilecekse, üzerine üç kişinin bin­mesi caiz olduğuna ve çocukların yoldan gelen yakınlarını karşıladıkları vakit onları hayvana bindirerek kendilerine hoş muamele yapılmasının istihbabma delildir. Nevevî bunun sünnet olduğunu söylemektedir.

 

12- Ümmü'l-Mü'minin Hadice (Radiyallahû anhûma) 'nin Faziletleri Babı

 

69- (2430) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ntimeyr ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Küteyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbnü Nümeyr, Vekî' ve Ebû Muâviye rivayet ettiler. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Sü­leyman haber verdi. Bu râvilerin hepsi Hişam b. Urve'den rivayet etmiş­lerdir. Lâfız Ebû Üsame'nin hadîsidir. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame, Hi-şam'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ben Abdullah b. Ca'fer'i şunu söylerken işittim. Kûfe'de Ali'yi dinledim. Şunları söylü­yordu: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i :

«Bunların en hayırlı kadını Meryem binti Imran'dır. Ve bunların en ha­yırlı kadını Hadîce binti Huveylid'dir.» buyururken işittim.

Ebû Küreyb : «VekiJ  (bunu söylerken) yerle gökyüzüne işaret etti.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâbu fadlı Hadîce» de; Nesâî ile  Tirmizî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.

Râvi Veki'in yerle gözyüzüne işaret etmesi, hadîsdeki zamirin on­lara râci olduğunu anlatmak içindir. Yâni; «Yerle göklerin kadınlarının en hayırlısı...» denilmek istenmiştir ki: Bundan murad yeryüzündeki bütün kadınlardır.

Nevevî diyor ki: «Hadîsin en açık mânâsı Hz. Meryem'le Hz. Hatice 'nin kendi zamanlarında bütün yeryüzü kadınlarından daha hayırlı olmalarıdır. İkisinin arasındaki farka gelince : Bu hususa dair bir şey söylenmemiştir. Kaadî lyâz: İhtimal ki murad : Bunlar yeryüzü kadınlarının en hayırlılarından dır, demişse de sahih olan birin-cisidir.

Kirmanî'ye göre bu hadîsle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Meryem 'in Benî îsrâil kadınlarının en hayırlısı Hz. Hatîce 'nin de Arab kadınlarının yahut bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı olduklarını kasdetmiş olabilir.

 

70- (2431) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler.  (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsenna ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dedi­ler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. Bunların hepsi Şu'be'den Rivayet etmişlerdir. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz EI-Anberî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Amr b. Mür-ra'dan, o da Mürra'dan, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Musa şöyle demiş: Resûlüllah {Saitallahü Aleyhi ve Sellem);

«Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise Meryem binti Imran ile Fİr'avn'ın karısı Âsiye'den başka kemâle eren yoktur. Kadınlar üzerine Âişe'nin üstünlüğü tiridin sâîr yiyecekler üzerine üstünlüğü gibidir.» buyurdular.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâbu'l-Et'ime»ıde; Tirmizî ile îbni Mâce «Kitâbu'l-Et'ınıe»'de; Nesâî «Me-nâkıb» ve «Îşretü'n-Nisâ» bahislerinde tahric etmişlerdir.

Bâzıları bununla istidlal ederek Âsiye ile Meryem'in Pey­gamber olduklarını söylemiş ve : «Çünkü insan nev'inin en kemâllileri Peygamberlerdir. Sonra veliler, sıddıklar ve şehidler gelir. Âsiye ile Meryem Peygamber olmasalar, kadınlar içerisinde hiç bir velî, sıddîk ve şehid bulunmamak lâzım gelir. Hakikatte ise bu sıfatlar birçok ka­dınlarda bulunmaktadır. Peygamber (Satlallahii Aleyhi ve SeLİem.) bu hadî­sinde kadınlardan Âsiye ile Meryem 'den başka Peygamber olan yoktur buyurmuş gibidir.» demişlerse de bu mütalâa kabul edilmemiş, kendilerine şöyle cevab verilmiştir : Kemâl sözünden onların peygamber olması lâzım gelmez. Çünkü bu söz birşeyin tamamına ve kendi nev'İnde son dereceye vardığı mânâsında kullanılır. Burada murad Âsiye ile Meryem'in kadınlar arasında bütün faziletlerin en üstün derecesine vardıklarını anlatmaktır.

Kirmanı: «Kadınlardan Peygamber gelmediğine icma naklolun-muştur.» demiş, buna mukabil İmam Eş'arî'nin kadınlardan altı Peygamber geldiğini söylediği rivayet olunmuştur. Bunlar Havva, Sâre , Hz. Musa 'nın annesi, Hâcer, Âsiye ve Mer­yem 'dir.

Kurtubî : «Sahih kavle göre Hz. Meryem Peygamberdir. Çünkü AHah ona melek vasıtasiyle vahy göndermiştir.

Âsiye'ye ge­lince onun Peygamberliğine delâlet eden bir rivayet yoktur.» diyor.

Hâsılı kadınlardan peygamber gelip gelmediği ihtilaflıdır. Ekser ule­ma gelmediğine kaildirler.

Âsiye binti Müzâhım, Firavn'm karışıdır. Rivayete göre  Musa (Aleyhisselâm) Firavn'm sihirbazlarına galebe çalınca Âsiye iman etmiştir. Firavn bunu anladığı vakit, onun ellerini, ayaklarını kazıklarla yere çakarak güneşe karşı üzerine büyük bir kaya konmasını emretmiş. Kaya getirildiği vakit Âsiye: «Yarabbi, benim için cennetinde bir ev yap!» diye niyazda bulunmuş. O anda cennette in­ciden yapılmış evini görmüştür. Allah oracıkta ruhunu kabzetmiş, kaya cansız cesedinin üzerine konmuştur.

Meryem binti Imran, İsa (Aîeyhisselâm)'m annesidir. Kıssası Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde ve hadîslerinde tafsilâtiyle beyân edilmiş olup, herkesçe malûm ve meşhurdur.

Hz. Âişe'ye gelince, hadîs-i şerif'de beyân buyurulan fazileti bu ümmetin kadınlarına nisbetledir. Hattâ efdaliyyetinden bahsedilmemiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) onun faziletini tiride benzet-mistir. Tirid, şâir yiyeceklere nisbetle Arabların o gün için en makbul ye­meklerinden biri idi. Zîra külfeti az, hazmı kolay bir yemekdir. Fakat bu hasletler onun her yönden efdaliyyetini gerektirmez. Hz. Âişe mese­lesi de Öyledir.

Bazı sahîh hadîslerde Hz. Hatice 'nin şâir kadınlardan efdal ol­duğu bildirilmiştir. Hz. Hatice ile Fâtıme (Radiyallahli anha) 'nın başkalarından efdal olduğunu bildiren rivayetler de vardır.

 

71- (2432) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İbni Nü-meyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Fudayl Umâra'dan, o da Ebû Zür'a'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Hüreyre'yi şunu söyler­ken işittim, Cibril, Peygamber (Sallallahü Aieyhive Sellem)'e gelerek:

— Yâ Resûlallah! İşte Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kab vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği va­kit ona Rabbi (Azze ve Celle)'den ve benden selâm söyle! Hem kendisini cennette (inci) kamış (in) dan bir evle müjdele! O evde ne gürültü ola­cak, ne de meşakkat! dedi.

Ebû Bekr kendi rivayetinde «Ebû Hüreyre'den» dedi. «İşittim» deme­di. Bu hadîsde o: «Benden de selâm et!» cümlesini söylemedi.

Bu hadîsi Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar» ve «Tevhîd» bahislerin­de; Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir. Hadîs sahabenin mürsel-lerindendir. Çünkü Hz. Ebû Hüreyre, Hatîc e(RadiyaIlahü anha) nin günlerine yetişmemiştir. Fakat cumhûr-u ulemâya göre sahabenin mürselleri huccetdir. Ebû Hüreyre 'nin bunu ya Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellemj den yahut başka bir sahâbîden işittiğine hamlo-lunur.

Taberanî 'nin rivayetinden anlaşıldığına göre Cibril, Pey­gamber (Sallailahü Aleyhi ve Seüem) 'e, Hira dağında iken gelmiştir. Yi­ne Taberanî 'nin rivâvetine göre ona Hz. Hatîcenin karıştırma getirmekte olduğunu haber vermiştir. Müslim'in rivayetinde râvinm şekkettiği anlaşılıyor. Yâni Hz. Cibri1'in katık mı, yoksa yiyecek ve­ya içecek mi dediğini kestirememiştir. Babımızın rivayetinde Hz. Hatîce'nin selâmı nasıl kabul ettiğinden bahsedilmemiştir. Taberanî'nin rivayetinde bilmukabele : «Selâm odur ve selâm ondandır. Cibril'e de selâm olsun!» dediği bildirilmektedir.

Cumhur ulemâya göre hadîsde zikri geçen kamışdan murad; içi boş inci kamışıdır. Bâzıları üzerine cevher dizilmiş altın kamış olduğunu söy­lemişlerdir. Hattâbi ve diğer bazı ulemâya göre buradaki evden murad da köşktür.

Hadîs-i şerif Hatice (Hodiyallahü anhafnm faziletlerine delildir. Bâ-husüs selâmı alırken Allah'a da selâm olsun demeyip, «Selâm odur» ifa­desini kullanması zekâ ve idrâkinin pek büyük olduğunu gösterir. Çünkü selâm —yerinde de görüldüğü vecihle— Allah'ın isimlerinden biridir. Bundan dolayı Allah'a selâm olsun denilmez. Hz. Hatice 'nin yaptığı gibi, «Selâm odur> denilir.

 

72- (2433) Bîze Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize baham ve Muhammed b. Bişr El-Abdî, İsmail'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Abdullah b. EM Evfâ'ya:

— Resûliillah (Sallailahü Aleyhi ve Seltem) Hatice'ye cennette bir ev müjdele mi? diye sordum.

— Evet!  Ona cennette kamışdan, içinde gürültü ve meşakkat olma-yan bir ev müjdeledi, dedi.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye haber verdi. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki* rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'tenür b. Süleyman ile Cerir hafcer verdiler. H,

Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvilerin hepsi İsmail b. Ebî Hâîid'den, o da İbni Ebî Evfâ'dan, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini ri­vayet etmişlerdir.

 

73- (2437) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Hatice MnÜ Huveylid'i cennette bir evle müjdelemiştir.

Abdullah İbni Ebî Evfâ rivayetini Buhârî «Me-nâkıbu'I-Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Hz. Âişe rivayeti mürseldir. Maamafih sahabinin mürselinin hüccet olduğunu az yukarda görmüştük.

Bu rivayetler mânâ itibariyle bundan öncekinin aynıdır.

 

74- (2435) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etü. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben Hatice'yi kıskandı­ğım kadar hiç bir kadını kıskanmamışimdır. Halbuki o benimle evlenme­sinden üç sene evvel vefat etmişti. Onu andığını işitiyordum da onun için (kıskanıyordum). Filhakika Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e Rabbi (Azze ve Celie) ona cennette kamışdan bir ev müjdelemesini emir buyur­muştu. Bir de : — Koyun keser, sonra onu Hatice'nin yakınlarına hediyye ederdi.

 

75- (...) Bize Sehi b. Osman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs h. ıyâs, Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet itli. (Şöyle demiş) : Ben Hatice'den başka Peygamber (Sallaliahü Aleyhi e Sellem)'in kadınlarım kıskanmadım. Halbuki ona yetişmedim.

Âişe demiş ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilenı) koyunu kesti mi:

«Onu Hatice'nin dostlarına gönderin!» derdi.

Bir gün onu kızdırdım:

— Hatice mi? dedim. Bunun üzerine Resûlüllah ($allallahü Aleyhi ve tellem);

«Bana onun sevgisi bahşedildi.» buyurdular.

 

(...) Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb hep birden Ebû Muâviye'-en rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hişam bu isnadla koyun kıssasına kadar Ebû Üsâme'nin hadîsi gibi rivayette bulundu. Ondan sonraki ziya­deyi anmadı.

 

76- (...) Bize Abd b. lîumeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. (ŞÖyle demiş) : Ben Hatice'yi kıskandı­ğım kadar Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilenı) 'in kadınlarından hiç bi­rini kıskanmamışımdır. Çünkü onu çok anardı. Halbuki onu hiç görmemişdim.

 

77- (2436) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki).: Bize Ab-dürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Urve'den,

o da Âişe'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Peygamber   (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hatice vefat edinceye kadar onun üzerine evlenmedi.

Hz. Âişe rivayetlerini Buharı «Menâkıb-i Ensar» bahsin­de tahric etmiştir.

Hz. Âişe 'nin : «Halbuki ben onu hiç görmemişdim...» sözünden muradı; Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında iken görmediği­ni anlatmaktır. Ona yetişmediğini söylemesi de bu mânâyadır. Yoksa ken­disi Hz. Hatice'nin vefatında altı yaşında idi. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Se!lem)'m Hz. Hatice'yi çok anmasından murad, onu medh-ıi senada bulunmasıdır. Çünkü Hz. Hatice > karşı muhabbeti vardı. Bir kimseyi seven, onu dilinden bırakmaz. Bu rivayetler kıskançlığın en faziletli kadınlarda bile görüldüğüne delildir.

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Hatice   hakkındadır

«Bana onun sevgisi bahşedildi.» buyurması, onu sevmenin bir fazîle-olduğuna işarettir.

 

78- (2437) Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b, Müshir, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Hatice'nin kız kardeşi Hâle binti Huveylid, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma girmek için izin istedi de, Hatice'nin izin istemesini hatırladı. Ve bundan memnuniyet duyarak:

«Allah'ım! Huveylİd'in kızı Hâle!» dedi. Ben derhal kıskandım. Ve: — Allah sana yerine daha hayırlısını vermişken, zaman önce ölmüş

Kureyş'in kocakarılarından çenelerinin içi kırmızı bir kocakarıyı île anıp

duruyorsun! dedim.

Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem), Hâle bİnti Huvey­lİd'in sesini işitince, onu Hz. Hatice 'nin sesine benzeterek sevin­cinden titremiş ve :

«Allah'ım bu Hâle'dir.» demiştir. Hz. Âişe onu kıskanmış ve hadîsde beyan edildiği vecihle karşılık vermiştir. Kocakarıdan muradı Ha­tice (Rad'ıyallahü anha)'âıv.

Şıdk: Ağzın kenarları demektir. Bunun kırmızılığından muradı, son derece ihtiyarlamış hattâ ihtiyarlıktan; dişleri dökülmüş de kıpkırmızı yer­leri kalmış olduğunu anlatmaktır.

İbni Tin diyor ki: «Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Scllem}'in bu söze karşı ses çıkarmaması Âişe'nin Hatice'den efdal olduğuna delildir. Meğer ki, buradaki daha hayırlı tâbirinden şekil güzelliği ve yaş küçüklüğü kastedilmiş olsun.»

Taberî ile diğer bâzı ulemâ kıskançlığın kadınlarda müsamaha götürdüğünü, bu hâl onların tabiatlarında bulunduğu için azabı mûcib ol­madığım, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) 'in de bundan dolayı Hz. Âişe'yi men etmediğini söylemişlerdir. Aynî diyor ki: Şu halde Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seiletn)'in bu söze karşı ses çıkarmaması Hz. Aişe'nin Hatice (Radiyatlahü anha) dan efdal olduğuna delâlet etmez. Maamafih bu söze cevab verdiği de rivayet olunmuştur. îmam Ahmed'le Taberanî 'nin tahric ettikleri bir hadîsde Hz. Âişe şöyle Üemiştir : «Allah senin için yaşlı yerine genci verdi, dedim. Bunun üzerine kızdı. Nihayet ben : Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun kî, Hatice'yi bundan sonra ancak hayırla anacağım, dedim.»

 

13- Aişe (Radiyallahü anhâ) 'nin Fazileti Hakkında Bir Bab

 

79- (2438) Bize Halef b. Hişâm ile Ebu'r-Rabi' hep birden Hammad

b. Zeyd'den rivayet ettiler.   Lâfız Ebu'r-Rabi'indir.    (Dediler ki) :   Bize Hammad rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Hişanı babasından, o da Aişe'den

naklen   rivayet   etti   kir   (Şöyle   demiş):   Iiesûlüllah  ({Sallaliahü Aleyhi ve Seilem):

«Bana üç gece rüyamda gÖsterüdin. Seni bana melek beyaz bir parça ipek içinde getirdi. Ve : işte hanımın! dedi. Bîr de yüzünü açtım ne göre­yim, senmişsin. Artık : Eğer bü Allah'dansa, onu infaz etsin, dedim.» buyur­dular.

 

(...) Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü İdris riva­yet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu râvilerin ikisi birden Hişam'dan bu isnadla rivayette bulunmuş­lardır.

Bu hadîsi   Buharı    «Menâkıb-i Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Sereka: Beyaz ipek parçası demektir.

Kaadî Iyâz bu rü'yanm Peygamberlik gelmezden önce ve son­ra görülmüş olabileceğini mülâhaza ederek şunları söylemiştir : «Eğer bu rü'ya Peygamberlik gelmezden ve rü'yalan karışık düşlerden ayrılmazdan önce görülmüşse, mânâsı bu rü'ya hak rü'ya ise demektir. Peygamberlik geldikten sonra görülmüşse üç mânâsı vardır. Birincisi murad: Eğer bu rü'ya göründüğü gibi ise ta'bir ve tefsire muhtaç değildir. Allah Teâlâ onu infaz ve icra edecektir. Buradaki şek rü'yanm göründüğü gibi mi, yok­sa ta'bir ve değiştirmeye ihtiyacı var mı meselesindedir. İkincisi bundan murad: Eğer dünyada zevcem bu olacaksa Allah bu işi âsân eylesin, de­mektir. Binâenaleyh şek dünyada mı, yoksa cennette mi zevcesi olacağı hususundadır. Üçüncüsü Peygamber (Sallaliahü A leyhi ve Seilem) şekketme-miştir. Hakikati haber vermiş, yalnız şek suretinde ifade etmiştir. Sen mi­sin yoksa Ü m m ü Salim mi? demiş gibidir. Ki bu belagat ule-masınca bediin bir nevidir. Onlar buna tecahûli arif derler. Bazıları şekki yakînle karıştırmak demişlerdir.

 

80- (2439) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû Seleme'den hadîs rivayet ettiğim kitabımda şunu buldum : Bize Hişâm ri­vayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den  naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bana Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben senin benden razı olduğun ve bana dargın bulunduğun zamanı pekâla bilirim.» dedi. Ben:

  Bunu nerden biliyorsun? dedim.

«Benden razı İsen, hayır Muhammed'in Rabbi hakkı için; dargmsan, hayır İbrahim'in Rabbi hakkı için diyorsun.» buyurdu. Ben:

  Evet! Vallahi yâ Resûlallah! Ben yalnız senin ismini bırakıyorum, dedim.               

 

(...) Bize bu hadîsi İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişam b. Urve'den bu isnadla «Hayır İbrahim'in Rabbi hakkı için» cümlesine kadar rivayet etti;  ondan sonrasını anmadı.

Bu hadîsi   Buhârî   «Kitâbu'n-Nikâh»'da takric etmiştir.

Kaadî Iyâz'm beyânına göre Hz. Âişe'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e kızması ekseri ahvalde kadınlara affedilen kıskançlıktandır. Çünki onlar bundan hâli kalmazlar. Hattâ İmam Mâ1ik ve-diğer Medine uleması: «Kıskançlık dolayısiyle kadın kocasına kötülük isnadında bulunursa ondan had (yâni şer'î ceza) sakıt olur.» de­mişlerdir. İmam Mâlik bu husûsda Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seüemyden rivayet edilen:

«Kıskanç kadın vadinin yukarısını aşağısından seçemez.» hadîsiyle istidlârı etmiş; bu olmasa bu meselede Âişe'ye olabildiğine günah olur­du. Çünkü Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selletnj'e kızmak ve onu terk etmek büyük günahdır, demiştir.

Hz. Âişe'nin: «Ben yalnız senin ismini bırakıyorum» sözünden muradı; kalbim ve sana karşı olan sevgim yerindedir, demektir. Kadın­ların kıskançlığı fazla sevgiden ileri gelir.

Bu hadîs karineye istinaden hüküm verilebileceğine delildir. Çünkü Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Âişe'nin dargınlığına mü­cerret kendi ismini anmamasıyle hüküm vermiş; onun anlayış ve zekâsı­nın kuvvetine Peygamberler arasından İbrahim (Aleyhisselâm)'ı tah­sis etmesiyle istidlalde bulunmuştur. Çünkü Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi veSetletn)'\n en yakım odur. Hz. Âişe Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemi'in ismini terk etmek mecburiyetinde kalınca tamamen onunla alâkayı kesmiş olmamak için yerine en yakınının ismini zikretmiştir.

Tîbî diyor ki: «(Ben yalnız senin ismini bırakıyorum) cümlesin­deki hasr son derece lâtifdir. Çünkü Âişe (Radiyallahü anha) akıl ve ih­tiyarı giderecek derecede kızmış olmasının, ruhuna karışmış olan kemâli muhabbetini değiştirmeyeceğini haber vermiştir. Terk yerine hecr keli­mesini kullanması ihtiyarî olarak yapmadığı bu işden elem duyduğunu göstermek içindir.»

 

81- (2440) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Aziz b. Muhammed, Hişâm b. Urve'den, o da bahasından, o da Âişe'­den naklen haber verdi ki: Kendisi Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in yanında kızlarla oynarmış. Âişe şöyle demiş: Arkadaşlarım bana gelir, fakat Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Se//em)'den utanarak saklanırlardı. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)   de onları bana gönderirdi.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame rivayet etti. H.

Bize Züheyr b. Harb  da rivayet etti.   (Dedi ki) :  Bize Cerir rivayet etti. H.

Bize İbnü Nümeyr dahi rivayet etti,  (Dedi ki) : Bize Mubammed b.

Bişr rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Derir'in hadîsinde :

«Ben onun evinde kızlarla oynardım.  Bunlar oyuncaklardı.» demiştir.

Bu hadîsi   Buhâri    «Kitâbu'I-Edeb»'de tahrie etmiştir.

Hadîsdekı kızlardan murad oyuncaklardır. Maamafih Dâvûdî : timal ki (bağ maa) manasınadır. (Ve benat)'dan murad kızlardır> di-or. Hz. Âişe'nin arkadaşları da gelir, beraberce bebek oyunu oynar­larmış. Âişe (Radiyallahü mıha) o zaman henüz baliğ değilmiş. Bazıları bu hadîsle istidlal ederek kız çocuklarının bebek oyununa cevaz vermiş­ler; haram kılman suretlerden bunun tahsis edildiğini söylemişlerdir. Saadî Iyâz buna cezmen kail olmuş ve cumhûr-u ulemânın kavli )lmak üzere nakletmiştir. Ulemâ buna kızları küçükten ev işlerine alış-;ırmak ve çocuk bakmağa öğrenmelerini sağlamak için cevaz vermişler-îir. Onlara göre bebek oyuncaklarını alıp satmak da caizdir. Bir takım-.arı bu hükmün neshedildiğini söylemişlerdir. İbni Battal buna tarafdardır. îbni Cevzî bu ruhsatın suretler haram kılınmazdan ünce ve Hz. Âişe'ye mahsûs olduğunu kat'iyetle ifade etmiştir. Hattabî de şunları söylemiştir: «Bebeklerle oynamak, hakkında tehdid vâ-' rid olan sair suretlerle eğlenmek gibi değildir. Hz. Âişe o zaman he­nüz baliğ olmadığı için kendisine bu hususta ruhsat verilmiştir.»

İmam Mâlik kukla ve bebek satışını kerih görmüştür. Ancak bu kerahet kız çocuklarının oynamasına değil, bebek satanların onu bir sanat ve kazanç vesilesi yapmasına hamlediimiştir. Hadîs-i şerif Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Seilem)'in çocuklara karşı gösterdiği lütf ve merhamete delildir.

 

82- (2441) Bize Ebû Küreyb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abde, Hi-şâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Halk he­diyeleri için Âişe'nin   (Nevbet)   gününü araştırırlar;  bununla Resûlüllah

(Sallallghü Aleyhi ve Selîemj'in rızasını dilerlermiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Hibe»'de; Nesâî «Işretü'n-Nisa» bahsinde tahrie etmişlerdir.

Hadîsden murâd Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hediye vermek isteyenlerin Hz. Âişe'nin nevbetinde onun yanında bulunduğu günü kolladıklarını anlatmaktır. Çünkü o gün verilen hediyenin kendisi­ni daha memnun edeceğini umarlardı. Bu da Hz. Âişe'nin faziletini

gösterir.

Hadîs-i şerîf hediye verilecek zatı memnun etmek için hediye husu­sunda titizlik gö-stermenin ve en münasibini seçmek için inceden inceye araştırmanın caiz oltluğuna delildir.

 

83- (2442) Bana Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Ebû Bekr b. Nadr ve !bd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd : Haddesenî, ötekiler : Haddesenâ tâ-irîerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd rivâ-et etti. (Dedi ki) : Bana babam, Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan naklen jivâyet etti.  (Demiş ki) : Bana Muhammed b. Abdirralıman b. Haris b. işâm haber verdi ki:    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) Jin zevcesi _ işe şunu söylemiş: Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "m  zevceleri, tâtıme binti Resûlillah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'i, Resûlüllah   (Sallallahü [leyhi ve Sellempe gönderdiler. O da yanma girmek için izin istedi. Ken-isi benimle beraber örtünün altında uzanmıştı. Ona izin verdi, Fâtıme:

  Yâ Resûlallah! Zevcelerin beni sana gönderdiler. Senden Ebû Ku-afe'nin kızı hakkında müsavat istiyorlar, dedi. Ben susuyordum. Resûlüllah

Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona:

«Ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin?» dedi. Fâtıme:

  Hay hay!  (Severim) dedi.

«O halde bunu sev!» buyurdular. Fâtıme Resûlüllah \Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bunu işitince kalktı ve Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in zevcelerine dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Resûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söylediğini haber verdi. Onlar da kendisine şunu söylediler:

— Bize hiç bir şey yaptığını görmüyoruz. Hemen Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e don ve ona: Gerçekten zevcelerin Ebû Kuhafe'nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar de! Fâtıme :

  Vallahi onun hakkında ben kendisine ebediyyen söz etmem, dedi. Âişe şunları söylemiş:    Bunun üzerine    Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevceleri onun zevcesi Zeyneb binti Cahş'ı gönderdiler. Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellc.m) Jin katında mertebece onlardan bana rakib olan da bu idi. Din hususunda Zeyneb'den daha hayırlı hiç bir kadın gör­medim. Allah'dan onun kadar korkan, onun kadar doğru söyleyen, onun kadar sılayı rahim yapan, ondan çok sadaka veren, verdiği sadakada nef­sini onun kadar horlayıp, o amelle Allah Teâlâ'ya yakınlık gösteren yok­tu. Ancak mizacındakİ hiddetten nâşi bir kükremesi vardı ki, ondan da çabuk dönerdi. Zeyneb, Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma girmek için izin istedu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  işe Âişe ile beraber onun örtüsünün altında Fâtıme'nin girdiği zamanki halde bulu­nuyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona da izin verdi. Zeyneb:

  Yâ Resûlallah! ^Zevcelerin beni sana gönderdiler; Ebû Kuhâfe'nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar, dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gözetiyor;

bana onun hakkında konuşmaya izin verecek mi diye gözüne bakıyordum. Zeyneb devam etti. Nihayet anladım ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim kendimi müdafaa etmemi kerih "görmeyecek. Zeyneb'e ben atıp tutmaya başlayınca, ona yaptığım hücumda kendisine aman verme­dim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümseyerek: «Bu Ebû Bekr'in kızıdır!» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Muhammed b. Abdillah b. Kuhzâz rivayet elti. Abdullah b. Osman demiş ki: Bana bu hadîsi Abdullah b. Mübarek'den, o da Yûnus'dan, o da Zührî'den bu isnadla mânâ itibariyle mislini rivayet etti. Yalnız o şöyle demiştir : «Ona ben atıp tutmaya başladığım vakit kendisine galebe çalarak yenmedikçe aman vermedi.»

Ezvâcı Tâhirat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden sevgi ve kalb muhabbeti hususunda müsavat istiyorlardı. Kasm hususunda yâni yanlarında gecelemek, evlerinin gelirine giderine bakmak ve şâir husus­larda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müsavata son derece riâyet ediyordu. Sevgi hususuna, gelince Hz. Âişe'ye karşı hepsinden fazla bir muhabbeti vardı. Ulemâ, muhabbet yada teklif olmadığına ve bu hususda müsavata riâyet lâzım gelmediğine ıcma' etmişlerdir. Çünkü bu­na Allah Teâlâ'dan başka kimsenin kudreti yoktur. Bundan dolayı yalnız fiillerde adalet ve müsavat emrolunmuştur.

Sevre : Birdenbire galeyana gelmek, feveran etmektir. Anlaşılıyor ki; Hz. Zeyneb son derece hayırsever, özü-sözü doğru, ahlâkı mü­kemmel bir kadınmış. Yalnız acele kızar, feveran eder, fakat hemen arka-cığından sükûnete dönermiş. Burada Hz. Âişe hakkında biraz atıp tuttukdan sonra Âişe (Radiyallahü anha) kendisine mukabelede bulunmuş ve onu iskât etmiştir. Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Âişe'ye izm verdiğine veya gözüyle işa­ret ettiğine delil yoktur. Hattâ buna inanmak da helâl değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e göz işareti yasak edilmiştir. Hadîs-den anlaşılan yalnız Hz. Âişe 'nin kendini müdafaa etmesi ve Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''in de ona bir şey dememesidir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«O Ebû Bekr'İn kızıdır.» buyurmasının mânâsı ise onun anlayış ve gö­rüş hususundaki kemâline işarettir.»

 

84- (2443) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Ki-tfibında Ebû Üsâme'den, onun da Hişâm'dan, onun da babasından, onun da Aişe'den naklen rivayet ettiğim şu hadîsi buldum. Aişe şöyle demiş: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aranıyor:

«Bugün ben neredeyim; yarın ben nerede olacağım.» diyor, Âlşe'nln nevbet gününü gecikti sanıyordu. Aişe demiş ki : Benim nevbet günüm gelince Allah onun ruhunu benim ciğerimle boğazım arasında kabzetti.

 

85- (2444) Bize Kuteybe b. Saîd MâUk b. Enes'den kendisine oku­nanlar meyanmda rivayet etti. O da Hişâm b. Urve'den, o da Abbâd b. Abdillah b. Zübeyr'den naklen rivayet etmiş. Ona da Aişe haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'i vefatından önce göğsü­ne dayalı olduğu halde kulak verdiğinde:

«Allah'ım bana mağfiret buyur; bana acı ve benî Peygamberler ce­maatına ilhak eyle!» buyururken işitmiş.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. H.

Bize îhni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize babam rivayet etti. H.

Bize îshâk b. İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Sü­leyman haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu İsnadla İm hadîsin mislim rivayet etmişlerdir.

 

86- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Sa'd b. İbrahim'den, o da Urve'­den, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş : İşitirdim ki, hiç bir Peygamber dünya ile âhiret arasında muhayyer bırakılmadıkça vefat etmezmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj 'i vefat ettiği hastalığın­da sesi ağırlaşmca :

«Peygamberlerle sıddîklerden, şehidlerden ve sulehâdan kendilerine in'amcla bulunduklarınla beraber (eyle). Bunlar ne güzel arkadaşlardır.» [14] derken işittim.

Âişe : Anladım ki, o anda muhayyer bırakıldı, demiş.

 

(,..) Bu hadîsi bize  Ebû Bekir b. Ebî Şeybe   rivayet etti.  deaı ki; : Bize Veki rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muaz da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam ri­vayet etti.

Her iki râvi: «Bize Şu'be Sa'd'dan bu isnadla bu hadîsin mislini ri­vayet etti» demişler.

 

87- (...) Bana Abdu'l-Melik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayî b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Şihab şunu söyledi: Bana Saîd o. Müseyyeb ile Urve b. Zübeyr, ulemâdan bir takım zevatın içinde haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe şöyle de­miş :

Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) sağlam iken:

«Hiç bir Peygamber kendisine cennetteki yeri gösterilip, sonra muhay­yer bırakılmadıkça ruhu kabzedİlmemiştİr.» buyururdu,

Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m. vefatı yak­laşınca başı benim dizimin üzerinde olduğu halde bir müddet bayıldı. Son­ra ayildı. Ve gözünü tavana dikti. Sonra :

«Allah'ım! Refik-ı Â'laya!» dedi.

Âişe demiş ki: Şu halde bizi ihtiyar etmiyor, dedim.

Âişe şunu söylemiş : Ve anladım ki, bize sağlamken söylediği hadîs ki:

«Hİç bir Peygamber cennetteki yerini görüp, sonra muhayyer bırakıl­madıkça ruhu kabzolunmamıştır.» sözüdür, sahihmiş.

Âişe şöyle demiş: Bu Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in söyle­diği son söz oldu :   «Allah'ım! Refîk-ı A'laya!»

Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu'l-Meğâzi» ile «Kitâbu't-Tefsir* ve «Kitâbu't-Tıb»'da; bâzılarını Tirmizî «Kitâbu'd-DeavâU'da; Nesâî   «KUâbu'1-Yevm ve'l-leyle»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Refik: Cumhurun kavline göre illiyyinde sakin olan Peygamberler demektir. Kelime müfred ve cem'inde aynı lâfızla kullanılır. Bâzıları bun-, dan murad Allah Teâlâ'dır. Kullarına rıfku merhamet eden odur, demiş-lerse de   Ezherî   bu sözü kabul etmemiştir. Bir takımları refikdan murad; cennet taamları olduğunu söylemişlerdir.

Hz. Âişe ilk rivayette Peygamberlerin vefatları ânında dünya ile âhiret arasında muhayyer bırakıldıklarını kimden işittiğini bildirmemişse de hadîsin sonraki rivayetinde bunu bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'den duyduğunu açıklamıştır. Buradaki muhayyerlikten murad yaşamakla öîmekden birini tercih etmektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatı anmda Refîk-ı Alayı dileyince Hz. Âişe onun da ölümle kalım arasında muhayyer bırakıldığını anlamıştır.

 

88- (2445) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Abd b. Humeyd ikisi birden Ebû Nuaym'dan rivayet ettiler, Abd dedi ki: Bize Ebû Nuaym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Vâhid b. Eymen rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ebî Müleyke, Kaâsını b. Muhanımed'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sefere) çıktığı vakit kadınları arasında kur'a çekerdi. Bir defa kur'a Âişe ile Hafsa'ya düştü de, onunla beraber ikisi birden çıktılar. Re­sûlüllah (Sallallahü A leylıi ve Sellem) gece oldu mu Âişe ile birlikte yürür; onunla konuşurdu. Derken Hafsa, Ââşe'ye : Bu gece benim deveme bin­mez misin? Ben de senin devene bineyim. Sen de gör, ben de göreyim, dedi. Âişe:

  Hay hay! cevâbını verdi. Ve Hafsa'mn devesine bindi. Hafsa da lişe'nin devesine bindi. Az  sonra  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Lişe'nin devesine geldi. Üzerinde Hafsa vardı. Selâm verdi, sonra onunla nrlikte yürüdü.   Nihayet  (bir yere) indiler.   Âişe,   Resûlüllah (Saltatlahü

(Aleyhi ve Sellem) 'i aradı ve kıskandı  (konağa)  indikleri vakit ayaklarım flzhır otlarının içine koydu. Ve:

  Yârabbi! Bana bir akreb veya yılan musallat et de beni soksun. [Resulün (dür), ona bir şey söyleyemiyorum, demeğe başladı.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitâbu'n-Nikâh»'da;    Nesai   «Işretü'n-İNisâ» bahsinde tahric etmişlerdir.

Nevevî diyor ki: «Kur'a Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) |den maada bütün tnüslümanlara vâcibdir. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) hakkında ise zevceleri arasında adaletin vâcib olup olmaması ih­tilaflıdır. Vâcibdir diyenlere göre kur'a çektirmek de vâcibdir, Vâcib ol­madığını söyleyenlere göre İse bunu yapmak geçim güzelliğinden ve iyi ahlâkdan ma'duddur. Gönüllerini almak için yapılır.»

Hanefî1er'ce kadınların sefer hâlinde kasm hakları yoktur. Ko­caları dilediği kadınıyle sefere çıkabilir. Ancak evlâ olan yine de kur'a çektirmektir. Kurtubî kur'a çektirmenin İmam Mâlik 'e göre de vâcib olmadığını söylemiştir.

İzhir : Kendisinden boya çıkarılan bir ottur. Ekseriyetle içerisinde yılanlar, akrebler bulunur.

.Hz. Âişe 'nin kendisini yılanlara, akreblere helak ettirmek iste­mesi Hafsa ının dileğini yerine getirmekle cinayet işlediğini bildiği içindir. Bu suretle suçunu cezalandırmak istemiştir. El-Mühelleb bu hadîsle istidlal ederek baş sıkısında insanın kendine bedduada bulun­masının af edileceği kuvvetle me'mul olduğunu söylemiştir.

 

89- (2446) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet, etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (yâni İbni Bilâl) Abdullah b. Abdirrahman'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Sellem)i:

«Âişe'nin sĞİr kadınlara üstünlüğü tiridin şâir yemeklere üstünlüğü gi­bidir.»   buyururken işittim.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Ca'fer) rivayet etti. H.

Bize Kuteybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl Aziz (yâni, îbni Muhammed) rivayet etti.

Her iki râvi Abdullah b. Abdirrahman'dan, o da Enes'den, o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Bunların hadîslerinde: «Resûlüllah  (Aleyhi ve Sellem) den işittim» ibaresi yoktur. İsmail'in hadîsinde : «O da Enes b. Mâlik'den işitmiş» cümlesi vardır.

 

90- (2447) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrahim b, Süleyman ile Ya'la b. Ubeyd, Zekeriyya'dan, o da Şa'bî'-den, o da Ebû Selemc'den naklen rivayet etti. Ona da Âişe rivayet etmiş ki: Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)  kendisine:

«Gerçekten Cibril sana selâm ediyor.» demiş. Âişe demiş ki: — Ben ona da Allah'ın selâm ve rahmeti olsun, .dedim.

 

(...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mülâî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Zekeriyya b. Ebî Zaide rivayet etti. (Dedi ki) : Âmiri şöyle derken işittim. Bana Ebû Seleme b, Abdirrahman rivayet etti. Ona da Âişe rivayet etmiş kî: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} kendisine yukardakilerin hadîsi gibi söylemiş.

 

(...) Bize bu hadîsi yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esbat b. Muhammed, Zekeriyya'dan bu isnadîa bu hadîsin mislini haber verdi.

 

91- (,,,) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. Î^Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Zührî'-den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman rivayet etti ki : Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe şöyle demiş : Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Ey Âişe! Bu Cibril'dir. Sana selâm ediyor!» buyurdu. Ben : — Ona da Allah'ın selâm ve rahmeti olsun! dedim. Aİşe : O benim görmediğimi görüyordu,  demiş.

Tirid hadîsi az yukarda Hz. Hatice 'nin faziletleri babında geç­mişti. Ondan sonraki rivayeti Buhârî «Bed'ü'1-Halk», «İstizan», «Edeb» ve «Rikâk» bahislerinde; Tirmizî «Menâkıb»'de, Nesâî fdşretu'n-Nisâ» ile «Elyevm ve'1-Leyle» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir,

Yâ Âişti», yahut «Yâ Âişe» tâbirleri murahham münadadır. (Kelime­yi hafifletmek için sonunu hazfetmeye terhim derler. Kelime müennes «te» si ile sona ererse terhimi mutlak surette caizdir. Burada da öyledir.; Hadîs-i şerif Hz.    Âişe 'nin büyük menkabesini göstermektedir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf Hz.    Âişe 'nin faziletine delildir.

2- Selâm.göndermek müstehabdır. Selâmı götüren kimsenin onu ye­rine iletmesi ise vâcibdir.

3- Mefsedet çıkacağından korkulmamak,    bir de selâm gönderilen kimsenin onu kabul etmesi şartiyle ecnebi bir kimsenin, namuslu ecnebi bir kadına selâm göndermesi caizdir.

4- Selâmı alırken «Ve aleyke's-Selâm» yahut -Ve aleykümü's-Selâm» demek müstehabdır. Maamafih vavsız olarak sadece «Aleykümü's-Selâm» demek de kâfidir.

 

14- Ümmü Zer Hadisinin Zikri Babı

 

92- (2448) Bize Ali b. Hucur Es-Sa'dî Üe Ahmed b. Cenab ikisi bir­den isa'dan rivayet ettiler. Lâfe İbni Hucur'undur. (Dediler ki) : Bize İsâ b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve kardeşi Abdullah b. Urve den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle demiş:                                                      

— Onbir kadın oturmuşlar da kocalarının haberlerinden hiç bir şeyi gızlememiye ahdü peyman etmişler.

Birincisi: Benim kocam sarP dag başında arık deve etidir. (Dai*) Düz değildi, ki çıkıbın!  (Deve) Semiz değildir ki Sürülsün! demiş.    '

ikincisi: Kocamın haberini ifşa edemem, çünkü korkarım. O,au (bitirmeden) bırakamam. Onu anarsam irisini ufağını söylerim, demiş.

Üçüncüsü : Kocam uzun boyludur. Konuşursam boşanırım, susarsam muallakta bırakılırım, demiş.                                                              

Dördüncüsü : Kocam tihâme gecesi gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuk, , (Ondan) Ne korkulur, ne bıkılır! demiş.

Beşincisi: Kocam (İçeri) girerse pars; (dışarı) çıkarsa arslan kesilir. Emniyet ettiği şeyi sormaz, demiş.

Altıncısı: Kocam yerse dürer, içerse sömürür. Yatarsa sarınır. Ke­deri anlamak için elini sokmaz! demiş.

Yedincisi: Kocam tohumsuzdur. Yahut karanlıktır. (Ahmaklığından) İşleri üzerine yığılmıştır. Her dert onu bulur. Baş yarığı mı yahut kol kırığı mı istersin. Yahut ikisini de sana bir araya toplayıversin! demiş.

Sekizincisi: Kocamın kokusu zafer an, teni de tavşandır! demiş.

Dokuzuncusu: Kocam direği yüksek, kını uzun, külü çok, evi mec­lise yakın bir adamdır, demiş.

Onuncusu : Kocam Mâlik'dir. Amma ne Mâlik! Mâlik bundan çok daha hayırlıdır. Onun çok çöken, az dolaşan develeri vardır. Ud sesini işittiler mi helak olduklarını anlarlar, demiş.

Onbirincisi: Kocam Ebû Zer'dir. Amma ne Ebû Zer! Zinetten kulak­larımı şakırdattı. Bazularımı yağla doldurdu. Benî sevindirdi. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni dağ başında bir koyun sürücüğü sahibinde buldu da at kişnemesine ve deve sesine sâhib harman döğen, tınas savuran hir aileye kattı. İşte onun yanında konuşuyor, burunlanmıyorum; uyuyor sa­bahlıyorum; içiyor ve kanıyorum. Ebû Zer'in annesi de ne Ehû Zer an­nesi! Ambarları büyük, evi geniş.,. Ebû Zer'in oğlu da oe Ebû Zer oğlu! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibi. Kendisini bir kuzunun budu doyurur. Ebû Zer'in kızı da ne Ebû Zer kızı! Anasına, babasına muti. Çarşaf do­lusu ortağını çatlatan takımından... Ebû Zer'in cariyesi de ne Ebû Zer cariyesi! Bizim lâflarımızı (ortalığa) yaymaz. Zahiremizi döküp, saçmaz. Evimizi de kuş yuvasına çevirmez.

Tulumlarımızda süt çalkalanırken Ebû Zer çıktı (gitti). Ve bir kadına rastladı ki, yanında pars gibi iki çocuğu var. Böğrünün altındaki iki nar tanesiyle oynuyorlar. Hemen beni boşayıp onu nikahladı. Ben de ondan sonra eşraftan bir adama kocaya vardım ki, yürüyüşlü bîr ata biner. Eline Hattî mızrak alır. Evime birçok develer getirir. Bana her hayvandan hir Çift verdi:

— Ye Ümmü Zer! Akrabana da ver! dedi. Ama onun bana verdiği her şeyi toplasam Ebû Zer'in kaplarının en küçüğünü doldurmaz, demiş,

Âişe şunu söylemiş: Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Setîem) tana: «Ben senin için Ummü Zer'e nisbette Ebû Zer' gibiyim.» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Hasan b. AH "El-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Musa b. İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Seleme, Hi-şâm b. Urve'den bu isnadla rivayet etti. Yalnız o : «Kısır, ahmaklığında» işleri üzerine- yığılmıştır» demiş, şekketmemiştir. Şunları da söylemiştir : «Az dolaşırlar», «Çarşafı boş, zamanı kadınlarının en hayırlısı ve ortağını çatlatandır», «Zahiremizi döküp saçmaz», «Bana her kesilecek hayvandan bir çift verdi.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'n-NikâhVda; Tirmizî «Semâ-il»'de; Nesâî  «Işretü'n-Nisa» bahsinde tahric etmişlerdir.

Kadınların bu konuşması Medîne'de geçmiştir. Yemen'de bir köyde konuştukları rivayet edildiği gibi, konuşmanın Mekke'de cereyan ettiği dahî rivayet olunmuştur. Bir rivayette bu konuşma câhili-yet devrinde olmuştur. Kadınlar söze başlarken kocalarına ait bildiklerini noksansız söyleyeceklerine söz vermişlerdir. Hatibi Bağdadî «El-Mübhemât» namındaki kitabında bu husûsda şunları söyler : «Ümmü Zer' hadîsinde zikri geçen kadınların isimlerini söyleyen kimse bil­miyorum. Onların isimleri yalnız benim naklettiğim tarîkda zikredilmiş­tir ki, bu da çok garibdir..,» Bağdadî 'nin rivayetinde birinci kadının ismi meçhul kalmış, ikincinin ismi Amra binti Amr, üçüncü­nün Huney binti Na'b, dördüncünün Mühedded binti Ebi Merzeme, beşincinin Kebşe , altıncının Hind , yedincinin Huney binti Alkame, sekizincinin Yâsir binti Evs b. Abd, onuncunun Kebşe binti Erkam, onbirincinin Ümmü Zer' binti Ekhel olduğu bildirilmiş. Dokuzuncunun ismi de bulunamamıştır.

Birinci kadın şunu demek istemiştir : Kocamda birkaç cihetlerden hayr yoktur. Evvelâ kendisi deve eti gibidir. Koyun eti gibi değildir. Bu­nunla beraber arık zayıf ve kötüdür. Bir de elde edilmesi, yanma varıl­ması güçtür. Hattabî dağ başı tâbirinden onun büyüklendiği mânâsını çıkarmış ve sözün : «Hayırsızlığı ile beraber büyüklenmeyi ve huy­suzluğu da kendinde toplamıştır.» mânâsına geldiğini söylemiştir.

«Semiz değil ki götürülsün» tâbirinden murad; semiz değildir ki, in­sanlar onu evlerine götürüp de yesinler, demektir.

Hâsılı kadın kocasını zemmetmiş ve sözünü açığı gizliye, mütevehhe-mi mahsüse, hakiri kıymetliye benzeterek ifade etmiştir.

İkinci kadının sözü iki suretle te'vil edilmiştir. Birinci te'vile göre cümledeki zamir habere aiddir. Mânâ şudur : Kocamın haberi uzundur. Tafsilâtına girişirsem anlatmakla bitiremem. İkinci te'vile göre zamir ko­casına aiddir. İbaredeki (lâ) ziyâdedir. Ve cümle : Beni boşar da onu terk ederim diye korkarım manasınadır.

Ucer ile Bücer'den murad kocasının kusurlarıdır. Ha ttâbî ile diğer bazı ulemâya göre, kadın bu sözle kocasının gizli kusurlarını kasdet-miştir, Lügat ulemâsı Ucer'in sinir veya damarların düğümlenerek çıkın­tı halinde görülmesi mânâsına geldiğini, Bücer de aynı mânâya gelirse de hassaten karında olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayıdır ki, göbeği çıkık kimseye Arablar Ebcer derler. îbni1 Arabi: «Ucer'in sırtta şişkinlik mânâsına geldiğini, göbekte olursa buna Bücer denildiğini söy­lemiştir.

Üçüncü kadın kocasının uzun olduğunu söylemiştir. Bundan muradı

faydasız derecede uzun olduğunu anlatmaktır. Bu kadın : Ben kocamın kusurlarını söylersem beni boşar. Susarsam beni muallakta gibi bırakır, demek istemiştir. (Muallaka, kocası kendisini terk edip giden kadın de­mektir. Böyle bir kadın ne bekâr, ne evli demektir. Muallakdadır.)

Dördüncü kadın kocasını beliğ bir şekilde medhetmiştir. Sözünün mâ­nâsı : Kocam tatlı geçimli Tihâme beldesinin geceleri gibi mutedil­dir. Ahlâkı güzel olduğu için onun tarafından hiç bir sıkıntı ve gâüem yoktur. Sohbeti de beni bıktırmaz, demektir.

Beşinci kadın da kocasını beliğ bir surette medhetmiştir. Onu pars'a benzetmesi çok uyuduğu içindir. Evde- bıraktığı malını ve eşyasını sorma­ması da bundandır. Dışarı çıkıp halk arasına karıştığı, yahut harbe işti­rak ettiği zaman arslan gibi cesur olduğunu söylemiştir. Kaadî Iyâz‘ın rivayetine göre : îbni Ebî Üveys pars kesilmekten murad; eve girdiği vakit pars gibi benim üzerime çullanır, demektir. Her halde kadın bununla hemen cinsî muameleye girişir demek istemiştir, mü­talâasında bulunmuşsa da sahîh ve meşhur olan tefsir birincisidir.

Altıncı kadının sözüne gelince: Ulemâ Leffin yiyecek çeşitlerini ka­rıştırarak bir şey bırakmamak şartıyle yemek mânâsına geldiğini söyle­mişlerdir, îştifaf dahi bütün kaptakini içmek mânâsına gelir. Kadının «Kederi anlamak için elini sokmaz» sözüne gelince   Ebû   Ubey d:

^Zannederim bu kadının vücudunda bir kusur veya hastalık varmış da bu sözle ondan kinaye yapmıştır. Çünkü (bes) gam, keder demektir. Herhalde kocası, karısına zahmet vermemek için elini kadının elbisesinin içine sok-tnazmış. Bu suretle kadın onu mürüvvet ve güzel ahlâkla vasıf lan dırmış-İtır.» diyor. Îbnü'l-Â'rabi ise kadının sözünü medh değil, zem kabul etmiştir. Ona göre kadın : Yatarsa, elbisesine sarınır uyur, benim ona karşı beslediğim sevgiyi anlamak için beraber yatmaz, demek iste­miştir. Diğer ulemâya göre; kadın bu sözüyle benim hâlimi, işlerimi so­ruşturmaz, demek istemiştir. İbnü Kuteybe, Ebû Ubeyd'e itiraz etmiş ve : «Kadın onu nasıl medheder. Halbuki sözünün başında zem etmişti.» demişse de İbnü Enbâri bu itirazı beğenmemiş: «Kadınlar kocalarına ~ait hiç bir şeyi gizlemeyeceklerine söz vermişlerdi. Bunlardan kiminin kocası tamamiyle güzel evsafda olduğu için medhet-miş, kiminin kocası kötü ahlâklı olduğundan karısı zemmetmiş. Bâzılarının kocaları da iyi İle kötüyü cem'etmiştir. Karısı da onu o surette anlat­mıştır.» demiştir. Hattâbî ve başkaları İbnü'l-A'rabî ile îbnü Kuteybe 'nin mütalâasını kabul etmiş; Kaadî Iyâz da buna tarafdar olmuştur.

Yedinci kadının sözünde râvi (Gayâyâ) mı dedi. Yoksa (Ayâyâ) mı diye şekketmiştir. Ebû Ubeyd ile diğer bazı ulemâ gayâyâ tâbirini reddetmiş; doğrusunun ayâyâ olduğunu söylemiştir. Ayaya döl tutturama­yan kısır mânâsına gelir. Bâzıları bu kelimenin «Innîn» yâni âleti kalkma­dığı için kadına yanaşamayan mânâsına geldiğini söylerler. Kaadî Iyâz'la başkalarına göre Gayâyâ tâbiri de doğrudur. Bu kelime Gayâ-ye'den alınmıştır ki, karanlık demektir. Şu halde kadının muradı kocam hiç bir işe yol bulamaz, demektir. Yahut onu ağır yıldızlılıkla vasfetmiş : Kocam içinde hiç bir ziya bulunmayan koyu karanlık gibi bir adamdır demek istemiştir. Gayâyânm «Gay»'dan alınmış olması da mümkündür. Gay: Kötülüğe düşmek yahut h'aybet ve hüsrana uğramak mânâlarına gelir. Bu takdirde sözün mânâsı: Ahmaklığından dolayı kocamın işleri üzerine yığılmış kalmıştır, demek olur. Bu husûsda başka te'viller de ya­pılmıştır.

Sekizinci kadın kocasını medhetmiştir.

Zerneb: Bir nevi güzel kokudur. Zâferan mânâsına geldiğini söyle­yenler de vardır. Bâzılarına göre kadın kocasının vücudunun değil, halk arasında elbisesinin güzel koktuğu mânâsını kasdettiğini beyân etmişler­dir. Hattâ bundan kocasının güzel ahlâkını ve hüsn-ü muaşeretini kasdet­tiğini; «Teni tavşan teni» ifadesinin açık açık bu mânâyı belirttiğini söy­lemişlerdir. Dokuzuncu kadın kocasını medhetmiştir. Ulemâ direği yüksek tâbirinden şeref ve medih mânâsı kasdedüdiğini söylemişlerdir. Direğin yük­sekliğinden o zatın kavminin içindeki yüksek mertebesi kastedilir.' Kılıç kınının uzunluğundan, onu taşıyanın da uzun olması lâzım gelir. Keza kü­lün çokluğundan müsafir çokluğu ve cömertlik mânâsı kastedilir. Arab-lar bunlarla öğünürlerdi. Bazıları külün çokluğundan misafirlere yol gös­termek için yakılan ateş kastedildiğini söylemişlerdir. Zira cömert kimse­ler gece karanlığında ateşi tazim ederler. Onu yüksek yerlere yakarak misafirler yol bulsun diye ellerinde meş'aleler bulundururlardı.

Nâtü : Meclis demektir. Evi meclise yakın olan adam cömert ve reis olurdu. Çünkü meclise gelenler birçok ihtiyaçlarını yakın evlerden gö­rürlerdi. Cimri takımı oralardan uzakta yaşarlardı.

Onuncu kadın dahî kocasını medhetmiştir. Kocasının getirdiği deve­lerin avlusunun içine çöktüklerini, onları ancak zaruret mikdarı mer'aya saldığını, ekseriyetle avluda yattıklarını, misafir gelirse sütlerinden ve et­lerinden onu ağırlamak için develerin hazır bulunduklarını anlatmak iste­miştir. Kocası develeri ud sesine alıştırmış olduğundan, sanki develer ke­sileceklerini anlarlarmış gibi, kesilmeye hazır olurduklarmı ifade etmiş­tir. Bu hususta başka sözler dahi söylenmiştir.

On birinci kadın ilk kocasını son derece medhetmektedir. Bu meyan-da: «Bazlılarımı yağ ile doldurdu.» demektedir ki, bundan murad sadece kollarının değil, bütün vücudunun semizleyip yağ bağlamasıdır. Kadının ifadesinden kendinin dağ başında bir çobanın kızı olduğu, sonra at ve de­ve sahibi olan zengin Ebû Zer ile evlendiği anlaşılıyor. Arablar ko­yun sahiplerine kıymet vermez, deve ve at sahiplerine itibar ederlerdi. Ebû Zer 'in çiftçiliği de vardır. Kadının onun yanında bir sözü iki olmamış, rahatça yiyip içerek yaşamıştır. Kayın validesinin ambarlan za­hire ile doludur. Evi geniştir. Kocasının ilk karısından tığ gibi bir oğlu vardır. Kendisi ince ve hafif olduğundan, yattığı yer-soyulmuş hurma lifi gibi incedir.

Şatbe: Hurma dalından soyulan ince şeritdir. Bazıları bu tâbirden kınından çekilmiş kılıç mânâsı kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Her iki te'vile göre de bu sözle delikanlı medhedümektedir. Bir kuzunun budu ile doyması da ayrı bir meziyetidir. Çünkü bundan murad az yediğini an­latmaktır, Araplar az yemekle öğünürlerdi. Kadın Ebû Zer'in kızını da methetmiştir. Bu kız annesine, babasına itaatli, çarşafını dolduracak kadar semiz, ortağım çatlatacak kadar yakışıklıdır.

İkinci rivayette bu kızın çekik karmlı olduğunu söylemiştir. Bazıları «Çarşafı boş» tâbirinden bedeninin çarşafla sarılan üst kısmının zayıf, alt kısmının ise dolgun olduğunu söylemişlerdir. Çarşaf dolusu tâbiri de bu­nu te'yid etmektedir.   Kaadî   Iyâz   diyor ki: Evlâ olan şöyle demektir. Kızın omuzları ve göğsü dolgundur. O derecede ki çarşafı kabartır ia cesedine dokunmaz olur. Alt kısmı ise böyle değildir.» diyor. Bu kadı­nın ifadesine göre Ebû Zer'in cariyesi de imrenecek gibidir. Kim­seye lâf taşımaz, zahireyi döküp saçmaz, evi kuş yuvasına çevirmez bir nizmetçisidir. Bundan murad; süpr-üntüleri kuş yuvası gibi dağınık bırak­maması, evi tertemiz tutmasıdır.

Evtab: Vatbın cem'idir.

Vatb : îçinde yağ çalkalanan tulum ve ya­yıktır. Evinde yayıklar döğülür, sütler çalkalanır; varlık kapıdan taşar­ken Ebû Zer'in evinden niçin çıkıp gittiği izah edilmemiştir. Niçin evlendiğine dâir de söz yoktur. İhtimal Ümmü Zer'in yayık döğer-ken çok yorulduğunu ve istirahata ihtiyacı olduğunu görerek evlenmiştir. Evlendiği kadının arslan yavruları gibi iki çocuğu vardır. Onun böğrünün ı altında iki nar tanesiyle oynamaktadırlar. Ebû Ubeyd'e göre bu cümlenin mânâsı kadının geniş çantılı olması ve yan üstü yattığı zaman böğrünün altında nar taneleri geçecek kadar bir boşluk kalmasıdır, ibni Ebî Üveys'e göre iki nar tanesinden murad kadının memeleridir. Kaadî îyâz bu tevcihi daha güzel bulmuş ve : «Çocukların anne­lerinin sırtlarının altından nar tanesi atmaları âdet olmadığı gibi, kadın­ların bu şekilde yatıp, erkeklerin onları görmeleri dahi âdet değildir» de­miştir. Ümmü Zer tekrar zengin bir ağâ ile evlenmiştir. Kocasının malı çoktur, yeni kocası ona her çeşitten birer çift kesilecek hayvan ve hizmetçiler vermiştir. Malından yakınlarına yedirmesine de müsaade et­miştir. Fakat ilk kocasının varlığı yanında bütün bunlar onun en küçük kabını dolduracak kadar bile çok değildir.

Görülüyor ki, Ümmü Zer hâlâ ilk kocasını sevmektedir. Onun için ikinci kocasının ikramları gözünü dolduramamıştır. Bundan do­layı bazı büyükler, gözü ilk kocasında kalır endişesi ile boşanmış bir ka­dınla evlenmeyi iyi görmemişlerdir.

Kaadî Iy âz: «Ümmü Zer'in sözünde erişilmez bir fasahat ve belagat vardır...» demiş; onu bir hayli övmüştür.

Hikâyenin sonunda  Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Hz. Âişe'ye:

«Ben senin için Ummü Zer'e nisbetle Ebû Zer' gibiyim.» buyurmuş­tur. Ulemânın beyânına göre bu söz onun gönlünü almak ve kendisiyle iyi geçindiğini anlatmak içindir. Bir rivayette bu söze karşı Hz. Âişe : «Annem, babam sana feda olsun, belki sen benim için Ebû Zer'den daha hayırlısın.» demiştir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Meçhul kadınların güzel yerleri erkeklere anlatılabüir. Malûm kadınların güzelliklerini anlatmak ise yasak edilmiştir.

2- Karısından emin olmak şartıyle onu sevdiğini kendisine söylemek caizdir.

3- Özenme, bezenme olmamak şartıyle seci yapmak caizdir.

4- Kocasının iyiliklerine karşı kadının teşekkür etmesi müstehabdır.

5- Şımarmayacağını bilmek şartıyle bir kimseyi yüzüne karşı med-hetmek caizdir.

6- Talâkın kinâyeleriyle ancak niyet olduğu takdirde kadın boş dü­şer. Çünkü Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Âişe'ye :

«Ben senin için Ebû Zer' gibiyim.» demişti. Halbuki Ebû Zer'in fiilleri arasında karısını boşaması da vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu kasdetmediği için, Hz. Âişe'nin talâkı bahis mevzuu değildir. Hattâ hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şu kadar var ki, Ebû Zer', Ummü Zer'i boşamışhr. Fakat ben seni bo-şamadım.»   buyurmuştur.

 

15- Fatime Binti Nebi (Aleyhisselâm)'in Faziletleri Babı

 

93- (2449) Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûnus Ue Kuteybe b. Saîd ikisi birden Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. İbnü Yûnus dedi ki: Bize Leys rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müley-kete'l-Kureşî Et-Temîmî rivayet etti. Ona da tbni Mahrame rivayet etmiş ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i minber üzerinde iken dinlemiş, şöyle buyuruyormuş :

«Gerçekten Hİşam b. Muğıre oğullan kızlarını Ali b. Ebî Talib'e nikâhlamak için benden izin İstediler. Ben onlara izin vermiyorum! Sonra (yine) Ben onlara izin vermiyorum! Sonra (yine) Ben onlara izin vermiyorum! Me­ğer kİ, Ebû Tâlİb'in oğlu benim kızımı boşayıb, onların kızını almak İsteyel Çünkü benim kızım ancak benden bir parçadır. Onu şüpheye düşüren beni de şüpheye düşürür; ona eziyet veren şey bana da eziyet verir.»

 

94- (...) Bana Ebû Ma'mer İsmail b. İbrahim El-Hüzelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân Amr'dan, o da İbni Ebî Müleyke'den, o da Misver J Mahreme'den naklen rivayet etti, Misver şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Fâtıme ancak ve ancak benden bir parçadır. Ona eziyet veren şey ina da eziyet verir.» buyurdular.

 

95- (...) Bana Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kub b. İbrahim haber verdi. (Dedi ki) : Bize babam Velid b. Kesir'den rivayet etti, (Demiş ki) : Bana Muhammed b. Amr b. Halhatele'd-Düelî rivayet etti. Ona da İbni Şihab rivayet etmiş, ona da Ali b. Hüseyn [15] rivayet etmiş ki: Kendileri Yezid b. Muâviye'nin yanından, Hüseyin b. Â1i (Radiyallahû anhüma) 'nın şehid edildiği yerden Medine'ye geldikleri .vakit ona Misver b. Mahreme tesadüf etmiş ve o:

  Bana emredecek bir hacetin var mı? diye sormuş. Ali şöyle demiş :

  Ben kendisine : Hayır!  diye cevab verdim. Misver :

  Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kılıcını verir misin? Çünkü ben bu kavmin onu almak için sana galebe çalacaklarından korka­rım. Allah'a yemin olsun! Eğer onu bana verirsen ona ebediyyen doku­nulmaz, tâ canım çıkıncaya kadar! Gerçekten Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Cehl'in kızı Fâtime'yi istedi de, ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"ı dinle­dim. Kendisi halka şurada, şu minberinin üzerinde hutbe okuyordu. Ben o zaman baliğ olmuştum:

«Gerçekten Fâiıme bendendir. Ben onun dini hususunda fitneye uğra­yacağından korkarım.»  buyurdular, demiş.

Misver demiş ki: Sonra Abdi Şems oğullarından bir damadım ana­rak kendisine damat olması hususunda ona senada bulundu. Ve çok gü­zel sena etti. Buyurdu ki;

«Benimle konuştu, bana doğruyu söyledi; bana vadetti, sözünü yerine getirdi. Ben ne helâli haram kılarım, ne de haramı helâl! Lâkin Vallahi Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızıyla Allah'ın düşmanının kızı ebe­diyyen bir yere gelemez!»

 

96 —  (...)  Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti.  [Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Züh-î'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ali b. Hüseyin haber verdi. Oha da Hisver b. Mahreme haber vermiş ki, Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Cehl'in kızını stemiş. Fâtıme binti Resûlillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yanında imiş. Fâtime bunu işitince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e gelerek ona iiuıu söylemiş :

— Kavmin senin kızların namına kızmadığını söylüyorlar. İşte AH Ebû Cehl'in lazım nikâh ediyor!

Misver demiş ki: Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalktı. Kendisini teşehhüd getirirken işittim. Sonra şöyle buyurdular:

«Bundan sonra (malûm olsun ki) ben Ebû'l-Âs Ibnü Rabi'a (kızımı) ni­kahladım. Benimle konuştu ve doğru söyledi. Şüphesiz ki, Fâtıme bİnti Mu-hammed benden bir parçadır. Ben ancak ve ancak onu belâya sokmala­rından çekiniyorum. Mes'ele şu ki : Vallahi Resûlüllah'ın kızı ile Adüvvül-iah'ın kızı, bir adamın yanında ebediyen bir yere gelemezler.» Mİsver: Bunun üzerine Ali istemekten vazgeçti, demiş.

 

(...) Bu hadîsi bana Ma'n-Er-Rakâşî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb (yâni İbni Cerir) babasından rivayet etti. (Demiş ki) : Nu'mân't (yâni îbni Râşid'i) Zührî'den bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet eder­ken dinledim.

Bu hadîsi   Buharı    «Kitâbu Fartü'l-Humûs»'de tahric etmiştir.

Bad'a : Et parçası demektir. Mudğa da aynı mânâya gelir.

Ulemânın beyânlarına göre bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe her ne suretle olursa olsun eziyet vermenin haram olduğuna delil vardır. Velev ki; eziyet aslı mubah olan bir şeyden gelsin, bu husus-da başkaları ona kıyas edilemez.

Filhakika Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben bir helâli haram kilamam...» buyurarak^ Ebû Ceh1'in. kızmın Hz. Ali'ye mubah olduğunu bildirmiş. Ancak kendi kızıyle onun bir nikâh altında toplanmalarını iki illetten dolayı yasak etmiştir. Bun­lardan biri bu "nikâhın kızı Fâtıme'ye eziyet vermesidir. Bu takdirde kendisi de eziyet duyacak ve ona eziyet veren helak olacaktır. îşte Hz. Ali ile Fâtıme (Radiyallahü anhc) 'ya karşı beslediği sonsuz şefkat­ten dolayı bundan men  etmiştir. İkinci illet kıskançlık dolayısıyle  Hz. Fâtıme 'nin fitneye duçar olmasından duyduğu endişedir. Ulemâdan bazıları;

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in muradı Ebû Ceh1'in kızı ile Fâtıme 'nin bir nikâh altında toplanmalarını yasaklamak de­ğildir. O sadece Allah'ın lütfü ile bunların bir araya gelemeyeceklerini bildirmiştir.» demişlerdir. İhtimal ki, Allah Teâîâ Peygamberinin kızı ile Adüvvullah'ın kızının bir nikâh altında toplanmalarını haram kılmış da ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada onu haber vermiştir. Bu tak­dirde bu mes'eîe de nikâhı haram olan kadınlar faslına dâhil olur.

Ebû'l-Âs b. Rabî' Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in damadı idi. ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Mekke'de iken büyük kızı Zeyneb (RadiyallahÜ anha) 'yi nikahlamıştı. Ebû'l-Âs ahlâkı ve muaşereti güzel, özü-sözü doğru bir zât idi. Kureyş bu evlenmeye karşı çıkmış, Hz. Zeyneb'i boşamasını istemişîerse de,-o buna razı olmamış; bu suretle ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i mem­nun etmişti. Bilâhare Bedir gazasında müslümanların eline esir düş­tü. Hz, Zeyneb annesinin kendisine düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığını fidye olmak üzere Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gön­derdi. Bu hediyye başta Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olmak üze­re bütün ashab-ı kiramı ağlattı. Hediyeyi sahibine iade ettiler ve Ebû’'1 -Âs'i da serbest bıraktılar. Birkaç zaman sonra Mekke 'deki işlerini tasviye eden Ebû'l-Âs (Radtyallahu anh) müslüman olarak Medî-n e 'ye hicret etti.

 

97- (2450) Bize Mansûr b. Ebî Müzahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze İbrahim (yâni İbni Sa'd) babasından, o da TJrve'den, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, babasından riva­yet etti. Ona da Urve b. Züheyr rivayet etmiş. Ona da Âişe rivayet etmiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızı Fâtime'yi çağırarak kendisi­ne bir şeyler fısıldamış ve Fâtime ağlamış. Sonra ona bir şeyler fısıldamış jjjbu sefer) gülmüş. Âişe demiş ki, Fâtıme'ye : ResûlüIJalı  (Sallallahü Aleyhi ve Selleuı) sana neler fısıldadı ki ağladın? Sonra sana bir şeyler fısıldadı da güldün? dedim, Fâtıme şu cevabı verdi :

— Bana fısıldayarak öleceğini  haber verdi. Ben  de  ağladım.  Sonra bana fısıldayarak;     ailesinden ilk olarak kendisini ben  takip edeceğimi haber verdi. Ben de güldüm.

 

98- (...) Biz'e Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne Fu-asMan, o da Amir'den, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)m zevceleri yanındaydılar. Onlardan hiç birini terk etmemişti. Derken yürüyerek Fâtıme geldi. Yürüyüşü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m yürüyüşünden hiç ayrılmıyordu. Onu görünce kendisine hoş beşde bulundu. Ve :

«Merhaba kızım!»   dedi. Sonra onu sağına yahut soluna oturttu. Son­ra kendisine bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine Fâtıme şiddetle ağladı.

Onun feryadını görünce, ikinci defa kendisine bir şeyler fısıldadı.   (Bu sefer) Fâtıme güldü. Ben kendisine :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   kadınlarının   arasından   sır söylemek için  seni seçti. Sonra sen ağlıyorsun ha? dedim.  Resûlüllah (Sallûllahü Aleyhi ve Sellem)   (yanımızdan)  kalktığı vakit Fâtıme'ye î

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sana ne söyledi? diye sordum.

  Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m sırrını ifşa edemem! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince (Fâtıme'ye):

  Senin Üzerinde olan hakkım nâmına yemin ediyorum. Bana Re­sûlüllah fSallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sana ne dediğim söyle! dedim. Fâ­tıme :

  Şimdi  (olur). Evet! Birinci defa bana fısıldadığında Cibril'in her

sene kendisine bir veya iki defa Kur'ân-i arzederdiğini; bu sefer iki defa

arzettiğini haber verdi. Ve :

«Ben ecelimin yaklaştığını görüyorum. Allah'dan kork! Sabret! Zîra ben senin İçin ne iyi selefim.» buyurdu. Ben de gördüğün şekilde ağla­dım. Benim feryadımı görünce bana tekrar fısıldayarak:

«Yâ Fâtıme! Mü'mİnlerin kadınlarının hanımefendisi olmak istemez mi­sin? Yahut bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmak istemez misin?» buyurdu. Ben de gördüğün şekilde güldüm, dedi.

 

99- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Nümeyr Zeke-liyya'dan rivayet ettiler. H.

Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Zekeriyya, Miras'dan, o da Âmir'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti, Âişe şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in   kadınları   toplandı.    Onlardan   hiç   birini   bırakmadı. Derken Fâtune yürüyerek geldi.    Yürüyüşü sanki Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhı ve SeUemyia yürüyüşü idi. (Ona) :

«Merhaba kızım!» dedi ve sağına yahut soluna oturttu. Sonra kendi­sine bir söz fısıldadı. Fâtıme de ağladı. Sonra ona bir şeyler fısıldadı, bu sefer güldü. Kendisine : Niye ağlıyorsun? dedim,

— Ben Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) "m sırrını ifşa edemem! Cevâbını verdi. Ben bugünkü gibi kedere daha yakın bir sevinç görmedim, dedim. Ağladığı vakit Fâtıme'ye : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşmak için bizi bırakıp seni seçti, sonra bir de ağlıyorsun, dedim. Ve Ona ne söylediğini sordum. Fâtıme (yine) : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlemyin sırrını ıfsâ edemem, dedi. Nihayet o vefai edince ken­disine sordum: — Cibril'in her sene bir defa ona gelerek Kur'ân-ı arze-derdiğini; o sene iki defa arzettiğini söylemişti:

«Kendimi ecelim gelmiş görüyorum. Ailemden bana ilk katılacak sen-sinİ Ben senin İçin ne iyi selefim.» demişti. Ben de bunun için ağlamıştım. Sonra baha tekrar fısıldayarak:

«Sen mü'min kadınlarının yahut bu ümmetin kadınlarının hanımefen­disi olmana razı değil misin?» demişti. Ben de buna gülmüştüm, dedi.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu;l-İstizan»'m birkaç yerinde muhta­sar bir yerinde de mufassal olarak tahric etmiştir.

Taberâni bu hâdisenin Peygamber (Sallaüâhü Aleyhi ve Sellem) in hastalığı şiddetlendiği vakit Hz. Âişe 'nin evinde geçtiğini kaydet­miştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Fâtıme'ye kendin­den sonraya kalacağını ve ailesi içinden yanma ilk gelenin de o olacağını bildirmesi birer mucizedir. Nitekim Öyle de olmuştur.

Hz. Cibril'in Kur'ân'ı arzetmesinden murad mukabeledir. * Yâni Kur'ân'ı o okur, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dinlerdi. Ba'zan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) okur, Cibril din­lerdi. Bu bir nevi kontroldü. Hadîsin bir rivayetinde râvi şek ederek : «Senede bir, veya iki defa Kur'ân'ı arzederdi.» demiştir. Doğrusu bir defa olmasıdır. Nitekim diğer rivayetler de öyledir.

Kaadî Iyâz'ın beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Hz. Cibri1'in o sene âdeti hilâfına iki defa mukabeleye gelmeşinden ecelinin yakm olduğunu anlamıştır. Sair senelere nisbetle o sene vahiy daha fazla gelmiş; Teâlâ Hazretleri dinini tamamlamıştır. Selef ön­ce giden manasınadır. Burada murad âhirete evvelâ ben gideceğim, son­ra sen geleceksin, demektir,

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1-  Hz. Fâtıme, Âişe (Radiyallahü anha) 'dan efdaldır. Onun fazileti hakkında birçok hadîsler vardır. Buhârî 'nin bir rivayetinde :

«Fâtıme cennet kadınlarının hanımefendisidir,», Nesâî'nin bir riva­yetinde ise:

«Cennet kadınlarının en faziletlisi Hatice binti Huveylid ile Fâtıme binti Muhammed'dir.» Duyurulmuştur. Takıyyuddin Es-Sübki: «Bi­zim ihtiyarımız ve Allah huzurunda mezhebimiz şudur ki: Hepsinden efdal olan Fâtıme'dir. Sonra Hatîce, sonra Âİşe gelir.» demiştir.

2- Zarar verecek sırrı ifşa etmek doğru değildir. Çünkü  Fâtıme (Radiyallahü anha)  o anda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m sırrını söylemiş olsa, zevceleri son derece kederlenir, kendisinin mü'min kadın­larının hanımefendisi olduğunu bildirse, kederleri bir kat daha artardı.

3- Hadîs-i şerîf ehl-i beytin âhireti tercih ettiklerine, dünyadan kur tulup âhirete intikal edecekleri için sevindiklerine delildir.

 

16- Ümmü'l-Mü'minin Ümmü Seleme (Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden Bir Bab

 

100- (2451) Bana Abdü'1-A'la b. Hammad ile Muhamraed b. Abdi'l-'la El-Kaysî ikisi birden Mu'temir'den rivayet ettiler. İbnü Hammad (Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan dinledim. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman, Selman'dan rivayet etti. föyle demiş: Yapabilirsen sakın pazara ilk giren ve ondan son çıkan ılma! Çünkü pazar şeytanın savaş yeridir. Sancağını oraya diker.

Şunu da söylemiş: Haber aldım ki: Cibril   (Aieyhisselâm)  Nebiyyullalı (Salkıllahü Aleyhi ve. Sellem)'e gelmiş.    Yanında tJmmü Seleme bulunuyormuş. Resûlüllah (Satlallahti Aleyhi ve Sellem) onunla   konuşmağa   başlamış. |Sonra  Cibril  kalkmış   (gitmiş). Bunun üzerine Nebiyyullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'nın Seleme'ye :

 «Kİm bu?» diye sormuş. Yahut nasıl dediyse öyledir. Ümmü Seleme:

  Bu DıhyeMir, demiş. Bilâhare Ümmü Seleme şöyle dermiş :

  Allah'a yemin olsun ki, onu ancak Dıhye sanmıştım. Nihayet Ne-Ibiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bizim bu haberimizi bildiren hut-| besini işittim. Yahut nasıl dediyse öyledir,

Râvi demiş ki: Ebû Osman'a : Sen bunu kimden işittin? diye sordum :

  Üsâme b. Zeyd'den cevabını verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Menakıb» ile «Fadâilü'l-Kur'an»'da tahric etmiştir.

Hadîs-i şerîf Hz. Selraan'a mevkuf ise de böyle bir söz karine­den söylenemiyeceği için yine de merfu' hükmündedir.

Ma'reke: Savaş yeri, demektir. Pazar yerinde çeşitli aldatma ve al­danmalar, yalan yere yeminler yapıldığı için Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) orasını harb yerine benzetmiştir. Şeytanın sancağını oraya dik­mesinden murad; bütün avenesiyle orada toplanmalıdır. Orada satıcılarla alıcıları vesvese suretiyle muhtelif yolsuzluklara teşvik ederler. Binâena­leyh pazarlar şeytanların yeridir. Nevevî diyor ki: «Ümmü Seleme, Cibril'i Dihyetu'I-Kelbî suretinde görmüş­tür. Hadîs-i şerîf Ümmü Selem e(Radiyallahil anha) 'nın menkabesi-ne delildir. Yine bu hadîsde insanların melekleri görebileceklerine ve bu­nun fiilen vâki olduğuna deîil vardır. Onları insan suretinde görürler. Çünkü aslî suretleriyle görmeye kudretleri yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Cibrî1'i ekseriyetle Dihye'nin suretinde gö­rürdü. Aslî suretiyle iki defa görmüştür.»

Dihye b. Halifete'1-Kelbî Ashab-ı kirarndandır. İn­sanların en güzellerinden idi. Hattâ kadınların fitnesine sebep olmamak için yüzüne peçe taktığı rivayet olunur.

Hadîsin bazı nüshalarında (Haberanâ) yerine (Habera Cibrile) denilmistir. Nevevî doğrusunun bu olduğunu söylemiştir. Buhar î»'-nin rivayetinde de bu şekildedir. Mânâsı bize Cibrî1'in haberini bil­diriyordu, demektir.

 

17- Ümmü'l-Mü'minin  Zeyneb (Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden Bir Bab

 

101- (2452) Bize ETıû Ahmed Mahmud b. Gaylân rivayet etti. (De­di ki) :-Bize Fadl b. Musa Es-Sınânî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Talha b. Yahya b. Talha, Âişe binti Talha'dan, o da Ümmü'l-Mü'minin Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sizin bana en çabuk kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır.» buyurdular,

Âişe demiş ki: Artık kadınlar hangisinin kolu en uzun olduğunu öl­çüyorlardı. Kolu en uzun olanımız da Zeyneb idi. Çünkü Zeyneb eliyle çalışır ve sadaka verirdi.

Bu hadisi Buhârî ile Nesâî «Kitâbu'z-Zekâ'da tahric etmişlerdir.

Buhârî 'nin rivayetinde Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden bazılarının ona : Bizim hangimiz sana önce kavuşacak? diye sordukları, onun da:

«Kolu en uzun olanınız...» cevabim verdiği, sonra bir kamışla birbir­lerinin kollarını ölçtükleri ve neticede Şevde binti Sem'a 'nın en uzun kollu çıktığı bildirilmektedir. Fakat Nevevî, Hz. Sev-d e 'nin burada bir vehm olarak yanlışlıkla zikredildiğini, bunun brlicma bâtıl olduğunu söylemiştir. Yine Nevevî 'nin beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kendisinden sonra hayatta kalan zevcelerin­den ilk vefat edeni Hz.    Zeyneb 'dir. Babımızın hadîsinden de anlaşıldiğı vecihle kıssanın sahibi odur. Ezvac-ı Tâhirat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sözünü hakikî mânâya hamlederek birbirle­rinin kollarını kamışla ölçmüşler. Hz. Şevde 'nin kolları hepsinden uzun gelmiştir. Halbuki Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'in muradı azanın uzunluğu değil, sadaka vermektir. Bu hususta kolu en uzun olan ise Hz. Zeyneb Mir. Arab1ar bir kimsenin cömertliğirii ifade etmek için filânın kolu uzundur yahut eli uzundur, derler. Cimriliğini an­latmak için de : Filânın eli veya kolu kısadır tâbirini kullanırlar. Lisânı­mızda eli uzundur tâbiri, hırsızlık eder mânâsında kullanılır. Cömertliğini anlatmak için biz «Filânın eli açıktır», cimriliği için de «Eli sıkıdır» gibi tâbirler kullanırız.

Filhakika Zeyneb binti Cahş (Radiyallahu anha) el işleri yapar, kazandığını Allah yolunda tasadduk ederdi. Bu husûsda Ezvâc-ı Tâhirat içerisinde temayüz etmişti. Nitekim hepsinden evvel o vefat etmiş, bu suretle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ın bu mucizesi de anlaşılmıştır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir kimse bir sözü hakikat mânâya alır da, sonradan o sözden mecazî mânâ kastedildiği anlaşılırsa ayıplanmaz. Çünkü Ezvâc-ı Tâhirat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in sözünü hakikat mâ­nâya almışlar, fakat o kendilerine bir şey dememiştir.

2- Hüküm lâfza değil, mânâya göre verilir. Bu kaide Mecelle-i Ah-kâm-ı Adliyede: «Ukudda itibar Mekasıd ve Meânîyedir; Elfâz ve -Meba-niye değildir.» şeklinde tespit edilmiştir. Zîra Ezvâc-ı Tâhirat elin uzunluğundan azayı anlamış; halbuki Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bu sözle çok sadaka vermeyi kasdetmiştir.

3- Hadîs-i şerîf'de peygamberliğin alâmetlerinden açık bir mucize vardır.

 

18- Ümmü Eymen (Radiyallahu anha)'nın Faziletlerinden Bir Bab

 

102- (2453) Bize Ebû Kureyb Muhammed b. Ala' rivayet etti; (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Süleyman K Muğîra'dan, o da Sâbit'den, o da Enes'-den naklen rivayet etil Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Ümmü Eymen'e gitti. Onunla birlikte ben de gittim. Ümmü Ey­men kendisine içinde meşrubat bulunan bir kab verdi. Oruçlu olduğu güne mi rastladı, yoksa onu arzu mu etmedi bilmiyorum. Derken Ümmü Eymen ona bağırıp çağırmaya ve atıp tutmaya başladı.

Bu hadîsden murad şudur : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) tak­dim edilen süt veya şerbeti herhangi bir sebepten dolayı içmemiş, Hz. Ümmü Eymen de kendisine kızarak söylenmiştir. Bu yaptığı ona nazı geçtiği içindir. Çünkü Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'i elinde o büyütmüş ve terbiye etmiştir. Binâenaleyh oğlu yerindedir. Bir annenin icabında oğluna darılması ve sert konuşması çok görülemez. Bir hadîs-i gerîfde Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) :

«Ummü Eymen, annemden sonra benim annemdir.» buyurmuştur.

Hz. Ümmü Eymen aslen Habeşli olup Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) fm babasının cariyesi idi. Vaktiyle Abdullah, Habeşî namında bir zâtla evlenmiş, onun vefatından sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Zeyd b. Harise (Radiyallahu anh) ile evlendirmişti. Bu izdivacdan Hz. Üsame b. Zeyd doğmuştur. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) naklettiğimiz hadîsde de görüldüğü vecihle kendisine bir anne gibi hormet ederdi. (Radiyallahu anh) Hadîs-i şerif müsafirin oruç vesaire gibi bir özrü bulunursa kendisine ge­tirilen yiyecek ve içecekten imtina edebileceğine delildir.

 

103- (2454) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amc b. Âsim El-Kilâbî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîre Sâ-bit'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti, Şöyle demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem fin vefatından sonra Ebû Bekr (Radiyallahu anh) Ömer'e:

— Haydi   Ümmü   Eymen'e   gidelim.   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   onu nasıl ziyaret ediyordu ise, biz de ziyaret edelim, dedi. (Ebû Bekr demiş ki)  Ona vardığımızda ağladı. Ebû Bekr'le Ömer:

  Niye ağlıyorsun? Allah'ın nezdindeki (makamı) Resulü (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) için daha hayırlıdır, demişler. Ümmü Eymen :

 Ben Kesûlü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için Allah indindeki (mer­tebesi), nin daha hayırlı olduğunu bilmiyorum diye ağlamıyorum. Velâkin Semâdan vahy kesildi de ona ağlıyorum, demiş; böylece her ikisini ağlamaya heyecanlandırmış.     Onunla birlikte  onlar da  ağlamaya başla­mışlar. ,

 

Bu Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Sulehâyı ziyaret müstehab ve faziletli bir iştir.

2- Salih bir kimsenin kendinden daha aşağı bir mertebede olanı ve bir kimsenin dostlarını, sevdiklerini ziyaret etmesi müstehabdır.

3- Erkeklerden bir cemâat ehl-i takva bir kadını ziyaret edip, sözünü dinleyebilirler.

4- Alim veya büyük bir zât ziyaret ve bayramlaşmak gibi gezilerde yanına bir arkadaş alabilir.

5- Sulehanın ve dostların vefatından dolayı üzülüp ağlamak caiz­dir. Velevki bulundukları diyardan daha efdaline göçmüş olsunlar.

 

19- Enes B.  Malik’in Anne Ümmü  Süleym İle Bilal (Radiyalîahâ ânha)’ın Faziletlerinden Bir Bab

 

 

Bize Hasen El-Hulvâni rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm, İshâk b. AbdiUah'dan, o da Enes'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Veygamhar(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden başka hiç bir kadının yanına girmezdi. Yalnız Ümmü Süleym müstesna! Çünkü onun yanma girerdi. Bu husûsda ken­disine söz edildi de:

«Ben ona acıyorum. Kardeşi benimle-birlikte öldürüldü.» buyurdular.

Bu hadîsi    Buharı    «Kitâbu'l-Cihad»'da tahric etmiştir.

Cihad bahsinde görüldüğü vecihle Hz. Enes'in validesi Ümmü Süleym ile teyzesi Ümmü Hıram Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin ya neseb yahut süt cihetinden teyzeleri idi. Onun için yanlarına girerdi. İbnü Tin buradaki tahsisin devam üzere girmek mânâsına olduğunu söylemiş : «Yoksa bazan Ümmü Hıram‘in ya­nma da girerdi.» demiştir. İhtimal ki, Ümmü Süleym Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte iken öldürülen Hıram b. Mi1han'in anne baba bir kardeşi imişdir. Hz. Hıram, Bi'ri Maûne vak'asmda şehid edilmişti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onun hakkında (benimle beraber) demesi, benim askerimle bir­likte yahut din uğrunda benimle beraber idi manasınadır. Çünkü kendisi Bi'ri Maune vak'asmda bulunmamıştı.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif bir kimsenin mahremi olan kadının yanına girebi­leceğine delildir.

2- Bu hadîsde bir adamın — takva sahibi olsa bile — ecnebi bir ka­dınla başbaşa kalmasının haram olduğuna işaret vardır. Bu bâbdaki sahih ve meşhur hadîsleri evvelce görmüştük.

3- Yine bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''in zaif ve bîçârelere karşı son derece lütûfkâr,   mütevâzi ve merhametli olduğuna delildir.

 İstisnadan istisna yapmak sahihtir. Nitekim burada yapılmıştır.

 

105- (2456) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr (yâni îbni Seriy) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme, Sâ-bit'ten, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nak­len rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Cennete girdim de bir ayak sesi İşittim. Ve : Bu kim? dedim. Bu Enes b. Mâlik'in annesi Gumeysâ binti Milhan'dır, dediler.»

Hz. Enes'in validesine Rumeyda dahi denilir, ibni Abdil-Berr «Rumeysa ile Gumeysa Ümmü Seym'dir» demiştir. Bu kelimeler aşağı yukarı müteradif olup, çapaklı mânâ­sına gelirler.

Hadîs-i şerif Hz. Ümmü Süleym'in menkabesine delildir. Ümmü Sü1eym'in ismi ne olduğu ihtilaflıdır. Bazıları Rumey1e, bazıları Rumeyse, bir takımları da Mü1eyke olduğunu söy­lemişlerdir. Kız kardeşi Ümmü Hıram'ın ise ismi bilinememek­tedir.

 

106- (2457)"Bana Ebû Ca'fer Muhammed b. Ferec rivayet etti. (De­di ki) : Bize Zeyd b. Hubab rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdû'1-Aziz b. Ebî Seleme haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Münkedir, Câbir. Abdillah'dan naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Bana cennet gösterildi, Ebû Talha'nın karısını gördüm. Sonra önüm­de bîr tıkırtı işittim. Bir de baktım Bilâi'mış.»

Bu hadîs-i şerif de Hz. Bilâl-i    Habeşî !nin faziletine delildir.

Hz. Bilâl aslen köle olup, ilk iman edenlerdendir. Sahibi Ümeyye b. Halef tarafından pek çok ezâ cefâ gördüğünden, Hz. Ebû Bekr kendisini satın alarak âzâd etmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müezzini idi. İslâm'da ilk ezanı o okumuştur. Birçok hadîsler rivayet etmiş ve hicretin yirminci yılında Şam'da ve­fat etmiştir.

 

20- Ebu  Talhate'l-Ensari (Radryaüahuanh)'ın Faziletlerinden Bir Bab

 

107- (2144) Bana Muhammed b. * Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Mugîre Sabit'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Ebû Talha'nnı Ümmü Süleym'den bir oğlu vefat etti de Ümmü Süleym ailesi efradına . Ebû Talha'ya ben söylemedikçe oğlundan bahsetmeyin! dedi. Müteakiben Ebû Talha geldi, O da kendisine akşam yemeği getirdi. Ebû Talha yedi içti. Sonra Ümmü Süleym ona bundan önce yaptığının en güzeliyle zinet-lendî. O da kendisine yakınlık etti. Ümmü Süleym onun kendisine cim'a edip doyduğunu görünce şunu söyledi:

__ Yâ Ebâ Talha! Ne dersin? Bir kavm, bir aileye "emânet verseler de, sonra emânetlerini isteseler. Onları vermeyebilirler mi? Ebû Talha :

  Hayır! dedi.

  Öyleyse oğlunu hesaba kat! dedi. Bunun üzerine Ebû Talha kızdı. Ve :

  Beni pisleninceye kadar bıraktın, sonra fcana oğlumu haber ver­din!  (Öyle mi)  dedi. Hemen kalkıp giderek Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e vardı. Ve olanı ona hsber verdi. Itesûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): 

«Geçen geceniz hakkında Allah size bereket İhsan etsin!» buyurdu. Derken Ümmü Süleym hâmile kaldı. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir seferde idi. Ümmü Süleym de beraberinde bulunu­yordu. Resûlüllah (Salkdlahü Aheyhi ve Selİem) bir seferden Medine'ye gei-diği vakit oraya geceleyin girmezdi. Medine'ye yaklaştılar. Ümmü Süleym'i doğum sancısı tuttu. Bu sebeple Etû Talha onun başında kaldı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   gitti. Ebû Talha şöyle diyordu:

  Sen pekâlâ Hlirsin  yâ Rahbi!  Ki Resulün  çıktığı  ?aman onunla beraber çıkmak, girdiği zaman da onunla beraber girmek benim hoşuma gider. Fakat şu gördüğün şeyle kapandım kaldım. Ümmü Süleym :

  YA Ebâ Talha, duyduğum sancıyı duymaz oldum.  Git!  dedi. Biz de gittik. Geldikleri zaman Ümmü Süleym'i  (yine)   doğum sancısı tuttu ve bir oğlan doğurdu. Annem fcana :

  Yâ Enes! Bu çocuğu y&rın sabah sen Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e götürmedikçe kimse emziremez, dedi. Sabahlayınca Enes ço­cuğu yüklendi. Ve onu Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e  getirdim. Ona elinde lir dağlama âleti olduğu halde rastladım. Beni görünce :

«Galiba Ummü Süleym doğurdu!»   buyurdular.

  Evet! dedim. Hemen dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu geti­rerek kucağına koydum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'nin Acva  (hurma) sıhdan bir hurma istedi ve onu eriyinceye kadar ağzında çiğnedi. Sonra çocuğun ağzına çaldı. Çocuk onu yalanmaya başladı. Bu­nun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Ensârtn hurmayı sevmelerine bakın!» buyurdu. Çocuğun yüzüncü sil­di. Ve ona Abdullah ismini verdi.

 

(...) Bize Alime d b. Hasen b. Hırâş rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğira rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sâbİt rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Enes b. Mâlik riva­yet etti. (Şöyle demiş) : Ebû Talha'mn bir oğlu vefat etti...

Hâvi hadîsi yukarki gibi nakletmiştir.

Bu hadîsin izahı «Ki{âbu'l-Edeb»'de görülmüştü.

Hz. Ümmü Süleym'in emaneti misal alması, ilim ve fazile­tinin kemâline iman ve olgunluğunun büyüklüğüne delildir. Bu çocuğun kuşla oynayan ve sonra vefat eden    Ebû    Umeyr    olduğu söylenir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m duası kabul edildiğine delildir.

2- Doğan çocuğa tatlı bir şey yalatarak tahnik yapmak ve bunu su-lehadan birine yaptırmak müstehabdır.

3- Çocuğa doğduğu gün ad koymak caiz;  Abdullah ismini vermek müstehabdır.

4- Seferden dönerken geceleyin eve gelmek mekruhtur. Ancak aile­si efradı bunu. bilirlerse gece gelmekte beis yoktur.

5- Hayvanı tanımak için dağlayarak nişan vurmak caizdir.

6- Hadîs-i şerif Hz. Ebû Talha 'nm kerametine,  Ümmü Süleym'in faziletlerine ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in te-vazuuna delildir.

 

21- Bilal (Radiyallahu anha)’ın Faziletlerine Dair  Bir Bab

 

108- (2458) Bize Ubeyd b. Yeîş ile Muhammed b, Alâ' El-Hcnıdânî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Efcû Hayyan'dan rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivayet etti. Lâfız onun­dur. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayyan Et-Teymî, Yahya b. Saîd'den, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazı zamanında Bilâl'e :

«Yâ Bilâl! Bana İslâm'da sence en ziyâde menfaati umulan bir âmelini söyle. Çünkü ben bu gece cennette önümde senin ayakkablcırının tıkırtısını işinim.» buyurdular. Bilâl:

— Ben İslâm'da gecenin veya gündüzün bir saatında tertemiz pak­lanarak, o temizlikle Allah'ın bana takdir ettiği kadar namaz kılmamdan kendimce daha menfaati umulan bir amel işlemedim, dedi,

Hz. Bilâl 'in devam" üzere kıldığı bu namaza «Şükrü-1-VudıV» yâni abdestin şükrü namazı derler. Bu namaz Hanefîler'e göre müstehab, Şâfiîler'e göre sünnettir. Şâfiî1er'ce bu namazı kerahet vakitlerinde kılmak dahi mubahtır. Çünkü İmam Şafiî'-ye göre bir sebeple kılınan namaz her vakit caizdir. Hadîs-i şerîf Hz. Bi1â1'in faziletlerine delildir.

 

22- Abdullah B. Mes'ud İle Annesi (Radiyallahu anha) Faziletlerinden Bir Bab

 

109- (2459) Bİze Mincab b. Haris Et-Temîmî İle Sehl b. Osman, Ab­dullah b. Âmir b. Zürârete'l-Hadrâmi Süveyd b. Said ve Velİd b. Şucâ' rivayet ettiler. Sehl ile Mincab : Ahberanâ; Ötekiler: Haddesenâ tâbirle­rini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ali b. Mûshir, A'meş'den, o da İbrâhim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Şu âyet:

«İman edip sâlih ameller işleyenlere, Allah'dan korkup imanlarında devam ettikleri müddetçe yedikleri şeyler hususunda bir günah yoktur [16]. ilah...»  indiği vakit  Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)    bana:

«Senin bunlardan olduğun bana [17] söylenildi.» buyurdu.

 

110- (2460) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Muhammed b. Râ-fi' rivayet ettiler. Lâfız İbni RâÜ'indir. İshâk: Ahberanâ; İbni Kâfi' ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Âdem ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide babasından, o da Ebû İshâk'dan, o da Esved b. Yezîd'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Mu­sa şöyle demiş : Ben ve kardeşim Yemen'den geldik. Hayli zaman yanına çok girip, ona devam ettikleri için biz İbni Mes'ûd ile annesini ancak Re­sûlüllah (SûllallûhU Aleyhi ve Sellem) 'in ehl-i beytinden sanıyorduk.

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Yûsuf, babasın­dan, o da Ebû İshâk'dan naklen rivayet etti ki: Ebû İshâk Esved'i çöyle derken işitmiş : Ebû Musa'yı dinledim : Ben ve kardeşim Yemen'den gel­dik... diyordu.

Ve râvi yukarki hadîsin mislini nakletmiştir.

 

111- (...) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman Süfyân'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Esved'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sa'laltahü Aleyhi ve Sellemİ'e geldim. Ben Ab­dullah'ı onun ehl-İ beytinden sanıyordum. Yahut buna benzer bîr şey söy­lemiştir.

Bu hadîsi' Buhârî    «Fadâil-i Ashab» ile «Meğâzî» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.

Ebû   Musa (Radiyallahu anh) 'm beraberindeki kardeşi ihtimal ki, Ebû   Bürde 'dir,

Hadîs-i şerîfde İbni Mes'ud ile annesine âit zamir cemi' olarak kullanılmıştır. Çünkü ikinin cem'i caizdir. Yalnız cumhura göre cem'in en azı üçtür. Bu takdirde iki kişi için cemi' zamirini kullanmak mecaz olur, Maamafih cem'in en azı ikidir, diyenler de olmuştur. Onlara göre buradaki zamir hakikattir.

Hz. Ebû Musa ile kardeşinin Yemen 'den döndükten son­ra hayli zaman Abdullah İbni Mes'ûd ve annesini Ehl-i Beytten sanmaları, hadîsde de görüldüğü vecihle onun yanma çok gidip geldikleri içindir, ibni Mes'ud (Radiyallahu anh), Peygamber s (Sallallthü ,aleyhi ve Sellem)'in ayakkabılarım giydirir, Önünde ve beraberin­de yürür; yıkandığı vakit ona perde tutardı. Resûlüllah (Sallallahü A.leyhi ve Sellem):

«Benim yanıma girmek için senin iznin, perdenin kaldırılması ve ka­raltımı hisseimendir. Seni men edinceye kadar bu böyle devam edecek.» buyurmuştu.

 

112-  (2461) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Besşâr rivâyet ettiler. Lâfız İlmi Müsennâ'nnııdır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan rivayet etti. (De­miş ki) : Ebu'I-Ahvas'i dinledim. Şunları söyledi. İbni Mes'ûd vefat ettiği vakit Ebû Musa ile Ebû Mes'ud'un yanında bulundum. Biri diğerine : Bunun .kendinden sonra bir mislini bıraktığım sanır mısın? dedi. O da:

— Sen böyle dedinse (ben de derim ki) Bize perde çekildiği vakit ona (içeriye girmeye) izin veriliyordu. Bİz bulunmadığımız vakit o bu­lunuyordu, dedi.

 

113- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Kutbe (bu zat İbnü Abdi'l-Aziz'dir) A'meş'den, o da Mâlik b. Hâris'den, o da Ebû'l-Ahvas'-dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah'ın arkadaşlarından bir­kaç kişi ile birlikte Ebû Musa'nın evinde bulunuyorduk, onlar bir mus-hafa bakıyorlardı. Derken Abdullah ayağa kalktı. Bunun üzerine Ebû Mes'ud :

  Ben Resûlüllah   (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)’ın Allah'ın indirdikleri­ni kendinden sonra şu kalkan zattan dahaJiyi bilen birini bıraktığını bil miyorum, dedi. Ebû Musa da :                 

  Beri bak! Sen böyle dedinse gerçekten bizim bulunmadığımız vakit o bulunur; bize perde kapandığı vakit ona izin verilirdi, dedi.

 

(...) Bana Kaâsım b. Zekeriyya da rivâlyet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullalı   (bu zât İbni Musa'dır)   Şeyban'dan o da A'meş'den, o da Mâlik b. Hâris'den, o da Ebû'l-Ahvas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ebû Musa'ya geldim de Abdullah ile Ehû Musa'yı buldum. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ebî Ubeyde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den naklen rivayet etti. Zeyd şöyle demiş: Ebû Huzeyfe ve Ebû Musa ile birlikte oturuyordum. Ve râvi hadîsi naklctmiştir. Ama Kutbe'-nin hadîsi daha tamam ve daha çoktur.

Bu hadîsdeki muhavereden murad Hz. Abdullah b. Mes'ud'un misli gelmeyen bir zat olduğunu anlatmaktır.

Hz. Ebû Mes'ud: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) in kendinden sonra Allah'ın indirdiği Kur'ân'ı, İbni Mes'ud'dan daha iyi bilen bir kimse bıraktığını bilmiyorum.» demiş. Ebû Musa (Radiyallahu anh) da onu tasdik sadedinde : «Hakikaten öyle! Biz bulunmadığımız va­kit o Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in yanında bulunur; bize Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girmeye müsaade edilmedi­ği vakit ona müsaade olunurdu. Onun böyle hususiyetleri ve meziyetleri vardır.» demek istemiştir.

 

114- (2462) Bize İshâk b. İbrahim EI-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abde b. Süleyman haber verdi. (Dedi ki) : Kize A'meş, Şekîk'den, o da AbduIIah'dan naklen, rivayet etti ki : Abdullah şöyle demiş :

«Her kim bir şeyi gizlerse, kıyamet gününde gizlediği şeyle gelir.» [18]  Sonra şunları söylemiş :

— Bana kimin kıraati üzere okumamı emredersiniz. Gerçekten ben Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetmiş küsur sûre okumuşumdur. Ve gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı bilirler ki ben Allah'ın kitabını onların en iyi bileniyim. Kendimden daha iyi bilen birini bilsem mutlaka ona giderdim.

Şekîk demiş ki: Sonra beh Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabının halkalarında oturdum. Ama  bunu ona reddeden  ve kendisini ayıplayan birini işitmedim. Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Fedâilü'l-Kur'an» bahsinde tahric etmişlerdir.

Hadîsin buradaki rivayeti muhtasardır. İbni Mes'ud (Radiyallahu arûı) m: «Bana kimin kıraati üzere okumamı emredersiniz?» sözünden iti­baren hazfler yapılmıştır. Hadîsin mânâsı şudur : Hz. Abdullah İbni   Mes'ud 'un Mushaf-ı Cumhurun mushafanı uymuyordu. Ar­kadaşlarının mushafları da onun mushafı gibiydi. Halk bunu kabul etme­diler. Ve   İbni   Mes'ud'a kendi mushafım terkedip cumhurun mus-hafına uymasını emrettiler. Hattâ yakmak için mushafım istediler. Bunu başkalarına da yapmışlardı.  İbni Mes'ud  razı olmadı. Ve arka­daşlarına :  «Mushaflarımzı gizleyin. Her kim gizlerse kıyamet gününde gizlediği şeyle gelir. Yâni; siz mushaflarımzı gizlerseniz, kıyamet gününde onlarla gelirsiniz. Bu şeref de size yeter.» dedi. Sonra red ve inkâr yoluy­la :   «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in   ağzından  aldığım  mushafı-mı bırakıp da kimin kıraatini almamı emrediyorsunuz.» dedi.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bir hacetten dolayı insanın kendini fazilet, ilim ve benzeri şey­lerle anması caizdir. Kendini temize çıkarmanın yasak edilmesi, lüzumsuz yere öğünenler* kendilerini beğenerek böbürlenenler hakkındadır. Bir mas­lahattan dolayı yahut bir kötülüğü def veya tergib, teşvik için nefsini te­mize çıkarmak hem caiz, hem vâkidir. Kur'ân-ı Kerîm'de Yûsuf   (Radiyallahu anha)'ın :

«Yâ Rabbi! Beni bu yerin hazinelerine me'mur et! Çünkü ben koruyu­cuyum, bi!enim.»dediği rivayet olunmuştur ki, bu maslahata misaldir. Hz. Osman'in muhasara zamanında Ceyşu'1-asrâ denilen kıtlık ordusunu teçhiz edeceğini ve Rûme kuyusunu kazanacağını söyleme­si de kötülüğü defe misaldir. İbni Mes'ud Hazretlerinin bura­daki sözü ise tergib ve teşvike misaldir.

2- Ashab-ı kiram İbni Mes'ud Hazretlerinin Kitabullah'ı en iyi bildiğini inkâr etmemişlerdir. Bundan onun Ebû Bekr , Ömer, Osman, Âli ve diğer sünneti iyi bilen sahabeden daha âlim olması lâzım gelmediği gibi, onlardan daha faziletli olması da lâzım gelmez. Çünkü bir kimsenin ilmin bir dalını diğerinden daha iyi bilmesi başka dalının ise onu bundan daha iyi bilmesi mümkündür. Bir de herkesten âlim olduğu halde başka birinin vera' ve takvası ile Allah indinde ondan efdal olması mümkündür. Dört halifenin Hz. İbni Mes'ud'dan efdal oldukları şüphesizdir.

 

115- (2463) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem rivâyef etti. (Dedi ki) : Bize Kutbe A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim, Allah'ın kitabından hiç tir sûre yoktur ki, onun indiği yeri en iyi bilen ben olmayayım. Ve hiç bir âyet yoktur ki, ne hususta indirildiği en iyi bilen ben olmayayım. Develerin ulaşabileceği yerde Allah'ın kitabını benden daha iyi bilen biri olduğunu bilsem mutlaka binip ona giderdim.

 

116- (2464) Bİze E'uû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammcd b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Şekîk'den, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Abdullah b. Amr'a gelerek onunla* hadîs söyleşirdik. —İbni Nü­meyr onun yanında demiş. — Bir gün Abdullah b. Mes'ud'u andık da şöyle dedi: Gerçekten Öyle bir zât andınız ki, Rcsûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve SeUem) 'den işittiğim bir şeyden sonra onu hâlâ severim. Ben Resûlülîah (Saliallahü Aleyhi ve Sellemi'i şöyle buyururken işittim:

«Kur'ân'ı dört kişiden alın! İbni Ummi Abd'den —söze bundan baş­ladı— Muâz b. Cebel'den, Übey b. Ka'b'dan ve Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'den.»  ;

 

117- (...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Züheyr b. Harb ve Osman b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Ebû Vâh'den, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Amr'ın yanında idik. Bir ara Abdullah b. Mes'ud'dan bir hadîs andık da Abdullah şöyle dedi: Bu zat yok mu! Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) den söylerken işittiğim bir şeyden sonra onu hâlâ severim. Onu şöyle bu­yururken işittim :

«Kur'ân'ı dört kişiden okuyun : İbni Ummi Abd'den —söze ondan baş­ladı—, Ubey b. Ka'b'dan, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'den ve Muâz b. Cebel'den.»

Bir harfi Züheyr zikretmemiştir ki, o da : «Söylerken» dir.

 

(...) Bize Ebû Bekr b, Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Ebû Muaviye A'meş'den, Cerir ile Vekî'in isnâdiyle riva­yet etti. Ebû Bekr'in, Ebû Muaviye'den rivayetinde, Muaz'ı Übey'den ön ce zikretmiştir. Ebû Küreyb'in rivayetinde ise Übey Muâz'dan öncedir.

 

(...)  Bize îbni Müsennâ ile İbni Iîeşşâr rivayet ettiler.   (Dediler ki) : Bize tbni Ebî Adiy rivayet etti. H.

Bana Bişr b. Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed (yâni İbni Ca'fer) haber verdi.

Her iki râvi Şu'be'den, o da A'nıeş'den naklen yukarkilerin isnadıyle rivayette bulunmuşlar. Fakat Şu'be'den rivayetlerinde bu dört kişinin tea-sîkında ihtilâf etmişlerdir.

 

118- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan, o da İbrahim'den, o da Mesruk'dan naklen rİ-vâyet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Araf'ın yanında İbni Mes'ud'u an­dılar da şunu söyledi. Bu öyle bir zattır ki: Ben Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Kur'ân'ı dört kişiden okuyun : İbni Mes'ud'dan, Ebû Huzeyfe'nin azat­lısı Sâlim'den, Ubey b. Ka'b'dan ve Muaz b. Cebel'den.» buyururken işit-fikten sonra onu hâlâ severim.

 

(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadınla rivayette bulundu. Şunu a ziyade etti. «Şu'be dedi ki: Bu iki kişi ile başladı ama hangisinden başladiğinı bilmiyorum.»

Bu hadîsleri Buharı, Tirmizî ve Nesâî  «Fedâilu'l-Kur'an» bahsinde tahric etmişlerdir. îbni Ümmi Abd 'den murad Abdullah İbni Kes'-û â(Radiyallahu anh)'ır. Ulemânın beyânına göre Resûlüllah  (Sallallahü eleyhi ve Sellem) 'in ashabına Kur'ân-ı Kerîm 'i bu dört zattan lkuir^!arını tavsiye buyurması Kur'ân‘in lâfızlarını en iyi zabdettikleri ve onu en güzel şekilde okudukları içindir. Yoksa ashab içinde Kur'ân'in mânâlarını onlardan daha iyi bilenler vardı. Yahut bu dört zât Kur'ân-ı Kerîm'i bizzat Resûlülla'ı (Saliallahü Aleyhi ve SeUemj'den Öğrendikleri için onları tavsiye buyurmuştur. Şâir ashab-ı ki­ram onu birbirlerinden Öğrenirlerdi. Bu dört zât kendilerini Kur'ân öğretmeye verdikleri için onları tavsiye etmiş olması hattâ vefatından son­ra bunların millete Kur'ân hocası olacaklarım bildirmek için tavsi­yede bulunmuş olması da caizdir.

 

23- Übey B. Ka'b ve Ensardan Bir Cemaat (Radiyallahu anhüm)’ın Faziletlerinden Bir Bab

 

119- (2465) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'i şunu söylerken işittim : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur'ân'ı dört kişi topladı. Bunların hepsi en-sârdandı: Muâz b. Cebel, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve Ebû Zeyd.

Katâde,demiş ki: Enes'e : Bu Ebû Zeyd kim? diye sordum.

— Amcalarımdan biri!  cevabını verdi.

 

120- (...) Bana Ebû Dâvud Süleyman b. Ma'bed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti

(Dedi ki) : Enes b. Mâlik'e :

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur'ân'ı kim topladi? diye sordum.

— Dört kişi,/hepsi ensârdan: Übey b, Ka'b, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sâfcit ve ensârdan Ebû Zeyd künyesini taşıyan bir zat! detîi.

 

121- (799) İnam rivayet etti Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-. (Dedi ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti ki.: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seliem)   Ubey'ye :

«Gerçekten  Allah   (AzzeveCelle)     sana  Kur'ân  okumamı  bana  emir buyurdu.» demiş. Übey :

— Benim adımı sana Allah mı andı? diye sormuş.

«(Evet!) Senin adını bana Allah andı.» buyurmuşlar.   Bunun   üzerine Übey ağlamaya başlamış.

 

122- (...) Bize Mulıammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet et­tiler, (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katade'yi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) Übey b. Ka'b'a :

«Gerçekten Allah sana Beyyİne Sûresi'ni okumamı bana emir buyurdu.» dedi. Übey :

— Adımı da söyledi mi? diye sordu.

«Evet!.,» buyurdular. Bunun üzerine Übey ağladı.

 

(...) Bu hadîsi bana Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni; îbni Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'i şunu söylerken işittim : Resûlüllah 'SaUallahü Aleyhi ye Seliem) Übey'e şöyle buyurdular...

Râvî   yukardaki  hadîsin  mislini  nakletmiştir.

Bu rivayetleri Buhârî «Menâkıhu'l-Ensâr» ve «Tefsir» bahis­lerinde; Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâî «Menâkıb» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Ma'zirî'nin beyânına göre bazı mülhidler bu hadîsi göstererek Kur'ân-ı Kerîm'in tevatürüne dil uzatmışlardır. Bunlara iki vecihle cevâb verilir.

1- Hadîs-i şerif'de bu dört kişiden başkalarının Kur'ân-ı Ke­rîm 'i tamamen Öğrenmediklerine dair bir sarahat yoktur.   Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) 'in muradı ensârdan Kur'an'ı öğrenen dört kişi olabilir. Geri kalan ensârla muhacirlerin onu bilmediklerini söyleme­miştir. Müslim'den başkalarının rivayetlerine göre   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) devrinde Kur'ân-ı Kerîm 'in birçok cemaatlar ezberlemişlerdir.  Ma'ziri bunlardan onbeş sahabenin is­mini zikretmiştir. Sahih hadîsde beyân edildiğine göre Yemâme har­binde Kur'ân'ı cem eden yetmiş hafızın şehid edilmiştir. Bu harb Peygamber (Sallallahü Aleyhl ve Seliem)'in vefatına yakın yıllarda olmuştur. Artık onun sağlığında şehid edilenlerin sayısı bu kadar olunca, hayatta kalanların ne kadar olacağını bir düşünmelidir. Bu hadîsde  Ebû1 Bekr, Ömer, Osman, Ali ve diğer büyük ashab-ı kiram zikredilme-miştir. Halbuki bu zevatın hayr hususunda gösterdikleri bunca hırs ve rağbetle beraber  Kur'ân'ı ezberlemedikleri düşünülemez. Binâena­leyh bu hadîse : Haddizatında Kur'ân1 yalnız bu dört zât toplamış­tır dive mânâ vermek asla doğru olamaz.

2- Bu dört zattan maada Kur'ân-ı Kerîm'i kimsenin ez­berlemediği sabit olsa onun tevatürüne yine hiç bir halel gelmez. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in cüzlerini sayılamıyacak kadar çok kimseler ezberlemiştir. Bunların yalnız bir kısmıyla bile tevâtijp hâsıl olur. Bu sa­yısız zevatın bütün Kur'ân'ı ezberlemiş olmaları tevatür için şart değildir. Bilâkis bir cüz'ü tevatür sayılacak derecede çok kimseler nakr letti mi, o cüz hiç bir şüphe kalmamak üzere mütevatir olur. Bu husûsda Müslim veya Mülhİd hiç bir muhalif yoktur.

Hz. Enes'in «Amcalarımdan biri...» dediği Ebû Zeyd (Radiyallahu anh) Sa'd b. Ubeyd El-Evsî 'dir. Sa'dü'l-Kaâri namıyle meşhurdur. Bedir gazilerindendir. Kadisiye harbinde şehid edilmiştir. îbni Abdil-B er'r'e göre ismi Kays b. Seken El-Hazrecî 'dir,

Hz.Übeyy'in ağlnasi sevincindendir. Kendini bu büyük nimete ve yüksek rütbeye küçük görmüştür.    Filhakika    Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*in bu haberi Hz. Übey için iki cihetle büyük nimet­tir. Bunlardan biri ismiyle ta'ym edilmesidir. Bundan dolayı Hz. Übey «Adımı söyledi mi?» diye sormuş ve evet cevabını almıştır. Eu suretle nimet artmıştır. İkincisi Peygamber (SallallahÜ Alsvhi ve Seîlem) 'in kendisi­ne «Beyyine» sûresini bizzat okumasıdır. Bu yalnız Hz. Übey'e mah­sus büyük bir menkabedir. Bâzıları Hz. Übey 'in bu nimetin şükründe kusur ederim korkusuyla ağladığını söylerler. Hz. Übey'e okunmak için bu sûrenin tahsisine gelince : Beyyine Sûresi kısa olmakla beraber bütün usûl ve kavâidî ve büyük mühimmatı ihtiva ettiği içindir. Zâten hâl kısadan kesmeyi iktiza ediyordu. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebi­lir : Acaba .bu sûreyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in okumasm-daki hikmet nedir? Niçin Übey (Radiyallahu anh)\n okuması emir bu-yurulmamıştır. Ma'ziri ile Kaadî Iyâz bu suâle şöyle ce­vap vermişlerdir : Buradaki hikmet Hz. Übey'in Kur'ân lâfız­larını, edasının şeklim, durak yerlerini ve şeriatın takdir ettiği üslûbla Kur'ân 'daki nağmeleri yapmayı öğrenmesidir. Kur'ân'ın hari­cinde yapılan nağmeler onunki gibi değildir. Her çeşit nağmenin ruhlara tesiri ayrıdır. Bâzıları buradaki hikmetin yetişecek iyi hâfızîara Kur'-â n 'ı mukabele etmek ve Kur'ân-ı Kerîm 'le diğer şer'î ilimler tahsil edilirken tevazu1 göstermek lâzım geldiğini öğretmektir. Bunda bir de halka Hz. Übey 'in faziletini göstermek ve kendisinden Kur'ân öğrenmeye teşvik mânâsı vardır. Nitekim Peygamber (SallallahüAleyhi ve Seîlem) 'den sonra Hz. Übey, Kur'ân-ı Kerîm hususun­da kendisine baş vurulan meşhur bir imam ve reis olmuştur.

 

24- Said B. Muaz (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab

 

123- (2466) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki : Câbir b. Abdillah'i şöyle derken işitmiş: Sa'd b. Muâz'm cenazesi ashabın huzurlarında iken Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem):

«Bunun için Rahman'ın arşı sarsıldı.»  buyurdular.

 

124-(...) Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdul­lah b. İdris El-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Salİaltahü Aleyhi ve Seîlem):

«Sa'd b. Muaz'ın vefatı için Rahman'm arşı sarsılmıştır.»   buyurdular.

125- (2467) Bİze Muhammed b. Abdillah Er-Ruzzî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Abdu'l-Vehhab b. Atâ1 El-Haffâf, Sa'd'dan, o da Katade'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki, onun — yâni Sa'd'ın— cenazesi konduğunda Ncbiyyullalı (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):

«Bunun için Rahman'm arşı sarsılmıştır.» buyurdular.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitâbu Menâkibu'l-Ensar'da tahric etmiştir.

Hz. Sa'd, Evs kabilesinin reisi idi. Nitekim Sa'd b. Ubade de Hazrec'in büyüğü idi. Bedir, Uhud ve Hendek gazalarında bulunmuş, Hendek gazasından bir ay son­ra harbde aldığı yaradan vefat etmiştir.   .

Ulemâ bu hadîsin te'viîinde ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı zahirî mâ­nâsına almış ve Arş-ı Alâ'nm Sa‘d'in ruhu geliyor diye sevincinden sallandığını söylemişlerdir. Onlara gör-e Allah Teâlâ arşa akıl ve temyiz bahsetmiş, sallanma bu suretle olmuştur. Buna bir mâni de yoktur. Nite­kim Teâlâ Hazretleri:

«O taşlardan bâzıları hakikaten Allah korkusundan aşağı düşerler.» [19] buyurmuştur. Nevevî: «Hadîsin zahirinden anlaşılan budur. Muhtar olan da budur.» diyor. Mazirî bu kavli naklettikten sonra şun> lan söylemiştir : «Akü cihetinden bu inkâr edilemez. Çünkü arş hareke' ve sükûnu kabul eden bir cisimdir. Lâkin bununla Sa'd'a bir fazıl e' hâsıl olmaz. Meğer ki: Allah Teâlâ arşın hareketini melekler için Sa'd'u ölümüne bir alâmet kılmış ola.»

Ulemâdan bazıları arşın sallanmasını, onu taşıyan meleklerin titreş-nesi mânâsına almışlardır. Onlara göre cümleden muzaf hazf edilmiştir, iurad olan arşın sallanması değil, ehl-i arşın hareketidir. Buradaki salan.mad.an maksad sevin,ç ve kabuldür. Harbi:    «Bu söz Hz. Sa'd'm efâtı meselesini büyültmekden kinayedir. Arablar büyük bir şeyi, ondan laha büyüğüne nisbet ederler. Meselâ : Filânın ölümü için dünya karar­lı; onun için kıyamet koptu derler.»   şeklinde mütalâada  bulunmuştur,

azıları hadîsden murad Hz. Sa'd'in tabutu sallandı manasınadır, demişlerse de Nevevî bu sözün bâtıl olduğunu söylemiştir. Filhakika ;ahîh rivayetler bunu reddetmektedir. İhtimal ki, bu zevata Müslim 'in îvâyet ettiği bu hadîsler ulaşmamıştır.

 

126- (2468) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ittiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : ize Şu'be, Ebû İshâk'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bcra'i şunu soyler-ten işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ipek bir hülle hediye îdildi de ashabı ona dokunarak yumuşaklığına şaşmaya başladılar. Bunun üzerine :

«Siz bunun yumuşaklığına mı şaşıyorsunuz? Sa'd b. Muaz'ın cennetteki mendilleri bundan daha hayırlı ve daha yumuşaktır.»  buyurdular.

 

(...) Bize Ahmed b. Ab'dete'd-Dabbi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû İshâk haber verdi. (Dedi ki) : Bera' b. Âzib'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e ipek bir elbise getirdiler...

Ve râvi hadîsi nakletmiştir. Sonra İbni Ahde şöyle demiştir : Bİze Ebû Dâvud haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Katâde, Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bunun benzerini yahut mislini rivayet etti.

 

(...) Bize Muhaınmod b. Amr b. Cebele rivayet etti. (Dedi ki) : Biz? Ümeyye b. Hâiid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu hadîsi iki isnadla birden  Ebû Davud'un rivayeti gibi tahdîs etti.

 

127- (2469) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Yû­nus b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban Katade'den riva­yet etti. (Dedi ki) : Bİze Enes b. Mâlik rivayet etti ki, gerçekten Ke-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ince ipekden bir cübbe hediyye edil­miş. Halbuki kendisi ipekden nehy buyuruyormuş. Halk buna şaşmışlar. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Sa'd b. Muaz'ın cennetteki mendilleri bundan daha güzeldir.» buyur­muşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Salim b. Nûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Âmir, Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Dûmetü'l-Cendel'in Ükeydir'i Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e bir hülle hediyye etmiş.

Râvi yukarki hadîs gibi anlatmış, yalnız bu hadîsde «İpekden nehy buyuruyormuş»   cümlesini  anmamıştır.

Bu rivayetleri Buharı «Kitâbu Menâkıbu'l-Ensar» ile «Kitâbu'I-Hil c»'de tahric etmiştir.

HulIc : İki parçadan müteşekkil elbisedir. Ekser ulemaya göre bura­da hülle tâbiri doğru değildir. Fakat hüllenin yeni yapılmış bir tek elbi­se mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Siyer kitaplarında bunun bii kaftan olduğu rivayet edilmiştir.

Sündüs : İnce ipek mânâsına gelir. Kalınına istebrak derler. İbni în istebrakm sündûsden daha makbul olduğunu söylemiş : «Çünkü is-ıbrak  dibanın  kalımdır.  İpeğin kalını  ise  incesinden   daha  makbuldür, demiştir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mendilleri Hz. Sa'd'a tahs buyurması ihtimal ki, hediye edilen ipek, onun mendilleri cinsinden tduğu içindir. Yahut gelen elbiseye şaşanlar ensardan olduğu için : Sizin leisinizin mendilleri bundan daha hayırlıdır, demiştir. Hz. S a rd bu ins elbiseyi sevdiği için onu tahsis buyurmuş olması da mümkündür. Ni-ekim Hz. Cibri1'in başında ipekten bir sarık olduğu halde onun cenazesine iştirak ettiği rivayet olunmuştur.

Dûmetu'l-Cendel, Medine ile Şam arasında bîr kaladır. Şam'a daha yakındır. Bâzıları bunun Tebûk'e yakın bir ler olduğunu söylerler. Ükeydir b. Abdil-Melik bu kal'an hükümdarı idi. febûk harbinde Hâ1id b. Velid'in ökeydir'i esir aldığı ve bu hülleyi onun Üzerindeki eşyadan ganimet plarak elde ettiği rivayet olunur. Bu hülle altın işlemeli bir ipek kaftan-tmş. Hülle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Stllem)'$ hediye edilince Ükey-İdir'i serbest bırakarak memleketine göndermiş ve onu vergiye bağla­mıştır. Vâkıdî, Ükeydir'in müslümanhğı kabul ettiğini, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in de kendisine mektub yazdığım kay­deder.

Ulemâ bu Hadîs-i şerifin cennette Sa'd b. Muâz (Radiyallahu anh)\n yüksek mertebe sahibi olduğuna delil sayarlar. Hadîs-i şerîf Hz. Sa'd'in cennetlik olduğuna, oradaki en basit elbisesinin dünya elbise­lerinden daha kıymetli olacağına da delildir.

 

25- Ebu Dücane Simak B. Hareşe (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab

 

128- (2470) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den rivayet etti ki, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud (harbi) günü bir kılıç alarak:

«Bunu benden kim alacak?» diye sormuş. Ashab hemen ellerini açmış­lar. Onlardan her biri: Ben! Ben! diyormuş.

«Ama onu hakkıyle kim alacak?» buyurmuş. Bunun üzerine cemâat vaz geçmişler. Derken Ebû Dücâne Simak b, Hareşe :

— Onu hakkıyle ben alırım! demiş.

Enes :  «Onu hem aldı ve hem onunla müşriklerin başlarını yardı.» demiş.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onu hakkıyle kim alacak?» diye sorunca Ashâb-ı kirâm'm gerileyip istemekten vaz geçmeleri, kılıcın hakkının onunla mertçe harbetmek ol­duğunu anlamalarmdandır. Filhakika Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu   sözüyle   ölünceye   yahut   feth  müyesser   oluncaya   kadar   çarpışmayı kasdetmİştir.

Hadîs-i şerîf Hz.   Ebû    Dücâne 'nin şecaat ve faziletlerine de­lildir.

 

26- Cabir'in Babası Abdullah B. Amr B. Hıram (Radiyallahu anha)’ın Faziletlerinden Bir Bab

 

129- (2471) Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî Üe Amru'n-Nâkıd ikisi birden Süfyân'dan rivayet ettiler. Ubeydullah dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Münkedir'i şöyle derken işittim : Bon Câbir b. Abdillah'i dinledim, şunu söylüyordu : Uhud harbi olunca babamı örtülü olarak getirdiler. Uzuvları kesilmişti. Ben elbiseyi kaldır­mak istedim de, kavmim beni menetti. Sonra tekrar elbiseleri kaldırmak istedim; kavmim beni yine men etti. Derken Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) elbiseyi kaldırdı. Yahut emretti de kaldırıldı. Arkacığmdan ağ­layan yahut feryad eden bir kadın sesi işitti. Ve :

«Kim bu?»   diye sordu.

— Amr'ın kızıdır. Yahut Amr'ın kız kardeşidir, dediler.

«Niye ağlıyor! işte melekle,' kaldırılıncaya kadar onu kanatlanyle göl­gelendirip duracaklar.»   buyurdular.

 

130- (...) Bİze Muhammed b, Müsemıâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhammed b. Münke­dir'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş : TJhud günü babam vuruldu. Ben onun yüzünden elbiseyi açmaya ve ağla­maya başladım. Cemâat da beni men etmeye başladılar. Ama Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) beni men etmiyordu. Fâtıme binti Amr da ağ­lamaya başladı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Ona ağlıyor musun? Yahut ona ağlama! Siz onu kaldınncaya kadar melekler kanatlarıyle onu gölgelendirip duracaklar.»   buyurdu.

 

(...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Havlı b. Ubâ-de rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize İbnü Cüreyc rivayet etti. H.

Bize Ishâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Iîize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer rivayet etti. Her iki râvi Muham­med b. Münkedir'den, o da Câbir'den naklen bu hadîsi rivayet etmişler­dir. Şu kadar var ki, İbni Cüreyc'in hadîsinde melâike ile kadının ağla­yışı zikredilmemiştir.

 

(...) Bize Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Zekeriyya b. Adîy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydillah b. Amr, Abdu'l-Kerîm'den, o da Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir'den nak­len haber verdi. Câbir şöyle demiş : Uhud günü babam burnu, kulakları kesilmiş olarak getirildi. Ve Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in hu­zuruna konuldu...

Ve  râvi  yukardakilerin  hadîsi  gibi  anlatmıştır. Bu hadîsi Buharî  «Kitâbu'l-Cenâiz»'de tahric etmiştir.

Müsle : Bir insanın kollarını, bacaklarını yahut burnunu ve kulakla­rını kesmektir.

Hadîsin son rivayetinden anlaşıldığına göre Uhud harbinde Hz. Abdullah b. Amr b. Hıram şehid edilmiş ve burnu ile ku­lakları kesilmiştir. Hz. Câbir bundan son derece müteessir olarak ağlamış ve yüzünü açarak babasının elim manzarasını görmek istemişse de kavmi kabilesi buna mâni olmuşlar. Derken halası Fâtıme binti Amr da feryad ederek ağlamaya başlamıştır. Râvi Hz. Câbir'in binti Amr mı, yoksa Uhtü Amr mı dediğinde şekketmiştir.

Resulü Ekrem (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), Fâtıme 'nin ağladığını görünce :

«Ona niçin ağlıyorsun? Yahut : Ona ağlama!..» buyurmuştur. Râvi burada da şekketmiştir. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve SelUm)'m bu sözü bir tesellidir: Böyle melekler üzerine-kanat germiş yüksek mertebeli bir zâta ağlamak değil, bu kerametinden dolayı sevinmek gerekir, demek is­temiştir. Kaadî lyâz diyor ki : «İhtimal meleklerin' kanat germe­leri Allah'ın fadl ve rızasını ve kendisine hazırladığı ikramı müjdelemek için üşüştüklerindendir. Onlar bunu ya Hz. Abdu11ah'a ikram için sevinçlerinden yapmış yahut güneşin sıcağından cenazesi kokmasın diye üzerine gölge olmuşlardır.

 

27- Cüleybib Radiuallahu anh)’ın Faziletlerinden Bir  Bab

 

131- (2472) Bize İshâk b. Ömer b. Selit rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hanıma d b. Seleme, Sâbit'den, o da Kinine b. Nuaym'dun, o da Ebû Bcr-ze'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gaza­larından  birinde bulunuyormuş. Derken Allah  kendisine ganimet vermiş e ashabına :

«Bir kaybınız var mı?» diye sormuş. Ashab ;

  Evet; Filân, filân ve filân! (aranmaktadır) demişler. Sonra (yine) : «Bir kaybiniz var mı?»  diye sormuş. Ashab:

  Evet! Filân, filân ve filân! (aranmaktadır) demişler. Sonra tekrar : «Bir kaybınız var mı?»  diye sormuş. (Bu sefer) :

  Hayır! demişler.

«Lekin ben Cüleybîb'İ kayıp görüyorum, onu hemen arayın!» buyur­muş. Onu Ölenlerin içinde aramışlar ve kendi öldürdüğü yedi kişinin yanı başında bulmuşlar. Sonra (düşmanlar) oau öldürmüşler. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhıye Sellem) gelerek onun baş ucunda durmuş ve şöyle bu­yurmuş :           

«Yedi kişi öldürdü. Sonra onu öldürdüler. Bu bendendir. Ben de on­danım! Bu bendendir, ben de ondanım!» Müteakiben onu iki kolunun üze­rine koymuş. Kendisinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kolla­rından başka kolu yokmuş. Ona bir kabir kazmış ve kabrine koymuş. Ebû

Berze yıkamaktan bahsetmemiştir.

Resûlüllah (Saltotluhü Aleyhi ve Selkm) 'in ;

«Bİr kaybınız var mı?» diye sorması hakikî istifham değil, askerler arasına karıştığı için ehemmiyet vermedikleri bir gazinin şanını büyült­mek içindir. Çünkü herkes vurulan yakını ile meşguldü. Allah Teâlâ Hz. Cü1eybib'in yedi kişi öldürdüğünü bildirerek onun kadri kıymetini yükseltince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Lâkin ben Cüleybîb'İ kayıp görüyorum, onu hemen areyın.» buyur-muç. Bu sözüyle onun her kayıptan daha büyük olduğuna, onun kaybıy-le gelecek musibetin her musibeti geride bırakacağına işaret etmiştir. Son­ra ona ikram olsun diye mübarek kollarını yaymış, bu suretle ona dokun­mak bereketine nail olmak istemiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Su bendendir, ben de ondanım!» buyurması, ikisinin yollarının bir olduğunu ve Allah'a taat hususunda ittifak ettiklerini mübalâğalı bir şe­kilde ifade etmek içindir.

 

28- Ebu Zer (Radiyalhhu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab

 

132- (2473) Bize Heddâb b. Hâlİd-El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîre rivayet etti. {Dedi ki) \r Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Sâmid'deıı naklen haber verdi. (Demiş ki) : «Ebû Zer şunları söyledi : Kavmimiz Gıfâr'm arasından çıktık. Onlar haram ayı helâl ya­pıyorlardı. Ben, kardeşim Üneys ve annemiz (birlikte) çıktık. Ve bir da­yımıza misafir olduk. Dayımız bize ikram ve ihsanda bulundu. Derken kavmi tize hased ederek:

  Sen ailenin yanından çıktığın vakit Üneys onlara muhalefet etti, dediler. Sonra dayımız geldi. Ve kendisine söyleneni bize ifşa etti. Ben de:

  Bize geçen iyiliğin yok mu, onu muhakkak surette berbad ettin. Bundan sonra sana yaklaşmak yok, dedim. Hemen develerimizi yanaştır dik ve üzerlerine bindik. Dayımız elbisesine sarınarak ağlamağa başladı. Biz yolumuza devam ettik. Nihayet Mekke kenarına indik. Derken Üneys bizim develerimizle onların misli develer nâmına şiir yarışma girdi. Ve her iki taraf kâhine gittiler. O Üneys'i daha hayırlı bulmuş. Bunun üze­rine  Üneys   yanımıza   develerimizle,  bir  misli   de   beraberlerinde   olduğu

halde geldi. Ebû Zer:

  Ey kardeşim oğlu! Ben Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'e ka­vuşmamdan üç sene önce namaz kıldım, dedi.

  Kime? diye sordum.

  Allah'a! dedi.

  Nereye doğru dönüyorsun? dedim.

  RaVbim beni nereye çevirirse oraya doğru! Yatsıyı kılıyorum, ge­cenin sonu geldi mi, tâ güneş üzerime vuruncaya kadar bir örtü gibi se­riliyorum,  dedi.

Üneys dedi ki: Benim Mekke'de bir hacetim var. Bana baş göz ol! Müteakiben Üneys yola düştü. Nihayet Mekke'ye varmış. Tanıma dön­mekte biraz gecikti. Sonra geldi.

  Ne yaptın? dedim.

  Mekke'de senin dininde bir adama rastladım. Kendisini Allah gön­derdiğini söylüyor, dedi.

  Ya Halk ne söylüyor? diye sordum.

  Şâir, kâhin, sihirbaz diyorlar, cevâbını verdi. Üneys de şâirlerden biriydi.

Üneys dedi ki: Ben gerçekten kâhinlerin sözünü dinledim ama onun­ki kâhinlerin sözü değil. Onun sözünü şâir nevilerine tatbik ettim, fakat benden sonra ona şiir demeye kimsenin dili varmaz. Vallahi o hakikaten doğrucu, kâhinler de gerçekten yalancıdırlar. Ebû Zer dedi ki:

  O halde bana baş göz ol, tâ ki gidip göreyim, dedim ve Mekke'ye geldim. Mekkelilerden zayıf bir adam buldum. Ve :

  Kendisine sapık dediğiniz zât nerededir? diye sordum. Bana işaret etti.

  Al sapığını!  dedi. Az sonra vadinin sakinleri bütün topaç ve ke­miklerle üzerime hücum ettiler. Hattâ bayılarak düştüm. Kalktığım vakit dikili  taşlar gibi  kıpkırmızı  idim.  Hemen  zemzeme   giderek  üzerimden kanları yıkadım ve suyundan içtim. Yemin olsun kardeşim oğlu otuz gün­le gece arası durdum. Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu. Ama se-mizledim. Hattâ karnımın  büküntüleri  kıvrıldı. Karnımda  açlık zafiyeti hissetmedim. Bir ara Mekkeliler ay aydınlığı bir gecede ansızın uyudu­lar. Kabe'yi kimse tavaf etmiyordu. Onlardan iki kadın  sâf. ve Nâile'ye dua ediyorlardı. Tavafları esnasında yanıma geldiler. Ben :  Bunların bi­rini diğerine nikâh edin, dedim. Fakat onlar sözlerinden vaz geçmediler. Ve yanıma geldiler.

— Odun  gibi  şey,  yalnız ben kinaye söylemiyorum, dedim. Bunun üzerine kadınlar velvele kopararak gittiler.    Bizim neferlerimizden biri burada  olsaydı ya! diyorlardı. Az sonra  karşılarına  Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ile Ebû Bekr çıktı. Yukardan iniyorlardı.   (On ara) : «Size ne oldu?» diye sordu.

  Dinsiz Kâ'be İle örtülerinin arasındadır, dediler. «Size ne söyledi?»  diye sordu.

  O bize ağzı dolduran sözler söyledi, dediler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek Hacer (i  esved)  i öptü. Ve arkadaşı ile birlikte Kâ'be'yi tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazım bitirince  (Ebû Zerr de­miş ki) : Onu İslâm'ın selâmı ile ilk selâmlayan ben oldum. Ve selâm sana yâ Resûlallah! dedim.

«Sana 60... Allah'ın rahmeti de...:> buyurdu. Sonra: «Sen kimsin?» diye sordu.

  Gıfâr'dan'ım, dedim. Bunun üzerine eli ile uzanarak parmaklarını alnına koydu. Ben kendi kendime: Benim Gıfâr'a mensub olmamı kerih gördü, dedim. Ve elini tutmaya kalkıştım. Arkadaşı derhal beni men etti. Onu benden  iyi  biliyordu.  Sonra  Resûlülîah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını kaldırdı ve :

«Ne zamandan beri buradasın?» diye sordu. Ben:

  Gecesi gündüz otuz günden beri buradayım, dedim. «O halde seni kim doyuruyordu?  dedi.

  Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu ama semizledim. Hattâ karnımın kıvrımları kırıldı. Karnımda bir açlık zaafı da görmüyorum, dedim.

«O gerçekten mübarektir. O hakîkaten doyurucu yemektir.» buyurdu­lar. Ebû Bekr:

  Yâ Resûîallah! Bu gece onu doyurmak için bana izin ver!  dedi. Müteakiben   Resûlüllah (SallalUihü Aleyhi ve Sellem)  ile Ebû Bekr gittiler. Ben de onlarla beraber gittim. Ebû Bekr bir kapı açtı ve bize Tâif'in kuru .üzümünden  avuçlamaya başladı. Bu Mekke'de yediğim ilk yemek oldu.

Sonra kaldığım kadar kaldım ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldim de:

«Bana gerçekten hurmalık bir yerin semti gösterildi. Onun Medine'den başka bir yer olacağını sanmıyorum. Sen kavmine benden (bir şeyler) tebliğ eder misin? Ola ki, Allah senin vasıtanla onları faydalandırır. Ve onlar hakkında sana ecir verir.» buyurdular. Sonra Üneys'e geldim.

  Ne yaptın? diye sordu.

  Şunu yaptım ki; ben gerçekten müslüman oldum ve tasdik ettim, dedim.

  Ben senin dinine karşı değilim; çünkü ben do müslüman oldum ve tasdik eltim, dedi. Bunu nıüteâkib annemize geldik. O da :

  Ben  sizin dininize karşı  değilim;  çünkü ben  de müslüman oldum ve tasdik ettim, dedi. Bunun üzerine hayvanlara bindik ve kavmimiz Gıfâr'a geldik. Onların da yarısı müslüman oldu. Kendilerine Eymâ' b. Ra-hadate'l-Gıfâri imam oluyordu. Reisleri idi.

Yarısı da: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Medine'ye geldiği vakit müslüman oluruz, dediler. Az sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. Onların kalan yarısı da müslüman oldular. Eşlem kalilesi dahi gelerek:

  Yâ Resûlallah! Bunlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar ne üzerine müslüman oldularsa, biz de müslüman oluruz, dediler. Ve mÜslümanliğı kabul ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona da selâmet versin!»   buyurdular.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ilumeyd b. Hilâl bu isnadla rivayette bulundu. O : «Dedim ki, o halde bana ba§ göz ol da gidip göreyim» cümlesinden sonra şunu ziyade etti.   (Dedi ki) : Evet!   (Olur!)   Hem Mekkelilerden korunur  Çünkü onlar o zâta buğzederler. Kendisini suratsız karşılarlar.»

 

(...) Bize Mulıammcd b. Müscnnâ El-Aııczî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnü Ebî Âdiy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Avn, Humeyd b. Hilâl'den, o da Abdullah b- Sâmit'den naklen haber verdi. Şöyle demiş :

EbÛ Zer :

  Ey  kardeşim  oğlu!   Ben   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'în gönderilmesinden iki sene önce namaz kıldım, dedi. Abdullah demiş ki ;

Ben:

  O halde nereye dönüyordun? diye sordum.

  Allah'ın beni  döndürdüğü  yere...  dedi.

Ve râvi hadîsi Süleyman b. Muğıra'nın hadîsi gibi rivayet etti. Bu hadîsde o şunu da söyledi :

«Bunun üzerine her ikisi kâhinlerden bir adama gittiler. Kardeşim Üneys ona galebe çalıncaya kadar kâhini methetmekte devam etti. Bunun üzerine onun develerini aldık ve kendi develerimize kattık.»

Hadîsinde şunu  söyledi:  «Dedi ki:  Az sonra  Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)gelerek beyti tavaf etti. Ve makamın arkasında iki rekât namaz kıldı. Müteakiben yanına vardın Gerçekten onu İslâm'ın selâmiy-le selâmlayan ilk insan benim : Selâm sana yâ Resûlallah!  dedim. «Sana da selâm! Sen kimsin?» buyurdu.»

Yine onun hadîsinde: «Sen kaç zamandır buradasın? diye sordu. Ben : On beş gündür! cevabım verdim» cümlesi vardır. Bu hadîsde: «Ebû Beltr bu gecenin ziyafeti için bana bağışla dedi» cümlesi de vardır.

Sırme : Deve sürüsü demektir. Bazen koyun sürüsüne de ıtlak olunur. Münâfera : Karşılıklı öğünrne ve muhakeme olunmaktır. İki kişiden her biri diğerinden üstün çıkmak için Öğünür; sonra üçüncü birini hakem tayin ederler. O hangisinin üstün olduğuna hüküm verirse, bahsi o taraf kazanmış  olur.  Arablar bunu  şiirde  yaparlar,  kazanan  tarafa verilmek üzere her iki taraf ortaya Ödüller koyarlardı. Kazanan  şâir iki tarafın ödüllerini de alırdı. Hz. Üneys hatırı sayılır bir şâirmiş. Hakemlik için baş vurdukları kâhin de şâirmiş. Hz.    Üneys'in kiminle şiir mü­sabakasına girdiği malûm değildir. Yalnız hadîsin ikinci rivayetinden an­laşıldığına göre kâhini metheden şiirler söylemiş ve bahsi kazanmıştır. Hasmı da kendisi gibi bir sürü deve ortaya koyduğu için bansi kazanan Üneys kendi sürüsüyle beraber onun develerini de alıp gelmiştir. Bundan sonra mallarının başında biraderini bırakarak bir işle Mekke'ye gitmiş, orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Jin zuhurunu işitmiş. Mekke halkının onun hakkında şâir, kâhin ve sâhir gibi söz­ler sarfettiklerini işittikten sonra kendisiyle görüşmüş ve bu söylenenle­rin tamâmiyle yalan olduğunu anlamıştır. Demek oluyor ki,'büyük bir şâir olan Üneys, Kur'ân-ı Kerim 'in şiir olmadığım kat'î bûrette ispat etmiştir.

Sâbiî: Dininden dönüp başka bir dine giren demektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) putperestlikte Mekke1i1er'e muvafakat letmediği için ona sâbii diyorlardı.

«Dikili taşlar gibi kıpkırmızı idim...» tâbirinden murad kana boyan­mıştım, demektir. Câhiliyyet devrinde Arablar taştan putlar dikerler on-'lann karşısında kurban keserler; sıçrayan kanlardan putlar kıpkırmızı ke­silirdi. Yediği dayaktan kanlar içinde kalan Ebû Zer (Radiyallahû unh) hâlini bunlara benzeterek anlatmıştır. .               '

İsaf ile Naile : Birer puttur. İbni Necih'in rivayetine göre .vaktiyle îsaf nâmında bir adamla Naile adında bir kadın Şam 'dan kalkarak hacca gitmişler. Tavaf esnasında erkek kadını öpmüş ve oracıkta ikisi de taş olmuşlar. İslâmiyet gelinceye .kadar da birer put qlarak Harem-i Şerif 'de kalmışlar. Nihayet, müslümanlar tara­fından oradan atılmışlar. Hz. Ebû Zerr'in gördüğü kadınlar bun­lara ibâdet ediyormuş. Bittabi İslâmiyet yeni zuhur ettiği için putlar he­nüz orada imişler. Hz. Ebû Zer'in kadınlara evvelâ : «Bunları bir­birine nikahlayın!» diyerek onları tahkir etmiş. Sonra daha ağır konuşa-, rak : «Odun gibi şey...» demiştir.

Hen : Şey, demektir. Bu kelime her şey hakkında kuUanüabilirse de ekseriyetle fere ve zekerden (yâni; erkekle kadının tenasül uzuvlarından) kinaye olur. Şu halde Hz. Ebû Zer'in sözü fercin içine sokulmuş odun gibi mânâsına gelir. Bununla o îsaf ve Nâi1e'ye sövmek is­temiştir. Kadınlar bunu duyunca feryadı basmış : «Ah! Bizim adamları­mızdan biri burada olsaydı, biz yapacağımızı bilirdik!» demek istemişler­dir. Velvele ve çığlaklar içerisinde Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) "e tesadüf edince kendilerine :

«Ne öldü size?» diye sormuş. Onlar da ; «Ka'be ile Örtülerinin ara­sında sapık bir adam bize ağza alınmaz sözler söyledi.» diye dert yanmış­lardır. «Ağzı dolduran söz»'den murad; ağza alınmaz söz, daha çirkini bu­lunmayacak kadar kötü sözdür.

Hadîa-i şerif Hz. Ebû Zerr'in faziletine delildir. Onun aracı­lığı ile bütün kavmi müslüman olmuş, sonra onlara bakarak Eşlem kabilesi de İslâm'a girmiştir. Buna pek ziyade memnun olan Resûl-i Ek­rem (S allallohü Aleyhi ve Sellem), Gıfar ve Eşlem kabilelerine ay­rı ayrı dua etmiş :

«Gıfâra  Allah  mağfiret  buyursun!  Esleme de Allah  selâmet versin!» buyurmuştur.

 

133- (2474) Bana İferahİm b. Muhanımed b. Ar'arate's-Sâmî ile Muhammed b. Hâtıra rivayet ettiler. Hadîsin siyakı, itibariyle birbirlerine yakındırlar. Lâfız İbni Ilâtim'indir. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müsennâ b. Saîd, Ebû Cemre'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Mekke'de Pey­gamber (Sallalîahü Aleyhi ve SelUmı 'in bi'seti Ebû Zerr'in kulağına gelince kardeşine :

— Hayvanına bin, şu vadiye git ve kendisine semâdan haber gelir* diğini söyleyen şu adam hakkında bana bilgi topla. Konuştuğunu dinle, sonra tana getir! demiş. Kardeşi yola koyulmuş ve Mekke'ye gelmiş. Resulüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söylediklerini dinlemiş, sonra Ebû Zerr'e dönerek:

__ Onu, iyi ahlâkı emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki,

söz şiir değildir, demiş. Ebû Zerr :

  Muradım hususunda tana şifâbahş olamadın,  demiş. Hemen azı­ğım almış ve içinde su bulunan bir tulumunu yüklenerek Mekke'ye gelmiş. Mescid'e vararak Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i aramış. Ken­disini tammıyormuş. Onu sormaktan da çekinmiş. Nihayet akşamı bulmuş ve yatmış. Derken onu Ali görmüş ve bir yabancı olduğunu anlamış. Onu g'örünce peşine düşmüş ama birbirlerine hiç bir şey sormamışlar. Tâ ki, sabah olmuş. Sonra (Ebû Zerr) tulumcağızını ve azığııy yüklenerek mes-ejide çekilmiş. O gün de Öyle devam etmiş. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) göremiyormuş. Nihayet akşam olmuş. O yine yattığı yere dön­müş. Derken yanına Ali uğramış ve : Bu adama konağım bilme zamanı gelmedi mi? diyerek onu kaldırmış. Ve beraberinde götürmüş. Birbirleri­ne hiç bir şey sormuyorlarmış. Üçüncü gün gelince aynı şekilde lîareket

tmiş. Ali yine onu kaldırarak beraberinde götürmüş. Sonra ona :

  Bana anlatmıyacak mısın? Seni bu beldeye getiren nedir? demiş. Ebû Zerr :

  Beni irşâd edeceğine ahd-ü misak verirsen (dediğini) yaparım, de-ıııİş. O da söz verme işini yapmış. Bunun üzerine Ebû Zerr ona   (niçin geldiğini) haber vermiş. Ali:

  Gerçekten o haktır. Resûlülîah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) odur. Sa­bahladığın vakit beni tâkib et! Ben senin için korkulacak bir şey görür-

em su dökermişim gibi yapacağım; geçip gidersem arkamdan gel ve be­nim girdiğim yere gir! demiş. Ebû Zerr de öyle yapmış ve Ali'yi takip ^derek yola düşmüş. Nihayet Ali, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kanına girmiş. Onunla birlikte Ebû Zerr de girmiş. Artık onun söylediğini dinlemiş ve oracıkta müslüman olmuş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Kavmine dön de emrim sana gelince onlara haber ver.»   buyurmuş.

  Nefsim  yed-i  kudretinde  olan  Allah'a  yemin  ederim  ki,   onların arasında bunu haykıracağım, demiş ve  çıkarak mescide gelmiş. Müteaki­ben var sesiyle:

__ Şehâdet ederim ki, Allah'dan taşka ilâh yoktur. Ve Muhammed Allah'ın  Resulüdür, diye bağırmış.

Müşrikler ayaklanmışlar ve onu döşeğe düşürünceye kadar dövmüş­ler. Derken Abbâs gelerek üzerine kapanmış ve :

  Yazıklar olsun size! Bunun Gıfâr kabilesinden olduğunu ve tacir­lerinizin Şam'a giden yolu bunlardan geçtiğini bilmez miydiniz? diyerek kendisini onlardan kurtarmış. Ertesi gün yine bunun gibi yapmış. Küifâr ayaklanarak yanına gelmişler ve kendisini dövmüşler. Yine Abbas Üzerine kapanmış ve onu kurtarmış.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Menâkıb»'m bir iki yerinde tahric etmiştir.

Görülüyor ki : Bundan önceki Abdullah b. Saraid rivâyetiyle bu rivayet arasında, araları bulunamayacak kadar ihtilâf vardır.

Hz. Abdullah'in rivayetinde Ebû Zer (Radiyallahu anh) 'in, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i geceleyin Kâbe'yi tavaf eder­ken gördüğü ve otuz gün orada kaldıktan sonra orada müslüman olduğu, bu müddet zarfında zemzem suyundan başka bir gıda bulamadığı bildiril­mektedir. İbni Abbâs rivayetinde ise yanında suyu ve yiyeceği olduğu anlaşılıyor. Ve kendisini Hz. Ali b. Ebi Tâ1ib üç gece misafir ediyor. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e götürerek orada müslüman oluyor. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanın­dan çıktıktan sonra da yüksek sesle müslümanhğım ilân ediyor. Bunun üzerine müşrikler kendisini feci.şekilde doğuyorlar.

Her iki rivayetin senetleri sahihtir. İhtimal ki, Hz. Ebû Zer, Peygamber (Salfallahü Aleyhi ve Sr1ltm)'i Kâ'be'nin yan-nda gördüğün­de müslüman olmuş, Hz. Ali bunu görmemiştir. Bu hâl ikinci defa ■K â'be 'ye geldiğinde Hz. Ali ile buluşuncaya kadar gizli kalmış, sonra Al i(Radtyallahu anh)onu Peygamber (Sallalîahü AleyhiveSe!lem)'e gö­türmüş ve Hz. Ebû Zer imanını yenilemiştir. Ancak bu ihtimal zayıftır. «Müslim» sarihlerinden.

Übbî : «Hadîs sarihlerinden bu ça­tılmaya tenbihde bulunan kimse görmedim.» diyor.

«Buhârî» şârihi Aynî dahî iki rivayet arasındaki fazla müğayo-rete temas etmiş : «Lâkin İbnü Abbâs rivayetini kısadan kes­miştir, denilmek suretiyle aralarını bulmak mümkündür.» demiştir. Hz A1i'nin: «Bu adamın evini bilmesi Zamanı gelmedi mi?» sözü: Muayn bir yeri olduğunu bilmiyor mu? manasınadır. Yahut bu sözüyle onu evime davet ettiğini anlatmak istemiştir.

Ebû Zer (Radiyallahu anh) ile babasının adları hususunda çok ihlâf vardır. Bazılan Cündeb b. Cünâde 'dir; bir takımları erir b. Cündeb 'dir demiş; Cündeb b. Seken oldu­ğunu söyleyenler bulunmuş; daha başka isimlerden bahsedilmiş ise de, m'eşhur olan ismi Cündeb b. Cünâde 'dir. Hz.Ebû Zer otuz iki tarihinde Medine köylerinden Rabeze'de vefat etmiş, renazesini tesadüfen oradan geçmekte olan İbni Mes'ûd (Radiyallahu rıh) kaldırmıştır.

 

29- Cerir B. Abdillah (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab

 

134- (2475) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HâHd fc. Abdillah, Beyan'dan, o da Kays b Ebî Hâzim'den, o da Cerir b. Abdll-İRh'dan naklen haber verdi. H.

Bana Abdul-Hamid b. Beyân da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize HâHd, lieyân'dan naklea rivayet etti. (Demiş ki) : Kays b. Ebî Hâzim'i şunu söylerken işittim. Cerir b. Abdillah dedi ki, Müslüman olduğumdan beri Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) beni yanına girmekten men etmemiş, Beni gördüğü ıaman da mutlaka gülmüştür.

 

135- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' ile Ebû Üsânıe, İsmail'den rivayet ettiler. H.

Bize tbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdullah b, tdris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Kays'dan, o da Cerir'den naklen ri­vayet etti. Cerir şoyîc demiş : Müslüman olduğumdan beri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) teni yanma girmekten men etmemi*}, beni gör­düğü zaman da mutlaka yüzüme gülümsemiştir.

İhnü Nümeyr, İbni İdris'den rivayet ettiği hadîsinde şunu ziyâde et­miştir : «Hakikaten at üzerinde duramadığımı kendisine şikâyet ettim de eliyle göğsüme vurdu ve :

— AHahım bunu sâbİt kıl! Bunu hâdî Mehdî eyle! dîye dua etti.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Cihâd» ve «Kİtâba'l-Edeb»'de; Tirmizî ile Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; İbni Mâce «Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Hz. Cerir'in : «Beni gördüğü zaman da mutlaka gülmüştür.» sö­zünden muradı; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin gülümsemesidir. Nitekim ikinci rivayette sarahaten tebessüm buyurduğu bildirilmiştir. Peygajmber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ona bir lütuf ve ikram olmak üzere yapmıştır. Kendisini hiç bir zaman geri çevirmeyip, daima evine kabul1 buyurması da ayrı bir ikramdır. Bu rivayetler Hz. Cerîr'in fa­ziletine delildirler.

Cerîr (Radiyallahu anh), Yemenli 'dir. Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüşmek üzere yola çıktığı vakit. Peygamber (Sallallahü Aleyhi vt Sellem);

«Size Yemenlilerin en hayırlısı geliyer...» buyurarak onun gelmekte olduğunu ashabına haber vermiş ve yine onun hakkında :

«Bir kavmin büyüğü size geldiği vakit ona ikram edinl» buyurmuş­tur. Cerîr (Radiyallahu anh), Übbî'ye göre Peygamber (Sallallahiİ Aleyhi ve Sellemyin vefatından kırk gün evvel müslüman olmuştur. Fakat Kastalânî bunun söz götürdüğünü söylemiş. Cerîr'in veda hac-emda bulunduğunu kaydettikten sonra : *Bu ise Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'m vefatından seksen günden fazla önce idi.» demiştir. Hz. Cerîr kavminin reisi idi. Bundan dolayı Ömer (Radiyallahu anlı) kendisine : «Cahiliyette de, İslâm'da da reis olmakta devam ettin.» de­miştir.

Hâdî: Başkasına doğru yolu gösteren; Mehdi: Kendisi doğru yolu bulan mânâsına gelir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selietn) bu sözüyle onun mükemmel bir insan olmasına dua etmiştir.

 

Çıkaılan Hükümler:

 

1- İnsanlara karşı güler yüzlü olmak Peygamberlerin ahîâkındandır. Bu hâl yüklenmeye münafî olup, sevgi ve saygıyı celbeder.

2- Binicilik faziletli bir iştir. Onu büyük küçük herkesin öğrenmesi gerekir.

3- Büyük bir zâta veya âlime bir insan  işarette  bulunduğu vakit, onun üzerine elini koymasında bir beis yoktur. Bu tevazudan maduddur.

4- Hadîs-i  şerif,  Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin  duası  ka­bul edildiğine de delildir. Çünkü Hz.    Cerîr'in bundan sonra hiç bir zaman attan düşmediği rivayet olunmuştur.

 

136- (2476) Bana Abdu'I-Hamid b. Beyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Beyan, Kays'dan, o da Ccrîr'den naklen haber verdi. Cerîr şöyle demiş : Calıiliyet devrinde Zülhalasa denilen bir ev vardı. Ona Ye­men'in Kâ'be'si ve Şam'ın Kâ'be'si denilirdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Sen beni bu Zülhalasadan ve Yemen'in Şam'ın kâbesinden kurtarır mısın?» dedi. Hemen Ahmes kabilesinden yüzelli kişi ite ona gittim. Ve evi yıktık, yanında bulduklarımızı da öldürdük. Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe gelerek kendisine haber verdim de, bize ve Ahmeslilere duâ buyurdu.

 

137- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, İsmail b. Ebî Hâlid'den, o da Kays b. Ebî Hâzim'den, o da Cerîr b. Abdillah El-Becelî'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Yâ Cerir! Beni Zülhalasacîan kurtarmaz mısın?» buyurdu. (Yâni) Has'am'ın evinden ki, buna Yemen'in Kâ'be'si denilirdi. Hemen yÜzeili altı ile gittim. At üstünde duramıyordum. Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)''e andım da eliyle göğsüme dokundu. Ve:

«Allah'ım! Bunu sabit ktl! Bunu Hâdî Mehdî eyle!» diye duâ etti. Râvi diyor ki: Cerîr gitti ve o evi ateşle yaktı.    Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)'e bunu müjdelemek için bir adam gönderdi. Bu adam Ebû Ertât künyesini taşırdı. Bizdendi. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e gelerek:

— Onu gıcikli deve gibi bırakmadıkça sana gelmedim, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) de Ahmes atlarına ve erkeklerine beş defa be­reket duasında bulundu.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet et­ti. H.

Bize Muhanımed b. Abbâd dahî rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. H.

Bize İbnü Ebî Ömer de rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Mer-vân   (yâni El-Fezâri) rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi İsmail'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Mervan'in hadîsinde : «Cerîr'in müjdecisi Ebû Ertât Husayn b. Rabîa, Pey­gamber (Salîallahü Aleyhi ve Se!lem)'e müjdeye geldi.»  demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» ve «Meğâzî» bahislerinde; Ebû Dâvud «Cihâd»'da; Nesâî «Siyer» ile «Elyevm Velleyle» bahis­lerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Zülhalasa : Has'am kabilesine ait bir ev idi. Ona Yemen'in Kâbe‘si derlerdi. İbni Esîr onun Devs kabilesine ait bir put olduğunu söylemiştir. Devs kabilesi bu puta taparlarmış. İbnü Dıhye bunun Devs , Has'am ve Büceyle kabilelerine âit bir put evi olduğunu söylemiştir.

Hadîsin «Yemen Kâ'be'si, Şam Kâ'be'si...» tâbirlerinde şüpheye dü­şürücü bir kapalılık vardır. Bunlardan murad şudur : Zü1ha1asa'ya Yemenin Kâ'be'si, Mekke 'deki Kâbe-i Muazzama 'ya da    Şam 'm Kâ'be'si derlerdi.

Kaadî Iyâz: «Şam'ın Kâ'be'si» tâbirinin râvilerden biri ta­rafından yanlışlıkla dercedildiğini söylemiş ve : «Doğrusu bunu atmaktır. Hadîsi Buhârî de bu isnadla zikretmiş, fakat onda bu ziyade ve ve­him yoktur.» demiştir. Nevevî ise Kaadî Iyâz 'm mütalâa-. sına iştirak etmemiş : «Bu sözün te'vili mümkündür. Ve : Sen beni halkın Yemen'in Kâ'be'si, Şâm'ınâ'be'si sözlerinden kurtarır mısın? tak­dirindedir.»  demiştir.

Gicikli deve tâbirinden murad ; Bu hastalıktan dolayı katranla yağ­lanıp simsiyah olan devedir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Halkı fitneye düşüren bina, insan ve hayvan gibi şeyler zararsız hale getirilir.

2- Hükümdara fetih müjdecisi  göndermek  müstehabdır.

3- Orduya dua etmek meşrudur.

4- Haberi Vâhid makbuldür.

 

30- Abdullah B. Abbas (Radiyallahû anh) 'nın Faziletleri Babı

 

138- (2477) Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Bekr b. Nadr rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Hâşim b. Kaâsım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Verkaâ' b. Ömer El-Yeşkürî rivayet etti. (Dedi ki) : Uheydullah b. Ebî Yezid'i, İbnu Abbas'dan naklen rivayet ederken dinledim ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) helaya geldi. Ben de onun için abdest suyu koydum. Çıktığı vakit:

«Bunu kim koydu?» diye sordu. Züheyr'in rivayetinde İbni Abbas de­diler. Ebû Bekr'in rivayetinde ise :

— Ben: İbni Abbas!  dedim.

«Allah'ım, bunu fakih öyle!..»  buyurdular, demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Vudu»'da;    Nesâî    «Menâkıb» bahsinde tahric etmişlerdir.

Fakîh'dan murad din âlimidir. ResûKiIlah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)ıin duâsma sebep Abdullah b. Abbâs (Radiyallahû anh) da gördüğü zekâ Ve kabiliyettir. Çünkü Hz. Abdullah küçük çocuk olmasına rağmen kolaylığı düşünerek suyu helanın yanma koymuştur. Uzak bir ye­re-koysaydı, suyu aramaya veya istemeye muhtaç olurdu. Bu ise ona me­şakkat verirdi. Suyu yanma götürmüş olsa kazayı hacet ederken hâline muttali olurdu. Bu düşünce ile hareket ettiğini görünce U&sû\aWah.(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) onun son derece zeki olduğunu anlamış ve kendisine du­ada bulunmuştur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âlim bir zâta emri olmaksızın hizmet ve riâyet etmek caizdir.-

2- Dua ile mükâfatta bulunmak müstehabehr.

3- Yıkanılacak yere hizmetçinin su götürmesi mekruh değildir. Yal­nız edeb ve terbiye bu işi küçük hizmetçilerin görmesini gerektirir.

4- Haclîs-i şerîf Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltetn) 'in duasının ka­bulüne kat'iyetle delildir. Çünkü Hz.    İbni    Abbâs    bu dua bereke-tiyle en büyük din âlimi olmuştur.

5- Hadîs-i şerif fıkhın faziletine de delildir.

 

31- Abdullah B. Ömer (Radiyallahu anhuma)’nın Faziletlerinden Bir Bab

 

139- (2478) Bize Elu'r-Rabî' Ei-Atekî ile Halef b. Hişâm ve Ebû Kâmil El-Cahderî hep birden Hammad b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebu'r-RaM* dedi ki: Bize Hammad b. Zeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Rü'ya-da gördüm ki, elimde bir kalın İpek parçası varmış. Cennetten bir yer is­temeye göreyim, hemen oraya uçuyordu. Ben bunu Iîaîsa'ya anlattım. Hafsa da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setîem) 'e anlattı da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben Abdullah'ı sâlih bir adam olacak görüyorum.»   buyurdular.

 

140- (2479) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet et­tiler. Lâfız Abd'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ha­yatında bîr adam rü'ya gördü mü onu ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatmayı temenni ettim. Genç, bekâr bir delikanlı idim. Re­sûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında mescidde yatardım. Rü'ya-da iki meleğin beni alıp cehenneme götürdüklerini gördüm. Bir de bak­tım, cehennem kuyu çevresi gibi çevrilmiş; hem kuyu direği gibi iki di­reğ var. İçinde de bir takım insanlar var ki, onları tanıdım. Hemen Ce­hennemden Allah'a sığınırım; Cehennemden Allah'a sığınırım; Cehennem­den Allah'a sığınırım, demeğe başladım. Derken o ki meleği (başka) bir melek karşıladı. Ve bana : Korkma! dedi. Ben bu rü'yayı Hafsa'ya anlat­tım. Hafsa da onu ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattı. Peygam­ber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}:

«Abdullah ne iyi adam! (Bir de} Geceleyin namaz kılsa!» buyurdular.

Salim demiş ki; bundan sonra Abdullah geceleyin pek az uyurdu.

 

(...) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Firyâbî'nin dâmâdı Musa b. Hâlid, Ebû İshâk EI-Fezârî'den, o da Ubeydullah b. Ömer'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen ha­ber verdi. (Şöyle demiş) : Mescidde yatıyordum. Ailem yoktu. Rü'yada gördüm ki, sanki beni bir kuyuya götürdüler...

Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den naklen Zührî'nin Sâ­lim'den, onun da babasından rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir.

Bu hadîsin ikinci rivayetini Buhârî «Kitâbu't-Tehcccüd»'de tah-ric etmiştir.

Salih adamdan murad; Allah'ın hududunu ve kulların hukukunu bi­lip, gereğini yapan kimsedir.

Kurt ubî diyor ki : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Abdullah 'm rü'yasım güzel bir şekilde yorması, evvelâ cehenneme arzedilip, sonra ondan kurtarıldığı içindir. Kendisine : Korkma! denilmiş­tir. Bu onun salâhından dolayıdır. Bir kusuru geceleyin kalkıp namaz kıl-marnasıdır. Abdullah bu rü'yadan, gece namazının insanı cehen­nemden koruyan şeylerden olduğunu anlamış, onun için bir daha gece na­mazını terketmemiştir. El-Mühelleb'de: «Bundaki sır Abdul­lah'ın mescidde yatmasıdır. Mescidin hakkı ise içinde ibâdet edilmektir. İşte Cehennemle korkutulmak suretiyle kendisine bu tenbih edilmiştir.» diyor.

Übbî 'nin beyânına göre Hz. Câbit b. Abdullah onun hakkında şunu söylemiştir : «Bizden hiç bir kimse yoktur ki, dünya ona, o dünyaya meyletmesin. Yalnız Ömer'le oğîu Abdullah müstesna!»

Mihranda : «Biz Abdullah b. Ömer'den daha vera' ve takva sahibi İbni Abbâs'dan daha âlim kimse görmedik.» demiştir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mescidde yatmakta kerahet yoktur.

2- Salih rüya görmeyi istemek caizdir.

3- Rüyada melekler görünüp rüya sahibini uyarabilirîer.

4- Müslümanm kusurlarım örtmek ve gıybetinden vaz geçmek ge­rekir. Çünkü Hz. Abdullah b. Ömer    cehennemde bazı insan­ları görüp tanıdığı halde gıybet olmasın diye kim olduklarını bildirme­miştir.

5- Kadına rüya anlatılabilir.

6- Gece namazı cehennemden kurtarıcıdır.

7- Hadîs-i şerif Hz. Abdullah b. Ömer'in ve gençlikte ya­pılan ibâdetin .faziletine delildir.

 

32- Enes B. Malik (Radtyallahu arha)'in Faziletlerinden Bir Bab

 

141- (2480) Bize Muhammed t. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katâde'yi» Enes'den, o da annesi Ümnıü Süleym'den naklen rivayet ederken dinledim. Ümnıü Süleym :

— Yâ Resûlallah! Enes hizmetçİndir. Onun için Allah'a dua buyur! demiş. Bunun üzerine:

«Allah'ım, bunun malını ve evladını çoğalt! Ona verdiklerinde ken­disine bereket ihsan eyle!»   diye dua buyurmuşlar.

 

(...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (De­miş ki) : Enes'i şunu söylerken işittim : Ümmü Süleym :

— Yâ Resûlallah!  Enes hizmetçİndir... dedi.

Ve râvi yukarîd hadîs gibi nakletmiştir.

 

(...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham­med b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm b. Zeyd'den ri­vayet etti. (Demiş ki) : Enes b. Mâlik'i yukarki hadîs gibi rivayet eder­ken işittim.

 

142- (2481) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şint b. Kaasim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman, Sâbit'ten, o da Ehes'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi. Evde ben, annem ve teyzem Ümmü Haram'dan başka kimse yoktu. Annem :

— Yâ Resûlallah! Hizmetkârcığındir! Onun için Allah'a duâ et! dedi. O da benim için her hayrı duâ etti. Bana ettiği duanın sonunda şu sözü d; vardır :

«Allah'ım! Bunun malını ve evlâdını çoğalt. Kendisine onda bereket ihsan eyledi

 

143-(-) Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ishâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes rivayet etti. (Dedi ki) : Beni annem Ümmü Enes, ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)*e getirdi. Beni baş örtüsünün yarısını izâr, yansını da ridâ [20]  yapmıştı.

— Yâ Resûlallah! Bu oğlum Enes'cikdir. Onu sana getirdim. Sana rjizmet eder. İmdi onun için Allah'a duâ et! dedi. Bunun üzerine :

«Allah'ım! Bunun malını ve evlâdım çoğalt!»  diye duâ etti.

Enes demiş ki: Vallahi malım pek çoktur. Çocuklarım ve çocukları­mın çocuklarının sayısı ise bugün yüz civarındadır.

 

144- (...) Bize Kuteybe b. SaH rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer (yâni İbni Süleyman) Ebû Osman El-Ca'd'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti. (Dedi ki) : ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   geçti de annem Ümmü Süleym onun sesini işitti. Ve :

— Annem, babam sana feda olsun ya Resûlallah! Enes'cik... dedi. Bu­nun üzerine ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim için üç şey duâ etti. Bunların ikisini dünyada gördüm; üçüncüyü de âhirette ummak­tayım.

Bu hadîsi  buha rî «Kitâbu'd-Deavât»'ın birkaç yerinde tahric etmiştir.

Hz. Enes'in annesi Ümmü Süleym oğlunun ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in hizmetinde olduğunu arzederek ona duada bulunmasını reca etmiş, o da Enes için Cenâb-ı Hak'dan üç şey dile­miştir. Bunların birincisi malının çok olmasıdır. Filhakika malı çoğalmış ve zengin olmuştur. Hattâ Basra'da senede iki defa yemiş veren bir bahçesi olduğu ve içindeki çiçeklerden etrafa mis kokusu yayıldığı riva­yet edilir. İkincisi evlâdının çokluğudur. Bu duâ bereketiyle Enes (Radiyallahu anh)'m yüzyirmi çocuğu dünyaya gelmiştir. Bir rivayette iki­si kız, olmak üzere seksen çocuğu olmuştur. Üçüncüsü hakkında Enes (Radiyallahu anh) : «Bunu âhirette göreceğimi umarım» demiştir.

«Buhârî» şârihi Aynî üçüncü duanın uzun ömür istemesi oldu­ğunu söylemiştir. Fakat bu da diğer ikis gibi dünyaya aiddir. Âhirette um­duğu bunlardan başka olacaktır.

Filhakika Hz. Enes çok yaşamış, bir rivayette yüzyirmi, diğer bir rivayette yüzüç, başka bir rivayette yüzyedi yaşında vefat etmiştir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Allah'dan zenginlik ve çok evlâd istemek caizdir.

2- Hadîs-i şerîf, Peygamber (Sallallah'û AUyhive Sellem) 'in  duasının kabulü hususunda Peygamberliğinin alâmetlerindendir.

3- Zenginliğin fakirlikten makbul olduğunu iddia edenler bu hadîsi delil göstermişlerdir.

4- Hadîs-i şerîf Hz. Enes'in faziletlerine delildir.

 

145- (2482) Bize Etû Bekr b. Nafi' rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Beliz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sa­bit, Enes'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Ben çocuklarla oynar­ken Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem) yanıma geldi. Bize selâm verdi. Ve beni bir hacete gönderdi. Bu sebeple annemin yanına dönmekte gecik­tim. (Eve) Geldiğim vakit annem :

  Niye geciktin? diye sordu.

  Beni Resûlüllah (Salktllahü Aleyhi ve Sellem)   bir   hacete   gönderdi, dedim.

— Haceti ne imiş? diye sordu.

  O sırdır! dedim,

  Sakın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m sırrını kimseye söy­leme! dedi.

Enes: «Vallahi bunu bir kimseye söyleyecek olsam sana söyledim ya Sâbît!» demiş.

 

146- (...) Bize Haccac b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ârim b. Fadl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Babamı Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş : Nebiyyulluh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bir sır söy­ledi, ondan sonra bu sırrı kimseye haber vermedim. Onu bana Ümmü Süleym de sordu ama ona da haber vermedim.

Bu hadîsi Buhârî    «Kitâbu'l-İstizan»'da tahric etmiştir.

Bazıları bu sırrın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kadınları­na ait olduğunu söylemiş : «Bilinmesi gereken bir şey Gİsa Hz. Enes 'in onu gizlemesi caiz olmazdı.» demişlerdir. Hz. Enes'in mezkûr sırrı an­nesine söylememesi bu husûsda mübalâğa içindir. Annesinden gizleyince, backalarma sö'ylemiyeceği evleviyette kalır.

 

Hadisi Şerif'den Çıkarılan Hükümler:

 

1- Zarar vermeyen husûsatta çocuklara arkadaşlarıyle oyuna müsaa­de etmek caizdir.  Bu kazıyyenin  aksini alırsak,  zarar verdiği takdirde müsaade olunmayacağı meydana çıkar. Ki bugün bu mesele her müslu-man aileyi acı acı düşündüren bir musibet hâline gelmiştir. Çünkü oyun için sokağa salman çocuğa zararsız arkadaş bulmak imkânsız gibidir. Ço­cuk birkaç gün zarfında sanki o aileden değilmiş gibi değişebilmekte, o büyüdükçe yeni yeni edindiği menfi ahlâk da beraber büyümektedr. Bu bâbda söz uzundur. Biz müslüman anne ve babalara bu husûsdaki vazife­lerinin pek büyük olduğunu hatırlatmakla iktifa ederiz.

2- Hz. Enes 'in bir sırrı annesinden bile gizlemesi, küçük yaşta olmalına rağmen akıl ve ilminin kemâline delildir.

 

33 - Abdullah B. Selam (Radiyallahu anh) 'ın Faziletlerinden Bir Bab

 

147- (2483) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. İsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mâlik, Ebu'n-Nadr'dan, o da Âmir Sa'd'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Babamı şunu söylerken işit­im : Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Ji yürüyen bir canlı için: »Bu cennettedir» derken işitmedim. Yalnız Abdullah h. Selâm için (soylediği)  müstesna!

Bu hadîsi Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar» bahsinde; Nesâî «Ki-tâbu'l-FedâiKde tahric etmişlerdir.

Ulemâdan bazıları : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Sa'd  dahil olmak üzere on zâtı sağlıklarında cennetle müjdelediği halde Sa'd bu sözü nasıl söyleyebilmiştir!» demişlerdir. Hattâbî buna cevâb vermiş: «Sa'd (Radiyallahu anh) kendisini tezkiyeden çekinmiş, ün kardeşi için gördüğü hakkı kendinde görememiştir» demiştir.

Bu husûsda Nevevî şunları söyler: «Peygamber (SaUaliahiİ Aleyhi ve Sellem)'in :

«Ebû Bekr cennettedir; Ö'mer cennettedir; Osman cennettedir ve Aİi cennettedir...» buyurarak on zâtı sonuna kadar saydığı sübut bulmuştur. Hz. Hasan'ia Hüseyn'in cennet gençlerinin efendileri olduğunu Ukâşe ile Sabit b. Kays ve başkalarının da bunlar arasında bulunduğunu haber ver­diği dahî sübût bulmuştur. Fakat bu Sa'd'm sözüne muhalif değildir. Çün­kü Sa'd onun başkalarını cennetle müjdelemesinin aslını inkâr etmemiş, sadece ben işitmedim, demiştir...»

Hz. Abdullah b. Selâm cennetle müjdelenen bahtiyar­lardan biridir. Cahiîiyyet devrinde ismi Husayn imiş. Bilâhere Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine Abdullah İsmini vermiiştir.

 

148- (2484) Bize Muhammed b. Müsennâ Eİ-Anezî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Muâz b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Avn, Muhammed b. Sîrîn'den, o da Kays b. Ubâd'dan naklen rivayet etti. (Şöy­le demiş) : Medine'de bîr takım insanların içinde bulunuyordum. Arala­rında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bâzıları da var­dı. Derken yüzünde huşu'dan eser bulunan bir zât geldi. Cemaattan bazısı:

  Bu cennetliklerden bir zâttır; bu cennetliklerden bir zâttır, dedi. Bu zât caiz olacak kadar okuyarak iki rek'at namaz kıldı, Sonra çıktı.

Ben de peşine düştüm. Ve evine girdi. Ben de girdim. Biraz konuştuk. Bana kalbi yatışınca kendisine şunu söyledim :

  Biraz önce sen girdiğin vakit bir adam şöyle şöyle dedi. Şunu söy­ledi :

  Sübhânellah! Hiç bir kimseye bilmediği bir şeyi söylemek yakış­maz. Bunu niçin söylediğini  sana anlatayım: Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bir rüya gördüm de, onu kendisine anlattım. Kendimi  bir bahçede gördüm. —Abdullah burada  bahçenin  genişliğini, çimenini ve  yeşilliğini  anlatmış.— Bahçenin içinde demirden bir  vardı ki, alt kısmı yerde, üst kısmı gökte idi. Tepesinde bir kulp vardı. Bana : Buna çık! denildi. Ben ona: Yapamam! dedim. Derken lana bir nıinsaf geldi.  (İbni Avn : Minsâf, hizmetçidir, demiş.) Ve arkamdan elbisemi tu­tarak kaldırdı. —Abdullah kendisini arkasından tutarak kaldırdığını eliy­le tarif etmiş. — Ben de çıktım. Tâ direğin tepesine vardım ve kulpdan tuttum. Bana : Tutun! denildi. Bir de uyandım ki, kulp elimdedir. Bu rü'-yayı Peygamber  (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)''e anlattım  da:

«O bahçe İslâm'dır. Bu direk de İslâm'ın direğidir. Kulp da Urve-i Vüs-ka'dır. Sen ölünceye kadar İslâmiyet üzere kalacaksın!» buyurdular. Râvi: Bu adam Abdullah b. Selâm'dır, demiştir.

149- (...) Bize Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele b. Ebî Revvâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haremi b. Umarc rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Kurre b. Hâlid, Muhammed b. Sîrîn'den rivayet etti. (Demiş ki) : Kays b. Ubad şunu söyledi : İçlerinde Sa'd b. Mâlik ile İbnü Ömer de bulunan bir halkada idim. Derken (oraya) Abdullah b. Selâm uğradı. Cemâat:

  Bu cennetliklerden bir zâttır, dediler. Ben hemen kalkarak ken­disine :

  Bunlar şöyle şöyle dediler, dedim. Şu karşılığı verdi :

  Sübhanellah!  Onlara  bilmedikleri  bir şeyi  söylemek  yakışmazdı. Ben sadece rüyamda gördüm kî : Yeşil bir bahçenin içine bir direk konul­muş ve oraya dikilmiş. Tepesinde bir kulp var. Aşağısında da bir min-saf!  —Minsaf, hizmete  yarayan  küçük çocuk  demektir.— Bana:  Buna çık!  denildi. Ben de çıktım. Tâ kulpu tuttum. Bu rü'yayı Resûlüllah (SaiiallahU Aleyhi ve Sellem) anlattım da, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Abdullah Urve-i Vüska'dan tutunmuş olarak Ölecek!»   buyurdular.

 

150- (...) Bize Kuteybe b. Saîd İle İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Süley­man b. Müshir'den, o da Haraşa b. Hur'dan naklen rivayet etti, (Şöyle de­miş) : Medine'nin mescidinde bir halkada oturuyordum. Halkada güzel kıyafetli bir ihtiyar vardı. Ki bu zat Abdullah b. Selâm'dı... Oradakilere güzel bir şey anlatmaya başladı. O kalktığı vakit cemâat:

  Kim cennetliklerden bir zât görmek isterse şuna bakıversin! dedi­ler. Ben  (kendi kendime) : Vallahi bunun peşine takılacağım ve mutlaka evinin yerini öğreneceğim, dedim. Ve peşine düştüm. Yola koyuldu, hat­tâ az daha Medine'den çıkıyordu. Sonra evine girdi. Ben de yanma gir­mek için izin istedim. Bana izin verdi. Ve :

  Hacetin nedir ey kardeşim oğlu? diye sordu. Kendisine :

  Cemâati dinledim. Sen kalktığın vakit senin için kim cennetlik­lerden bir zât görmek isterse şuna bakıversin, dediler. Benim de seninle beraber olmak hoşuma gitti, dedim. Şunu söyledi:

  Cennetlikleri Allah bilir. Ben sana bunu niçin söylediklerini anla­tayım. Bir defa ben uyurken anîden bir adam gelerek bana: Halk! dedi,

Ve elimden tuttu. Onunla beraber yürüdüm. Bir de ne göreyim, soluma düşen bir takım caddelerdeyim! O caddeyi tutmaya kalkıştım. Bana : Onu tutma! Çünkü o solcuların yollarıdır, dedi. Baktım sağ tarafımda dosdoğ­ru bir takım caddeler var. Bana : Bu caddeyi tut! dedi. Ve beni bir dağa getirerek (buna) : Çık! dedi. Ben çıkmak istedim mi kıçımın üzerine düş­meye başladım ve bunu defalarca yaptım. Sonra beni götürdü. Nihayet benimle bir direğe vardı ki, başı gökte, alt kısmı yerde idi. Tepesinde bir halka vardı. Bana : Bunun üzerine çık, dedi.

— Ben buna nasıl çıkabilirim; onun başı göktedir, dedim. Bunun üze­rine elimden tutarak beni attı. Bir de baktım halkada asılıyım. Sonra di­reğe vurdu. Direk yıkıldı. Ben sabaha kadar halkada asrlı kaldım. Hemen Peygamber (Sallaliaiıü Aleyhi ve Sellem} 'e gelerek bu rü'yayı ona anlattım. Şöyle buyurdular :

«Solunda gördüğün yollar, solcuların yollarıdır. Sağında gördüğün yollar ise, sağcıların yollandır. Dağ, şehidîerin yeridir. Sen ona asla çıka­mazsın. Direk ise, İslâm'ın direğidir. Kulpa gelince, o İslâm'ın kulpudur. Sen ölünceye kadar ona tutunmuş kalacaksın.»

Bu hadîsi Buhârî «Menâkıbu'l-Ensâr» ve «Tefsir» bahislerinde tahric etmiştir.

Hz. Abdullah'in: «Hiç bir kimseye bilmediği bir şey söylemek yakışmaz» sözü kendi hakkında söylenenleri red ve inkârdır. Yâni halka-hda oturanların kat'î bir lisanla : Bu zat cennetliktir, demelerini kabul et­memiştir. Aynî diyor ki: «İhtimal bu zevat Abdu11ah'ın cen­netlik olduğunu bildiren haberi duymuşlar; Abdullah duymamış­tır. Yahut tevazuundan bununla meth-ü sena edilmesini iyi görmemiştir. Yahut maksadı: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde bir rüya gördüm de o böyle bir şey söyledi. Ama bu kat'î surette benim cen­netlik olacağıma nass değildir, demek istemiştir. Reddetmesi bundandır.»

«Bir de uyandım ki, kulp elimdedir...» cümlesiniKastaîânî : «Kulbu elimden bırakmadan uyandım» mânâsına te'vîl etmiştir. Ona gö­re bu söz uyandığım zaman kulp elimde idi mânâsına gelmez. Aynî de buna yakm sözler söylemiş ve : «Her halde uyandığı zaman eli bir şey tutar gibi yumuk imiş. Bununla beraber uyandığı zaman kulbun hakika­ten elinde olduğunu iltizam etmekte de hiç bir mahzur yoktur. Çünkü Allah'ın kudreti bu gibi şeylere şâmildir» demiştir. Yine Aynî 'nin be­yânına göre İslâm'dan murad dine taalluk eden her şeydir. Direkten maksad İslâm'ın şartlarını teşkil eden beş şey, yâni Kelime-i şehadet, namaz, rekât, "oruç ve hac'dır. Bununla yalnız Kelime-i şehadet de murad edilmiş olabilir [21]

Urve~i Vüskanm lügat mânâsı sağlam kulp demektir. Burada ondan

murad imandır.

Hz. Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Abdullah b. Se1âm‘a gehid olamıyacağını, fakat müslüman olarak Öleceğini söyle­mesi müstakbele ait birer mucizedir. Nitekim Hz. Abdullah, Me­dine 'de istikâmeti hal üzere vefat etmiştir.

 

34 - Hassan B. Sait (Radiyallahu anh)ın  Faziletleri Babı

 

151- (2485) Bize Amru'n-^akıd ile İshâk b. İbrahim Ye tbnü Ebî Ömer hep birden Süfyân'dan rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize SÜfy&n b. Uyeyne, Ztihrî'den, o da Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Hassan mescidde şiir söylerken Ömer yanına uğramış ve gözünün ucuyla onu süzmüş. Bunun üzerine Hassan :

— Ben bu mescidde senden daha hayırlısı varken de şiir okuyordum, demiş. Sonra Ebû Htireyre'ye dönerek : Allah aşkına söyle, Resâlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i:

«Benİm namıma sen cevab ver! Allah'ım  bunu ruhu'Ukudûs ile îe'yid buyur!» derken  işittin mi?  diye  sormuş. Ebû  Hüreyre : —  Allah'ım evet!  cevâbım vermiş.

 

(...) Bize bu hadîsi Ishâk b. İbrahim ile Mulıanımed b. Râîi' ve.Alad b. Hum ey d Abdürrezzâk'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da İbni Müseyyeb'den naklen haber verdi ki, Hassan, içle­rinde Ebû Hüreyre'nin bulunduğu bir halkada :

— Senden Allah aşkına istiyorum ey Ebâ Hüreyre! Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem;'i işittin mi? demiş.

Ve râvi yukarki hadîsin mislini ııakletmişür.

 

152- (...) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Züh­rî'den naklen ha1 er verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrah­man haber verdi ki: Hassan b. Sabit El-Ensârî'yi Ebû Hüreyre'yi Şald çağırırken işitmiş. Hassan :

  Allah aşkına söyle, Peygamber (Sallalkıhü Aleyhi ve S?!lem)'i:

«Yâ Hassan! Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Selle m) namına cevap ver! Allah'ım! Bunu ruhu'l-Kudüs ile te/y'd buyur.» derken işittin mi? demiş. Ebû Hüreyre :

  Evet! cevabın vermiş.

Bu hadîsi    Buhârî    «Bed'ü-l-Halk» bahsinde tahric etmiştir.

Hassan b. Sabit EI-Ensârî Muhadramin'deridir. (Yâ­ni; hem Cahüiyyet devrinde, hem de İslâm'da yaşayanlardandır.) Yüz yir­mi sene yaşamış, bunun yarısını Câhil.iyyet devrinde, yarısını da İslâm'da geçirmiştir. Babasıyle iki ceddinin de yüzyirmişer sene yaşadıkları rİvâyet olunur. Künyesi Ebû'1-Ve1îd yahut Ebû Abdurrahman'dır. Ebû Ubeyde onun hakkında şunları söylemiştir : «Hassan 'in şâir şeyler üzerine üç cihetle üstünlüğü vardır :

1- Gerek Cahüiyyet, gerekse İslâmiyet devirlerinde ensârm şâiriydi.

2- İslâmiyet   devrinde   Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem) 'İn   nü­büvvet hakkında şâiri idi.

3- İslâmiyet devrinde bütün Arabların şairi idi.»

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mubah şiiri mescidde okumak caiz, İslâm'ı ve müslümanları medh, kâfirleri hiciv veya tahkir eden şiiri okumak ise müstehabdır. Hz. Hassân'm şiirleri bu nevidendi.

2- Eu neviden şiir söyleyenlere duâ etmek müstehabdır.

3- Küffârdan yardım dilemek caizdir.

4- Ruhu'l-Kudûs 'den murad   Cibril 'dir.

 

153- (2486) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şube Adiy'den, (bu zat İbni Sâbit'-tir.) rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bera' b. Âzib'i dinledim. (Dedi ki) : Re­sûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sc!lem)'\, Hassan b. Sâbit'e :

«Onlara hicvet!» Yahut «Cibril beraberinde olduğu halde, onlara mu-hacât eyle!»  buyururken işittim.

 

(...) Bana bu hadîsi Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman rivayet etti. H.

Bana Ebû Bekr b. Nâfİ' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder ri­vayet etti. H.

Bize Jbni Beggâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Biae Muharnuıed b. Cafer ile Abdurrahman rivayet ettiler.

Bu râvİlerin hepsi Şu'be'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet et­mişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Bed'û'1-Halk»,, «Edeb» ve «Meğazî» bahisle­rinde; Nesâî «Kitûbu'1-Gaza» ve «Kitâbu'I-Menâkıb»'de tahric et­mişlerdir.

Hecv ve Muhacât: Aynı mânâya gelen kelimelerdir. Yalnız babları değişiktir. Mânâları ayıplarını yüzüne vurarak tahkir etmektir. Râvi bu iki kelimeden hangisini söylediğinde şekketmiştir, Cibril'in bera­berliğinden murad; ona yardım etmesidir.

Hadîs-i şerif kendilerine emân verilmeyen kâfirlere -hiciv ve tahkir­de bulunmanın caiz olduğuna, Hz. Hassân'ın faziletine delildir.

 

154- (2487)Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler kî): Bize Ebû Üsâme Higâm'dan, o da babasından nak­len rivayet etti ki, Hassan b. Sabit Âişe aleyhinde çok konuşanlardandı. Bu sebeple ben de ona sövdüm. Fakat Âişe :

— Ey kızkardeşim oğlu! Onu bırak! Çünkü o Renûlüllah (Sallaüahü müdafaa ediyordu, dedi.

 

(...) Bize bu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahde, Hişâm'dan tu isnadla rivayette bulundu.

Bu rivayeti Buhârî «Kitâbu'l-Menâkıh- ile -Kitâbu'l-Edeb-'de tahric etmiştir.

Hz. Hassan 'm, Âişe (Radiyallahü anha) aleyhinde çok konuş­masından murad; ifk hâdisesine onun da iştirak edip ileri geri soylenme-sidir. Bu hâdisenin tafsilâtı inşaallah ilerde gelecek ifk hadîsinde görüle­cektir. Râvi Hişâm'ın babası Urve, Hz. Âişe 'nin kız kardeşinin oğludur. Teyzesi hakkında lâf ettiği için ona sitem etmiş, fakat Hz. Aişe onun Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şiirle müdafaa etti­ğini göz, önüne alarak affetmek büyüklüğünü göstermiş, Urve 'nin atıp tutmasına mâni olmuştur.

 

155- (2488) Bana Bİşr b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bîze Mu-hammed (yâni îbni Cafer), Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o <Ja Ebû'd-Ihıhn'dan, o da Mesrûk'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Aişe'nin yanına girdim. Yanında Hassan b. Sabit vardı. Ona şiir okuyor, kendisi­nin bn beyitlerinden gazeller söylüyordu. (Şöyle dedi) :

«İffetlidir, akıllıdır; hiç bir şüphe İle itham olunamaz.» «Gafil kadınların etlerini yemeden aç sabahlar.» Bunun Özerine Aişe ona:

  Lâkin sen böyle değilsin! dedi. Mesrûk diyor ki: Ben de Âişe'ye : Yanma girmek için ona niçin izin veriyorsun. Halbuki Allah:

«Bu cemaattan iftira işinin büyük kısmını üzerine alan için, büyük azab vardır.» [22] buyuruyor dedim. Âişe :

  Körlükten   daha   şiddetli   azab   ne   olabilir.    Ama   o   Resûlüllah (SallallahtL Aleyhi ve Sellem) nâmına müdâfaada bulunuyordu yahut hicve­diyordu, dedi.

 

(...) Bize bu hadîsi İbnü Müsennâ rivayet etti. (bedi ki) : Bize tbnü Eb! Adiy, Şu'be'den bu isnadda.rivayet etti ve şöyle demiştir:

«Âişe: O Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i müdâfaa ediyordu, dedi.» Fakat iffetlidir, akıllıdır sözlerini anmamıştır.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Mcğazi»   ile   «Kitâbu't-Tefsir-'de tahric etmiştir.

Teşbih : Gazel okumak, yâni içinde kadınların medh-ü senâsma dâir sözler bulunan şiir söylemektir.

Hz. Hassân'ın okuduğu beyt uzun bir kasidesinden alınmadır. Burada o Hz. Âişe 'yi medh-ü sena etmektedir. Beytten murad; onun iffetli, akıllı, her şüpheden beri ve kimseyi gıybet etmez bir kadın oldu­ğunu anlatmaktır. Hz. Hassan bu beytte telmihli bir istiare yap­mıştır. Ve :

«Sizden biriniz, ölü olduğu halde kardeşinin etİnİ yemeyi sever mİ?» [23] âyet-i kerîmesine işaret etmiştir. Bu âyette din kardeşini zemmetmek. onun ölü etini yemesine benzetilmiştir.

Gafil kadınlardan murad; kalblerinde kötülükten eser olmayan iffet ve namuslu hanımlardır. Böylelerİn kendi haklarında söylenenlerden bile haberleri olmaz. Binâenaleyh onlar hakkında bu tâbiri kullanmak iffetli demekten daha beliğdir.

Hz. Âişe 'nin Hassân’a : «Lâkin sen böyle değilsin» demesi ifk hâdisesinde Hz. Âişe'yi gıybet edenlerden biri olduğuna işaret içindir.

Hz. Hassan son Ömründe âmâ olmuştu. Âişe (Radiyallahü anha) «körlükten daha şiddetli azab ne olabilir.» sözüyle buna işaret et­miş; o hak ettiği belâyı buldu, demek istemiştir.

 

156- (2489) Bİze Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen haber verdi.   (Şöyle demiş) :

 Hassan   yâ Resûlallah! Bana Ebû Sü£yân baklanda hiciv için izin ver   dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben ekrobos, olduğum halde onu nas.l yapacak™?» buyurdu. Has

Sâl1 L Seni kerim talan Allah'a yemin olsun ki, seni onlardan hamurdan

 

(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abde ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve bu isnadla rivayet etti. Âişe : «Hassan b. Sabit müşrikleri hicvetmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/tem/den izin istedi.» demiş.

Râvi Ebû SüfySn'ı anmamış; Hamîr kelimesinin yerine acîn demiştir.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitâbu'I-Menâkıb» ile  «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.

Ebû Süfyân 'dan murad; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in amcası oğlu Ebû Süfyân b. Haris b. Abdil Mutta1ib'dir. O zaman henüz müslüman olmamış Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile müslümanlara eziyet ediyordu. Bilâhare o da müslli­manlığı kabul etti. Ve iyi bir müslüman oldu.

Hamîr ve Acîn kelimeleri hamur mânâsına gelirler. Hz. Has­san: «Seni onlardan, hamurdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım» sö­züyle : Senin nesebini onların hicvinden nazikâne bir şekilde kurtaraca­ğım. Öyle ki, nesebinden hiç bir cüz onlara yaptığım hicivde dâhil kal­mayacak. Nitekim bir kıl, hamurdan çekip çıkarılırsa, hamurda ondan hiç bir şey kalmaz. Fakat sert bir şeyden çekilirse, çok defa kopar da bir kısmı kalır, demek istemiştir.

Binti Mahzûm Fâtıme binti Amr b. Âi.z b. Imran b, Mahzum 'dur' Bu kadın Abdulmuttalib oğul­larından üçünün îinnesidir. Bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in babası Abdullah ile Ebû Tâlib ve Zübeyr 'dir. Hz. Hassan «Senin baban ise köledir.» sözüyle Ebû Süfyâ 'a sövmüştür. Öyle ki, Ebû Süfyân'm babaannesi Sümeyye

binti   Mevheb 'dir.  Mevheb Abdi Menâf oğullarının kölesidir. Ebû   Süfyân'in annesi de öyledir.

Hz. Hassan bu beytten sonra şunu söylemiştir: «Onlardan Zühre oğullarını doğuranlar şereflidirler, senin- kocakarıların ise şer.efe yaklaşmazlar bile!»

İmam Müslim bu beyti almamıştır. Fakat asıl fayda ve murad bununla tamam olur. Hassan (Radtyailahu anh) : «Senin kocakarıların ise şerefe yaklaşmazlar bile!» sözüyle Ebû Süfyân'm annesini kasdetmiştir.

 

157- (2490) Bize Abdül-Melik b. Şuayb b, Leys rivöyet etti. (Dedi ki) : Bana baham dedemden rivayet etti. (Demiş ki) ■'. Bana Hfılid b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Saîd b. Ebî Hilâl, Umara b. Gaziyye1den, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme b. Abdirrahnıan'-dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallattahii Aleyhi ve Sellem):

«Kareyş'i hicvedin, çünkü bu onlara ok atmaktan daha ağır gelir.» buyurmuş ve tbnS Revfiha'y» haher göndererek : «Onları hicvetl» demiş. O da Kureyş'i hicivde bulunmuş, fakat Peygamber (SallalîahÜ Aleyhi ve SeUem)'i razı edememiş, Bunun Üzerine Ka'b b. Mâlik'e, daha sonra Has­san h. Sâhit'e haber göndermiş. Hassan onun yanına girince : Sizin için kuyruğu ile çarpan bu arslana (haber) göndermeniz zamanı gelmiştir, de­miş. Sonra dilini çıkararak onu oynatmağa "başlamış ve :

— Seni Hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, onları di­limle deri parçalar gibi parçalayacağım! demiş. Bunun üzerine Resûlfillah (SallalîahÜ Aleyhi ve Sellem):

«Acele etme! Çünkü Eb& Bekr Kureyş'in neseblerini en iyi bilen kim­sedir. Benim de onlar arasında nesebim var. Tâ ki, senin için benim ncseini hülâsa etsin.»  buyurmuş. Hassan hemen ona gitmiş sonra dönerek:

— Yâ Resûlallah! Bana senin nesebini hülâsa etti. Seni hak (din) ile Öndercn Allah'a yemin ederim ki, seni onlardan hamurdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım, demiş.

Âişe şunu söylemiş: Bunun üzerine Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Hassân'a :

«Sen Aliah ve Resulü namına müdafaada bulundukça hiç şüphesiz Ruhu'l-Kudüs seni te'yide devam edecektir!» buyururken işittim.

Âişe şunu da söylemiş: Ben Resul ülhıh (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem)'i:

«Hassan onları hicvetti ve hem şifa verdi, hem şifa buldu.» buyurur­ken işittim.

Hassan şöyle demiş :

«Sen Muhammed'i hicvettin. Ben de onun nâmına çevab veriyorum. Bunda Allah katında .mükâfat vardır. Sen Muhammed'i nezih, mütteki, Resûlüllah, ahlâkı vefakârlık olduğu halde hicvettin. Hiç şüphe yok ki, babam onun babası ve benim ırzım, Muhammed'in ırzını sizden korumak için muhafızdır. Eğer atlar;mızi Kedâ yolunun iki tarafından toz kaldı­rırken görmezseniz kızcağızımı kaybedeyim. O atlar üzerinize gelirken gemlerini çekerler. Sırtlarında ince mızraklar vardır. Atlarımız pek hızlı koşarlar. Kadınlar baş örtüleriyîe onların tozlarını alırlar. Şayet bizden yüz çevirirseniz ömre yaparız. Fetih müyesser oHır. Perde de kalkar. Aksi takdirde Öyle bir günün çarpışması için sabredin ki, o günde Allah dile­diğini aziz kılar. Allah : Ben hakkı söyleyen, bunda hiç bir gizlilik olma­yan bir kul gönderdim, demiştir. Allah : Ben bir ordu hazırladım ki, on­lar maksatları düşmanla karşılaşmak olan ensârdır, buyurmuştur. Bizler için ma'd'dan {yâni Kureyş'den) her gün ya sövmek, ya harb, yahut hiciv vardır. Ama Resûlüllah'ı sizden hicvedenle medhedip yardımında bulu­nan müsavidir. Allah'ın Resulü Cibril aramızdadır. Bûhu'l-Kudüs'ün hiç bir dengi yoktur.

Bu hadîsi Buhâri muhtasaran «Menâkıb», «Megâzî» ve «Edeb» bahislerinde tahric etmiştir.

Peygamber (SaîlaUahii Aleyhi ve Seüem) 'in müşrikleri hicvettirmesinden maksat müşrikleri kahretmektir. Ccnâb-ı Hak küf fara karşı sert davran­mayı ve cihâdı emretmiştir. Bu hiciv onlara harbte atılan oklardan da ağır gelmiş; çantalarına ot tıkamıştır. Bundan dolayı küffarı hiciv men-dûb olmuştur. Yalnız harbte olduğu gibi burada da hicve evvelâ küffârm başlamasını beklemelidir. Zira müslümanlarm başlaması küffânn İslâm dinine ve müslümanlara sövmelerine sebep olur. Bu ise nass-ı Kur'ân'la menedilmiştir. Teâlâ Hazretleri :

«Allah'tan  başkasına  ibâdet edenlere sövmeyin  ki,  onlar da hiç bir bilgileri olmadığı halde (yerlerinden) sıçrayarak Allah'a sövmesinler!» [24] buyurmuştur. Bunda bir de müslümanlarm dillerini fuhşiyata alışmaktan korumak vardır. Mamafih zaruret varsa hicve müslümanlar da başlayabilir.

Hz. Hassan kendini kükremiş arslana, dilini de onun kuyru­ğuna benzetmiştir. Arslan kızdığı vakit kuyruğun sağa sola çarpar. Buna işaretle o da dilini çıkararak iki tarafa hareket ettirmiştir.

Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Hassan hem şifâ verdi, hem şifâ buldu.» sözünden murâd; hem mü'-minlere şifâ verdi, yâni onları memnun etti. Hem de İslâm'ı ve müslü-manları müdâfaa etmek suretiyle kendi gönlü rahat oldu, demektir.

Kedâ : Mekke 'nin yükarısmdaki dağ yoludur. Aşağısındaki yo­lun ismi de Küdâ'dır.

«Müslim» sarihlerinden Übbi'ye göre Hz. Hassan bu hicvi Mekke 'nin fethinden önce Hudeybiye ömresinde müslümanlar Kâ'be'yi tavafdan men edildikleri vakit yapmıştır. İbnü Hişâm'-m kavli de budur.

Hadîs-i şerif kendilerine emân verilmemiş olan küffârı hicvetmenin caiz olduğuna ve Hz. Hassân'ın faziletine delildir.

 

35- Ebu H hüreyrete’d-Devsi(Radiyallahu anh) Faziletlerinden Bir Bab

 

158- (2491) Bise Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus El-Yemâmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tkrirae h. AmmAr Ebû Kerfr Yeeid ij. Abdirrahman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Bbû Hü-reyre rivayet etti. (Dedi ki) : Annem'i İslâm'a davet ediyordum. Kendisi müşrik idi. Bir gön onu davet ettim de bana Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellerri) hakkında hoşlanmadığım sözler işittirdi. Bunun üzerine ağlaya­rak Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldim:

  Yâ Resûlallah! Ben annemi İslâm'a davet ediyordum da kabulden çekiniyordu. Bugün kendisini yine davet ettim; bana senin hakkında hoş­lanmadığım sözler işittirdi. İnıdİ Ebû Hüreyre'nin annesine hidâyet ver­mesi için Allah'a duâ et!  dedim.    Bunun üzerine Resûlüîlah    (Sallallaha A leyhi ve Seİlem):

«Allah'ım! Ebû Hüreyre'nin annesin» hidâyet veri» diye duâ etti. Ben Nebiyyollah (Sallallahü Aleyhi vs S?ltem)"m duasına sevinerek çıktım. (Eve) gelerek kapıya dayandığımda onun kapalı olduğunu gördüm. Derken an­nem ayak seslerimi işitti ve:

  Yerinde dur ey Ebû Süreyre!  dedi. Bir de suyun şırıltısını işit­tim. Annem yıkandı, gömleğini giydi. Acele baş örtüsünü sardı. Arkacı-ğından kapıyı açtı. Sonra şunu söyledi :

  Yâ Ebâ  Hüreyre!  Ben  Allah'dan  başka  ilâh  olmadığına  şehâdet ederim. Mnhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna da şehâdet ederim. Ben hemen Resûlülîah (Sailallahil Aleyhi ve Seİlem) 'e döndüm. Sevincimden ona ağlayarak geldim:

  Yâ Resûlallah, müjde! Allah senin duanı kabul etti ve Ebû Htireyre'nln annesine bidayet verdi, dedim. Bunun  üzerine Allah'a hamdü sena etti. Ve hayırlı sözler söyledi.

— Yâ Resûlallal»! Annemle beni mü'mİn kullarına, onları da bize sev-dirmeıi için Allah'a duâ et! dedim. Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah'ım! Şu kulcoğızını —yâni Ebû Hüreyre'y'ı— ve annesini mü'-min kullarına, mü'mİnleri de bunlara sevdir!» diye duâ etti. Artık yaratıl­mış hiç bir mfi'min yoktu ki, beni işitsin veya görsün de benî sevmemiş olsu».

 

150- (2492) Biie Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr fa. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb hep birden Süfyân'dan rivayet ettiler. Züheyr dedi ki : Bize Süfyân b. Uyeyme, Zührî'den, o da A'rac'dan naklen rivayet etti. İ-'rac çöyle demiş : Ben Ebû Hüreyre'yi §uau söylerken işittim: Sis Ebû Hflreyre'nm Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden çok hadîs rivayet ettiğini söylüyorsuıjuz. Varılacak yer Allah'ın huzurudur. Ben fakir bir adam idim. Resûlüllah (Sallallahii Atayhlve Selletn)'e boğaz tokluğuma hiz­met ediyordum. Muhacirleri pazar yerlerindeki pazarlık meşerul ediyor­du. Ettsârı da mallarına bakmak meşgul ediyordu. Derken Sesftlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kim elbisesini yayacak ki, bir daha bendan işittiği bir şeyi kat'iyyen unutmasın!» buyurdu. Ben hemen elbisemi yaydım. Tâ ki, sözünü bitirdi. Sonra onu kendime topladım. Bir daha ondan işittiğim bir şeyi unutmadım.

 

(...)Bana Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâlid rivayet etti.  (Dedi Ma'n haber verdi.  (Dedi ki) : Bize Mâlik haber verdi. H. Abd b. Humcyd de rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi.  (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi.

Her ıkİ râvi Zührî'den, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen bu isnadla rivayet etmişlerdir. Yalnız Mâlik'in hadîsi Ebû Hüreyre'nin sözü bitiıJcî sona ermiştir. Hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den rivayet edilen «Kim elbisesini yayacak? ilâh...» kısmını anmamıştır.

 

160- (2493) Bana Harmele b. Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'-dan naklen haber verdi. Ona da Urve b. Zübeyr rivayet etmiş ki, Âişe (Şöyle defrıiş) : Ebû Hüreyre'ye şaşmaz mısın! Gelerek hücremin yanıba-şıııa oturdu. Peygamber (Sallallahü A leyhl ve Seliem) 'den hadîs rivayet edi­yor; bunU bana işittiriyordu. Ben nafile namaz kılıyordum. Namazımı bitirmeden kalktı gitti. Ona yetişseydım kendisine red cevâbı verecek:

— Şüphesiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadîsi sizin ser-dettiğiniz gibi serdetmezdi diyecektim.

 

(2492) İbni Şihâb demiş ki : İbnü'l-Müseyyeb şunu söyledi. Ebû Hü­reyre dedi ki: Ebû Hüreyre çok hadîs rivayet etti diyorlar. Varılacak yer Allah'ın huzurudur. Bir de neden Muhacirlerle Eıısâr onun hadîsleri gibi (çok) hadîs rivayet etmiyorlar, diyorlar. Bunun sebebini size haber ve­reyim. Ensârdaıı olan kardeşlerimi topraklarında çalışmak meşgul edi­yordu. Muhacirlerden olan kardeşlerimi de pazar yerlerindeki pazarlık işi meşgul ediyordu. Ben de boğaz tokluğuna Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliemi (in hizmetin) e devam ediyordum. Onlar bulunmadığı vakit ben bulunuyor; onlar unuttuğu vakit ten belliyordum. Gerçekten bir gün Re­sûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Hanginiz elbisesini yayacak da benim şu hadîsimden (bir şeyler) cca-cak. Sonra onu göğsüne toplayacak. Muhakkak o, benden işittiği bir çeyİ unutmayacaktır!» buyurdu. Hemen üzerimde bulunan bir cüblseyi yaydım. Tâ sözünü bitirinceye kadar! (bekledim). Sonra onu göğsüme topladım. O günden sonra bana söylediği bir şeyi bir daha unutmadım. Eğer Al­lah'ın kitabında indirdiği iki âyet olmasaydı; ebediyyen bir şey rivayet etmezdim.

«Bİzim İndirdiğimiz doğru yolu ve beyyineleri gizleyenler yok mu... [25] ilâh...»   buyurmuştur.

 

(...) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yemân, Şuayb'dan, o da Zührî'den naklen haber ver:li. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman ha­ber verdiler ki, Ebû Hüreyre : «Siz Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den çok hadîs rivayet ettiğini söylüyorsunuz...» demiş. Râvi yukarkilerin hadîsi gibi rivayet etmiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Büyû», «Kitâbu'1-İlim» ve «Kitâ-b:ı'l-İ'tisâm»'da tahric etmiştir.

Hz. Ebû Hüreyre 'nin ismi ve künyesi hakkında kitabımızın baş taraflarında tafsilât vermiştik. İsmi hakkında pek çok ihtilâf olunmuşsa da Abdurrahman b. Sahr olduğu tercih edilmiştir. Sahîb. kavle göre hicretin elli dokuzuncu yılında yetmiş sekiz yagmda ol­duğu halde Medîne'de vefat ederek «El-Bakî» nâmmdaki kabristana de fn olunmuştur.

Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den beşbinüçyüzaltmıgdört (5364) hadis rivayet etmiş ki, ashab-ı kiramdan bu kadar hadîs rivayet eden ve­ya bu adede yaklaşan başka bir kimse yoktur. Hz. Ebû Hüreyre çok hadis rivayet etmasinin sebebini anlatırken : -Varılacak yer Allah'ın huzurudur.» diye söze başlamıştır ki, bundan maksadı: Ben kasden yalan söyUdimse beni hesaba çekecek, hakkımda kim sûizanda bulunursa onu da hesaba çekecektir, demektir. Kastalânî'ye göre bu sözün mânâsı : Siz rai inkârınızda haklı, yoksa ben mi, çok hadîs rivayet etmekte haklı olduğumu kıyamet gününde göreceksiniz, demektir. Bu söz bir itiraz cüm-l«sidir. Ve bu gekilde te'vîli zarurîdir. Çünkü Mev'ıd kelimesi iaroi zaman, ismi mekân ve maadan mîmî olarak kullanılır. Halbuki Allah Teâla'ya bunların hiç birini ıtlak etmek doğru değildir.

Hz. Alge, Ebû Hüreyre 'nin bir meclisde çok hadîs riva­yet etmliine gaşmış; namazda olmasa Ebû Hüreyre'ye red ve in­kârda bulunacağını söylemiştir.

Hadisi serdetmek, arka arkaya sıralayıp ara vermeden rivayet et­mektir,

Safk : El çarpmak manasınadır. Pazarlık edenler şiddetle ellerini bir­birlerinin ellerine çarparak «Var hayrım gör!» dedikleri için bu aözle alış­verişten kinaye yapılmıştır.

Hz. Aişe'nin kıldığı nafilenin kuşluk namazı olduğu söylenir. Be-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Ebû Hüreyre 'nin an­nesi hakkındaki duasının derhal kabul edilmesi Ebû Hüreyre1-nin cübbesini yaması ve bir daha bellediğini kat'iyyen unutmaması birer nübüvvet nişanesi birer mucizedir.

Eu hadîsler Hz. Ebû Hüreyre 'nin faziletine ve bir nimet karşılığında Allah'a hamd gerektiğine delildirler.

 

36- Bedir Gazilerinin (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab ve Hatib b. Ebi Beltea Kıssası

 

161- (2494) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb, İshâk b. İbrahim ve îbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Amr'uı-dır. İshâk: Ahberanâ; ötekiler ise ; Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (De­diler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Amr'dan, o da Hasen b. Muhammed'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ubeydullah b. Efeî Râfi' —ki bu zât Ali'nin kâtibidir — haber verdi. (Dedi ki) : Ali (Radiyallahu anh) '1 şunu

Boylerken işittim: Resûlüllah   (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı gönderdi ve:

«Hâh bahçesine gidin! Orada bir câriye var, beraberinde de bir mek­tup. O mektubu ondan al;n!» buyurdu. Hemen allarımızı koşturarak yola koyulduk. Birden kadın karşımıza çıktı:

  Mektubu çıkar!  dedik.

  Bende mektub  yok!  dedi.

— Yâ bu mektubu çıkarırsın yahut elbiseleri bırakırsın!  dedik. Bu­nun üzerine örülü saçlarının arasından  mektubu çıkardı. Bİz de onu Re­sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)^ getirdik. Bir de ne görelim mektuV da Hâtib b. EM Beltea'dan  Mekkeli müşriklerden  bazı kimselere  hitah ediliyor. Onlara Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'m bâzı işlerini ha­ber veriyor. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yâ Hâtıb! Bu ne?»  dedi, Hâtıb ;

  Üzerime varmakta acele etme ya Resûlallah! Ben Kureyş'e bitişik biı* kimse idim.  (Süfyân :  Onların müttefiki idî;  ama  kendilerinden de­ğildi, demiş.) Seninle beraber bulunan muhacirlerden onlara akraba olan­lar vardı. Bu karabet sebebiyle ailelerini himaye  ediyorlardı. Benim ne­şe 3 cihetinden onların arasında yakınım olmayınca, onlardan dost edinip onunla akralamı himaye etmelerini arzu ettim. Bunu küfür etmek veya dinimden  dönmek için  yapmadım.  Müslüman  olduktan  sonra küfre rûzı olduğum için  de yapmadım,  dedi. Bunun  üzerine  Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Doğru söyledi!..»   dedi. Ömer ise :

  Bana müsaade fcuyur yâ Resûlallah! Şu münafığın boynunu vura-ı! dedi. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz o  Bedr'de bulunmuştur.  Ne biliyorsun,  ola  ki,  Allah  Bedv bâzİlerinin hallerine vâkıf olmuş da : "Dilediğinizi yapın! Sizi affettim" bu-urmuştur.»   dedi.

Arkacığından Allah   (Azze ve Celle);

«Ey iman edenler! Benim düşmanımla sîzin düşmanınızı dost edinme-yijn!» [26] âyetini indirdi,

Ebû Bekr'le Züheyr'in hadîslerinde âyet zikıedilmemiştir. İshâk ken-rivâyetinde onu Süfyân'm tilâveti olarak nakletmiştir.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Fudayl rivayet etti. H.

Bİze İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdris haber verdi,. H.

Bize Rîfâa b. Heysem El-Vâsitî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Abdillah) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Husayn'dan, o da Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû Abdirrahman Es-Sülemî'den, o da Ali'den nak­len rivayet ettiler. Ali şöyle demiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) beni, Efcû Mersed'i Ganevî'yi ve Zübeyr b. Avvâm'ı gönderdi. Hepimiz atlı idik :

«Gidin, tâ Hâh bahçesine varın. Orada müşriklerden bir kadın var ki, beraberinde Hâtıb'dan müşriklere yazılmış bîr mektub bulunuyor...» buyurdu.

Râvi, Ubeydullah b. Ebî Râfi'in, Ali'den rivayet ettiği hadîs mânâ­sında nakletmiştir.

 

162- (2495) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi ki, Hâtıb'ın bir kölesi Ke-sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'^ Hâtıb'ı şikâyete gelerek:

— Yâ Resûlallah! Hâtıb mutlaka cehenneme girecektir, demiş. Re­sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)  de:

«Hatâ ettin! O cehenneme girmez! Çünkü Bedr ve Hudeybiye gaza­larında bulunmuştur.»  buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâhu'l-Cihâd», «Kitâbu'l-Meğâzî» ve «Ki-âbu't-Tefsir»'de;    Ebû    Dâvud    «Cihâd»'da;    Tirmizî ile Nesâî  «Tefsir» bahsinde muhtelif râvilerdcn tahric etmişlerdir.  Hâh bahçesi;    Mekke    ile    Medine  arasında  bir  yerdir.

Medîne'ye on iki mil mesafededir.

Zaîne : Hevdec içinde taşınan kadın demektir. Bâzılarına göre Nefs-i Hevdecdir. (Hevdec; İçine insan binen ve develerin üstüne yüklenen bir nevi  sandıktır.) '

Kadının ismi ihtilaflıdır. Bâzıları Sâre , bir takımları Ümmü Sare olduğunu söylemişlerdir. Kenûd diyenler de vardır. Bu ka­dının şarkıcı olduğu ve KesûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) hakkında hi­civ şarkıları okuduğu; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emri ilo feth gününde öldürüldüğü rivayet olunur.

Hatıb'm kadına on altın vererek onunla Mekkeliler'e mektub gönderdiği Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in onlarla harb etmek istediğini haber vererek hazırlıklı olun dediği, bunun üzerine Cebrail (Aleyhisselâm) inerek Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e keyfiyeti haber verdiği de nakledilen rivayetler cümlesindendir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Casusların —erkek olsun, kadın olsun— mektubları okunmak suretiyle sırları meydana çıkarılır.

2- Casus ve  diğer büyük  günah  sahipleri  tekfir  edilmezler.  Fakat casusluğun büyük günahlardan olduğu kafidir.

3- Hükümdarın izni olmaksızın âsiye haddi şer'î ve ta'zir gibi ce­zalar tatbik edilemez.

4- Hükümdara veya hâkime müşavirleri kendi fikirlerini söyleyebi­lirler. Nitekim Hz. Ömer, Hâtıb'm boynunu vurmak, fikrinde olduğunu söylemiştir.

İmarn-i Âzam 'la Evzâî'ye göre müslüman casus öldürül­mez. Fakat dövülür ve uzun zaman hapsedilir. İmam Şafiî ile bir takım ulemaya göre müslüman casus öldürülmez. Ta'zir olunur. Mevki sahibi ise affedilir. Mâ1ikî1er'den bazüarı tevbe etmeyen casusun Öldürüleceğini, bazıları da casusluğu âdet edinen kimsenin öldürüleceğini söylemişlerdir.

5- Yalan lâfzı- kasıtlı olsun, yanlışlıkla söylensin vâkıın hilafını ha­ber vermekte kullanılır.

6- Hadîs-i şerif Bedr ve Hudeybiye gâzileriyle Hz. Hâtıb'in faziletine delildir. Çünkü o da Bedr    gâzîlerindendir.

 

37- Ashab-ı Şecerenin Yani Bey'at-ı Rıdvan'da Bulunanların (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab

 

 

 

 

163- (2496) Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Güreye şunu söyle­di : Bana EbûVZübeyr haber verdi ki, Câbir b. Abdtllâh'i şöyle derken işitmiş : Bana Ümmü Mübeşşir haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)% Hafsa'nm yanında şöyle buyururken işitmiş :

«Cehenneme inşaallah, ağacın altında bey'at eden şecere ashabından hiç bir kimse girmez.»  buyururken işitmiş :

— Hayır yâ Resûîallahî  O da kendisini men etmiş. Bunun üzerine

Hafsa :

«Sizden hiç bir kimse yoktur kir o cehenneme gelmesin.» [27] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:  

«Allah (Azze ve Celle) Sonra' Allah'dan korkanları kurtaracağız ve zâlimleri orada diz çökmüş halde bırakacağız [28] buyurdu.» demiş.

Ulemânın beyânına göre bu hadîsden murad Hudeybîye'de ağaç altında Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e bey'at edenlerden hiç birinin cehenneme girmeyeceğini kat'î surette bildirmektir. Nitekim bun­dan önceki Hâtıb hadîsinde de sarahaten bildirilmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'in burada «İnşaallah» demesi şüphe ettiği için değil, teberrük maksadıytedir.

Hz. Hafsa'mn itiraza benzeyen sözü, hakikatte itiraz değil, is-tirşâd, yâni o bâbdaki hükmü anlatmasını istemektir. Cenâb-i Hak Kur'ân-ı Kerîm'de herkesin cehenneme geleceğini bildiriyor. Bu nasıl ola­cak, beni bu bâbda irşâd et! demek istemiştir. ResûUillah (SallallahU Aleyhi ve Seîlem) de onun okuduğu âyetin alt tarafım göstererek ehl-I takva mü'-minlerin cehennemden kurtarılacağına, orası zâlim küffârın yeri olduğu­na işaret buyurmuştur. Sahih kavle göre âyet-i kerîme'deki cehenneme gelmek tâbirinden murad sırat köprüsüdür. Sırat cehennemin üzerine ku­rulmuştur. Binâenaleyh bütün insanlar bu köprüden geçmek üzere cehen­nemin kenarına gelecekler; günahsız mü'minîer sıratı rahatlıkla geçecek cezalılarla küffâr geçemeyip cehenneme düşeceklerdir.

Hudeybiye'de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)1^ bey'at edenlerin sayısı bir rivayette bindörtyüz (1400), diğer rivayette beşyüz (500) dür.

 

38- Ebü Musa'l-Eş'ari İle Ebü Âmiri Eş'ari (Radiyallahû anhüma) ‘ın Faziletlerinden Bir Bab

 

164- (2497) Bize Ebû Âmir-i Eş'arî ile Ebû Kûreyb hep bîrden Ebû Üsâme'den rivayet ettiler. Ebû Amir dedi İd : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Büreyd, dedesi Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Seilem) in yanında idim. Kendisi Mekke ile Medine arasındaki Ci'râne'ye inmişti.

Yanında Bilâl vardı. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e Bede-vî bir adam gelerek :

 Yâ Muhammedi Bana vâdetüğini yerine getirmeyecek misin? de­di. Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Selle/n)  de ona;

«Müjde!»  dedi. Bedevî :

  Bana bu müjde kelimesini çok söyledin! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahit Aleyhi ve Seilem)  öfkeli kılığında Ebû Musa ile Bilâl'e dönerek:

«Bu çıdam mü"|deyi reddetti. Siz bari kabul edin!» buyurdu. Onlar:

  Kabul ettik yâ Resûlallah! .dediler.    Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve kelleni) içinde su bulunan Mr tas istedi ve elleriyle yüzünü onun içinde yıkadı, içine de püskürdü. Sonra :

«Bundan için ve yüzlerinize, göğüslerinize serpin. Size müjdeler olsun!» buyurdu. Ebû Musa ile Bilâl tası aldılar ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in emrettiğini yaptılar. Müteakiben Ümnıü Seleme perdenin ar­kasından :

  Kabınızdakinden anneniz için de artırın!  diye seslendi. Onlar da kendisine bir miktar (su) artırdılar.

Bu hadîsi Buhârî «Kit5bu'l-Meğâzî»'de ve muhtasaran «Taha­ret» bahsinde tahric etmiştir.

Kaadî lyâz, Ci'râne 'nin Tâif'le Mekke arasın­da olduğunu, Mekke'ye daha yakın bulunduğunu söylemiş; Fâkihâni: «Ci'râne ile Mekke arasında bir konaklık mesafe var­dır.» demiştir. Bâcî'ye göre bu mesafe onsekiz mildir. Dâvûdî de Ci'râne 'nin Mekke ile Medine arasında olduğunu ka­bul etmemiş: «O ancak Mekke ile Tâif arasındadır» demiştir. Nevevî kat'iyyetle buna kaildir. Gelen Bedevî'ye yapılan va'd ya ona mahsûsdur; yahut umûmîdir. Bundan murad; Huneyn ga­zasında alman ganimetlerin Tâif 'den dönüşde Ci'râne'de taksim edeceğine söz vermesidir. Bedevî ganrmetten nasibinin hemen verilmesi­ni istemişti. Resûlüllah (Sallallahü Akyhi ve Seilem) ona müjde demekle ya taksimin yaklaştığını yahut sabrderse bol sevab kazanacağını anlatmak istemiştir.

' Bedevinin: «Bana bu müjde sözünü çok söyledin!» demesi, Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Selte/nVe karşı saygısızlıktır. Kaadî lyâz diyor ki: «Bu söz bir müslümandan sâdır olsaydı, dinden dönmüş olur­du. Çünkü bunda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)  itham, vaMînin doğruluğu ile alay vardır. Şu var ki. bu söz henüz İslâmiyet kalbine yer etmemiş Arabm eşrafından yeni rnüslüman olmuş bir adamın sözüdür.» Bu adamın    Benî    Temim   kabilesinden olduğu söylenir ki,  Ezvâc-ı Tâhirât'ın hücreleri arkasından bağıranlar bunlardı. Bun­lar âyet-i kerîme'de akılsızlıkla vasıflandırılmışlardır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hadîs-i şerif   Ebû   Mûsa.Bilâl   ve   Ümmü   Seleme (Radiyallahu anh)  hazerâtınm faziletlerine delildir.

2- Hayırlı bir işi müjdelemek rnüstehabdır.

3- Kendisiyle teberrük edilen bir şeyin başına üşüşmek ve onu is­temek müstehabdır.

 

165- (2498) Bize Abdullah b. Berrâd Ebû Amir EI-Eş'arî ile Ebû Küreyh Muhammed b. Alâ' rivayet ettiler. Lâfız Ebû Âmir'indir. (Dediler İÜ) : Bize Ebû Üsâme, Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Huneyn'den ayrılınca Ebû Âmir'i Evtâs'a gidecek ordu üzerine kuman­dan gönderdi. O da Düreyd b. Sımmc'ye rastladı. Düreyd öldürüldü. Ar­kadaşlarını da Allah hezimete uğrattı. Ebû Mûsâ demiş ki : Beni de Ebû Âmir ile gönderdi. Ebû Âmir dizinden yaralandı. Onu Benî Cüşem kabi­lesinden tir adam okla yaraladı. Ve dizine isabet ettirerek çökertti. Ben kendisine vararak :

  Amca seni kim vurdu? diye sordum. Etû Âmir, Ebû Musa'ya işa­ret ederek  (katili gösterdi).

  Benim katilim işte budur. Görüyor musun? Beni işte bu vurdu! dedi. Ebû Mûsâ :

  Ben de kendisine kasdettim. Bilerek üzerine yürüdüm ve ona ye­tiştim. Beni görünce dönerek gitmek istedi. Peşine düştüm. Ve ona :

  Utanmıyor musun? Sen Arab değil misin? Yerinde dursana!  de­meye taşladım. Gitmekten vaz geçti. İkimiz karşılaştık. Ben ve o iki kıhç darbesiyle birbirimize girdik. Kendisine bir kılıç vurarak öldürdüm. Son­ra Ebû Âmir'e dönerek:

  Allah seninkini tepeledi, dedim.

  O halde şu oku çıkar! dedi. Oku çıkardım. Yerinden su yükseldi. Bunun Üzerine :

— Ey kardeşim oğlu! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e git, ben­den kendisine selâm söyle ve de ki : Ebû Âmir sana benîm için istiğfar eyle, diyor.

Ebû Musa demiş ki: Ebû Âmir beni halka emîr tâyin etti. Biraz ya­şadı, sonra öldü. Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)'e döndüğüm­de yanına girdim. Kendisi bir odada hurma dalından dokunmuş bir yatak Üzerinde idi. Yatağı üzerinde bir döşek vardı. Yatağın örgüleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sırtında ve yanlarında iz bırakmıştı. Kendi maceramızla Ebû Âmir'in başına geleni ona haber verdim. Ve dedim ki: Ebû Âmir : «Söyle ona benim için istiğfar buyursun!» dedi. Bunun üze­rine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su istedi. Ve ondan abdest al­dı. Sonra ellerini kaldırdı. Ve :

«Allah'ım! Ebû Âmir Ubeyd'e mağfiret buyur!» diye duâ etti. Hattâ koltuklarının beyazını gördüm. Sonra :

«Allah'ım! Onu kıyamet gününde halkımdan yahut insanlardan çoğuna üstün  kıl!»  diye duâ etti. Ben:

— Yâ Resûlallah! Bana da istiğfar eyle! dedim. Bunun üzerine Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı):

«Allah'ım! Abdullah b. Kays'e günâhını bağışla! Onu kıyamet gününde makbul bir yere koy!»   diye duâ buyurdu.

Ebû Bürde : «Bu dualardan bîri Ebû Âmir'e, diğeri Ebû Musa'yadır.» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kifâbu'l-Meğâzî»'de ve bâzı yerlerini «Ci-hâd» ile «Deavât» bahislerinde tahric etmiştir.

Ebû Âmir'in ismi Tjbeyd b. Süleym olup, Hz. Ebû Mûsâ'nın amcasıdır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı), Hz. Ebû Âmir'i kumandan tayin ederek Hevâzin kabilesi üzerine gön­dermişti. Hevâzinliler hezimete uğradıktan sonra, bazıları Evtas'da toplanmışlardı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) onların tamamiyle işini bitirmek istiyordu.

Düreyd meşhur bir şâirdir. Öldürüldüğü zaman yüzyirmi yaşın­da olduğu söylenir. Kendisini kim öldürdüğü ihtilaflıdır. İbni İshâk'a göre Rabîa b. Rufey'; Bezzâr'm rivayetine göre ise Zübeyr b. Avvâm (Radiyallahu anh') öldürmüştür. Yine İbni İshâk'a göre Hz. Ebû Âmir'i vuran Düreyd'in oğlu Se­leme 'dir.  İbni Hişâm   ise :

«Bana itimâd ettiğim bir zât rivayet etti ki, Ebû Âmir'i Cüşem kabilesinden Evfâ b. Haris ve Ala' b. Haris nâmlarında iki kardeş vurmuşlardır. Onları da Ebû Mûse'i-Eş'arî öldürmüştür.» demektedir. Bu hadîsde Peygamber (SallalloHil Aleyhi ve Sellem ı'in şeriri üzerinde bir döşek bulunduğu bildiriliyorsa da Şeyh Ebû'l-Hasan bunu kabul etmemiş : «Doğrusu şeririn üzerinde dö­şek yoktu şeklinde olacaktır. İbareden nefîy edatı düşmüştür.» demiştir. Filhakika Hz. Ömer'in bir rivayetinde : «Şerirle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seller») in arasında yatak yoktu. Örgüler iki yanında eser bırak­mıştı.»  denilmiştir.

Hadîs-i şerif duanın ve duada el kaldırmanın müstehab olduğuna de­lildir. Gerçi Hz. Enes'den rivayet edilen bir hadîsde : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç yerden taşka ellerini kaldırmamışdir.» de-nilmişse de. o hadîs Hz. Enes'in şâir yerlerde el kaldırdığını görme­diğine hamledilmiştir. Yoksa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in otuz­dan fazla yerde el kaldırarak duâ ettiği sabit olmuştur.

Bu hadîs Ebû Âmir ile Ebû Musa 'nın faziletlerine de delildir. Hz. Ebû Mûsâ'I - Eş'arî'nin ismi Abdullah b. Kays'dır.

 

39- Eş'arillerin (Radiyallahu anhiim) Faziletlerinden Bir Bab

 

166- (2499) Bize E'ûû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eaû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Büreyd, Ebû Bürde'-den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Mûsâ şöyle demiş: Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben geceleyin evlerine girerken Eş'arî yolcuların Kur'ân seslerini pek âlâ bilirim. Her ne kadar gündüzleri evlerine indikleri vakit evlerini gör­memiş olsam da, geceleyin Kur'ân okuyan seslerinden onların evlerini de bilirim. Onlardan biri de Hâkîm'dir. Süvarilere —yahut düşmana demiş — rastladığı zaman onlara : Arkadaşlarım size kendilerini beklemenizi emre­diyor der.»  buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «KitâI-Meğâzî»'de ve bazı parçalarını «Ki-tâbırl-Humus» ile Habeş'e hicret bahsinde tahric etmiştir.

Rufka : Yol arkadaşı olan cemâat demektir. Cem'i Rıfâk gelir. Ha-kîm hikmetten alınma bir kelime olup ya Eş'arîler 'den birinin sı­fatı, yahut ismidir.

Râvi bu zat hakkında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin : «Sü­varilere» mi, yoksa «diişman»'a rastladığı vakit dediğinde şekketmiştir. Şayet düşmana dediyse mânâ şudur : Hakîrn son derece cesur olduğu için düşmandan kaçmaz; bilâkis onların karşısına dikilerek : Süvarilerimizi bekleyin, gelsinler de kozumuzu paylaşın, derdi.

«Süvarilerle karşılaştığı vakit...» demişse, ihtimal ki müslüman süva­rilerini kasdetmîştir. Bu takdirde süvarilere piyade arkadaşlarını bekle­melerini ve düşmanın karşısına beraberce çıkmalarını emretmiş olur.

Hadîs-i şerif Eş'arî1er'in faziletine ve riya olmamak, uyuyan­ları veya namaz kılanları rahatsız etmemek şartiyle geceleyin sesle Kur'ân    okumanın faziletine delildir.

 

167- (2500) Bize Ebû Âmir EI-Eş'arî ile Ebû Kûreyb hep birden Efcû Üsâme'den rivayet ettiler. Ebû Âmir dedi ki: Bize Ebû Üsâme riva­yet etti. (Dedi ki) : Bana Büreyd b. Abdillah b. Ebî Bürde, dedesi Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti.   (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eş'arîler gazada yiyecekleri biter veya Medine'deki çoluk çocukları-nsn yiyecekleri azalırsa ellerindeki yiyeceği bir elbisenin içîne toplar, sonra onu aralarında bir kabın içinde müsavat üzere taksim ederler, imdi onlar bendendir; ben de onlardanım.»   buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri «Küâbu'ş-Şerîke»'de; Nesâi «Kitâbu's-Sîyer»'de tahric etmişlerdir.

Eş'arîler, Yemen'de bir kabiledir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Onlar bendendir; ben de onlardan-m...» sözünün mânâsı aynı yolda olduklarını ve Allah'a tâat hususunda ittifak  ettiklerini mübalağalı bir ırette beyândır. Bazılarına göre bundan murad: Yardımlaşma hususunda benim yaptığımı yaptılar, demektir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hadîs-i şerîf Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'m şehadetiyls Eş'arî1er'in büyük menkabesine delildir. Onları kendisine izafe et­mekle en büyük şeref mertebesine çıkarmıştır.

2- Seferde ve hazarda cemâatin yiyeceklerini bir araya toplayıp ka­rıştırmaları  müstehabdır.  Buradaki  taksimden  murad;  yiyeceklerini bir-biHerine mubah kılmaktır.

3- Yardımlaşmak ve din kardeşini kendine tercih etmek faziletli bir

 

40- Ebü Süfyan b. Harb (Radiyaüahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab

 

168- (2501) Bana Abbâs b. Abdi'1-Azîm El-Anberî ile Ahmed b. Ca'fer El-Ma'kirî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr (Bu zât İbnî Muhammed El-Yemânî'dir) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Zümeyl rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ab-bâs rivayet etti, (Dedi ki) : Müslümanlar Ebû Süfyân'a bakmıyor, onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'c :

  Yâ Netiyyallah! Üç şey var; onları bana ver! dedi. O da : «Pekâlâ!» dedi. (Ebû Süfyân) :

  Bende Arabın en iyisi ve en güzeli Ümmü Habîbe binti Ebî Süf­yân var. Onu sana vereyim! dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Pekiyi!» buyurdular.

  Bir de Muaviye var. Onu huzurunda kâtip yaparsın! dedi. (Yine) ;

«Pekiyi!» buyurdular.

— Bir de beni emîr yaparsın. Tâ ki, vaktiyle müslümanlarla çarpış­tığım gibi, kâfirlerle çarpışayım, dedi.  (Yine)

«Pekiyi!» buyurdular,

Ebû Zümeyl: «Eğer bunu Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem)1 den istememiş olsaydı, ona bunu vermezdi. Çünkü kendisinden bir şey isteni­lirse mutlaka : Evet! cevabını verirdi.» demiş.

Nevevî'nin beyânına göre : Bu hadîs müşkil olmasıyle meşhur hadîslerdendir, İşkâlın vechi şudur ki: Ebû Süfyân ancak hic­retin sekizinci yılında   Mekke 'nin fethedildiği gün müslüman olmuştur. Bu meşhurdur. Hilâfsızdır. Halbuki Peygamber (Sallalküıii Aleyhi ve Selle m), Ümmü Habîbe ile bundan uzun zaman önce evlenmiştir. Ebû Ubeyd'e, Halîfe b. Hayyad, Îbnü'l-Berkî ve cumhur ulemâ onunla hicretin altıncı yılında evlendiğini söylemişler­dir. Yedinci yılında evlendi, diyenler de vardır. Kaadî I y âz onun­la nerede evlendiği hususunda ulemânın ihtilâf ettiğini söyler. Bâzıları «Ümmü Habîbe Habeş'deıı geldikten sonra Medine'de evlendi.» demiş. Cumhur ise Habeşistan :da iken evlendiğini söylemişlerdir. Yine Kaadî Iyâz'm beyânına göre ulema Habeşistan'da Ümmü Habîbe 'nin nikâhını kim kıydığı hususunda dahi ihtilâf etmişler. Bâ­zıları Hz. Osman, bir takımları Ümmü Habibe 'nin izniyle Hâlid b. Saîd b. El-Âsi kıydığını söylemişlerdir. Necâşî kıymıştır» diyenler de vardır. Çünkü o yerin emîr ve sultânı o idi. şunu söylemiştir :   «Müs1im'in buradaki rivayetinde onu Süfyân'm evlendirmiş olması cidden garibdir Ümmüe'nin Ebû Süfyân kâfir olarak Medine'ye geldi-onunla geçen macerası meşhurdur.» adî bundan fazla bir şey söylememiştir.  İbni Hazm Kaadî Ebû Habibği zaman Kaise : «Bu'hadîs râvilerden birinin vehmidir. Çünkü halk arasında hilaf yoktur ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ümmü Habîbe ile fetihden çok zaman evvel, kendisi Habeşistan 'da, babası da kâfir iken evlenmiştir» demiştir. Yine İbni Hazm 'den bir rivaye­te göre : «Bu hadîs mevzudur. Bundaki musibet Ebû Zümeyl 'den rivayet eden İkrime b. Ammâr 'dan gelmektedir.» demiştir. Fa­kat Ebû Amr İbni Salâh, İbni Hazm'in bu iddiasını kabul etmemiş, kendisine ağır sözler söylemiş : «Bu söz onun cesaretin­den ileri geliyor. Çünkü kendisi büyük imamları hatalı çıkarmak ve on­lara dil uzatmak hususunda pek atılgandır. Biz hadîs imamlarından hiç birinin İkrime b. Ammâr'ı hadîs uydurmakla itham ettiğini bilmiyoruz, Onu Veki ' , Yahya b. Maîn ve başkaları mûta-med saymışlardır. Duası makbul bir zât idi. İbni Hazm'in Üm­mü Habîbe evvelden nikâhlanmıştır diye bu hadîs hakkında teveh-hüm ettiği münâfaat ve zıddiyet kendisinin bir hatası ve gafletidir. Zira ihtimal ki Ebû Süfyân Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVm gönlünü almak için nikâhın yenilenmesini istemiştir. Çünkü kendi rızâmı olmaksızın kızının evlenmiş olmasını ihtimal reisliğine ve nesebine bir nakîsa sayıyordu. Yahut böyle bir vaziyet karşısında babanın müslüman oluşunun nikâh akdini yenilemek iktizâ edeceğini sanmıştır. Bundan da­ha açık haller mertebesi Ebû Süfyân 'dan daha büyük, ilmi daha çok ve sohbeti daha uzun bâzı zevata gizli kalmıştır.»  demiştir.

İbni  Sa1âh'm sözü burada sona erer.

Buna karşılık Nevevî de şunları söylemiştir : «Hadisde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in nikâh akdini yenilediğine veya Ebû Süfyân'a nikâhı yenilemek icab ettiğini söylediğine dair bir şey yok­tur. İhtimal ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Pekiyi!..»   sözüyle : Hakikî akidle olmasa da istediğin usul bulur, de­mek istemiştir.

Hadîsden de anlaşılacağı vecihle Hz. Ümmü Habîbe, Ebû Süfyân'm kındır. Ebû Süfyân Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kayınpederi olduğu halde, ashâbm onun yüzüne bakmamaları, yanında oturmamaları Taberânî'ye göre Müslüman olmazdan evvel Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile müslümanlara yaptığı eziyet­lerden dolayıdır. Çünkü onun yaptığını başka hiç bir müşrik yapmamıştı. Nihayet Mekke 'nin fethedildiği gün arzusu hilâfına müslüman olmuş; müellefe-i kulubdan sayılmıştır.

Hadîs-i şerif Hz.    Ebû    Süfyân 'm faziletine delildir.

 

41- Ca'er b. Ebi Talib Île Esma Binti Umeys'in ve Gemilerindekilerin (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab

 

169- (2502) Bize Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ile Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Usâme rivayet elti   (Dedi ki) : Bana Büreyd, Ebû Bürde'den, o da EbÛ Musa dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Biz Yemen'de iken Resûlüllah. (SullaUahü Aleyhi ve Seliem) in zuhuru kulağımıza geldi. Ben ve iki kardeşim —ki biri Ebû Bürde, diğeri Ebû Ruhm'dur. Ben en küçükleriyim — onun ya­nma gitmek üzere muhacir olarak yola çıktık. —Ya küsur demiş yahut kavmimden elliüç veya elliiki adam— sözüne şöyle devam etmiş: Bir gemiye bindik. Gemimiz bizi Habeş'deki Necâşî'nin yanma bıraktı. Onun yanında Ca'fer b. Ebî Tâlib ile arkadaşlarına rastladık, Ca'fer :

— Bizi buraya Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellerri\ gönderdi. Ve burada oturmamızı emretti. Siz de bizmle beraber kalın! dedi. Biz de top­tan hepimiz gelinceye kadar onunla beraber kaldık. Müteakiben Hayber'i fethettiği gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)''e rastladık. Bize (ga­nimetten) hisse verdi. —Yahut bize ondan atıyye verdi demiş.— Hay-ber'in fethinde bulunmayan hiç bir kimseye ganimetten hisse ayırmadı. Yalnız kendisiyle birlikte bulunanlara hisse verdi. Ancak Ca'fer ve arka-daşlarıyle birlikte bizim gemimizde bulunanlar müstesna! Gazilerle be­raber onlara da hisse ayırdı. Bunun üzerine bazı insanlar bize —yâni ge­mide bulunanlara— biz hicrette sizi geçtik, diyorlardı.

 

(2503) Ebû Musa şunu söylemiş: Derken Esma Mnti Umeys —ki bi­zimle beraber gelenlerden biridir— ziyaret için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin zevcesi Hafsâ'mn yanma girdi. Esma, Necâşî'ye hicret edenler arasında hicret etmişti. Az sonra Ömer, Hafsa'nın yanına girdi. Esma da Hafsa'nm yanında idi. Ömer, Esma'yi görünce :

  Bu kim? diye sordu. O da:

  Esma iinti Umeys! dedi. Ömer :

  Şu Habeşistanlı mı? Şu denizli mi? diye sordu. Esma:

  Evet! cevâbını verdi. Bunun üzerine Ömer :

  Hicrette biz kizi geçtik. Binâenaleyh Kesûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve SelUm) n ezdin de biz sizden daha haklıyız, dedi. Esma kızdı. Ve şu i«üu söyledi:

  Yamldın yâ Ömer! Hayır! Vallahi siz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)y\e birlikte idiniz. Aç olanınızı doyurur; câhilinize va'z ederdi. Biz ise uzaklar düşmanlar diyarında —yahut toprağında— Habeşistan'da idik. Bu da Allah ve Resulü uğrundaydı. Alrah'a yemin olsun Vi!  Senin söylediğini Resûlulîah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm)'e anmadıkça ne yemek yerim, ne su içerim. Eziyet ediliyor ve korkutuluyorduk. Bunu Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'e  söyleyeceğim ve  ondan  isteyeceğim. Vallahi ne yalan söylerim, ne de saparım. Bundan fazla bir şey de söylemem, de­di. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)  gelince Esma :

  Yâ Nebiyallah!  Ömer şöyle şöyle söyledi, dedi.    Bunun ürerine Resûlüllah (Saüallahü A Iryhi ve Seliem ı:

«O benim nezdimde sizden fazla hak sahibi değildir. Onun ve arka­daşlarının bir hicreti, sizİnse ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır!» buyurdular.

Esma şöyle demiş : Gerçekten Ebû Musa ile gemi yolcularını takıın takını bana geldiklerini gördüm. Bana bu hadîsi soruyorlardı. Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Seliem fin onlar için söylediklerinden kalblerinde daha büyük, daha sevindirici dünyâda hiç lair şey yoktu.                                 

Ebû Bürde demiş ki: «Esma': Gerçekten Ebû Musa'yı gÖrmüşümdür. Kendisi bu hadîsi benden tekrar tekrar dinlemeyi istiyordu, dedi.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Meğâzî»'de tahric etmiştir. . Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm Habeşistan'a giden­lere atıyye vermesi gazilerin nzâsıyle olduğuna hamledilmiştir. Buhârî'nin rivayetinde bunu te'yid eden sözler olduğu gibi, Beyhakî 'nin rivayetinde sarahaten beyân edilmiş : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selltm) müslümanlarla konuştu ve muhacirleri de onların hisselerine müş­terek yaptı.» denilmiştir.

Hz. Esma' binti Umeys, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden Meymûne (Radiyalîahu anhy nın kız kar­deşidir. Ebû Tâ1ib'in oğlu Ca'fer'le evli idi. O şehid edilince Hz. Ebû Bekr'le evlenmiş, ondan Muhammed b. Ebî Bekr doğmuştu. Ebû Bekr (Radiyalîahu anJı) 'mn vefatından son­ra Hz. Ali ile evlenmiş, ondan da    Yahya    b.  Ali  doğmuştu.

Esma' (R.adiyallahü anha), Hz. Ömer'e «Kezebte» diyerek söze bağlamıştır. Bu kelimenin asıl mânâsı «Yalan söyledin» demekse de Arab-lar onu «Yamldm, hatâ ettiıı» mânâsında kullanmışlardır.

Buadâ': Nesebde yâni soyda uzak olanlar. Buğadâ' : Dinde düşman olanlar mânâlarına gelir. Bu kelimelerle Habeşliler'in Arab ve Müslüman olmadıkları anlatılmak istenmiştir. Filhakika hükümdarları Necâşî'den maada bütün Habeş1i1er kâfirdirler. Necâji de müslümanlığm onlardan gizliyordu.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'m, Hz. Ömer için:

«O benim nezdimds sizden daha ziyâde hak sahibi değildir.» buyur­ması mutlak mânâda değil, sadece hicret husûsundadır. Yoksa Ömer (Radiyalîahu anhyin mertebe ve hususiyeti herkesçe malûmdur.

Habeşistan 'a gidenlerin iki hicretinden murâd; biri Habe­şistan'a, biri de Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma göç

 

42 - Selman, Suhayb ve Bilal (RadiyaHahû anhûm)’ün Faziletlerinden Bir Bab

 

170- (2504) Bize Muhammed b. Hatim rivayet etti. Bize Behz riva­yet etti. (Dedi! ki) : Bize Hammâd b. Seleme, Sâbit'den, o da Muâviye b. Çurre'den, o da Aiz b. Amr'dan naklen rivayet etti ki : Ebû Süfyân, Sel-man ile Suhayb ve Bilâl'ı bir cemâat içindeyken üzerlerine gelmiş. Bunlar:

  Vallahi!  Allah'ın kılıçları adüvvüllahın boynundaki  yerini alma­mıştır, demişler. Ebû Bekr :

  Siz Kureyş'in şeyhi ve reisi için bunu mu söylüyorsunuz? demiş ve hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek haber vermiş. O da:

«Yâ Ebâ Bekr! Ola ki, sen onları kızdırmışındır. Eğer onları kızaVdıy-san muhakkak Rabbİnİ gazaba getirdin!» buyurmuşlar. Arkacığindan Ebû Bekr onların yanına vararak:

  Ey kardeşlerim, sizi kızdırdım mı? demiş. Onlar :

  Hayır! Allah seni affetsin kardeşciğim! demişler.

Ebû Süfyân'm bu gelişi henüz kâfir bulunduğu Hudeybiye sulhundan sonra olmuştur.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellgm), Hz. Ebû Bekr'in Ebû Süfyân hakkındaki, sözlerinden ashabının kızmış olmalarım tahmin ederek, onlardan Özür dilemesine işaret buyurmuş, o da özür dilemiştir. Arkadaşları kendisine ; «Hayır! Allah seni affetsin kardeşciğim!- muka­belesinde bulunmuşlardır. .Kaadî lyâz diyor ki: «Ebû Bekr'in böyle bir sığadan menettiği ve : Allah sana afiyet versin; Allah sana rah­met eylesin de! Fazla bir şey söyleme! dediği rivayet olunur.» Bundan maksad duadan önce lâ kelimesini söyleme ki, sözünün şekli duayı redde-diyormuş gibi olmasın, demektir. Bazıları bu makamda (lâ ve yafffirül-ekellâhu) denilmesinin yâni lâ kelimesi ile cümlenin arasına bir (ve) ge­tirilmesinin daha münâsib olacağını söylemişlerdir.

Hadîs- şerîf Hz. Se1man ve arkadaşlarının faziletine ve zayıf­ların, dindarların gönüllerini almak, onlara hoş muamele etmek gerekti­ğine delildir.

43- Ensar (Radiyalîahu anhüm) 'ün Faziletlerinden Bir Bab

 

171- (2505) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Ahmed b. ALde rivayet ettiler. —Lafız İshâk'ındir.— (Dediler ki) : Bize Süfyân, Amr'-dam o da Câbir b. Abdillah'dan naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş :

«Hani Allah yardımcıları olduğu halde sizden iki taife bozulmayı gö­nülden geçirmişlerdi.» [29] Ayet-ı kerimesi biz Benî Seleme ile Benî Harise hakkınüa nazil olmuştur. Onun inmemiş olmasını dilemeyiz, çünkü Allah (Azze ve Cette):

«Allah onların yardımcıları!..»   buyuruyor.

Bu hadîsi Buhârî «Meğâzî» ve «Tefsir» bahislerinde tahric et­miştir.

Benî Seleme ve Benî Harise ensârdandırlar. Müs­lim sarihlerinden Übbî diyor ki : «Allah Teâlâ her mü'minin yar­dımcısı olduğu halde bu âyette neden bu zevat tahsis buyurulmuş, deni­lirse cevâbı şudur : Bir hükmün nâsla bir kimseye sabit olması umumî fertler meyamnda ona şâmil olmasından daha sağlamdır; çünkü, umumî fertlerden birinin Allah benim yardımcımdır, diye iddiada bulunması sa­dece mü'inin .olması itibariyledir, Böyle bir kimsenin son nefesde ne hal alacağını Allah bilir.»

Hz. Câbir şunu demek istemiştir : Allah Teâlâ bizim kabileleri­miz için :

«Ben onların velîsiyimL» buyururken, bu âyetin bizim hakkımızda inmemiş olması istenir mi? Bu bizim için büyük bir müjde ve şerefdir. Çünkü Cenâb-ı Hak velîmiz olduğunu nassân bildirmiştir.

 

172- (2506) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer ile Abdurrahman b. Mehdî rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da Nadr b. Enes'den, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şb'yle demiş : Itesûlüllah (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'ım! Ensâra, ensânn çocuklarına ve ensâr:n çocuklarının çocuk­larına mağfiret buyur.»   diye duâ etti.

 

(...) Bana bu hadîsi Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla ri­vayet etti.

 

173 _ (2507) Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime (Bu zât İbni Ammâr'-dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tshâk (bu zât İbni Abdillah b. Ebî Tal-ha'dır) rivayet etti. Ona da Enes rivayet etmiş ki: Resûlüllah fSaîlaliahü Aleyhi ve Sellem) ensâr için istiğfarda bulunmuş. Enes: Zannederim: «En-sârm zürriyetlerine ve ensânn azatlılarına» buyurdu. Bunda şekketmiyo-rum, demiş.

 

174- (2508) Bana Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden İbni Uleyye'den rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail Abdi'l-Aziz'den (bu zât İbni Suhayb'dır), o da Enes'den nak­len rivayet etti ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp doğru­larak :

«Allah'ım! Siz bana insanların en makbullerindensiniz. Allah'ım! Siz bana insanların en makbullerindensiniz!» buyurmuş. Ensârı kasdediyor-muş.

 

175- (2509) Bize JYluhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr hep bir­den Gunder'den rivayet e iti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm b. Zeyd'deu rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim : En-sârdan bir kadın, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi de, Resûlül­lah onunla haşhaşa kaldı ve üç defa:

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yGmin ederim ki, siz bana in­sanların en makbulüsünüz.» buyurdu.

 

(...) Bu hadîsi bana Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize İbnü İdrîs rivayet etti. Her iki râvi Şu'he'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.

 

(2510) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed h. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Ka-tâde'yi Enes b. Mâlik'den rivayet ederken dinledim ki, Resûîüllah {Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Şüphe yok kî, ensâr benim midem ve dolabımdır. Gerçekten insanlar çoğalıp azalacaklardır. Binâenaleyh siz onların İyilik edenlerinden kabul edin! Kötülük edenlerinden affeyleyin!»  buyurmuşlar.

Bu rivayetleri Buharı «Kitâbu'l-Meğâzî», «Kitâbu-Menâkıbi-1-Ensâr» ve «Kitâhu't-Tefsir»'de tahric etmiştir.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelen kadın ya Ümmü Sü1eym gibi bir mahremi idi, yahut buradaki başbaşa kalmaktan murâd; herkesin göreceği' bir yere çekilerek, kadının gizli bir şeyler sor-masıdır. Mutlak surette halvet değildir. Çünkü hiç kimsenin görmediği "bir yerde ecnebi bir kadınla başbaşa kalmak haramdır.

Keriş : îşkembe veya mide demektir. Kaadî lyâz: «Kuşun kursağı ne ise, insanın kerişi de odur.» demiştir.

Aybe : İçine elbise konan dolap ve benzeridir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözleriyle ensârın kendisin-hususiyet ve yakınlıklarını anlatmak istemiştir. Übbî diyor ki : «Bu yakınlığı mide ile temsil etmek, onsuz yaşanmıyacağı içindir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben ensârsız olamam, demek istemiştir*

Peygamber (gallaüahü Aleyhi ve Sellem) 'in ensârm çoğalıp azalacaklarını haber vermesi mucizelerinden biridir. Onların kötülük edenlerinin affını istemesi had icâb etmeyen kusurlarına râcidir.

Bu hadîsler ensârı kiramın faziletlerine delildirler.

 

44- Ensar (Radiyallahu anhüm) 'ün Hanelerinin En Hayırlısı Hakkında Bir Bab

 

177- (2511) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'­fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katâde'yi Enes b. Mâlik'den, o da Ebû Üseyd'den naklen rivayet ederken dinledim. Ebû Üseyd şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ensâr hanelerinin en hayırlısı Benî Neccâr, sonra Benî Abdî'UEşhel, sonra Benî Haris b. Hazrec, sonra Benî Saîde'dir. Ensâr hanelerinin hep­sinde hayır vardır.» buyurdular. Bunun üzerine Sa'd : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başkalarını, bizden üstün tutmakdan başka bir şey yap­madı zannediyorum demiş; kendisine, sizi çoğundan üstün tuttu, cevâbı verilmiş.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müseımâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Enes'i Ebû Üseyd'i ensârîden, o da Peygamber {Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'dcn naklen bu hadîsin benzerini rivayet eder­ken işittim.

Bize Kuteybe ile İbni Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H. Bize| Kuteybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-Aziz (yani îbni Muhammed) rivayet etti. H.

Bize İbni Müsennâ Ue İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdü'l-Vehhâb Es-Sekafi rivayet etti.

Bunların hepsi Yahya b. Saîd'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)'âen naklen tu hadîsin mislini rivayet etmişler­dir. Şu kadar var ki, bu hadîsde o Sa'd'm sözünü zikretmiyor.

 

178- (...) Bize Muhammed b. Abbâd ile Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet ettiler. Lâfız İbni Abbâdındir. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zât İbni İsmail'dir) Abdurrahman b. Humeyd'den, o da İbrahim b, Mu­hammed b. Talha'dan naklen rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Ebû Üseyd'i, ibni Utbe'nin yanında hutbe okurken dinledim. Şunu söyledi: ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Ensâr hanelerinin en hayırlısı Benî Neccâr hanesi ile Benî Abdi'l-Eşhel, Benî Haris b. Hazrec ve Benî SSide hcneleıidîr.» buyurdular. Val­lahi! Bunlara birini tercih edecek olsam mutlaka kendi aşiretimi tercih ederdim;.v

 

179- (...) Bize Yahya b. Yahya Et-Temtmî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muğîra b. Abdirrahman, Ebû'z-Zinâd'dan naklen haber verdi. (De­miş ki) : Ebû Seleme şehâdet etti ki, kendisi Ebû Üseyd'i Ensârîyi Re-sûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)'in şöyle buyurduğuna şehâdet ederken İşitmiş :

(Ensör hanelerinin en hayırlısı Benî Neccâr, sonra Benî Abdi'l-Efhel, sonra Benî Haris b. Hazrec, sonra Benî Sâide'dir. Ensûr hanelerinin hepsinde hayır vardır.»

Ebû  Seleme  demiş ki :  Ebû Üseyd  şunu söyledi:     Ben  ResûlüIIah

(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in  üzerinden    yalan  söylemekle   itham olunur muyum, Yalancı olsam kendi kavmim Benî Saîde'den başlardım.

Bu söz Sa'd b. Ubâde'nin kulağına varmış da gücenmiş ve : Biz geriye bırakıldık; dördün en sonuncusu olduk. Bana eşeğimi semerleyin! ResûlüI­Iah (Sallaftahü Aleyhi ve SellemYe gideceğim, demiş. Kardeşi Sehl ise onun­la konuşarak: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selleınj'e red cevabı vermeye mi gideceksin? Halbuki o (bu işi) en iyi bilendir. Sana dördün dördün­cüsü olman yetmiyor mu? demiş. Bunun üzerine Sa'd dönmüş ve : Allah ve Resulü en iyi bilir, demiş. Eşeğinin çözülmesini emretmiş ve çözmüşler.

 

(...) Bize Amr b. Ali b. Balır rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Dâ-vud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb b. Şeddâd, Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. Ona da Ebû Üseydi ensârî rivayet etmiş ki, kendisi Rcsûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SellemY'ı şöyle buyururken işitmiş :

«Ensânn en hayırlısı, yahut ensâr hanelerinin  en  hayırlısı...» Râvİ hanelerin zikri hususunda yukarkilerin hadîsi gibi rivayette bu­lunmuş; fakat Sa'd b. Uhâde (Radiyallahü anh)  kıssasını anmamıştır.

 

180- (2512) Bana Amru'n-Nâkıd üe Abd b. Humeyd de rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Yakub (bu zât İbni İbrahim b. Sa'd'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâîih'den, o da İbni Şihab'dan naklen riva­yet etti. (Demiş ki) : Ebû Seleme İle Ubeydullah b. Abdİllah h. Utbe b. Mes'ud söyledi. Ebû Hüreyre'yİ şöyle derken işitmişler: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlardan müteşekkil büyük bîr meclisdc şöyle buyurdular :

«Size ensâr hanelerinin en hayırlısını söyliyeyim mi?»  Ashâb :

 Evet yâ Resûlallah! dediler. Rcsûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benî Abdi'l-Eşnel'dir.»  buyurdular. Ashâb :

  Sonra kimdir yâ Resûlallah? diye sordular. «Sonra Benî Neccâr'dir!» buyurdu.

  Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler.

«Sonra Benî Haris b. Hazrec'dirî»  buyurdu.

  Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler. «Sonra Benî Sâide'dir!» buyurdu.

  Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler.

«Sonra ensSr hanelerinin her birinde hayır vardır.» buyurdular. Bu­nun üzerine Sa'd b. Ubâde kızarak kalktı ve Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların kabilesini söylediği zaman :

— Biz dördün sonuncusu muyuz? dedi.  (Bununla) ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'vA sözünü Uasdctti.  Kendisine kavminden bâzı zevat:

— Otur! ResûlüIIah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sizin kabilenizi adı­nı söylediği dört kabile içinde söylemesine razı değil misin? Terkedİp adı­nı söylemedikleri, söylediklerinden daha çoktur, dediler.  Sa'd b. Ubâde de ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/'ç söz etmekten vazgeçti.

Bu hadîsi Buharı, Nesâî ve Tirmizî «Kitabu'l-IVIenflkıb»>'de tahric etmişlerdir.

Ensar hanelerinden murâd; kabileleridir, Ker kabile bir mahallede oturur. Oraya «Fülân oğullarının darı» derlerdi. Bundan dolayı birçok ri­vayetlerde «dar» kelimesi zikredilmeksizin «Benî fülân» denilmiştir. En­sâr kabilelerinin birbirine üstünlükleri, müslürnanlığı kabul etmekteki Ön­celiklerine ve müslümanhktalri yararlıklarına göredir.

İbnü Utbe: Ebû Süfyân'm torunu Ve1id'dir. Amca­sı   Muaviye tarafından Medîne'ye vali tayin edilmişti.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Keyfî olmamak şartıyle bâzı kabile ve şahısları birbirinden üstün tutmak caizdir. Bu gıybet sayılmaz.

2- Bu rivayetler ensârın faziletlerine delildir. Bu hususda aralarında fark olmakla beraber bütün ensâr kabilelerinin hayırdan hâli kalmadığını ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nassan haber vermiştir.

 

45- Ensar (Radiyallahu anhüm) İle Güzel Geçinme Hususunda Bir Bab

 

181- (2513) Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr toptan İbnü Ar'ara'dan rivayet ettiler, Lâfız Cehdamî'-lyndir. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Ar'ara rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yûnus b. Ufceyd'den, o da Sabit Eî-Bünânî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş : Bir seferde Cerîr b. Ab-dillah El-Becelî ile yola çıktım. Kendisi bana hizmet ediyordu : Yapma! dedim.

— Ben ensârın Resüllallah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir şey yaptık­larını görmüşümdür. Onlardan biriyle arkadaşlık edersem mutlaka ken­disine hizmet edeceğime yemin verdim, dedi. İbnü Müsennâ ile İbnü Beş­şâr hadîslerinde : «Cerîr, Enes'den daha büyüktü» cümlesini ziyâde etmiş­lerdir. İbnü Beşşâr : «Enes'den  daha yaşlı idi.» demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Cihâd»'da tahric etmiştir. Onun ri­vayetinde Hz. Cerîr'in Enes 'den daha büyük olduğu kaydedil­mektedir.

Seferden murad; gaza için olsun, olmasın yolculuktur.

Hz. Cerîr'in kapalı geçen sözünden maksadı : Ensârın Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se'Jemj'e gösterdikleri ta'zim ve ikramdır. Ensâr'la yol­culuk ederlerse hizmetlerinde bulunacağına yemin vermesi bundandır.

Nevevî diyor ki : «Hz. Cerir'in ensâra hürmeten Hz. Enes'e hizmet etmesi, kendisine intisab edilen zâta — yaşça küçük bile olsa— ikram olunması gerektiğine delildir. Bu hadîsde Cerîr'in te­vazu' ve faziletine, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'i ta'zimine ve onun ihsanda bulunduğu zevata intisab edenlere iyilikte bulunduğuna delil vardır.»

 

46- Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in Gıfar ve Eşlem Kabilelerine Duası Babı

 

182- (2514) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sü­leyman b. Muğîra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl, Abdul­lah b. Samit'ten rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Zer şunu söyledi: Resûlül-lah (SallallahU Aleyhi ve Sellem):

«Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona selâmet versin!» buyurdular.

 

183- (...) Bize TJbeydullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr toptan İbni Mehdî'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : İbnü Müsennâ şunu söyledi : Bana Abdurrahman b. Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İmran El-Cevnî'den, o da Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zcr'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah  (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana :

«Kavmine git de Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem). Eşlem! Allah ona selâmet versin! Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! dedi diye söyle!» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isııadda rivayet etti.

 

184- (2515) Bize Muhammed fa. Müsennâ ile İbnü Beşşâr, Süveyd b. Saîd ve İbnÜ Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdu'1-Veh-hâb Es-Sekafî, Eyyûb'dan, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. IVluâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ri­vayet etti, H.

Bize Muhammed b. Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman b. Mehdi rivayet etti. Her iki râvi dediler ki: Bize Şu'be, Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Kâfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Verkaû', Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kavh b. Ubâde rivayet etti.  H.

Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Ahd b. Humeyd, Ebû Âsım'dan rivayet ettiler. Her iki râvi İbni Cüreyc'den, o da Ebû'z-Zübeyr'-den, o da Câbir'den naklen rivayet ettiler. H.

Bana Seleme b. Şebib de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet, etti. Bu râvîlerin hepsi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeÜem)'ûen naklen : «Eslerri sun!»  diye!

Allah ona selâmet versin!  Gıfâr! Allah  ona  mağfiret buyur-duâ etti  demişlerdir.

 

185- (2516) Bara Lıüşeyn b. Hureys rivayet etti. (Dedi ki) : Bizi Fadl b. Musa, Hüseyn b. Irâk'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eşlem! Allah ona selâmet versin! Gıfâr! Allah ona mağfiret buyur­sun! Bana gelince : Bunu ben söylemedim. Lâkin onu Allah (AzzeveCelle) soyladi.»  buyurdular.

 

186- (2517) Bana Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Leys'den, o da İmrân b. Ebî Enes'den, o da Hanzala b. Ali'den, o da Hufâf b. İmâ El-Gıfârî'den naklen rivayet etti. Hufâf şöyle demiş : Kesûlullah (Sallallahli Aleyhi ve Sellem)  bir namazda:

«AHcih'iin! Benî Lahyan, Ri'I ve Zekvâna lanet eyle! Allah ve Resulüne isyan eden Usayyeye ele! Gıfâr! Allah ona mağfireî eylesin! Eşlem! Allah ona selâmet varsin!»   diye duâ etti.

 

187- (2518) Eİzc Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler, Yahya b. Yahya : Ahberanâ; ötekiler ise : Had-desenâ tâbirini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail b. Ca'rcr, Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti. O da İbni Ömer'i şöyle derken işitmiş : Resûlüllalı (Saüaliahü Aleyhi ve Sellem):

(Gıfâr! Allah ona mağfis-et etsin! Eşlem! Allah ona selâmet versin! Usayye  ise Allah  ve  Resulüne  isyan  etmiştir.»  buyurdular.

 

(...) Bize tbnü Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'I-Vehhab rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti.

Bize Amr b. Sevvâd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnü Vehb ha­ber verdi.  (Dedi ki) : Bana Üsâme haber verdi. H.

Bana Züheyr b. Harb ile EI-Hulvânî ve Abd b. Humeyd, Ya'kub b. tbrâhim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) Bize babam, Sâlih'den rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)1ilen naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişler­dir. Sâlİh ile Üsâme'nin hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu minber üzerinde söylediği bildirilmektedir.

 

(...) b Bana bu hadîsi Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud Et-Tayâlisî rivayet etti. (Dedi ki)

Bize Harb b. Şeddâd Yah­ya'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnü Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittim...

Râvi yukarkilerinin İbni Ömer'den rivayet ettikleri hadîs gibi riva­yette bulunmuştur.

Bu rivayetleri    Buhârî    «Kitâhu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.

Gifar ile Eşlem kabileleri hakkındaki bu duayı Hz, Ebû Zerr'in faziletleri babında da görmüştük.

Hattâbî diyor ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu iki kabileye duâ etmesi müslümanhğı harbsiz darbsız kendi arzûlariyle kabul ettikleri içindir. Câhiliyyet devrinde Gıfâr kabilesi hacıları soymakla itham olunurdu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlardan bu lekeyi silerek, geçmiş suçlarının affolunduğunu bildirmek istemiştir.» Hadîsdeki «Sâleme» fiili harbetmeyip barış içinde yaşadılar manası­nadır. Bazıları bunun bir duâ olduğunu, bir takımları vâkıi haber verdi­ğini söylemişlerdir.   

Kastalâni:  «Şu cinasın güzelliğine bak!

(Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona selâmet versin!) Kulağa ne kadar tatlı, kalbe ne kadar tesirli, tekellüfden ne kadar uzak!.. Bu lâtif tesadüflerdendir. Nasıl olmasın, hevâdan konuşmayan bir zâttan sâdır olmuştur! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fesahati ulaşılmaz

yüksekliktedir.» diyor.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Usayye hakkındaki söz­leri ihbardır. Bunları duaya hamletmeye imkân yoktur. Bu kabile Bi'ri Maûne hâdisesinde hafızları şehid etmiş, böylece hakikaten Allah ve Resulüne isyanda bulunmuşlardı.

 

47- Gıfar, Eslem, Cüheyne, Eşca Müzeyne, Temim, Devs ve Tayyi' Kabilelerinin Faziletlerinden Bir Bab

 

188- (2519) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zid (bu zât İbni Harun'dur) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Mâlik El-Eşcaî, Musa b. Tâlha'dan, jo da Ebû Eyyub'dan naklen haber verdi, (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ensâr, Müzeyne, Cülıeyne, Gtfar, Eşca' ve Benî AbdİHah kabilesinden olanlar benim yardımcılahmdir. Başkaları değil! Allah ve Resulü de onla­rın yardımcılarıdır.»  buyurdular.

 

189- (2520)   Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süîyân, Sa'd b. İbrâhim'den, o da Afcdurrahman h. Hürmüz El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem):

«Kureyş, Ensâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Gıfar vg Eşca' benim yar-dımcılarımdır. Onların Allah ve Resulünden başka yardımcısı yoktur.» buyurdular.

 

(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize batanı rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Şube, Sa'd b. İbrahim'den, bu isnadla bu ha­dîsin mislini rivayet etti. Yalnız bu hadîsde : «Benim bildiğime göre bun­ların bazısı hakkında Sa'd dedi ki...» ibaresi vardır.

 

190- (2521) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşsâr rivayet ettiler. İbnü Müsennâ dedi ki : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ebû Seleme'yi Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet ederken dinledim. Şöyle buyurmuşlar :

«Eşlem, Gıfâr, Müzeyne ve Cühoyne'dsn olanlar yahut Cüheyne, Benî Temİm'le Benî Âmir'den ve iki müttefik olan Esed'llo Ğatafan'dan daha ha­yırlıdırlar.»

 

191- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğî-ra (yâni El-Hızâmî) Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'­den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdular... H.

Bize Amru'n-Nâkıd ile Hasan El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd dahi ri­vayet ettiler. Abd : Ahberanî, ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b, İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlih'den, o da A'rac'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ebû Hüreyre şunu söyledi: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem):

«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a ygmin ederim ki : Ğifâr, Eşlem, Müzeyne, Cüheyne'den olanlar (yahut Cüheyne demiştir) ve Müzeyne'den olanlar kıyamet gününde Allah nezdinde Esed, Tayyİ' ve Ğa-tafan kabilelerinden daha hayırlıdırlar.» buyurdular.

 

192- (...) Bana Züheyr b. Harb ile Ya'kûb, Devrakî rivayet ettiler.

(Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Uleyye) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöy­le demiş) : Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem):

«Eşlem, Ğifâr, Müzeyne ile Cüheyne'den bir kısmı (yahut Çüneyne ile Müzeyne'den bir kısmı) Allah indinde —Râvi : Zannederim kıyamet gü­nünde buyurdu demiş— Esed, Ğatafan, Hevâzin ve Temîm kabilelerinden daha hayırlı olacaklardır.» buyurdular.

 

193- (2522) Bize Ebû Bekr h. Ebi Şeyfae rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den, rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhammed b. Ebî Yakub'dan, rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Abdurrah-man b. Ebî Bekr'eyi babasından rivayet ederken dinledim ki, Akra' fa. Habis, ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

  Sana ancak Eşlem, Gıfâr ve Müzeyne'den hacıların hırsızları bey'at etti, demiş. Cüheyne'yi de söyledi zannederim.  (Şekkeden râvi Muham-med'dir.)  Bunun üzerine ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve SeUetn) :

«Şayet Eşlem, Ğıfar ve Müzeyne —zannederim Cüheyne de dedi— Benî Temim ile Benî Âmir, Esed ve Ğaîafan'dan daha hayırlı İseler, bunlar haybet ve hüsrana uğramışlar mıdır ne dersin?» buyurmuşlar. Akra':

  Evet! cevâtını yermiş. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«O halde nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, on­lar bunlardan daha hayırlıdır.» buyurmuşlar. îbnü Ebî ŞeyWnin hadî­sinde «Şekkeden râvi Muhammed'dir.»  cümlesi yoktur.

 

(...) Bana Harun b. Abdillah rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Benî Temîm'in reisi Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ya'kub Ed-Dabbî bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti ve : «Bir de Cüheyne» dedi. «Zan­nederim» demedi.

 

(...) Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki).: Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû Bişr'den, o da Abdurrahman b. Ebî Bekra'dan, o da babasından, o da ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)Jden naklen rivayet etti,  (Şöyle buyurmuşlar) :

«Eşlem, Ğıfâr, Müzeyne ve Cüheyne, Benî Temim ile Benî Âmir'den ve iki müttefik olan Benî Esed ile Ğatafan'dan daha hayırlıdırlar.»

 

(...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Harun b. Abdullah rivayet etti­ler.  (Dediler ki) : Bize Abdüssamed rivayet etti, H.

Bu hadîsi bana Amru'n-Nâkıd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-baba b. Sevvâr rivayet etti.

Her iki râvi: Bize Şu'be, Ebû Bişr'den bu isnadla rivayette bulundu,

demişler.

 

195- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Vekî' Süfyân'dan, o da Abdü'l-Melik b. Umeyr'den, o da Abdurrahman b, Ebî Bekra'dan, 6 da babasından naklen rivayet etti.   (Şöyle  demiş) : ResûlüIIah    (Sailallahü Aleyhi ve Stllem);

«Şayet Cüheyne, Eşlem ve Ğıfâr (kabileleri) Benî Temîm ve Benî Abdil­lah b. Ğatafan ve Âmİr b. Sa'saa'dan daha hayırlı ise ne dersiniz?»buyur­du. Ve bunu sesini uzatarak söyledi. Derken ashab :

— Yâ Resûlallah! .Onlar haybet ¥e hüsrana uğramışlardır, demişler. (O da) :

«Hakîkaten onlar daha hayırlıdır.» buyurdu. Ebû KüreyVin rivaye­tinde : «Şayet Cüheyne, Müzeyne, Eşlem ve Ğıfâr.., ise ne dersiniz?» cüm­lesi vardır.

Ebû Hüreyre rivâyetleriyle -Akra' h. Habis riva­yetini   Buharı    «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.

Eıısar: Evs/ve Hazrec kabileleridir. Benî Abdul­lah 'dan murad Gatafan kabilesinin bir kolu olan Benî A b -di/1-.-Uzzâ 'dır.. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) onların bu is­mini değiştirerek kendilerine    Benî   Abdillah   adım vermiştir.

Bundan dolayı Arablar onlara    Benî   Muhavvele   demişlerdir. Mevâli:    Mevlâmn    cem'idir.    Burada    ondan    murad    Peygamber (Sailallahü Aleyhı\ve Sellem)'e yardım eden ve onunla hususiyeti olan zevattır.

Görülüyor ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) her kabileye hak ettiği mevkiyi tanımaktadır. Hz. Akra' b. Habis Peygamberi­mize bey'at edenlerin Eşlem, Ğifâr ve Müzeyne kabile­lerinden olduklarını, bu kabilelerin ise İslâmiyetten önce İlacıların mal­larını çalmakla şöhret bulduklarını söylemişse de", Resûlüllah (SaîlaHahü Aleyhi ve Selltm) mezkûr kabilelerin Benî Temim, Benî Amir, Esed ve Ğatafan kabilelerinden daha hayırlı olduğunu bildir­miştir. Çünkü bir kimse müslüman olunca Cenâb-ı Hak küfür hâlindeki suçlarını bağışlar. Bunların suçlan da bağışlanmıştır.

Benî Temîm ve onun kolları olan Benî Esed, Benî Âmir vesâireye gelince; bunlar müslüman olduktan sonra Peygamber (Sailallahü Aleyh'1, ve Sellem) 'in  vefatını  müteakip  birçokları  irtidat  etmiş-

lerdir.

 

196- (2523) Bana Züheyr b, Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ah-med b. İshâk rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Muğîra'dan, o fa Amir'den, o da Adiy b. Hâtİm'den naklen rivayet etti. Adiy şöyle demiş: Ömer b. Hattab'a geldim. Bana şunu söyledi: Resûlüllah (Sailallahü A leyhi veSellemy'm ve ashabının yüzlerini ağartan ilk sadaka senin Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e getirdiğin Tay yi' kabilesinin sadakasidir.

Bu hadîs Hz. Adiy b. Hatim ile Beni Tayyi' kabi­lesinin faziletlerine delildir.

Hz. Adiy Arablarm meşhur cömerdi Hâtem-i Tâî'nin torunlarındandır. Hicretin dokuzuncu veya onuncu senesinde müslüman olmuştur. Evvelce hıristiyanmış. Birçok müslümanlann irtidat ettiği hen­gâmede müslümanlığı muhafaza etmiş ve kavminin zekâtını getirerek Hz. Ebû Bekr'e teslim etmiştir, Irak'in fethinde bulunmuş, sonra Küfe 'ye yerleşmiştir. Sıffın harbinde Hz. Ali tarafında bu­lunmuş, bir rivayete göre yüzyirmi, diğer bir rivayete göre yüzseksen se­ne yaşamıştır.

«Ben müslüman olalı ahdestsiz bir namaz vakti geç irmemişimdil.» dediği rivayet olunur.

Şa'bî'nin   rivayetine   göre   Hz.  Adiy şunları   söylemiştir: «Ömer'in karşısına çıktım ve :

— Beni tanıyor musun? diye sordum.

__ Evet! Onîar küfrettikleri zaman, sen iman ettin. Onlar inkâr etti,

sen bilgi gösterdin. Onlar gadrettiklerinde, sen vefakârlık ettin. Onlar geri gittiklerinde, sen beri geldin. Hiç şüphe yok ki, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SelUmy'm ashabının yüzlerim ağartan sadaka, Tayyi' kabilesinin sadakasıdır, dedi.»

Yüzünü ağartmak tâbiri sevindirmekten kinayedir. Bunun zıddı yü­zünü kara etmektir ki; o da mahzun etmekten kinayedir.

 

197- (2524) Bize Yahya t. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîra b. Abdirrahman, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi. Şöyle demiş : Tufeyl ve arkadaşları gelerek :

__Yâ Resûlallah! Gerçekten Devs kabilesi küfür ve imtina etmiştir.

Sen de onlara beddua eyle! dediler. Bunun üzerine: Devs helak olsun diyenler oldu. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)   ise:

«Allah'ım! Sen Deys'e hidâyet ver; vg onları getir!» diye duâ etti.

Bu hadîsi   Buhârî    «Kitâhu'I-Cihâd»'da tahric etmiştir.

Devs : Hz. Ebû Hüreyre 'nin kabîlesidir.

Tufeyl (Radiyallahu anh) kendilerini İslâm'a davet etmiş, fakat on­lar sözünü dinlememişlerdir. Bunun üzerine Hz, Tufeyl onların zina ettiklerini, faiz yediklerini Resûlüllah .(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet ederek aleyhlerine beddua etmesini istemiş. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ise bunun tam aksine olarak Allah'dan onlara hidâyet niyaz et­miştir. Bu hal Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem} ıin kemâl ahlâkının ve âlemlere rahmet oluşunun delilidir.

Hz. Tufeyl b.' Amr , Devs kabîlesindendir. Mekke'de müslüman olmuş, sonra memleketine dönerek Medîne'ye hic­ret edinceye kadar kavm-ü kabilesini irşada çalışmıştır.

Bir rivayette Yemâme harbinde, başka bir rivayete göre de Yermuk   harbinde şehid edilmiştir.

Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Cerîr Muğîre'den, o da Hâris'den, o da Ebû Zür'a'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Hüreyre şunlara söyledi : Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğim üç hasletten dolayı Benî Temîm'i sevmeye devam ederim, Resûlüllalı (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'i;

«Onlar Deccal'a karşı ümmeîimin en şiddetlileri olacaklar.» buyurur­ken işittim. Sadakaları geldi de Peygamber     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bunlar bizim kavmimizin sadakalarıdır.» buyurdular. Aişe'nin yanın­da onlardan bir esir kadın vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Âişe'ye) ;

«Onu âzâd et! Çünkü o ismail'in nesündendir.» buyurdular.

 

(...) Bana bu hadîsi Züheyr b. Hârb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Umâra'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen ri­vayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'Atn işit­tiğim üç hasletten sonra Benî Temîm'i sevmeye devam ediyorum; bunları onlar hakkında söylerdi. Ve râvi yukarki hadîsin mislini zikretmiştir.

 

(...) Bize Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud mescidinin imamı Mesleme b, Alkame'te'l-Mazini rivayet etti. (De­di ki) : Bize Dâvud, Şa'bî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etth

(Şöyle demiş) : Üç haslet var ki, ben bunları Benî Temîm hakkında Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen işittim. Artık onları sevmekte de­vam ediyorum. Ve râvi hadîsi bu mânâ ile nakletmiş. Yalnız o :

«Onlar harblerde insanların en şiddetli çarpışanlarıdır.» demiş; Dec-cal'ı anmamıştır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Itk» ve «Kitâbu'I-Meğazî»'de tahric etmiştir.

Ebû Zür'a'nm rivayetine göre, Hz. Ebû Hüreyre: «Benim için kabilelerden bunlar kadar hoşlanmadığım bir kavm yoktu. Ama artık onları sevdim.» demiştir. Bunun sebebi câhüiyyet devrinde ka­bilelerinin birbirlerine düşman olmalarıdır. Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Benî Temîm hakkında üç şey söylemiştir. Bunlardan birincisi DeccaHa en şiddetli bir surette onların harb edeceklerini haber vermesi; ikincisi zekâtları hakkında :

«Bunlar bizim kavmimizin sadakalarıdır» buyurması; üçüncüsü de Hz. Âişe'nin elinde bulunan esîr cariyenin İsmail (Aleyhisselâm) süîâesinden olduğunu söyleyerek azadını emir buyurmasıdir. Sadakaları hakkında :

«Bizim kavmimizin...» tâbirini kullanması Benî Temîm, îlyaş b. Mudar-dâ Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in nese-biyle birleştiği içindir.                              

 Hz. Âişe'nin elinde bulunan kadının ismi malûm değildir. Bu hu-sûsdaki rivayetler muhteliftir. Bir rivayette «Sebiyye» yerine «Neşeme» denilmiştir. Neşeme, insan demektir. Tabarânî'nin rivayetine göre Hz. Âişe : «Yâ NebiyyeHah, ben İsmail (Aleyhisselâm) sülâlesinden bir köle âzâd etmeyi adadım.» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sabret de yarın Benî Ahber'İn ganimetleri gelsin!» buyurmuş. Erte­si gün Benî Anber 'in ganimeti gelince ona Rudeyh, Zübeyb, Zühay ve Semûra namlarında dört köle vermiş; kö­lelerin başlarını meshederek bereket duasında bulunmuş ve bunların Hz. İsmail neslinden olduğunu bildirmiş. Zehebî 'nin beyânına göre Hz. Âişe   bunlardan  Rudeyh'i azad etmiştir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şâir insanlar gibi Arablardan da köle olur. Ancak onları azâd etmek ef daldır. İbnü Battâ1'a göre Benî Temîm kabi­lesi zekât için mallarının en iyisini ayırırlarmış. Bu halleri Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sel!em)'in hoşuna gittiği için, onlar hakkında sitâyişkâr sözler söylemiştir.

2- Hadîs-i şerif Benî Temîm'in faziletine delildir. Bu kabi­lenin içinde gerek câhiliyyet, gerekse İslâmiyet devirlerinde birçok eşraf ve reisler yetişmiştir.

3- Hadîs-i şerif âhir zamanda olacak bazı halleri haber vermektedir.

 

48- İnsanların En Hayırlıları Babı

 

199- (2526) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, îbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den nak­len rivayet etti ki: Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muşlar :

«İnsanları asıl olarak bulursunuz. Onların câhiliyyet devrinde hayırlı olanları anlayış göstermek şarîıyie İslâm'da da hayırlılardır. Bu işde insan­ların en hayırlılarından bazılarını içine girmezden önce, ondan en ziyâde hoşlanmayanlar olduğunu bulursunuz. İnsanların en kötülerinden bazıla­rını bîr yüzle onlara, bir yüzle de bunlara gelen iki yüzlüyü bulursunuz.»

 

(...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Cerîr, Umâ-ra'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H. Bize Kuteybe b, Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîra fo. Abdirrahman El-Hızâmî, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey­re'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüilah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)

«İnsanları madenler bulursunuz...» buyurdular.

Râvi, Zühri'nin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur. Yalnız Ebû Zür'a ile A'rac'ın hadîsinde : «Bu işde insanların en hayırlılarından bazılarını içine girmezden Önce ona karşı en şiddetli hoşnutsuzluk gösterenler oldu­ğunu bulursunuz.» ibaresi vardır.

Bu hadîsi  Buhârî  «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmiştir.

Madenlerden murad muhtelif asıllıdır.

Maden : Yerin içinde karar kılan şeydir. Bazan nefis, bazan da kıymetsiz olur. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) burada insanları madenlere benzetmiştir. Benzetmenin vcehi maden çıkarıldığı zaman gizli kalan yerlerinin açığa vurması ve sı­fatının değişmemesidir. İnsandaki şeref sıfatı da böyledir. Haddizatında değişmez. Câhiliyyet devrinde şerefli olan müslümanlığı kabul ettikten sonra da şerefli olmakda devam eder. «Anlayış göstermek şartiyle» ibare­sinde islâmî şerefin ancak dinde fakih olmakla tamamlanacağına işaret vardır. Şu halde mukabüleriyle ele alınırsa insanlar dört kısma ayrılır :

Birincisi: Câhiliyyet devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlardır. Bunların mukabilleri câhiliyyet devrinde şerefli olmayan ve müslümanlığı kabul etmeyip dinde fakih olmayanlardır.

İkincisi: Câhiliyyet devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul eden; fakat fakih olamayanlardır. Bunların mukabilleri câhiliyyet devrinde şe­refi olmayan, müslümanlığı da kabul etmeyen, fakat anlayış gösteren­lerdir.

Üçüncüsü : Câhiliyyet devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul et­meyen, fakih de olmayanlardır. Bunların mukabili câhiliyyet devrinde şe­refi olmayan, fakat müslümanlığı kabul ettikten sonra fakih olanlardır.

Dördüncüsü: Câhiliyyet devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul etmeyen, fakat anlayışlı olanlardır. Bunların mukabili câhiliyyet devrinde şerefi olmayan, müslümanlığı kabul ettikten sonra da fakih olmayanlardır.

Bu kısımların en yüksek mertebesi câhiliyyet devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlardır. Ondan sonra câhiliyyet devrinde şerefli olmayıp, sonra müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlar; daha sonra câhiliyyet devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul eden, fakat fakih olmayanlar; daha sonra câhiliyyet devrinde şerefli olmayıp, sonra müslümanlığı kabul eden, lâkin fakih ol­mayanlar gelir. Müslümanlığı kabul etmeyene itibar yoktur. Bu hususda şerefli olup olmamanın, anlayışlı veya anlayışsız olmanın bir kıymeti yok­tur. Nevevi şöyle diyor : «Madenlerden murad asıllardır. Asıllar şe­refli olursa ekseriyetle feri'ler de şerefli olur. İslâmda fazilet takva ile­dir. Lâkin buna neseb şerefi katılırsa fazileti artar.»

Hadîsdeki «Bu iş» tâbirinden murad ihtimal İslâm'dır. Nitekim Hz. Ömer b. Hattâb, Hâlid b. Velîd, Amr b. Âs, İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr gibi zevat vaktiyle İslâm'a son derece düşmandılar. Fakat Müslüman olunca onu son derece büyük bir ihlâsla sevdiler. Uğrunda büyük mücâhedeler yap­tılar.

İki yüzlü kimse hakkındaki işden murad memuriyetler olabilir. Çün­kü memuriyet istenmeden verilirse alan kimse Allah'ın yardımına nâü olur. İki yüzlünün niçin insanların en kötülerinden olduğu meydandadır. Çünkü iki yüzlülük nifaktır. Yalancılık, dolandırıcılıktır. İki yüzlü kimse her taifeye onu memnun edecek şekilde görünür. Hayırda olsun, serde olsun onunla beraberdir. Bu ise müdahenedir, haramdır. Fakat bununla iki taifenin arasını bulmayı kastederse yaptığı iş müdahene değil, makbul ve memduh olur.

 

49- Kureyş Kadınlarının Faziletlerine Dair Bir Bab

 

200- (2527) Bizejİbni Ebî'Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-|yân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, bir de Ibni Tâvus'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen ri­vayet etti.  (Şöyle demiş): Resûlüllah (Saliailahii Aleyhi, ve Sellem):

«Develere binen kadınların en hayırlısı (Burada râvilerin-biri Kureyş kadınlarının elverişlisi demiş, diğeri sadece Kureyş kadınları demiştir) ye­time küçüklüğünde en ziyade şefkat gösteren ve kocasına elindeki iş husu­sunda en ziyâde riayetkar olandır.» buyurdular.

 

(...) Bize Amru'n-Nâkıd rîvâyet etti, (Dedi ki) : Bize Süfyân Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii. Aleyhi ve Seliem) den naklen rivayet etti. Bir de İbnü Tâvus'dan, o da babasından, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)''e ulaştırmak suretiyle bu hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o :

«Çocuğa küçüklüğünde en fazla bakış görüş edenidir.» demiş, «Ye­time» dememiştir.

 

201- (...) Bana Harmele b. Yalıya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbnü Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ban'a Saîd b. Müseyyeb rivayet etti ki, Ebû Hüreyre : Ben, ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :

«Kureyş kadınları deveye binen kadmlarm en hayırlısı, çocuğa karşı en şefkatlisi, kocasına elindeki iş hususunda en riayetkar olanıdır.» buyu­rurken işittim.

Râvi demiş ki : Efcû Hüreyre bunun arkacığından : — Meryem binti Imran hiç deveye binmemiştir, dedi.

 

(...)  Bana Muhammed b. Râfî' ile Abd  b. Humeyd rivayet ettiler. Abd: Ahberanâ, İbnü Râfi' ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar.  (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'-den, o da İbni Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Pe-ygamber (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Tâîib'in kızı Ümmü Hâni'yi istemiş. O da :

— Yâ Resûlallah! Ben yaşlandım, çocuklarım da var! demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahu Aleyhi ve Sellem);

«Deveye binen kadınların en hayırlısı.-..» buyurmuşlar. Sonra râvi Yûnus'un hadîsi gibi nakletmiş. Yalnız o: «Küçüklüğünde çocuğa karşı en jefkatlisi» demiştir.

 

202- (...) Bana Muhammed b. Râfî' ile Abd b. Humeyd rivayet et­tiler. İbni Râfi: Haddesenâ,   Abd ise : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, İbni Tâvus'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. H. Bize Ma'mer de Hemmam b. Münebbih'den, û da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah   'Sallallahü Aleyhi ve Sellem): ' «Deveye binen kadınların en hayırlısı Kureyş kadınlarının elverişlisi-dir. Küçüklüğünde çocuğa karşı en şefkatli, kocasına elindeki İş hususunda en ziyade riayetkar (o) dır.»  buyurdular.

 

(...) Bana Ahmed b. Osman b. Hakim El-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlİd (yâni İbni Mahled) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman (bu zat İbni Bilâl'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süheyl, babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen tamamiyle Ma'mer'in bu hadîsi gibi rivayette bulundu.

Bu hadîsi    Buhâri    «Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir. Deveye binen kadınlardan nıurad; Arab kadınlarıdır. İbaredeki zamirlerin müzekker getirilmesi ya lâfız yahut cins veya şahıs kastedildi-ğindendir..Hadîs-i şerif Kureyş kadınlarının fazileti ile onlardaki şefkat, evlât terbiyesi, yetim çocuklara güzel bakmak, kocalarının malım emin bir şekilde muhafaza etmek, nafaka hususunda tedbirli davranmak gibi hasletlerin faziletine delildir.

Hz. Ebû Hüreyre 'nin : «Meryem binti İmran hiç deveye "binmemiştir.» sözü, onun bu umuma dâhil olmadığına işaret içindir. Yâni Kureyş kadınlarının Hz. Meryem 'den efdal olduğu anlaşılma­malıdır. Hadîsden murad Kureyş kadınlarının şâir Arab kadınların­dan üstün olduklarını anlatmaktır. Bundan onların bütün dünya kadınla­rından üstün olmaları lâzım gelmez demek istemiştir.

«Ettevdîh» nâm eserin sahibi    İbni    Mülakk'm: «Ebû    Hüreyre 'nin bu sözünden ve   Buhârî 'nin onu Hz. Meryem kıssasında zikretmesinden, Hz.    Meryem'in    Hadîce ile Fâtıme'den faziletli olduğu mânâsı çıkarılır. Çünkü onlar deveye binmekle tahsis edilen Arablardandır.» diyor.

 

50- Peygamber (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) 'in Ashabı (Radiyallahu anhüm) Arasında Kardeşlik Akdetmesi Babı

 

203- (2528) Bana Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-düssamed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni Seleme) Sâ-bit'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Elû Talha arasında kardeşlik akdet­miştir.

 

204- (2529) Bana Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbâh rivayet etti. (De­di ki) ; Bize Hafs b. Gıyas rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsimi Ahvel ri­vayet etti. (Dedi ki) ; Enes b. Mâlik'e :

— Resûlüllah  (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) 'in :

«islâm'da ahidleşme yoktur!..» buyurduğunu sen duydun mu? denildi. Enes:

— Resûlüllah. (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) kendi evinde Kureyş'le En-sâr arasında muahede yapmıştır, dedi.

 

205- (...) Bize Ebû Bekr fa. EM Şeybe ile Mulıammed b. AbdiUah b. Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abde b. Süleyman, Asım'dan, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş : Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) Kureyş ile Ensâr arasında Medine'deki evinde muahede yapmıştır.

 

206- (2530) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b, Nümeyr ile Ebû Üsânıe Zekeriyya'dan, o da Sa'd b. İb­rahim'den, o da babasından, o da Cübeyr b. Mut'ım'den naklen rivayet ettiler. Cübeyr şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaliahü A leyhi ve Seilem):

«İslâm'da ahidleşme yoktur. Cahiliyyet devrinde olan herhangi bir ahidleşmeyi islâm ancak şiddet yönünden artırmıştır.»   fcuyurdular.

Bu hadîsi Buhârî  «Kitâbu'l-Kefâle»  ile  «Kitâbu'I-İ'tisam»'da;

Ebû  Dâvud  «Kitâbu'l-Ferâiz»'de muhtelif râvilerden tahric etmiş­lerdir.

Hilf : İki -kişinin birbirlerine yardımda bulunacaklarına ve birbirleri­ni takviye edeceklerine dâir ittifak etmeleridir. Cahiliyyet devrinde Arab kabileleri başkalanyle çarpışmak ve onlara baskı yapmak için birbirle­riyle muahede yaparlardı. Bu türlü ittifak Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) 'in :

«İslâm'da ahidleşme yoktur.» hadîsiyle yasak edilmiştir. Fakat yine cahiliyyet devrinde mazluma yardım ve silâ-i rahim gibi şeyler için de ittifak yapılırdı. Bunlar hayır ve hakka yardım için yapıldığından İslâmi-yette de meŞru olarak kalmışlardır. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in

«Cahiliyyet devrinde olan herhangi bir ahidleşmeyi İslâm ancak şid­det yönünden artırmıştir.» buyurarak bu nevi ittifakın neshe dilmediğin i anlatmak istemiştir. Taberi: «Bugün ittifak ve sözleşme caiz de­ğildir. Çünkü hadîsdeki kardeşlik ve bu kardeşlikle birbirine mirasçı ol­mak gibi şeyler hep neshedilmişlerdir.» demiştir. Nevevî de şunları söylemiştir : «Mirasa taallûk eden şeylerde cahiliyyet ittifakına muhalefet göstermek cumhûr-u ulemâya göre müstehabdır. Fakat İslâm'da kardeşlik ve AUah'a taat hususunda ittifak, dinde yardımlaşmak, hakkı ikâme için dayanışmak bakidir. Neshedilmemiştir...»

Hâsılı birbirine zıt gibi görünen bu rivayetlerden anlaşılan mânâ bu­dur. Yâni «İslâmda ahidleşme yoktur.» hadîsinden murad şer'an memnu olan miras ittifakı gibi şeylerdir, Cahiliyyet devrinden beri yapılagelen herhangi bir ittifakı İslâm'ın ancak kuvvetlendireceğini bildiren hadîs ise meşru' olan kardeşlik ve din hususunda yardımlaşma ittifakıdır.

 

51- Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bekası Ashabı İçin Emniyet, Ashabının Bekası da Ümmet İçin Emniyet Olduğunu Beyan Babı

 

207- (2531) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve Abdullah b. Ömer b. Ebân hepsi Hüseyn'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Hüseyn b. AH El-Cu'fî, Mücemma' b. Yahya'dan, o da Saîd b. Ebî Bürde'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) İle birlikte ak-Şam namazını kıldık. Sonra otursak da onunla beraber yatsıyı da kilsak a! dedik ve oturduk. Derken yanımıza çıktı ve :

«Siz hâlâ burada mısınız?» dedi. (Biz) şu cevâbı verdik :

— Yâ Resûlallah! Seninle birlikte akşam namazını kıldık. Sonra : Oturalım da seninle binlikte yatsıyı da kılalım, dedik.

«iyi ettiniz!» Yahut «İsabet ettiniz!» buyurdular. Müteakiben başım semâya kaldırdı. Çok defalar başını semâya kaldırırdı ve :

«Yıldızlar semânın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi semâya vadolunan gelir. Ben ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, ashabıma vadolunan-tar gelir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi üm­metime vadolunan şeyler gelir.» buyurdular.

Emn ve Eman aynı mânâya olup, emniyet ve korkusuzluk demektir­ler, Hadîsden murad şudur ; Yıldızlar kaldıkça semâ da bakidir...Kıyamet gelip yıldızlar saçılınca, semâ da bozulup yarılacak ve yok olacaktır. Ben ashabım için bir emniyetim. Ben gittikten sonra ashabıma vadolunan fit­neler ve harbler, bedevilerin irtidâdı ve kalbîerin birleşemeyip ihtilâfı gi­bi önceden açıkça haber verilmiş olan şeyler gelecektir. Nitekim bunla­rın hepsi olmuştur.

Ashîjb gittikten sonra ümmete vadedilen şeylerin gelmesinden murad dinde bid'atların,   fitnelerin   zuhuru,   kıyamet   alâmetlerinin görünmesi, Mekke ile Medine'nin hürmetlerinin ayaklar altına alınması ve-zeîerindendir. sairedir ki, bunların hepsi Peygamber (SaUalîahü Aleyhi ve Se'J.eın)'in muci-

 

52- Sahabenin Fazileti, Sonra Onların Ardından Gelenlerin, Sonra Onların Ardından Gelenlerin Faziletleri Babı

 

208- (2532) Bize Ebû Hayseme Züheyr b. Harb ile Ahmed b. Ab-dete'd-Dabbî rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Süf-yân b. TJyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Anır, Câbir'i, Ebû Saîdi Hudrî'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verirken işit­miş. (Şöyle buyurmuşlar) :

«İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek; insanlardan bir cemâat ga­za edecekler de kendilerine :

  İçinizde Resûlüllah   (SaUalîahü Aleyhi ve SellemVı gören var mı? de­nilecek. Onlar da :

  Evet! cevâbını verecekler. Bunun üzerine kendilerine fetih müyes­ser kılınacak. Sonra insanlardan bir cemâat gaza edecek kendilerinei

  İçinizde Resûlüllah   (SatlaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e sahâbîlik etmiş bir kimseyi gören var mı? denilecek.

  Evet! diyecekler.   Yine kendilerine fetih müyesser kılınacak. Sonra insanlardan bir cemâat gaza edecek ve kendilerine :

  İçinizde Resûlüllah  (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e sahâbilik eden bir kimsenin arkadaşım gören var mı? denilecek. Onlar da :

  Evet! cevâbını verecekler.    Bu sebeple kendilerine fetih müyesser kılınacaktır.»

 

209- (...) Bana Saîd b. Yahya b. Saîd EI-Emevî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İlmi Cüreyc, Ebû'z-Zübeyr'-den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Saîd-i Hudrî zu'm edip dedi ki: Resûlüllah [Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular :

«İnsanlar üzerine zaman gelecek; kendilerinden bir ordu gönderilecek do:

— Bakın aranızda Peygamber   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) *in ashabından bir kimse bulabilecek misiniz? denilecek. Böyle bir zât bulunacak ve kendilerine onun sebebiyle fetih müyesser olacak. Sonra ikinci bir ordu gönderilecek yine :

  Acaba bunların arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabını gören var mı? diyecekler ve onun sebebiyle kendilerine fetih mü­yesser olacak. Sonra üçüncü ordu gönderilecek ve :

  Bakın aralarında Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve-Sellem)'m ashabı­nı  görenleri  gören  bulabilecek misin?  denilecek.  Sonra  dördüncü  ordu gönderilecek ve yine :

  Baktn  içlerinde  Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  ashabını gören, birini gören, bİrîni gören, biri var mı? denilecek. Böyle bir zat da bulunacak ve kendilerine onun sayesinde fetih müyesser olacak.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Cihâd» ile «Alâmâtü'n-NüMvve» ve «Fedâilü's-Sahâbe» bahislerinde tahric etmiştir.

Fiâm veya Fiyâm : İnsanlardan bir cemâat demektir. Lâfzından müfredi yoktur.

Hadîs-i şerif: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"ı kendi suretin­de kimse görmemiştir.» diyen bazı mutasavvıfenin sözlerini reddetmekte­dir. Bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir mucizesi ve ashab ile tabiînin faziletlerine delil vardır.

 

210- (2533) Bize Kuteybe b. Saîd İle Hennâd b. Seriy rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Ebû'l-Ahvas, Mansûr'dan, o da İbrahim b. Yezid'-den, o da Abîdete's-Selmânî'den, o da Abdullab'dan [30] naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ümmetimin en hayırlısı benden sonra gelen asırdır. Sonra onlarm peşinden gelenler. Daha sonra onlarm peşinden gelenlerdir. Sonra öyle bir kavm gelecektir ki, onlardan birinin şehâdeîi yeminini, yemini de şehâ-detini geçecektir.»  buyurdular.

Hennâd hadîsinde karnı zikretmemiştir. Kuteybe ise: «Sonra bir ta­kım kavmler gelecektir.» demiştir.

 

211- (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim El-IIanzalî rivayet ettiler. İshâk : Ahberanâ, Osman ise : Haddesenâ tâbirlerini kul­landılar. (Dediler ki) : Bize Cerîr Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlül­lah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'e : İnsanların hangisi en hayırlıdır? diye so­ruldu :

«Benim asrtmdır. Sonra onların peşinden gelenler, daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra bir kavm gelecektir ki, onlardan birinin şeha-deti yeminini, yemini de şehâdetinİ geçecektir.»   buyurdular.

İbrahim: «Biz çocukken ahid ve şehâdetlerden bizi men ederlerdi.» demiş.

 

(...) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bize yine Muhammed h. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Abdurrahman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân riva­yet etti. Her iki râvi Mansûr'dan Ebû'l-Ahvas'la Cerîr'in isnadlariyle on­ların hadîsi mânâsımla rivayette bulunmuşlardır. Onların hadîsinde : «Re­sûlüllah (SaHallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e soruldu» cümlesi yoktur.

 

212- (...) Bana Hasen b. AH El-Hulvân! de rivayet etti. (Dedi ki) : | Bize Ezher b, Sa'd Es-Scmmân, İbnü Avn'den, o da İbrahim'den, o da Afaîde'den, o da AbduIIah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. (Şöyle buyurmuşlar) :

«insanların en hayırlısı benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelen­ler, daha sonra onların peşinden gelenlerdir.» (Abdullah) Üçüncüde mi, yoksa dördüncüde mi bilemiyorum:

«Onlardan sonra (kötü) bir nesil gelecek. Birinin şehadeti yeminini, ye­mini de şehâdetini geçecektir.» buyurdular (demiş).

 

213- (2534) Bana Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym, Ebû Bişr'den rivayet etti. H.

Bana İsmail b. Salim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ebû Bişr, Abdullah b. Şekîk'den, o da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Ümmetimin en hayırlıları, içlerinde benim gönderildiğim asırdır. Son­ra onların peşinden gelenlerdir.» buyurdu. Üçüncüyü zikretti mi, etmedi mi Allah bilir:

«Onlardan sonra bîr kavm gelecektir ki, semizliği sevecekler, çağırıl-madan şâhidlık yapacaklardır.» buyurdular.

 

(...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Ca'fer rivayet etti. H.

Bana Ebû Bekir b. Nâfi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'-be'den rivayet etti. H.

Bana Haccâc b. Şâir dahi rivayet etti. Bize EWl-Velid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Efcû Avâne rivayet etti. Her iki râvi Ebû Bişr'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Yalnız Şu'be'nin hadîsinde «Ebû Hüreyre : İki defa mı söyledi, üç defa mı bilemiyorum, dedi.» cüm­lesi vardır.

 

214- (2535) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr hep birden Gunder'den rivayet ettiler. îîmü Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Ebû Cemre'den' dinledim. (Dedi ki) : Bana Zehdem b. Mudarrib rivayet etti. (Dedi ki) : tmran b. Husayn'i rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Sizin en hayırlılarınız benim asrimdır. Sonra onların peşinden gelen­ler. Daha sonra onların peşinden gelenler/ daha sonra onların peşinden gelenlerdir.» buyurmuşlar. İmran : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi asrından sonra iki defa mı dedi, üç mü bilemiyorum demiş :

«Onlardan sonra bir kavm gelecek ki, şâhid çağrılmadıkları halde şe-hâdet edecekler. Hıyanet edecekler. Emniyet olunmayacaklar. Nezredecekcek, yerine getirmeyecekler. Aralarında şişmanlık zuhur edecektir.» buyur­muşlar.

 

(..,) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. H.

Bize Abdurrahman b. Bişr El-Abdî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Râfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Şu'be'den bu isnadla rivayette bulunmuş­lardır. Bunların hadîsinde :

«Kendi asrından sonra iki asır mı, yoksa üç mü söyledi bilemiyorum, dedİ.» ibaresi vardır. Şebâbe'nin hadîsinde : «Dedi ki Zehdem b. Mudar-rİb'den dinledim. Bana at üzerinde bir hacet için gelmişti. Bana rivayet etti ki : Kendisi Imran b. Husayn'dan dinlemiş» ibaresi; Yahya ile Şebâ­be'nin hadîsinde ise: «j^âV^j^j-i^ı, Behz'in hadîsinde de İbnü Ca'fer'İn

 

215- (...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abdi'l-Melik EI-Umevî de rivayet ettiler.  (Dediler ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Muâz b. İlişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Her iki râvİ Katâde'den, o da Zürâra b. Evfâ'dan, o da Imran b. Hu­sayn'dan, o da Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Selle m) 'den naklen bu ha­dîsi :

«Bu ümmetin en hayırlıları içlerinde benim gönderildiğim asırdır. Son­ra onların peşlerinden gelenlerdir.» şeklinde rivayet etmişlerdir. Ebû Avâ-ne'nin hadîsinde Zehdem'in Imran'dan rivayet ettiği hadîsde olduğu gi­bi : «Üçüncüyü zikretti mİ, etmedi mi Allah bilir, dedi.» ziyadesi vardır. Hişâm'm Katâde'den rivayet ettiği hadîsinde de : «Kendilerinden yemin istenmediği halde yemin ederler.» ziyadesi vardır.

 

Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe üe Suca' b. Mahled riva­yet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indİr. (Dediler ki) : Bize Hüseyn (bu zât îbni Ali El-Cu'ü'dir) Zâide'den, o da Süddî'den, o da Abdullah El-Behî'deıı, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir adam Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e insanların en hayırlıları kimlerdir? diye sordu :

«İçinde benim bulunduğum asırdır. Sonra ikinci, daha sonra üçüncü {ası rdı r).»   fc uyurdular,

Abdullah b. Mes'ud rivayetini Buharı «Kitâbu'ş-Şehâdât» ile «Kitâbu'I-Fedâil»'de; Tirmizî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de;

Nesâî  «Şurut» ve «Ahkâm» bahislerinde;  Imran b.  Husayn rivayetini  Buharı «Kitâbu'ş-Şehâdât» ile «Kitâbu fadlı's-Sahabe»'de; Nesâî «Nüzûr» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Kamdan murad bir zamanda yaşayan insanlardır. İbnü'1-Enbârî'nin beyânına göre hadîsden muzaf hazfedilmiştir. Hadîs : «İnsan­ların en hayırlıları benim asrımın insanlarıdır» manasınadır. İbnü Tînn : «Benim asrım tâbirinin mânâsı, benim ashabım demektir. Maksad onu gören veya sözünü işitenlerdir.» diyor. Ulemâ bu kelimenin üze­rinde pek çok sözler söylemişlerdir. Bâzılarına göre karn yüz senedir. Bir takımları seksen, diğerleri kırk, daha başkaları altmış sene olduğunu söy­lemişlerdir. Hattâ yirmi, otuz ve yetmiş sene olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, müslümanların yaşadık­ları en hayırlı devirler sahabe, tâbinî ve tebei tabiîn devirleridir. Bir rivâyette bu üç devirden sonra yalanın alıp yürüyeceği bildirilmiştir. Bu-'radaki rivayetlerde o devirden itibaren, çağrılmadan mahkemeye gelip şe-hâdet edecek insanlar zuhur edeceği, bunların bazısının evvelâ şehadet edip, sonra yemin vereceği; bazılarının da evvelâ yemin edip, sonra şâ-lıhidlik yapacağı ve keza bir takım insanların nezredîp nezrini yerine ge-. tirmeyeceği ve aralarında semizlik, şişmanlık, hıyanet zuhur edeceği bil­dirilmektedir. Bittabi bunlar dînen makbul şeyler değildir. Bu rivayetler mezkûr insanları zemmetmektedirler. Bilhassa hem şâhidlik etmek, hem de yemin vermek çirkin bir şeydir. Onun için râvilerden İbrahim El-Hanzalî: «Biz çocukken ahid ve şehadetlerden bizi men eder­lerdi.» demiştir. Bundan murad; Allah'a ahdolsun, Allah'a söz veriyorum, Allah şahidim olsun ve Eşhedübillah gibi sözlerdir. Yâni; bir kimse bir şeyi yapacağına söz verirken bunları kullanmamalıdır. Çocuklara yasak edilmesi, bunu âdet edinip eğri veya doğru her şeye yemin etmesinler diyedir.

Nevevî diyor ki: «Ulemâ en hayırlı devrin Peygamber (Sallaîlahii Aleyhi ve Sellem) zamanı olduğuna ittifak etmişlerdir. Maksad onun asha­bıdır. Evvelce de beyân ettiğimiz gibi, cumhûr-u ulemânın kabul ettiği sahih kavle göre Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve SeUemyi velev bir an gö­ren müslüman onun ashabındandır. (İnsanların en hayırlıları) rivayeti umumu üzere bırakılmıştır. Ondan murâd asrın bütünüdür. Bundan sa-hâbîyi Peygamberlerden üstün çıkarmak lâzım gelmediği gibi, kadınla­rın da Meryem, Âsiye vesâireye tercihi icab etmez. Maksad "bir asrı bütünüyle başka bir asra tercihdir.»

Half: Kötü nesil manasınadır. Luğat ulemâsına göre half başkasının yerine ivaz ve bedel olan demektir. Hayırda da, serde de kullanılır. Yal­nız hayırda kelime hem half, hem de halef şeklinde okunabilir. Halef okunması-daha makbuldür. Cumhura göre şer mânâsında yalnız half şek-lin'de kullanılır. Mamafih burada da halef şeklinde telâffuz edilebileceği rivayet olunmuştur.

Semizlikten murad; şişmanların çok olmasıdır. Yoksa bütün insanla­rın şişmanhyacağım haber vermek değildir. Burada zemmedilen şişman­lık kasden besleyici şeyler yiyerek semizlemektir. Yaradılıştan şişman olanlar bu hükümde dâhil değildirler. Bazıları buradaki semizlikten mal toplamak kastedildiğini, bir takımları da elinde olmadığı halde bir şeyi varmış gibi göstererek kendini şerefli ve itibarlı saydırmak mânâsına gel­diğini söylemişlerdir.

Buradaki rivayetlerde :

«Onlardan sonra bir kavm gelecek ki; şâhid olarak çağrılmadıkları halde şehadet edecekler.»  buyuruluyor. Halbuki bir hadîsde ;

«Şâhidlerin en hayırlısı kendisinden şahitlik istenmeden gelip şehadet edendir.» buyurulmuştur. Zahirlerine bakılrsa bu iki hadîs birbirlerine zıttır. Ulemâ onların aralarını şöyle bulmuşlardır. Çağrılmadan gelen şa­hidin zemmolunması, dava sahibi bildiği halde onu mahkemeye davet et­mediği içindir. Fakat dava sahibinin şâhidliğini bilmediği bir kimse ken­diliğinden gelerek mahkeme huzurunda şehadet eder veya dava sahibine müracaatla : Ben bu davaya şahidim, beni de mahkemeye çağır, derse bu şâhidlik çirkin değil, bilâkis memduh ve makbuldür. Yalnız haddi şer'i gibi gizlenmesinde maslahat görülen hususatda, çağrılmadığı halde mahkeme­ye gelerek şâhidlik etmek doğru değildir. Cumhur ulemânın kavli budur. Burada başka bir takım kaviller de vardır. Fakat zayıf oldukları için bun­ları nakle lüzum görmedik.

Nezir : Adak, demektir. Bir kimsenin adağım yerine getirmesi bil-ittifak vâcibdir. Ulemânın bu hususdaki kavillerini nezir babında gör­müştük.

Hz. Âişe rivayetinin senedine Darekutnî itiraz etmiş ve «Abdullah El-Behî, Âişe 'den değil, Urve'den, o da Âişe'den rivayet etmiştir.» demişse de; Kaadî îyâz bu itirazı vârid görmemiş Abdullah 'm doğrudan doğruya Hz. Âişe 'den rivayeti sahih olduğunu söylemiştir. Nitekim Buharı de onun Hz. Âişe 'den rivayetini tahric etmiştir.

Bu rivayetler Hz. Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir muci­zesini tazammun etmektedirler. Çünkü bütün haber verdikleri aynen zu­hur etmiştir.

 

53- Peygamber (Sallaîlahii Aleyhi ve Sellem)in : «Hiç Bir Yüz  Sene Gelmez ki, Yeryüzünde Bugün Doğan Bir Kimse Kalsın» Hadisi Babı

 

217- (2537) Bize Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Muhammed b. Kâfi': Haddesenâ, Abd ise : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürezzâk haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Salim b. Ab-dillah ile Ebû Bekr b. Süleyman haber verdiler ki, Abdullah b. Ömer şunu söylemiş: Bize ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatının sonunda bir gece yatsı namazını kıldırdı. Selâm -verince ayağa kalkarak :

«Şu gecenize ne dersiniz? Hiç şüphe yok ki, bundan itibaren yüz se­nenin başında yeryüzünde olanlardan hiç bîr kimse kalmayacaktır.» buyurdu.

îbnü Ömer demiş ki : Halk konuştukları lâflar arasında ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'in bu yüz sene hakkındaki sözü hususunda ha­taya düştüler. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak bugün yeryü­zünde olanlardan kimse kalmayacak, dedi. Bununla o asır halkının geçip gideceğini kasdetti.

 

(...) Bana Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'I-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Bu hadîsi Leys dahî Atdurrahman b. Hâlid b. Müsafir'den rivayet etti. Her iki râvi Zührî'den, Ma'mer'in isnadiyle onun hadîsi gibi rivayet et­mişlerdir.

 

218- (2538) Bana Harun b. Abdillah ile Haccac b. Şâir rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Haccâc b, Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Cürayc şunu söyledi : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Abdillah'ı   şöyle   derken    işitmiş:    Ben    ResûlüIIah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i vefatından bir ay önce:

«Siz bana kıyameti mi soruyorsunuz? Onun ilmi ancak Allah indin­dedir. Allah'a yemin ederim! Yeryüzünde doğmuş hiç bir nefis yoktur ki, üzerine yüz sene gelsin!»  buyururken işittim.

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Cüreyc bu is-nadla haber verdi. Fakat: «Ölümünden bîr ay önce» kaydını zikretmedi.

 

(...)İBana Yahya b. Habîb ile Muhammed b. Abdi'I-A'la ikisi birden Mu'temiir'den rivayet ettiler. İbnü Hafcîb dedi ki: Bize Mu'temir b. Sü­leyman rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan işittim. (Dedi ki) : Bize Ebû Nadra, Câbir b. Abdillah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, bunu vefatından bir ay önce yahut o civarda söylemiş:

«Bugün doğmuş hiç bir nefis yoktur ki : Üzerine yüz sene gelsin de, o gün sağ bulunsun!» buyurmuşlar.

Sikâye sahibi Abdurrahman'dan dahi Câbir b. Abdillah'dan, o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet olunmuştur.

Abdurrahman tunu ömrün kısalması dîye tefsir etmiştir.

("TbiJeM Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Et-Teymı .ki ısnadla bir­den bu hadîsin mislini haber verdi.

 

219- (2539) Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid, Dâvud'dan rivayet elti. Lâfız onundur, H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süley­man b. Hayyan, Dâvud'dan, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd'den nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş).: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tebûk'den dönünce kendisine kıyameti sordular. Bunun üzerine Rfesûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yüz sene gelmez ki, yeryüzünde bugün doğmuş bir nefis kalmış ol­sun!»  buyurdular.                                                                           

 

220- (2538) Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Velid haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne H'usayn'dan, o da Sâlim'-den, o da Câfeir b. Abdilîah'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Doğmuş hiç bir nefis yoktur kî, yüz seneye erişsin!» buyurdular.

Salim demiş ki : Biz bunu onun yanında müzakere ettik. Bu ancak o gün yaratılmış her nefistir.

Abdullah    b.    Ömer    rivayetini  Buhârî  «Kitâbu'*-İIim-> ile «Kitâbu's-Salât»'da tahric etmiştir.

Hadîsin rivayetleri birbirini tefsir etmektedir. Bu rivayetlerden mak-sad, o akşam doğan bir çocuğun yüz seneden fazla .ya gamıyacağını beyân­dır. Daha sonra doğan bir çocuğun yüz seneden fazla yaşayıp yaşamaya­cağına dâir söz yoktur.

Menlûse : Yaratılmış, doğmuş demektir. Bu kayıt meleklerle cinlere şâmil değildir.

Bâzıları: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsle ümmeti­nin ömürleri kısa olacağını anlatmak istemiştir» demişlerdir,

Hızır (Aleyhisselâm)m vefat ettiğini söyleyenler bu hadîslerle is­tidlal etmişlerdir. Cumhura göre Hızır (Aleyhisselâm) sağdır. Onlar bu hadîsleri te'vil ederek Hızır (Aleyhisselâm)hn o gün su üzerinde olduğunu yahut hadîsin umumundan tahsis edildiğini söylemişlerdir.

Kirmanı hadîsin umumunda Hz. İsâ ile İb1îs'in dahil olup olmadığı hususunda suâl açmış,, cevabım da vermiş ise de, Allâme Aynî bu suâl ve cevapları yersiz bularak şunları söylemiştir : «Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yeryüzünde yaşayanlardan muradı ümmetidir. Karineler buna delâlet etmektedir. Yeryüzünde yaşayan müs-lüman, kâfir bütün insanlar onun ümmetidir. Müslümanlar ümnıet-i ica­beti, kâfirlerse ümmet-i davetidir. İsâ ile Hızır (Aleyhisselâm) üm-metden sayılmazlar. Şeytana gelince : O âdemoğullarmdan değildir.»

Bu rivayetler dahî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Peygam­berliğine delâlet eden mucizeyi tazammun etmektedir.

 

54- Sahabe (Radiyallahu anhüm)'e Sövmenin Haram Kılınması Babı

 

221- (2540) Bİze Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Muhammed b. Ala' rivayet ettiler. Yalıya : Ahberanâ, Ötekiler : Haddesenâ tâbirlerim kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muaviye A'me'ş-den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöy­le demiş): Resûliülah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ashabıma sövmeyin! Ashabıma sövmeyin! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, biriniz Uhud (dağı) kadar altın infâk etse, onların bir ölçeğine veya onun yansına erişemez.» buyurdular.

 

222- (2541) Bize Osman b. Ebî Şcybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr A'meş'den, o da Ebû Sâlİh'deıı,-o da Ebû Said'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Hâlid b. Velİd ile Abdurrahman b. Avf arasında bir şey vardı. Hâlid ona sövdü. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Ashabımdan kimseye sövmeyin! Çünkü bîriniz Uhud (dağı) kadar al­tın infak etse, onların bir ölçeğine veya yansına erişemez.» buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Saîd El-Eşec ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî' A'meş'den rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rİ-vâyet etti. H.

Bize İbni Müsennâ ile İbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnü Ebî Adiy rivayet etti. Bu râviler hep birden Şu'bc'detı, o da A'meş'den naklen Cerîr ile Ebû Muâviye'nin isnadı ile onların hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu'be ile Vekî'in hadîsinde Abdurrahman b. Avf ile Hâlid b. Velîd'in zikri geçmemiştir.

Bu hadîsin Ebû Saîd rivayetini Buhârî «Kitâbu'fedâil-ü Eshab-in-Nebî»'de; Ebû Dâvud ile İbni Mâce «Kitâbu's-Sünnet»'de; Tirmizî ile Nes.âî «Kitâbu'l-Menâkib»'de muh­telif râvilerden tahric etmişlerdir. Ebû Hüreyre rivayeti hak­kında Ebû Ali El-Ceyyânî şöyle demiştir : «Ebû Mesüd'u Dimeşkî bunun vehm olduğunu söylüyor. Doğrusu Ebû Muâviye'nin A'meş'den, onun da    Ebû  Salih 'den, onun da   — Ebû   Hüreyre 'den değil —   Ebû   Said-i   Hudrî1-den rivayet etmiş olmasıdır.

Onu Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Ebû Küreyb ve başkaları böyle rivayet etmişlerdir. Darekutnî'ye bu hadîsin isnadı sorulmuş da : Onu A'meş ri­vayet ediyor. Ama ondan muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Zeyd b. Ebî Ümeyye, A'meş 'den, o da Ebû Salih 'den, o da Ebû Hüreyre 'den naklen rivayet etmigtir. Ebû Avâne 'den de muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Hadîsi Affân ile Yahya b. Hammad, Ebû Avâne 'den, o da A'meş 'den bu gekilde rivayet etmişlerdir. Müseddid ile Ebû Kâmil ve Şey-bân ise Ebû Avâne 'den rivayet etmişler ve Ebû Hürey­re ile Ebû Saîd 'den demiglerdir. Nasr b. Ali dahî; Ebû Dâvud ile Haraşî 'den, onlar da A'meş'den diye rivayet et-miçtir. A'meş'in rivayetlerinin doğrusu Ebû Salih 'den, onun da Ebû Saîd 'den rivayet olunanıdır. Bu hadîsi Zaide, Asım'dan, o da Ebû Salih 'den, o da Ebû Hüreyre 'den rivayet etmişse de, doğrusu Ebû Salih'in Ebû Saîd 'den rivayet et­miş olmasıdır, demiştir.»

Nevevî diyor ki : «Fitnelere karışmış olsun olmasın ashab-ı ki­rama sövmek haramdır; haram kılman kötülüklerdendir. Çünkü onlar müctehiddirler. Sahabenin faziletleri bahsinde izah ettiğimiz gibi, onlar . bu harbler hususunda te'vilcidirler. Kaadî Iyâz onlardan birine sövmenin büyük günahlardan sayıldığını söylemiştir. Bizim mezhebimizle cumhura göre ashaba söven öldürülmez; ta'zir olunur. Mâlikîler'-den bazıları Öldürüleceğine kail olmuşlardır.»

Yerinde de görüldüğü vecihle müd, okkadan küçük bir ölçektir. Fi-renkler nazarında ise on sekiz litrelik kapdır. Hadîsin mânâsı: Sizden bi­riniz Uhud dağı kadar altın tasadUuk etse, bunun sevabı ashabımdan birinin yarım müd zahireden kazanacakları sevaba erişemez demektir. Kaadî Iyâz: <Bu da gösterir ki, Aşhâb-ı kiram kendilerinden son­ra gelen bütün insanlardan daha faziletlidirler. Onların sadakalarının da­ha faziletli olması zaruret zamanında ihtiyaç ve sıkıntı içinde oldukları halde - vermelerindendîr. Başkalarının hâli böyle değildir. Onların cihad vesâir tâatları da hep böyle olmuştur...» diyor.

 

55- Üveysü'l-Karani (Radiyailahü anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab

 

223- (2542) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şim b. Kaâsım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğire rivayet elti. (Dedi ki) : Bana Saîd El-Cüreyrî, Ebû Nadra'dan, o da Useyr b. Câ-bir'den naklen rivayet etti ki, Kûfeliler Ömer'e gelmişler. İçlerinde Üveys'-le alay eden bir adam varmış. Ömer:

  Burada Karanîlerden kimse var mı? diye sormuş. Hemen bu adam geîmiş. Ömer:

  Şüphesiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settim):

«Size Yemen'den Uveys denilen bir adam gelecek. Yemen'de bir an­nesinden başka kimse bırakmıyor. Kendisinde beyazlık vardı. Allah'a duâ etti de onu kendisinden giderdi. Yalnız bir dinar veya dirhem yeri kadar kaldı. İmdi ona sizden kim rastlarsa sizin için istiğfar ediversin!» buyurdu­lar,  demiş.

 

224- (...) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hanımad   (bu zât İbni Seleme'dir)  Saîd-î  CÜreyrî'den bu isnadla  Ömer b. Hattâb'dan naklen  rivayet etti.     Ömer şöyle  demiş :     Ben  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Şüphesiz tabiînin en hayırlısı Uveys denilen bir adamdır. Onun bir validesi vardır. Kendisinde beyazlık vardı, imdi kendisine emredin de sizin için istiğfarda bulunsun.»   buyururken işittim.

 

225- (...) Bize İsbâk b. İbrahim El-HanzaU ile Muhammed b. Mü­sennâ ve Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. İshâk ; Ahberanâ, ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Lâfız İbni Müsennâ'nmdır. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti.  (Dedi ki) : Bana bafcam, Katâde'den, o da Zürâra b. Evfâ'danj o da Üseyr b. Câbir'den naklen rivayet etti. Üseyr şöyle demiş : Ömer b. Hattâb kendisine Yemenlilerin imdadı geldiği va­kit onlara : Üveys  b. Âmir aranızda mı?  diye sorardı.     Nihayet  Üveys'e rastladı. Ve :

__ Sen Üveys b. Âmir misin? diye sordu.  (O da) :

Evet! cevâbını verdi.

  Murad kabilesinden sonra Karen'den mi? dedi. Üveys:

  Evet! cevâbını verdi.

  Sende baras illeti vardı. Ondan iyüeştin de yalnız bir dirhem yeri jar kaldı öyle mi? dedi. Üveys :

— Evet! cevâbını verdi.

  Validen var mı? diye sordu. Üveys :

  Evet! cevâbını verdi. Ömer :

  Ben Resûlüllah (Satiatlahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Size Uveys b. Âmir Yemenlilerin  İmdat bölüğü  ile gelecek.  Kondİsi Muraddan sonra Karendendİr. Onda baras iiietİ vardı. Bu dordden iyileşti. Ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Bİr validesi vardır. Ona çok mutîdir. .Allah'a yemin etse, kendisini mutlaka yemininde sâdık çıkarır. Sana istiğ-jfar etmesine imkân bulursan bunu yap!» buyururken işittim. Benim için istiğfar ediver! dedi. O da Ömer için İstiğfarda bulundu. Ömer ona :

  Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Üveys :

  Kûfe'ye! dedi.

  Senin için oranın valisine mektub yazayım mı? dedi, Üveys :

   İnsanların el-ayak takımı arasında olmam benim için daha mak-dür,    evâbını verdi.

Üseyr demiş ki: Ertesi yıl gelince Kûfe'nin eşrafından bir adam hac-gitti. Ömer'e rastlamış. Ömer kendisine Üveys'i sormuş. O zât :

  Ben onu evi perişan, eşyası az bir halde bıraktım, demiş. Ömer :

  Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i :

«Sİze Uveys b. Âmir Yemenlilerin imdat bölüğü ile gelecek. Kendisi Muraddan sonra Karendendİr. Onda baras illeti vardı. Bu derdden iyileşti. Ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Bir validesi vardır. Ona çok mutîdir. Allah'a yemin etse, kendisini mutlaka yemininde sadk çıkarır. Sana istiğfar etmesine imkân bulursan bunu yap!» buyururken işittim, demiş. O zât Üvays'e gelerek :

  Benim için istiğfar et!  dedi. Üveys :

  Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun, benim için sen istiğ­far et! dedi. O zât yine :

  Yenim için istiğfar et:  dedi. Üveys  (tekrar) :

  Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun. Benim için sen istiğ­far et!  Ömer'e rastladın mı? dedi. O zât:

  Evet!  cevâbım verdi. Bunun Üzerine onun için istiğfar etti. Halk da onun kim olduğunu anladı. Müteakiben çekib gitti.

Üseyr demiş ki : Elbisesi çizgili bir kumaştı. İnsan onu gördükçe : Acaba Üveys bu kumaşı nerden buldu? diyordu.

Hz. Üveys'in babası Âmir 'dir. Meşhur olan budur. Bazıları Amr olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû Amr'dır. Sıffın harbinde şehid edildiği söylenir. Kendisi Murad kabilesinin bir kolu olan Karen'e mensubdur. Doğrusu budur. Cevheri 'nin «Sı-hah»'ında Karanü'KMenâzil denilen meşhur bir dağa men-sûb olduğu bildirilmiştir. Bu yer Necd1i1er'in Hac için ihrama gir­dikleri mahaldir. Nevevi bu iddianın fahiş bir hata olduğunu söy­lüyor.

Yemen 'den gelen imdat kafilesinin içinde Hz Üveys le alay

eden birinin bulunmasından anlaşılıyor ki, Üveys hâlini gizler, Allah Teâlâ ile kendi arasındaki sırrı kimseye sezdirmezmiş. Ariflerin ve hâ­lis evliyanın yolu budur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Üveys    kıssasında Peyganı'. or (Sallallahü Aleyhi ve Se[!e;ı   'in za­hir mucizeleri vardır.

2- Bu hadîs    Üveys    Hazretlerinin menkabesine delildir.

3- Salâh ve takva sahiplerinden duâ ve istiğfar istemek rnüstehab-dır. Velevki isteyen daha faziletli olsun.

4- Hadîs-i şerif Hz. Üveys'in tabiînin en hayırlısı  olduğuna açık delildir.    İmam   Ahmed'le başkalarının :    «Saîd b. E1-Müseyyeb    tabiînin en fazîletlisidir.» dedikleri söylenirse de; bunun cevâbı şudur : Onların muradı    Saîd'in tefsir, hadîs, fıkıh ve emsali şer'i ilimlerde üstün olduğunu anlatmaktır. Yoksa Allah indindeki hayrı kasdetmemişlerdir.

5-  Anneye-babaya itaat, uzlette yaşamak, hâlini gizlemek faziletli fiillerdir.

 

56- Peygamber (SatlallahU Aleyhi ve Sellem) 'in Mısırlılar Hakkındaki Vasiyyeti Babı

 

226- (2543) Bana EbÛ't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi.  (Dedi ki) : Bana Harmele haber verdi. H.

Bana Harun b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Harmele (bu zât İbnü Imrân Et-Tücîbî'dir) Ahdurrahman b. Sümâsete'l-Mehrî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ehû Zerr'i şunu söylerken işittim: Resûlülîah (Sallallahii Aleyhi ve Seliem):

«Siz öyle bir yer fethedeceksiniz ki, orada kîrat söylenir. 0 yerin ahâ­lisi hakkında birbirinize hayr tavsiyesinde bulunun! Çünkü onların bir zim­met ve rahim (hörmet)'i vardır. Bir kerpiç yeri hakkında kavga eden iki adam gördünüz mü hemen oradan çık!»  buyurdular.

Râvi demiş ki: Ebû Zer Şurahbîl b, Hasene'nin oğulları Rabîa ile Ab-durrahman, bir kerpiç yeri hakkında kavga ederken yanlarına uğramış da hemen oradan çıkmış.

 

227- (...) Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize ba­bam rivayet etti. (Dedi ki) : Mısırlı Harmele'yi, Ahdurrahman b. Şümâ-se'den, o da Ebû Basra'dan, o da Ebû Zer'den naklen rivayet ederken işit­tim. Ebû Zer şöyle demiş: Resûlülîah {Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Siz muhakkak Mısır'ı fethedeceksiniz. Mısır öyle bir yerdir ki; orada kîrat söylenir. Orasını fethettiğiniz zaman ahâlisine İyi muamelede bulu­nun. Çünkü onların bir zimmet ve rahim (hakk)'ı vardır, —Yahut bir zim­met ve sıhriyeti vardır. — Orada iki adamın bir kerpiç yeri hakkında kavga ettiklerini görürsen hemen oradan çık!»  buyurdular.

Ebû Zer demiş ki: Sonra Abdurrahman b. Şurahbil b, Hasene ile kar­deşi Rabîa'y1 hir kerpiç yeri için kavga ederlerken gördüm de oradan çıktım.

Kîrat: Dinar ve dirhemle şâir paraların cüzlerinden biridir.

Nevevî , Mısırlıların bu kelimeyi çok kullandıklarını söyler. Tahâvîde «Müşkilü'1-Âsâr» adlı kitabında şunları söylemiştir. «Bu­nunla Mısırlıların sövmekte ve birbirlerine kötü söz işittirmek "hususunda kullandıkları bir kelimeye işaret olunmuştur. Onlar filâna kıratlar Ver­dim derler. Bununla ona kötü söz söyledim; sövdüm demek isterler;

İstevsû: Birbirinize tavsiye edin yahut vasiyetimi kabul edin mâ­nâlarına gelir. Kîrat meselesi ile vasiyet arasındaki münâsebet olsa olsa Mısırlıların ağızları bozuk, sövüp-sayan, kötü şeyler söyleyen bir. millet olmalarıdır. Onlara müsamahakâr davranın; kötü sözleri, sizi de onlara kötü muameleye alıştırmasın, demek istemiştir.

Zimmet: Hürmet ve hak demektir. Burada ondan murad. ahid ve emândır. Rahim'den murad neseben akrabalıktır. Çünkü İsmail (Aleyhisselam)'in annesi   Hâcer   Mısırlıdır.

Sıhriyet: Evlilik sebebiyle meydana gelen akrabalıktır. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellemyin oğlu İbrahim'in annesi Mâriye Mısırlı idi.

Hadîs-i şerif, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iri birkaç mucize­sini ihtiva etmektedir. Bunlardan biri ümmetimin ileride kuvvet bularak Acemleri vesâir zâlim milletleri kahredeceklerini haber vermesi; ikincisi Mısır'ı fethedeceklerni, üçüncüsü iki adamın bir kerpiç yeri için kavga edeceklerini haber vermesidir. Bunların hepsi olmuştur.

 

57- Umanlıların Fazileti Babı

 

228- (2544) Bize Saîd b. Mensur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-lî b. Meymûn, Ebû'l-Vâzı'dan, o da Câbir b. Aror Er-Râsibî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Berze'yi şunu söylerken işittim : ttesûlüllah

(Saltaîîahü Aleyhi ve Sellem) Arab kabilelerinden birine bir adam gönderdi. Onlar bu zâta sövmüşler ve kendisini dövmüşler. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUemye gelerek haber verdi. Bunun üzerine Resûîüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Sen Uman ahâlisine gitseydin. Sonra sövmezler ve seni cfovmezlerdi.» buyurdular..

Uman : Bahreyn'de bir şehirdir. Kaadi Iyâz bazıla­rının bu kelimeyi Amman şeklinde tesbit ettiklerini söylemişse de Nevevi bunun yanlış olduğunu bildirmiştir. Sünûsi diyor ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aman halkının iffetli, bilgili Ve tahkik, tespit sahibi insanlar olduğunu anlatmak istemiştir. Aman 'm Yemen 'den sonra b-eîen şehir olması çok muhtemeldir. Çünkü o yer halkı daha nâzik kalbli insanlardır.

Hadîs-i şerif   Aman1ı1ar'm faziletine delildir.

 

58- Sakif'in Yalancısının ve Onu Helak Edenin Beyanı Babı

 

229- (2545) Bize Ukbe b. Mükrem EI-Ammî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kub (yâni İbni İshâk El-Hadramî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esved b. Şeyban, Ebû Nevfel'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ab­dullah b. Zübeyr'i Medine'nin dağ yolunda gördüm. Kureyş ve halk ya­nından geçmeye başladılar. Nihayet Abdullah b. Ömer da yanma uğra­dı. Ve başında durarak:

— Selâm sana Ebâ Hubeyb! Selâm sana Ebâ Hubeyb! Selâm sana Ebâ Hubeyb! Beri bak, vallahi ben seni bu işten men ediyordum! Vallahi ben seni bu işten men ediyordum! Vallahi ben seni bu işten men ediyor­dum! Vallahi benim bildiğime göre sen hakîkaten çok oruç tutan, çok na­maz kılan, akrabaya çok yardım eden bir adamdın. Vallahi en kötüsü sen olan bir ümmet en hayırlı bir ümmetdir, dedi.

Sonra Abdullah b. Ömer oradan ayrıldı. Abdullah'ın durması ve ko­nuşması Haccâc'ın kulağına varmış. Hemen İbni Ziibeyr'c adam gönder­di ve dalından indirilerek yalıûdîlerin kabristanına konuldu. Sonra annesi Esma binti Ebî Bekr'e haber gönderdi. Fakat o gelmekten imtina etti. Hac-câc kendisine tekrar birini göndererek : Ya gelirsin yahut seni saçların­dan sürükleyecek birini mutlaka gönderirim, dedi, Esma yine imtina etti. Ve şunları söyledi:

__ Vallahi bana saçlarımla beni sürükleyecek bir kimse gönderme­dikçe, ben senin yanma varmam! Bunun üzerine Haccâc :

__ Bana ayakkabılarımı gösterin! dedi. Ve ayakkabılarım aldı. Sonra

koşarak yola düştü ve Esmâ'nın yanma girdi. (Ona) :

  Allah'ın  düşmanına ne  yaptığımı gördün  mü? dedi. Esma :

  Gördüm ki, ona dünyasını berbad ettin. Ama o da sana âhiretini berbâd etti., Duydum ki ona, ey iki kuşaklının oğlu! dermişsin. Vallahi iki kuşaklı   benim.   Bunların   biri   ile   hayvanların    üzerinden    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in yiyeceği ile Ebû Bekr'in yiyeceğini kaldırır­dım.    Diğeri bir kadına lâzım olan kuşaktır.    Dikkat et ki,    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize:

«Sakif kabilesinde bir yalancı ve bir can alıcı vardır.» demişti. Ya­lancıyı gördük. Can alıcıya gelince, bunun ancak sen olacağını zannedi­yorum, dedi. Bunun üzerine Haccâc onun yanından kalktı, bir daha da kendisine müracaat etmedi.

Ebû Hubeyb; Abdullah b. Zübeyr'in künyesidir. Buharı 'nin ve diğer ulemânın beyânlarına göre İbnü Zübeyr'in üç künyesi varmış. Bunlar Ebû Hubeyb, Ebû Bekr ,ve Ebû Bükeyr 'dir. Haccâc-i Zâlim bir çarpışmada Abdulları b. Zübeyr'i şehid etmiş ve cesedini Medine 'nin dağ yollarından, birinde tepesi üstü bir ağaca asmıştı. Gelip geçen halk bunu görüyordu. Nihayet Abdullah b. Öme r (Radiyaîiahu anh) da oradan geçerken asılı cesedi -görmüş-ve ona selâm vererek, hakkında sitayişkâr sözler söylemiştir. «Seni bundan menederdim» sözünden mak­sadı : Seni bu adamla uğraşmaktan ve kendisiyle uzun uzadıya münazaa ve münakaşaya dalmaktan men ederdim. Beni dinlemedin. İşte bu hal ba­şına geldi, dernektir.

Savvâm : Çok oruç tutan;   Kavvâm : Çok namaz-kılan mânâsına gelir- Taberânî: «İbni Zübeyr 'bütün sene oruç tutar; gün­leri birbirine eklerdi. Geceleri de namazla ihya eder, çok defa vitir na­mazında bütün Kur'ânı hatmederdi.» demiştir. Yine Taberânî'nin beyânına göre Haccâc tarafdarları İbnü Zübeyr'i kendi gÖrlçlerine göre ümmetin en kötüsü olduğu için asmışlardır. İbâ­dete bu kadar düşkün olan bir zât, mensub bulunduğu ümmetin en kö-t:mı olursa, şüphesiz o ümmetin bütün fertleri hayırlı demektir. Bundan dolayıdır ki, İbni Ömer (Radiyaîiahu anh) : «Vallahi en kötüsü sen dan bir ümmet, en hayırlı bir ümmetdir.» demiştir. Bu söz Haccâc ve tarafdarlarma karşı bir reddiyedir.

Kurun : Karnın cem'idir. Karn boynuz demektir. Buradaki boynuz­lardan murad örülmüş saçlardır.

Nitâk: Kemer kuşak demektir. Kadın iş yaparken eteğine basma­mak için beline kuşak gibi bir şey bağlayarak elbisesini onunla toplar. Hz. Esmâ'ya iki kuşaklı denilmesi bir rivayete göre birbiri üzerine iki ku­şak sardığı içindir. Esah olan rivayete göre ise kuşağını ikiye yararak bir parçasını beline sardığı, öteki parçasiyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ve Hz. Ebû Bekr'in yiyeceklerini hayvan Üzerinden ta­şıdığı içindir.

Hz. Esma 'nin «Gördük...» dediği yalancı Muhtar b. Ebî Ubeyd Es-Sakafî 'dir. Bu adam çok yalan söylermiş. Yaptığı yalanların en çirkini kendisine Cebrail (Aleyhisselâm) 'in geldiğini iddia etmesidir. Can alıcıdan murad da   Haccâc   b.   Yûsuf 'dur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kabirdeki meyyite selâm vermek ve İbni Ömer" Hazret­lerinin yaptığı gibi üç defa tekrarlamak müstehabdır.

2- Ölmüşleri malûm olan iyi sıfatlariyîe anmak müstehabdır.

3- Hadîs-i şerif, Hz.   Abdullah   b.   Ömer'in menkabesine delildir. Çünkü halk huzurunda hakikati-söylemiş;    Haccâc'm duya­cağını bildiği halde söyleyeceklerini çekinmeden söylemiştir  Nevevi ; «Ehl-i Hakkın mezhebine göre  İbnü    Zübeyr   mazlum idi. Haccâc    ve arkadaşları onun aleyhine kıyam etmişlerdi.» diyor.

4- Bu hadîs   İbnü    Zübeyr   Hazretlerinin faziletini de ta-zammun etmektedir.

 

59- Acemlerin Fazileti Babı

 

230- (2546) Bana Muhammed h. Râti' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd; Ahberanâ, İbnü Râfi' ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandı­lar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Ca'fer El-Cezelî'den, o da Yezid b. Esam'dan, o da Ebû Hüreyre'den nak­len haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah {Sallalîahü Aleyhi ve Selîem):

«Din Ülker yıldızında oîsa ona Acem'den bir adam —yahut Acem evlâdından demiş— gidecek, hattâ eline alacaktır.»   buyurdular.

 

231-  (...)  Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bİze Abdü'1-Aiiz (yâni İbnü Muhammed) Sevr'den, o da Ebû'l-Gays'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seltemyin yanında oturuyorduk. Anîden üzerine Cum'a sûresi ini­verdi :

«Onlardan diğer bir takım gönderdi ki, (faziletçe) birincilere yetişeme-mişlerdi.» [31] âyetini okuyunca bir adam:

— Kim onlar yâ Resûlallab! dedi. Fakat Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) orta iltifat etmedi. Hatta adam kendisine bir, iki veya üç defa sordu. Aramızda Sehnân-i Fârisî de vardı. Derken Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) elini Selman'm üzerine koydu. Sonra:

«iman Ülker yıldızında olsa, bunlardan bazı kimseler onu elde ede­cektir.»  buyurdu.

Bu hadîsi Buhârî  «Sûretü'l-Cum'a» tefsirinde tahric etmiştir.

Acem tâbiri, Arablarca Arab olmayan müslümanlara itlâk edilirse de, burada ondan murad; Fürsler yâni İranlılardır. Nitekim Türkçemizde biz de onlara Acemler deriz.

Hadîs-i şerif Acemlerin faziletini bildirmektedir. Acemlerden bu fa­zilete nail olan ilk zât Hz. Selmân-ı Fârisî 'dir, Hz. Sel­inân'm diyanet ve faziletleri müstakil bir kitap dolduracak kadar çok ve meşhurdur. Biz buracıkta Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in :

«Selman bizdendir. Ehl-i Beyt'tendir.» buyurduğunu hatırlatmakta ik­tifa edeceğiz. Hz. A1i'nin de : «Selmân, Lokman gibidir.» dediği riva­yet olunur. Çok yaşamış, bir rivayette Hz. Osman 'in hilâfeti zama­nında otuzbeş veya otuzaltı tarihinde Medâyin'de vefat etmiştir. Hz. ömer'in hilâfeti zamamda vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Kün­yesi Ebû Abdullah idi. Selmân-ı Hayr namiyle şöh­ret bulmuştur. Kendisini İslâm'a nisbet eder : «Ben İslâm'ın oğlu Sel-mân'im!» dermiş.

Kanâati âcizânemce bu hadîsde Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Hazretlerine işaret buyurmak­tadır. Nedense görebildiğim Müslim ve Buharı şerhlerinin hiç birinde bun­dan bahseden olmamıştır. Nihayet Seyyid-i Muhammed Habibu11ah'm «Zâtü'l-Müslim» adlı eserinde hülâsasını arzettiğim şu malûmata rastladım : «Bu hadisin fazileti bilûmum Fâris evlâdına şâmil ve şüphesiz meşhur sahâbî Selmân-ı Fars'i bu faziletin başında olmakla beraber yine şüphesiz ki, bunda İmam Ebû Hanîfe Nu'man b. Sabit (Rahimehullah) 'in da büyük menkabesi vardır. Hattâ hadîsden onun kastedilmiş olması mümkündür. Nitekim «MüslimVin bir rivayetinden bu mânâ zahirdir...

Acemlar arasında Selmân.ı Fârisî 'den sonra İmam Ebû Hanîfe kadar ilmiyle, re'yinin isâbetiyle ve dîninin metâne-tiyle şöhret bulan başka biri yoktur...>

Nevevî bu hadîs-hakkında sadece şunları söylemiştir: «Hadîs-i şerîfde Acemlerin faziletine ve yerine göre mecazla mübalağanın kulla­nılmaları caiz olduğuna açık delil vardır.»

 

60- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in : «İnsanlar, İçlerinde Binilecek Bir Tane Bulamadığın Yüz Deve Gibidir.» Hadisi Babı

 

232- (2547) Bana Muhammed b. Râfi' iJe Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Muhammed'indir. Abd : Ahberanâ, İbni Râü' ise : Haddese-nâ tâbirlerini kullandılar, (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlİm'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saliallahü Aleyhir ve Sellem): «İnsanları kişinin içlerinde işe yarar bir tane bulamadığı yüz deve gibi bulacaksınız.»   buyurdular.

Bu hadîsi    Buharı    «Kitâbu'r-Rikak»'da tahric etmiştir. Râhıle : Binmek ve yük taşımak için seçilmiş iyi cins deve demektir. Nevevî'ye göre hadîsin mânâsı : İnsanlar birbirine müsavidir. Ne-seb itibariyle hiç birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Hepsi yüz deveden müteşekkil deve sürüsü gibi birbirine benzerler, demektir.    Ezheri'ye göre ise hadîsden mura.d; dünyâda zühdü, takvası kâmil, kalbi âhirete mü­teveccih insan pek azdır. Bu deve sürüsünün içinde işe yarar takımının az bulunmasına benzer, demektir.

Taberâni : «Bana öyle geliyor ki, iyi cins deve ile temsile en münâsib olan şekil, başkalarının verdiği ağırlık ve sıkıntılara tahammül eden ve üzerine aldığı işi yapan adamdır. Böylesi hakikaten az bulunur.» demiştir. Aynî diyor ki : «Ulemâ bu hadisin mânâsında ihtilâf etmiş­lerdir. Bazıları bununla âhir zamanda gelecek kötü nesillerin kastedildi­ğini söylemiş, bir takımları ihtimal hadîsden bütün insanlar kastedilmiş, içlerinde yüzde bir nisbetinde mü'min bulunacağına işaret olunmuştur, demişlerdir.» Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir.

 



[1] Ashab-ı kiramın evlerinden mescide girdikleri kapılan vardı. Peygam­ber (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) bunların.hepsini kapatmış, yalnız Ebû Bek-rinkini bırakmıştır

[2] Hz. Ebû Bekr

[3] Sûre-i Tevbe, Âyet: 80

[4] Sûre-i Tevbe, Âyet: 84.

[5] Hz. Ali'nin künyesidir

[6] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet: 61

[7] Kendi annesini kastediyor.

[8] Sûre-i Lokman, Âyet:  15.

[9] Sûre-I Enfal, Âyet: 1.

[10] Sûre-i Mâide, Âyet: 9.

[11] Süre-i En'am, Ayet: 52.

[12] Sûre-i Ahzab, Ayet : 33.

[13] Süre-i Ahzab, Âyet:  5.

[14] Sûre-i Nisa, Âyet :  69.

[15] Zeyne'l-Âbîciin Hazretleridir

[16] Sûre-i Mâide, Âyet: 93.

[17] Yâni Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahü anh) da âyette zikredilenler­den biri imiş

[18] Sûre-İ Âl-i Imran,  Âyet:   161.

[19] Süre-i Bakara, Âyet : 74.

[20] İzâr ; Örtünülen her şeydir. Ridâ :  Aba ve cübbe gibi elbise üzerine giyilen şeydir. Burada murad baş örtüsünün yarısını vücudunun üst tarafına, yarısını da alt tarafına sarması olsa gerektir

[21] Bağcılardan murad cennetlikler; solculardan murad da cehennemlik­lerdir. Buraya bilhassa din kardeşlerimizin dikkatlerini celbetmek isteriz. Cenâb-ı Hak", Vakıa Sûresİ'nde sağcıların cennetlikler, solcuların da cehennemlikler ol­duğunu bildirmiş ve her iki fırkanın hak ettikleri karşılığı göreceklerini tafsi-latıyle haber vermigtlr. Bugün yurdumuzda 3ascı ve solcu namıyle anılan fırka­lar vardır. Bundan "ne kastedildiği örtülü tutulmakla beraber, maksad herkesçe malûmdur. Müslümanlara sağcı denildiğine göre, solcular müslüman olmayanlar demektir. Binâenaleyh" solculuk iddiası ve fiilen solculara iltihak küfürdür. Çün­kü imanla küfür arasında başka bir mertebe mevcut değildir. Bir İnsan ya mü'-mindir; ya kâfir! Üçüncüsü yoktur

[22] Sûre-i Nûr, Âyet : 11

[23] Sûre-i Hucurat, Âyet:  12

[24] Sûre.

[25] Sûre-i Bakara, Âyet :   159-160.   

[26] Sûre-i Mümtehıne, Âyet :  1.

[27] Sûre-i Meryem, Âyet:  71.

[28] Sûre-i Meryem, Âyet: 72.

[29] Sûre-i Âl-i Imran, Âyet :   122.

[30] İbni Mes'ud.

[31] Cuma Seresi, Âyet: 3.