44 - SAHABE
(Radiyallahu anh)'ÜN FAZİLETLERİ BAHSİ
1- Ebu Bekri Sıddıki (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab
2- Ömer (Radiyallahu anh) Faziletlerine Dair Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
3- Osman B. Affan (Radiyallahü anh) 'ın Faziletlerine Dair Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
4- Ali B. Ebi Talib (Radıvallahü anh)ın Faziletlerine Dair Bir Bab
Bu Hadisden Çıkıarılan Hüümler:
5- Sa'd b, Ebi Vakkas (Radiyallahû
anh)'ın Fazileti Hakkında Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
6- Talha İle Zübeyr (Radiyallahu anh) 'nın Faziletlerine Dair Bir Bab
7- Ebü Ubeyde b. Cerrah (Radiyaliahu anh) 'nın Faziletleri Babı
8- Hasan'la Hüseyin (Radhallam anhûma) 'nın Faziletleri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ehl-i Beytinin Faziletleri
Babı
10- Zeyd b. Harise İle Üsame b. Zeyd (Radiyallahu anhüma) 'nın
Faziletleri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
11- Abdullah b. Ca'fer (Radiyallahû anhüma) 'in Faziletleri Babı
12- Ümmü'l-Mü'minin Hadice (Radiyallahû anhûma) 'nin Faziletleri Babı
13- Aişe (Radiyallahü anhâ) 'nin Fazileti Hakkında Bir Bab
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
14- Ümmü Zer Hadisinin Zikri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
15- Fatime Binti Nebi (Aleyhisselâm)'in Faziletleri Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
16- Ümmü'l-Mü'minin Ümmü Seleme (Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden
Bir Bab
17- Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb
(Radiyallahü anha) 'nin Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler
18- Ümmü Eymen (Radiyallahu anha)'nın Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
19- Enes B. Malik’in Anne
Ümmü Süleym İle Bilal (Radiyalîahâ
ânha)’ın Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
20- Ebu Talhate'l-Ensari
(Radryaüahuanh)'ın Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
21- Bilal (Radiyallahu anha)’ın Faziletlerine Dair Bir Bab
22- Abdullah B. Mes'ud İle Annesi (Radiyallahu anha) Faziletlerinden Bir
Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
23- Übey B. Ka'b ve Ensardan Bir Cemaat (Radiyallahu anhüm)’ın Faziletlerinden
Bir Bab
24- Said B. Muaz (Radiyallahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab
25- Ebu Dücane Simak B. Hareşe (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir
Bab
26- Cabir'in Babası Abdullah B. Amr B. Hıram (Radiyallahu anha)’ın
Faziletlerinden Bir Bab
27- Cüleybib Radiuallahu anh)’ın Faziletlerinden Bir Bab
28- Ebu Zer (Radiyalhhu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab
29- Cerir B. Abdillah (Radiyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
30- Abdullah B. Abbas (Radiyallahû anh) 'nın Faziletleri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
31- Abdullah B. Ömer (Radiyallahu anhuma)’nın Faziletlerinden Bir Bab
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
32- Enes B. Malik (Radtyallahu arha)'in Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
Hadisi Şerif'den Çıkarılan Hükümler:
33 - Abdullah B. Selam (Radiyallahu anh) 'ın Faziletlerinden Bir Bab
34 - Hassan B. Sait (Radiyallahu anh)ın
Faziletleri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
35- Ebu H hüreyrete’d-Devsi(Radiyallahu anh) Faziletlerinden Bir Bab
36- Bedir Gazilerinin (Radiyallahu anhüm) Faziletlerinden Bir Bab ve
Hatib b. Ebi Beltea Kıssası
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
38- Ebü Musa'l-Eş'ari İle Ebü Âmiri Eş'ari (Radiyallahû anhüma) ‘ın
Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
39- Eş'arillerin (Radiyallahu anhiim) Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
40- Ebü Süfyan b. Harb (Radiyaüahu anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab
42 - Selman, Suhayb ve Bilal (RadiyaHahû anhûm)’ün Faziletlerinden Bir
Bab
43- Ensar (Radiyalîahu anhüm) 'ün Faziletlerinden Bir Bab
44- Ensar (Radiyallahu anhüm) 'ün Hanelerinin En Hayırlısı Hakkında Bir
Bab
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
45- Ensar (Radiyallahu anhüm) İle Güzel Geçinme Hususunda Bir Bab
46- Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in Gıfar ve Eşlem
Kabilelerine Duası Babı
47- Gıfar, Eslem, Cüheyne, Eşca Müzeyne, Temim, Devs ve Tayyi'
Kabilelerinin Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
48- İnsanların En Hayırlıları Babı
49- Kureyş Kadınlarının Faziletlerine Dair Bir Bab
54- Sahabe (Radiyallahu anhüm)'e Sövmenin Haram Kılınması Babı
55- Üveysü'l-Karani (Radiyailahü anh) 'in Faziletlerinden Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
56- Peygamber (SatlallahU Aleyhi ve Sellem) 'in Mısırlılar Hakkındaki
Vasiyyeti Babı
58- Sakif'in Yalancısının ve Onu Helak Edenin Beyanı Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
1- (2381)
Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd ve Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî
rivayet ettiler. Abdullah: Ahberana; ötekiler ise Haddesenâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Habbân b. Hilal rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bİie Sabit rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Enes b. Mâlik rivayet etti. Ona da Ebû Bekr'i Siddîk rivayet etmiş. Ebû Bekr
şöyle demiş: Bii mağarada iken başlarımızın üzerinde müşriklerin ayaklarını
gördüm. Ve :
— Yâ Resûlallah!
Birisi ayaklarına baksa; ayaklarının altında bizi görecek! dedim.
«Yâ Ebâ Bekr, üçüncüsü
Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun!» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu-Fadâili-Eshab» ile «Hicret, bahsinden;
Tirmizî «Tefsîr»'de tahric
etmişlerdir.
İki kişiden murad
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) île Hz. Ebû Bekr, üçüncüsü de Allah'ın
kudret ve yardımıdır. Hadîsin bir rivayetinde :
«Sus yâ Ebâ Bekir! iki
kişi; üçüncüsü Allah!» buyurulmuştur. Bu hadîsin mübtedası mahzufdur. Cümle:
Biz iki kişiyiz, Allah bu iki kişiye yardımcıdır, takdirindedir.
İmam Kbû Abdullah
El-Mâziri diyor ki : «Ulernâ sahabenin birbirlerinden üstün çıkarılması
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir taife : Biz fark yapmayız, bilâkis bundan
çekiniriz, demiş; cumhur farka kail olmuşlardır. Sonra ihtilâf etmişler; Ehl-i
Sünnet: Sahabenin ef-dali Ebû Bekr-i Sıddîk 'dir demiş; Hattâbî'ye onların
efdali Ömer b. Hattâb 'dır iddiasında bulunmuş; Kâvendiyye fırkası Abbâs'in
hepsinden efdal olduğunu söylemiş, Şîiler ise bunun Hz. A1i olduğuna kail
olmuşlardır. Ehl-i sünnet, sahabenin en faziletlisi Ebû Bekr, ondan sonra Ömer
olduğuna ittifak etmiş; bunların cumhuru ondan sonra Osman, daha sonra A1i
geldiğini söylemişlerdir. Küfe'li bâzı ehl-i sünnet âlimleri Ali'nin Osman'dan
önce geldiğini söylemişlerse de, sahîh ve meşhur olan Osman'in Ali 'den efdal
sayümasıdır.» Ebû Mansûr Bağdadî diyor ki: «Ulemâmız bu tertib üzere dört
halifenin, sahabenin eri faziletlileri olduğuna, sonra cennetle müjdelenen on
kişi, sonra Bedir gazileri, sonra Uhud gazileri, sonra Bey'ati Rıdvan'da
bulunanlarla ensardan her iki Akebe bey'atmda bulunan meziyet sahipleri ve
keza sabikûnu evvelûn geldiğine icma etmişlerdir. Sabikûnu evvelûndan murad nü Müseyye b ile bir taifeye göre, iki
kıbleye doğru namaz kılmış olanlardır. Şa'bi'nin kavline göre Bey'atü'r-Uıdvân'da
bulunanlar Atâ üe Muhammed b. Ka'b'a göre de Bedir gazileridir.>
Kaadî Iyâz'm beyânına
göre içlerinde İbni Abdi1 -Berr de bulunan bir takım ulemâ Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem)in hayatında vefat eden ashabın, onun hayatından
sonra sağ kalanlardan daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Fakat mutlak olan
bu söz kabul görmemiştir. Bu farkın kat'î olup olmadığında hem zahire, hem
bâtına göre mi, yoksa sadece zahire göre mi olduğunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. İmam Ebû'l-Hasen El-Eş'arî kat'î olduğunu söylemiş r «Bunlar
fazilet hususunda da halifelikleri tertibine göredir.» demiştir. Ebu Bekri
Bakıllânî ise bu farkın kat'î değil, zannî ve içtihadı olduğunu söylemiş,
ulemanın bu fark hususundaki ihtilâfını zikretmiştir.
Ulemâ Hz. Âişe ile Hz.
Hatic 'nin ve keza Âişe ile Fâtma (Radiyaliahü anha)'mn hangisi efdal olduğunda
da ihtilâf etmişlerdir.
Nevevî diyor ki: «Osman
(Radiyallahu anh) 'in halifeliği bilicma sahihtir. O mazlum -olarak şehid
edilmiş, kendisini bir takım fasıklar öldürmüşlerdir. Ashab-ı kiram'dan onu
öldürmeye iştirak eden yoktur. Onu el-ayak takımı ve.kabilelerin en adî ve
sefilleri öldürmüşler, Ashab-ı kiramın mevcut olanları bunları defetmekten
âciz kalmışlardır. Nihayet reziller gurubu onu muhasara ederek öldürmüşlerdir.
A1i (Raâiyallahu anh)
'a gelince onun hilâfeti bilicma sahihtir. Kendi zamanında Halife o idi.
Başkasının hilâfet hakkı yoktu.
Muâviye (Radiyallahu
anh) ise âdil, fâzıl ve necib Ashab-ı kirâm-dandır.
Olup biten harplere
gelince : Bu harpler sebebiyle her taifede bir şüphe hâsıl olmuştu ki, bu şüphe
sebebiyle her taife kendinin doğru hareket ettiğine inanıyordu. Ashabın hepsi
âdildirler. Allah-onlardan razı olsun. Harblerinde ve sâirede ise tevilcidirler.
Bu te'vilcilik onlardan hiç birini adaletten çıkarmamıştır. Çünkü onlar
müctahiddirler. İctihadi bir takım meselelerde ihtilâf etmişlerdir. Nitekim
onlardan sonra gelen müctehidler de kan ve şâire meselelerinde ihtilâf
etmişlerdir. Bundan, onlardan herhangi birinin eksik taraflı olması lâzım
gelmez.
Bilmiş ol ki, bu
harblerin sebebi, dâvaların şiddetle birbirine benzer olmasıdır. Bundan dolayı
ashabın icühadları muhtelif olmuş, kendileri üç kısma ayrılmışlardır.
Bir kısma göre ictihad
sayesinde hakkın bu tarafda olduğu, muhalifinin âsî sayıldığı anlaşılmıştır.
Bunların itikadına göre âsî ve bâği olan muhalifle harbetmek vâcibdir. Onlar da
bunu yapmıştır...
İkinci kısım
birincilerin tam aksinedir. Onlar da ictihad sayesinde hakkın karşı tarafda
olduğunu anlamışlardır. Binâenaleyh o tarafa yardım etmek vâcibdir.
Üçüncü kısım hiç bir
tarafı tercih edemeyip hayrette kalanlar ve ne hüküm vereceğini
bilemeyenlerdir. Bunlar her iki fırkadan uzak kalmışlardır. Bu hareket onlar
hakkında vâcibdir. Çünkü: Bir müslümanın ölümü hakettiği anlaşılmadıkça
üzerine hücum etmek helâl değildir. Bunlar iki tarafdan birinin tercih
edileceğini ve hakkın onunla olduğunu anlasalar yardımdan geri kalmaları caiz
olmazdı. Binâenaleyh hepsi mazurdurlar, Allah kendilerinden razı olsun. Bundan
dolayıdır ki, Ehl-i Hak ve icmâına îtimad olunan ulemâ bu zevatın
şahitliklerinin ve rivayetlerinin kabulüne, adaletlerinin kemâline ittifak
etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf
Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bu kadar tehlikeli bir anda
bile sonsuz tevekkül sahibi olduğuna ve Hz. Ebû B e k r 'in faziletine
delildir.
2- (2382)
Bize Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Ebû'n-Nadr'-dan, o da Ubeyd b.
Huneyn'den, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sailailahü A
leyhı ve Sellem) minberin üzerine oturarak şöyle buyurmuş :
«Bİr kul ki, Allah
kendisini dünya nimetlerini vermekle kendi nezdin-dekiler arasında muhayyer
bırakmış, o da onun nezdindekileri seçmiştir.» Bunun' üzerine Ebû Bekr ağlamış
ve ağlamış. Sonra şunu söylemiş ;
— Sana babalarımızı,
annelerimizi feda ettik.
Ebû Saîd demiş ki,
muhayyer bırakılan Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) idi. Ebû Bekr de
onu en iyi bilenimiz idi.
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
«Şüphesiz ki, bana
matı ve sohbeti hususunda insanların en cömerdi Ebû Bekr'dir. Ben dost ittihaz
edecek olsaydım mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz ederdim. Lâkın din kardeşliği
(efdaldir).
Mescidde Ebû Bekr'in
kapısından [1] başka hiç bir kapı
bırakilmıyacaktır.»
(...) Bize
Saîd b. Maıısûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Füleyh b. Süleyman, Sâlİm'den,
o da Ebû'n-Nadr'dan, o da Ubeyd b. Huneyn ile Büsr b. Saîd'den, onlar da Ebû
Said-i Hudrî'den naklen rivayet etti. ŞÖyle demiş : Resûlüllah (Sailailahü
Aleyhi ve Sellem) bir gün hutbe okudu...
Râvi Mâlik'in hadîsi
gibi rivayet etmiştir.
3- (2383)
Bize Muhammed h. Beşşâr El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, İsmail b. Recâ'dan rivayet etti.
(Demiş ki) : Ben Abdullah b. Ebî'l-Hüzeyli Ebû'l-Ahvas'dan naklen rivayet
ederken dinledim. (Demiş ki) : Ben Abdullah b. Mes'ud'u Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selltem)den naklen rivayet eder. ken dinledim. Şöyle buyurmuşlar :
«Ben dost İttihaz
edecek olsam mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz ederdim. Lâkin o benim kardeşim
ve arkadaşımdır. Gerçekten Allah (Azze ve Celle) sahibinizi halil ittihaz
etmiştir.»
4- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Ebû'l-Ahvas'dan, o da Abdullah'dan, o da
Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle
buyurmuşlar :
«Ben ümmetimden birini
dost ittihaz edecek olsam; mutlaka Ebû Bekr'i ittihaz ederdim.»
5- (...)
Bize yine Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Abdürrahman rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Süfyân, Ebû İshâk'dan, o da
Ebû'İ-Ahvas'dan, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cafer b. Avn haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû
Umeys, İbnü Ebî Müleyke'den, o da Ahdullah'dan naklen haber verdi. (Şöyle
demiş) : ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ben dost ittihaz
edecek olsam, mutlaka İbni Ebî Kuhafe'yi dost ittihaz ederdim!» buyurdular.
6- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeyhe île Ziiheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet
ettiler. İshâk: Ahberana, ötekiler : Haddesena tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Cerir, Muğîre'den, o da Vâstf b. Hayyan'-dan, o da Abdullah
b. Ebî'l-Hüzeyl'den, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da Abdullah'dan, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti.
«Ben yeryüzü halkından
dost ittihaz edecek olsam mutlaka İbni Ebî Kuhâfe'yi dost ittihaz ederdim.
Lakin sîzin sahibiniz HaliMiah'dir.»buyurmuşlar.
7- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ile Veki'
rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi. H.
Bize İbni Ebî Ömer
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvilerden hepsi
A'meş'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize Muhammed b.
Abdillah fe. Nümeyr ile Ebû Saîd EI-Eşecc de rivayet ettiler. Lâfız her
ikisinindir. (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş,
Abdullah b. Mürra'dan, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da AbduIIah'dan naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Dikkat edin, ben her
dostun dostluğundan beraet ediyorum. Ben dost ittihaz edecek olsaydım mutlaka
Ebu Bekr'i dost ittihaz ederdim. Muhakkak sahibiniz Halİlullah'dır.»
buyurdular.
Ebû Saîd rivayetini
Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ashabının ne derece mütenebbih olup anlayacaklarını denemek
için ismini söylemeyerek:
«Bir kul ki, Allah
kendisini dünya nimetleri vermekle kendi nezdinde-kiler arasında muhayyer
bırakmıştır.» demiş ve bununla Allah'ın kendisini yaşamakla ölmek arasında
muhayyer bıraktığını, kendisinin de ölümü tercih ettiğini anlatmak istemiştir.
Bu mânâyı Hz. Ebû Bekr derhal anlayarak ağlamaya başlamış ve ağlaması dineceği
yerde gittikçe artmıştır. Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik demesi
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatının yakın olduğunu anladığı
içindir. Sair ashab-ı kiram Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seİlem) 'in
maksadını anlayamamış; Ebû Bekr'in bu sözüne ve ağlamasına şaşmışlardır. Bu
husûsda, Buharı 'nin rivayetinde şöyle denilmektedir : «Biz Ebû Bekr'e şaştık,
cemâat birbirlerine : Şu şeyhe bakın! Resûlüllah {Sallallah'ü Aleyhi ve Sellem)
Allah'ın kendisine dünya nimetleri vermesiyle kendi nez-dindekiler arasında
muhayyer bıraktığı bir kulu haber veriyor, o ise: Sana babalarımızı,
annelerimizi feda ettik, diyor! dediler.» Filhakika muhayyer bırakılan kulun
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğunu Hz. Ebû Bekr herkesten önce anlamıştı. Durmadan ağlaması
bundandı.
Halil, yakın dost
demektir. Kaadî Iyâz'm beyânına göre hailenin aslı hücet, fakirlik ve inkıta'
mânâsına gelir. Halilullah'ın mânâsı başka şeylerden alâkasını kesip kendini
Allah'a veren demektir. Bazıları hacetim yalnız Allah'dan bekleyen mânâsına
geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime: «Hılle» ve «Hülle» şekillerinde de
okunmuştur. Bazıları bunun ihtisas mânâsına geldiğini, diğerleri safisini
süzmek olduğunu söylemişlerdir. Bu kelime esasen muhabbet ve sevgi manasınadır.
Halil sevdiğinden başkasına kalbinde yer kalmayan sevgili manâsına gelir, diyenler
de vardır. Bazı hadîslerde Peygamfcer (Sallallahü Aleyhi ve Selietn) : «Ben
Allah'ın habİbiyim...» buyurmuştur. Habib de sevgili demektir. Bundan dolayı
kelâm ulemâsı habibin mi, yoksa haîiîin mi daha yüksek bir sevgi ifâde ettiği
hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bâzıları bu iki kelimenin aynı mânâya
geldiğini söylemiş; bir takımları habibin daha yüksek bir mânâ taşıdığını,
diğerleri halilin ondan daha yüksek mânâ ifade ettiğini söylemişlerdir. Demişlerdir ki: «ResûlüIIah
(Sallaltahii Aleyhi ve Sellem):
«Lâkin sîzin sahibiniz
Haliluilah'dır.» sözüyle kendisini kasdetmiştir. Yâni: Ben ancak Allah'ın
haliliyim, demek istemiştir. Şu halde Halil, Habibden daha yakın sevgili
mânâsına gelir. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Setlem>
kullardan hiç bir kimseyi halil ittihaz etmediğini bildirmektedir. Halbuki
habiblik sıfatı yalnız Allah'a tahsis ettiği muhabbete mahsus değildir. Onun
Hz. Hatice'ye, Âişe'ye, Ebû Bekr'e, Üsâme'ye, onun babası Zeyd'e, Hz.
Fâtıma'ya, oğulları Hasan ile Hüseyin'e ve diğer zevata karşı muhabbeti vardı.»
Maamafih mânâ itibariyle habibin halilden daha yüksek olduğunu söyleyenlerin
sayısı daha fazladır.
Allah'ın kulunu
sevmesinden maksad, kendisine ibâdet ve tâat hususunda imkân vermesi, hidâyet
ve rahmet buyurması, nice eltafma muvaffak kılmasıdır. Kaadî Iyâz diyor ki:
«Bu muhabbetin başlangıcıdır. Nihayeti ise kulun kalbinden perdeyi açmasıdır.
Tâ ki kul onu basireti ile görmeye başlar. Nitekim sahîh hadîste :
«Ben kulumu seversem
artık kendisiyle gördüğü gözü ben olurum... ilâh.» buyurulmustur.»
Hz. Ebû Hüreyre gibi
bazı Ashab-ı kiram Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında «Halİlim»
tâbirini kullanmışlardır. Fakat bu tâbir inkıta mânâsında kullanıldığı için,
buradaki mânâya muhalif değildir. Sahâbinin her şeyden alâkasını keserek
kendini Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e adaması güzel bir şeydir.
Halil kelimesinden maksadı da budur.
8- (2384)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillah,
Hâlid'den, o da Ebû Osman'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Amr b.
As" haber verdi. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Anır'ı zatı selâsil
ordusuna kumandan göndermiş. Amr şöyle demiş : Ona vararak:
— Sana insanların en sevimlisi kimdir? diye
sordum.
«Âtşe!» cevâbını verdi.
— Yâ erkeklerden? dedim. «Babası!» buyurdu.
— Sonra kim?» dedim.
«Ömer!» buyurdu ve bir takım zevat saydı.
Bu hadîsi Buhârî
«Fedâli ashao» ne «megmı» Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir, Zatu Selâsil:
Şam tarafında Benî Cüzam kabilesine ait bir sudur. Hicretin sekizinci yılında
burada müslümanlarla küffar harb' ettiği için vak'aya bu yerin ismi
verilmiştir. Mûte harbi bundan önce olmuştur. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Hz. Amr İbni Âs'ı ordu kumandanı tayin etmişti. Halbuki ordunun içinde Hz.
Ebû Bekr'le Ömer de vardı. Bunu görünce Hz. Amr b. Âs : Galiba beni ResûlüIIah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem} daha çok seviyor; rütbe itibariyle bunlardan
üstün tutuyor, diye düşünerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadîste
zikri geçen suali sordu.
Hadîsin muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Amr b. Âs kendisini söyler ümidiyle : «Ondan sonra kimi
seviyorsun?» diye sormakta devam etmiş, fakat Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hep başkalarını söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Amr kendisine yakında
sıra gelmeyeceğini anlayarak sormaktan vazgeçmiştir. Siyer ulemâsının
beyânlarına göre gerçekten o gün Hz. Amr 'dan daha üstün bir hayli Ashab-ı
kiranı bulunmakta idi.
Nevevî : «Bu hadîs Hz.
Ebû Bekr'le Ömer ve Âişe'nin pek büyük fazilet sahibi olduklarını açıkça göstermektedir.
Bu hadîste Hz. Ebû Bekr'i, ondan sonra Ömer'i bütün sahabeden üstün kabul eden
ehl-i sünnete açık delil vardır.» diyor.
9- (2385)
Bana Hasan b. Alî El-Hulvâni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Avn, Ebû
Umeys'den rivayet etti.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Avn haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Ebû Umeys, İbni Ebî Müley-ke'den naklen haber verdi. (Demiş ki) :
Ben Âişe'den dinledim. Kendisine:
— Resulü!!ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yerine halife bıraksa, bu zât kim oturdu? diye soruldu da:
— Ebû Bekr! dedi. Müteakiben kendisine :
— Ebû Bekr'den sonra kim? olurdu denildi:
— Ömer! cevâbını verdi. Sonra kendisine:
— Ömer'den sonra kim? dediler.
— Ebû Ubeyde b. Cerrah! Ve bunda karar kıldı.
Görülüyor ki: Hz.
Âişe, Ebû Ubeyde de durmuş, bir daha bir şey söylememiştir. Nevevî diyor ki-:
«Bu hadîs sahabenin icmaı ile birlikte hilâfet için evvelâ Ebû Bekr'i, sonra
Ömer'i hak sahibi gören Ehl-i Sünnetin delilidir. Yine bu hadîs gösteriyor ki Ebû
Bekr'in halife olması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in nassan emriyle
değil, Ashab-ı kiramın icmaı iledir. Eğer ortada ona yahut başkasına ait bir
emir bulunsaydı evvelâ ensarla diğer ashab arasında münazaa çıkmazdı. Bu nassı
belleyen hafız da onu rivayet eder, ashab ona müracaatta bulunurlardı. Lâkin
evvel emirde ensar münazaa etmişlerdir. Ortada nassan bir emir de yoktur.
Sonra Ebû Bekr'i halife seçmekte ittifak etmişler ve iş yatışmıştır.
Şiî1er'in Hz. A1i
hakkında emir vardır, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun halife
olmasını vasiyet etmiştir, şeklindeki iddiaları bâtıldır. Bütün müslümanlarm
ittifakı ile asılsızdır. Onlann dâvalarıma bâtıl olduğuna Hz. Ali devrinden
beri ittifak vardır. Kendilerini ilk yalanlayan: «Bizde şu sahifeden başka bir
şey yoktur...» diyerek Ali (Radiyaiîahuanh) olmuştur. Onda bir emir olsaydı
söylerdi. Böyle bir şey söyledi ise hiç bir zaman nakledilmemiş, kendisine
böyle bir, şey anan da olmamıştır.»
10- (2386)
Bana Abbad b. Musa rivayet etti, (Dedi ki) : Bize îbrâhim b. Sa'd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana babam Muharomed
b. Cübeyr b. Mutim den, o da babasından naklen haber verdi ki : Bir kadın
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ den bir şey istemiş, o da kadına
tekrar gelmesini emir buyurmuş. Bunun üzerine kadın :
__ Yâ Resûlallah, ne
buyurursun! Ya gelir de seni bulamazsam? demiş.
__Râvi diyor ki: Babam
herhalde kadın ölümü kastediyordu, dedi.
— Resûlüilah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.
«Beni bulamazsan Ebû
Bekr'e gıdiver!» buyurmuşlar.
(...) Bana
bu hadîsi Haecâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Ya'kub b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki) ; Bize babam, bahasından rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Muhammed b. Cübeyr b. Mut!ım hafcer verdi. Ona da babası Cübeyr b. Mut'un haber
vermiş ki, kadının biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek tir
şey hususunda onunla konuşmuş. O da kadına bir şey verilmesini emretmiş...
Râvi Abbâd b. Musa'nın
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
Hafız îbni Hacer,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir şey isteyen bu kadının ismini
bulamadığın! söylemiştir. Peygamber (Sollallahü Aleyhi ve Sellerriy'ın kadına
tekrar gelmesini emir buyurması, yine bir şey vererek yardımda bulunmak
içindir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsde Hz. Ebû Bekr'in halife olacağına dâir bîr emir yoktur. Hadîs Allah
Teâlâ'mn bildirdiği gaibi haber vermekten ibarettir.»
11- (2387)
Bize Ubeydullah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hânın rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim, b. Sa'd haber verdi. (Dedi ki) : Bize Salih b.
Keysan, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} hastalığında bana şöyle
buyurdu:
«Bana EbÛ Bekr'i ve
kardeşini çağır da bir yazı yazacağım. Çünkü ben bir arzukeşin temenni etmesinden
ve birinin : Ben daha lâyıkım, demesinden korkarım. —Halbuki bunu Allah ve
mü'minler kabul etmez.— Yalnız Ebû Bekr müstesna!»
Bu hadîsin son cümlesi
muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. Kaadî Iyâz: «Bu rivayetlerin en
güzelidir.» demiştir.
Hadîsten murad şudur :
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ölüm döşeğinde iken yerine bir halife
bırakmayı düşünmüş, bunun için en lâyık Ebû Bekr'i gördüğünden oğlu ile ikisini
çağırtarak bu husûsdaki vasiyetini' yazdırmak istemiştir. Buna sebep olarak da
çıkması melhuz olan nizâyı göstermiş: «Çünkü ben halife olmaya hevesli *bir
kimsenin, halife ben olacağım demesinden yahut birinin, bu hak benimdir diye
iddia etmesinden korkarım. Böyle bir iddiaya Allah ve mü'minler razı değildir.
Yalnız Ebû Bekr müstesna. Bu husûsda o hak iddia ederse, onu Allah da,
mü'minler de kabul eder.» demiştir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsde Ebû Bekri Sıddîk'm faziletine açık delil vardır. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra vuku bulacak bâzı şeylere işaret buyurmuş;
müslümanlarm Ebû Bekr 'den başka kimsenin hilâfetini kabul etmeyeceklerini haber
vermiş ve bunların hepsi olmuştur.»
12- (1028)
Bize Mulıammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivayet etti. {Dedi ki) : Bİze Mervân b.
Muavİyete'l-Fezârî Yezid'den (bu zat îbni Key-san'dır), o da Ebû Hâzhn
El-Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
ResûlÜIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.
«Bugün sizden kim
oruçlu olarak sabahladı?» diye sordu. Ebû Bekr:
— Benî cevâbını verdi.
«Bugün sizden kim bir
cenazenin arkasından gitti?» dedi. Ebû Bekr:
— Ben! cevâbını verdi.
«Bugün sizden kim bir
fakiri doyurdu?» diye sordu. Ebû Bekr:
— Ben! cevâbını verdi.
«Ya bugün sizden
hanginiz bir hastayı dolaştı?» buyurdular.
(Yine)
Ebû Bekr:
— Ben! cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllab
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu hasletler bir
kimsede toplanmaya görsün mutlaka cennete girer!» buyurdular.
Bu hadis zekât
bahsinde geçmişti.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Bunun mânâsı: Bu hasletler kendinde bulunan bir kimse kötü amelleri bulunmakla
beraber soruşuz sualsiz cennete girer, demektir. Aksi takdirde mücerred iman
dahi Allah'ın lûtfuyla cennete girmeyi iktiza eder.
13- (2388)
Bana Ebû't-Tâhir Abmed b. Amr b. Şerh ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bİze Îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni
Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme
b. Abdirrahman rivayet ettiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken
işitmişler: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Vaktiyle bir adam bir
ineğini sürüyordu, üzerine yük yüklemişti. İnek ona bakarak : Ben onun için
yaratılmadım. Ben ancak çift sürmek için yaratıldım, dedi.»
Bunun üzerine cemâat
şaşarak ve inek konuşur mu diye ürkerek: Sübhanellah! dediler. Resûlüllah
'(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Ben buna inanıyorum.
Ebû Bekr'le Ömer de!» buyurdu.
Ebû Hüreyre demiş ki:
Resûlüllah" (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
«Bir defa bir çoban
koyunlarının içinde iken üzerine kurt saldırarak koyunlardan birini almış.
Çoban onu tâkib etmiş, nihayet koyunu ondan kurtarmış. (Bu sefer) Kurt ona
bakarak : Bu koyunlara yırtıcı gününde benden başka çobanları olmadığı günde
kim bakacak! demiş.» Cemâat (yine) : — Sübhanallah! dediler. Resûlüllah (Sallaîlahü
A leyhi ve Setten) de: «Ben buna
inanıyorum. Benimie birlikte Ebû Bekr ile Ömer dei»buyurdular.
(...) Bana
Abdul-Melik Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana TJkayl b. Hâlid, İbni Şihab'dan bu isnadla kurt
ve koyun hikâyesini rivayet etti. Ama inek kıssasını anmadı.
(...) Bize
Muhamrned b. Abbâd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet
etti. H.
Bana ÎVJuhanuned b.
Rafı' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud El-Haferî, Süfyân'dan rivayet
etti.
Her iki râvi
Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Men naklen Yûnus'un Zührî'den
rivayet ettiği hadîs mânâsında rivayette bulunmuşlardır. Bunların hadîsinde
inekle koyun kıssaları beraberce zikredilmiştir. İkisi de hadîslerinde: «Ben
buna inanıyorum. Benimle birlikte Ebû Bekr'le Ömer de! buyurdu. Ama Ebû Bekr'le
Ömer orada yoktular.» demişlerdir.
(...) Bize
bu hadisi Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. - (Dediler
ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer de rivayet etti. (Dedi ki)': Bize Şu'be rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b. Abbad
da rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Mis'ar'dan rivayet etti.
Her İki râvi Sa'd b.
İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
P&ygamher(.SalUıllahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'I-Enbiya» ile «Kitâbu'!-Müzaraa«'da tahric etmiştir.
Buhârî'nin
rivayetinden anlaşılıyor ki, inek ve koyun kıssaları İslâmiyetten önce ve
ihtimal Benî İsrail zamanında vuku bulmuştur. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bunlara inandığım soyledikteh sonra orada olmadıkları halde Ebû
Bekr'le Ömer'in de inandıklarını söylemesi, onların sadakatlarma ve imanlarının
kuvvetine, Allah'ın kemâl kudretini bildiklerine güvendiğindendir. İneğin :
Ben ancak çift sürmek için yaratıldım, dediği hasr edatı olan «İnnema» üe
bil-dirilmişse de, burada hasr ve kasr bilittifak murad edilmemiştir. Çünkü
çift sürmekten başka ineğin etinden ve sütünden de istifade olunur.
Yırtıcı günü diye
terceme ettiğimiz «Yevmü's-Seb»'den ne kasdedil-diği ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Bazılarına göre bundan murad mahşer yeridir. Yâni kurt, çobana:
«Bu koyunlara mahşer gününde kim bakacak?» demek istemiştir. Bir takımları
bundan ihmal günü kastedildiğini söylemişlerdir. Yâni fitneler çoğaldığı,
insanlar sürülerini çobansız bıraktığı zaman bu koyunlara kim bakacak?
demektir. Bir takımlarına göre «Yevmi seb»'den murad bayram günüdür. Arabların
câhiliyyet devrinde bu isimde bir bayramları vardı. O gün işi gücü bırakarak
oyun ve çeşitli eğlencelerle meşgul olurlar, koyunlarını da kurtlar yerdi. Bu
kavillerin içinde en doğrusu fitneler zamanında sürülerin ihmal edilmesi
mânâsıdır.
Bu rivayetler Hz. Ebû
Bekr'le Ömer'in faziletlerine keramet ve harikaların cevazına delildir ki:
Ehl-i hakkın mezhebi de budur.
14- (2389)
Bize Saîd b. Amr EI-Eş'asî ile Ebû'r-Rabî' El-Atekî ve Ebû Küreyb Muhammed b.
Alâ* rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Ebû'r-Rabi': Haddesenâ, ötekiler
: Ahberana tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize lbni Mübarek, Ömer b.
Saîd b. EM Hüseyn'den, o da İbni Ebî Müleyke'den naklen haber verdi. (Demiş ki)
: Ben tbni Abbâs'ı şunu söylerken işittim: Ömer b. Hattâb teneşirinin üzerine
kondu. Ve kaldırılmadan önce halk ona dua ve sena ederek üzerine salâvat
getirerek etrafını sardılar. Ben de içlerinde idim. Arkamdan omuzumdan tutan
bir adamdan başka beni belinleten olmadı. Ona baktım, bir de ne göreyim Ali
imiş. Ömer'e rahmet okudu ve şunu söyledi: «Geriye hiç bir kimse bırakmadın ki,
benim için onun ameli gibi amelle Allah'a kavuşmak se-ninkinden daha makbul
olsun. Allah'a yemin olsun! Ben Allah'ın seni iki dostunla birlikte koyacağını
biliyordum. Çünkü ben çok defalar Resûlüllab (SaUallahü Aleyhi ve Selle m)'i ;
«Ben Ebû Bekr ve
Ömer'le beraber geldim; Ebû Bekr ve Ömer'le beraber girdim; Ebû Bekr ve
Ömer'le beraber çıktım.» buyururken işitiyordum. Ve seni Allah'ın onlarla
beraber edeceğini umuyor, yahut biliyordum.»
(...) Bize
İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsa b. Yûnus, Ömer b.
Saîd'den bu isnadda bu hadîsin mislini haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Fedâilü's-Sahabe» bahsinin bir iki yerinde tahric etmiştir.
Hz. Ali 'nin buradaki
sözü o günlerde Hz. Ömer'in yaptığından daha faziletli amel sahibi bir kimse
olmadığına inandığını gösterir. Hadîs-i şerif Hz. Ebû Bekr'le Ömer'in
faziletlerine, Hz. Ali'nin buna şahit olduğuna ve şehadetinin doğruluğuna delildir.
15- (2390)
Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize İbrahim b. Sa'd,
Salih b. Keysan'dan rivayet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb
ile Hasan b. Ali El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd de rivayet etti. Lâfız
hepsinindir. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize babam Sâlİh'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) :
Bana Ebû Ümame b. Sehl rivayet etti : Eiıû Saîd-i Hudrî'yi şöyle derken
işitmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«Bir defa ben uyurken
insanların üzerlerinde gömlekleri olduğu halde hana arzolunduklarını gördüm.
Gömleklerin bazıları memelere, bazıları da daha aşağı varıyordu. Ömer b. HaHab
da geçti. Üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.» buyurdular. Ashab :
— Bunu neye te'viî
ettin ya Resûlallah! dediler.
«Dine!.,» buyurdu.
16- (2391)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da İbni Şihab, Hamza b. Abdillah b.
Ömer b. Hattab'dan, o da babasından, o da Resûlüllah (SaUallahü A leyhi ve Seli
em) 'den naklen haber verdi. Şöyle buyurmuşlar :
«Bir defa ben uyurken
anîden bana getirilmiş bir tas gördüm. İçinde süt vardı. Ondan içtim. Hatta
kanıklığın tırnaklanma cereyan ettiğim görüyordum. Sonra benden artanı Ömer b.
Hattab'a verdim.» Ashâb:
— Bunu neye te'vil
ettin ya Resûlallah^ dedüer. «İlme!..»
buyurdu.
(...) Bize
bu hadîsi Kuteybe b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den
rivayet etti. H.
Bize Hulvâni ile Abd
b. Humeyd de ikisi birden Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş
ki) : Bize babam, Sâlih'den Yûnus'un isnadtyla onun hadîsi gibi rivayette
bulundu.
Ebû Saîd rivayetini
Buhârî «Kitâbu'1-İman» ile tefsir ve ta'bîr bahislerinde İbni Ömer hadîsini
«Kitâbu'l-İlim»'de tahric etmiştir,
«Gömleklerin bâzıları
memelere, bâzıları da daha aşağıya varıyordu.» cümlesinden, onların daha kısa
yahut daha uzun oldukları anlaşılabilir. Hakimi, Tirmizî 'nin rivayeti daha
uzun olduğunu te'yid etmektedir. Mezkûr hadîsde:
«Onlardan bazısının
gömleği göbeğine, bazısmınki dizlerine, bir takımlarının da baldırlarının
yarısına iniyordu.» denilmektedir.
Tâbir ulemâsı rü'yada
gömlek görmenin din olduğunu, gömleği sürüklemenin müslümanlar arasında
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra dinin güzel
eserlerinin devamı mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Sütün ilimle te'viline
gelince ilimle süt çok fayda vermek hususunda müşterek oldukları ve ikisi de
ıslâha sebep teşkil ettikleri içindir. Çünkü süt çocukların gıdası ve onların
bedenen kuvvetlenip salâha ermesine sebebdir. İlim ise hem dünyanın, hem
âhiretin salâhına sebep olur.
17- (2392)
Bize Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Ona da Saîd b.
Miiseyyeb haber vermiş. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş : Ben
Resülüllah {SallaUahü Aleyhi ve Seüem)7i şöyle buyururken dinledim:
«Bir defa ben uyurken
kendimi bir su kuyusunun başında gördüm. Kuyunun üzerinde bir kova vardı. Ve o
kuyudan Allah'ın dilediği kadar su çıkardım. Sonra kovayı Ebû Kuhafe'nîn [2] oğlu
aldı. Ve onunla bir yahut iki kova su çıkardı. Onun çekişinde —Allah kendisine
mağfiret buyursun — zayıflık vardı. Sonra kova daha büyük kovaya döndü ve onu
Hattab'm oğlu aldı. Artık insanlardan hiç bir yiğit görmedim ki, Ömer b.
Hattâb'ın çıkardığı gibi su çıkarsın. Nihayet insanlar develerini ağıllarına
kapadılar.»
(...) Bana
Abdul-Melik b. Şuayb b. l«ys de rivayet etti. (Dedi ki) , Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. H.
Bize Amru'n-Nâkid iîe
Huivânî ve Abd b. Humeyd de Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler.
(Demiş ki) : Bize baham, Sâlih'den Yûnus'un isnadı ile, onun hadîsi gibi
rivayette bulundu.
(...) Bize
Huivânî ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den rivayet etti. (Demiş ki) : A'rac ve
başkası şunu söyledi. Gerçekten Ebû Hüreyre dedi ki: Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben Ebû Kuhafe'nin
oğlunu su çekerken gördüm...» Râvi Zührî'nin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
18- (...)
Bana Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb rivayet etti. (Dedi kİ) : Bİze Amcam Abdullah
b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris haber vercli. Ona da Ebû
Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus, Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllab (Saltallahü
Aleyhi ve Seliem) 'den naklen rivayet etmiş. Şöyle buyurmuşlar :
«Bir defa ben uyurken,
bana havzımdan su çekip insanları sulardığımı gösterildi. Derken bana Ebu Bekr
geldi. Ve beni dinlendirmek için kovayı elimden alarak iki kova su çekti. Ama
onun çekişinde za'f vardı. Allah kendisine mağfiret buyursun. Az sonra
Hattab'ın oğlu gelerek kovayı ondan aldı. Ondan daha kuvvetli su çeken adam
hiç görmedim. Nihayet insanlar dönüp gittiler. Havuz hâlâ dolu fışkınyordu.»
19- (2393)
Bİze Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ubeydullah b. Ömer rivayet etti. (Dedijri) : Bana Ebû Bekr b. Salim,
Salim b. Abdillah'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki :
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurmuşlar:
«Bana gösterildi ki :
Bir su kuyusunun başında deve kovası ile su çekiyormuşum. Derken Ebû Bekr
geldi ve bîr yahut iki kova su çekti. Ama zayıf bir şekilde çekti. Allah
Tebareke ve Teâia ona mağfiret buyursun. Sonra Umer geldi. O da su çekti ve
kova büyük kovaya döndü. Artık insanlardan onun yaptığını yapacak bir yiğit
görmedim. Nihayet İnsanlar suya kandılar
ve develeri ağıllara kapadılar.»
(...) Bize
Ahmed b. Abdillah b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Musa b. Ukbe, Salim b. Abdillah'-dan, o da babasından naklen
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in Ebû Bekr'le Ömer b. Hattâb
(Radtyallahû an/ıûmai'ahaklarındaki rü'yasmı yu-karkilerin hadîsi gibi rivayet
etti.
Bu rivayetleri Buharı
«Fedâilü-Eshabi-n-Nebi» bahsinde tahric etmiştir.
Kalîb; kazılıp toprağı
atılmış ve henüz örülmemiş su kuyusu demektir. Zenûb, büyük su kovası; Garb,
ondan da büyük su kovası mânâsına gelir. Abkari, seyyid demektir. Bazılarına
göre kendisinden daha üstün bulunmayan mânâsına gelir. Bugün Arablar bu
kelimeyi dâhi mânâsında kullanmaktadırlar.
Ulemânın beyânına göre
bu rü'ya Hz. Ebû Bekr'le Ömer'in hilâfetleri hususunda açık bir temsildir. Hz.
Ebû Bekr'le Ömer hilâfetleri esnasında gayet güzel hareket etmiş, insanlar
kendilerinden faydalanmışlardır. Onların güzel siretleriyle eserleri Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bereket ve sohbetinden geçmiştir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebliğ emrinin sahibidir. Onu en güzel şekilde
ifa etmiş, İslâm'ın kaidelerini kurmuş, usûl ve fürûunu izah etmiş, bu sayede
insanlar takım takım Allah'ın dinine girmiştir. Ondan sonra Hz. Ebû Bekr
halife olmuş ve bu makamda iki sene birkaç ay kalmıştır. Rü'yadaki bir veya iki
kovadan murad budur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in bir mi, yoksa
iki kova mı dediğinde râvi ştikketmiştir. Murad iki kova olmasıdır. Nitekim
diğer rivayette tasrih edilmiştir. Hz. Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında
mürtedlerle harb olmuş, mürtedlerin kökü kurutularak islâm'ın dairesi
genişletilmiştir.
Ondan sonra Hz. Ömer
halife olmuş; onun zamanında İslâm'ın dairesi daha da genişlemiş, hükümleri
misli görülmedik şekilde karar kılmıştır,
îşte rü'yada
müslümanlann umuru su kuyusu ile temsil edilmiştir. Çünkü kuyuda insanların
hayatını sağlayan su vardır. Müslümanların emîri de onlara su çekip dağıtan
kimseye benzetilmiştir. Bundan murad onların işlerini görmek ve yoluna
koymaktır.
Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû Bekr hakkında :
«Onun çekmesinde za'f
vardı.» buyurması, Ebû Bekr'in mertebesini düşürmek veya Hz. Ömer'in ondan
daha üstün olduğunu anlatmak için değil, sırf hilâfet müddetlerini haber
vermek, Hz. Ömer'in hilâfeti daha uzun süreceği için İslâm'ın dâiresi daha
genişleyip, halkın refaha ereceğini haber vermek maksadına mebnîdir. Resûlüllah
[Sallallahü Ateyhı ve Seltem)in Hz. Ebû Bekr'e mağfiret dilemesi de onun sânım
düşürmek veya bir günahına işaret değildir. Bu kelimeyi söylemek müslümanların
âdeti idi. Onunla sözlerini perçinleştirirlerdi.
Bu rü'yada Hz. Ebû Bekr
gelerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) dinlendirmek için kovayı elinden
almasını ulemâ ondan sonra 'Ebû Bekr'in halife olacağına ve Eesûlüllah
(Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) in vefatıyle dünya meşakkatlerinden kurtulup
rahata ereceğine te'vil etmişlerdir. Nitekim bir hadîsde:
«Dünya mü'minin
zindanı.» buyurulnıuş. ResûlüUah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) vefatından bir
gün önce kızı Fâtıma'ya :
«Bugünden sonra
babanın hiç bir sıkıntısı olmayacaktır.»
demiştir.
20- (2394)
Bize Muhammed b. Abdillalı b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bise babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'la, İbni Mün-kir'den rivayet etti.
Bunlar Câbir'i, Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen haber
verirken işitmişler. H.
Bize Züheyr b. Harb da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Süfyân h. Uyeyfte, Ibni Münkedir
ile Amr'dan, onlar da Câbir'den, o da Peygamber (Sallaüahü A leyhi ve Sellem)
'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar ;
«Cennete girdim; orada
bîr hâne yahut köşk gördüm. Ve, bu kimin? diye sordum da, Ömer b. Hattab'ın,
dediler. Girmek istedim, fakat senin kıskançlığını hatırladım.» Bunun üzerine
Ömer ağladı. Ve:
— Ey Resûlallah! Hiç
senden kıskanılır mı! dedi.
Câbir'den naklen haber
verdiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'dan rivayet etti. Amr,
Câbir'den dinlemiş. H.
Bize bu hadîsi
Amru'n-Nâkıd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, İbni Münkedir'den
rivayet etti. {Demiş ki) : Ben Câbir'i, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve
Sellemyâen naklen rivayet ederken dinledim...
Râvi İbni Nümeyr ile
Züheyr'in hadîsleri gibi rivayette bulunmuştur.
21- (2395)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. O da İbni Şihab Saîd b, Müseyyeb'den, o da
Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber
vermiş ki: Şöyle buyurmuşlar :
«Bir defa ben uyurken
anîden kendimi cennette gördüm. Bir de baktım bir kadın..Bir köşkün yanında
abdest alıyor!
— Bu köşk kimin? dedim.
— Ömer b. Hatiab'ın cevâbını verdiler. Derhal
Ömer'in kıskançlığını hatırladım ve dönüp geldim.»
Ebû Hüreyre şöyle
demiş: Bunun üzerine Ömer ağladı. Biz de hepimiz o meclisde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Settetn)le beraber (ağlagdık). Sonra Ömer:
— Babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Seni mi
kıskanacağım! dedi.
(...) Bana
bu hadîsi Amru'n-Nakîd ile Hasen El-Hulvâni ve Abd b. Humeyd de rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
babam, SâHh'den, o da İbni Şihab'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etti,
Câbir rivayetini
Buharı «Kitâbu'n-Nikâh» ile «Kitâbu'l-Meaâkîb*'de; Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de;
Ebû Hüreyre rivayetini Buhârî «Bed'ü'I-Halk» ve «Menâkıb» bahislerinde tahric
etmişlerdir.
İbni Abbâs'm
«Peygamberlerin rü'yası haktır,» dediği rivayet olunur. îmam Ahmed'inHz. Muâz
dan rivayet ettiği bir hadîsde:
«Şüphesiz ki Ömer
cennetliklerdendir.» Duyurulmuştur... Resûlüllah (Sallaillahü Aleyhi ve Sellem)'in
uyanıkken gördüğü ile rü'yada gördükleri müsavidir.
Kastalânî 'nin
beyânına göre : Cennette abdest alan kadın Hz. Enes'in validesi Ümmü Süleym 'dir.
O zaman henüz hayatta imiş. Yine Kastalâni'ye göre kadının aldığı abdest şer-î
abdesttir. Bundan onun cennette de namazla mükellef olması lâzım gelmez. Yahut
te'vil olunur ve dünyada iken ibadete devam ederdi, denilir. Abdesti luğavî
mânâsına alarak güzelliği ve parlaklığı artsın diye elini yüzünü yıkamıştır,
demek de mümkündür,
Hz. Ömer 'in bu
rü'yayı işitince ağlaması, sevindiğinden ve o ânı şevkle arzu etmesindendir.
22- (2396)
Bize Mansûr b. Ebl Müzahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni îbni
Sa'd) rivayet etti. H.
Bize Hasen El-Hulvanî
ile Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. Abd: Ahheranî, Hasan ise : Haddesena
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub — Bu zat İbni İbrahim b.
Sa'd'dır — rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan
naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdulhamid b. Abdirrahman b. Zeyd haber
verdi. Ona da Mu-hammed b. Sa'd b. Ebî Vakkas haber vermiş ki, babası Sa'd şunu
söylemiş: Ömer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girmek için
izin istedi. Onun yanında Kureyş'den bir takım kadınlar vardı. Kendisi ile
yüksek sesle konuşuypr ve ondan çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin isteyince
kalkarak perdeye koştular. Resûlüllah {Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) de ona izin
verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülüyordu. Ömer;
— Allah yaşını
güldürsün yâ Resûlallah! dedi. Bunun üzerine Re-, sûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Şu benim yanımda
olanlara şaştım, senin sesini İşitince perdeye koştular,» dedi. Ömer :
— Yâ Eesûlallahî
Onların çekinmesine sen daha lâyıksın! dedi. Sonra (kadınlara dönerek) :
— Ey nefislerinin düşmanları, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den çekînmîyorsunuz daf benden mi çekiniyor
sunuz? dedi. Kadınlar:
— Evet! Sen ResûlüIIah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha sert ve şahinsin, dediler. ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Nefsim yed-i
kudretinde olcn Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir caddede rastlamış olsa,
mutlaka senin tuttuğun caddeden başkasını tutardı.» buyurdular.
(2397) Bize
Harun b. Ma'ruf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize bunu Abdul-Aziz b. Muhamme'd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süheyl babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi ki, Ömer b. Hattâb, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)1'e
gelmiş. Onun yanında bir takım kadınlar varmış ki, seslerini Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem)in (sesi) üzerine yükseltmişler. Ömer izin
isteyince perdeye koşmuşlar...
Râvi Zührî'nin hadîsi
gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'bed'ü'l-Halk)da; Nesâî «Menâ-kıb» ile «Yevm ve leyle» bahislerinde
tahric etmişlerdir.
Kadınların çok şey
istemeleri ondan çok cevab beklemeleri manasınadır. Maddî şeyler istemiş
olmaları da ihtimal dahilindedir. Hadîsin bir rivayetinde :
«Onlar nafaka
istiyorlardı.» denilmiş olması da bunu te'ykl eder. Kadınların bağıra bağıra
konuşmaları bu görüşmenin fazla bağırmak yasak edilmezden önce geçtiğine
hamlolunur. Başka sebeplerle meselâ Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
'in affına ve semahatına güvenerek yüksek sesle konuşmuş da olabilirler.
Perdeden murad kapıdır. Kapı yerine odalara birer perde çekilirdi.
Hz. Ömer'in :
«Allah yaşını
güldürsün.,.» sözünden muradı Allah seni memnun ve mesrur etsin, demektir.
Yoksa çok gülmesini temenni değildir.
Fecc: Geniş
yol demektir. Bazıları iki dağ arasındaki yol mânâsına geldiğini
söylemişlerdir. Kaadî Iy âz diyor ki:
«İhtimal Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) şeytanla yardımcılarının Hz.
Ömer 'den uzak kalmalarına ve onun aleyhine yol bulamayacaklarına misal vermiştir.
Yâni : Sen iyiliği, emir yahut kötülükten nehiy babında bir yol tuttun . mu
onda yürür gidersin, onu terketmezsin! Bu sebeple şeytan o yolda sana vesvese
vererek yanıltmaktan ümidini keser, demektir.
Burada maksad
hakikaten yol değildir. Çünk'ü Allah Teâlâ:
«Şeytan ve
kabilesi sizi, onları
göremiyeceğiniz yerden görürler.»
buyurmuştur. Şu halde
şeytan ondan yolda da korkmaz. Çünkü Ömer onu göremez.» Fakat Nevevî hadîsi
zahiri mânâsına hamletmeyi daha sahih bulmuş ve: «Şeytan her ne zaman Ömer'in
bir yolda giderdiğini görse, ondan korkarak yolunu değiştirir.» demiştir.
1- Hadîs-i
şerîf rıfku mülâyemete delildir.
2- Yine bu hadîs Ömer
(Radiyallahü anh)’ın faziletine delildir.
3- Bir
kimsenin yanına izinsiz girmek doğru değildir.
23- (2398)
Bana Ebû't-Tahir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet,etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah
b. Vehb, İbrahim b. Sa'd'dan, o da babası Sa'd b. İbrahim'den, o da Ebû
Seleme'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} 'den
naklen rivayet etti. Şöyle buyururmuş :
«Sizden önce geçen
ümmetlerde bozan ilham sahipleri bulunurdu. Şayet benim ümmetimde onlardan
biri bulunursa, şüphesiz Ömer b. Hattab onlardandır.»
İbni Vehb :
«Muhaddesûnun tefsiri: Mülhemlerdir.» demiştir.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Amru'n-Nakıd ile
Züheyr lı. Harb da rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İbni Uyeyne rivayet etti.
Her iki râvi İbni
Acîân'dan, o da Sa'd b İbrahim'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir.
Bu hadîsin isnadı
için Darekutni, Müslim'e itiraz etmiş ve : «Bunda meşhur
olan İbrahim b. Sa'd 'dan, onun da babasından, onun da Ebû Seleme 'den rivayet
etmesidir. Ebû Seleme: Duydum ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur, demiştir. Hadîsi Buhârî de bu tarikden Ebû Seleme'den, o da
Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir.» demiştir.
Ulemâ Muhaddesûn
tâbirinden ne murad edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir, tbni Vehb'e göre
Mülhemûn yâni kendilerine ilham gelenler, demektir. Bâzılarına göre isabet
edenler mânâsına gelir. Bir takımları : Melekler onlarla konuşur mânâsına
geldiğini söylemiş. Buhârî : Dillerine bir şeyin doğrusu geliverir, demiştir.
Hadîs-i şerîf
evliyanın kerametlerini isbat etmektedir.
24- (2399)
Bize Ukbe b. Mükrem El-Ammî rivayet etti. (Pedi ki) : Bize Saîd h. Âmir rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Cüveyriye fo. Esma Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen
haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş : Ömer: Rabbime üç şeyde muvafık düştüm : Makâm-i
İbrahim'de, hicaba ve Bedir esirleri hakkında!» dedi.
Tîbî , Hz. Ömer'in bu
sözünü pek beğenmiş ve : «Bu ibare pek güzel ve pek latîfdir. Çünkü Ömer güzel
edebe riâyet etmiş: Rabbim oana muvafakat etti, dememiştir. Halbuki âyetler
ancak Ömer'in yerine ve içtihadına muvafık olarak inmiştir.» demiştir.
İhtimal Ömer
(Radiyallahû anh) kendi fiilinin hadis, Allah'ın kasasının ise kadîm ve her
şeyden önce olduğuna işaret etmek istemiştir,
ska1âni diyor ki: «Üç şeyi tahsis etmekte ziyadesini nefiy yoktur. Zîra
Hz. Ömer'in içtihadına muvafakat birçok şeylerde olmuştur. Bunların
meşhurlarından biri Bedir esirleri, diğeri de münafıkların" izerine cenaze
namazı kılınması meselesidir. Bunların ikisi Sahîh'de mevcuttur. Bizim
alettayin en çok bulabildiğimiz onbeşdir.»
Filhakika sahih bir
hadîsde Ömer (Radiyallahû anh), Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'in
kadınları bir kıskançlık meselesinde ittifak îttiler de ben : Ola ki o sizi
boşarsa, sizin yerinize Rabbi ona sizden daha aayırli zevceler verir, dedim. Ve
bu hususdaki âyet indi, demiş.
Bundan sonraki
rivayette görüleceği vecihle münafıkların cenaze namazı kıhnmaması fikrinde
bulunmuş, âyet onun fikrine muvafık olarak inmiş; şarabın haram kılınmasında
dahi Öyle olmuştur.
25- (2400)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Ubey b. Selûl vefat edince oğlu Abdullah b.
Abdillah, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek bahasını içinde
kefenlemek için gömleğini vermesini istedi. O da verdi. Sonra cenaze namazını
kıldırmasını istedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de namazını
kılmak üzere ayağa kalktı. Derken Ömer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in elbisesini tutarak:
— Yâ Resûlallah! Allah sana onun namazını
kılmayı yasak ettiği halde, onun cenaze namazını kılacak mısın? dedi.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Beni Allah sadece
muhayyer bıraktı ve : Onlar için ister istiğfar et ister etme, onlar İçin yetmiş
defa İstiğfar etsen...[3]
buyurdu. Ben yetmişden de ziyâde yapacağım.»
dedi. Ömer:
— Hiç şüphe yok ki, o münafıktır! dedi. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onun cenaze namazını kıldı. Ama Allah (Azze ve Celle):
«Onlardan Ölen bir
kimsenin üzerine ebedîyyen cenaze namazı kılma. Kabrinin başında da durma!» [4]
âyetini indirdi.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile Ubeydullah b. Saîd le rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Yahya (bu zat Kattan'dır), Ubey-lullah'dan bu isnadla Ebû
Üsame'nin hadîsi mânâsında rivayette bulundu. Şunu da ziyade etti: «Artık
onların cenaze namazını kılmaktan vaz jjeçti, -dedi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Cenâiz» ve «Tefsir» bahislerinde tahric etmiştir.
Abdullah b. Übeyy münafıklardandır. Babasının adı
Übeyy, annesinin adı Se1û1'dur. Abdullah her ikisine birden nisbet edilmiş,
kendisine Abdullah b. Ubey b. Se1û1 denilmiştir. Oğlu Abdullah Ashâb-ı
kiramdandır. Resûlüllah \(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in gömleğini vermesi, oğlu Abdu11ah'ın hatırını kırmamak
içindir. Bâzılarına göre babasına bir mükâfat olmak ]|üzere vermiştir. Çünkü
Bedir harbinde Hz. Abbâs esir edildiği rakit ona bir gömlek giydirmişti.
ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in [gömleğini vermesine bunların ikisi
de hattâ kavmu kabilesinin müslüman jolması emeli de sebep teşkil edebilir.
Çünkü Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Ona Allah huzurunda
benim gömleğim bir fayda temin edecek değildir. Ama ben bununla onun kavminden
bin kişinin müslüman olmasını ümid ederimj» buyurduğu rivayet olunur.
Hülâsa : Bu meselede
Hz. Ömer dinde sertlik ve münafıklara şid-Idet göstermek taraftarıydı. Resûliîllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ise az çok dinle alâkası olanlara şefkat ve kavmu
kabilesinin müslüman olmasını temin edecek yatıştırma hareketini tasvib
etmişti. Onun yaptığı iki şeyin en güzeli idi. Fakat Teâlâ Hazretleri bundan
böyle münafıkların cenazesini kılmamasını, onlara dua etmemesini emreden
âyetini indirdi. Bu suretle 'Resûliilİah'(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu
fiiline son verdi.
Hadîs-i şerîf
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in büyük ahlâkına-delildir. Çünkü
kendisine eziyet eden bir münafığa gömleğini kefen etmek suretiyle iyilikte
bulunmuş; onun için Allah'dan mağfiret dilemiştir. Bu hadîs münafıkların
üzerine cenaze namazı kılmanın ve onlara istiğfarda bulunmanın haram olduğuna
delildir.
26- (2401)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyub, (Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler.
Yahya b. Yahya : Ahberana, ötekiler: Hadde-senâ tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize İsmail (yâni îbnî Cafer) Muhammed b. Ebî Harmele'den, o da
Yesâr'ın iki oğlu Ata' ile Süleyman'dan ve Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan
naklen rivayet etti ki: Âişe şöyle demiş:
Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Stltem) benim evimde iki uyluğunu veya iki baldırını açmış olarak
yaslanmıştı. Derken Ebû Bekr (içeri girmek için) izin istedi. Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve SeHem> o halde iken ona izin verdi. Ve konuştu. Sonra
Ömer izin istedi. Yine aynı halde ona da izin verdi. Ve konuştu. Sonra Osman
izin istedi. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) hemen oturdu. Ve
elbisesini düzeltti. —Râvi Muhammed : Bu bir günde oldu demiyorum, demiş. — Ve
Osman girdi. Onunla da konuştu. O çıktığı zaman Âişe şunları söyledi:
— Ebû Bekr girdi. Ona
güleryüz göstermedin ve aldırış etmedin. Sonra Ömer girdi. Ona da güleryüz
göstermedin, aldırış etmedin. Sonra Osman girdi. Hemen oturdun ve elbiseni
düzelttin!
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kendisinden melekler
utanan bir zattan ben utanmayayım mı?» buyurdular.
27- (2402)
Bize Abdulmelik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam,
dedemden rivayet etti. Bana Ukayl b. Hâlid, İbra Şihab'dan, o da Yahya b. Saîd
b. Âs'dan rivayet etti. Ona da Saîd b. Âs haber vermiş; ona da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in zevcesi Aişe ile Osman rivayet etmişler ki:
Ebû Bekr, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girmek için izin
istemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âîşe'nin çarşafına bürünmüş
olarak döşeğinin üzerine uzanmış imiş. Kendisi o halde iken Ebû Bekr'e izin
vermiş ve onun hacetini görmüş, sonra o gitmiş. Bilâhare Ömer izin istemiş.
Aynı halde ona da izin vermiş ve onun da hacetini görmüş. Sonra Ömer gitmiş.
Osman demiş ki: Sonra yanma girmek için ben izin istedim. Hemen oturdu. Âişe'ye
de:
«Elbiseni üzerine
topla!» dedi. Ben de hacetimi gördüm. Sonra ayrıldım. Bunun üzerine Âişe :
— Yâ Resûlallah! Acep
neden Osman'dan endîşe ettiğin gibi Ebû Bekr'le, Ömer (Radiyallahû anhüma'dan
da endişe ettiğini görmedim! demiş. Resûlütlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz Osman
utangaç bir zattır. Ona bu halde girmek için izin versem hacetini bana
ulaştıramiyacağından korktum!»
buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Amru'n-Nâkıd ile Hasen b. AH Elhulvânî ve Abd b. Humeyd hep birden
Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam Salih
b. Keysan'dan, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Yahya b. Saîd b. Âs haber verdi. Ona da Saîd b. Âs haber vermiş. Ona da Osman
ile Âişe rivayet etmişler ki, Ebû Bekr'i Siddîk, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem)"m yanma girmek için izin istemiş...
Ve râvi, Ükayl'in
Zührî'den rivayet ettiği hadîs gibi nakletmiştir.
Bu hadîs uyluk avretten
değildir diyen Mâlikiler'le, onlara muvafakat eden diğer bir takım ulemânın
delillerindendir. Fakat Nevevî'nin de beyân ettiği vecihle hadîs onlara delil
olamaz. Çünkü râvi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in uylukları mı,
yoksa baldırları mı açık olduğunda şekketmiştir. Şüphe gösteren bir delille ise
kat'î hüküm isbat edilemez.
Hadîs-i şerîf Hz.
Osman'ın meleklerce bile hürmete değecek kıratta büyük bir zat olduğuna ve
utanmanın Melek sıfatlarından sayılacak kadar' güzel bir haslet olduğuna
delildir.
28- (2403)
Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Ebî Adiy,
Osman h. Giyas'dan, o da Ebû Osman En-Nehdî'-den, o da Ebû Mûsa'l-Eş'arî'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bin defa Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Medine'nin bahçelerinden birinde dayanmış olduğu halde yanındaki bir
değneği su ile çamur arasına dikmeye çalışırken aniden bir adam kapıyı çaldı.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
«Aç! Ve onu cennetle
müjdele!» buyurdular. Bir de baktık Ebû Bekr'-miş. Ben ona kapıyı açtım. Ve
kendisini cennetle müjdeledim. Sonra başka bir zat kapının açılmasını istedi.
Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) !(yine) :
«Aç! Ve onu cennetle
müjdele!» buyurdular. Ben (kapıya) gittim. Bir de baktım ömer'miş. Ona da
kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjdeledim. Sonra başka bir zat kapıyı
çaldı. (Bu sefer) Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) oturdu. Ve:
«Aç da onu başa
gelecek bir musibet şartıyle cennetle müjdele!» buyurdular. (Kapıya) gittim.
Bir de baktım (gelen) Osman b. Affan'miş. Ona da kapıyı açtım. Ve kendisini cennetle
müjdeledim. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)’in dediğim de söyledim.
Osman:
__Allah'ım sabır! Yahut
yardım dilenecek (merci) Allah'dır, dedi.
(...) Bize
Ebû'r-Rabi' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad, Syûb'dan, o da Ebû
Osman En-Nehdî'den, o da Ebû Musa'l-Eş'arî'den nak-en rivayet etti ki:
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir bahçeye girdi. Bana da kapıyı
beklememi emir buyurdu... demiş.
Râvî Osman b. Gıyâs'ın
hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur.
29- (...)
Bize Muhammed b. Miskin El-Yemâmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Hassan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (bu zat İbni Bilâl'dır.) Şerik
b. Ebî Nemr'den, o da Saîd b. Müseyyeb'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) :
Bana Ebû Mûsa'l-Eş'arî haber verdi. Ki kendisi evinde abdest almış, sonra
(dışarı) çıkarak: Bugün mutlaka Resûlüllah (Sallallahıü Aleyhi ve Sellem)’in yanına
gideceğim. Ve onunla beraber olacağım, demiş. Ve mescide gelmiş. Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'i sormuş :
— O çıktı; şu tarafa doğru gitti, demişler. Ebû
Musa diyor ki: Ben de onu soruşturarak izinden yola çıktım. Nihayet Eriz kuyusuna girdi. Ben de kapıda
oturdum. Onun kapısı hurma dalından
idi. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) hacetini görüp abdesti alınca kalkarak yanına vardım. Bir de baktım.
Eriz kuyusunun kenarına oturmuş, kuyunun kenarını ortalamış, baldırlarını açmış
ve onları kuyunun içine sarkıtmış. Ona
selâm verdim. Sonra giderek kapının yanma oturdum. (Kendi kendime) Bugün
mutlaka Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın kapıcısı olacağım, dedim.
Az sonra Ebû Bekr geldi ve kapıyı çaldı.
— Kim o? dedim. !
— Ağır ol! dedim. Sonra giderek: - Ebû Bekr! cevâbım verdi.
__Yâ Resûlallah!
Bu (gelen) Ebû Bekr'dir. İzin istiyor, dedim.
«Ona izin ver! Ve
kendisini cennetle müjdele!» buyurdu. Ben dönüp geldim ve Ebû Bekr'e :
— Gir! Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) seni cennetle müjdeliyor, dedim. Ebû Bekr girdi. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sağ tarafına
onunla birlikte kuyunun kenarına oturdu. Ayaklarını da Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yaptığı gibi kuyuya sarkıttı. Ve baldırlarını açtı. Sonra
ben (kapı yanma) döndüm ve oturdum. Kardeşimi abdest alırken bırakmıştım. Bana
yetişecekti. (İçimden kardeşimi kasde-derek) Eğer Allah filâna hayr murad etti
ise, onu (buraya) getirir, dedim. Bir de baktım. Bir insan kapıyı kıpırdatıyor:
— Kim o? dedim.
— Ömer b. HattâVım! dedi.
— Ağır ol! dedim. Sonra Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)''e gelerek selâm verdim ve:
— Bu (gelen) Ömer'dir, izin istiyor! dedim.
«Ona izin ver; ve
kendisini cennetle müjdele!» buyurdular. Hemen Ömer'e gelerek:
— İzin verdi. Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) seni cennetle müjdeliyor! dedim. O da girdi. Ve Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'le Dirlikte onun sol tarafına kuyu kenarına
oturdu. Ayaklarını da kuyuya sarkıttı.
Sonra (ben kapı yanma) dönerek oturdum. Ve (kardeşimi kasde-derek) Allah filâna
hayır murad etti ise onu (buraya) getirir, dedim. Derken az sonra bir insan
gelerek kapıyı salladı:
— Kim o? dedim.
— Osman b. Affân'im! cevâbını verdi.
—Ağıf ol! dedim ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ gelerek kendisine haber verdim:
«Ona izin ver; ve
başına gelecek bir belâ İle birlikte kendisini cennetle müjdele!» buyurdu. Hemen geldim ve:
— Gir! Hem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) başına gelecek bir belâ ile birlikte seni cennetle müjdeliyor, dedim. O
da girdi. Fakat kuyu kenarını dolmuş buldu. Ve Öbür taraftan onların
karşılarına oturdu.
Şerik demiş ki: Saîd
b. Müseyyeb: Ben bunu kabirlerine yordum, dedi.
(...) Bana
bu hadîsi Ebû Bekr b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ufeyr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Şerik b. Abdillah b. EM Nemir rivayet etti. (Dedi ki) : Saîd b. Müseyyeb'İ şunu
söylerken işittim : Bana Ebû Musa'l-Eş'arî şurada rivayet etti. Süleyman köşe
tarafına Saîd'in oturduğu yere işaret etti,
Ebû Musa demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfı murad ederek (evden) çıktım.
Kendisini mallara doğru yol alırken buldum. Ve arkasından gittim. Onu bir malın
içerisine girmiş buldum. Kuyunun çevresine oturdu. Baldırlarını açtı ve onları
kuyuya sarkıttı...
Râvi hadîsi Yahya b.
Hassan'm hadîsi mânâsında nakletmiş, yalnız Saîd'in : «Ben bunu kabirlerine
.yordum» sözünü anmamıştır.
(...) Bize
Hasen b. Ali El-Hulvâni ile Ebü Bekr b. İshâk rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Saîd b. Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer b.
Ebî Kesir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Şerik b. Abdillah b. Ebî Nemr, Saîd b.
Müseyyeo'den, o da Ebû Mûsa'i-Eş'arî'den naklen haber verdi. Ebû Musa şöyle
demiş: Bir gün Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) bir haceti için
Medine'de bir bahçeye çıktı. Ben de izinden çıktım...
Râvi hadîsi Süleyman
b. Bilâl'in hadîsi mânâsında hikâye etmiştir. Bu hadîsde şunu da anmıştır :
«İbni Müseyyeb dedi ki : Ben bunu onların kabirlerine yordum.-Üçü şurada
toplanacaklar. Osman ayrılacak.»
Bu hadîsi Buhârî
«Fedâilü Ashabi-n-Nebi» ve «Fiten» bahislerinde tahric etmiştir.
Hâit: Bahçe demektir.
Mal: Esas.itibariyle
altın ve gümüş gibi milk edinilen şeylerdir. Sonra kıymeti olan her maddeye
mal denilmiştir. Arablarca mal denilince ekseriyetle deve kasdedilir. Burada
maldan murad bahçelerdir.
Bi'rî Erîz: Yerinde de
görüldüğü vecihle Medine'de Kûba'ya yakın bir su kuyusudur. Hz. Osman'ın
parmağından Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in yüzüğü bu kuyuya
düşmüştü.
Kırf: Kuyunun etrafına
taştan veya ağaçtan çevrilen çemberdir. Aslında yüksek yer demektir.
Hz. Ebû Bekr'le Ömer’in
bu kuyuya ayaklarını sarkıtmaları Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'e
uymak ve onun rahatını bozmamak içindir. Çünkü onun gibi oturmasalar, ihtimal
onlardan utanır. Ve ayaklarını kuyudan çıkarırdı.
Hz, Saîd b.
Müseyyeb'in: «Ben bunu kabirlerine yordum» sözü doğru bir firasetdir. Yâni
üçünün bir arada oturmasını, Öldükten sonra üçünün bir yere defnedileceklerine,
Hz, O sman'in karşılarına oturmasının da vefatından sonra onlardan ayrı, fakat
karşılarına gelen bir yere defnedileceğine yormuştur ki, bunda tamamıyle haklı
olduğunu vukuat göstermiştir. Bugün Hz. Ebû Bekr'le Ömer Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)n iki tarafında Mescid-i Nebevî'de Hz. Osman ise onların
karşılarına düşen «El-Bâki'» kabristanında medfun-durlar.
1- Hadîs-i
şerif üç halifenin ve Ebû Mûsa'l-Eş'arî 'nin faziletine ve cennetlik
olduklarına delildir. Hz. Ebû Musa kendisine yetişmek niyetiyle abdest almakta
olan kardeşinin de yetişerek bu bahtiyarlar araşma katılmasını gönülden
dilemişse de; bu alenî müjde ona nasib olmamıştır. Ebû Musa 'nın Ebû Ruhm ve Ebû
Bürde namlarında iki kardeşi vardır. Muhammed isminde üçüncü bir kardeşi
olduğunu söyleyenler de vardır. Bunların içinde en meşhuru Ebû Bürde olup, ismi
Âmir 'diri O gün beklediği kardeşi ihtimal budur.
2-
Şımarmayacağından emin olmak şartıyle bir insanı yüzüne karşı medhüsenâ etmek
caizdir.
3- Bu hadîs
bir yere girmek için izin isteme hususunda gösterilen terbiye ve nezakete
örnektir,
4- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'in bu hadîsi bir mucizedir. Nitekim haber
verdiği şekilde zuhur etmiş; Hz. Osman başına gelen bir fitne neticesinde şehid
edilmiştir.
5- Baş
sıkısında Hz. Osman'ın dediği gibi «Vallahul-Müsteân» demek müstehab'dır.
30- (2404)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Cafer Muhammed b. Sabbah, Ubeydullah
EI-Kavârîrî ve Sûreye b. Yûnus hep birden Yûsuf b. Mâcişun'dan naklen rivayet
ettiler. Lâfız İbni Sabbah'ındır. (Dedi ki) : Bize Yûsuf Ebû
Selemete'l-Mâcişûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Münkedir, Saîd b,
Müseyyeb'den, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da babasından naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali'ye:
«Sen bana Musa'ya
nisbetle Harun /erindesin. Şu kadar var ki, benden sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.
Saîd demiş ki : Bunun
üzerine ben bunu Sa'd'dan şifahen işitmeyi diledim ve Sa'd'la görüşerek bana
Âmir'in rivayet ettiğini kendisine anlattım.
— Bunu ben İşittim! dedi.
— Onu sen mi işittin? diye sordum. İki
parmağını kulaklarına koyarak:
Evet! Yoksa bunlar
sağır olsunlar, dedi.
31- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'be'den
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile İbni Beşşâr d,âhi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'-ibe Hakem'den, o da Mus'ab b. Sa'd b.
Ebî Vakkas'dan, o da Sa'd h, Ebî İVakkas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş)
: Tebûk gazasında Resûlüllah (Saı'latlahü Aleyhi ve Setlem) Ali b. Ebî Tâlib'i
halife bıraktı. Ali:
— Yâ Resûlallah! Beni
kadınlarla çocukların içinde halife mi bırakıyorsun? dedi. Bunun üzerine :
«Benden Musa'ya
nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? jŞu kadar var ki, benden sonra
Peygamber yoktur.» buyurdular.
(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize balam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be bu isnadda rivayet etti.
32- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lâfız da
birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zat İbni İsmail'dir)
Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da babasından
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Muâviye b. Ebî Süfyân Sa'd'a emir verdi ve
:
— Ebû't-Türab'a [5]
sövmekten seni ne menetti? dedi. O da :
— Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun
için Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Setleın) söylemiştir. Binâenaleyh ben ona
asla sövemem.
Bu üç şeyden birinin
benim olması bence kızıl develerden daha makbuldür. Ben Resûlüllah (SaHallahü
A leyhi ve Sellem) 'i gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona :
— Yâ Resûlallah! Beni kadın ve çocuklarla
beraber mi bıraktın? dediği zaman;
«Benden Musa'ya
nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra
Peygamberlik yoktur.» buyururken işittim. Hayber gününde de :
«Bu sancağı mutlaka
Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven bir zata
vereceğim.» buyururken işittim. Biz sancak için hepimiz uzandık. Fakat o:
«Bana Ali'yi çağırın!»
buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Resûlüllah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) onun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da ona
fethi müyesser kıldı. Şu âyet:
«De ki : Gelin, bizim
ve sizin çocuklarınızı çağıralım...» [6]
inince Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali'yi, Fatıme'yi ve Hasan'la
Hüseyin'i çağırarak:
«Allahım! Benim ailem
bunlardır.» buyurdu.
(...) Bize
Ebû Bckr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gıınder Şu'be'den rivayet
etti. H,
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti.
(Demiş ki) : Ben İbrahim b. Sa'd b. Sa'ddan, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi
ve Sellem) 'den nakletmiş olmak üzere dinledim ki, Ali'ye :
«Bana Musa'ya nîsbetle
Harun yerinde olmana razı değil misin?» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî
«Meğazî» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmişlerdir.
Resûlüllah (SalIallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. A1i'yi Medîne'de kendi yerine bırakarak Tebûk gazasına
gitmiş. Bunu gören münafıklar : «Muhammed Alî'yi istiskal için Medine'de
bıraktı, bunu hiçe saydı.» demişlerdi. Hz. A1i bunu işitince silâhına sarılarak
yolda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e yetişti ve münafıkların
söylediğini ona nakletti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yalan söylemişler,
ben seni ancak arkamda bıraktıklarıma halife tayin ettim. Hemen dön. Gerek
benîm ailem, gerekse kendi ailen hususunda benîm halifem ol! Yâ AIi, bana
Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin?» buyurmuştu.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Rafizîler'den bazıları ile İma-miye vesair Şîa fırkaları hilâfetin Hz. A1i'nin
hakkı olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hilâfeti ona
vasiyet ettiğini iddiada bulunmuş ve bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Sonra
kendi aralarında ihtilâfa düşmüşler. Raiizî1er Hz. Ali 'den başkasını hilâfete
geçirdiler diye ashâb-ı kiramı tekfir etmiş; bazıları daha ileri giderek Hz.
A1i'ye kâfir demek ietisarmda bulunmuşlardır. Çünkü onlarca A1i
(Radiyaliahüanh) hakkını aramamıştır. Bunların mezhebleri hepsinden bozuk,
akılları da hepsinden fâsitdir. Kavilleri redde veya münazaraya değmez. Bunu
söyleyenin küfründe şüphe yoktur. Çünkü bütün imamların ve ilk müslümanların
küfrüne kail olan kimse şeriatın naklini iptal etmiş ve İslâm'ı yıkmış
demektir. Bunlardan geri kalan taşkınlara gelince: Onlar bu mesleği
tutmamışlardır,traami'ye taifesi ile
Mutezileden bazıları ilk müslümanların Hz. Ali meselesinde
yanıldıklarını söylerler. Onlara kâfir demezler. Hattâ Mutezile 'den bazıları
onları hataya bile nisbet etmezler. Çünkü onlara göre ehli varken daha aşağı
dereceli bir kimseyi halife tayin etmek caizdir.
Halbuki bu hadîsde
onların hiç birine delil yoktur. Hadîsde yalnız Hz. A1i'nin fazileti isbat
edilmekte, onun başkasından efdal yahut başkasının misli olduğuna dair söz
yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den sonra onun halife
olacağına delâlet de yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Hz. A1i'ye bu sözü kendisini Tebûk gazasında Medine'de kendi yerine bıraktığı
zaman söylemiştir. Hadîsi şerif de müşebbehinbih olan Harun (Aleyhisselâm)\n
Hz. Musa'dan sonra halife olmayıp, onun hayatında hattâ Musa (Aleyhisselâm) m
vefatından kırk sene kadar önce dünyadan gitmesi de bunu te'yid eder.»
Ulemârun beyânına göre
zahir mânâsı itibariyle bir sahabiye müda-hele sayılan hadîslerin te'vili icab
eder. Burada Hz. Muâviye'nin sözü Hz. A1i‘ye sövmesi için açık bir emir
değildir. O yalnız sövmesine ne mâni olduğunu sormuştur. Ve herhalde : «Vera'
ve takvadan dolayı mı, yoksa korku gibi bir şey sebebiyle mi bundan vaz geçtin.
Eğer takva ve ihtiram için sÖğmedinse isabet etmişsin, iyi yapmışsın, başka bir
sebeple vazgeçtinse onun da cevâbı başkadır.» demek istemiştir, ihtimal Hz.
Sa'd, Hz. A1i'ye söğen taife ile berabermişdir. Fakat bu sefer onlarla beraber
söğmemiştir. Muâviye (Radiyaliahü anh) bunu sormuştur. Bu sözün başka te'vile
de ihtimali vardır. O bununla : «Hz. A1i'nin rey ve içtihadında hata ettiğini
söylemekten seni ne men etti. Bu meselede bizim rey ve içtihadımızın güzel,
ofıunsa hatalı olduğunu halka açıklasaydın ya!» demek istemiş de olabilir.
33- (2405)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yakub (İbni Abdirrahman
El-Kââri) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki: Hayber günü Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sancağı mutlaka
Allah ve Resulünü seven bir adama vereceğim. Alloh onun elinde fethi müyesser
kılacaktır.» buyurmuşlar. Ömer b. Hattâb : Kumandan olmayı ancak o gün diledim,
demiş. Sözüne şöyle devam etmiştir: Sancak için çağrılırım ümidiyle ona uzandım.
Fakat Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı,
sancağı ona verdi ve :
«Yürü! Allah sana
fethi müyesser, kıiıncaya kadar bakınma!» buyurdu. Derken Ali biraz yürüdü,
sonra durdu ama bakınmadı. Ve :
— Yâ Resûlallah!
İnsanlarla ne Üzerine harbedeceğİm? dîye haykırdı:
«Onlarla Allah'dan
başka ilâh yoktur ve Muhammed Resûlüllahdir, diye şehadet getirinceye kadar
harbet! Bunu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını senden korudular demektir.
Ancak hakkıyle olursa o başka! Hesaplan da Allah'a kalmıştır.» buyurdular.
34- (2406)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Aziz (yâni İbni Ebî
Hâzini) Ebû Hâzim'den, o da Sehl'den naklen rivayet etti. H.
Bize yine Kuteybe b.
Saîd rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yâkub (yâni İbni
Abdirrahman) Ebû Hâzim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sehl b. Sa'd haber
verdi ki, Hayber günü Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem):
«Bu sancağı Öyle bir
adama vereceğim ki, Allah onun elinde fethi müyesser kılacak. Allah'ı ve
Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever.» buyurmuşlar. Sehl demiş ki:
Artık insanlar o gece sancağı kime verecek diye konuşarak gecelediler.
Sabahlayınca erken erken Resûlüllah (Sallatlahii Aleyhi ve Sellem) 'in yanma
vardılar. Her biri sancağın kendine verilmesini umuyordu. Derken Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Âli b. Ebî TâIifa
nerede?» diye sordu. Aslıab :
— Yâ Resûlallah! O
gözlerinden rahatsızdır, dediler.
«Hemen ona haber
gönderin!» buyurdu. Arka çığından Ali'yi getirdiler. Resûlüllah {Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) onun gözlerine tükürdü ve kendisine dua etti. Ali derhal
düzeldi. Hattâ hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve
Sellem) sancağı ona yerdi. Ali:
— Yâ Resûlallah!
Onlarla tâ bizim gibi oluncaya kadar mı harbede-ceğim? diye sordu. Şöyle
buyurdular :
«Yavaşça gir. Tâ
onların sahasına İn, sonra kendilerini İslâm'a davet et! İslâm'da kendilerine
vâcib olan Allah hakkını onlara haber ver. Vallahi senin.sayende Allah'ın bir
adama hidâyet vermesi, senin için kırmızı develerin senin olmasından
daha hayırlıdır.»
35- (2407)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim (yâni İbni
İsmail),.Yezîd b. EM Ubeyd'den, o da Seleme b. Ekva' dan naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Haybcr'de Ali, Peygamber (Salkıllahii Aleyhi ve Sellem)1'den geri
kalmıştı. Gözleri ağırıyordu. Ben Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)''den
geri mi kalacağım, dedi. Ve Ali hemen yola fıkarak Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) 'e yetişti. Sabahında Allah'ın fethi müyesser kıldığı
gecenin akşamı olunca Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sancağı mutlaka
vereceğim yahut bu sancağı yarın mutlaka Allah'ın ve Resulünün sevdiği bir
adam alacaktır. Veya Allah'ı ve Resulünü seven bir adam alacaktır. Allah ona
fethi müyesser kılacaktır.» buyurdu
Bir de ne görelim, lau
zât AH imiş. Halbuki biz onu ummuyorduk. Ashab r İşte Ali! dediler. Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) de sancağı ona verdi. Ve Allah fethi ona
müyesser kıldı.
Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» bahsinde tahric etmiştir.
Hayber gazası hicretin
yedinci senesinde vuku bulmuştur. İbni îshâk'ın Hz. Amr b. Ekvâ'dan rivayet
ettiği bir hadîse göre Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ebû Bekr'i
Hayber karalarından birine göndermiş : Ebû Bekir (Radiyallahu anh) yahu-dileri
hayli sıkıştırmış ise de kal'a fethedilemeden dönmüş. Ertesi gün Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Hz. Ömer'i göndermiş, yahudi-lerle o da harbetmiş, fakat
kal'a yine alınamamış. Nihayet Resûlüllah (Sailallahü A leyhi ve Sellem):
«Yarın bu sancağı
Allah'ın ve Resulünün sevdiği bîr adama vereceğim... ilâh» buyurarak sancağı
Hz. A1i'ye vermiş ve fetih onun eliyle müyesser olmuştur. îbni tshâk'ın
beyânına göre Hayber'in ilk fethedilen kal'ası Nâim'dir. Mahmud b. Seleme orada
şehid edilmiş, kal'adan üzerine bir değirmen taşı atılmıştır.
Hz. Ömer'in kumandan
olmayı ancak o gün diledim, demesi bu kumandanlık Allah'ın ve Resulünün
muhabbetlerine delâlet ettiği ve kal'a o kumandanın eliyle fethedileceği
içindir.
Nevevî'ye göre:
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. A1i'ye :
«Bakınma...» emrini
vermesinin iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre bu sözden zahiri
mânâsı kastedilmiştir. Yâni sağa sola bakınmadan dosdoğru git, demektir. İkinci
ihtimale göre bu sözden murad harbe atılmak ve koşmaktır. Hz. A1i onu birinci
mânâya hamletmiş; icab ettiği halde gözüyle bakınmamıştır. Bazılarına göre
ihtimal buradaki emirden murad : «Düşmanınla karşılaştıktan sonra kal'ayı
fethedineeye kadar oradan ayrılma» demektir.
Kızıl renkli develer
Arablann en kıymetli malları idi. Bir şeyin nefasetini bildirmek için bunları
misal gösterirlerdi. Yerinde de görüldüğü vecihle âhiret umurunu dünya işlerine
benzetmek sadece zihinlere mânâyı yerleştirmek içindir. Yoksa baki olan âhiret
nimetlerinin zerresi dünyalardan daha hayırlıdır.
1- Hadîs-i
şerîf'de Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve sellem)'in kavli ve fiilî mucizeleri
vardır. Kavlî mucizesi kal'anın Hz. A1i tarafından fethedileceğini haber
vermesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Fiilî mucizesi ise Hz. A1i'nin gözlerine tükürmesi ve gözlerinin
derhal iyüeşnıesidir.
2- Yine bu
hadîs Hz. Ali 'nin faziletlerine cesurluğuna Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem)in emrine son derece riâyetkârhğma, Allah ve Resulünü sevdiğine ve
onların sevgisini kazandığına delildir.
3- Harbden
Önce düşman İslâm dinini kabule davet edilir. Bazıları
bunun mutlak surette
vâcib olduğunu söylemiş, diğerleri ise o ana kadar düşmana İslâm dini tebliğ
edilmemişse bu davetin vâcib olduğuna, tebliğ edilmişse vâcib'değil,
müstehabhğma kail bulunmuşlardır. Bu mesele cihad bahsinin'başında geçmişti.
4- İslâmiyet
harbde ve sulhda kabul edilebilir. «Hesaplan da Allah'a kalmıştır» cümlesinden murad
: Kâfirler şehadet getirirlerse biz
onları serbest bırakırız. Çünkü biz zahire göre hüküm veririz. Kalblerindekini
yalnız Allah bilir, hakikaten iman ettilerse bu kendilerine dünyada da,
âhiretde de faydalı olur. Aksi takdirde münafık sayılırlar ve cehennemi
boylarlar, demektir.
5- Müslüman
olmak için iki kelimeyi şehadeti söylemek şarttır. Dilsizin veya bir mâniden
dolayı konuşamayanın işaretle imanı kâfidir.
36- (2408)
Bana Züheyr b. Harb ile Şûca' b. Mabled hep birden İbnı Jleyye'den rivayet ettiler.
Züheyr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû
Hayyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ye-
b. Hayyân rivayet
etti. (Dedi ki) : Ben Husayn b. Sebrâ ve Ömer b. Vlüslim Zeyd b. Erkam'e
gittik. Yanına oturduğumuz vakit Husayn ona : Gerçekten ya Zeyd sen çok hayırla
karşılaştın. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SeUem)'\ gördün; hadîsini
dinledin; onunla beraber gaza ettin; ve arkasında namaz kıldın. Gerçekten yâ
Zeyd, sen çok hayırla karşılaştın. Bize yâ Zeyd! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'den işittiklerini rivayet et! dedi. Zeyd :
Be kardeşim oğlu!
Vallahi yaşım geçti; vaktim ilerledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'dan bellediklerımin bazısını unuttum. Binâenaleyh size ne rivayet
etmişsem kabul edin, neyi rivayet etmemişsem onu bana teklif etmeyin! dedi.
Sonra şunu söyledi: Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke ile
Medine arasında Hum denilen bir suyun başında aramızda hutbe okumak üzere
ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Va'z eyledi. Ve hatırlatma yaptı.
Sonra şöyle buyurdu :
«Bundan sonra, dikkat
edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbİ-min resulü gelip de ona icabet
etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bırakıyorum. Bunların birincisi içinde
doğru yol ve nur bulunan Kitâbutlah'dır. Imdİ Kitâbullah'ı alın ve ona
sarılın!» Müteakiben Kitabullah'a terğîb ve teşbîhde bulundu. Sonra :
«Bir de ehl-i beytimi
(bırakıyorum)... Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i
beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size
Allah'ı hatırlatırım!..» buyurdu. Husayn
ona:
— Onun ehl-i beyti kimlerdir yâ Zeyd? Kadınları
ehl-i beytinden değil midir? diye sordu. Zeyd :
— Kadınları ehl-i beytlndendir. Lâkin onun
ehl-i beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır, cevâbını verdi. Husayn :
— Kimdir onlar? diye sordu.
— Onlar Âli Ali, ÂIı Akîl, Âli Ca'fer ve Âli
Abbâs'dır, dedi. Husayn:
— Bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar?
dedi. Zeyd:
— Evet! cevâbını verdi.
(...) Bize
Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni
İbni İbrahim) Saîd b. Mesrûk'dan, o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b.
Erkam'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet
etti. Ve hadîsi yukarki hadîs gibi Zuheyr'nı hadîsi mânâsında nakletti.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Fudayl
rivayet etti. H.
Bize tshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi.
Her iki râvi Ebû
Hayyan'dan bu isnadla İsmail'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Cerir'in
hadîsinde şu ziyade vardır :
«Allah'ın kitabı ki,
onda doğru yol ve nur vardır. Her kim ona tutulur ve onunla amel ederse doğru
yolda olur. Ve her kim ondan yanılırsa sapar.»
37- (...)
Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni
İbni İbrahim) Saîd'den (bu zat İbni Mesruk'dur), o da Yezid b. Hayyan'dan, o da
Zeyd b. Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şöyle demiş ; Onun yanma girdik ve
kendisine : Gerçekten sen çok hayır gördün. Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) "m sohbetinde bulundun ve arkasında namaz kıldın...
dedik.
Ve râvi hadîsi, Ebû
Hayyan'm hadîsi gibi nakletmiştir. Yalnız o şöyle demiştir : «Dikkat edin, ben
sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri Allah (Azze ve Celle)yn\n kitabıdır. O Allah'ın
ipidir. Her kim ona tâbi olursa doğru yolda ve kim terkcderse delâlette olur.»
Bu hadîsde şu ibare de vardır : «Bunun üzerine biz :
__ Onun ehl-i beyti
kimlerdir? Kadınları mı? dedik. Zeyd :
__ Hayır! Allah'a
yemin olsun! Hakikaten kadın zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra
onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun ebl-i beyti, aslı ve ondan
sonra sadakadan mahrum olan asa-besidir.» dedi.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'in Kitabullah ile ehl-i beyti hakkında iki ağır yük tâbirini
kullanması bunların sânı ve ehemmiyeti büyük olduğu içindir, Bazı ulemâya göre
bu hususdaki amel ağır olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.
Sadakadan murad
zekâttır.
Âl: Hanedan yâni
şerefli bir sülâlenin fertleri, demektir. Ulemâ Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) 'in sülâlesinden kimlerin zekât alamı-yacakları hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Hanefîler'le Şafiî1er'e göre bu hadîsde zikri geçen Benî Hâşim'e
yâni Hz. Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs (Radiyallahu anh) sülâlelerine ve onların
azatlılarına zekât-verilemez.
îmam Mâlik yalnız Benî
Hâşim'e zekât verilemiyece-ğine kail olmuş, bir takımları da bütün Kureyş‘e
zekât verîlemiye-ceğini söylemişlerdir. Bu hadîsde Hz.Zeyd'in Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem^ in kadınlarını ehl-i beytinden saymaması bütün
Kureyş kabilesini ehl-i beyt kabul edenlerin sözünü iptal İçindir. Filhakika
ez-vâcı tahirat arasında Âişe, Hafsa, Üramü Seleme, Şevde ve Ümmü Habîbe (RadiyaUahu
anh) gibi Kureyş'e men-sub kadınlar vardı.
Hz. Zeyd'in buradaki
iki rivayeti zahiren birbirine zıt görünmektedir. Çünkü birinde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm zevcelerini ehl-i beytinden saymış, diğerinde
saymamıştır. Müslim 'den başkalarının rivayetlerinde Hz, Zeyd ekseriyetle ezvâcı
tahiratın ehl-i beyt-ten olmadıklarını söylemiştir. Şu halde birinci rivayetin
te'vili gerekir ve : «Burada kadınlarının ehl-i beyti sayılması onunla beraber
yaşayıp nafakalarım verdiği, onlara hürmet ve ikramda bulunmayı emir buyruduğu
içindir. Yoksa onlar sadaka almak, kendilerine haram olan ehl-i beytte dâhil
değildirler» denir. Nitekim birinci rivayette Hz. Zeyd: «Kadınları ehl-i
beytindendîr. Lâkin onun ehl-i beyti kendilerine zekât almak haram olanlardır.»
diyerek buna işaret etmiştir.
Hablüllah : Allah'ın
ipi demektir. Burada ondan murad Allah'a verilen ahd ve sözdür. Bir takımları
Allah'ın rızası ile rahmetine götüren ise-bepdir demiş; daha başkaları bunun
hidayet nuru olduğunu söylemişlerdir.
38- (2409)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Azîz (yâni İbni Ebi
Hâzim) Ebû Hâzİm'den, o da Sehi b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehi şöyle
demiş : Medine'ye Mervan hanedanından bir zât vali tâyin edildi. (Bu zat) Sehi
b. Sa'd'i çağırarak Âli'ye sövmesini emretti, Sehi buna razı olmadı. Vali ona
:
— Madem ki, buna razı
olmuyorsun (hiç olmazsa) Allah Ebû't-Tü-rab'a lanet etsin de! dedi.
Bunun üzerine Sehi şunu söyledi:
— Ali'nin kendince Ebû't-Türab'dan daha sevimli
bir ismi yoktu. Bu isimle çağrıldığı vakit gerçekten sevinirdi. Bu sefer vali:
— Bize onun kıssasını haber ver! Ona niçin Ebû
Türab ismi verildi, dedi. Sehi şunu söyledi :
— Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıme'nin
evine geldi de Ali'yi evde bulamadı. Ve (Fâtıme'ye)
«Amcan oğlu
nerede?» diye sordu- Fâtıma :
— Aramızda bir şey oldu. Beni kızdırdı da çıktı
(gitti). Yanımda kaylule yapmadı, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir
insana :
«Bak şu nerede!» dedi.
(Adam gitti.) Geldi ve:
— Yâ Resûlallah, o mescidde uyuyor, dedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onun yanma geldi. Ali uzanmış;
örtüsü bir tarafından düşmüş, kendisi topraklanmıştı: Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Seiiem) toprağı ondan silmeye başladı, hem..:
«Kalk Eba't-Tiirabî
Kalk Eba't-Türab!» diyordu. Bu hadîsi
Buhârî «Kitâbu's-Salâtda tahric etmiştir. Ebû Türab: Toprak babası demektir. Bu
hadîsde beyan edildiği ve-cihle kendisine Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû
Türab diye hitab ederek latife yaptığı için Hz. Ali bunu künye ittihaz etmiş ve sevmiştir.
Kaylûle:
Yerinde de görüldüğü vecihle günün ortasında uykuya yat-.maktuv Bâzıları uyku
olsun olmasın günün ortasında yapılan istirahata jkaylule denildiğini
söylemişlerdir
Hadîs-i şerif
rnescidde fakirlerle yabancılardan başkalarının da uyulyup kaylule
yapabileceklerine ve kızmamak şartıyle dargın bir kimseye 1 kendi künyesinden
başka bir künye ile hitab ederek şakalaşmanın caiz olduğuna delildir.
Söğme meselesi
hakkındaki te'vili babımızın Muâviye hadîsinde görmüştür.
39- (2410)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b.
Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Abdullah b. Amir b. Rabia'dan, o da Âişe'den
naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Bİr gece Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi
ve Seiiem) uykusuz kaldı da:
«Keşke benim
ashabımdan yararlı bir zat bu gece beni korusa.» dedi. Ve silâh sesi işittik.
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem): «Kİm o?» dedi. (Gelen zat) ;
— Sa'd b. Ebî Vakkâs
yâ Resûlallah! Seni korumağa geldim, dedi. Âişe demiş ki: «Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
uyudu. Hattâ horultusunu işittim.»
40- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yahya b, Saîd'den, o da Abdullah b.
Âmir b. Rabia'dan naklen haber verdi ki : Âişe şöyle demiş : Resûîüllah
'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelişinde bir gece uyuyamadı. Ve:
«Keşke ashabımdan
yararlı bir zat bu akşam beni korusa!» dedi. Biz bu halde iken bir silâh
hışırtısı işittik. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kim o?» dedi. (Gelen
zât) :
— Sa'd b. Ebî Vakkas'ım! cevâbını verdi.
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Seni getiren nedir?»
diye sordu. Sa'd:
— İçime Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında bir
korku düştü de onu korumaya geldim, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah,
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ona dua etti. Sonra uyudu.-
İbni Rumh'un
rivayetinde : «Biz:
— Kim o? dedik...» ifadesi vardır.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Vehhab
rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b.
Saîd'i şunu söylerken işittim. Abdullah b. Âmir b. Rabia'yi dinledim. Şöyle
diyordu: Âişe dedi ki:
Bir gece Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
uykusuz kaldı...
Râvi Süleyman b.
Bilâl'ın hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi Buhârî
«KHâbu'l-Cihad» ile «Kitâbu't-Temenni»'de; Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâi «Menâkib»
ile «Siyer» bahislerin muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahû
Aleyhi ve Sellem) 'in uykusuz kalması hicrette Medine'ye ilk geldiği zaman
değildir. Çünkü Hz. Âişe o zaman yanında değildi. Hz, Sa'd dahi daha önceden
müslüman olmuş değildi. Ulemanın beyânına göre bu hadîs:
«Allah seni
insanlardan korur» âyeti kerîmesi inmezden önce vârid olmuştur. Âyet indikten
sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) korunmaz olmuş. Ashabına da
kendisini korumaktan vaz geçmelerini emir buyurmuştur.
1- Düşmandan
korunmak ve ihtiyatlı olmak gerekir.
2-
Müslümanların hükümdarlarını ölümden korumaları icab eder.
3- Tevekkül
sebeplere tevessüle mâni değildir. Zîra tevekkül; kalbin ameli, sebeplerse
bedenin amelidirler.
4- Hadîs-i
şerîf kendiliğinden bir hayr işleyeni medhüsenâ etmekte ve ona salih kimse
denilebileceğine işaret etmektedir.
5- Bu
hadîsde Hz. Sa'd'm faziletine ve ilham sahiplerinden olduğuna delil vardır.
41- (2411)
Bize Mansûr b. Ebî Müzâhim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni îbni
Sa'd) babasından, o da Abdullah b, Şeddâd'dan naklen rivayet etti. Abdullah
şöyle demiş : Ben Ali'yi şunu söylerken işittim : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Sa'd b. Mâlik'den başka hiç bir kimse için annesiyle babasının
isimlerini bir araya getirmemiştir. Çünkü Uhud gününde ona: -,
«At! Babam ve gnnem
sana feda olsun!..» demeye başlamıştı.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bize Ebî Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
İshâk EI-Hanzalî dahi Muhammed b. Bişr'den, o da Mis'ar'dan naklen rivayet
ettiler. H.
Bize îbni Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân Mis'ar'dan rivayet etti. Bu râvilerin
hepsi Sa'd b. İbrahim'den, o da Abdullah b. Şeddat'dan, o da Ali'den, o da
Peygamber (Sallallahü A /ey/ı/ ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini
rivayet etmişlerdir.
42- (2412)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
(yâni İbni Bilâl) Yahya'dan (bu zât İbni Saîd'dir.) O da Saîd'den, o da Sa'd b.
Ebî Vakkâs'dan naklen rivayet etti. Sa'd şöyle demiş: Gerçekten benim için
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud gününde annesiyle babasını bir
arada zikretti.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd ile İlini Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize İbnü Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdü'l-Vehhab rivayet etti.
Her İki râvi Yahya b.
Saîd'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
(..,) Bize
Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim (yâni İbni ismail)
Bükeyr b. MUmar'dan, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen rivayet
etti ki: Peygamber {battalatıu Aleyhi ve Setıenıj Uhud gününde onun için annesi
ile babasını bir arada zikretmiş, Sa'd şöyle demiş: Müşriklerden bir adam
Müslümanları (n canlarını) yakmıştı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Ateyhı
ve Setletn/ Sa'd'a :
«At! Babam ve annem
sana feda olsun!» buyurmuştu. Sa'd demiş ki:
O müşrik için uçsuz
bir ok attım ve yan tarafına vurdum. Derhal düştü. Ve avreti açıldı. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seaeni; güldü. Hattâ yan dişlerini
gördüm.
Bu rivayetleri Buhârî
«Cihâd», «Fadâilü Ashab», «Edeb» ve «Meğazi» bahislerinde; Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâî «Elyevm
vel-ieyle»'de; İbnü Mâce «Sünnet» bahsihde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Hz. Sa'd b. Ebî Vakkâs
sağlıklarında Cennetle müjdelenen on zattan biridir. Hattâbî : «Resûlüllah
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'in : Annem babam sana feda olsun! demesi bir
duadır. Onun duaları ise kabule şayestedir.» diyor.
El Mühe11eb Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesi ile babasını beraberce zikrederek feda
etmesinin yalnız Hz. Sa'd'a mahsus olduğunu iddia etmişse de; doğru değildir.
Çünkü sahıheynde rivayet olunan bir hadîsde Hz. Zübeyr'e de bu şekilde
söylediği bildirilmektedir. İhtimal ki Hz.
Ali bunu işitmemiştir.
Nevevî başkalarına da
bu şekilde tefdiye yaptığını söylemiştir. [Tefdiye feda olsun cümlesini
söylemektir.)
Müşrik yere düşünce
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in gülmesi ivret mahallinin açılmasından
dolayı değil, amansız düşmanının tepelen-aiğine sevindiği içindir.
1- (Annem,
babam sana feda olsun) şeklinde tefdiye yapmak câiz-lir. Cumhûr-u ulemânın
mezhebi budur. Yalnız Hz. Ömer b. Hattab ile Hasen-i Basrî bunu kerih
görmüşlerdir. Bâzıları müs-lümanın feda edilmesini mekruh saymışlardır. Fakat
sahih olan mutlak surette cevazdır. Çünkü burada hakikî feda yoktur. Bu söz bir
taltif ve muhabbet nişanesi olmak üzere gelişi güzel söyleniverir. Mutlak
surette tefdiyenin caiz olduğunu gösteren birçok sahih hadîsler vardır.
2- Hadîs-i
şerîf atıcılığın faziletine ve hayr işleyen bir kimseye dua etmenin müstehab
olduğuna delildir.
3- Yine bu
rivayetler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nezdinde Ebeveyninin
muhterem ve muazzez olduklarına delâlet etmektedir. Binâenaleyh müslümana
gereken onlar hakkında dilini tutup ileri geri konuşmamaktır.
43- (1748)
Bize Ebû Bekr b. Ehî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ktiler. (Dediler ki) : Bize Hasen b. Musa rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Simâk b. Harb
rivayet etti. (Dedi Ki) : Bana Mus'ab b.
Sa'd babasından rivayet etti ki, Kur'an'dan bazı âyet iter onun hakkında inmiş.
Sa'd şöyle demiş : Sa'd'm annesi [7] dininden [ dönmedikçe ebediyyen onunla
konuşmayacağına ve yiyip içmeyeceğine I yemin etti. Dedi ki:
— Sen Allah'ın annenle
babanı sana vasiyyet ettiğini söylüyorsun. Ben senin annenim, sana. bunu ben
emrediyorum.
Sa'd (devamla) şunu
söylemiş: Annem üç gece bekledi hattâ bîtab-lıktan bayıldı. Bunun üzerine Umare
denilen bir oğlu kalkarak ona su verdi. Annem Sa'd'a beddua etmeye başladı. Az
sonra Allah (Azzeve Ceîie) Kur'ân'da şu âyeti indirdi:
«Biz İnsana annesiyle
babasına güzel muamelede bulunmasını vasiyet ettik. Şayet bana şirk koşman için
seninle mücahede ederlerse [8]
ilah...» Bu âyette şu da vardır : «Ama onlarla dünyada iyi geçin.»
Sa'd demiş ki: Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) büyük bir ganimet almışdi. Bir de baktım
ganimetin içinde bir kılıç var! Hemen onu alarak Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi
ve Seîleın)'e getirdim ve : Bu kılıcı bana bahşet! Ben hâlini bildiğin bir
kimseyim, dedim :
«Onu aldığın yere iade
et!» buyurdular. Ben de gittim tam onu ganimet yerine koymak istediğim sırada
nefsim beni ayıpladı ve tekrar ona dönerek:
— Bunu bana ver!
dedim. Bana sesini şiddetlendirerek :
«Onu aldığın yere
koy!» buyurdu. Bunun üzerine Allah (Azzeve Celle):
«Sana ganimetleri
soruyorlar...»! [9] âyetini indirdi.
Sa'd demiş ki: Ben
hastalandım da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi re Sellemj'e haber gönderdim. Hemen
geldi.
— Bana müsaade buyur, malımı dilediğim yere
taksim edeyim, dedim. Razı olmadı.
— Yarısını! dedim. Yine razı olmadı.
— Öyle ise üçte birini! dedim. Ses çıkarmadı.
Artık ondan sonra üçte bir (i vasiyet) caiz oldu.
Sa'd demiş ki : Ensar
ve muhacirlerden müteşekkil birkaç kişinin yanına geldim de :
— Gel seni doyuralım
ve sana şarab sunalım, dediler. Bu mesele şa-rab haram kılınmazdan Önce idi.
Onların yanma bir haş içinde iken vardım, —Haş, bahçe demektir.— Bir de baktım
yanlarında kızartılmış hir deve kellesi, bir testi de §arab var! Onlarla
beraber yedim, içtim. Derken onların yanında ensarla muhacirlerin lâfı oldu.
Ben : Muhacirler ensardaıı daha hayırlıdır, dedim. Bunun üzerine bir adam
başımın iki çenesini yakaladı ve bana o kelle ile vurarak burnumu yaraladı.
Hemen Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve SeUem)'e gelerek ona haber verdim.
Müteakiben Allah (Azze ve Celle) benim hakkımda — kendisini kasdediyor —
şarabın hükmünü indirdi:
«Şarab, kumar, dikili
taşlar ve oklar şeytan işi pis şeylerdir.» [10]
44 - (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki)
: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sımak b.
Harb'dan, o da Mus'ab fc. Sa'd'dan, o da babar sından naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Benim hakkımda dört âyet indirildi...
Ve râvi hadîsi
Züheyr'in Simak'den rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir. Şu'be'nin
hadîsinde şu ziyâde de vardır : «Yemek vermek istediler mi testinin ağzını sopa
İle açarlar, sonra yiyeceği içine dönerlerdi.»
Yine Şu'be'nin
hadîsinde: «O kelle ile Sa'd'ın burnuna vurdu ve onu yardı. Sa'd'ın burnu yarık
idi.» cümlesi de vardır.
45- (2413)
Bize Züheyr'b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-rahman, Süfyân'dan, o
da Mıkdam b. Şureyh'den, o da babasından, o da Sa'd'dan naklen rivayet etti:
«Sabah akşam Rablerine
dua eden kimseleri kovma!» [11]
Benim hakkımda indi, demiş.
Şunu da söylemiş: Bu
âyet altı kişi hakkında inmiştir. Ben ve îbni Mes'ûd onlardanız. Müşrikler ona
: «Sen bunları kendine yaklaştırıyorsun.» demişlerdi.
46- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi M) : Bize Muhammed b. Abdillah
EI-Esedî İsrail'den, o da Mikdam b. Şureyh'den, o da babasından, o da Sa'd'dan
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem)'\Q birlikte altı nefer idik. Müşrikler Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— Bunları kov! Bize
karşı cüretkârlıkta bulunmasınlar, dediler. (Bu altı kişi), Ben, tbni Mes'ud,
Hüzeyl kabilesinden bir zat, Bilâl ve isimlerini veremiyeceğim iki adam idi.
Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in kalbine Allah ne diledi ise o geldi. Ve içinden bir
şeyler geçirdi. Bunun üzerine Allah
(Azze ve Cette):
«Allah'ın rızasını
dileyerek akşam sabah ona dua eden kimseleri kovma.» âyet-i kerîmesini indirdi.
Hz. Sa'd kıssası
hakkında «Cihâd» bahsinde «Enfal» babında izahat verilmişti.
Buradaki rivayetlerde
onun faziletini ve hakkında muhtelif ayetler indiğini bildirmektedir. Hz. Sa'd'in
künyesi Ebû.lshâkı idi. Kendisine İslâm'ın süvarisi denir. Ve Allah yolunda ilk
ok atanın o olduğu rivayet edilir. Duası müstecab bir zât idi. Acem
memleketlerinin birçok yerleri onun kumandasında fethedilmiştir. Seksen üç
veya yetmiçüç yaşlarında ellîbeş tarihinde Medine'ye on mil mesafede bulunan
Akîk'de vefat etmiş, cenazesi eller üzerinde Medîne'ye götürülerek «El-Bâki»
namındaki meşhur kabristana defnedilmiştir. Cenaze namazını Mervân b. Hakem
kaldırmıştır. Cennetle müjdelenen on zattan en son vefat eden odur. Hz. Sa'd
ilk müslüman olan yedi kişinin yedincisidir. Annesi onun müslüman oluşuna pek
üzülmüş, eski dinine dönmedikçe yiyip içmeyeceğine yemin etmiştir. Fakat
annesinin bütün ısrarlarına rağmen Hz. Sa'd İslâm dininden dönmemiş ve annesine
hitaben : «Anne, senin yüz tane canın olsa ve gözümün önünde bunlar birer
birer alınsa, ben yine dinimden vaz geçemem. Boşuna üzülme.» demişti. Bunun
üzerine âyet inmiş ve :
«Annenle babam
bilmediğin bir şeyi bana şerik koşman hususunda seninle münakaşa ederlerse,
onlara itaat etme! Ama dünyada onlarla iyi geçini» buyurulmuştur.
Hadîs-i şerîf'de
görüldüğü vecihle kılıç, şarab ve tard meseleleri hakkında da âyet inmesine
Hz. Sa'd sebep olmuştur.
47- (2414)
Bize Muhammed b. Ebi Bekr El-Mukaddemî ile Hâmîd b. Ömer El-Bekrâvî ve Muhammed
b. Abdi'1-A'la rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Mu'temir (bu zât İbni
Süleyman'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Babamdan, o da Ebû Osman'dan naklen dinledim.
Şöyle demiş : Kesûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ile onun harbetüği
günlerin bazısında beraber bulunanlardan Talha ile Sa'd'dan başka kimse
kalmadı. Bu söz onların hadîslerinden alınmadır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Fadâili-Ashabi'n-Nebİ»'de tahric etmiştir,
Hz. Talha cennetle
müjdelenen o zattan biri, İslâm'a ilk giren sekiz kişinin biri, Hz. Ebû Bekr'in
te'siriyle müslüman olan beş kişinin biri ve Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve
Seliem)'in kendilerinden razı olarak dünyadan gittiği altı kişilik şûra
heyetinin biridir. Künyesi Ebû Muh'ammed 'dr. Otuzaltı tarihinde Ceme1
vak'asmda okla vurularak şehid edilmiştir. Birçok rivayetlerden anlaşıldığına
göre kendisini vuran Meryân.b. Hakem'dir. Kaç yaşında vefat ettiği ihtilaflı
ise de ekser ulemânın kavline göre yetmiş beş yaşında şehid edilmiştir. Ceme1 vak'asmda ilk vurulan odur.
Bu hadîsdeki «günlerin
bâzısında» ifadesinden murad Uhud harbidir. Hz. Talha ordu kaçmaya başladığı
zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında kalmıştır.
Bu harbde onun büyük
bir menkabesi vardır.
«Bu söz onların
hadîslerinden alınmadır.» ifadesinden murad : Râvi bû Osman bu hadisi Talha ile Sa'd 'dan dinlemiştir, demektir,
48- (2415) Bize
Amru'n-Nakıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân . Uyeyne Muhammed b.
Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etti. İbni Münkedir
demiş ki: Ben Câbir'i şunu söylerken işittim : Hendek .günü Resûlüllah
(Sallallahü Altyhi ve Seliem) insanları (Cihada) çağırdı. Ve Zübeyr buna
icabet etti. Sonra tekrar çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Sonra tekrar
çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem):
«Her Peygamberin
havarileri vardır. Benim
havarim de Zübeyr'dir.» buyurdul
(...) Bize
Ebû-Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame Hi-şam b. Urve'den rivayet
etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
îshâk b. İbrahim hep birden Vekî'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Süfyân
rivayet etti.
Her iki râvi Muhammed
b. Münkedir'den, o da Câbir'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
'den naklen İbnü Uyeyne'nin hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Cihâd» ve «Meğazî» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de; İbnü Mâce
«Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) in harbe teşvik ettiği ashabı yahudilerden Benî Kureyze
kabilesiyle cenk edeceklerdi. Bir rivayette çağırdığı zevat bu kabileden haber
almağa gideceklerdi. Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre bu işi yalnız
başına Zübeyr (Radiyallahu atıh) görmüş, yahudilerin haberini getirmiş. Sonra
harb şiddetlenmiştir.
Havari:
Yardımcı demektir. Bundan dolayı Hz. îsâ'nın samimî arkadaşlarına ve
yardımcılarına Havariyyûn denilmiştir.
Bâzıları kelimenin
elbiseyi beyazlatmak mânâsına geldiğini, Hz. İsâ'nın havarilerinin de
çamaşırcılar olduğunu söylemişlerdir. Ezherî : «Havariyyûn Peygamberlerin hâlis
yakınlanâır> demiştir.
49- (2416) Bize
İsmail b. Halil ile Süveyd b. Saîd ikisi birden İbni Müsbir'den rivayet
ettiler. İsmail dedi ki: Bize Âli b. Müshir, Hişarn b. Urve'den, o da
babasından, o da Abdullah b, Zübeyr'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle
demiş : Hendek günü ben ve Ömer b. Ebî Seleme kadınlarla birlikte Hassan'm
kal'asında idik. Bâzan o bana belini eğiltir ben bakardım, Bazan da ben ona
belimi eğiltir, o bakardı. Babamı atı üzerinde silâh içinde Benî Kureyza'ya
geçtiği vakit tanırdım.
Râvi diyor ki: Bana
Abdullah b. Tirve dahi Abdullah b. Zübeyr men aklcn haber verdi. Abdullah demiş
ki: Ben bunu babama andım da'.
— Beni gördün mü oğulcuğum? dedi. - Evet!
cevâbını verdim.
— Beri bak! Vallahi o gün Resûlüllah
(SalîallahÜ Aleyhi ve Se!km) benim için anne ve babasını cem ederek:
«Babam ve annem sana
feda olsun...» buyurdular, dedi.
(...) Bize
Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da
bahasından, o da Abdullah b. Züheyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Hendek (harbi) günü gelince ben ve Ömer b. Ebü Seleme kadınların yâni
Peygamber(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in kadınlarının bulunduğu kal'ada
idik...
Râvi hadîsi tbni
Müshir'in bu isnaddaki hadîsi mânâsında nakletmiş. O "bu hadîsde Abdullah
b. Tirve'yi anmamıştır. Lâkin kıssayı Hîşâm'ın babasından, onun da İhni
Zübeyr'den naklettiği hadîse dere etmiştir.
Anlaşılan kal'a
içerisinde kimi Abdullah b. Zübeyr belini eğittir arkadaşı sırtına basarak
dışarda olup biteni seyreder, kimi de arkadaşı eğilir Hz. Abdullah onun sırtına
basarak dışarı bakarmış. Hz. Abdullah b. Zübeyr hicret senesi Medine'de doğmuştur.
Hendek harbi ise sahîh rivayete göre hicretin dördüncü yılında olmuştur. Şu
halde bu vak'ayı gören Hz. Abdullah o zaman tam dört yaşında bile değildir. Bu
da gösteriyor ki, cumhûr-u muhaddisi-nin: «Beş yaşma varmadıkça bir çocuğun
hadîs dinlemesi sahîh olmaz» sözleri doğru değildir. Nevevî : «Doğrusu çocuk
temyize kadir olduğu zaman dört yaşında, yahut daha küçük de olsa hadîs
dinlemesinin sahîh olmasıdır.» diyor.
Hadîs-i şerîf Hz.
Abdul1ah b. Zübeyr'in bu yaşta bu vak'ayı güzelce zabdetmiş olmasiyle
menkabesine delildir.
50- (2417)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz (yâni îbni
Muhammed) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki: Resûlüllah (SatlailahU Aleyhi ve Sellem i, Ebû Bekr, Ömer, Osman, AH, Talha
ve Zübeyr Hira dağının üzerinde bulunuyorlarmış. Derken kaya sarsılmış. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sakin ol! Senin
üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddık, yahut şehid bulunmaktadır.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ubeydullah b.tMuhammed b. Yezîd b. Huneys ile Ahnıed b. Yûsuf El-Ezdî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail b. Ebî Üveys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Süheyl h. Ebî Sâlih'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sattatlahü
Aleyhi ve Sellem) Hira dağının üzerinde bulunuyormuş. Derken dağ sallanmış.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Sakin ol Hira! Senin
üzerinde ancak bir Peygamber yahut sıddık yahut şehid bulunmaktadır.» buyurmuşlar. Dağın
üzerinde Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübey ve Sa'd b. Ebi Vakkâs
(Radiyallahû anhûm) bulunuyorlarmış.
Bu hadîs-i şerîf
Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Selle m) 'in mucizelerini haber vermektedir.
Bunlardan biri Hira dağına: «Sakin ol!» demesi demesi ve dağın sallanmaz
olmasıdır. İkincisi yanındaki zevatın şehid olacaklarını bildirmesidir.
Nitekim Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ile Hz. Ebû Bekr'den maadası şehid edilmişlerdir.
Bunlardan Ömer, Osman, Âlî, Talha ve Zübeyr (Radiyallahu anh) zulmen şehid
edilmişlerdir. Üç halifenin kıssaları meşhurdur. Hz. Zübeyr harbi terk ederek
dönerken Basra 'ya yakın «Vad'i-s-Sıba'» denilen yerde şehid edilmiş, Talha
(Radiyallahu anh) dahi harbi terk ederek ordudan uzaklaşırken kendisine bir ok
isabet etmiş ve ölümüne sebep olmuştur. Sahih hadîsin haber verdiğine göre
zulmen öldürülen bir müslüman şehiddir. Bundan murad âhiret hükümleri hakkında
şehid sayılıp, şehidler sevabına nail olmasıdır. Yoksa böyleler! dünyada
yıkanarak üzerlerine namazları kılınır. İkinci rivayette bunlarla beraber Sa'd
b. Ebi Vakkas Hazretleri de zikredilmiştir. Kaadî Iyâz :' Cennetle müjdelendiği
için ona da şehid denildiğini söylemiştir.
Gerçi hadîsde sıddîk
ve şehid «ev» edâtıyla atfedilmişlerse de burada ondan ya nevi kastedilmiştir
yahut (vav) mânâsında kullanılmıştır.
Hadîs-i şerîf bu
zevatın faziletlerine, cemâdatta temyiz bulunduğuna, şımarmıyacağı bilinmek
şartıyle bir insanın yüzüne karşı tezkiye ve med-hetmenin caiz olduğuna
delildir.
Hira dağı Mekke 'nin
şimalinde dört, beş kilometre mesafede bir dağdır. Besûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Seilem)'e Kur'ân-ı Kerîm 'in ük âyetleri burada nazil olmuştur.
51- (2418)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr ile Abde
rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hişam, babasından rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Âişe : «Vallahi senin iki baban kendilerine yara isabet etmişken,
Allah ve Resulüne icabet edenlerdendir.» dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm bu i sn ad la rivayet etti. «Âişe bununla
Ebû Bekr ve Zübeyr'i kasdediyor» cümlesini de ziyâde etti.
52- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Behiy'den, o da Urve'-den naklen rivayet etti.
Urve (Şöyle demiş) : Bana Âişe: «Senin iki baban kendilerine yara isabet
etmişken, Allah ve Resulüne icabet eyleyen kimselerdendir.» dedi.
Hz. Âişe 'nin Urve'ye
: «Senin iki baban...» diye hitab etmesi, Urve, kız kardeşi Esma 'nin oğlu
olduğundandır. İki babadan biri Urve 'nin kendi babası Zübeyr, diğeri de dedesi
Ebû Bekr'-dir. Bu da icabında dedeye baba demenin caiz olduğunu gösterir.
«Müslim» sarihlerinden
Übbî'nin beyânına göre Hz. Âişe bu hadîsi ile «Hamraü'1-Esed» vak'asına işaret
etmiştir. Vak'a şudur: Uhud harbinden dönüşde müslümanlar aldıkları yaralardan
pek bîtâb düşmüşlerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj, Ebû Süfyân'm
müs-lümanları mağlûb ve perişan göstererek onlara tekrar hücum etmesinden
endişelenerek müslümanlara:
«İçinizde düşmanı
takibe çıkacak bir kimse yok mu?» diye seslenmiş. Hemen Hz. Ebû Bekr'le Hz.
Zübeyr ortaya çıkmış ve yetmiş kişi hazırlayarak düşmanı takip etmişlerdi. Ebû
Süfyân, Uhud'-dan ayrıldıktan sonra Ravha'ya gitmiş, orada yapmak istediği işi
neden yarıda bıraktığına pişman olmuş, düşünmeğe başlamıştı. Düşmanı ta-kib
eden müslümanlar Mekke 'den sekiz mil uzakta bulunan «Ham-raü'l-Eseds'e kadar
gitmişlerdi. ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve.Seilem) burada Huzâa'um reisi
Ma'bed ile karşılaştı. Huzâa1ı1ar alenen müslüman olmamakla beraber kalben
müslümanlara meyyaldiler. Ma'bed, Ebû Süfyân 'a giderek Peygamberimizin ashabı
ile birlikte gelmekte olduklarını söylemiş, Ebû Süfyân da hücumdan vaz geçerek
Mekke'ye doğru yürümüştü. Müverrihler bu hâdiseye «Hamraü'1-Esad» vak'a'sı
derler. Ve onu müstakil bir gaza gibi kaydederler.
53- (2419)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Uleyye, Halid'den
rivayet etti. H. Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail
b, Uleyye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid, Ebû Kılâbe'den naklen haber
verdi. (Demig ki) : Enes şunları söyledi:
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem):
«Hor ümmetin bir emini
vardır, bizim eminimiz de ey Ümmeti Ebû
Ubeyde b. Cerrâh'dir.» buyurdular.
54- (...)
Bana Amru'n-Nâkid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Hammad (bu zât İbni Seleme'dir.) Sâbit'-den, o da Enes'den naklen
rivayet etti ki: Yemenliler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlemfa gelerek;
Bizimle birlikte bizlere sünneti ve İslâm'ı öğretecek bir zât gönder,
demişler. Enes demiş ki: Hemen Ebû Ubeyde'nin elinden tuttu ve:
«Bg ümmetin emini
budur.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Fedâili Eshab» ve «Meğazi» bahislerinde; Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.
Emin: Güvenilir kimse
demektir. Emânet meselesinde diğer Ashab-i kiram da Ebû Ubeyde'ye ortak ise de,
burada maksad onda bu hasletin diğerlerinden daha fazla olduğunu anlatmaktır.
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabının büyüklerinden her birini bir
faziletle vasfeder. Bu faziletin o zatta diğerlerinden fazla olduğuna işaret
buyururdu. Tirmizî'nin Katâde
tarikiyle Hz. Enes 'den rivayet ettiği
bir hadîs bunu izah eder. Mezkûr hadîsde Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ümmetimin ümmetime en
merhametlisi Ebû Bekr; Allah'ın emri hususunda en şiddetlisi Ömer, haya
itibariyle en sadıkı Osman, helâl ve haramı en iyi bileni Muâz b. Cebel; en
İyi ferâiz bİîeni Zeyd b. Sabit; en güzel Kur'ân okuyanı da, Ubeyy b.
Ka'b'dır. Her ümmetin bîr emini vardır. Bu ümmetin emini iste Ebû Ubeyde b.
Cerrah'dir.» buyurmuştur. Hadîsi İbni
Hıbbân dahi rivayet etmiştir.
55- (2420)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû İshâk'i Sile b. Züfer'den, o da
Huzeyfe'den naklen rivayet ederken dinledim, Hu-zeyfe şöyle demiş: Necranhlar
Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek': Yâ Resûlallah! Bize emin
bir zât gönder! dediler. Bunun üzerine :
«Size hakkıyle emin,
hakkıyte emin bir zât göndereceğim!» buyurdular. Halk bu vilâyete ermek için
hemen ileri atıldılar. Fakat o Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı gönderdi.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud El-Haferî haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Süfyân, ü& İshâk'dan bu isnadla bu hadîsin
benzerini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Fadâili Ashab», «Haberi Vâhid» ve «Meğari»
bahislerinde Tirmizî
ile Nesâî «Menâkib»'de; İbiîü Mâce
«Kitâbu's-Sünne»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Necran :
Yemen'de bir yerdir. Necranhlar 'dan murad Âkıb Seyyid, Ebû'l-Haris b. Alkame,
kardeşi Kurs, Evs, Zeyd b. Kays, Şeybe, Huveylid, Amr ve Ubeydullah namlarındaki
zevattır. İbni Sa'd'm beyânına göre
bunlar Hicretin dokuzuncu senesinde on dört kişilik bir hey'et olarak
gelmişlerdir. Hepsi eşrafdan imişler. O zaman henüz hıristiyan bulunuyorlarrmş.
Çok geçmeden içlerinden Seyyid ile Âkıb Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e gelerek müslüman olmuşlardır. Bu zevat Mescidi Nebevî'ye zinetler ve
güzel elbiseler içinde girmişler, ikindi olmuş kalkarak şarka doğru ibadete
başlamışlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sc'lcm) ashabına bunlara bir şey
dememelerini tembih buyurmuş. Onunla Ebû'l-Hâris, Seyyid ve Âkıb konuşmuşlar
ve kendilerine emin bir zatın gönderilmesini istemişler. O da EbuUbeyde b.
Cerrah'ı göndermiş.
Ashab-ı kiramın
ileriye atılmaları, her biri va'd edilen eminin kendisi olmasını dilediği
içindir. Yoksa Vali olmakta gözleri olduğu için değildir.
56- (2421) Bana
Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-/ân b. Uyeyne rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Ubeydullah b. Ebî Yezid, Nâ-V b. Ciibeyr'den, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahiı Aleyhi •>? Sellemyden naklen
rivayet etti ki: Hasan için :
«Allah'ım! Ben bunu
seviyorum, onu sen de sev! Onu seveni de sev!» üye duâ buyurmuşlar.
57- (...)
Bize İbni Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ubeydullah b. Ebî
Yezid'den, o da Nâfi' b. Cübeyr b. Mut'im'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (SaliailahU Aleyhi ve Setlem)'\e
birlikte günün bir kısmında sokağa çıktım. O benimlen konuşmuyor. Ben de onunla
konuşmuyordum. Nihayet Benî Kaynuka Pazarına geldi. Sonra ayrıldı gitti. Ve
Fâtıme'nin evine gelerek:
«Ufaklık burada mı?
Ufaklık burada mı?» diye sordu. Hasan'ı kastediyordu. Anladık ki, annesi onu
tertemiz yıkayıp giydirmek ve boynuna güzel kokulu gerdanlık takmak için
alıkoymuş. Çok geçmeden koşarak geldi. Ve birbirlerine sarmaştılar. Bunun
üzerine Resûlüllah {Salİallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ım! Ben bunu
seviyorum. Onu sen de sev! Onu seveni de sev!» diye dua buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Büyu'» ile «Kitâbu'l-Libas»'da; Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; İbni
Mâce «Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolda Ebû Hüreyre ile konuşmaması ihtimal vahy
veya başka bir hususa dair düşündüğünden, Ebû Hüreyre 'nin konuşmaması ise
hürmet ve tevkîrin-dendir. Ashab-ı kiramın âdetleri bu idi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de konuşmak için neşat görmezlerse hürmeten onlar
da susarlardı.
Lükâ':
Lügatte alçak, köle, pisT ahmak ve sıpa gibi birçok mânâlara gelirse de, burada
bu mânâların hiç biri murad değildir. Burada ondan küçük kastedilmiştir. Zâten
Benî Temîm'in lehçesinde lükâ' küçük demektir. Bilâl b. Cerîre bu kelimenin
mânâsı soruldukta : «Bizim lehçemizde lükâ' küçük demektir.» cevâbını
vermiştir.
Sihâb: Karanfil, misk
ve öd ağacı gibi şeylerden yapılan ve çocukların boynuna takılan gerdanlıktır.
1- Hadîs-i
şerîf Ashab-ı kiramın
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e karşı gösterdikleri sonsuz
hürmet ve tevkîre delildir.
2-
Çocukların boynuna gerdanlık gibi zînetler asmak caiz ve onları bilhassa
büyüklerin huzuruna çıkacakları vakit yıkayıp temizlemek müs-tehabdır.
3- Çocuklara
acıyarak onları sevmek kendileriyle şakalaşmak müs-tehabdır.
4- Çocuklara
olsun, büyüklere karşı olsun tevazu göstermek müste-habdır.
5- Sarmaşmak
caizdir. Fakat bu husûsda ihtilâf vardır. Muhammed b. Şîrîn,
Abdullah b. Avn , İmam A'zam ve
îmam Muhammed sarmaşmanın mekruh olduğuna kaildirler.
Şa'bi, Ebû Miclez,
Amr b. Meymûn,
Esved b. Hilâl ve İmam Ebû Yûsuf'a göre sarmaşmakta bir beis yoktur.
Her iki tarafın istidlal ettikleri hadîsler vardır. Tahâvî, As-hab-ı kiramdan bir cemâatin
sarmaşırdıklarım rivayet etmiş ve : «Bu gösterir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) 'den
sarmaşmanın mubah olduğuna dair rivayet
edilen hadîs sonraları vârid olmuştur.
Yasaklama hadîsi daha öncedir.» diyerek yasak hükmünün neshedildiğine
işaret etmiştir. «Ettelvih» nam eserde de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemy'm Hz, Hasan'la "sarmaşması onu mubah kılmaktır, denilmiştir.
Erkekle erkeğin sarmaşmasına
gelince : Bunu İmam Mâlik kerih görmüş, bid'at olduğunu söylemiş; Süfyân ve
başkaları ise müstehab olduğunu bildirmişlerdir. Nevevî: «Sahih olan da budur.
Ekser ulemâ ve mahakkıklerin mezhebi budur. Bu mes'eled'e İmam Mâlik ile Süfyân
münazarada bulunmuşlar. Süfyân , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
Ca'fer'le sarmaşdığını söylemiş. İmam Mâlik: Bu ona mahsustur, demişse de; Süfyân':
Delil olmaksızın bunu tahsis eden nedir? diye mukabele etmiş. İmam Ma1ik susmuştur.» diyor.
Kaadî Iyâz: «İmam
Mâlik'in sükûtu Süfyân'm sözünü kabul ettiğine delildir.» demiştir.
Hanefî1er'den
«Elhidâye» sahibi Merğînânî bu mesele hakkında şunları söyler : «Hilaf bir
gömlek içinde sarmaşmanın caiz olup olamıyacağı hususundadır. Sarmaşan kimsenin
üzerinde entari veya cübbe gibi bir şey bulunursa sarmaşmakta ulemamızın
ittifakıyle bir beis yoktur. Sahih olan da budur.»
6- Hadîs-i şerîf Hz. Hasan'm faziletine delil ve
onu sevmeye şevîkdir.
58- (2422)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be Adiy'den rivayet etti. (Bu zât îbni Sâbit'tir, demiş ki)
: Bize BeraJ b. Âzib rivayet etti. (Dedi ki) : Hasan b. Ali'yi, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in onıuzunda gördüm. Kendisi:
«Allah'ım! Ben bunu
seviyorum; onu sen de sev!» diye duâ ediyordu.
59- (...)
Bize Muhammed b. Beşşâr ile Ebû Bekr b. Nâfi' rivayet ettiler. İbnü Nâİi' dedi
ki: Bize Gunder rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Adiy'den (bu zat İbni
Sabit'dir.) O da Bera'dan naklen rivayet etti. Bera' şöyle demiş : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hasan b. Alî'yi omuzuna koyduğunu gördüm:
«Allah'ım! Ben bunu
seviyorum; onu sen de sev!» diyordu.
Bu hadîsi Buhârî
«Kİtâbu-Fedâili Ashab»'da; Tirmizî ile Nesâî
«Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf
çocukları okşayıp sevmenin müstehab olduğuna, yüzie-rindeki rutubet ve benzeri
şeylerin temizliğine delildir. Nevevî: «Bu gibi şeylerden korunulacağı selefden
nakledilmemiştir. Halbuki çocuklar ekseriyetle bunlardan hâli kalmazlar.»
demiştir.
60- (2423)
Bana Abdullah b. Rûmi El-Yemâmî ile Abbâs b. AbdîV-Azîm El-Anberî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İkrime (bu zât îbni Ammâr'dır.) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tyâz babasından
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben Hasan ve Hüseyn'le birlikte Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'in alaca katırım yettim. Kendilerini ta Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hücresine götürdüm. Biri önünde, birr
arkasında idi.
Bu hadîs de Hz. Hasan'la
Hüseyn'in faziletlerine delildir. Onların faziletlerini gösteren daha nice
hadîsler vardır.
Hasan 'la Hüseyin
(Radiyallahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızı Hz. Fâtıme'nin
oğullarıdır. Hasan (Radiyallahu atık) hilâfeti Allah rızası için terketmiş,
ResûîüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in bir mucizesi bu suretle tahakkuk
eylemişti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}:
«Hasun'ic Allah iki
taifenin arasmı yatıştıracaktır.»
buyurmuştu, Nitekim öyle de oldu.
Bu taifelerden biri rîz. Hasan 'm, diğeri Muâviye'nin idi. Hasan (Radiyallahu
anh) kırk dokuz tarihinde Medîne'de zehirlenerek vefat etmiştir. Kardeşi Hüseyn
(Radiyallahu anh)ı ise altmış bir tarihinde Kerbelâ'da Âşûre günü Sinan b. Enes
namında biri şehid etmiştir.
Hadîs-i şerîf, hayvan
takat getirebildiği takdirde üzerine üç kişinin binebileceğine delildir.
61- (2424)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Üe Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Bişr Zekeriyya'dan, o da
Mus'ab b. Şeybe'den, o da Safıyye binti Şeybe'den naklen rivayet etti. (Demiş
ki) : Âişe şunları söyledi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), üzerinde
siyah yünden ma'mul nakışlı bir örtü olduğu halde sabahlayın (evden) çıktı.
Derken Hasan b. AH geldi. Onu örtünün içine aldı, sonra Hüseyn geldi, o da
beraberinde girdi. Sonra Fâtime geldi. Onula içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu
da içeri aldı. Sonra :
«Ey Ehl-i Beyt! Allah
ancak ve ancak sizden ricsİ gidermek ve sizi tertemiz paklamak istiyor.» [12]
âyetini okudu.
Mırt: Kisâ'
yâni kilim demektir. Mirt-i Murahhal: Üzerine deve semerleri resmedilen kilim
veya Örtü demektir.
Rics:
Bazılarına göre şek, diğer bazılarına göre azab demektir. Günah mânâsına
geldiğini söyleyenler de vardır. Ezherî: «Rics, her iğrenç amelin ismidir.»
demiştir.
Hadîs-i şerif
Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellemy'm kadınlarının da ehl-i beytinden
sayıldığına ve ehl-i beytinin faziletlerine delildir. Çünkü âyetin üst
tarafında Peygamber'in kadınlarına hitab edilmiştir.
62- (2425)
Bize Kuteybe h. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kub b. Abdirrahman
El-Kaâri, Musa b. Ukbe'den, o da Salim b. Abdillah'-dan, o da babasından naklen
rivayet etti. Ki; babası şöyle diyormuş: Biz Zeyd b. Hârise'yi, Zeyd b.
Muhammed'den başka bir isimle çağırmıyorduk. Nihayet Kur'ân'da:
«Onları babalarınm
adları ile çağırın. Allah indinde bu daha âdilâne bir harekettir.» [13]
âyeti indi.
Şeyh Ebû Ahmed
Muhammed b. İsa (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Abbas Es-Serrâc ile Muhammed b. Abdillah
b. Yûsuf Ed-Düveyrî haber verdiler. (Dediler ki) : Bize Kuteybe b. Saîd bu
hadîsi rivayet etti.
(...) Bana
Ahmed b. Saîd Ed-Bârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Musa b. Ukbe rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Salim. Abdullah'dan bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tefsir-'de; Tirmizî «Tefsir» .île «Menâkıb»de'; Nesâî dahi «TefsûVde
tahric etmişlerdir.
Hz. Zeyd b. Harise
cahiliyyet devrinde esir edilmişti. Kendisini Hâkim b, Hızâm halası Hatice
için satın almıştı. Ondan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hibe
olarak aldı. Bu haber babasının kulağına erişince fidyesini vererek onu geri
almak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ıe geldi.
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Zeyd'i muhayyer bıraktı. İsterse onun yanında kalacak,
dilerse babasıyle beraber gidecekti. Zeyd (Radiyallahu anh) onun yanında
kalmayı tercih etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kendisini evlâtlık
edindi. Ve ona Ümmü Eymen'i nikahladı. Artık herkes Hz. Zeyd'e, Zeyd b. Muhammed
diyordu. Hz. Zeyd'in Ümmü Eymen 'den Üsâme namındaki oğlu dünyaya geldi.
Arablarda başkasının
çocuğunu evlât edinmek âdeti vardı. Birisini evlât edindiler mi, artık o çocuk
o hanenin öz evlâdı sayılır, mirasa da iştirak ederdi. Nihayet bu husûsda âyet
inerek bu âdet yıkılmış, evlât edinmekle kimse kimsenin oğlu veya kızı sayılamıyacağı
bildirilmiş, evlâtlıkları babalarının adlarıyie çağırmaları emrolunmuştur.
Bunun üzerine
Hz. Zeyd azatlı
kölelerden ilk müslüman olandır. Bir rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'! ilk gördüğü gün müslüman olmuş, diğer bir rivayete göre babasının
kendisini almak için geldiği gün îslâ-miyeti kabul etmiştir. Hadîs-i şerîf Zeyd
(Radiyallahu anh) 'm faziletine delildir. Onun faziletlerinden biri de Kur'ân-i
Kerîm'de isminin zikredilmesidir.
63- (2426)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler.
Yahya b. Yahya : Ahberanâ, Ötekiler: Hadde-senâ tâbirini kullandılar. (Dediler
ki) : Bize İsmail (yâni İbni Ca'fer) Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti
ki: Kendisi İbnü Ömer'i şunu söylerken işitmiş: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bir ordu gönderdi de üzerlerine Üsame b. Zeyd'i kumandan tayin etti.
Halk onun kumandanlığına ta'n ettiler.
Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
«Siz bunun kumandanlığına
dü uzatıyorsanız, bundan önce onun babasının kumandanlığına da dil
uzatıyordunuz. Allah'a yemin olsun ki, o kumandanlığa lâyık idi. Ve gerçekten
benim için insanların en sevimlile-rindendi. Hiç şüphe yok ki, ondan sonra bu
da benim için insanların en sevimlilerindendîr.»'
64- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme,
Ömer'den (yâni İbni Hamza'dan), o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet
etti ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Minber üzerinde olduğu halde
Üsame b. Zeyd'i kasdederek şöyle buyurmuşlar:
«Siz onun
kumandanlığına dîl uzatıyorsanız, ondan evvel babasının kumandanlığına da dil
uzatmıştınız. Allah'a yemin oktfn ki : O bu işe lâyıktı. Allah'a yemin olsun
ki, benim için insanların en sevimlisi İdi. Allah'a yemin olsun ki : Bu da
kumandanlığa layıktır. — Usame b. Zeyd'i kasde-diyor,— Allah'a yemin olsun kİ :
Ondan sonra gerçekten benim İçin insanların en sevimlisi olmuştur : İmdi onu
size tavsiye ederim. Çünkü o sizin yararlılarınızdandır.»
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu Fadâili Ashabî-n-Nebi»'de tahric etmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. Zeyd'i birkaç seriyye üzerine kumandan tayin etmişti.
Bunların en büyüğü Mûte ordusudur. Halk onun hakkında dedikodu yapmış sonunda;
Hz. Zeyd'in bu işe lâyık olduğunu anlamışlardı. Bilâhere ölüm döşeğinde iken
Şam taraflarındaki Be1ka’ya gönderilmek üzere bir ordu teçhiz etti ve bu orduya
Hz. Zeyd 'in oğlu Üsâme'yi kumandan tayin buyurdu. Bu orduda Ebû Bekr, Ömer ve
Ebû "U beyde gibi ashabın büyükleri de bulunuyordu. Hz. Üsâme 'nin yaşı
henüz on sekiz veya yirmi idi. Bu sefer onun hakkında da dedikodular başladı.
Aynî, Ayyaş b. Ebî Rebîa 'nın dedikoducular arasında olduğunu kaydetmiştir.
Resûlüllab. (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) orduyu teşyi ettikten sonra dünyadan
gitti. Onun yerine halife olan Hz. Ebû Bekr bu orduyu Hz. Üsâme'nin
kumandasında harbe gönderdi.
1- Azatlı
kölenin ordu kumandanı tayin edilmesi caizdir.
2- Yaşça
küçük olanların büyüklere kumandan ve vâîi tayin edilmesi ve keza daha âlâsı
varken ondan aşağı mertebedeki birinin iş basma geçirilmesi caizdir.
3- Bu
hadîsler Hz. Zeyd'le oğlu Üsâme'nin faziletlerine delildirler.
65- (2427)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye,
Habib b. Şehîd'den, o da Abdullah b. Ebî Müleyke'den naklen rivayet etti.
Abdullah b. Ca'fer tbnü Zübeyr'e:
— Hatırlar mısın hani ben, sen ve İbni Abbâs,
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selle my\ karşılamıştık, demiş. O da:
— Evet! cevâbını vermiş. (Abdullah) :
— Bizi hayvanına bindirdi de, seni bıraktı idi,
demiş.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Habîb b. Şehîd'den
naklen İbni Uleyye'nin hadîsi gibi ve onun isnadıyla haber verdi.
66- (2428)
Bize Yahya b. Yahya İle Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Lâfız
Yahya'nındır. Ebû Bekr: Haddesenâ, Yahya ise : Ahberanâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muaviye, Âsim El-Âhvel'-den, o da Müverrık
El-İceîi'den, o da Abdullah b. Ca'fer'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle
demiş: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) seferden geldiği vakit ehl-i
beytinden bir takım çocuklar tarafından karşılanırdı. Bir defa bir seferden
geldi de herkesden önce beni karşılamaya götürdüler. Q da beni önüne aldı.
Sonra Fâtıme'nİn iki oğlundan biri getirildi. Onu da arkasına aldı. Böylece
Medine'ye bir hayvan üzerinde üç kişi olarak götürüldük.
67- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahim b.
Süleyman Asım'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Mü-verrik rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana Abdullah b. Ca'fer rivayet etti. (Şöyle demiş): Peygamber
'(Saliallahü A leyhi ve Sellem) seferden geldiği vakit bizim tarafımızdan
karşılanırdı. Bir defa benimle Hasan veya Hüseyn tarafından karşılandı da
birimizi önüne, öbürümüzü de arkasına bindirdi. Tâ ki Medine'ye dahil olduk.
68- (2429)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-dî b. Meymûn rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Abdillah b. Ebî Ya'kub, Hasen b. Ali'nin azatlısı Hasan b. Sa'd'dan, o da
Abdullah b. Cafer'den naklen rivayet etti. Abdullah (Şöyle demiş) : Bir gün
Resûlüllah (SaliaHahü Aleyhi ve Sellem) beni terkisine bindirdi. Ve bana sır olarak
bir şey söyledi ki, onu insanlardan hiç birine söylemem.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Cihad»'da; Nesâî «Hac» bahsinde tahric etmişlerdir.
Buhârî 'nin
rivayetinde buradakinin aksine «İbnü Zübeyr, İbnü Cafer'e» denilmiştir. Müs1im'in
rivayetine göre İbni Ca'fer, İbnü Zübeyr'e söz etmiştir, Ulemâdan bazıları
Buhârî 'nin rivayetini-esah görmüşlerdir. Hadîsin rivayetleri birbirini tefsir
etmektedir.
Anlaşılıyor ki,
Abdullah b. Ca'fer, İbnü Zübeyr 'e : «Peygarnber (SaUaüahü Aieyhi ve Sellem)
beni ve İbni Abbâs'ı hayvanına bindirdi, seni bıraktı.» demiştir.
Hadîs-i şerîf, hayvan
takat getirebilecekse, üzerine üç kişinin binmesi caiz olduğuna ve çocukların
yoldan gelen yakınlarını karşıladıkları vakit onları hayvana bindirerek
kendilerine hoş muamele yapılmasının istihbabma delildir. Nevevî bunun sünnet
olduğunu söylemektedir.
69- (2430)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ntimeyr
ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Küteyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbnü Nümeyr, Vekî' ve Ebû Muâviye
rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman haber verdi. Bu râvilerin
hepsi Hişam b. Urve'den rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebû Üsame'nin hadîsidir. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame, Hi-şam'dan, o da babasından naklen
rivayet etti. (Demiş ki) ; Ben Abdullah b. Ca'fer'i şunu söylerken işittim.
Kûfe'de Ali'yi dinledim. Şunları söylüyordu: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)i :
«Bunların en hayırlı
kadını Meryem binti Imran'dır. Ve bunların en hayırlı kadını Hadîce binti
Huveylid'dir.» buyururken işittim.
Ebû Küreyb :
«VekiJ (bunu söylerken) yerle gökyüzüne
işaret etti.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâbu fadlı Hadîce» de; Nesâî ile Tirmizî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric
etmişlerdir.
Râvi Veki'in yerle
gözyüzüne işaret etmesi, hadîsdeki zamirin onlara râci olduğunu anlatmak
içindir. Yâni; «Yerle göklerin kadınlarının en hayırlısı...» denilmek
istenmiştir ki: Bundan murad yeryüzündeki bütün kadınlardır.
Nevevî diyor ki:
«Hadîsin en açık mânâsı Hz. Meryem'le Hz. Hatice 'nin kendi zamanlarında bütün
yeryüzü kadınlarından daha hayırlı olmalarıdır. İkisinin arasındaki farka
gelince : Bu hususa dair bir şey söylenmemiştir. Kaadî lyâz: İhtimal ki murad :
Bunlar yeryüzü kadınlarının en hayırlılarından dır, demişse de sahih olan
birin-cisidir.
Kirmanî'ye göre bu
hadîsle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Meryem 'in Benî îsrâil
kadınlarının en hayırlısı Hz. Hatîce 'nin de Arab kadınlarının yahut bu ümmetin
kadınlarının en hayırlısı olduklarını kasdetmiş olabilir.
70- (2431)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsenna ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. Bunların hepsi Şu'be'den Rivayet etmişlerdir. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz EI-Anberî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Amr b. Mür-ra'dan, o da Mürra'dan, o da Ebû
Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Musa şöyle demiş: Resûlüllah {Saitallahü
Aleyhi ve Sellem);
«Erkeklerden kemâle
erenler çoktur. Kadınlardan ise Meryem binti Imran ile Fİr'avn'ın karısı
Âsiye'den başka kemâle eren yoktur. Kadınlar üzerine Âişe'nin üstünlüğü tiridin
sâîr yiyecekler üzerine üstünlüğü gibidir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâbu'l-Et'ime»ıde; Tirmizî ile îbni Mâce «Kitâbu'l-Et'ınıe»'de;
Nesâî «Me-nâkıb» ve «Îşretü'n-Nisâ» bahislerinde tahric etmişlerdir.
Bâzıları bununla
istidlal ederek Âsiye ile Meryem'in Peygamber olduklarını söylemiş ve : «Çünkü
insan nev'inin en kemâllileri Peygamberlerdir. Sonra veliler, sıddıklar ve
şehidler gelir. Âsiye ile Meryem Peygamber olmasalar, kadınlar içerisinde hiç
bir velî, sıddîk ve şehid bulunmamak lâzım gelir. Hakikatte ise bu sıfatlar
birçok kadınlarda bulunmaktadır. Peygamber (Satlallahii Aleyhi ve SeLİem.) bu
hadîsinde kadınlardan Âsiye ile Meryem 'den başka Peygamber olan yoktur
buyurmuş gibidir.» demişlerse de bu mütalâa kabul edilmemiş, kendilerine şöyle
cevab verilmiştir : Kemâl sözünden onların peygamber olması lâzım gelmez. Çünkü
bu söz birşeyin tamamına ve kendi nev'İnde son dereceye vardığı mânâsında
kullanılır. Burada murad Âsiye ile Meryem'in kadınlar arasında bütün
faziletlerin en üstün derecesine vardıklarını anlatmaktır.
Kirmanı: «Kadınlardan
Peygamber gelmediğine icma naklolun-muştur.» demiş, buna mukabil İmam Eş'arî'nin
kadınlardan altı Peygamber geldiğini söylediği rivayet olunmuştur. Bunlar
Havva, Sâre , Hz. Musa 'nın annesi, Hâcer, Âsiye ve Meryem 'dir.
Kurtubî : «Sahih kavle
göre Hz. Meryem Peygamberdir. Çünkü AHah ona melek vasıtasiyle vahy
göndermiştir.
Âsiye'ye gelince onun
Peygamberliğine delâlet eden bir rivayet yoktur.» diyor.
Hâsılı kadınlardan
peygamber gelip gelmediği ihtilaflıdır. Ekser ulema gelmediğine kaildirler.
Âsiye binti Müzâhım,
Firavn'm karışıdır. Rivayete göre Musa
(Aleyhisselâm) Firavn'm sihirbazlarına galebe çalınca Âsiye iman etmiştir.
Firavn bunu anladığı vakit, onun ellerini, ayaklarını kazıklarla yere çakarak
güneşe karşı üzerine büyük bir kaya konmasını emretmiş. Kaya getirildiği vakit
Âsiye: «Yarabbi, benim için cennetinde bir ev yap!» diye niyazda bulunmuş. O
anda cennette inciden yapılmış evini görmüştür. Allah oracıkta ruhunu
kabzetmiş, kaya cansız cesedinin üzerine konmuştur.
Meryem binti Imran,
İsa (Aîeyhisselâm)'m annesidir. Kıssası Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde ve
hadîslerinde tafsilâtiyle beyân edilmiş olup, herkesçe malûm ve meşhurdur.
Hz. Âişe'ye gelince,
hadîs-i şerif'de beyân buyurulan fazileti bu ümmetin kadınlarına nisbetledir.
Hattâ efdaliyyetinden bahsedilmemiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem) onun faziletini tiride benzet-mistir. Tirid, şâir yiyeceklere nisbetle
Arabların o gün için en makbul yemeklerinden biri idi. Zîra külfeti az, hazmı
kolay bir yemekdir. Fakat bu hasletler onun her yönden efdaliyyetini
gerektirmez. Hz. Âişe meselesi de Öyledir.
Bazı sahîh hadîslerde
Hz. Hatice 'nin şâir kadınlardan efdal olduğu bildirilmiştir. Hz. Hatice ile
Fâtıme (Radiyallahli anha) 'nın başkalarından efdal olduğunu bildiren
rivayetler de vardır.
71- (2432)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İbni Nü-meyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İbni Fudayl Umâra'dan, o da Ebû Zür'a'dan naklen rivayet
etti. (Demiş ki) : Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim, Cibril, Peygamber
(Sallallahü Aieyhive Sellem)'e gelerek:
— Yâ Resûlallah! İşte
Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kab vardır ki, içinde katık yahut
yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği vakit ona Rabbi (Azze ve Celle)'den
ve benden selâm söyle! Hem kendisini cennette (inci) kamış (in) dan bir evle
müjdele! O evde ne gürültü olacak, ne de meşakkat! dedi.
Ebû Bekr kendi
rivayetinde «Ebû Hüreyre'den» dedi. «İşittim» demedi. Bu hadîsde o: «Benden de
selâm et!» cümlesini söylemedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Menâkıbu'l-Ensar» ve «Tevhîd» bahislerinde; Nesâî «Menâkıb»'de tahric
etmişlerdir. Hadîs sahabenin mürsel-lerindendir. Çünkü Hz. Ebû Hüreyre, Hatîc
e(RadiyaIlahü anha) nin günlerine yetişmemiştir. Fakat cumhûr-u ulemâya göre
sahabenin mürselleri huccetdir. Ebû Hüreyre 'nin bunu ya Peygamber (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellemj den yahut başka bir sahâbîden işittiğine hamlo-lunur.
Taberanî 'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre Cibril, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seüem)
'e, Hira dağında iken gelmiştir. Yine Taberanî 'nin rivâvetine göre ona Hz.
Hatîcenin karıştırma getirmekte olduğunu haber vermiştir. Müslim'in rivayetinde
râvinm şekkettiği anlaşılıyor. Yâni Hz. Cibri1'in katık mı, yoksa yiyecek veya
içecek mi dediğini kestirememiştir. Babımızın rivayetinde Hz. Hatîce'nin selâmı
nasıl kabul ettiğinden bahsedilmemiştir. Taberanî'nin rivayetinde bilmukabele :
«Selâm odur ve selâm ondandır. Cibril'e de selâm olsun!» dediği
bildirilmektedir.
Cumhur ulemâya göre
hadîsde zikri geçen kamışdan murad; içi boş inci kamışıdır. Bâzıları üzerine
cevher dizilmiş altın kamış olduğunu söylemişlerdir. Hattâbi ve diğer bazı
ulemâya göre buradaki evden murad da köşktür.
Hadîs-i şerif Hatice
(Hodiyallahü anhafnm faziletlerine delildir. Bâ-husüs selâmı alırken Allah'a da
selâm olsun demeyip, «Selâm odur» ifadesini kullanması zekâ ve idrâkinin pek
büyük olduğunu gösterir. Çünkü selâm —yerinde de görüldüğü vecihle— Allah'ın
isimlerinden biridir. Bundan dolayı Allah'a selâm olsun denilmez. Hz. Hatice
'nin yaptığı gibi, «Selâm odur> denilir.
72- (2433)
Bîze Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize baham ve
Muhammed b. Bişr El-Abdî, İsmail'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Abdullah b.
EM Evfâ'ya:
— Resûliillah
(Sallailahü Aleyhi ve Seltem) Hatice'ye cennette bir ev müjdele mi? diye
sordum.
— Evet! Ona cennette kamışdan, içinde gürültü ve
meşakkat olma-yan bir ev müjdeledi, dedi.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye haber verdi. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki* rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'tenür b. Süleyman ile Cerir hafcer
verdiler. H,
Bize İbni Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvilerin hepsi İsmail
b. Ebî Hâîid'den, o da İbni Ebî Evfâ'dan, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
73- (2437)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişam b. Urve'den,
o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Hatice MnÜ Huveylid'i cennette bir evle
müjdelemiştir.
Abdullah İbni Ebî Evfâ
rivayetini Buhârî «Me-nâkıbu'I-Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Hz. Âişe
rivayeti mürseldir. Maamafih sahabinin mürselinin hüccet olduğunu az yukarda
görmüştük.
Bu rivayetler mânâ
itibariyle bundan öncekinin aynıdır.
74- (2435)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etü. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsame
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam babasından, o da Âişe'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Ben Hatice'yi kıskandığım kadar hiç bir kadını kıskanmamışimdır.
Halbuki o benimle evlenmesinden üç sene evvel vefat etmişti. Onu andığını
işitiyordum da onun için (kıskanıyordum). Filhakika Peygamber (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'e Rabbi (Azze ve Celie) ona cennette kamışdan bir ev
müjdelemesini emir buyurmuştu. Bir de : — Koyun keser, sonra onu Hatice'nin
yakınlarına hediyye ederdi.
75- (...)
Bize Sehi b. Osman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs h. ıyâs, Hişam b.
Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet itli. (Şöyle demiş) :
Ben Hatice'den başka Peygamber (Sallaliahü Aleyhi e Sellem)'in kadınlarım
kıskanmadım. Halbuki ona yetişmedim.
Âişe demiş ki:
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilenı) koyunu kesti mi:
«Onu Hatice'nin
dostlarına gönderin!» derdi.
Bir gün onu kızdırdım:
— Hatice mi? dedim.
Bunun üzerine Resûlüllah ($allallahü Aleyhi ve tellem);
«Bana onun sevgisi
bahşedildi.» buyurdular.
(...) Bize
Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb hep birden Ebû Muâviye'-en rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Hişam bu isnadla koyun kıssasına kadar Ebû Üsâme'nin hadîsi
gibi rivayette bulundu. Ondan sonraki ziyadeyi anmadı.
76- (...)
Bize Abd b. lîumeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber
verdi. (ŞÖyle demiş) : Ben Hatice'yi kıskandığım kadar Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Seilenı) 'in kadınlarından hiç birini kıskanmamışımdır. Çünkü onu
çok anardı. Halbuki onu hiç görmemişdim.
77- (2436)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki).: Bize Ab-dürrezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Urve'den,
o da Âişe'den naklen
haber verdi. (Şöyle demiş) : Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hatice vefat edinceye kadar onun üzerine
evlenmedi.
Hz. Âişe rivayetlerini
Buharı «Menâkıb-i Ensar» bahsinde tahric etmiştir.
Hz. Âişe 'nin :
«Halbuki ben onu hiç görmemişdim...» sözünden muradı; Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem)'in yanında iken görmediğini anlatmaktır. Ona yetişmediğini
söylemesi de bu mânâyadır. Yoksa kendisi Hz. Hatice'nin vefatında altı yaşında
idi. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Se!lem)'m Hz. Hatice'yi çok anmasından
murad, onu medh-ıi senada bulunmasıdır. Çünkü Hz. Hatice > karşı muhabbeti
vardı. Bir kimseyi seven, onu dilinden bırakmaz. Bu rivayetler kıskançlığın en
faziletli kadınlarda bile görüldüğüne delildir.
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Hatice
hakkındadır
«Bana onun sevgisi
bahşedildi.» buyurması, onu sevmenin bir fazîle-olduğuna işarettir.
78- (2437)
Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b, Müshir, Hişâm'dan, o
da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Hatice'nin
kız kardeşi Hâle binti Huveylid, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in
yanma girmek için izin istedi de, Hatice'nin izin istemesini hatırladı. Ve
bundan memnuniyet duyarak:
«Allah'ım! Huveylİd'in
kızı Hâle!» dedi. Ben derhal kıskandım. Ve: — Allah sana yerine daha
hayırlısını vermişken, zaman önce ölmüş
Kureyş'in
kocakarılarından çenelerinin içi kırmızı bir kocakarıyı île anıp
duruyorsun! dedim.
Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Seilem), Hâle bİnti Huveylİd'in sesini işitince, onu Hz. Hatice 'nin
sesine benzeterek sevincinden titremiş ve :
«Allah'ım bu
Hâle'dir.» demiştir. Hz. Âişe onu kıskanmış ve hadîsde beyan edildiği vecihle
karşılık vermiştir. Kocakarıdan muradı Hatice (Rad'ıyallahü anha)'âıv.
Şıdk: Ağzın
kenarları demektir. Bunun kırmızılığından muradı, son derece ihtiyarlamış hattâ
ihtiyarlıktan; dişleri dökülmüş de kıpkırmızı yerleri kalmış olduğunu
anlatmaktır.
İbni Tin diyor ki:
«Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Scllem}'in bu söze karşı ses çıkarmaması
Âişe'nin Hatice'den efdal olduğuna delildir. Meğer ki, buradaki daha hayırlı
tâbirinden şekil güzelliği ve yaş küçüklüğü kastedilmiş olsun.»
Taberî ile diğer bâzı
ulemâ kıskançlığın kadınlarda müsamaha götürdüğünü, bu hâl onların
tabiatlarında bulunduğu için azabı mûcib olmadığım, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi
ve Seilem) 'in de bundan dolayı Hz. Âişe'yi men etmediğini söylemişlerdir. Aynî
diyor ki: Şu halde Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seiletn)'in bu söze karşı
ses çıkarmaması Hz. Aişe'nin Hatice (Radiyatlahü anha) dan efdal olduğuna
delâlet etmez. Maamafih bu söze cevab verdiği de rivayet olunmuştur. îmam Ahmed'le
Taberanî 'nin tahric ettikleri bir hadîsde Hz. Âişe şöyle Üemiştir : «Allah
senin için yaşlı yerine genci verdi, dedim. Bunun üzerine kızdı. Nihayet ben :
Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun kî, Hatice'yi bundan sonra ancak
hayırla anacağım, dedim.»
79- (2438)
Bize Halef b. Hişâm ile Ebu'r-Rabi' hep birden Hammad
b. Zeyd'den rivayet
ettiler. Lâfız Ebu'r-Rabi'indir. (Dediler ki) : Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişanı babasından, o da
Aişe'den
naklen rivayet
etti kir (Şöyle
demiş): Iiesûlüllah ({Sallaliahü Aleyhi ve Seilem):
«Bana üç gece rüyamda
gÖsterüdin. Seni bana melek beyaz bir parça ipek içinde getirdi. Ve : işte
hanımın! dedi. Bîr de yüzünü açtım ne göreyim, senmişsin. Artık : Eğer bü
Allah'dansa, onu infaz etsin, dedim.» buyurdular.
(...) Bize
İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü İdris rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu râvilerin ikisi
birden Hişam'dan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buharı
«Menâkıb-i Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Sereka: Beyaz ipek parçası
demektir.
Kaadî Iyâz bu rü'yanm
Peygamberlik gelmezden önce ve sonra görülmüş olabileceğini mülâhaza ederek
şunları söylemiştir : «Eğer bu rü'ya Peygamberlik gelmezden ve rü'yalan karışık
düşlerden ayrılmazdan önce görülmüşse, mânâsı bu rü'ya hak rü'ya ise demektir.
Peygamberlik geldikten sonra görülmüşse üç mânâsı vardır. Birincisi murad: Eğer
bu rü'ya göründüğü gibi ise ta'bir ve tefsire muhtaç değildir. Allah Teâlâ onu infaz
ve icra edecektir. Buradaki şek rü'yanm göründüğü gibi mi, yoksa ta'bir ve
değiştirmeye ihtiyacı var mı meselesindedir. İkincisi bundan murad: Eğer
dünyada zevcem bu olacaksa Allah bu işi âsân eylesin, demektir. Binâenaleyh
şek dünyada mı, yoksa cennette mi zevcesi olacağı hususundadır. Üçüncüsü
Peygamber (Sallaliahü A leyhi ve Seilem) şekketme-miştir. Hakikati haber
vermiş, yalnız şek suretinde ifade etmiştir. Sen misin yoksa Ü m m ü Salim mi?
demiş gibidir. Ki bu belagat ule-masınca bediin bir nevidir. Onlar buna
tecahûli arif derler. Bazıları şekki yakînle karıştırmak demişlerdir.
80- (2439)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû Seleme'den hadîs
rivayet ettiğim kitabımda şunu buldum : Bize Hişâm rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb
Muhammed b. Ala' da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişâm'dan, o da
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Bana Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben senin benden razı
olduğun ve bana dargın bulunduğun zamanı pekâla bilirim.» dedi. Ben:
— Bunu nerden biliyorsun? dedim.
«Benden razı İsen,
hayır Muhammed'in Rabbi hakkı için; dargmsan, hayır İbrahim'in Rabbi hakkı için
diyorsun.» buyurdu. Ben:
— Evet! Vallahi yâ Resûlallah! Ben yalnız senin
ismini bırakıyorum, dedim.
(...) Bize
bu hadîsi İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişam b. Urve'den
bu isnadla «Hayır İbrahim'in Rabbi hakkı için» cümlesine kadar rivayet
etti; ondan sonrasını anmadı.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'n-Nikâh»'da takric etmiştir.
Kaadî Iyâz'm beyânına
göre Hz. Âişe'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e kızması ekseri
ahvalde kadınlara affedilen kıskançlıktandır. Çünki onlar bundan hâli
kalmazlar. Hattâ İmam Mâ1ik ve-diğer Medine uleması: «Kıskançlık dolayısiyle
kadın kocasına kötülük isnadında bulunursa ondan had (yâni şer'î ceza) sakıt
olur.» demişlerdir. İmam Mâlik bu husûsda Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Seüemyden rivayet edilen:
«Kıskanç kadın vadinin
yukarısını aşağısından seçemez.» hadîsiyle istidlârı etmiş; bu olmasa bu
meselede Âişe'ye olabildiğine günah olurdu. Çünkü Peygamber (SaUallahü Aleyhi
ve Selletnj'e kızmak ve onu terk etmek büyük günahdır, demiştir.
Hz. Âişe'nin: «Ben
yalnız senin ismini bırakıyorum» sözünden muradı; kalbim ve sana karşı olan
sevgim yerindedir, demektir. Kadınların kıskançlığı fazla sevgiden ileri
gelir.
Bu hadîs karineye
istinaden hüküm verilebileceğine delildir. Çünkü Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) Hz. Âişe'nin dargınlığına mücerret kendi ismini anmamasıyle hüküm
vermiş; onun anlayış ve zekâsının kuvvetine Peygamberler arasından İbrahim
(Aleyhisselâm)'ı tahsis etmesiyle istidlalde bulunmuştur. Çünkü Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi veSetletn)'\n en yakım odur. Hz. Âişe Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellemi'in ismini terk etmek mecburiyetinde kalınca tamamen onunla
alâkayı kesmiş olmamak için yerine en yakınının ismini zikretmiştir.
Tîbî diyor ki: «(Ben
yalnız senin ismini bırakıyorum) cümlesindeki hasr son derece lâtifdir. Çünkü
Âişe (Radiyallahü anha) akıl ve ihtiyarı giderecek derecede kızmış olmasının,
ruhuna karışmış olan kemâli muhabbetini değiştirmeyeceğini haber vermiştir.
Terk yerine hecr kelimesini kullanması ihtiyarî olarak yapmadığı bu işden elem
duyduğunu göstermek içindir.»
81- (2440)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Aziz b. Muhammed,
Hişâm b. Urve'den, o da bahasından, o da Âişe'den naklen haber verdi ki:
Kendisi Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in yanında kızlarla oynarmış.
Âişe şöyle demiş: Arkadaşlarım bana gelir, fakat Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi
ve Se//em)'den utanarak saklanırlardı. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) de onları bana gönderirdi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebû Üsame rivayet etti. H.
Bize Züheyr b.
Harb da rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Cerir rivayet etti. H.
Bize İbnü Nümeyr dahi
rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Mubammed
b.
Bişr rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Hişâm'dan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Derir'in hadîsinde :
«Ben onun evinde
kızlarla oynardım. Bunlar oyuncaklardı.»
demiştir.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'I-Edeb»'de tahrie etmiştir.
Hadîsdekı kızlardan
murad oyuncaklardır. Maamafih Dâvûdî : timal ki (bağ maa) manasınadır. (Ve
benat)'dan murad kızlardır> di-or. Hz. Âişe'nin arkadaşları da gelir,
beraberce bebek oyunu oynarlarmış. Âişe (Radiyallahü mıha) o zaman henüz baliğ
değilmiş. Bazıları bu hadîsle istidlal ederek kız çocuklarının bebek oyununa
cevaz vermişler; haram kılman suretlerden bunun tahsis edildiğini söylemişlerdir.
Saadî Iyâz buna cezmen kail olmuş ve cumhûr-u ulemânın kavli )lmak üzere
nakletmiştir. Ulemâ buna kızları küçükten ev işlerine alış-;ırmak ve çocuk
bakmağa öğrenmelerini sağlamak için cevaz vermişler-îir. Onlara göre bebek
oyuncaklarını alıp satmak da caizdir. Bir takım-.arı bu hükmün neshedildiğini
söylemişlerdir. İbni Battal buna tarafdardır. îbni Cevzî bu ruhsatın suretler
haram kılınmazdan ünce ve Hz. Âişe'ye mahsûs olduğunu kat'iyetle ifade
etmiştir. Hattabî de şunları söylemiştir: «Bebeklerle oynamak, hakkında tehdid
vâ-' rid olan sair suretlerle eğlenmek gibi değildir. Hz. Âişe o zaman henüz
baliğ olmadığı için kendisine bu hususta ruhsat verilmiştir.»
İmam Mâlik kukla ve
bebek satışını kerih görmüştür. Ancak bu kerahet kız çocuklarının oynamasına
değil, bebek satanların onu bir sanat ve kazanç vesilesi yapmasına
hamlediimiştir. Hadîs-i şerif Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Seilem)'in
çocuklara karşı gösterdiği lütf ve merhamete delildir.
82- (2441)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abde, Hi-şâm'dan, o da
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Halk hediyeleri için
Âişe'nin (Nevbet) gününü araştırırlar; bununla Resûlüllah
(Sallallghü Aleyhi ve
Selîemj'in rızasını dilerlermiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Hibe»'de; Nesâî «Işretü'n-Nisa» bahsinde tahrie etmişlerdir.
Hadîsden murâd
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hediye vermek isteyenlerin Hz. Âişe'nin
nevbetinde onun yanında bulunduğu günü kolladıklarını anlatmaktır. Çünkü o gün
verilen hediyenin kendisini daha memnun edeceğini umarlardı. Bu da Hz. Âişe'nin
faziletini
gösterir.
Hadîs-i şerîf hediye
verilecek zatı memnun etmek için hediye hususunda titizlik gö-stermenin ve en
münasibini seçmek için inceden inceye araştırmanın caiz oltluğuna delildir.
83- (2442)
Bana Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Ebû Bekr b. Nadr ve !bd b. Humeyd rivayet
ettiler. Abd : Haddesenî, ötekiler : Haddesenâ tâ-irîerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd rivâ-et etti. (Dedi ki) : Bana
babam, Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan naklen jivâyet etti. (Demiş ki) : Bana Muhammed b. Abdirralıman b.
Haris b. işâm haber verdi ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) Jin zevcesi _ işe şunu söylemiş:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
"m zevceleri, tâtıme binti Resûlillah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'i, Resûlüllah
(Sallallahü [leyhi ve Sellempe gönderdiler. O da yanma girmek için izin
istedi. Ken-isi benimle beraber örtünün altında uzanmıştı. Ona izin verdi,
Fâtıme:
— Yâ Resûlallah! Zevcelerin beni sana
gönderdiler. Senden Ebû Ku-afe'nin kızı hakkında müsavat istiyorlar, dedi. Ben
susuyordum. Resûlüllah
Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de ona:
«Ey kızcağızım! Sen
benim sevdiğimi sevmez misin?» dedi. Fâtıme:
— Hay hay!
(Severim) dedi.
«O halde bunu sev!»
buyurdular. Fâtıme Resûlüllah \Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bunu işitince
kalktı ve Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in zevcelerine dönerek onlara
kendi söylediğini ve kendisine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in söylediğini haber verdi. Onlar da kendisine şunu söylediler:
— Bize hiç bir şey
yaptığını görmüyoruz. Hemen Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e don ve ona: Gerçekten zevcelerin Ebû
Kuhafe'nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar de! Fâtıme :
— Vallahi onun hakkında ben kendisine ebediyyen
söz etmem, dedi. Âişe şunları söylemiş:
Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevceleri
onun zevcesi Zeyneb binti Cahş'ı gönderdiler. Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellc.m) Jin katında mertebece onlardan bana rakib olan da bu idi. Din
hususunda Zeyneb'den daha hayırlı hiç bir kadın görmedim. Allah'dan onun kadar
korkan, onun kadar doğru söyleyen, onun kadar sılayı rahim yapan, ondan çok
sadaka veren, verdiği sadakada nefsini onun kadar horlayıp, o amelle Allah
Teâlâ'ya yakınlık gösteren yoktu. Ancak mizacındakİ hiddetten nâşi bir
kükremesi vardı ki, ondan da çabuk dönerdi. Zeyneb, Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yanma girmek için izin istedu Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) işe Âişe ile beraber onun
örtüsünün altında Fâtıme'nin girdiği zamanki halde bulunuyordu. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona da izin verdi. Zeyneb:
— Yâ Resûlallah! ^Zevcelerin beni sana
gönderdiler; Ebû Kuhâfe'nin kızı hakkında senden müsavat istiyorlar, dedi. Sonra
bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) gözetiyor;
bana onun hakkında
konuşmaya izin verecek mi diye gözüne bakıyordum. Zeyneb devam etti. Nihayet
anladım ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim kendimi müdafaa
etmemi kerih "görmeyecek. Zeyneb'e ben atıp tutmaya başlayınca, ona
yaptığım hücumda kendisine aman vermedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) gülümseyerek: «Bu Ebû Bekr'in kızıdır!» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Muhammed b. Abdillah b. Kuhzâz rivayet elti. Abdullah b. Osman
demiş ki: Bana bu hadîsi Abdullah b. Mübarek'den, o da Yûnus'dan, o da
Zührî'den bu isnadla mânâ itibariyle mislini rivayet etti. Yalnız o şöyle
demiştir : «Ona ben atıp tutmaya başladığım vakit kendisine galebe çalarak
yenmedikçe aman vermedi.»
Ezvâcı Tâhirat
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden sevgi ve kalb muhabbeti hususunda
müsavat istiyorlardı. Kasm hususunda yâni yanlarında gecelemek, evlerinin
gelirine giderine bakmak ve şâir hususlarda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) müsavata son derece riâyet ediyordu. Sevgi hususuna, gelince Hz. Âişe'ye
karşı hepsinden fazla bir muhabbeti vardı. Ulemâ, muhabbet yada teklif
olmadığına ve bu hususda müsavata riâyet lâzım gelmediğine ıcma' etmişlerdir.
Çünkü buna Allah Teâlâ'dan başka kimsenin kudreti yoktur. Bundan dolayı yalnız
fiillerde adalet ve müsavat emrolunmuştur.
Sevre : Birdenbire
galeyana gelmek, feveran etmektir. Anlaşılıyor ki; Hz. Zeyneb son derece
hayırsever, özü-sözü doğru, ahlâkı mükemmel bir kadınmış. Yalnız acele kızar,
feveran eder, fakat hemen arka-cığından sükûnete dönermiş. Burada Hz. Âişe
hakkında biraz atıp tuttukdan sonra Âişe (Radiyallahü anha) kendisine
mukabelede bulunmuş ve onu iskât etmiştir. Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Âişe'ye izm verdiğine veya gözüyle
işaret ettiğine delil yoktur. Hattâ buna inanmak da helâl değildir. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e göz işareti yasak edilmiştir. Hadîs-den
anlaşılan yalnız Hz. Âişe 'nin kendini müdafaa etmesi ve Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)''in de ona bir şey dememesidir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in :
«O Ebû Bekr'İn
kızıdır.» buyurmasının mânâsı ise onun anlayış ve görüş hususundaki kemâline
işarettir.»
84- (2443)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Ki-tfibında Ebû Üsâme'den,
onun da Hişâm'dan, onun da babasından, onun da Aişe'den naklen rivayet ettiğim
şu hadîsi buldum. Aişe şöyle demiş: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
aranıyor:
«Bugün ben neredeyim;
yarın ben nerede olacağım.» diyor, Âlşe'nln nevbet gününü gecikti sanıyordu.
Aişe demiş ki : Benim nevbet günüm gelince Allah onun ruhunu benim ciğerimle
boğazım arasında kabzetti.
85- (2444)
Bize Kuteybe b. Saîd MâUk b. Enes'den kendisine okunanlar meyanmda rivayet
etti. O da Hişâm b. Urve'den, o da Abbâd b. Abdillah b. Zübeyr'den naklen
rivayet etmiş. Ona da Aişe haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü A
leyhi ve Sellem) 'i vefatından önce göğsüne dayalı olduğu halde kulak
verdiğinde:
«Allah'ım bana
mağfiret buyur; bana acı ve benî Peygamberler cemaatına ilhak eyle!»
buyururken işitmiş.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Üsâme rivayet etti. H.
Bize îhni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize babam rivayet etti. H.
Bize îshâk b. İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Hişâm'dan bu İsnadla İm hadîsin mislim rivayet etmişlerdir.
86- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be Sa'd b. İbrahim'den, o da Urve'den, o da Aişe'den naklen rivayet
etti. Aişe şöyle demiş : İşitirdim ki, hiç bir Peygamber dünya ile âhiret
arasında muhayyer bırakılmadıkça vefat etmezmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellemj 'i vefat ettiği hastalığında sesi ağırlaşmca :
«Peygamberlerle
sıddîklerden, şehidlerden ve sulehâdan kendilerine in'amcla bulunduklarınla
beraber (eyle). Bunlar ne güzel arkadaşlardır.» [14]
derken işittim.
Âişe : Anladım ki, o
anda muhayyer bırakıldı, demiş.
(,..) Bu
hadîsi bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. deaı ki; : Bize Veki rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b. Muaz
da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
Her iki râvi: «Bize
Şu'be Sa'd'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti» demişler.
87- (...)
Bana Abdu'l-Melik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayî b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki)
: İbni Şihab şunu söyledi: Bana Saîd o. Müseyyeb ile Urve b. Zübeyr, ulemâdan
bir takım zevatın içinde haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in zevcesi Âişe şöyle demiş :
Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) sağlam iken:
«Hiç bir Peygamber
kendisine cennetteki yeri gösterilip, sonra muhayyer bırakılmadıkça ruhu
kabzedİlmemiştİr.» buyururdu,
Âişe şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m. vefatı yaklaşınca başı benim
dizimin üzerinde olduğu halde bir müddet bayıldı. Sonra ayildı. Ve gözünü
tavana dikti. Sonra :
«Allah'ım! Refik-ı
Â'laya!» dedi.
Âişe demiş ki: Şu
halde bizi ihtiyar etmiyor, dedim.
Âişe şunu söylemiş :
Ve anladım ki, bize sağlamken söylediği hadîs ki:
«Hİç bir Peygamber
cennetteki yerini görüp, sonra muhayyer bırakılmadıkça ruhu kabzolunmamıştır.»
sözüdür, sahihmiş.
Âişe şöyle demiş: Bu
Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in söylediği son söz oldu : «Allah'ım! Refîk-ı A'laya!»
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâbu'l-Meğâzi» ile «Kitâbu't-Tefsir* ve «Kitâbu't-Tıb»'da; bâzılarını Tirmizî
«Kitâbu'd-DeavâU'da; Nesâî
«KUâbu'1-Yevm ve'l-leyle»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Refik:
Cumhurun kavline göre illiyyinde sakin olan Peygamberler demektir. Kelime
müfred ve cem'inde aynı lâfızla kullanılır. Bâzıları bun-, dan murad Allah
Teâlâ'dır. Kullarına rıfku merhamet eden odur, demiş-lerse de Ezherî
bu sözü kabul etmemiştir. Bir takımları refikdan murad; cennet taamları
olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Âişe ilk rivayette
Peygamberlerin vefatları ânında dünya ile âhiret arasında muhayyer
bırakıldıklarını kimden işittiğini bildirmemişse de hadîsin sonraki rivayetinde
bunu bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'den duyduğunu açıklamıştır.
Buradaki muhayyerlikten murad yaşamakla öîmekden birini tercih etmektir.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatı anmda Refîk-ı Alayı dileyince
Hz. Âişe onun da ölümle kalım arasında muhayyer bırakıldığını anlamıştır.
88- (2445)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Abd b. Humeyd ikisi birden Ebû Nuaym'dan
rivayet ettiler, Abd dedi ki: Bize Ebû Nuaym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdu'l-Vâhid b. Eymen rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ebî Müleyke, Kaâsını
b. Muhanımed'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sefere) çıktığı vakit kadınları
arasında kur'a çekerdi. Bir defa kur'a Âişe ile Hafsa'ya düştü de, onunla
beraber ikisi birden çıktılar. Resûlüllah (Sallallahü A leylıi ve Sellem) gece
oldu mu Âişe ile birlikte yürür; onunla konuşurdu. Derken Hafsa, Ââşe'ye : Bu
gece benim deveme binmez misin? Ben de senin devene bineyim. Sen de gör, ben
de göreyim, dedi. Âişe:
— Hay hay! cevâbını verdi. Ve Hafsa'mn devesine
bindi. Hafsa da lişe'nin devesine bindi. Az
sonra Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Lişe'nin devesine geldi. Üzerinde Hafsa vardı. Selâm verdi,
sonra onunla nrlikte yürüdü. Nihayet (bir yere) indiler. Âişe,
Resûlüllah (Saltatlahü
(Aleyhi ve Sellem) 'i
aradı ve kıskandı (konağa) indikleri vakit ayaklarım flzhır otlarının
içine koydu. Ve:
— Yârabbi! Bana bir akreb veya yılan musallat
et de beni soksun. [Resulün (dür), ona bir şey söyleyemiyorum, demeğe başladı.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'n-Nikâh»'da; Nesai «Işretü'n-İNisâ» bahsinde tahric etmişlerdir.
Nevevî diyor ki:
«Kur'a Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) |den maada bütün tnüslümanlara
vâcibdir. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) hakkında ise zevceleri arasında
adaletin vâcib olup olmaması ihtilaflıdır. Vâcibdir diyenlere göre kur'a
çektirmek de vâcibdir, Vâcib olmadığını söyleyenlere göre İse bunu yapmak
geçim güzelliğinden ve iyi ahlâkdan ma'duddur. Gönüllerini almak için yapılır.»
Hanefî1er'ce
kadınların sefer hâlinde kasm hakları yoktur. Kocaları dilediği kadınıyle
sefere çıkabilir. Ancak evlâ olan yine de kur'a çektirmektir. Kurtubî kur'a
çektirmenin İmam Mâlik 'e göre de vâcib olmadığını söylemiştir.
İzhir :
Kendisinden boya çıkarılan bir ottur. Ekseriyetle içerisinde yılanlar, akrebler
bulunur.
.Hz. Âişe 'nin
kendisini yılanlara, akreblere helak ettirmek istemesi Hafsa ının dileğini
yerine getirmekle cinayet işlediğini bildiği içindir. Bu suretle suçunu
cezalandırmak istemiştir. El-Mühelleb bu hadîsle istidlal ederek baş sıkısında
insanın kendine bedduada bulunmasının af edileceği kuvvetle me'mul olduğunu
söylemiştir.
89- (2446)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet, etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
(yâni İbni Bilâl) Abdullah b. Abdirrahman'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Sellem)i:
«Âişe'nin sĞİr
kadınlara üstünlüğü tiridin şâir yemeklere üstünlüğü gibidir.» buyururken işittim.
(...) Bize
Yahya b. Yahya ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İsmail (yâni İbni Ca'fer) rivayet etti. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl Aziz (yâni, îbni Muhammed) rivayet etti.
Her iki râvi Abdullah
b. Abdirrahman'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Bunların
hadîslerinde: «Resûlüllah (Aleyhi ve
Sellem) den işittim» ibaresi yoktur. İsmail'in hadîsinde : «O da Enes b.
Mâlik'den işitmiş» cümlesi vardır.
90- (2447)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrahim b, Süleyman
ile Ya'la b. Ubeyd, Zekeriyya'dan, o da Şa'bî'-den, o da Ebû Selemc'den naklen
rivayet etti. Ona da Âişe rivayet etmiş ki: Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve
Sellem) kendisine:
«Gerçekten Cibril sana
selâm ediyor.» demiş. Âişe demiş ki: — Ben ona da Allah'ın selâm ve rahmeti
olsun, .dedim.
(...) Bize
bu hadîsi İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mülâî haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Zekeriyya b. Ebî Zaide rivayet etti. (Dedi ki) : Âmiri şöyle
derken işittim. Bana Ebû Seleme b, Abdirrahman rivayet etti. Ona da Âişe rivayet
etmiş kî: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} kendisine yukardakilerin
hadîsi gibi söylemiş.
(...) Bize
bu hadîsi yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esbat b.
Muhammed, Zekeriyya'dan bu isnadîa bu hadîsin mislini haber verdi.
91- (,,,)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. Î^Dedi ki) : Bize
Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Zührî'-den naklen haber verdi.
(Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman rivayet etti ki : Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe şöyle demiş : Kesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ey Âişe! Bu
Cibril'dir. Sana selâm ediyor!» buyurdu. Ben : — Ona da Allah'ın selâm ve
rahmeti olsun! dedim. Aİşe : O benim görmediğimi görüyordu, demiş.
Tirid hadîsi az
yukarda Hz. Hatice 'nin faziletleri babında geçmişti. Ondan sonraki rivayeti
Buhârî «Bed'ü'1-Halk», «İstizan», «Edeb» ve «Rikâk» bahislerinde; Tirmizî
«Menâkıb»'de, Nesâî fdşretu'n-Nisâ» ile «Elyevm ve'1-Leyle» bahislerinde
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir,
Yâ Âişti», yahut «Yâ
Âişe» tâbirleri murahham münadadır. (Kelimeyi hafifletmek için sonunu
hazfetmeye terhim derler. Kelime müennes «te» si ile sona ererse terhimi mutlak
surette caizdir. Burada da öyledir.; Hadîs-i şerif Hz. Âişe 'nin büyük menkabesini göstermektedir.
1- Hadîs-i
şerîf Hz. Âişe 'nin faziletine
delildir.
2-
Selâm.göndermek müstehabdır. Selâmı götüren kimsenin onu yerine iletmesi ise
vâcibdir.
3- Mefsedet
çıkacağından korkulmamak, bir de selâm
gönderilen kimsenin onu kabul etmesi şartiyle ecnebi bir kimsenin, namuslu
ecnebi bir kadına selâm göndermesi caizdir.
4- Selâmı
alırken «Ve aleyke's-Selâm» yahut -Ve aleykümü's-Selâm» demek müstehabdır.
Maamafih vavsız olarak sadece «Aleykümü's-Selâm» demek de kâfidir.
92- (2448)
Bize Ali b. Hucur Es-Sa'dî Üe Ahmed b. Cenab ikisi birden isa'dan rivayet
ettiler. Lâfe İbni Hucur'undur. (Dediler ki) : Bize İsâ b. Yûnus rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve kardeşi Abdullah b. Urve den, o da Urve'den, o
da Âişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle demiş:
— Onbir kadın
oturmuşlar da kocalarının haberlerinden hiç bir şeyi gızlememiye ahdü peyman
etmişler.
Birincisi: Benim kocam
sarP dag başında arık deve etidir. (Dai*) Düz değildi, ki çıkıbın! (Deve) Semiz değildir ki Sürülsün!
demiş. '
ikincisi: Kocamın
haberini ifşa edemem, çünkü korkarım. O,au (bitirmeden) bırakamam. Onu anarsam
irisini ufağını söylerim, demiş.
Üçüncüsü : Kocam uzun
boyludur. Konuşursam boşanırım, susarsam muallakta bırakılırım, demiş.
Dördüncüsü : Kocam
tihâme gecesi gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuk, , (Ondan) Ne korkulur, ne
bıkılır! demiş.
Beşincisi: Kocam
(İçeri) girerse pars; (dışarı) çıkarsa arslan kesilir. Emniyet ettiği şeyi
sormaz, demiş.
Altıncısı: Kocam yerse
dürer, içerse sömürür. Yatarsa sarınır. Kederi anlamak için elini sokmaz!
demiş.
Yedincisi: Kocam
tohumsuzdur. Yahut karanlıktır. (Ahmaklığından) İşleri üzerine yığılmıştır. Her
dert onu bulur. Baş yarığı mı yahut kol kırığı mı istersin. Yahut ikisini de
sana bir araya toplayıversin! demiş.
Sekizincisi: Kocamın
kokusu zafer an, teni de tavşandır! demiş.
Dokuzuncusu: Kocam
direği yüksek, kını uzun, külü çok, evi meclise yakın bir adamdır, demiş.
Onuncusu : Kocam
Mâlik'dir. Amma ne Mâlik! Mâlik bundan çok daha hayırlıdır. Onun çok çöken, az
dolaşan develeri vardır. Ud sesini işittiler mi helak olduklarını anlarlar,
demiş.
Onbirincisi: Kocam Ebû
Zer'dir. Amma ne Ebû Zer! Zinetten kulaklarımı şakırdattı. Bazularımı yağla
doldurdu. Benî sevindirdi. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni dağ başında bir
koyun sürücüğü sahibinde buldu da at kişnemesine ve deve sesine sâhib harman
döğen, tınas savuran hir aileye kattı. İşte onun yanında konuşuyor,
burunlanmıyorum; uyuyor sabahlıyorum; içiyor ve kanıyorum. Ebû Zer'in annesi
de ne Ehû Zer annesi! Ambarları büyük, evi geniş.,. Ebû Zer'in oğlu da oe Ebû
Zer oğlu! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibi. Kendisini bir kuzunun budu doyurur.
Ebû Zer'in kızı da ne Ebû Zer kızı! Anasına, babasına muti. Çarşaf dolusu
ortağını çatlatan takımından... Ebû Zer'in cariyesi de ne Ebû Zer cariyesi!
Bizim lâflarımızı (ortalığa) yaymaz. Zahiremizi döküp, saçmaz. Evimizi de kuş
yuvasına çevirmez.
Tulumlarımızda süt
çalkalanırken Ebû Zer çıktı (gitti). Ve bir kadına rastladı ki, yanında pars
gibi iki çocuğu var. Böğrünün altındaki iki nar tanesiyle oynuyorlar. Hemen beni
boşayıp onu nikahladı. Ben de ondan sonra eşraftan bir adama kocaya vardım ki,
yürüyüşlü bîr ata biner. Eline Hattî mızrak alır. Evime birçok develer getirir.
Bana her hayvandan hir Çift verdi:
— Ye Ümmü Zer!
Akrabana da ver! dedi. Ama onun bana verdiği her şeyi toplasam Ebû Zer'in
kaplarının en küçüğünü doldurmaz, demiş,
Âişe şunu söylemiş:
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Setîem) tana: «Ben senin için Ummü Zer'e
nisbette Ebû Zer' gibiyim.» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Hasan b. AH "El-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Musa
b. İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Seleme, Hi-şâm b. Urve'den bu
isnadla rivayet etti. Yalnız o : «Kısır, ahmaklığında» işleri üzerine-
yığılmıştır» demiş, şekketmemiştir. Şunları da söylemiştir : «Az dolaşırlar»,
«Çarşafı boş, zamanı kadınlarının en hayırlısı ve ortağını çatlatandır»,
«Zahiremizi döküp saçmaz», «Bana her kesilecek hayvandan bir çift verdi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'n-NikâhVda; Tirmizî «Semâ-il»'de; Nesâî
«Işretü'n-Nisa» bahsinde tahric etmişlerdir.
Kadınların bu
konuşması Medîne'de geçmiştir. Yemen'de bir köyde konuştukları rivayet edildiği
gibi, konuşmanın Mekke'de cereyan ettiği dahî rivayet olunmuştur. Bir rivayette
bu konuşma câhili-yet devrinde olmuştur. Kadınlar söze başlarken kocalarına ait
bildiklerini noksansız söyleyeceklerine söz vermişlerdir. Hatibi Bağdadî
«El-Mübhemât» namındaki kitabında bu husûsda şunları söyler : «Ümmü Zer'
hadîsinde zikri geçen kadınların isimlerini söyleyen kimse bilmiyorum. Onların
isimleri yalnız benim naklettiğim tarîkda zikredilmiştir ki, bu da çok
garibdir..,» Bağdadî 'nin rivayetinde birinci kadının ismi meçhul kalmış,
ikincinin ismi Amra binti Amr, üçüncünün Huney binti Na'b, dördüncünün
Mühedded binti Ebi Merzeme, beşincinin Kebşe , altıncının Hind , yedincinin
Huney binti Alkame, sekizincinin Yâsir binti Evs b. Abd, onuncunun Kebşe binti
Erkam, onbirincinin Ümmü Zer' binti Ekhel olduğu bildirilmiş. Dokuzuncunun ismi
de bulunamamıştır.
Birinci kadın şunu
demek istemiştir : Kocamda birkaç cihetlerden hayr yoktur. Evvelâ kendisi deve
eti gibidir. Koyun eti gibi değildir. Bununla beraber arık zayıf ve kötüdür.
Bir de elde edilmesi, yanma varılması güçtür. Hattabî dağ başı tâbirinden onun
büyüklendiği mânâsını çıkarmış ve sözün : «Hayırsızlığı ile beraber
büyüklenmeyi ve huysuzluğu da kendinde toplamıştır.» mânâsına geldiğini
söylemiştir.
«Semiz değil ki
götürülsün» tâbirinden murad; semiz değildir ki, insanlar onu evlerine götürüp
de yesinler, demektir.
Hâsılı kadın kocasını
zemmetmiş ve sözünü açığı gizliye, mütevehhe-mi mahsüse, hakiri kıymetliye
benzeterek ifade etmiştir.
İkinci kadının sözü
iki suretle te'vil edilmiştir. Birinci te'vile göre cümledeki zamir habere
aiddir. Mânâ şudur : Kocamın haberi uzundur. Tafsilâtına girişirsem anlatmakla
bitiremem. İkinci te'vile göre zamir kocasına aiddir. İbaredeki (lâ)
ziyâdedir. Ve cümle : Beni boşar da onu terk ederim diye korkarım manasınadır.
Ucer ile Bücer'den
murad kocasının kusurlarıdır. Ha ttâbî ile diğer bazı ulemâya göre, kadın bu
sözle kocasının gizli kusurlarını kasdet-miştir, Lügat ulemâsı Ucer'in sinir
veya damarların düğümlenerek çıkıntı halinde görülmesi mânâsına geldiğini,
Bücer de aynı mânâya gelirse de hassaten karında olduğunu söylemişlerdir.
Bundan dolayıdır ki, göbeği çıkık kimseye Arablar Ebcer derler. îbni1 Arabi:
«Ucer'in sırtta şişkinlik mânâsına geldiğini, göbekte olursa buna Bücer
denildiğini söylemiştir.
Üçüncü kadın kocasının
uzun olduğunu söylemiştir. Bundan muradı
faydasız derecede uzun
olduğunu anlatmaktır. Bu kadın : Ben kocamın kusurlarını söylersem beni boşar.
Susarsam beni muallakta gibi bırakır, demek istemiştir. (Muallaka, kocası
kendisini terk edip giden kadın demektir. Böyle bir kadın ne bekâr, ne evli
demektir. Muallakdadır.)
Dördüncü kadın
kocasını beliğ bir şekilde medhetmiştir. Sözünün mânâsı : Kocam tatlı geçimli
Tihâme beldesinin geceleri gibi mutedildir. Ahlâkı güzel olduğu için onun
tarafından hiç bir sıkıntı ve gâüem yoktur. Sohbeti de beni bıktırmaz,
demektir.
Beşinci kadın da
kocasını beliğ bir surette medhetmiştir. Onu pars'a benzetmesi çok uyuduğu
içindir. Evde- bıraktığı malını ve eşyasını sormaması da bundandır. Dışarı
çıkıp halk arasına karıştığı, yahut harbe iştirak ettiği zaman arslan gibi
cesur olduğunu söylemiştir. Kaadî Iyâz‘ın rivayetine göre : îbni Ebî Üveys pars
kesilmekten murad; eve girdiği vakit pars gibi benim üzerime çullanır,
demektir. Her halde kadın bununla hemen cinsî muameleye girişir demek
istemiştir, mütalâasında bulunmuşsa da sahîh ve meşhur olan tefsir
birincisidir.
Altıncı kadının sözüne
gelince: Ulemâ Leffin yiyecek çeşitlerini karıştırarak bir şey bırakmamak
şartıyle yemek mânâsına geldiğini söylemişlerdir, îştifaf dahi bütün kaptakini
içmek mânâsına gelir. Kadının «Kederi anlamak için elini sokmaz» sözüne
gelince Ebû Ubey d:
^Zannederim bu kadının
vücudunda bir kusur veya hastalık varmış da bu sözle ondan kinaye yapmıştır.
Çünkü (bes) gam, keder demektir. Herhalde kocası, karısına zahmet vermemek için
elini kadının elbisesinin içine sok-tnazmış. Bu suretle kadın onu mürüvvet ve
güzel ahlâkla vasıf lan dırmış-İtır.» diyor. Îbnü'l-Â'rabi ise kadının sözünü
medh değil, zem kabul etmiştir. Ona göre kadın : Yatarsa, elbisesine sarınır
uyur, benim ona karşı beslediğim sevgiyi anlamak için beraber yatmaz, demek
istemiştir. Diğer ulemâya göre; kadın bu sözüyle benim hâlimi, işlerimi soruşturmaz,
demek istemiştir. İbnü Kuteybe, Ebû Ubeyd'e itiraz etmiş ve : «Kadın onu nasıl
medheder. Halbuki sözünün başında zem etmişti.» demişse de İbnü Enbâri bu
itirazı beğenmemiş: «Kadınlar kocalarına ~ait hiç bir şeyi gizlemeyeceklerine
söz vermişlerdi. Bunlardan kiminin kocası tamamiyle güzel evsafda olduğu için
medhet-miş, kiminin kocası kötü ahlâklı olduğundan karısı zemmetmiş. Bâzılarının
kocaları da iyi İle kötüyü cem'etmiştir. Karısı da onu o surette anlatmıştır.»
demiştir. Hattâbî ve başkaları İbnü'l-A'rabî ile îbnü Kuteybe 'nin mütalâasını
kabul etmiş; Kaadî Iyâz da buna tarafdar olmuştur.
Yedinci kadının
sözünde râvi (Gayâyâ) mı dedi. Yoksa (Ayâyâ) mı diye şekketmiştir. Ebû Ubeyd
ile diğer bazı ulemâ gayâyâ tâbirini reddetmiş; doğrusunun ayâyâ olduğunu
söylemiştir. Ayaya döl tutturamayan kısır mânâsına gelir. Bâzıları bu
kelimenin «Innîn» yâni âleti kalkmadığı için kadına yanaşamayan mânâsına geldiğini
söylerler. Kaadî Iyâz'la başkalarına göre Gayâyâ tâbiri de doğrudur. Bu kelime
Gayâ-ye'den alınmıştır ki, karanlık demektir. Şu halde kadının muradı kocam hiç
bir işe yol bulamaz, demektir. Yahut onu ağır yıldızlılıkla vasfetmiş : Kocam
içinde hiç bir ziya bulunmayan koyu karanlık gibi bir adamdır demek istemiştir.
Gayâyânm «Gay»'dan alınmış olması da mümkündür. Gay: Kötülüğe düşmek yahut
h'aybet ve hüsrana uğramak mânâlarına gelir. Bu takdirde sözün mânâsı:
Ahmaklığından dolayı kocamın işleri üzerine yığılmış kalmıştır, demek olur. Bu
husûsda başka te'viller de yapılmıştır.
Sekizinci kadın
kocasını medhetmiştir.
Zerneb: Bir nevi güzel
kokudur. Zâferan mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Bâzılarına göre
kadın kocasının vücudunun değil, halk arasında elbisesinin güzel koktuğu mânâsını
kasdettiğini beyân etmişlerdir. Hattâ bundan kocasının güzel ahlâkını ve
hüsn-ü muaşeretini kasdettiğini; «Teni tavşan teni» ifadesinin açık açık bu
mânâyı belirttiğini söylemişlerdir. Dokuzuncu kadın kocasını medhetmiştir.
Ulemâ direği yüksek tâbirinden şeref ve medih mânâsı kasdedüdiğini
söylemişlerdir. Direğin yüksekliğinden o zatın kavminin içindeki yüksek
mertebesi kastedilir.' Kılıç kınının uzunluğundan, onu taşıyanın da uzun olması
lâzım gelir. Keza külün çokluğundan müsafir çokluğu ve cömertlik mânâsı
kastedilir. Arab-lar bunlarla öğünürlerdi. Bazıları külün çokluğundan
misafirlere yol göstermek için yakılan ateş kastedildiğini söylemişlerdir.
Zira cömert kimseler gece karanlığında ateşi tazim ederler. Onu yüksek yerlere
yakarak misafirler yol bulsun diye ellerinde meş'aleler bulundururlardı.
Nâtü :
Meclis demektir. Evi meclise yakın olan adam cömert ve reis olurdu. Çünkü
meclise gelenler birçok ihtiyaçlarını yakın evlerden görürlerdi. Cimri takımı
oralardan uzakta yaşarlardı.
Onuncu kadın dahî
kocasını medhetmiştir. Kocasının getirdiği develerin avlusunun içine
çöktüklerini, onları ancak zaruret mikdarı mer'aya saldığını, ekseriyetle
avluda yattıklarını, misafir gelirse sütlerinden ve etlerinden onu ağırlamak
için develerin hazır bulunduklarını anlatmak istemiştir. Kocası develeri ud
sesine alıştırmış olduğundan, sanki develer kesileceklerini anlarlarmış gibi,
kesilmeye hazır olurduklarmı ifade etmiştir. Bu hususta başka sözler dahi
söylenmiştir.
On birinci kadın ilk
kocasını son derece medhetmektedir. Bu meyan-da: «Bazlılarımı yağ ile
doldurdu.» demektedir ki, bundan murad sadece kollarının değil, bütün vücudunun
semizleyip yağ bağlamasıdır. Kadının ifadesinden kendinin dağ başında bir
çobanın kızı olduğu, sonra at ve deve sahibi olan zengin Ebû Zer ile evlendiği
anlaşılıyor. Arablar koyun sahiplerine kıymet vermez, deve ve at sahiplerine
itibar ederlerdi. Ebû Zer 'in çiftçiliği de vardır. Kadının onun yanında bir
sözü iki olmamış, rahatça yiyip içerek yaşamıştır. Kayın validesinin ambarlan
zahire ile doludur. Evi geniştir. Kocasının ilk karısından tığ gibi bir oğlu
vardır. Kendisi ince ve hafif olduğundan, yattığı yer-soyulmuş hurma lifi gibi
incedir.
Şatbe: Hurma dalından
soyulan ince şeritdir. Bazıları bu tâbirden kınından çekilmiş kılıç mânâsı
kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Her iki te'vile göre de bu sözle delikanlı
medhedümektedir. Bir kuzunun budu ile doyması da ayrı bir meziyetidir. Çünkü
bundan murad az yediğini anlatmaktır, Araplar az yemekle öğünürlerdi. Kadın
Ebû Zer'in kızını da methetmiştir. Bu kız annesine, babasına itaatli, çarşafını
dolduracak kadar semiz, ortağım çatlatacak kadar yakışıklıdır.
İkinci rivayette bu
kızın çekik karmlı olduğunu söylemiştir. Bazıları «Çarşafı boş» tâbirinden
bedeninin çarşafla sarılan üst kısmının zayıf, alt kısmının ise dolgun olduğunu
söylemişlerdir. Çarşaf dolusu tâbiri de bunu te'yid etmektedir. Kaadî
Iyâz diyor ki: Evlâ olan şöyle
demektir. Kızın omuzları ve göğsü dolgundur. O derecede ki çarşafı kabartır ia
cesedine dokunmaz olur. Alt kısmı ise böyle değildir.» diyor. Bu kadının
ifadesine göre Ebû Zer'in cariyesi de imrenecek gibidir. Kimseye lâf taşımaz,
zahireyi döküp saçmaz, evi kuş yuvasına çevirmez bir nizmetçisidir. Bundan
murad; süpr-üntüleri kuş yuvası gibi dağınık bırakmaması, evi tertemiz
tutmasıdır.
Evtab: Vatbın
cem'idir.
Vatb :
îçinde yağ çalkalanan tulum ve yayıktır. Evinde yayıklar döğülür, sütler
çalkalanır; varlık kapıdan taşarken Ebû Zer'in evinden niçin çıkıp gittiği
izah edilmemiştir. Niçin evlendiğine dâir de söz yoktur. İhtimal Ümmü Zer'in
yayık döğer-ken çok yorulduğunu ve istirahata ihtiyacı olduğunu görerek
evlenmiştir. Evlendiği kadının arslan yavruları gibi iki çocuğu vardır. Onun
böğrünün ı altında iki nar tanesiyle oynamaktadırlar. Ebû Ubeyd'e göre bu
cümlenin mânâsı kadının geniş çantılı olması ve yan üstü yattığı zaman böğrünün
altında nar taneleri geçecek kadar bir boşluk kalmasıdır, ibni Ebî Üveys'e göre
iki nar tanesinden murad kadının memeleridir. Kaadî îyâz bu tevcihi daha güzel
bulmuş ve : «Çocukların annelerinin sırtlarının altından nar tanesi atmaları
âdet olmadığı gibi, kadınların bu şekilde yatıp, erkeklerin onları görmeleri
dahi âdet değildir» demiştir. Ümmü Zer tekrar zengin bir ağâ ile evlenmiştir.
Kocasının malı çoktur, yeni kocası ona her çeşitten birer çift kesilecek hayvan
ve hizmetçiler vermiştir. Malından yakınlarına yedirmesine de müsaade etmiştir.
Fakat ilk kocasının varlığı yanında bütün bunlar onun en küçük kabını
dolduracak kadar bile çok değildir.
Görülüyor ki, Ümmü Zer
hâlâ ilk kocasını sevmektedir. Onun için ikinci kocasının ikramları gözünü
dolduramamıştır. Bundan dolayı bazı büyükler, gözü ilk kocasında kalır
endişesi ile boşanmış bir kadınla evlenmeyi iyi görmemişlerdir.
Kaadî Iy âz: «Ümmü Zer'in
sözünde erişilmez bir fasahat ve belagat vardır...» demiş; onu bir hayli
övmüştür.
Hikâyenin sonunda Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ,
Hz. Âişe'ye:
«Ben senin için Ummü
Zer'e nisbetle Ebû Zer' gibiyim.» buyurmuştur. Ulemânın beyânına göre bu söz
onun gönlünü almak ve kendisiyle iyi geçindiğini anlatmak içindir. Bir rivayette
bu söze karşı Hz. Âişe : «Annem, babam sana feda olsun, belki sen benim için
Ebû Zer'den daha hayırlısın.» demiştir.
1- Meçhul
kadınların güzel yerleri erkeklere anlatılabüir. Malûm kadınların
güzelliklerini anlatmak ise yasak edilmiştir.
2-
Karısından emin olmak şartıyle onu sevdiğini kendisine söylemek caizdir.
3- Özenme,
bezenme olmamak şartıyle seci yapmak caizdir.
4- Kocasının
iyiliklerine karşı kadının teşekkür etmesi müstehabdır.
5-
Şımarmayacağını bilmek şartıyle bir kimseyi yüzüne karşı med-hetmek caizdir.
6- Talâkın
kinâyeleriyle ancak niyet olduğu takdirde kadın boş düşer. Çünkü Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Âişe'ye :
«Ben senin için Ebû
Zer' gibiyim.» demişti. Halbuki Ebû Zer'in fiilleri arasında karısını boşaması
da vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu kasdetmediği için, Hz.
Âişe'nin talâkı bahis mevzuu değildir. Hattâ hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şu kadar var ki, Ebû
Zer', Ummü Zer'i boşamışhr. Fakat ben seni bo-şamadım.» buyurmuştur.
93- (2449)
Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûnus Ue Kuteybe b. Saîd ikisi birden Leys b.
Sa'd'dan rivayet ettiler. İbnü Yûnus dedi ki: Bize Leys rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müley-kete'l-Kureşî Et-Temîmî rivayet
etti. Ona da tbni Mahrame rivayet etmiş ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i minber üzerinde iken dinlemiş, şöyle buyuruyormuş :
«Gerçekten Hİşam b.
Muğıre oğullan kızlarını Ali b. Ebî Talib'e nikâhlamak için benden izin
İstediler. Ben onlara izin vermiyorum! Sonra (yine) Ben onlara izin vermiyorum!
Sonra (yine) Ben onlara izin vermiyorum! Meğer kİ, Ebû Tâlİb'in oğlu benim
kızımı boşayıb, onların kızını almak İsteyel Çünkü benim kızım ancak benden bir
parçadır. Onu şüpheye düşüren beni de şüpheye düşürür; ona eziyet veren şey
bana da eziyet verir.»
94- (...)
Bana Ebû Ma'mer İsmail b. İbrahim El-Hüzelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Süfyân Amr'dan, o da İbni Ebî Müleyke'den, o da Misver J Mahreme'den naklen
rivayet etti, Misver şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Fâtıme ancak ve ancak
benden bir parçadır. Ona eziyet veren şey ina da eziyet verir.» buyurdular.
95- (...)
Bana Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kub b. İbrahim haber
verdi. (Dedi ki) : Bize babam Velid b. Kesir'den rivayet etti, (Demiş ki) :
Bana Muhammed b. Amr b. Halhatele'd-Düelî rivayet etti. Ona da İbni Şihab
rivayet etmiş, ona da Ali b. Hüseyn [15]
rivayet etmiş ki: Kendileri Yezid b. Muâviye'nin yanından, Hüseyin b. Â1i (Radiyallahû
anhüma) 'nın şehid edildiği yerden Medine'ye geldikleri .vakit ona Misver b.
Mahreme tesadüf etmiş ve o:
— Bana emredecek bir hacetin var mı? diye
sormuş. Ali şöyle demiş :
— Ben kendisine : Hayır! diye cevab verdim. Misver :
— Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in kılıcını verir misin? Çünkü ben bu kavmin onu almak için sana galebe
çalacaklarından korkarım. Allah'a yemin olsun! Eğer onu bana verirsen ona
ebediyyen dokunulmaz, tâ canım çıkıncaya kadar! Gerçekten Ali b. Ebî Tâlib,
Ebû Cehl'in kızı Fâtime'yi istedi de, ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)"ı dinledim. Kendisi halka şurada, şu minberinin üzerinde hutbe
okuyordu. Ben o zaman baliğ olmuştum:
«Gerçekten Fâiıme
bendendir. Ben onun dini hususunda fitneye uğrayacağından korkarım.» buyurdular, demiş.
Misver demiş ki: Sonra
Abdi Şems oğullarından bir damadım anarak kendisine damat olması hususunda ona
senada bulundu. Ve çok güzel sena etti. Buyurdu ki;
«Benimle konuştu, bana
doğruyu söyledi; bana vadetti, sözünü yerine getirdi. Ben ne helâli haram
kılarım, ne de haramı helâl! Lâkin Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'m kızıyla Allah'ın düşmanının kızı ebediyyen bir yere gelemez!»
96 — (...) Bize Abdullah
b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. [Dedi
ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Züh-î'den rivayet
etti. (Demiş ki) : Bana Ali b. Hüseyin haber verdi. Oha da Hisver b. Mahreme
haber vermiş ki, Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Cehl'in kızını stemiş. Fâtıme binti
Resûlillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yanında imiş. Fâtime bunu işitince,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e gelerek ona iiuıu söylemiş :
— Kavmin senin
kızların namına kızmadığını söylüyorlar. İşte AH Ebû Cehl'in lazım nikâh
ediyor!
Misver demiş ki: Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalktı. Kendisini
teşehhüd getirirken işittim. Sonra şöyle buyurdular:
«Bundan sonra (malûm
olsun ki) ben Ebû'l-Âs Ibnü Rabi'a (kızımı) nikahladım. Benimle konuştu ve
doğru söyledi. Şüphesiz ki, Fâtıme bİnti Mu-hammed benden bir parçadır. Ben
ancak ve ancak onu belâya sokmalarından çekiniyorum. Mes'ele şu ki : Vallahi
Resûlüllah'ın kızı ile Adüvvül-iah'ın kızı, bir adamın yanında ebediyen bir
yere gelemezler.» Mİsver: Bunun üzerine Ali istemekten vazgeçti, demiş.
(...) Bu
hadîsi bana Ma'n-Er-Rakâşî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb (yâni İbni
Cerir) babasından rivayet etti. (Demiş ki) : Nu'mân't (yâni îbni Râşid'i)
Zührî'den bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet ederken dinledim.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu Fartü'l-Humûs»'de tahric etmiştir.
Bad'a : Et parçası
demektir. Mudğa da aynı mânâya gelir.
Ulemânın beyânlarına
göre bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe her ne suretle olursa
olsun eziyet vermenin haram olduğuna delil vardır. Velev ki; eziyet aslı mubah
olan bir şeyden gelsin, bu husus-da başkaları ona kıyas edilemez.
Filhakika Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben bir helâli haram
kilamam...» buyurarak^ Ebû Ceh1'in. kızmın Hz. Ali'ye mubah olduğunu bildirmiş.
Ancak kendi kızıyle onun bir nikâh altında toplanmalarını iki illetten dolayı
yasak etmiştir. Bunlardan biri bu "nikâhın kızı Fâtıme'ye eziyet
vermesidir. Bu takdirde kendisi de eziyet duyacak ve ona eziyet veren helak
olacaktır. îşte Hz. Ali ile Fâtıme (Radiyallahü anhc) 'ya karşı beslediği
sonsuz şefkatten dolayı bundan men
etmiştir. İkinci illet kıskançlık dolayısıyle Hz. Fâtıme 'nin fitneye duçar olmasından
duyduğu endişedir. Ulemâdan bazıları;
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in muradı Ebû Ceh1'in kızı ile Fâtıme 'nin bir nikâh altında
toplanmalarını yasaklamak değildir. O sadece Allah'ın lütfü ile bunların bir
araya gelemeyeceklerini bildirmiştir.» demişlerdir. İhtimal ki, Allah Teâîâ
Peygamberinin kızı ile Adüvvullah'ın kızının bir nikâh altında toplanmalarını
haram kılmış da ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada onu haber
vermiştir. Bu takdirde bu mes'eîe de nikâhı haram olan kadınlar faslına dâhil
olur.
Ebû'l-Âs b. Rabî'
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in damadı idi. ResûlüUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ona Mekke'de iken büyük kızı Zeyneb (RadiyallahÜ anha) 'yi
nikahlamıştı. Ebû'l-Âs ahlâkı ve muaşereti güzel, özü-sözü doğru bir zât idi.
Kureyş bu evlenmeye karşı çıkmış, Hz. Zeyneb'i boşamasını istemişîerse de,-o
buna razı olmamış; bu suretle ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i memnun
etmişti. Bilâhare Bedir gazasında müslümanların eline esir düştü. Hz, Zeyneb
annesinin kendisine düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığını fidye olmak
üzere Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gönderdi. Bu hediyye başta
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olmak üzere bütün ashab-ı kiramı ağlattı.
Hediyeyi sahibine iade ettiler ve Ebû’'1 -Âs'i da serbest bıraktılar. Birkaç
zaman sonra Mekke 'deki işlerini tasviye eden Ebû'l-Âs (Radtyallahu anh)
müslüman olarak Medî-n e 'ye hicret etti.
97- (2450)
Bize Mansûr b. Ebî Müzahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni İbni
Sa'd) babasından, o da TJrve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize babam, babasından rivayet etti. Ona da Urve b. Züheyr rivayet
etmiş. Ona da Âişe rivayet etmiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kızı Fâtime'yi çağırarak kendisine bir şeyler fısıldamış ve Fâtime ağlamış.
Sonra ona bir şeyler fısıldamış jjjbu sefer) gülmüş. Âişe demiş ki, Fâtıme'ye :
ResûlüIJalı (Sallallahü Aleyhi ve
Selleuı) sana neler fısıldadı ki ağladın? Sonra sana bir şeyler fısıldadı da
güldün? dedim, Fâtıme şu cevabı verdi :
— Bana fısıldayarak
öleceğini haber verdi. Ben de
ağladım. Sonra bana
fısıldayarak; ailesinden ilk olarak
kendisini ben takip edeceğimi haber
verdi. Ben de güldüm.
98- (...)
Biz'e Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Avâne Fu-asMan, o da Amir'den, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)m zevceleri
yanındaydılar. Onlardan hiç birini terk etmemişti. Derken yürüyerek Fâtıme
geldi. Yürüyüşü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m yürüyüşünden
hiç ayrılmıyordu. Onu görünce kendisine hoş beşde bulundu. Ve :
«Merhaba kızım!» dedi. Sonra onu sağına yahut soluna oturttu.
Sonra kendisine bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine Fâtıme şiddetle ağladı.
Onun feryadını
görünce, ikinci defa kendisine bir şeyler fısıldadı. (Bu sefer) Fâtıme güldü. Ben kendisine :
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarının arasından
sır söylemek için seni seçti.
Sonra sen ağlıyorsun ha? dedim. Resûlüllah
(Sallûllahü Aleyhi ve Sellem)
(yanımızdan) kalktığı vakit
Fâtıme'ye î
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sana
ne söyledi? diye sordum.
— Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'m sırrını ifşa edemem! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
vefat edince (Fâtıme'ye):
— Senin Üzerinde olan hakkım nâmına yemin
ediyorum. Bana Resûlüllah fSallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sana ne dediğim
söyle! dedim. Fâtıme :
— Şimdi
(olur). Evet! Birinci defa bana fısıldadığında Cibril'in her
sene kendisine bir
veya iki defa Kur'ân-i arzederdiğini; bu sefer iki defa
arzettiğini haber
verdi. Ve :
«Ben ecelimin
yaklaştığını görüyorum. Allah'dan kork! Sabret! Zîra ben senin İçin ne iyi
selefim.» buyurdu. Ben de gördüğün şekilde ağladım. Benim feryadımı görünce
bana tekrar fısıldayarak:
«Yâ Fâtıme!
Mü'mİnlerin kadınlarının hanımefendisi olmak istemez misin? Yahut bu ümmetin
kadınlarının hanımefendisi olmak istemez misin?» buyurdu. Ben de gördüğün
şekilde güldüm, dedi.
99- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Nümeyr Zeke-liyya'dan rivayet
ettiler. H.
Bize İbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Zekeriyya,
Miras'dan, o da Âmir'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti,
Âişe şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kadınları
toplandı. Onlardan hiç
birini bırakmadı. Derken Fâtune
yürüyerek geldi. Yürüyüşü sanki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhı ve
SeUemyia yürüyüşü idi. (Ona) :
«Merhaba kızım!» dedi
ve sağına yahut soluna oturttu. Sonra kendisine bir söz fısıldadı. Fâtıme de
ağladı. Sonra ona bir şeyler fısıldadı, bu sefer güldü. Kendisine : Niye
ağlıyorsun? dedim,
— Ben Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) "m sırrını ifşa edemem! Cevâbını verdi. Ben
bugünkü gibi kedere daha yakın bir sevinç görmedim, dedim. Ağladığı vakit
Fâtıme'ye : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşmak için bizi bırakıp
seni seçti, sonra bir de ağlıyorsun, dedim. Ve Ona ne söylediğini sordum.
Fâtıme (yine) : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlemyin sırrını ıfsâ
edemem, dedi. Nihayet o vefai edince kendisine sordum: — Cibril'in her sene
bir defa ona gelerek Kur'ân-ı arze-derdiğini; o sene iki defa arzettiğini
söylemişti:
«Kendimi ecelim gelmiş
görüyorum. Ailemden bana ilk katılacak sen-sinİ Ben senin İçin ne iyi selefim.»
demişti. Ben de bunun için ağlamıştım. Sonra baha tekrar fısıldayarak:
«Sen mü'min
kadınlarının yahut bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmana razı değil
misin?» demişti. Ben de buna gülmüştüm, dedi.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu;l-İstizan»'m birkaç yerinde muhtasar bir yerinde de mufassal olarak
tahric etmiştir.
Taberâni bu hâdisenin
Peygamber (Sallaüâhü Aleyhi ve Sellem) in hastalığı şiddetlendiği vakit Hz.
Âişe 'nin evinde geçtiğini kaydetmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Fâtıme'ye kendinden sonraya kalacağını ve ailesi
içinden yanma ilk gelenin de o olacağını bildirmesi birer mucizedir. Nitekim
Öyle de olmuştur.
Hz. Cibril'in Kur'ân'ı
arzetmesinden murad mukabeledir. * Yâni Kur'ân'ı o okur, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) dinlerdi. Ba'zan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
okur, Cibril dinlerdi. Bu bir nevi kontroldü. Hadîsin bir rivayetinde râvi şek
ederek : «Senede bir, veya iki defa Kur'ân'ı arzederdi.» demiştir. Doğrusu bir
defa olmasıdır. Nitekim diğer rivayetler de öyledir.
Kaadî Iyâz'ın beyânına
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Hz. Cibri1'in o sene âdeti hilâfına iki defa mukabeleye gelmeşinden
ecelinin yakm olduğunu anlamıştır. Sair senelere nisbetle o sene vahiy daha
fazla gelmiş; Teâlâ Hazretleri dinini tamamlamıştır. Selef önce giden manasınadır.
Burada murad âhirete evvelâ ben gideceğim, sonra sen geleceksin, demektir,
1- Hz. Fâtıme, Âişe (Radiyallahü anha) 'dan
efdaldır. Onun fazileti hakkında birçok hadîsler vardır. Buhârî 'nin bir
rivayetinde :
«Fâtıme cennet
kadınlarının hanımefendisidir,», Nesâî'nin bir rivayetinde ise:
«Cennet kadınlarının
en faziletlisi Hatice binti Huveylid ile Fâtıme binti Muhammed'dir.»
Duyurulmuştur. Takıyyuddin Es-Sübki: «Bizim ihtiyarımız ve Allah huzurunda mezhebimiz
şudur ki: Hepsinden efdal olan Fâtıme'dir. Sonra Hatîce, sonra Âİşe gelir.»
demiştir.
2- Zarar
verecek sırrı ifşa etmek doğru değildir. Çünkü
Fâtıme (Radiyallahü anha) o anda
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m sırrını söylemiş olsa, zevceleri son
derece kederlenir, kendisinin mü'min kadınlarının hanımefendisi olduğunu
bildirse, kederleri bir kat daha artardı.
3- Hadîs-i
şerîf ehl-i beytin âhireti tercih ettiklerine, dünyadan kur tulup âhirete
intikal edecekleri için sevindiklerine delildir.
100- (2451)
Bana Abdü'1-A'la b. Hammad ile Muhamraed b. Abdi'l-'la El-Kaysî ikisi birden
Mu'temir'den rivayet ettiler. İbnü Hammad (Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman
rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan dinledim. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman,
Selman'dan rivayet etti. föyle demiş: Yapabilirsen sakın pazara ilk giren ve
ondan son çıkan ılma! Çünkü pazar şeytanın savaş yeridir. Sancağını oraya
diker.
Şunu da söylemiş:
Haber aldım ki: Cibril
(Aieyhisselâm) Nebiyyullalı
(Salkıllahü Aleyhi ve. Sellem)'e gelmiş.
Yanında tJmmü Seleme bulunuyormuş.
Resûlüllah (Satlallahti Aleyhi ve Sellem) onunla konuşmağa
başlamış. |Sonra Cibril kalkmış
(gitmiş). Bunun üzerine Nebiyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'nın Seleme'ye :
«Kİm bu?» diye sormuş. Yahut nasıl dediyse
öyledir. Ümmü Seleme:
— Bu DıhyeMir, demiş. Bilâhare Ümmü Seleme
şöyle dermiş :
— Allah'a yemin olsun ki, onu ancak Dıhye
sanmıştım. Nihayet Ne-Ibiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bizim bu
haberimizi bildiren hut-| besini işittim. Yahut nasıl dediyse öyledir,
Râvi demiş ki: Ebû
Osman'a : Sen bunu kimden işittin? diye sordum :
— Üsâme b. Zeyd'den cevabını verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Menakıb» ile «Fadâilü'l-Kur'an»'da tahric etmiştir.
Hadîs-i şerîf Hz.
Selraan'a mevkuf ise de böyle bir söz karineden söylenemiyeceği için yine de
merfu' hükmündedir.
Ma'reke: Savaş yeri,
demektir. Pazar yerinde çeşitli aldatma ve aldanmalar, yalan yere yeminler
yapıldığı için Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) orasını harb yerine
benzetmiştir. Şeytanın sancağını oraya dikmesinden murad; bütün avenesiyle
orada toplanmalıdır. Orada satıcılarla alıcıları vesvese suretiyle muhtelif
yolsuzluklara teşvik ederler. Binâenaleyh pazarlar şeytanların yeridir. Nevevî
diyor ki: «Ümmü Seleme, Cibril'i Dihyetu'I-Kelbî suretinde görmüştür. Hadîs-i
şerîf Ümmü Selem e(Radiyallahil anha) 'nın menkabesi-ne delildir. Yine bu
hadîsde insanların melekleri görebileceklerine ve bunun fiilen vâki olduğuna
deîil vardır. Onları insan suretinde görürler. Çünkü aslî suretleriyle görmeye
kudretleri yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Cibrî1'i
ekseriyetle Dihye'nin suretinde görürdü. Aslî suretiyle iki defa görmüştür.»
Dihye b. Halifete'1-Kelbî
Ashab-ı kirarndandır. İnsanların en güzellerinden idi. Hattâ kadınların
fitnesine sebep olmamak için yüzüne peçe taktığı rivayet olunur.
Hadîsin bazı
nüshalarında (Haberanâ) yerine (Habera Cibrile) denilmistir. Nevevî doğrusunun
bu olduğunu söylemiştir. Buhar î»'-nin rivayetinde de bu şekildedir. Mânâsı
bize Cibrî1'in haberini bildiriyordu, demektir.
101- (2452)
Bize ETıû Ahmed Mahmud b. Gaylân rivayet etti. (Dedi ki) :-Bize Fadl b. Musa
Es-Sınânî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Talha b. Yahya b. Talha, Âişe binti
Talha'dan, o da Ümmü'l-Mü'minin Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sizin bana en çabuk
kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır.» buyurdular,
Âişe demiş ki: Artık
kadınlar hangisinin kolu en uzun olduğunu ölçüyorlardı. Kolu en uzun olanımız
da Zeyneb idi. Çünkü Zeyneb eliyle çalışır ve sadaka verirdi.
Bu hadisi Buhârî ile
Nesâî «Kitâbu'z-Zekâ'da tahric etmişlerdir.
Buhârî 'nin
rivayetinde Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden
bazılarının ona : Bizim hangimiz sana önce kavuşacak? diye sordukları, onun da:
«Kolu en uzun
olanınız...» cevabim verdiği, sonra bir kamışla birbirlerinin kollarını
ölçtükleri ve neticede Şevde binti Sem'a 'nın en uzun kollu çıktığı
bildirilmektedir. Fakat Nevevî, Hz. Sev-d e 'nin burada bir vehm olarak
yanlışlıkla zikredildiğini, bunun brlicma bâtıl olduğunu söylemiştir. Yine
Nevevî 'nin beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m
kendisinden sonra hayatta kalan zevcelerinden ilk vefat edeni Hz. Zeyneb 'dir. Babımızın hadîsinden de
anlaşıldiğı vecihle kıssanın sahibi odur. Ezvac-ı Tâhirat Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sözünü hakikî mânâya hamlederek birbirlerinin
kollarını kamışla ölçmüşler. Hz. Şevde 'nin kolları hepsinden uzun gelmiştir.
Halbuki Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'in muradı azanın uzunluğu
değil, sadaka vermektir. Bu hususta kolu en uzun olan ise Hz. Zeyneb Mir.
Arab1ar bir kimsenin cömertliğirii ifade etmek için filânın kolu uzundur yahut
eli uzundur, derler. Cimriliğini anlatmak için de : Filânın eli veya kolu
kısadır tâbirini kullanırlar. Lisânımızda eli uzundur tâbiri, hırsızlık eder
mânâsında kullanılır. Cömertliğini anlatmak için biz «Filânın eli açıktır»,
cimriliği için de «Eli sıkıdır» gibi tâbirler kullanırız.
Filhakika Zeyneb binti
Cahş (Radiyallahu anha) el işleri yapar, kazandığını Allah yolunda tasadduk
ederdi. Bu husûsda Ezvâc-ı Tâhirat içerisinde temayüz etmişti. Nitekim
hepsinden evvel o vefat etmiş, bu suretle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)ın bu mucizesi de anlaşılmıştır.
1- Bir kimse
bir sözü hakikat mânâya alır da, sonradan o sözden mecazî mânâ kastedildiği
anlaşılırsa ayıplanmaz. Çünkü Ezvâc-ı Tâhirat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem)'in sözünü hakikat mânâya almışlar, fakat o kendilerine bir şey
dememiştir.
2- Hüküm
lâfza değil, mânâya göre verilir. Bu kaide Mecelle-i Ah-kâm-ı Adliyede: «Ukudda
itibar Mekasıd ve Meânîyedir; Elfâz ve -Meba-niye değildir.» şeklinde tespit
edilmiştir. Zîra Ezvâc-ı Tâhirat elin uzunluğundan azayı anlamış; halbuki
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bu sözle çok sadaka vermeyi
kasdetmiştir.
3- Hadîs-i şerîf'de
peygamberliğin alâmetlerinden açık bir mucize vardır.
102- (2453)
Bize Ebû Kureyb Muhammed b. Ala' rivayet etti; (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme,
Süleyman K Muğîra'dan, o da Sâbit'den, o da Enes'-den naklen rivayet etil Enes
şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Ümmü Eymen'e gitti.
Onunla birlikte ben de gittim. Ümmü Eymen kendisine içinde meşrubat bulunan
bir kab verdi. Oruçlu olduğu güne mi rastladı, yoksa onu arzu mu etmedi
bilmiyorum. Derken Ümmü Eymen ona bağırıp çağırmaya ve atıp tutmaya başladı.
Bu hadîsden murad
şudur : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) takdim edilen süt veya
şerbeti herhangi bir sebepten dolayı içmemiş, Hz. Ümmü Eymen de kendisine
kızarak söylenmiştir. Bu yaptığı ona nazı geçtiği içindir. Çünkü Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'i elinde o büyütmüş ve terbiye etmiştir.
Binâenaleyh oğlu yerindedir. Bir annenin icabında oğluna darılması ve sert
konuşması çok görülemez. Bir hadîs-i gerîfde Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Seliem) :
«Ummü Eymen, annemden
sonra benim annemdir.» buyurmuştur.
Hz. Ümmü Eymen aslen
Habeşli olup Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) fm babasının cariyesi idi.
Vaktiyle Abdullah, Habeşî namında bir zâtla evlenmiş, onun vefatından sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Zeyd b. Harise (Radiyallahu
anh) ile evlendirmişti. Bu izdivacdan Hz. Üsame b. Zeyd doğmuştur. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) naklettiğimiz hadîsde de görüldüğü vecihle kendisine
bir anne gibi hormet ederdi. (Radiyallahu anh) Hadîs-i şerif müsafirin oruç
vesaire gibi bir özrü bulunursa kendisine getirilen yiyecek ve içecekten
imtina edebileceğine delildir.
103- (2454)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amc b. Âsim El-Kilâbî haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîre Sâ-bit'ten, o da Enes'den naklen
rivayet etti, Şöyle demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem fin
vefatından sonra Ebû Bekr (Radiyallahu anh) Ömer'e:
— Haydi Ümmü
Eymen'e gidelim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu nasıl ziyaret ediyordu ise, biz de
ziyaret edelim, dedi. (Ebû Bekr demiş ki)
Ona vardığımızda ağladı. Ebû Bekr'le Ömer:
— Niye ağlıyorsun? Allah'ın nezdindeki (makamı)
Resulü (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) için daha hayırlıdır, demişler. Ümmü Eymen
:
— Ben Kesûlü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için
Allah indindeki (mertebesi), nin daha hayırlı olduğunu bilmiyorum diye
ağlamıyorum. Velâkin Semâdan vahy kesildi de ona ağlıyorum, demiş; böylece her
ikisini ağlamaya heyecanlandırmış.
Onunla birlikte onlar da ağlamaya başlamışlar. ,
1- Sulehâyı ziyaret
müstehab ve faziletli bir iştir.
2- Salih bir kimsenin
kendinden daha aşağı bir mertebede olanı ve bir kimsenin dostlarını,
sevdiklerini ziyaret etmesi müstehabdır.
3- Erkeklerden bir
cemâat ehl-i takva bir kadını ziyaret edip, sözünü dinleyebilirler.
4- Alim veya büyük bir
zât ziyaret ve bayramlaşmak gibi gezilerde yanına bir arkadaş alabilir.
5- Sulehanın ve dostların
vefatından dolayı üzülüp ağlamak caizdir. Velevki bulundukları diyardan daha
efdaline göçmüş olsunlar.
Bize Hasen El-Hulvâni
rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hemmâm, İshâk b. AbdiUah'dan, o da Enes'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Veygamhar(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden başka hiç bir kadının
yanına girmezdi. Yalnız Ümmü Süleym müstesna! Çünkü onun yanma girerdi. Bu
husûsda kendisine söz edildi de:
«Ben ona acıyorum.
Kardeşi benimle-birlikte öldürüldü.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'l-Cihad»'da tahric etmiştir.
Cihad bahsinde
görüldüğü vecihle Hz. Enes'in validesi Ümmü Süleym ile teyzesi Ümmü Hıram
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin ya neseb yahut süt cihetinden
teyzeleri idi. Onun için yanlarına girerdi. İbnü Tin buradaki tahsisin devam
üzere girmek mânâsına olduğunu söylemiş : «Yoksa bazan Ümmü Hıram‘in yanma da
girerdi.» demiştir. İhtimal ki, Ümmü Süleym Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile birlikte iken öldürülen Hıram b. Mi1han'in anne baba bir kardeşi
imişdir. Hz. Hıram, Bi'ri Maûne vak'asmda şehid edilmişti. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onun hakkında (benimle beraber) demesi, benim
askerimle birlikte yahut din uğrunda benimle beraber idi manasınadır. Çünkü
kendisi Bi'ri Maune vak'asmda bulunmamıştı.
1- Hadîs-i şerif bir
kimsenin mahremi olan kadının yanına girebileceğine delildir.
2- Bu hadîsde bir
adamın — takva sahibi olsa bile — ecnebi bir kadınla başbaşa kalmasının haram
olduğuna işaret vardır. Bu bâbdaki sahih ve meşhur hadîsleri evvelce görmüştük.
3- Yine bu hadîs
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''in zaif ve bîçârelere karşı son derece
lütûfkâr, mütevâzi ve merhametli
olduğuna delildir.
İstisnadan istisna yapmak sahihtir. Nitekim
burada yapılmıştır.
105- (2456)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr (yâni îbni Seriy)
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme, Sâ-bit'ten, o da Enes'den, o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle
buyurmuşlar:
«Cennete girdim de bir
ayak sesi İşittim. Ve : Bu kim? dedim. Bu Enes b. Mâlik'in annesi Gumeysâ binti
Milhan'dır, dediler.»
Hz. Enes'in validesine
Rumeyda dahi denilir, ibni Abdil-Berr «Rumeysa ile Gumeysa Ümmü Seym'dir»
demiştir. Bu kelimeler aşağı yukarı müteradif olup, çapaklı mânâsına gelirler.
Hadîs-i şerif Hz. Ümmü
Süleym'in menkabesine delildir. Ümmü Sü1eym'in ismi ne olduğu ihtilaflıdır.
Bazıları Rumey1e, bazıları Rumeyse, bir takımları da Mü1eyke olduğunu söylemişlerdir.
Kız kardeşi Ümmü Hıram'ın ise ismi bilinememektedir.
106- (2457)"Bana
Ebû Ca'fer Muhammed b. Ferec rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zeyd b. Hubab
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdû'1-Aziz b. Ebî Seleme haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Muhammed b. Münkedir, Câbir. Abdillah'dan naklen haber verdi ki,
Resûlüllah (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Bana cennet gösterildi,
Ebû Talha'nın karısını gördüm. Sonra önümde bîr tıkırtı işittim. Bir de baktım
Bilâi'mış.»
Bu hadîs-i şerif de
Hz. Bilâl-i Habeşî !nin faziletine
delildir.
Hz. Bilâl aslen köle
olup, ilk iman edenlerdendir. Sahibi Ümeyye b. Halef tarafından pek çok ezâ cefâ
gördüğünden, Hz. Ebû Bekr kendisini satın alarak âzâd etmiştir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müezzini idi. İslâm'da ilk ezanı o okumuştur.
Birçok hadîsler rivayet etmiş ve hicretin yirminci yılında Şam'da vefat
etmiştir.
107- (2144)
Bana Muhammed b. * Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Mugîre Sabit'ten, o da Enes'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş : Ebû Talha'nnı Ümmü Süleym'den bir oğlu vefat etti
de Ümmü Süleym ailesi efradına . Ebû Talha'ya ben söylemedikçe oğlundan
bahsetmeyin! dedi. Müteakiben Ebû Talha geldi, O da kendisine akşam yemeği
getirdi. Ebû Talha yedi içti. Sonra Ümmü Süleym ona bundan önce yaptığının en
güzeliyle zinet-lendî. O da kendisine yakınlık etti. Ümmü Süleym onun kendisine
cim'a edip doyduğunu görünce şunu söyledi:
__ Yâ Ebâ Talha! Ne
dersin? Bir kavm, bir aileye "emânet verseler de, sonra emânetlerini
isteseler. Onları vermeyebilirler mi? Ebû Talha :
— Hayır! dedi.
— Öyleyse oğlunu hesaba kat! dedi. Bunun
üzerine Ebû Talha kızdı. Ve :
— Beni pisleninceye kadar bıraktın, sonra fcana
oğlumu haber verdin! (Öyle mi) dedi. Hemen kalkıp giderek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e vardı. Ve
olanı ona hsber verdi. Itesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Geçen geceniz
hakkında Allah size bereket İhsan etsin!» buyurdu. Derken Ümmü Süleym hâmile
kaldı. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir seferde idi.
Ümmü Süleym de beraberinde bulunuyordu. Resûlüllah (Salkdlahü Aheyhi ve
Selİem) bir seferden Medine'ye gei-diği vakit oraya geceleyin girmezdi.
Medine'ye yaklaştılar. Ümmü Süleym'i doğum sancısı tuttu. Bu sebeple Etû Talha
onun başında kaldı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gitti. Ebû Talha şöyle diyordu:
— Sen pekâlâ Hlirsin yâ Rahbi!
Ki Resulün çıktığı ?aman onunla beraber çıkmak, girdiği zaman da
onunla beraber girmek benim hoşuma gider. Fakat şu gördüğün şeyle kapandım
kaldım. Ümmü Süleym :
— YA Ebâ Talha, duyduğum sancıyı duymaz
oldum. Git! dedi. Biz de gittik. Geldikleri zaman Ümmü
Süleym'i (yine) doğum sancısı tuttu ve bir oğlan doğurdu.
Annem fcana :
— Yâ Enes! Bu çocuğu y&rın sabah sen
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
e götürmedikçe kimse emziremez, dedi. Sabahlayınca Enes çocuğu yüklendi. Ve
onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e getirdim. Ona elinde lir
dağlama âleti olduğu halde rastladım. Beni görünce :
«Galiba Ummü Süleym
doğurdu!» buyurdular.
— Evet! dedim. Hemen dağlama âletini bıraktı.
Ben de çocuğu getirerek kucağına koydum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Medine'nin Acva (hurma) sıhdan
bir hurma istedi ve onu eriyinceye kadar ağzında çiğnedi. Sonra çocuğun ağzına
çaldı. Çocuk onu yalanmaya başladı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem);
«Ensârtn hurmayı
sevmelerine bakın!» buyurdu. Çocuğun yüzüncü sildi. Ve ona Abdullah ismini
verdi.
(...) Bize
Alime d b. Hasen b. Hırâş rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğira rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sâbİt
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Enes b. Mâlik rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ebû
Talha'mn bir oğlu vefat etti...
Hâvi hadîsi yukarki
gibi nakletmiştir.
Bu hadîsin izahı «Ki{âbu'l-Edeb»'de
görülmüştü.
Hz. Ümmü Süleym'in
emaneti misal alması, ilim ve faziletinin kemâline iman ve olgunluğunun
büyüklüğüne delildir. Bu çocuğun kuşla oynayan ve sonra vefat eden Ebû
Umeyr olduğu söylenir.
1- Hadîs-i
şerif Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m duası kabul edildiğine
delildir.
2- Doğan
çocuğa tatlı bir şey yalatarak tahnik yapmak ve bunu su-lehadan birine
yaptırmak müstehabdır.
3- Çocuğa
doğduğu gün ad koymak caiz; Abdullah
ismini vermek müstehabdır.
4- Seferden
dönerken geceleyin eve gelmek mekruhtur. Ancak ailesi efradı bunu. bilirlerse
gece gelmekte beis yoktur.
5- Hayvanı
tanımak için dağlayarak nişan vurmak caizdir.
6- Hadîs-i
şerif Hz. Ebû Talha 'nm kerametine, Ümmü
Süleym'in faziletlerine ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
te-vazuuna delildir.
108- (2458)
Bize Ubeyd b. Yeîş ile Muhammed b, Alâ' El-Hcnıdânî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Ebû Üsâme, Efcû Hayyan'dan rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Abdillah b. Nümeyr de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayyan Et-Teymî, Yahya b. Saîd'den, o da Ebû
Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazı zamanında Bilâl'e :
«Yâ Bilâl! Bana
İslâm'da sence en ziyâde menfaati umulan bir âmelini söyle. Çünkü ben bu gece
cennette önümde senin ayakkablcırının tıkırtısını işinim.» buyurdular. Bilâl:
— Ben İslâm'da gecenin
veya gündüzün bir saatında tertemiz paklanarak, o temizlikle Allah'ın bana
takdir ettiği kadar namaz kılmamdan kendimce daha menfaati umulan bir amel
işlemedim, dedi,
Hz. Bilâl 'in
devam" üzere kıldığı bu namaza «Şükrü-1-VudıV» yâni abdestin şükrü namazı
derler. Bu namaz Hanefîler'e göre müstehab, Şâfiîler'e göre sünnettir. Şâfiî1er'ce
bu namazı kerahet vakitlerinde kılmak dahi mubahtır. Çünkü İmam Şafiî'-ye göre
bir sebeple kılınan namaz her vakit caizdir. Hadîs-i şerîf Hz. Bi1â1'in
faziletlerine delildir.
109- (2459)
Bİze Mincab b. Haris Et-Temîmî İle Sehl b. Osman, Abdullah b. Âmir b.
Zürârete'l-Hadrâmi Süveyd b. Said ve Velİd b. Şucâ' rivayet ettiler. Sehl ile
Mincab : Ahberanâ; Ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) :
Bize Ali b. Mûshir, A'meş'den, o da İbrâhim'den, o da Alkame'den, o da
Abdullah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Şu âyet:
«İman edip sâlih
ameller işleyenlere, Allah'dan korkup imanlarında devam ettikleri müddetçe
yedikleri şeyler hususunda bir günah yoktur [16].
ilah...» indiği vakit Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Senin bunlardan
olduğun bana [17] söylenildi.» buyurdu.
110- (2460)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Muhammed b. Râ-fi' rivayet ettiler. Lâfız
İbni RâÜ'indir. İshâk: Ahberanâ; İbni Kâfi' ise : Haddesenâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbni Ebî Zaide babasından, o da Ebû İshâk'dan, o da Esved b. Yezîd'den, o da
Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Musa şöyle demiş : Ben ve kardeşim
Yemen'den geldik. Hayli zaman yanına çok girip, ona devam ettikleri için biz
İbni Mes'ûd ile annesini ancak Resûlüllah (SûllallûhU Aleyhi ve Sellem) 'in
ehl-i beytinden sanıyorduk.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansûr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Yûsuf, babasından, o da Ebû
İshâk'dan naklen rivayet etti ki: Ebû İshâk Esved'i çöyle derken işitmiş : Ebû
Musa'yı dinledim : Ben ve kardeşim Yemen'den geldik... diyordu.
Ve râvi yukarki
hadîsin mislini nakletmiştir.
111- (...)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Abdurrahman Süfyân'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Esved'den,
o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sa'laltahü
Aleyhi ve Sellemİ'e geldim. Ben Abdullah'ı onun ehl-İ beytinden sanıyordum.
Yahut buna benzer bîr şey söylemiştir.
Bu hadîsi' Buhârî «Fadâil-i Ashab» ile «Meğâzî» bahislerinde;
Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.
Ebû Musa (Radiyallahu anh) 'm beraberindeki
kardeşi ihtimal ki, Ebû Bürde 'dir,
Hadîs-i şerîfde İbni
Mes'ud ile annesine âit zamir cemi' olarak kullanılmıştır. Çünkü ikinin cem'i
caizdir. Yalnız cumhura göre cem'in en azı üçtür. Bu takdirde iki kişi için
cemi' zamirini kullanmak mecaz olur, Maamafih cem'in en azı ikidir, diyenler de
olmuştur. Onlara göre buradaki zamir hakikattir.
Hz. Ebû Musa ile kardeşinin
Yemen 'den döndükten sonra hayli zaman Abdullah İbni Mes'ûd ve annesini Ehl-i
Beytten sanmaları, hadîsde de görüldüğü vecihle onun yanma çok gidip geldikleri
içindir, ibni Mes'ud (Radiyallahu anh), Peygamber s (Sallallthü ,aleyhi ve
Sellem)'in ayakkabılarım giydirir, Önünde ve beraberinde yürür; yıkandığı
vakit ona perde tutardı. Resûlüllah (Sallallahü A.leyhi ve Sellem):
«Benim yanıma girmek
için senin iznin, perdenin kaldırılması ve karaltımı hisseimendir. Seni men
edinceye kadar bu böyle devam edecek.» buyurmuştu.
112- (2461) Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Besşâr rivâyet ettiler.
Lâfız İlmi Müsennâ'nnııdır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan rivayet etti. (Demiş ki) :
Ebu'I-Ahvas'i dinledim. Şunları söyledi. İbni Mes'ûd vefat ettiği vakit Ebû
Musa ile Ebû Mes'ud'un yanında bulundum. Biri diğerine : Bunun .kendinden sonra
bir mislini bıraktığım sanır mısın? dedi. O da:
— Sen böyle dedinse
(ben de derim ki) Bize perde çekildiği vakit ona (içeriye girmeye) izin
veriliyordu. Bİz bulunmadığımız vakit o bulunuyordu, dedi.
113- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem
rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Kutbe (bu zat İbnü Abdi'l-Aziz'dir) A'meş'den, o
da Mâlik b. Hâris'den, o da Ebû'l-Ahvas'-dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş)
: Abdullah'ın arkadaşlarından birkaç kişi ile birlikte Ebû Musa'nın evinde
bulunuyorduk, onlar bir mus-hafa bakıyorlardı. Derken Abdullah ayağa kalktı.
Bunun üzerine Ebû Mes'ud :
— Ben Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)’ın Allah'ın
indirdiklerini kendinden sonra şu kalkan zattan dahaJiyi bilen birini
bıraktığını bil miyorum, dedi. Ebû Musa da :
— Beri bak! Sen böyle dedinse gerçekten bizim
bulunmadığımız vakit o bulunur; bize perde kapandığı vakit ona izin verilirdi,
dedi.
(...) Bana
Kaâsım b. Zekeriyya da rivâlyet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullalı (bu zât İbni Musa'dır) Şeyban'dan o da A'meş'den, o da Mâlik b.
Hâris'den, o da Ebû'l-Ahvas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ebû
Musa'ya geldim de Abdullah ile Ehû Musa'yı buldum. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ebî Ubeyde rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize babam A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den naklen rivayet etti. Zeyd şöyle
demiş: Ebû Huzeyfe ve Ebû Musa ile birlikte oturuyordum. Ve râvi hadîsi
naklctmiştir. Ama Kutbe'-nin hadîsi daha tamam ve daha çoktur.
Bu hadîsdeki
muhavereden murad Hz. Abdullah b. Mes'ud'un misli gelmeyen bir zat olduğunu
anlatmaktır.
Hz. Ebû Mes'ud: «Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) in kendinden sonra Allah'ın indirdiği
Kur'ân'ı, İbni Mes'ud'dan daha iyi bilen bir kimse bıraktığını bilmiyorum.»
demiş. Ebû Musa (Radiyallahu anh) da onu tasdik sadedinde : «Hakikaten öyle!
Biz bulunmadığımız vakit o Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in yanında
bulunur; bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girmeye
müsaade edilmediği vakit ona müsaade olunurdu. Onun böyle hususiyetleri ve
meziyetleri vardır.» demek istemiştir.
114- (2462)
Bize İshâk b. İbrahim EI-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abde b.
Süleyman haber verdi. (Dedi ki) : Kize A'meş, Şekîk'den, o da AbduIIah'dan
naklen, rivayet etti ki : Abdullah şöyle demiş :
«Her kim bir şeyi
gizlerse, kıyamet gününde gizlediği şeyle gelir.» [18] Sonra şunları söylemiş :
— Bana kimin kıraati
üzere okumamı emredersiniz. Gerçekten ben Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e yetmiş küsur sûre okumuşumdur. Ve gerçekten Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı bilirler ki ben Allah'ın kitabını onların en iyi
bileniyim. Kendimden daha iyi bilen birini bilsem mutlaka ona giderdim.
Şekîk demiş ki: Sonra
beh Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabının halkalarında oturdum. Ama bunu ona reddeden ve kendisini ayıplayan birini işitmedim. Bu
hadîsi Buhârî ile Nesâî «Fedâilü'l-Kur'an» bahsinde tahric etmişlerdir.
Hadîsin buradaki
rivayeti muhtasardır. İbni Mes'ud (Radiyallahu arûı) m: «Bana kimin kıraati
üzere okumamı emredersiniz?» sözünden itibaren hazfler yapılmıştır. Hadîsin
mânâsı şudur : Hz. Abdullah İbni Mes'ud
'un Mushaf-ı Cumhurun mushafanı uymuyordu. Arkadaşlarının mushafları da onun
mushafı gibiydi. Halk bunu kabul etmediler. Ve İbni
Mes'ud'a kendi mushafım terkedip cumhurun mus-hafına uymasını
emrettiler. Hattâ yakmak için mushafım istediler. Bunu başkalarına da
yapmışlardı. İbni Mes'ud razı olmadı. Ve arkadaşlarına : «Mushaflarımzı gizleyin. Her kim gizlerse
kıyamet gününde gizlediği şeyle gelir. Yâni; siz mushaflarımzı gizlerseniz,
kıyamet gününde onlarla gelirsiniz. Bu şeref de size yeter.» dedi. Sonra red ve
inkâr yoluyla : «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ağzından aldığım mushafı-mı bırakıp da kimin kıraatini almamı
emrediyorsunuz.» dedi.
1- Bir
hacetten dolayı insanın kendini fazilet, ilim ve benzeri şeylerle anması
caizdir. Kendini temize çıkarmanın yasak edilmesi, lüzumsuz yere öğünenler*
kendilerini beğenerek böbürlenenler hakkındadır. Bir maslahattan dolayı yahut
bir kötülüğü def veya tergib, teşvik için nefsini temize çıkarmak hem caiz,
hem vâkidir. Kur'ân-ı Kerîm'de Yûsuf
(Radiyallahu anha)'ın :
«Yâ Rabbi! Beni bu
yerin hazinelerine me'mur et! Çünkü ben koruyucuyum, bi!enim.»dediği rivayet
olunmuştur ki, bu maslahata misaldir. Hz. Osman'in muhasara zamanında
Ceyşu'1-asrâ denilen kıtlık ordusunu teçhiz edeceğini ve Rûme kuyusunu
kazanacağını söylemesi de kötülüğü defe misaldir. İbni Mes'ud Hazretlerinin
buradaki sözü ise tergib ve teşvike misaldir.
2- Ashab-ı
kiram İbni Mes'ud Hazretlerinin Kitabullah'ı en iyi bildiğini inkâr etmemişlerdir.
Bundan onun Ebû Bekr , Ömer, Osman, Âli ve diğer sünneti iyi bilen sahabeden
daha âlim olması lâzım gelmediği gibi, onlardan daha faziletli olması da lâzım
gelmez. Çünkü bir kimsenin ilmin bir dalını diğerinden daha iyi bilmesi başka
dalının ise onu bundan daha iyi bilmesi mümkündür. Bir de herkesten âlim olduğu
halde başka birinin vera' ve takvası ile Allah indinde ondan efdal olması
mümkündür. Dört halifenin Hz. İbni Mes'ud'dan efdal oldukları şüphesizdir.
115- (2463) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem rivâyef etti. (Dedi ki)
: Bize Kutbe A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Abdullah'dan
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin
ederim, Allah'ın kitabından hiç tir sûre yoktur ki, onun indiği yeri en iyi
bilen ben olmayayım. Ve hiç bir âyet yoktur ki, ne hususta indirildiği en iyi
bilen ben olmayayım. Develerin ulaşabileceği yerde Allah'ın kitabını benden
daha iyi bilen biri olduğunu bilsem mutlaka binip ona giderdim.
116- (2464)
Bİze E'uû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammcd b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Şekîk'den, o da
Mesrûk'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Abdullah b. Amr'a gelerek
onunla* hadîs söyleşirdik. —İbni Nümeyr onun yanında demiş. — Bir gün Abdullah
b. Mes'ud'u andık da şöyle dedi: Gerçekten Öyle bir zât andınız ki, Rcsûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve SeUem) 'den işittiğim bir şeyden sonra onu hâlâ severim.
Ben Resûlülîah (Saliallahü Aleyhi ve Sellemi'i şöyle buyururken işittim:
«Kur'ân'ı dört kişiden
alın! İbni Ummi Abd'den —söze bundan başladı— Muâz b. Cebel'den, Übey b.
Ka'b'dan ve Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'den.» ;
117- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Züheyr b. Harb ve Osman b. Ebî Şeybe rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Ebû Vâh'den, o da Mesrûk'dan naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b. Amr'ın yanında idik. Bir ara Abdullah
b. Mes'ud'dan bir hadîs andık da Abdullah şöyle dedi: Bu zat yok mu! Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) den söylerken işittiğim bir şeyden sonra onu hâlâ
severim. Onu şöyle buyururken işittim :
«Kur'ân'ı dört kişiden
okuyun : İbni Ummi Abd'den —söze ondan başladı—, Ubey b. Ka'b'dan, Ebû
Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'den ve Muâz b. Cebel'den.»
Bir harfi Züheyr
zikretmemiştir ki, o da : «Söylerken» dir.
(...) Bize
Ebû Bekr b, Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muaviye A'meş'den, Cerir ile Vekî'in isnâdiyle rivayet etti. Ebû Bekr'in, Ebû
Muaviye'den rivayetinde, Muaz'ı Übey'den ön ce zikretmiştir. Ebû Küreyb'in
rivayetinde ise Übey Muâz'dan öncedir.
(...) Bize îbni Müsennâ ile İbni Iîeşşâr rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize tbni Ebî
Adiy rivayet etti. H.
Bana Bişr b. Hâlid de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed (yâni İbni Ca'fer) haber verdi.
Her iki râvi
Şu'be'den, o da A'nıeş'den naklen yukarkilerin isnadıyle rivayette bulunmuşlar.
Fakat Şu'be'den rivayetlerinde bu dört kişinin tea-sîkında ihtilâf etmişlerdir.
118- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan, o da
İbrahim'den, o da Mesruk'dan naklen rİ-vâyet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah b.
Araf'ın yanında İbni Mes'ud'u andılar da şunu söyledi. Bu öyle bir zattır ki:
Ben Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Kur'ân'ı dört kişiden
okuyun : İbni Mes'ud'dan, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'den, Ubey b. Ka'b'dan
ve Muaz b. Cebel'den.» buyururken işit-fikten sonra onu hâlâ severim.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be bu isnadınla rivayette bulundu. Şunu a ziyade etti. «Şu'be dedi
ki: Bu iki kişi ile başladı ama hangisinden başladiğinı bilmiyorum.»
Bu hadîsleri Buharı,
Tirmizî ve Nesâî «Fedâilu'l-Kur'an»
bahsinde tahric etmişlerdir. îbni Ümmi Abd 'den murad Abdullah İbni Kes'-û
â(Radiyallahu anh)'ır. Ulemânın beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü eleyhi ve Sellem) 'in ashabına
Kur'ân-ı Kerîm 'i bu dört zattan lkuir^!arını tavsiye buyurması Kur'ân‘in
lâfızlarını en iyi zabdettikleri ve onu en güzel şekilde okudukları içindir.
Yoksa ashab içinde Kur'ân'in mânâlarını onlardan daha iyi bilenler vardı. Yahut
bu dört zât Kur'ân-ı Kerîm'i bizzat Resûlülla'ı (Saliallahü Aleyhi ve
SeUemj'den Öğrendikleri için onları tavsiye buyurmuştur. Şâir ashab-ı kiram
onu birbirlerinden Öğrenirlerdi. Bu dört zât kendilerini Kur'ân öğretmeye
verdikleri için onları tavsiye etmiş olması hattâ vefatından sonra bunların
millete Kur'ân hocası olacaklarım bildirmek için tavsiyede bulunmuş olması da
caizdir.
119- (2465)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'i şunu söylerken
işittim : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur'ân'ı dört kişi
topladı. Bunların hepsi en-sârdandı: Muâz b. Cebel, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit
ve Ebû Zeyd.
Katâde,demiş ki:
Enes'e : Bu Ebû Zeyd kim? diye sordum.
— Amcalarımdan
biri! cevabını verdi.
120- (...)
Bana Ebû Dâvud Süleyman b. Ma'bed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti
(Dedi ki) : Enes b.
Mâlik'e :
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur'ân'ı kim topladi? diye sordum.
— Dört kişi,/hepsi
ensârdan: Übey b, Ka'b, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sâfcit ve ensârdan Ebû Zeyd
künyesini taşıyan bir zat! detîi.
121- (799)
İnam rivayet etti Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-.
(Dedi ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti ki.: Resûlüllah
(SaUallahü Aleyhi ve Seliem) Ubey'ye :
«Gerçekten Allah
(AzzeveCelle) sana Kur'ân
okumamı bana emir buyurdu.» demiş. Übey :
— Benim adımı sana
Allah mı andı? diye sormuş.
«(Evet!) Senin adını
bana Allah andı.» buyurmuşlar.
Bunun üzerine Übey ağlamaya
başlamış.
122- (...)
Bize Mulıammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki)
: Katade'yi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle
demiş: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) Übey b. Ka'b'a :
«Gerçekten Allah sana
Beyyİne Sûresi'ni okumamı bana emir buyurdu.» dedi. Übey :
— Adımı da söyledi mi?
diye sordu.
«Evet!.,» buyurdular.
Bunun üzerine Übey ağladı.
(...) Bu
hadîsi bana Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni; îbni
Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki)
: Enes'i şunu söylerken işittim : Resûlüllah 'SaUallahü Aleyhi ye Seliem)
Übey'e şöyle buyurdular...
Râvî yukardaki
hadîsin mislini nakletmiştir.
Bu rivayetleri Buhârî
«Menâkıhu'l-Ensâr» ve «Tefsir» bahislerinde; Tirmizî «Menâkıb»'de; Nesâî
«Menâkıb» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Ma'zirî'nin beyânına
göre bazı mülhidler bu hadîsi göstererek Kur'ân-ı Kerîm'in tevatürüne dil
uzatmışlardır. Bunlara iki vecihle cevâb verilir.
1- Hadîs-i
şerif'de bu dört kişiden başkalarının Kur'ân-ı Kerîm 'i tamamen
Öğrenmediklerine dair bir sarahat yoktur.
Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) 'in muradı ensârdan Kur'an'ı
öğrenen dört kişi olabilir. Geri kalan ensârla muhacirlerin onu bilmediklerini
söylememiştir. Müslim'den başkalarının rivayetlerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
devrinde Kur'ân-ı Kerîm 'in birçok cemaatlar ezberlemişlerdir. Ma'ziri bunlardan onbeş sahabenin ismini
zikretmiştir. Sahih hadîsde beyân edildiğine göre Yemâme harbinde Kur'ân'ı cem
eden yetmiş hafızın şehid edilmiştir. Bu harb Peygamber (Sallallahü Aleyhl ve
Seliem)'in vefatına yakın yıllarda olmuştur. Artık onun sağlığında şehid
edilenlerin sayısı bu kadar olunca, hayatta kalanların ne kadar olacağını bir
düşünmelidir. Bu hadîsde Ebû1 Bekr,
Ömer, Osman, Ali ve diğer büyük ashab-ı kiram zikredilme-miştir. Halbuki bu
zevatın hayr hususunda gösterdikleri bunca hırs ve rağbetle beraber Kur'ân'ı ezberlemedikleri düşünülemez.
Binâenaleyh bu hadîse : Haddizatında Kur'ân1 yalnız bu dört zât toplamıştır
dive mânâ vermek asla doğru olamaz.
2- Bu dört
zattan maada Kur'ân-ı Kerîm'i kimsenin ezberlemediği sabit olsa onun
tevatürüne yine hiç bir halel gelmez. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in cüzlerini
sayılamıyacak kadar çok kimseler ezberlemiştir. Bunların yalnız bir kısmıyla
bile tevâtijp hâsıl olur. Bu sayısız zevatın bütün Kur'ân'ı ezberlemiş
olmaları tevatür için şart değildir. Bilâkis bir cüz'ü tevatür sayılacak
derecede çok kimseler nakr letti mi, o cüz hiç bir şüphe kalmamak üzere
mütevatir olur. Bu husûsda Müslim veya Mülhİd hiç bir muhalif yoktur.
Hz. Enes'in
«Amcalarımdan biri...» dediği Ebû Zeyd (Radiyallahu anh) Sa'd b. Ubeyd El-Evsî
'dir. Sa'dü'l-Kaâri namıyle meşhurdur. Bedir gazilerindendir. Kadisiye harbinde
şehid edilmiştir. îbni Abdil-B er'r'e göre ismi Kays b. Seken El-Hazrecî 'dir,
Hz.Übeyy'in ağlnasi
sevincindendir. Kendini bu büyük nimete ve yüksek rütbeye küçük görmüştür. Filhakika
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)*in bu haberi Hz. Übey için iki cihetle büyük nimettir. Bunlardan biri
ismiyle ta'ym edilmesidir. Bundan dolayı Hz. Übey «Adımı söyledi mi?» diye
sormuş ve evet cevabını almıştır. Eu suretle nimet artmıştır. İkincisi
Peygamber (SallallahÜ Alsvhi ve Seîlem) 'in kendisine «Beyyine» sûresini
bizzat okumasıdır. Bu yalnız Hz. Übey'e mahsus büyük bir menkabedir. Bâzıları
Hz. Übey 'in bu nimetin şükründe kusur ederim korkusuyla ağladığını söylerler.
Hz. Übey'e okunmak için bu sûrenin tahsisine gelince : Beyyine Sûresi kısa
olmakla beraber bütün usûl ve kavâidî ve büyük mühimmatı ihtiva ettiği içindir.
Zâten hâl kısadan kesmeyi iktiza ediyordu. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir
: Acaba .bu sûreyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in okumasm-daki hikmet
nedir? Niçin Übey (Radiyallahu anh)\n okuması emir bu-yurulmamıştır. Ma'ziri
ile Kaadî Iyâz bu suâle şöyle cevap vermişlerdir : Buradaki hikmet Hz. Übey'in
Kur'ân lâfızlarını, edasının şeklim, durak yerlerini ve şeriatın takdir ettiği
üslûbla Kur'ân 'daki nağmeleri yapmayı öğrenmesidir. Kur'ân'ın haricinde
yapılan nağmeler onunki gibi değildir. Her çeşit nağmenin ruhlara tesiri
ayrıdır. Bâzıları buradaki hikmetin yetişecek iyi hâfızîara Kur'-â n 'ı mukabele
etmek ve Kur'ân-ı Kerîm 'le diğer şer'î ilimler tahsil edilirken tevazu1
göstermek lâzım geldiğini öğretmektir. Bunda bir de halka Hz. Übey 'in
faziletini göstermek ve kendisinden Kur'ân öğrenmeye teşvik mânâsı vardır.
Nitekim Peygamber (SallallahüAleyhi ve Seîlem) 'den sonra Hz. Übey, Kur'ân-ı
Kerîm hususunda kendisine baş vurulan meşhur bir imam ve reis olmuştur.
123- (2466)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber
verdi ki : Câbir b. Abdillah'i şöyle derken işitmiş: Sa'd b. Muâz'm cenazesi
ashabın huzurlarında iken Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem):
«Bunun için Rahman'ın
arşı sarsıldı.» buyurdular.
124-(...)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdris El-Evdî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Salİaltahü Aleyhi ve Seîlem):
«Sa'd b. Muaz'ın
vefatı için Rahman'm arşı sarsılmıştır.»
buyurdular.
125- (2467)
Bİze Muhammed b. Abdillah Er-Ruzzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdu'l-Vehhab b. Atâ1 El-Haffâf, Sa'd'dan, o da Katade'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki, onun — yâni Sa'd'ın— cenazesi
konduğunda Ncbiyyullalı (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):
«Bunun için Rahman'm
arşı sarsılmıştır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Menâkibu'l-Ensar'da tahric etmiştir.
Hz. Sa'd, Evs kabilesinin
reisi idi. Nitekim Sa'd b. Ubade de Hazrec'in büyüğü idi. Bedir, Uhud ve Hendek
gazalarında bulunmuş, Hendek gazasından bir ay sonra harbde aldığı yaradan
vefat etmiştir. .
Ulemâ bu hadîsin
te'viîinde ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı zahirî mânâsına almış ve Arş-ı
Alâ'nm Sa‘d'in ruhu geliyor diye sevincinden sallandığını söylemişlerdir.
Onlara gör-e Allah Teâlâ arşa akıl ve temyiz bahsetmiş, sallanma bu suretle
olmuştur. Buna bir mâni de yoktur. Nitekim Teâlâ Hazretleri:
«O taşlardan bâzıları
hakikaten Allah korkusundan aşağı düşerler.» [19]
buyurmuştur. Nevevî: «Hadîsin zahirinden anlaşılan budur. Muhtar olan da
budur.» diyor. Mazirî bu kavli naklettikten sonra şun> lan söylemiştir :
«Akü cihetinden bu inkâr edilemez. Çünkü arş hareke' ve sükûnu kabul eden bir cisimdir.
Lâkin bununla Sa'd'a bir fazıl e' hâsıl olmaz. Meğer ki: Allah Teâlâ arşın hareketini
melekler için Sa'd'u ölümüne bir alâmet kılmış ola.»
Ulemâdan bazıları
arşın sallanmasını, onu taşıyan meleklerin titreş-nesi mânâsına almışlardır.
Onlara göre cümleden muzaf hazf edilmiştir, iurad olan arşın sallanması değil,
ehl-i arşın hareketidir. Buradaki salan.mad.an maksad sevin,ç ve kabuldür. Harbi: «Bu söz Hz. Sa'd'm efâtı meselesini
büyültmekden kinayedir. Arablar büyük bir şeyi, ondan laha büyüğüne nisbet
ederler. Meselâ : Filânın ölümü için dünya kararlı; onun için kıyamet koptu
derler.» şeklinde mütalâada bulunmuştur,
azıları hadîsden murad
Hz. Sa'd'in tabutu sallandı manasınadır, demişlerse de Nevevî bu sözün bâtıl
olduğunu söylemiştir. Filhakika ;ahîh rivayetler bunu reddetmektedir. İhtimal
ki, bu zevata Müslim 'in îvâyet ettiği bu hadîsler ulaşmamıştır.
126- (2468)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ittiler. (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : ize Şu'be, Ebû İshâk'dan rivayet
etti. (Demiş ki) : Bcra'i şunu soyler-ten işittim: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ipek bir hülle hediye îdildi de ashabı ona dokunarak
yumuşaklığına şaşmaya başladılar. Bunun üzerine :
«Siz bunun yumuşaklığına
mı şaşıyorsunuz? Sa'd b. Muaz'ın cennetteki mendilleri bundan daha hayırlı ve
daha yumuşaktır.» buyurdular.
(...) Bize
Ahmed b. Ab'dete'd-Dabbi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû İshâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bera' b. Âzib'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'e ipek bir elbise getirdiler...
Ve râvi hadîsi
nakletmiştir. Sonra İbni Ahde şöyle demiştir : Bİze Ebû Dâvud haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Katâde, Enes b.
Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bunun
benzerini yahut mislini rivayet etti.
(...) Bize
Muhaınmod b. Amr b. Cebele rivayet etti. (Dedi ki) : Biz? Ümeyye b. Hâiid rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu hadîsi iki isnadla birden Ebû Davud'un rivayeti gibi tahdîs etti.
127- (2469)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Yûnus b. Muhammed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban Katade'den rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Enes
b. Mâlik rivayet etti ki, gerçekten Ke-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'e ince ipekden bir cübbe hediyye edilmiş. Halbuki kendisi ipekden nehy
buyuruyormuş. Halk buna şaşmışlar. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Sa'd b. Muaz'ın cennetteki
mendilleri bundan daha güzeldir.» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Salim b. Nûh
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Âmir, Katade'den, o da Enes'den naklen
rivayet etti ki, Dûmetü'l-Cendel'in Ükeydir'i Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem)'e bir hülle hediyye etmiş.
Râvi yukarki hadîs
gibi anlatmış, yalnız bu hadîsde «İpekden nehy buyuruyormuş» cümlesini
anmamıştır.
Bu rivayetleri Buharı
«Kitâbu Menâkıbu'l-Ensar» ile «Kitâbu'I-Hil c»'de tahric etmiştir.
HulIc : İki parçadan
müteşekkil elbisedir. Ekser ulemaya göre burada hülle tâbiri doğru değildir.
Fakat hüllenin yeni yapılmış bir tek elbise mânâsına geldiğini söyleyenler de
vardır. Siyer kitaplarında bunun bii kaftan olduğu rivayet edilmiştir.
Sündüs : İnce ipek
mânâsına gelir. Kalınına istebrak derler. İbni în istebrakm sündûsden daha
makbul olduğunu söylemiş : «Çünkü is-ıbrak
dibanın kalımdır. İpeğin kalını
ise incesinden daha
makbuldür, demiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in mendilleri Hz. Sa'd'a tahs buyurması ihtimal ki, hediye
edilen ipek, onun mendilleri cinsinden tduğu içindir. Yahut gelen elbiseye
şaşanlar ensardan olduğu için : Sizin leisinizin mendilleri bundan daha
hayırlıdır, demiştir. Hz. S a rd bu ins elbiseyi sevdiği için onu tahsis
buyurmuş olması da mümkündür. Ni-ekim Hz. Cibri1'in başında ipekten bir sarık
olduğu halde onun cenazesine iştirak ettiği rivayet olunmuştur.
Dûmetu'l-Cendel,
Medine ile Şam arasında bîr kaladır. Şam'a daha yakındır. Bâzıları bunun Tebûk'e
yakın bir ler olduğunu söylerler. Ükeydir b. Abdil-Melik bu kal'an hükümdarı
idi. febûk harbinde Hâ1id b. Velid'in ökeydir'i esir aldığı ve bu hülleyi onun
Üzerindeki eşyadan ganimet plarak elde ettiği rivayet olunur. Bu hülle altın
işlemeli bir ipek kaftan-tmş. Hülle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Stllem)'$
hediye edilince Ükey-İdir'i serbest bırakarak memleketine göndermiş ve onu
vergiye bağlamıştır. Vâkıdî, Ükeydir'in müslümanhğı kabul ettiğini, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in de kendisine mektub yazdığım kaydeder.
Ulemâ bu Hadîs-i şerifin
cennette Sa'd b. Muâz (Radiyallahu anh)\n yüksek mertebe sahibi olduğuna delil
sayarlar. Hadîs-i şerîf Hz. Sa'd'in cennetlik olduğuna, oradaki en basit
elbisesinin dünya elbiselerinden daha kıymetli olacağına da delildir.
128- (2470)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit,
Enes'den rivayet etti ki, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud (harbi)
günü bir kılıç alarak:
«Bunu benden kim
alacak?» diye sormuş. Ashab hemen ellerini açmışlar. Onlardan her biri: Ben!
Ben! diyormuş.
«Ama onu hakkıyle kim
alacak?» buyurmuş. Bunun üzerine cemâat vaz geçmişler. Derken Ebû Dücâne Simak
b, Hareşe :
— Onu hakkıyle ben
alırım! demiş.
Enes : «Onu hem aldı ve hem onunla müşriklerin
başlarını yardı.» demiş.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Onu hakkıyle kim
alacak?» diye sorunca Ashâb-ı kirâm'm gerileyip istemekten vaz geçmeleri,
kılıcın hakkının onunla mertçe harbetmek olduğunu anlamalarmdandır. Filhakika
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
sözüyle ölünceye yahut
feth müyesser oluncaya
kadar çarpışmayı kasdetmİştir.
Hadîs-i şerîf Hz. Ebû
Dücâne 'nin şecaat ve faziletlerine delildir.
129- (2471)
Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî Üe Amru'n-Nâkıd ikisi birden Süfyân'dan
rivayet ettiler. Ubeydullah dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi
ki) : İbni Münkedir'i şöyle derken işittim : Bon Câbir b. Abdillah'i dinledim,
şunu söylüyordu : Uhud harbi olunca babamı örtülü olarak getirdiler. Uzuvları
kesilmişti. Ben elbiseyi kaldırmak istedim de, kavmim beni menetti. Sonra
tekrar elbiseleri kaldırmak istedim; kavmim beni yine men etti. Derken Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) elbiseyi kaldırdı. Yahut emretti de kaldırıldı.
Arkacığmdan ağlayan yahut feryad eden bir kadın sesi işitti. Ve :
«Kim bu?» diye sordu.
— Amr'ın kızıdır.
Yahut Amr'ın kız kardeşidir, dediler.
«Niye ağlıyor! işte
melekle,' kaldırılıncaya kadar onu kanatlanyle gölgelendirip duracaklar.» buyurdular.
130- (...)
Bİze Muhammed b, Müsemıâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir b.
Abdillah'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş : TJhud günü babam vuruldu.
Ben onun yüzünden elbiseyi açmaya ve ağlamaya başladım. Cemâat da beni men
etmeye başladılar. Ama Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) beni men
etmiyordu. Fâtıme binti Amr da ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Ona ağlıyor musun?
Yahut ona ağlama! Siz onu kaldınncaya kadar melekler kanatlarıyle onu
gölgelendirip duracaklar.» buyurdu.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Havlı b. Ubâ-de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Cüreyc rivayet etti. H.
Bize Ishâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Iîize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer rivayet etti. Her iki râvi Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir'den naklen
bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, İbni Cüreyc'in hadîsinde
melâike ile kadının ağlayışı zikredilmemiştir.
(...) Bize
Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Zekeriyya b. Adîy
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydillah b. Amr, Abdu'l-Kerîm'den, o da
Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş
: Uhud günü babam burnu, kulakları kesilmiş olarak getirildi. Ve Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna konuldu...
Ve râvi yukardakilerin hadîsi
gibi anlatmıştır. Bu hadîsi
Buharî «Kitâbu'l-Cenâiz»'de tahric
etmiştir.
Müsle : Bir
insanın kollarını, bacaklarını yahut burnunu ve kulaklarını kesmektir.
Hadîsin son
rivayetinden anlaşıldığına göre Uhud harbinde Hz. Abdullah b. Amr b. Hıram
şehid edilmiş ve burnu ile kulakları kesilmiştir. Hz. Câbir bundan son derece
müteessir olarak ağlamış ve yüzünü açarak babasının elim manzarasını görmek
istemişse de kavmi kabilesi buna mâni olmuşlar. Derken halası Fâtıme binti Amr
da feryad ederek ağlamaya başlamıştır. Râvi Hz. Câbir'in binti Amr mı, yoksa
Uhtü Amr mı dediğinde şekketmiştir.
Resulü Ekrem
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), Fâtıme 'nin ağladığını görünce :
«Ona niçin ağlıyorsun?
Yahut : Ona ağlama!..» buyurmuştur. Râvi burada da şekketmiştir. Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve SelUm)'m bu sözü bir tesellidir: Böyle melekler
üzerine-kanat germiş yüksek mertebeli bir zâta ağlamak değil, bu kerametinden
dolayı sevinmek gerekir, demek istemiştir. Kaadî lyâz diyor ki : «İhtimal
meleklerin' kanat germeleri Allah'ın fadl ve rızasını ve kendisine hazırladığı
ikramı müjdelemek için üşüştüklerindendir. Onlar bunu ya Hz. Abdu11ah'a ikram
için sevinçlerinden yapmış yahut güneşin sıcağından cenazesi kokmasın diye
üzerine gölge olmuşlardır.
131- (2472)
Bize İshâk b. Ömer b. Selit rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hanıma d b. Seleme,
Sâbit'den, o da Kinine b. Nuaym'dun, o da Ebû Bcr-ze'den naklen rivayet etti
ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gazalarından birinde bulunuyormuş. Derken Allah kendisine ganimet vermiş e ashabına :
«Bir kaybınız var mı?»
diye sormuş. Ashab ;
— Evet; Filân, filân ve filân! (aranmaktadır)
demişler. Sonra (yine) : «Bir kaybiniz var mı?»
diye sormuş. Ashab:
— Evet! Filân, filân ve filân! (aranmaktadır)
demişler. Sonra tekrar : «Bir kaybınız var mı?»
diye sormuş. (Bu sefer) :
— Hayır! demişler.
«Lekin ben Cüleybîb'İ
kayıp görüyorum, onu hemen arayın!» buyurmuş. Onu Ölenlerin içinde aramışlar
ve kendi öldürdüğü yedi kişinin yanı başında bulmuşlar. Sonra (düşmanlar) oau
öldürmüşler. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhıye Sellem) gelerek onun baş ucunda
durmuş ve şöyle buyurmuş :
«Yedi kişi öldürdü.
Sonra onu öldürdüler. Bu bendendir. Ben de ondanım! Bu bendendir, ben de
ondanım!» Müteakiben onu iki kolunun üzerine koymuş. Kendisinin Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kollarından başka kolu yokmuş. Ona bir kabir
kazmış ve kabrine koymuş. Ebû
Berze yıkamaktan
bahsetmemiştir.
Resûlüllah (Saltotluhü
Aleyhi ve Selkm) 'in ;
«Bİr kaybınız var mı?»
diye sorması hakikî istifham değil, askerler arasına karıştığı için ehemmiyet
vermedikleri bir gazinin şanını büyültmek içindir. Çünkü herkes vurulan yakını
ile meşguldü. Allah Teâlâ Hz. Cü1eybib'in yedi kişi öldürdüğünü bildirerek onun
kadri kıymetini yükseltince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Lâkin ben Cüleybîb'İ
kayıp görüyorum, onu hemen areyın.» buyur-muç. Bu sözüyle onun her kayıptan
daha büyük olduğuna, onun kaybıy-le gelecek musibetin her musibeti geride
bırakacağına işaret etmiştir. Sonra ona ikram olsun diye mübarek kollarını
yaymış, bu suretle ona dokunmak bereketine nail olmak istemiştir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Su bendendir, ben de
ondanım!» buyurması, ikisinin yollarının bir olduğunu ve Allah'a taat hususunda
ittifak ettiklerini mübalâğalı bir şekilde ifade etmek içindir.
132- (2473)
Bize Heddâb b. Hâlİd-El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîre
rivayet etti. {Dedi ki) \r Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Sâmid'deıı naklen
haber verdi. (Demiş ki) : «Ebû Zer şunları söyledi : Kavmimiz Gıfâr'm arasından
çıktık. Onlar haram ayı helâl yapıyorlardı. Ben, kardeşim Üneys ve annemiz (birlikte)
çıktık. Ve bir dayımıza misafir olduk. Dayımız bize ikram ve ihsanda bulundu.
Derken kavmi tize hased ederek:
— Sen ailenin yanından çıktığın vakit Üneys
onlara muhalefet etti, dediler. Sonra dayımız geldi. Ve kendisine söyleneni
bize ifşa etti. Ben de:
— Bize geçen iyiliğin yok mu, onu muhakkak
surette berbad ettin. Bundan sonra sana yaklaşmak yok, dedim. Hemen
develerimizi yanaştır dik ve üzerlerine bindik. Dayımız elbisesine sarınarak
ağlamağa başladı. Biz yolumuza devam ettik. Nihayet Mekke kenarına indik.
Derken Üneys bizim develerimizle onların misli develer nâmına şiir yarışma
girdi. Ve her iki taraf kâhine gittiler. O Üneys'i daha hayırlı bulmuş. Bunun
üzerine Üneys yanımıza
develerimizle, bir misli
de beraberlerinde olduğu
halde geldi. Ebû Zer:
— Ey kardeşim oğlu! Ben Peygamber(Sallallahü
Aleyhi ve Seltem) 'e kavuşmamdan üç sene önce namaz kıldım, dedi.
— Kime? diye sordum.
— Allah'a! dedi.
— Nereye doğru dönüyorsun? dedim.
— RaVbim beni nereye çevirirse oraya doğru! Yatsıyı
kılıyorum, gecenin sonu geldi mi, tâ güneş üzerime vuruncaya kadar bir örtü
gibi seriliyorum, dedi.
Üneys dedi ki: Benim
Mekke'de bir hacetim var. Bana baş göz ol! Müteakiben Üneys yola düştü. Nihayet
Mekke'ye varmış. Tanıma dönmekte biraz gecikti. Sonra geldi.
— Ne yaptın? dedim.
— Mekke'de senin dininde bir adama rastladım.
Kendisini Allah gönderdiğini söylüyor, dedi.
— Ya Halk ne söylüyor? diye sordum.
— Şâir, kâhin, sihirbaz diyorlar, cevâbını
verdi. Üneys de şâirlerden biriydi.
Üneys dedi ki: Ben
gerçekten kâhinlerin sözünü dinledim ama onunki kâhinlerin sözü değil. Onun
sözünü şâir nevilerine tatbik ettim, fakat benden sonra ona şiir demeye
kimsenin dili varmaz. Vallahi o hakikaten doğrucu, kâhinler de gerçekten
yalancıdırlar. Ebû Zer dedi ki:
— O halde bana baş göz ol, tâ ki gidip göreyim,
dedim ve Mekke'ye geldim. Mekkelilerden zayıf bir adam buldum. Ve :
— Kendisine sapık dediğiniz zât nerededir? diye
sordum. Bana işaret etti.
— Al sapığını!
dedi. Az sonra vadinin sakinleri bütün topaç ve kemiklerle üzerime
hücum ettiler. Hattâ bayılarak düştüm. Kalktığım vakit dikili taşlar gibi
kıpkırmızı idim. Hemen
zemzeme giderek üzerimden kanları yıkadım ve suyundan içtim.
Yemin olsun kardeşim oğlu otuz günle gece arası durdum. Zemzem suyundan başka
yiyeceğim yoktu. Ama se-mizledim. Hattâ karnımın büküntüleri
kıvrıldı. Karnımda açlık zafiyeti
hissetmedim. Bir ara Mekkeliler ay aydınlığı bir gecede ansızın uyudular.
Kabe'yi kimse tavaf etmiyordu. Onlardan iki kadın sâf. ve Nâile'ye dua ediyorlardı. Tavafları
esnasında yanıma geldiler. Ben :
Bunların birini diğerine nikâh edin, dedim. Fakat onlar sözlerinden vaz
geçmediler. Ve yanıma geldiler.
— Odun gibi
şey, yalnız ben kinaye
söylemiyorum, dedim. Bunun üzerine kadınlar velvele kopararak gittiler. Bizim neferlerimizden biri burada olsaydı ya! diyorlardı. Az sonra karşılarına
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile Ebû Bekr çıktı. Yukardan
iniyorlardı. (On ara) : «Size ne oldu?»
diye sordu.
— Dinsiz Kâ'be İle örtülerinin arasındadır,
dediler. «Size ne söyledi?» diye sordu.
— O bize ağzı dolduran sözler söyledi, dediler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek Hacer (i esved)
i öptü. Ve arkadaşı ile birlikte Kâ'be'yi tavaf etti. Sonra namaz kıldı.
Namazım bitirince (Ebû Zerr demiş ki) :
Onu İslâm'ın selâmı ile ilk selâmlayan ben oldum. Ve selâm sana yâ Resûlallah!
dedim.
«Sana 60... Allah'ın
rahmeti de...:> buyurdu. Sonra: «Sen kimsin?» diye sordu.
— Gıfâr'dan'ım, dedim. Bunun üzerine eli ile
uzanarak parmaklarını alnına koydu. Ben kendi kendime: Benim Gıfâr'a mensub
olmamı kerih gördü, dedim. Ve elini tutmaya kalkıştım. Arkadaşı derhal beni men
etti. Onu benden iyi biliyordu.
Sonra Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını
kaldırdı ve :
«Ne zamandan beri
buradasın?» diye sordu. Ben:
— Gecesi gündüz otuz günden beri buradayım,
dedim. «O halde seni kim doyuruyordu?
dedi.
— Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu ama
semizledim. Hattâ karnımın kıvrımları kırıldı. Karnımda bir açlık zaafı da
görmüyorum, dedim.
«O gerçekten
mübarektir. O hakîkaten doyurucu yemektir.» buyurdular. Ebû Bekr:
— Yâ Resûîallah! Bu gece onu doyurmak için bana
izin ver! dedi. Müteakiben Resûlüllah (SallalUihü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr gittiler. Ben de onlarla beraber
gittim. Ebû Bekr bir kapı açtı ve bize Tâif'in kuru .üzümünden avuçlamaya başladı. Bu Mekke'de yediğim ilk
yemek oldu.
Sonra kaldığım kadar
kaldım ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldim de:
«Bana gerçekten
hurmalık bir yerin semti gösterildi. Onun Medine'den başka bir yer olacağını
sanmıyorum. Sen kavmine benden (bir şeyler) tebliğ eder misin? Ola ki, Allah
senin vasıtanla onları faydalandırır. Ve onlar hakkında sana ecir verir.»
buyurdular. Sonra Üneys'e geldim.
— Ne yaptın? diye sordu.
— Şunu yaptım ki; ben gerçekten müslüman oldum
ve tasdik ettim, dedim.
— Ben senin dinine karşı değilim; çünkü ben do
müslüman oldum ve tasdik eltim, dedi. Bunu nıüteâkib annemize geldik. O da :
— Ben
sizin dininize karşı
değilim; çünkü ben de müslüman oldum ve tasdik ettim, dedi.
Bunun üzerine hayvanlara bindik ve kavmimiz Gıfâr'a geldik. Onların da yarısı
müslüman oldu. Kendilerine Eymâ' b. Ra-hadate'l-Gıfâri imam oluyordu. Reisleri
idi.
Yarısı da: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Medine'ye geldiği vakit müslüman oluruz, dediler.
Az sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. Onların
kalan yarısı da müslüman oldular. Eşlem kalilesi dahi gelerek:
— Yâ Resûlallah! Bunlar bizim kardeşlerimizdir.
Onlar ne üzerine müslüman oldularsa, biz de müslüman oluruz, dediler. Ve
mÜslümanliğı kabul ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Gıfâr! Allah ona
mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona da selâmet versin!» buyurdular.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümeyl haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîra rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ilumeyd b. Hilâl bu isnadla rivayette bulundu. O : «Dedim ki, o halde bana ba§
göz ol da gidip göreyim» cümlesinden sonra şunu ziyade etti. (Dedi ki) : Evet! (Olur!)
Hem Mekkelilerden korunur Çünkü
onlar o zâta buğzederler. Kendisini suratsız karşılarlar.»
(...) Bize
Mulıammcd b. Müscnnâ El-Aııczî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnü Ebî Âdiy
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Avn, Humeyd b. Hilâl'den, o da Abdullah b-
Sâmit'den naklen haber verdi. Şöyle demiş :
EbÛ Zer :
— Ey
kardeşim oğlu! Ben
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'în gönderilmesinden iki sene
önce namaz kıldım, dedi. Abdullah demiş ki ;
Ben:
— O halde nereye dönüyordun? diye sordum.
— Allah'ın beni
döndürdüğü yere... dedi.
Ve râvi hadîsi
Süleyman b. Muğıra'nın hadîsi gibi rivayet etti. Bu hadîsde o şunu da söyledi :
«Bunun üzerine her
ikisi kâhinlerden bir adama gittiler. Kardeşim Üneys ona galebe çalıncaya kadar
kâhini methetmekte devam etti. Bunun üzerine onun develerini aldık ve kendi
develerimize kattık.»
Hadîsinde şunu söyledi:
«Dedi ki: Az sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)gelerek beyti tavaf etti. Ve makamın arkasında
iki rekât namaz kıldı. Müteakiben yanına vardın Gerçekten onu İslâm'ın
selâmiy-le selâmlayan ilk insan benim : Selâm sana yâ Resûlallah! dedim. «Sana da selâm! Sen kimsin?» buyurdu.»
Yine onun hadîsinde:
«Sen kaç zamandır buradasın? diye sordu. Ben : On beş gündür! cevabım verdim»
cümlesi vardır. Bu hadîsde: «Ebû Beltr bu gecenin ziyafeti için bana bağışla
dedi» cümlesi de vardır.
Sırme : Deve sürüsü
demektir. Bazen koyun sürüsüne de ıtlak olunur. Münâfera : Karşılıklı öğünrne
ve muhakeme olunmaktır. İki kişiden her biri diğerinden üstün çıkmak için
Öğünür; sonra üçüncü birini hakem tayin ederler. O hangisinin üstün olduğuna
hüküm verirse, bahsi o taraf kazanmış
olur. Arablar bunu şiirde
yaparlar, kazanan tarafa verilmek üzere her iki taraf ortaya
Ödüller koyarlardı. Kazanan şâir iki
tarafın ödüllerini de alırdı. Hz. Üneys hatırı sayılır bir şâirmiş. Hakemlik
için baş vurdukları kâhin de şâirmiş. Hz.
Üneys'in kiminle şiir müsabakasına girdiği malûm değildir. Yalnız
hadîsin ikinci rivayetinden anlaşıldığına göre kâhini metheden şiirler
söylemiş ve bahsi kazanmıştır. Hasmı da kendisi gibi bir sürü deve ortaya koyduğu
için bansi kazanan Üneys kendi sürüsüyle beraber onun develerini de alıp
gelmiştir. Bundan sonra mallarının başında biraderini bırakarak bir işle Mekke'ye
gitmiş, orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Jin zuhurunu işitmiş.
Mekke halkının onun hakkında şâir, kâhin ve sâhir gibi sözler sarfettiklerini
işittikten sonra kendisiyle görüşmüş ve bu söylenenlerin tamâmiyle yalan
olduğunu anlamıştır. Demek oluyor ki,'büyük bir şâir olan Üneys, Kur'ân-ı Kerim
'in şiir olmadığım kat'î bûrette ispat etmiştir.
Sâbiî:
Dininden dönüp başka bir dine giren demektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) putperestlikte Mekke1i1er'e muvafakat letmediği için ona sâbii
diyorlardı.
«Dikili taşlar gibi
kıpkırmızı idim...» tâbirinden murad kana boyanmıştım, demektir. Câhiliyyet
devrinde Arablar taştan putlar dikerler on-'lann karşısında kurban keserler;
sıçrayan kanlardan putlar kıpkırmızı kesilirdi. Yediği dayaktan kanlar içinde
kalan Ebû Zer (Radiyallahû unh) hâlini bunlara benzeterek anlatmıştır. . '
İsaf ile Naile : Birer puttur. İbni Necih'in rivayetine göre .vaktiyle îsaf nâmında bir
adamla Naile adında bir kadın Şam 'dan kalkarak hacca gitmişler. Tavaf
esnasında erkek kadını öpmüş ve oracıkta ikisi de taş olmuşlar. İslâmiyet
gelinceye .kadar da birer put qlarak Harem-i Şerif 'de kalmışlar. Nihayet,
müslümanlar tarafından oradan atılmışlar. Hz. Ebû Zerr'in gördüğü kadınlar bunlara
ibâdet ediyormuş. Bittabi İslâmiyet yeni zuhur ettiği için putlar henüz orada
imişler. Hz. Ebû Zer'in kadınlara evvelâ : «Bunları birbirine nikahlayın!»
diyerek onları tahkir etmiş. Sonra daha ağır konuşa-, rak : «Odun gibi şey...»
demiştir.
Hen : Şey,
demektir. Bu kelime her şey hakkında kuUanüabilirse de ekseriyetle fere ve
zekerden (yâni; erkekle kadının tenasül uzuvlarından) kinaye olur. Şu halde Hz.
Ebû Zer'in sözü fercin içine sokulmuş odun gibi mânâsına gelir. Bununla o îsaf
ve Nâi1e'ye sövmek istemiştir. Kadınlar bunu duyunca feryadı basmış : «Ah!
Bizim adamlarımızdan biri burada olsaydı, biz yapacağımızı bilirdik!» demek
istemişlerdir. Velvele ve çığlaklar içerisinde Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) "e tesadüf edince kendilerine :
«Ne öldü size?» diye
sormuş. Onlar da ; «Ka'be ile Örtülerinin arasında sapık bir adam bize ağza
alınmaz sözler söyledi.» diye dert yanmışlardır. «Ağzı dolduran söz»'den
murad; ağza alınmaz söz, daha çirkini bulunmayacak kadar kötü sözdür.
Hadîa-i şerif Hz. Ebû
Zerr'in faziletine delildir. Onun aracılığı ile bütün kavmi müslüman olmuş,
sonra onlara bakarak Eşlem kabilesi de İslâm'a girmiştir. Buna pek ziyade
memnun olan Resûl-i Ekrem (S allallohü Aleyhi ve Sellem), Gıfar ve Eşlem
kabilelerine ayrı ayrı dua etmiş :
«Gıfâra Allah
mağfiret buyursun! Esleme de Allah selâmet versin!» buyurmuştur.
133- (2474)
Bana İferahİm b. Muhanımed b. Ar'arate's-Sâmî ile Muhammed b. Hâtıra rivayet
ettiler. Hadîsin siyakı, itibariyle birbirlerine yakındırlar. Lâfız İbni
Ilâtim'indir. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Müsennâ b. Saîd, Ebû Cemre'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Mekke'de Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve SelUmı 'in bi'seti
Ebû Zerr'in kulağına gelince kardeşine :
— Hayvanına bin, şu
vadiye git ve kendisine semâdan haber gelir* diğini söyleyen şu adam hakkında
bana bilgi topla. Konuştuğunu dinle, sonra tana getir! demiş. Kardeşi yola koyulmuş
ve Mekke'ye gelmiş. Resulüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söylediklerini
dinlemiş, sonra Ebû Zerr'e dönerek:
__ Onu, iyi ahlâkı
emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki,
söz şiir değildir,
demiş. Ebû Zerr :
— Muradım hususunda tana şifâbahş
olamadın, demiş. Hemen azığım almış ve
içinde su bulunan bir tulumunu yüklenerek Mekke'ye gelmiş. Mescid'e vararak
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i aramış. Kendisini tammıyormuş. Onu
sormaktan da çekinmiş. Nihayet akşamı bulmuş ve yatmış. Derken onu Ali görmüş
ve bir yabancı olduğunu anlamış. Onu g'örünce peşine düşmüş ama birbirlerine
hiç bir şey sormamışlar. Tâ ki, sabah olmuş. Sonra (Ebû Zerr) tulumcağızını ve
azığııy yüklenerek mes-ejide çekilmiş. O gün de Öyle devam etmiş. Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) göremiyormuş. Nihayet akşam olmuş. O yine yattığı yere dönmüş.
Derken yanına Ali uğramış ve : Bu adama konağım bilme zamanı gelmedi mi?
diyerek onu kaldırmış. Ve beraberinde götürmüş. Birbirlerine hiç bir şey
sormuyorlarmış. Üçüncü gün gelince aynı şekilde lîareket
tmiş. Ali yine onu
kaldırarak beraberinde götürmüş. Sonra ona :
— Bana anlatmıyacak mısın? Seni bu beldeye
getiren nedir? demiş. Ebû Zerr :
— Beni irşâd edeceğine ahd-ü misak verirsen
(dediğini) yaparım, de-ıııİş. O da söz verme işini yapmış. Bunun üzerine Ebû Zerr
ona (niçin geldiğini) haber vermiş.
Ali:
— Gerçekten o haktır. Resûlülîah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) odur. Sabahladığın vakit beni tâkib et! Ben senin için
korkulacak bir şey görür-
em su dökermişim gibi
yapacağım; geçip gidersem arkamdan gel ve benim girdiğim yere gir! demiş. Ebû
Zerr de öyle yapmış ve Ali'yi takip ^derek yola düşmüş. Nihayet Ali, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kanına girmiş. Onunla birlikte Ebû Zerr de
girmiş. Artık onun söylediğini dinlemiş ve oracıkta müslüman olmuş. Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Kavmine dön de emrim
sana gelince onlara haber ver.»
buyurmuş.
— Nefsim
yed-i kudretinde olan
Allah'a yemin ederim
ki, onların arasında bunu
haykıracağım, demiş ve çıkarak mescide
gelmiş. Müteakiben var sesiyle:
__ Şehâdet ederim ki,
Allah'dan taşka ilâh yoktur. Ve Muhammed Allah'ın Resulüdür, diye bağırmış.
Müşrikler
ayaklanmışlar ve onu döşeğe düşürünceye kadar dövmüşler. Derken Abbâs gelerek
üzerine kapanmış ve :
— Yazıklar olsun size! Bunun Gıfâr kabilesinden
olduğunu ve tacirlerinizin Şam'a giden yolu bunlardan geçtiğini bilmez
miydiniz? diyerek kendisini onlardan kurtarmış. Ertesi gün yine bunun gibi
yapmış. Küifâr ayaklanarak yanına gelmişler ve kendisini dövmüşler. Yine Abbas
Üzerine kapanmış ve onu kurtarmış.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Menâkıb»'m bir iki yerinde tahric etmiştir.
Görülüyor ki : Bundan
önceki Abdullah b. Saraid rivâyetiyle bu rivayet arasında, araları
bulunamayacak kadar ihtilâf vardır.
Hz. Abdullah'in rivayetinde
Ebû Zer (Radiyallahu anh) 'in, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i
geceleyin Kâbe'yi tavaf ederken gördüğü ve otuz gün orada kaldıktan sonra
orada müslüman olduğu, bu müddet zarfında zemzem suyundan başka bir gıda
bulamadığı bildirilmektedir. İbni Abbâs rivayetinde ise yanında suyu ve
yiyeceği olduğu anlaşılıyor. Ve kendisini Hz. Ali b. Ebi Tâ1ib üç gece misafir
ediyor. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e götürerek orada müslüman
oluyor. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanından çıktıktan sonra
da yüksek sesle müslümanhğım ilân ediyor. Bunun üzerine müşrikler kendisini
feci.şekilde doğuyorlar.
Her iki rivayetin
senetleri sahihtir. İhtimal ki, Hz. Ebû Zer, Peygamber (Salfallahü Aleyhi ve
Sr1ltm)'i Kâ'be'nin yan-nda gördüğünde müslüman olmuş, Hz. Ali bunu
görmemiştir. Bu hâl ikinci defa ■K â'be 'ye geldiğinde Hz. Ali ile
buluşuncaya kadar gizli kalmış, sonra Al i(Radtyallahu anh)onu Peygamber
(Sallalîahü AleyhiveSe!lem)'e götürmüş ve Hz. Ebû Zer imanını yenilemiştir.
Ancak bu ihtimal zayıftır. «Müslim» sarihlerinden.
Übbî :
«Hadîs sarihlerinden bu çatılmaya tenbihde bulunan kimse görmedim.» diyor.
«Buhârî» şârihi Aynî
dahî iki rivayet arasındaki fazla müğayo-rete temas etmiş : «Lâkin İbnü Abbâs
rivayetini kısadan kesmiştir, denilmek suretiyle aralarını bulmak mümkündür.»
demiştir. Hz A1i'nin: «Bu adamın evini bilmesi Zamanı gelmedi mi?» sözü: Muayn
bir yeri olduğunu bilmiyor mu? manasınadır. Yahut bu sözüyle onu evime davet
ettiğini anlatmak istemiştir.
Ebû Zer (Radiyallahu
anh) ile babasının adları hususunda çok ihlâf vardır. Bazılan Cündeb b. Cünâde
'dir; bir takımları erir b. Cündeb 'dir demiş; Cündeb b. Seken olduğunu
söyleyenler bulunmuş; daha başka isimlerden bahsedilmiş ise de, m'eşhur olan
ismi Cündeb b. Cünâde 'dir. Hz.Ebû Zer otuz iki tarihinde Medine köylerinden
Rabeze'de vefat etmiş, renazesini tesadüfen oradan geçmekte olan İbni Mes'ûd
(Radiyallahu rıh) kaldırmıştır.
134- (2475)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HâHd fc. Abdillah,
Beyan'dan, o da Kays b Ebî Hâzim'den, o da Cerir b. Abdll-İRh'dan naklen haber
verdi. H.
Bana Abdul-Hamid b.
Beyân da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize HâHd, lieyân'dan naklea rivayet etti.
(Demiş ki) : Kays b. Ebî Hâzim'i şunu söylerken işittim. Cerir b. Abdillah dedi
ki, Müslüman olduğumdan beri Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) beni yanına
girmekten men etmemiş, Beni gördüğü ıaman da mutlaka gülmüştür.
135- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' ile Ebû
Üsânıe, İsmail'den rivayet ettiler. H.
Bize tbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdullah b, tdris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İsmail, Kays'dan, o da Cerir'den naklen rivayet etti. Cerir şoyîc demiş :
Müslüman olduğumdan beri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) teni yanma
girmekten men etmemi*}, beni gördüğü zaman da mutlaka yüzüme gülümsemiştir.
İhnü Nümeyr, İbni
İdris'den rivayet ettiği hadîsinde şunu ziyâde etmiştir : «Hakikaten at
üzerinde duramadığımı kendisine şikâyet ettim de eliyle göğsüme vurdu ve :
— AHahım bunu sâbİt
kıl! Bunu hâdî Mehdî eyle! dîye dua etti.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Cihâd» ve «Kİtâba'l-Edeb»'de; Tirmizî ile Nesâî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de;
İbni Mâce «Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hz. Cerir'in : «Beni
gördüğü zaman da mutlaka gülmüştür.» sözünden muradı; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin gülümsemesidir. Nitekim ikinci rivayette sarahaten tebessüm
buyurduğu bildirilmiştir. Peygajmber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ona bir
lütuf ve ikram olmak üzere yapmıştır. Kendisini hiç bir zaman geri çevirmeyip,
daima evine kabul1 buyurması da ayrı bir ikramdır. Bu rivayetler Hz. Cerîr'in
faziletine delildirler.
Cerîr (Radiyallahu anh),
Yemenli 'dir. Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüşmek üzere yola
çıktığı vakit. Peygamber (Sallallahü Aleyhi vt Sellem);
«Size Yemenlilerin en
hayırlısı geliyer...» buyurarak onun gelmekte olduğunu ashabına haber vermiş ve
yine onun hakkında :
«Bir kavmin büyüğü
size geldiği vakit ona ikram edinl» buyurmuştur. Cerîr (Radiyallahu anh), Übbî'ye
göre Peygamber (Sallallahiİ Aleyhi ve Sellemyin vefatından kırk gün evvel
müslüman olmuştur. Fakat Kastalânî bunun söz götürdüğünü söylemiş. Cerîr'in
veda hac-emda bulunduğunu kaydettikten sonra : *Bu ise Peygamber (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem)'m vefatından seksen günden fazla önce idi.» demiştir. Hz.
Cerîr kavminin reisi idi. Bundan dolayı Ömer (Radiyallahu anlı) kendisine :
«Cahiliyette de, İslâm'da da reis olmakta devam ettin.» demiştir.
Hâdî:
Başkasına doğru yolu gösteren; Mehdi: Kendisi doğru yolu bulan mânâsına gelir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selietn) bu sözüyle onun mükemmel bir insan olmasına dua etmiştir.
1- İnsanlara
karşı güler yüzlü olmak Peygamberlerin ahîâkındandır. Bu hâl yüklenmeye münafî
olup, sevgi ve saygıyı celbeder.
2- Binicilik
faziletli bir iştir. Onu büyük küçük herkesin öğrenmesi gerekir.
3- Büyük bir
zâta veya âlime bir insan işarette bulunduğu vakit, onun üzerine elini
koymasında bir beis yoktur. Bu tevazudan maduddur.
4-
Hadîs-i şerif, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemYin
duası kabul edildiğine de delildir.
Çünkü Hz. Cerîr'in bundan sonra hiç
bir zaman attan düşmediği rivayet olunmuştur.
136- (2476)
Bana Abdu'I-Hamid b. Beyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Beyan,
Kays'dan, o da Ccrîr'den naklen haber verdi. Cerîr şöyle demiş : Calıiliyet
devrinde Zülhalasa denilen bir ev vardı. Ona Yemen'in Kâ'be'si ve Şam'ın
Kâ'be'si denilirdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Sen beni bu
Zülhalasadan ve Yemen'in Şam'ın kâbesinden kurtarır mısın?» dedi. Hemen Ahmes
kabilesinden yüzelli kişi ite ona gittim. Ve evi yıktık, yanında bulduklarımızı
da öldürdük. Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe gelerek
kendisine haber verdim de, bize ve Ahmeslilere duâ buyurdu.
137- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, İsmail b. Ebî
Hâlid'den, o da Kays b. Ebî Hâzim'den, o da Cerîr b. Abdillah El-Becelî'den
naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem):
«Yâ Cerir! Beni
Zülhalasacîan kurtarmaz mısın?» buyurdu. (Yâni) Has'am'ın evinden ki, buna
Yemen'in Kâ'be'si denilirdi. Hemen yÜzeili altı ile gittim. At üstünde duramıyordum.
Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)''e andım da eliyle göğsüme
dokundu. Ve:
«Allah'ım! Bunu sabit
ktl! Bunu Hâdî Mehdî eyle!» diye duâ etti. Râvi diyor ki: Cerîr gitti ve o evi
ateşle yaktı. Sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)'e bunu müjdelemek için bir adam gönderdi. Bu adam
Ebû Ertât künyesini taşırdı. Bizdendi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e gelerek:
— Onu gıcikli deve
gibi bırakmadıkça sana gelmedim, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
de Ahmes atlarına ve erkeklerine beş defa bereket duasında bulundu.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhanımed b.
Abbâd dahî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bize İbnü Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Mer-vân (yâni El-Fezâri) rivayet etti.
H.
Bana Muhammed b. Kâfi'
dahî rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
İsmail'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Mervan'in hadîsinde : «Cerîr'in
müjdecisi Ebû Ertât Husayn b. Rabîa, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Se!lem)'e
müjdeye geldi.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Cihâd» ve «Meğâzî» bahislerinde; Ebû Dâvud «Cihâd»'da; Nesâî «Siyer» ile
«Elyevm Velleyle» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Zülhalasa :
Has'am kabilesine ait bir ev idi. Ona Yemen'in Kâbe‘si derlerdi. İbni Esîr onun
Devs kabilesine ait bir put olduğunu söylemiştir. Devs kabilesi bu puta taparlarmış.
İbnü Dıhye bunun Devs , Has'am ve Büceyle kabilelerine âit bir put evi olduğunu
söylemiştir.
Hadîsin «Yemen
Kâ'be'si, Şam Kâ'be'si...» tâbirlerinde şüpheye düşürücü bir kapalılık vardır.
Bunlardan murad şudur : Zü1ha1asa'ya Yemenin Kâ'be'si, Mekke 'deki Kâbe-i
Muazzama 'ya da Şam 'm Kâ'be'si
derlerdi.
Kaadî Iyâz: «Şam'ın
Kâ'be'si» tâbirinin râvilerden biri tarafından yanlışlıkla dercedildiğini
söylemiş ve : «Doğrusu bunu atmaktır. Hadîsi Buhârî de bu isnadla zikretmiş,
fakat onda bu ziyade ve vehim yoktur.» demiştir. Nevevî ise Kaadî Iyâz 'm
mütalâa-. sına iştirak etmemiş : «Bu sözün te'vili mümkündür. Ve : Sen beni
halkın Yemen'in Kâ'be'si, Şâm'ınâ'be'si sözlerinden kurtarır mısın? takdirindedir.» demiştir.
Gicikli deve
tâbirinden murad ; Bu hastalıktan dolayı katranla yağlanıp simsiyah olan
devedir.
1- Halkı
fitneye düşüren bina, insan ve hayvan gibi şeyler zararsız hale getirilir.
2- Hükümdara
fetih müjdecisi göndermek müstehabdır.
3- Orduya
dua etmek meşrudur.
4- Haberi
Vâhid makbuldür.
138- (2477)
Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Bekr b. Nadr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Hâşim b. Kaâsım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Verkaâ' b. Ömer El-Yeşkürî
rivayet etti. (Dedi ki) : Uheydullah b. Ebî Yezid'i, İbnu Abbas'dan naklen
rivayet ederken dinledim ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) helaya
geldi. Ben de onun için abdest suyu koydum. Çıktığı vakit:
«Bunu kim koydu?» diye
sordu. Züheyr'in rivayetinde İbni Abbas dediler. Ebû Bekr'in rivayetinde ise :
— Ben: İbni
Abbas! dedim.
«Allah'ım, bunu fakih
öyle!..» buyurdular, demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Vudu»'da; Nesâî «Menâkıb» bahsinde tahric etmişlerdir.
Fakîh'dan murad din
âlimidir. ResûKiIlah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)ıin duâsma sebep Abdullah b.
Abbâs (Radiyallahû anh) da gördüğü zekâ Ve kabiliyettir. Çünkü Hz. Abdullah
küçük çocuk olmasına rağmen kolaylığı düşünerek suyu helanın yanma koymuştur.
Uzak bir yere-koysaydı, suyu aramaya veya istemeye muhtaç olurdu. Bu ise ona
meşakkat verirdi. Suyu yanma götürmüş olsa kazayı hacet ederken hâline muttali
olurdu. Bu düşünce ile hareket ettiğini görünce U&sû\aWah.(SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) onun son derece zeki olduğunu anlamış ve kendisine duada
bulunmuştur.
1- Âlim bir
zâta emri olmaksızın hizmet ve riâyet etmek caizdir.-
2- Dua ile
mükâfatta bulunmak müstehabehr.
3- Yıkanılacak
yere hizmetçinin su götürmesi mekruh değildir. Yalnız edeb ve terbiye bu işi
küçük hizmetçilerin görmesini gerektirir.
4- Haclîs-i
şerîf Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltetn) 'in duasının kabulüne
kat'iyetle delildir. Çünkü Hz.
İbni Abbâs bu dua bereke-tiyle en büyük din âlimi
olmuştur.
5- Hadîs-i
şerif fıkhın faziletine de delildir.
139- (2478)
Bize Elu'r-Rabî' Ei-Atekî ile Halef b. Hişâm ve Ebû Kâmil El-Cahderî hep birden
Hammad b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebu'r-RaM* dedi ki: Bize Hammad b. Zeyd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Rü'ya-da gördüm ki, elimde bir kalın İpek parçası
varmış. Cennetten bir yer istemeye göreyim, hemen oraya uçuyordu. Ben bunu
Iîaîsa'ya anlattım. Hafsa da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setîem) 'e anlattı
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben Abdullah'ı sâlih
bir adam olacak görüyorum.» buyurdular.
140- (2479)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Abd'indir.
(Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer,
Zührî'den, o da Sâlim'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş)
: ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayatında bîr adam rü'ya gördü
mü onu ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatmayı temenni ettim. Genç,
bekâr bir delikanlı idim. ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında
mescidde yatardım. Rü'ya-da iki meleğin beni alıp cehenneme götürdüklerini
gördüm. Bir de baktım, cehennem kuyu çevresi gibi çevrilmiş; hem kuyu direği
gibi iki direğ var. İçinde de bir takım insanlar var ki, onları tanıdım. Hemen
Cehennemden Allah'a sığınırım; Cehennemden Allah'a sığınırım; Cehennemden
Allah'a sığınırım, demeğe başladım. Derken o ki meleği (başka) bir melek
karşıladı. Ve bana : Korkma! dedi. Ben bu rü'yayı Hafsa'ya anlattım. Hafsa da
onu ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}:
«Abdullah ne iyi adam!
(Bir de} Geceleyin namaz kılsa!» buyurdular.
Salim demiş ki; bundan
sonra Abdullah geceleyin pek az uyurdu.
(...) Bize
Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Firyâbî'nin
dâmâdı Musa b. Hâlid, Ebû İshâk EI-Fezârî'den, o da Ubeydullah b. Ömer'den, o
da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Mescidde
yatıyordum. Ailem yoktu. Rü'yada gördüm ki, sanki beni bir kuyuya götürdüler...
Ve Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den naklen Zührî'nin Sâlim'den, onun da
babasından rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir.
Bu hadîsin ikinci
rivayetini Buhârî «Kitâbu't-Tehcccüd»'de tah-ric etmiştir.
Salih adamdan murad;
Allah'ın hududunu ve kulların hukukunu bilip, gereğini yapan kimsedir.
Kurt ubî diyor ki :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Abdullah 'm rü'yasım güzel bir
şekilde yorması, evvelâ cehenneme arzedilip, sonra ondan kurtarıldığı içindir.
Kendisine : Korkma! denilmiştir. Bu onun salâhından dolayıdır. Bir kusuru
geceleyin kalkıp namaz kıl-marnasıdır. Abdullah bu rü'yadan, gece namazının insanı
cehennemden koruyan şeylerden olduğunu anlamış, onun için bir daha gece namazını
terketmemiştir. El-Mühelleb'de: «Bundaki sır Abdullah'ın mescidde yatmasıdır.
Mescidin hakkı ise içinde ibâdet edilmektir. İşte Cehennemle korkutulmak
suretiyle kendisine bu tenbih edilmiştir.» diyor.
Übbî 'nin beyânına
göre Hz. Câbit b. Abdullah onun hakkında şunu söylemiştir : «Bizden hiç bir
kimse yoktur ki, dünya ona, o dünyaya meyletmesin. Yalnız Ömer'le oğîu Abdullah
müstesna!»
Mihranda : «Biz
Abdullah b. Ömer'den daha vera' ve takva sahibi İbni Abbâs'dan daha âlim kimse
görmedik.» demiştir.
1- Mescidde
yatmakta kerahet yoktur.
2- Salih
rüya görmeyi istemek caizdir.
3- Rüyada
melekler görünüp rüya sahibini uyarabilirîer.
4- Müslümanm
kusurlarım örtmek ve gıybetinden vaz geçmek gerekir. Çünkü Hz. Abdullah b.
Ömer cehennemde bazı insanları görüp
tanıdığı halde gıybet olmasın diye kim olduklarını bildirmemiştir.
5- Kadına
rüya anlatılabilir.
6- Gece
namazı cehennemden kurtarıcıdır.
7- Hadîs-i
şerif Hz. Abdullah b. Ömer'in ve gençlikte yapılan ibâdetin .faziletine
delildir.
141- (2480)
Bize Muhammed t. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki)
: Katâde'yi» Enes'den, o da annesi Ümnıü Süleym'den naklen rivayet ederken
dinledim. Ümnıü Süleym :
— Yâ Resûlallah! Enes
hizmetçİndir. Onun için Allah'a dua buyur! demiş. Bunun üzerine:
«Allah'ım, bunun
malını ve evladını çoğalt! Ona verdiklerinde kendisine bereket ihsan
eyle!» diye dua buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Enes'i şunu
söylerken işittim : Ümmü Süleym :
— Yâ Resûlallah! Enes hizmetçİndir... dedi.
Ve râvi yukarîd hadîs
gibi nakletmiştir.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm b. Zeyd'den rivayet etti. (Demiş ki) :
Enes b. Mâlik'i yukarki hadîs gibi rivayet ederken işittim.
142- (2481)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şint b. Kaasim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman, Sâbit'ten, o da Ehes'den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi. Evde
ben, annem ve teyzem Ümmü Haram'dan başka kimse yoktu. Annem :
— Yâ Resûlallah!
Hizmetkârcığındir! Onun için Allah'a duâ et! dedi. O da benim için her hayrı
duâ etti. Bana ettiği duanın sonunda şu sözü d; vardır :
«Allah'ım! Bunun
malını ve evlâdını çoğalt. Kendisine onda bereket ihsan eyledi
143-(-) Bana
Ebû Ma'n Er-Rakâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İkrime rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ishâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Enes rivayet etti. (Dedi ki) : Beni annem Ümmü Enes,
ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)*e getirdi. Beni baş örtüsünün yarısını
izâr, yansını da ridâ [20] yapmıştı.
— Yâ Resûlallah! Bu
oğlum Enes'cikdir. Onu sana getirdim. Sana rjizmet eder. İmdi onun için Allah'a
duâ et! dedi. Bunun üzerine :
«Allah'ım! Bunun
malını ve evlâdım çoğalt!» diye duâ
etti.
Enes demiş ki: Vallahi
malım pek çoktur. Çocuklarım ve çocuklarımın çocuklarının sayısı ise bugün yüz
civarındadır.
144- (...)
Bize Kuteybe b. SaH rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer (yâni İbni Süleyman)
Ebû Osman El-Ca'd'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet
etti. (Dedi ki) : ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geçti de annem Ümmü Süleym onun sesini
işitti. Ve :
— Annem, babam sana
feda olsun ya Resûlallah! Enes'cik... dedi. Bunun üzerine ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) benim için üç şey duâ etti. Bunların ikisini dünyada gördüm;
üçüncüyü de âhirette ummaktayım.
Bu hadîsi buha rî «Kitâbu'd-Deavât»'ın birkaç yerinde
tahric etmiştir.
Hz. Enes'in annesi
Ümmü Süleym oğlunun ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in hizmetinde
olduğunu arzederek ona duada bulunmasını reca etmiş, o da Enes için Cenâb-ı
Hak'dan üç şey dilemiştir. Bunların birincisi malının çok olmasıdır. Filhakika
malı çoğalmış ve zengin olmuştur. Hattâ Basra'da senede iki defa yemiş veren
bir bahçesi olduğu ve içindeki çiçeklerden etrafa mis kokusu yayıldığı rivayet
edilir. İkincisi evlâdının çokluğudur. Bu duâ bereketiyle Enes (Radiyallahu
anh)'m yüzyirmi çocuğu dünyaya gelmiştir. Bir rivayette ikisi kız, olmak üzere
seksen çocuğu olmuştur. Üçüncüsü hakkında Enes (Radiyallahu anh) : «Bunu
âhirette göreceğimi umarım» demiştir.
«Buhârî» şârihi Aynî
üçüncü duanın uzun ömür istemesi olduğunu söylemiştir. Fakat bu da diğer ikis
gibi dünyaya aiddir. Âhirette umduğu bunlardan başka olacaktır.
Filhakika Hz. Enes çok
yaşamış, bir rivayette yüzyirmi, diğer bir rivayette yüzüç, başka bir rivayette
yüzyedi yaşında vefat etmiştir.
1- Allah'dan
zenginlik ve çok evlâd istemek caizdir.
2- Hadîs-i
şerîf, Peygamber (Sallallah'û AUyhive Sellem) 'in duasının kabulü hususunda Peygamberliğinin
alâmetlerindendir.
3-
Zenginliğin fakirlikten makbul olduğunu iddia edenler bu hadîsi delil
göstermişlerdir.
4- Hadîs-i
şerîf Hz. Enes'in faziletlerine delildir.
145- (2482)
Bize Etû Bekr b. Nafi' rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Beliz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den naklen haber
verdi. (Şöyle demiş) : Ben çocuklarla oynarken Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi
ve Sellem) yanıma geldi. Bize selâm verdi. Ve beni bir hacete gönderdi. Bu
sebeple annemin yanına dönmekte geciktim. (Eve) Geldiğim vakit annem :
— Niye geciktin? diye sordu.
— Beni Resûlüllah (Salktllahü Aleyhi ve
Sellem) bir hacete
gönderdi, dedim.
— Haceti ne imiş? diye
sordu.
— O sırdır! dedim,
— Sakın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)"m sırrını kimseye söyleme! dedi.
Enes: «Vallahi bunu
bir kimseye söyleyecek olsam sana söyledim ya Sâbît!» demiş.
146- (...)
Bize Haccac b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ârim b. Fadl rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Babamı Enes b.
Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş : Nebiyyulluh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bir sır söyledi, ondan sonra bu sırrı
kimseye haber vermedim. Onu bana Ümmü Süleym de sordu ama ona da haber
vermedim.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-İstizan»'da tahric etmiştir.
Bazıları bu sırrın
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kadınlarına ait olduğunu söylemiş
: «Bilinmesi gereken bir şey Gİsa Hz. Enes 'in onu gizlemesi caiz olmazdı.»
demişlerdir. Hz. Enes'in mezkûr sırrı annesine söylememesi bu husûsda mübalâğa
içindir. Annesinden gizleyince, backalarma sö'ylemiyeceği evleviyette kalır.
1- Zarar
vermeyen husûsatta çocuklara arkadaşlarıyle oyuna müsaade etmek caizdir. Bu kazıyyenin
aksini alırsak, zarar verdiği
takdirde müsaade olunmayacağı meydana çıkar. Ki bugün bu mesele her müslu-man
aileyi acı acı düşündüren bir musibet hâline gelmiştir. Çünkü oyun için sokağa
salman çocuğa zararsız arkadaş bulmak imkânsız gibidir. Çocuk birkaç gün
zarfında sanki o aileden değilmiş gibi değişebilmekte, o büyüdükçe yeni yeni
edindiği menfi ahlâk da beraber büyümektedr. Bu bâbda söz uzundur. Biz müslüman
anne ve babalara bu husûsdaki vazifelerinin pek büyük olduğunu hatırlatmakla
iktifa ederiz.
2- Hz. Enes
'in bir sırrı annesinden bile gizlemesi, küçük yaşta olmalına rağmen akıl ve
ilminin kemâline delildir.
147- (2483)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. İsâ rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Mâlik, Ebu'n-Nadr'dan, o da Âmir Sa'd'dan naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Babamı şunu söylerken işitim : Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) Ji yürüyen bir canlı için: »Bu cennettedir» derken işitmedim. Yalnız
Abdullah h. Selâm için (soylediği)
müstesna!
Bu hadîsi Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar»
bahsinde; Nesâî «Ki-tâbu'l-FedâiKde tahric etmişlerdir.
Ulemâdan bazıları :
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Sa'd dahil olmak üzere on zâtı sağlıklarında cennetle
müjdelediği halde Sa'd bu sözü nasıl söyleyebilmiştir!» demişlerdir. Hattâbî
buna cevâb vermiş: «Sa'd (Radiyallahu anh) kendisini tezkiyeden çekinmiş, ün
kardeşi için gördüğü hakkı kendinde görememiştir» demiştir.
Bu husûsda Nevevî
şunları söyler: «Peygamber (SaUaliahiİ Aleyhi ve Sellem)'in :
«Ebû Bekr cennettedir;
Ö'mer cennettedir; Osman cennettedir ve Aİi cennettedir...» buyurarak on zâtı
sonuna kadar saydığı sübut bulmuştur. Hz. Hasan'ia Hüseyn'in cennet gençlerinin
efendileri olduğunu Ukâşe ile Sabit b. Kays ve başkalarının da bunlar arasında
bulunduğunu haber verdiği dahî sübût bulmuştur. Fakat bu Sa'd'm sözüne muhalif
değildir. Çünkü Sa'd onun başkalarını cennetle müjdelemesinin aslını inkâr
etmemiş, sadece ben işitmedim, demiştir...»
Hz. Abdullah b. Selâm
cennetle müjdelenen bahtiyarlardan biridir. Cahiîiyyet devrinde ismi Husayn imiş.
Bilâhere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine Abdullah İsmini
vermiiştir.
148- (2484)
Bize Muhammed b. Müsennâ Eİ-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Muâz
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Avn, Muhammed b. Sîrîn'den, o da
Kays b. Ubâd'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Medine'de bîr takım
insanların içinde bulunuyordum. Aralarında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in ashabından bâzıları da vardı. Derken yüzünde huşu'dan eser bulunan
bir zât geldi. Cemaattan bazısı:
— Bu cennetliklerden bir zâttır; bu
cennetliklerden bir zâttır, dedi. Bu zât caiz olacak kadar okuyarak iki rek'at
namaz kıldı, Sonra çıktı.
Ben de peşine düştüm.
Ve evine girdi. Ben de girdim. Biraz konuştuk. Bana kalbi yatışınca kendisine
şunu söyledim :
— Biraz önce sen girdiğin vakit bir adam şöyle
şöyle dedi. Şunu söyledi :
— Sübhânellah! Hiç bir kimseye bilmediği bir
şeyi söylemek yakışmaz. Bunu niçin söylediğini
sana anlatayım: Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) zamanında
bir rüya gördüm de, onu kendisine anlattım. Kendimi bir bahçede gördüm. —Abdullah burada bahçenin
genişliğini, çimenini ve
yeşilliğini anlatmış.— Bahçenin
içinde demirden bir vardı ki, alt kısmı
yerde, üst kısmı gökte idi. Tepesinde bir kulp vardı. Bana : Buna çık! denildi.
Ben ona: Yapamam! dedim. Derken lana bir nıinsaf geldi. (İbni Avn : Minsâf, hizmetçidir, demiş.) Ve
arkamdan elbisemi tutarak kaldırdı. —Abdullah kendisini arkasından tutarak
kaldırdığını eliyle tarif etmiş. — Ben de çıktım. Tâ direğin tepesine vardım
ve kulpdan tuttum. Bana : Tutun! denildi. Bir de uyandım ki, kulp elimdedir. Bu
rü'-yayı Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)''e anlattım da:
«O bahçe İslâm'dır. Bu
direk de İslâm'ın direğidir. Kulp da Urve-i Vüs-ka'dır. Sen ölünceye kadar
İslâmiyet üzere kalacaksın!» buyurdular. Râvi: Bu adam Abdullah b. Selâm'dır,
demiştir.
149- (...)
Bize Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele b. Ebî Revvâd rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Haremi b. Umarc rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Kurre b. Hâlid, Muhammed b.
Sîrîn'den rivayet etti. (Demiş ki) : Kays b. Ubad şunu söyledi : İçlerinde Sa'd
b. Mâlik ile İbnü Ömer de bulunan bir halkada idim. Derken (oraya) Abdullah b.
Selâm uğradı. Cemâat:
— Bu cennetliklerden bir zâttır, dediler. Ben
hemen kalkarak kendisine :
— Bunlar şöyle şöyle dediler, dedim. Şu
karşılığı verdi :
— Sübhanellah!
Onlara bilmedikleri bir şeyi
söylemek yakışmazdı. Ben sadece
rüyamda gördüm kî : Yeşil bir bahçenin içine bir direk konulmuş ve oraya
dikilmiş. Tepesinde bir kulp var. Aşağısında da bir min-saf! —Minsaf, hizmete yarayan
küçük çocuk demektir.— Bana: Buna çık!
denildi. Ben de çıktım. Tâ kulpu tuttum. Bu rü'yayı Resûlüllah
(SaiiallahU Aleyhi ve Sellem) anlattım da, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Abdullah Urve-i
Vüska'dan tutunmuş olarak Ölecek!»
buyurdular.
150- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd İle İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir.
(Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Süleyman b. Müshir'den, o da Haraşa
b. Hur'dan naklen rivayet etti, (Şöyle demiş) : Medine'nin mescidinde bir
halkada oturuyordum. Halkada güzel kıyafetli bir ihtiyar vardı. Ki bu zat
Abdullah b. Selâm'dı... Oradakilere güzel bir şey anlatmaya başladı. O kalktığı
vakit cemâat:
— Kim cennetliklerden bir zât görmek isterse
şuna bakıversin! dediler. Ben (kendi
kendime) : Vallahi bunun peşine takılacağım ve mutlaka evinin yerini
öğreneceğim, dedim. Ve peşine düştüm. Yola koyuldu, hattâ az daha Medine'den
çıkıyordu. Sonra evine girdi. Ben de yanma girmek için izin istedim. Bana izin
verdi. Ve :
— Hacetin nedir ey kardeşim oğlu? diye sordu.
Kendisine :
— Cemâati dinledim. Sen kalktığın vakit senin
için kim cennetliklerden bir zât görmek isterse şuna bakıversin, dediler.
Benim de seninle beraber olmak hoşuma gitti, dedim. Şunu söyledi:
— Cennetlikleri Allah bilir. Ben sana bunu
niçin söylediklerini anlatayım. Bir defa ben uyurken anîden bir adam gelerek
bana: Halk! dedi,
Ve elimden tuttu.
Onunla beraber yürüdüm. Bir de ne göreyim, soluma düşen bir takım
caddelerdeyim! O caddeyi tutmaya kalkıştım. Bana : Onu tutma! Çünkü o
solcuların yollarıdır, dedi. Baktım sağ tarafımda dosdoğru bir takım caddeler
var. Bana : Bu caddeyi tut! dedi. Ve beni bir dağa getirerek (buna) : Çık!
dedi. Ben çıkmak istedim mi kıçımın üzerine düşmeye başladım ve bunu defalarca
yaptım. Sonra beni götürdü. Nihayet benimle bir direğe vardı ki, başı gökte,
alt kısmı yerde idi. Tepesinde bir halka vardı. Bana : Bunun üzerine çık, dedi.
— Ben buna nasıl
çıkabilirim; onun başı göktedir, dedim. Bunun üzerine elimden tutarak beni
attı. Bir de baktım halkada asılıyım. Sonra direğe vurdu. Direk yıkıldı. Ben
sabaha kadar halkada asrlı kaldım. Hemen Peygamber (Sallaliaiıü Aleyhi ve
Sellem} 'e gelerek bu rü'yayı ona anlattım. Şöyle buyurdular :
«Solunda gördüğün
yollar, solcuların yollarıdır. Sağında gördüğün yollar ise, sağcıların
yollandır. Dağ, şehidîerin yeridir. Sen ona asla çıkamazsın. Direk ise,
İslâm'ın direğidir. Kulpa gelince, o İslâm'ın kulpudur. Sen ölünceye kadar ona
tutunmuş kalacaksın.»
Bu hadîsi Buhârî
«Menâkıbu'l-Ensâr» ve «Tefsir» bahislerinde tahric etmiştir.
Hz. Abdullah'in: «Hiç
bir kimseye bilmediği bir şey söylemek yakışmaz» sözü kendi hakkında
söylenenleri red ve inkârdır. Yâni halka-hda oturanların kat'î bir lisanla : Bu
zat cennetliktir, demelerini kabul etmemiştir. Aynî diyor ki: «İhtimal bu
zevat Abdu11ah'ın cennetlik olduğunu bildiren haberi duymuşlar; Abdullah
duymamıştır. Yahut tevazuundan bununla meth-ü sena edilmesini iyi görmemiştir.
Yahut maksadı: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde bir rüya
gördüm de o böyle bir şey söyledi. Ama bu kat'î surette benim cennetlik
olacağıma nass değildir, demek istemiştir. Reddetmesi bundandır.»
«Bir de uyandım ki,
kulp elimdedir...» cümlesiniKastaîânî : «Kulbu elimden bırakmadan uyandım»
mânâsına te'vîl etmiştir. Ona göre bu söz uyandığım zaman kulp elimde idi
mânâsına gelmez. Aynî de buna yakm sözler söylemiş ve : «Her halde uyandığı
zaman eli bir şey tutar gibi yumuk imiş. Bununla beraber uyandığı zaman kulbun
hakikaten elinde olduğunu iltizam etmekte de hiç bir mahzur yoktur. Çünkü
Allah'ın kudreti bu gibi şeylere şâmildir» demiştir. Yine Aynî 'nin beyânına
göre İslâm'dan murad dine taalluk eden her şeydir. Direkten maksad İslâm'ın
şartlarını teşkil eden beş şey, yâni Kelime-i şehadet, namaz, rekât, "oruç
ve hac'dır. Bununla yalnız Kelime-i şehadet de murad edilmiş olabilir [21]
Urve~i Vüskanm lügat
mânâsı sağlam kulp demektir. Burada ondan
murad imandır.
Hz. Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Abdullah b. Se1âm‘a gehid olamıyacağını,
fakat müslüman olarak Öleceğini söylemesi müstakbele ait birer mucizedir.
Nitekim Hz. Abdullah, Medine 'de istikâmeti hal üzere vefat etmiştir.
151- (2485)
Bize Amru'n-^akıd ile İshâk b. İbrahim Ye tbnü Ebî Ömer hep birden Süfyân'dan
rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize SÜfy&n b. Uyeyne, Ztihrî'den, o da
Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Hassan mescidde şiir
söylerken Ömer yanına uğramış ve gözünün ucuyla onu süzmüş. Bunun üzerine
Hassan :
— Ben bu mescidde
senden daha hayırlısı varken de şiir okuyordum, demiş. Sonra Ebû Htireyre'ye
dönerek : Allah aşkına söyle, Resâlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i:
«Benİm namıma sen
cevab ver! Allah'ım bunu ruhu'Ukudûs ile
îe'yid buyur!» derken işittin mi? diye
sormuş. Ebû Hüreyre : — Allah'ım evet! cevâbım vermiş.
(...) Bize
bu hadîsi Ishâk b. İbrahim ile Mulıanımed b. Râîi' ve.Alad b. Hum ey d
Abdürrezzâk'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da İbni
Müseyyeb'den naklen haber verdi ki, Hassan, içlerinde Ebû Hüreyre'nin
bulunduğu bir halkada :
— Senden Allah aşkına
istiyorum ey Ebâ Hüreyre! Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem;'i işittin
mi? demiş.
Ve râvi yukarki
hadîsin mislini ııakletmişür.
152- (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb Zührî'den naklen ha1 er verdi.
(Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman haber verdi ki: Hassan b. Sabit El-Ensârî'yi
Ebû Hüreyre'yi Şald çağırırken işitmiş. Hassan :
— Allah aşkına söyle, Peygamber (Sallalkıhü
Aleyhi ve S?!lem)'i:
«Yâ Hassan! Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Selle m) namına cevap ver! Allah'ım! Bunu ruhu'l-Kudüs
ile te/y'd buyur.» derken işittin mi? demiş. Ebû Hüreyre :
— Evet! cevabın vermiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Bed'ü-l-Halk» bahsinde tahric etmiştir.
Hassan b. Sabit
EI-Ensârî Muhadramin'deridir. (Yâni; hem Cahüiyyet devrinde, hem de İslâm'da
yaşayanlardandır.) Yüz yirmi sene yaşamış, bunun yarısını Câhil.iyyet
devrinde, yarısını da İslâm'da geçirmiştir. Babasıyle iki ceddinin de
yüzyirmişer sene yaşadıkları rİvâyet olunur. Künyesi Ebû'1-Ve1îd yahut Ebû
Abdurrahman'dır. Ebû Ubeyde onun hakkında şunları söylemiştir : «Hassan 'in
şâir şeyler üzerine üç cihetle üstünlüğü vardır :
1- Gerek
Cahüiyyet, gerekse İslâmiyet devirlerinde ensârm şâiriydi.
2- İslâmiyet devrinde
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem) 'İn nübüvvet hakkında şâiri idi.
3- İslâmiyet
devrinde bütün Arabların şairi idi.»
1- Mubah
şiiri mescidde okumak caiz, İslâm'ı ve müslümanları medh, kâfirleri hiciv veya
tahkir eden şiiri okumak ise müstehabdır. Hz. Hassân'm şiirleri bu nevidendi.
2- Eu
neviden şiir söyleyenlere duâ etmek müstehabdır.
3- Küffârdan
yardım dilemek caizdir.
4-
Ruhu'l-Kudûs 'den murad Cibril 'dir.
153- (2486)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şube Adiy'den, (bu zat İbni Sâbit'-tir.) rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Bera' b. Âzib'i dinledim. (Dedi ki) : Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi
ve Sc!lem)'\, Hassan b. Sâbit'e :
«Onlara hicvet!» Yahut
«Cibril beraberinde olduğu halde, onlara mu-hacât eyle!» buyururken işittim.
(...) Bana
bu hadîsi Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman rivayet
etti. H.
Bana Ebû Bekr b. Nâfİ'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder rivayet etti. H.
Bize Jbni Beggâr da
rivayet etti. (Dedi ki) : Biae Muharnuıed b. Cafer ile Abdurrahman rivayet
ettiler.
Bu râvİlerin hepsi
Şu'be'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Bed'û'1-Halk»,, «Edeb» ve «Meğazî» bahislerinde; Nesâî «Kitûbu'1-Gaza» ve
«Kitâbu'I-Menâkıb»'de tahric etmişlerdir.
Hecv ve Muhacât: Aynı
mânâya gelen kelimelerdir. Yalnız babları değişiktir. Mânâları ayıplarını
yüzüne vurarak tahkir etmektir. Râvi bu iki kelimeden hangisini söylediğinde
şekketmiştir, Cibril'in beraberliğinden murad; ona yardım etmesidir.
Hadîs-i şerif
kendilerine emân verilmeyen kâfirlere -hiciv ve tahkirde bulunmanın caiz olduğuna,
Hz. Hassân'ın faziletine delildir.
154- (2487)Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler kî): Bize Ebû
Üsâme Higâm'dan, o da babasından naklen rivayet etti ki, Hassan b. Sabit Âişe
aleyhinde çok konuşanlardandı. Bu sebeple ben de ona sövdüm. Fakat Âişe :
— Ey kızkardeşim oğlu!
Onu bırak! Çünkü o Renûlüllah (Sallaüahü müdafaa ediyordu, dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahde, Hişâm'dan tu
isnadla rivayette bulundu.
Bu rivayeti Buhârî
«Kitâbu'l-Menâkıh- ile -Kitâbu'l-Edeb-'de tahric etmiştir.
Hz. Hassan 'm, Âişe (Radiyallahü
anha) aleyhinde çok konuşmasından murad; ifk hâdisesine onun da iştirak edip
ileri geri soylenme-sidir. Bu hâdisenin tafsilâtı inşaallah ilerde gelecek ifk
hadîsinde görülecektir. Râvi Hişâm'ın babası Urve, Hz. Âişe 'nin kız kardeşinin
oğludur. Teyzesi hakkında lâf ettiği için ona sitem etmiş, fakat Hz. Aişe onun
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şiirle müdafaa ettiğini göz, önüne
alarak affetmek büyüklüğünü göstermiş, Urve 'nin atıp tutmasına mâni olmuştur.
155- (2488)
Bana Bİşr b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bîze Mu-hammed (yâni îbni Cafer),
Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o <Ja Ebû'd-Ihıhn'dan, o da Mesrûk'dan naklen
haber verdi. (Şöyle demiş) : Aişe'nin yanına girdim. Yanında Hassan b. Sabit
vardı. Ona şiir okuyor, kendisinin bn beyitlerinden gazeller söylüyordu.
(Şöyle dedi) :
«İffetlidir,
akıllıdır; hiç bir şüphe İle itham olunamaz.» «Gafil kadınların etlerini
yemeden aç sabahlar.» Bunun Özerine Aişe ona:
— Lâkin sen böyle değilsin! dedi. Mesrûk diyor
ki: Ben de Âişe'ye : Yanma girmek için ona niçin izin veriyorsun. Halbuki
Allah:
«Bu cemaattan iftira
işinin büyük kısmını üzerine alan için, büyük azab vardır.» [22]
buyuruyor dedim. Âişe :
— Körlükten
daha şiddetli azab
ne olabilir. Ama
o Resûlüllah (SallallahtL Aleyhi
ve Sellem) nâmına müdâfaada bulunuyordu yahut hicvediyordu, dedi.
(...) Bize
bu hadîsi İbnü Müsennâ rivayet etti. (bedi ki) : Bize tbnü Eb! Adiy, Şu'be'den
bu isnadda.rivayet etti ve şöyle demiştir:
«Âişe: O Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i müdâfaa ediyordu, dedi.» Fakat iffetlidir, akıllıdır
sözlerini anmamıştır.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'l-Mcğazi» ile «Kitâbu't-Tefsir-'de tahric etmiştir.
Teşbih :
Gazel okumak, yâni içinde kadınların medh-ü senâsma dâir sözler bulunan şiir
söylemektir.
Hz. Hassân'ın okuduğu
beyt uzun bir kasidesinden alınmadır. Burada o Hz. Âişe 'yi medh-ü sena
etmektedir. Beytten murad; onun iffetli, akıllı, her şüpheden beri ve kimseyi
gıybet etmez bir kadın olduğunu anlatmaktır. Hz. Hassan bu beytte telmihli bir
istiare yapmıştır. Ve :
«Sizden biriniz, ölü
olduğu halde kardeşinin etİnİ yemeyi sever mİ?» [23]
âyet-i kerîmesine işaret etmiştir. Bu âyette din kardeşini zemmetmek. onun ölü
etini yemesine benzetilmiştir.
Gafil kadınlardan
murad; kalblerinde kötülükten eser olmayan iffet ve namuslu hanımlardır.
Böylelerİn kendi haklarında söylenenlerden bile haberleri olmaz. Binâenaleyh
onlar hakkında bu tâbiri kullanmak iffetli demekten daha beliğdir.
Hz. Âişe 'nin Hassân’a
: «Lâkin sen böyle değilsin» demesi ifk hâdisesinde Hz. Âişe'yi gıybet
edenlerden biri olduğuna işaret içindir.
Hz. Hassan son Ömründe
âmâ olmuştu. Âişe (Radiyallahü anha) «körlükten daha şiddetli azab ne
olabilir.» sözüyle buna işaret etmiş; o hak ettiği belâyı buldu, demek
istemiştir.
156- (2489)
Bİze Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b.
Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) :
Hassan
yâ Resûlallah! Bana Ebû Sü£yân baklanda hiciv için izin ver dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben ekrobos, olduğum
halde onu nas.l yapacak™?» buyurdu. Has
Sâl1 L Seni kerim
talan Allah'a yemin olsun ki, seni onlardan hamurdan
(...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abde rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Hişâm b. Urve bu isnadla rivayet etti. Âişe : «Hassan b. Sabit
müşrikleri hicvetmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/tem/den izin
istedi.» demiş.
Râvi Ebû SüfySn'ı
anmamış; Hamîr kelimesinin yerine acîn demiştir.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I-Menâkıb» ile «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Ebû Süfyân 'dan murad;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in amcası oğlu Ebû Süfyân b. Haris b.
Abdil Mutta1ib'dir. O zaman henüz müslüman olmamış Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile müslümanlara eziyet ediyordu. Bilâhare o da müsllimanlığı kabul
etti. Ve iyi bir müslüman oldu.
Hamîr ve Acîn
kelimeleri hamur mânâsına gelirler. Hz. Hassan: «Seni onlardan, hamurdan kıl
çeker gibi çekip çıkaracağım» sözüyle : Senin nesebini onların hicvinden
nazikâne bir şekilde kurtaracağım. Öyle ki, nesebinden hiç bir cüz onlara
yaptığım hicivde dâhil kalmayacak. Nitekim bir kıl, hamurdan çekip
çıkarılırsa, hamurda ondan hiç bir şey kalmaz. Fakat sert bir şeyden çekilirse,
çok defa kopar da bir kısmı kalır, demek istemiştir.
Binti Mahzûm Fâtıme
binti Amr b. Âi.z b. Imran b, Mahzum 'dur' Bu kadın Abdulmuttalib oğullarından
üçünün îinnesidir. Bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in babası
Abdullah ile Ebû Tâlib ve Zübeyr 'dir. Hz. Hassan «Senin baban ise köledir.»
sözüyle Ebû Süfyâ 'a sövmüştür. Öyle ki, Ebû Süfyân'm babaannesi Sümeyye
binti Mevheb 'dir.
Mevheb Abdi Menâf oğullarının kölesidir. Ebû Süfyân'in annesi de öyledir.
Hz. Hassan bu beytten
sonra şunu söylemiştir: «Onlardan Zühre oğullarını doğuranlar şereflidirler,
senin- kocakarıların ise şer.efe yaklaşmazlar bile!»
İmam Müslim bu beyti
almamıştır. Fakat asıl fayda ve murad bununla tamam olur. Hassan (Radtyailahu
anh) : «Senin kocakarıların ise şerefe yaklaşmazlar bile!» sözüyle Ebû Süfyân'm
annesini kasdetmiştir.
157- (2490)
Bize Abdül-Melik b. Şuayb b, Leys rivöyet etti. (Dedi ki) : Bana baham dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) ■'. Bana Hfılid b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki)
: Bana Saîd b. Ebî Hilâl, Umara b. Gaziyye1den, o da Muhammed b. İbrahim'den, o
da Ebû Seleme b. Abdirrahnıan'-dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah
(Sallattahii Aleyhi ve Sellem):
«Kareyş'i hicvedin,
çünkü bu onlara ok atmaktan daha ağır gelir.» buyurmuş ve tbnS Revfiha'y» haher
göndererek : «Onları hicvetl» demiş. O da Kureyş'i hicivde bulunmuş, fakat Peygamber
(SallalîahÜ Aleyhi ve SeUem)'i razı edememiş, Bunun Üzerine Ka'b b. Mâlik'e,
daha sonra Hassan h. Sâhit'e haber göndermiş. Hassan onun yanına girince :
Sizin için kuyruğu ile çarpan bu arslana (haber) göndermeniz zamanı gelmiştir,
demiş. Sonra dilini çıkararak onu oynatmağa "başlamış ve :
— Seni Hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki, onları dilimle deri parçalar gibi
parçalayacağım! demiş. Bunun üzerine Resûlfillah (SallalîahÜ Aleyhi ve Sellem):
«Acele etme! Çünkü
Eb& Bekr Kureyş'in neseblerini en iyi bilen kimsedir. Benim de onlar
arasında nesebim var. Tâ ki, senin için benim ncseini hülâsa etsin.» buyurmuş. Hassan hemen ona gitmiş sonra
dönerek:
— Yâ Resûlallah! Bana
senin nesebini hülâsa etti. Seni hak (din) ile Öndercn Allah'a yemin ederim ki,
seni onlardan hamurdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım, demiş.
Âişe şunu söylemiş:
Bunun üzerine Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Hassân'a :
«Sen Aliah ve Resulü namına
müdafaada bulundukça hiç şüphesiz Ruhu'l-Kudüs seni te'yide devam edecektir!»
buyururken işittim.
Âişe şunu da söylemiş:
Ben Resul ülhıh (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem)'i:
«Hassan onları
hicvetti ve hem şifa verdi, hem şifa buldu.» buyururken işittim.
Hassan şöyle demiş :
«Sen Muhammed'i
hicvettin. Ben de onun nâmına çevab veriyorum. Bunda Allah katında .mükâfat
vardır. Sen Muhammed'i nezih, mütteki, Resûlüllah, ahlâkı vefakârlık olduğu
halde hicvettin. Hiç şüphe yok ki, babam onun babası ve benim ırzım,
Muhammed'in ırzını sizden korumak için muhafızdır. Eğer atlar;mızi Kedâ yolunun
iki tarafından toz kaldırırken görmezseniz kızcağızımı kaybedeyim. O atlar
üzerinize gelirken gemlerini çekerler. Sırtlarında ince mızraklar vardır.
Atlarımız pek hızlı koşarlar. Kadınlar baş örtüleriyîe onların tozlarını
alırlar. Şayet bizden yüz çevirirseniz ömre yaparız. Fetih müyesser oHır. Perde
de kalkar. Aksi takdirde Öyle bir günün çarpışması için sabredin ki, o günde
Allah dilediğini aziz kılar. Allah : Ben hakkı söyleyen, bunda hiç bir
gizlilik olmayan bir kul gönderdim, demiştir. Allah : Ben bir ordu hazırladım
ki, onlar maksatları düşmanla karşılaşmak olan ensârdır, buyurmuştur. Bizler
için ma'd'dan {yâni Kureyş'den) her gün ya sövmek, ya harb, yahut hiciv vardır.
Ama Resûlüllah'ı sizden hicvedenle medhedip yardımında bulunan müsavidir.
Allah'ın Resulü Cibril aramızdadır. Bûhu'l-Kudüs'ün hiç bir dengi yoktur.
Bu hadîsi Buhâri
muhtasaran «Menâkıb», «Megâzî» ve «Edeb» bahislerinde tahric etmiştir.
Peygamber (SaîlaUahii
Aleyhi ve Seüem) 'in müşrikleri hicvettirmesinden maksat müşrikleri
kahretmektir. Ccnâb-ı Hak küf fara karşı sert davranmayı ve cihâdı
emretmiştir. Bu hiciv onlara harbte atılan oklardan da ağır gelmiş; çantalarına
ot tıkamıştır. Bundan dolayı küffarı hiciv men-dûb olmuştur. Yalnız harbte
olduğu gibi burada da hicve evvelâ küffârm başlamasını beklemelidir. Zira
müslümanlarm başlaması küffânn İslâm dinine ve müslümanlara sövmelerine sebep
olur. Bu ise nass-ı Kur'ân'la menedilmiştir. Teâlâ Hazretleri :
«Allah'tan başkasına
ibâdet edenlere sövmeyin ki, onlar da hiç bir bilgileri olmadığı halde
(yerlerinden) sıçrayarak Allah'a sövmesinler!» [24]
buyurmuştur. Bunda bir de müslümanlarm dillerini fuhşiyata alışmaktan korumak
vardır. Mamafih zaruret varsa hicve müslümanlar da başlayabilir.
Hz. Hassan kendini
kükremiş arslana, dilini de onun kuyruğuna benzetmiştir. Arslan kızdığı vakit
kuyruğun sağa sola çarpar. Buna işaretle o da dilini çıkararak iki tarafa
hareket ettirmiştir.
Resûlüllah (Salhllahü
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Hassan hem şifâ
verdi, hem şifâ buldu.» sözünden murâd; hem mü'-minlere şifâ verdi, yâni onları
memnun etti. Hem de İslâm'ı ve müslü-manları müdâfaa etmek suretiyle kendi
gönlü rahat oldu, demektir.
Kedâ : Mekke 'nin
yükarısmdaki dağ yoludur. Aşağısındaki yolun ismi de Küdâ'dır.
«Müslim» sarihlerinden
Übbi'ye göre Hz. Hassan bu hicvi Mekke 'nin fethinden önce Hudeybiye ömresinde
müslümanlar Kâ'be'yi tavafdan men edildikleri vakit yapmıştır. İbnü Hişâm'-m
kavli de budur.
Hadîs-i şerif
kendilerine emân verilmemiş olan küffârı hicvetmenin caiz olduğuna ve Hz.
Hassân'ın faziletine delildir.
158- (2491)
Bise Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus El-Yemâmî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tkrirae h. AmmAr Ebû Kerfr Yeeid ij. Abdirrahman'dan
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Bbû Hü-reyre rivayet etti. (Dedi ki) : Annem'i
İslâm'a davet ediyordum. Kendisi müşrik idi. Bir gön onu davet ettim de bana
Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellerri) hakkında hoşlanmadığım sözler
işittirdi. Bunun üzerine ağlayarak Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
geldim:
— Yâ Resûlallah! Ben annemi İslâm'a davet
ediyordum da kabulden çekiniyordu. Bugün kendisini yine davet ettim; bana senin
hakkında hoşlanmadığım sözler işittirdi. İnıdİ Ebû Hüreyre'nin annesine
hidâyet vermesi için Allah'a duâ et!
dedim. Bunun üzerine
Resûlüîlah (Sallallaha A leyhi ve
Seİlem):
«Allah'ım! Ebû
Hüreyre'nin annesin» hidâyet veri» diye duâ etti. Ben Nebiyyollah (Sallallahü
Aleyhi vs S?ltem)"m duasına sevinerek çıktım. (Eve) gelerek kapıya
dayandığımda onun kapalı olduğunu gördüm. Derken annem ayak seslerimi işitti
ve:
— Yerinde dur ey Ebû Süreyre! dedi. Bir de suyun şırıltısını işittim.
Annem yıkandı, gömleğini giydi. Acele baş örtüsünü sardı. Arkacı-ğından kapıyı
açtı. Sonra şunu söyledi :
— Yâ Ebâ
Hüreyre! Ben Allah'dan
başka ilâh olmadığına
şehâdet ederim. Mnhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna da şehâdet
ederim. Ben hemen Resûlülîah (Sailallahil Aleyhi ve Seİlem) 'e döndüm.
Sevincimden ona ağlayarak geldim:
— Yâ Resûlallah, müjde! Allah senin duanı kabul
etti ve Ebû Htireyre'nln annesine bidayet verdi, dedim. Bunun üzerine Allah'a hamdü sena etti. Ve hayırlı
sözler söyledi.
— Yâ Resûlallal»!
Annemle beni mü'mİn kullarına, onları da bize sev-dirmeıi için Allah'a duâ et!
dedim. Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah'ım! Şu
kulcoğızını —yâni Ebû Hüreyre'y'ı— ve annesini mü'-min kullarına, mü'mİnleri de
bunlara sevdir!» diye duâ etti. Artık yaratılmış hiç bir mfi'min yoktu ki,
beni işitsin veya görsün de benî sevmemiş olsu».
150- (2492)
Biie Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr fa. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb hep birden
Süfyân'dan rivayet ettiler. Züheyr dedi ki : Bize Süfyân b. Uyeyme, Zührî'den,
o da A'rac'dan naklen rivayet etti. İ-'rac çöyle demiş : Ben Ebû Hüreyre'yi
§uau söylerken işittim: Sis Ebû Hflreyre'nm Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyden çok hadîs rivayet ettiğini söylüyorsuıjuz. Varılacak yer Allah'ın
huzurudur. Ben fakir bir adam idim. Resûlüllah (Sallallahii Atayhlve Selletn)'e
boğaz tokluğuma hizmet ediyordum. Muhacirleri pazar yerlerindeki pazarlık
meşerul ediyordu. Ettsârı da mallarına bakmak meşgul ediyordu. Derken
Sesftlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kim elbisesini
yayacak ki, bir daha bendan işittiği bir şeyi kat'iyyen unutmasın!» buyurdu.
Ben hemen elbisemi yaydım. Tâ ki, sözünü bitirdi. Sonra onu kendime topladım.
Bir daha ondan işittiğim bir şeyi unutmadım.
(...)Bana
Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâlid rivayet etti. (Dedi Ma'n haber verdi. (Dedi ki) : Bize Mâlik haber verdi. H. Abd b.
Humcyd de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'mer haber verdi.
Her ıkİ râvi
Zührî'den, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen bu isnadla rivayet
etmişlerdir. Yalnız Mâlik'in hadîsi Ebû Hüreyre'nin sözü bitiıJcî sona
ermiştir. Hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den rivayet edilen
«Kim elbisesini yayacak? ilâh...» kısmını anmamıştır.
160- (2493)
Bana Harmele b. Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'-dan naklen haber verdi. Ona da Urve
b. Zübeyr rivayet etmiş ki, Âişe (Şöyle defrıiş) : Ebû Hüreyre'ye şaşmaz mısın!
Gelerek hücremin yanıba-şıııa oturdu. Peygamber (Sallallahü A leyhl ve Seliem)
'den hadîs rivayet ediyor; bunU bana işittiriyordu. Ben nafile namaz
kılıyordum. Namazımı bitirmeden kalktı gitti. Ona yetişseydım kendisine red
cevâbı verecek:
— Şüphesiz ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadîsi sizin ser-dettiğiniz gibi serdetmezdi diyecektim.
(2492) İbni
Şihâb demiş ki : İbnü'l-Müseyyeb şunu söyledi. Ebû Hüreyre dedi ki: Ebû
Hüreyre çok hadîs rivayet etti diyorlar. Varılacak yer Allah'ın huzurudur. Bir
de neden Muhacirlerle Eıısâr onun hadîsleri gibi (çok) hadîs rivayet etmiyorlar,
diyorlar. Bunun sebebini size haber vereyim. Ensârdaıı olan kardeşlerimi
topraklarında çalışmak meşgul ediyordu. Muhacirlerden olan kardeşlerimi de
pazar yerlerindeki pazarlık işi meşgul ediyordu. Ben de boğaz tokluğuna
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliemi (in hizmetin) e devam ediyordum. Onlar
bulunmadığı vakit ben bulunuyor; onlar unuttuğu vakit ten belliyordum.
Gerçekten bir gün Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Hanginiz elbisesini
yayacak da benim şu hadîsimden (bir şeyler) cca-cak. Sonra onu göğsüne
toplayacak. Muhakkak o, benden işittiği bir çeyİ unutmayacaktır!» buyurdu.
Hemen üzerimde bulunan bir cüblseyi yaydım. Tâ sözünü bitirinceye kadar!
(bekledim). Sonra onu göğsüme topladım. O günden sonra bana söylediği bir şeyi
bir daha unutmadım. Eğer Allah'ın kitabında indirdiği iki âyet olmasaydı;
ebediyyen bir şey rivayet etmezdim.
«Bİzim İndirdiğimiz
doğru yolu ve beyyineleri gizleyenler yok mu... [25]
ilâh...» buyurmuştur.
(...) Bize
Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû'l-Yemân, Şuayb'dan, o da Zührî'den naklen haber ver:li. (Demiş ki) : Bana
Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman haber verdiler ki, Ebû Hüreyre
: «Siz Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den çok hadîs
rivayet ettiğini söylüyorsunuz...» demiş. Râvi yukarkilerin hadîsi gibi rivayet
etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Büyû», «Kitâbu'1-İlim» ve «Kitâ-b:ı'l-İ'tisâm»'da tahric etmiştir.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin
ismi ve künyesi hakkında kitabımızın baş taraflarında tafsilât vermiştik. İsmi
hakkında pek çok ihtilâf olunmuşsa da Abdurrahman b. Sahr olduğu tercih
edilmiştir. Sahîb. kavle göre hicretin elli dokuzuncu yılında yetmiş sekiz yagmda
olduğu halde Medîne'de vefat ederek «El-Bakî» nâmmdaki kabristana de fn olunmuştur.
Resûlüüah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den beşbinüçyüzaltmıgdört (5364) hadis rivayet etmiş ki,
ashab-ı kiramdan bu kadar hadîs rivayet eden veya bu adede yaklaşan başka bir
kimse yoktur. Hz. Ebû Hüreyre çok hadis rivayet etmasinin sebebini anlatırken :
-Varılacak yer Allah'ın huzurudur.» diye söze başlamıştır ki, bundan maksadı:
Ben kasden yalan söyUdimse beni hesaba çekecek, hakkımda kim sûizanda bulunursa
onu da hesaba çekecektir, demektir. Kastalânî'ye göre bu sözün mânâsı : Siz rai
inkârınızda haklı, yoksa ben mi, çok hadîs rivayet etmekte haklı olduğumu
kıyamet gününde göreceksiniz, demektir. Bu söz bir itiraz cüm-l«sidir. Ve bu
gekilde te'vîli zarurîdir. Çünkü Mev'ıd kelimesi iaroi zaman, ismi mekân ve
maadan mîmî olarak kullanılır. Halbuki Allah Teâla'ya bunların hiç birini ıtlak
etmek doğru değildir.
Hz. Alge, Ebû Hüreyre
'nin bir meclisde çok hadîs rivayet etmliine gaşmış; namazda olmasa Ebû
Hüreyre'ye red ve inkârda bulunacağını söylemiştir.
Hadisi serdetmek, arka
arkaya sıralayıp ara vermeden rivayet etmektir,
Safk : El
çarpmak manasınadır. Pazarlık edenler şiddetle ellerini birbirlerinin ellerine
çarparak «Var hayrım gör!» dedikleri için bu aözle alışverişten kinaye
yapılmıştır.
Hz. Aişe'nin kıldığı
nafilenin kuşluk namazı olduğu söylenir. Be-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in Hz. Ebû Hüreyre 'nin annesi hakkındaki duasının derhal kabul
edilmesi Ebû Hüreyre1-nin cübbesini yaması ve bir daha bellediğini kat'iyyen
unutmaması birer nübüvvet nişanesi birer mucizedir.
Eu hadîsler Hz. Ebû
Hüreyre 'nin faziletine ve bir nimet karşılığında Allah'a hamd gerektiğine
delildirler.
161- (2494)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb, İshâk b. İbrahim
ve îbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Amr'uı-dır. İshâk: Ahberanâ; ötekiler
ise ; Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne
Amr'dan, o da Hasen b. Muhammed'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Ubeydullah b. Efeî Râfi' —ki bu zât Ali'nin kâtibidir — haber verdi. (Dedi ki)
: Ali (Radiyallahu anh) '1 şunu
Boylerken işittim:
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı gönderdi ve:
«Hâh bahçesine gidin!
Orada bir câriye var, beraberinde de bir mektup. O mektubu ondan al;n!»
buyurdu. Hemen allarımızı koşturarak yola koyulduk. Birden kadın karşımıza
çıktı:
— Mektubu çıkar! dedik.
— Bende mektub
yok! dedi.
— Yâ bu mektubu
çıkarırsın yahut elbiseleri bırakırsın!
dedik. Bunun üzerine örülü saçlarının arasından mektubu çıkardı. Bİz de onu Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)^ getirdik. Bir de ne görelim mektuV da Hâtib b.
EM Beltea'dan Mekkeli müşriklerden bazı kimselere hitah ediliyor. Onlara Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'m bâzı işlerini haber veriyor. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Yâ Hâtıb! Bu
ne?» dedi, Hâtıb ;
— Üzerime varmakta acele etme ya Resûlallah!
Ben Kureyş'e bitişik biı* kimse idim.
(Süfyân : Onların müttefiki idî; ama kendilerinden değildi, demiş.) Seninle
beraber bulunan muhacirlerden onlara akraba olanlar vardı. Bu karabet
sebebiyle ailelerini himaye ediyorlardı.
Benim neşe 3 cihetinden onların arasında yakınım olmayınca, onlardan dost
edinip onunla akralamı himaye etmelerini arzu ettim. Bunu küfür etmek veya
dinimden dönmek için yapmadım.
Müslüman olduktan sonra küfre rûzı olduğum için de yapmadım,
dedi. Bunun üzerine Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Doğru
söyledi!..» dedi. Ömer ise :
— Bana müsaade fcuyur yâ Resûlallah! Şu
münafığın boynunu vura-ı! dedi. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz o Bedr'de bulunmuştur. Ne biliyorsun, ola
ki, Allah Bedv bâzİlerinin hallerine vâkıf olmuş da :
"Dilediğinizi yapın! Sizi affettim" bu-urmuştur.» dedi.
Arkacığından
Allah (Azze ve Celle);
«Ey iman edenler!
Benim düşmanımla sîzin düşmanınızı dost edinme-yijn!» [26]
âyetini indirdi,
Ebû Bekr'le Züheyr'in
hadîslerinde âyet zikıedilmemiştir. İshâk ken-rivâyetinde onu Süfyân'm tilâveti
olarak nakletmiştir.
(...) Bize
Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Fudayl rivayet
etti. H.
Bİze İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdris haber verdi,. H.
Bize Rîfâa b. Heysem
El-Vâsitî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Abdillah) rivayet
etti. Bu râvilerin hepsi Husayn'dan, o da Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû
Abdirrahman Es-Sülemî'den, o da Ali'den naklen rivayet ettiler. Ali şöyle
demiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) beni, Efcû Mersed'i Ganevî'yi
ve Zübeyr b. Avvâm'ı gönderdi. Hepimiz atlı idik :
«Gidin, tâ Hâh
bahçesine varın. Orada müşriklerden bir kadın var ki, beraberinde Hâtıb'dan
müşriklere yazılmış bîr mektub bulunuyor...» buyurdu.
Râvi, Ubeydullah b.
Ebî Râfi'in, Ali'den rivayet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir.
162- (2495)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
haber verdi ki, Hâtıb'ın bir kölesi Ke-sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'^
Hâtıb'ı şikâyete gelerek:
— Yâ Resûlallah! Hâtıb
mutlaka cehenneme girecektir, demiş. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) de:
«Hatâ ettin! O
cehenneme girmez! Çünkü Bedr ve Hudeybiye gazalarında bulunmuştur.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâhu'l-Cihâd», «Kitâbu'l-Meğâzî» ve «Ki-âbu't-Tefsir»'de; Ebû
Dâvud «Cihâd»'da;
Tirmizî ile Nesâî «Tefsir»
bahsinde muhtelif râvilerdcn tahric etmişlerdir. Hâh bahçesi; Mekke
ile Medine arasında
bir yerdir.
Medîne'ye on iki mil
mesafededir.
Zaîne :
Hevdec içinde taşınan kadın demektir. Bâzılarına göre Nefs-i Hevdecdir.
(Hevdec; İçine insan binen ve develerin üstüne yüklenen bir nevi sandıktır.) '
Kadının ismi
ihtilaflıdır. Bâzıları Sâre , bir takımları Ümmü Sare olduğunu söylemişlerdir.
Kenûd diyenler de vardır. Bu kadının şarkıcı olduğu ve KesûlüIIah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) hakkında hiciv şarkıları okuduğu; Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in emri ilo feth gününde öldürüldüğü rivayet olunur.
Hatıb'm kadına on
altın vererek onunla Mekkeliler'e mektub gönderdiği Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in onlarla harb etmek istediğini haber vererek hazırlıklı
olun dediği, bunun üzerine Cebrail (Aleyhisselâm) inerek Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem)'e keyfiyeti haber verdiği de nakledilen rivayetler
cümlesindendir.
1-
Casusların —erkek olsun, kadın olsun— mektubları okunmak suretiyle sırları
meydana çıkarılır.
2- Casus
ve diğer büyük günah
sahipleri tekfir edilmezler.
Fakat casusluğun büyük günahlardan olduğu kafidir.
3-
Hükümdarın izni olmaksızın âsiye haddi şer'î ve ta'zir gibi cezalar tatbik
edilemez.
4- Hükümdara
veya hâkime müşavirleri kendi fikirlerini söyleyebilirler. Nitekim Hz. Ömer,
Hâtıb'm boynunu vurmak, fikrinde olduğunu söylemiştir.
İmarn-i Âzam 'la
Evzâî'ye göre müslüman casus öldürülmez. Fakat dövülür ve uzun zaman
hapsedilir. İmam Şafiî ile bir takım ulemaya göre müslüman casus öldürülmez.
Ta'zir olunur. Mevki sahibi ise affedilir. Mâ1ikî1er'den bazüarı tevbe etmeyen
casusun Öldürüleceğini, bazıları da casusluğu âdet edinen kimsenin
öldürüleceğini söylemişlerdir.
5- Yalan
lâfzı- kasıtlı olsun, yanlışlıkla söylensin vâkıın hilafını haber vermekte
kullanılır.
6- Hadîs-i
şerif Bedr ve Hudeybiye gâzileriyle Hz. Hâtıb'in faziletine delildir. Çünkü o
da Bedr gâzîlerindendir.
163- (2496)
Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Güreye şunu söyledi : Bana EbûVZübeyr haber
verdi ki, Câbir b. Abdtllâh'i şöyle derken işitmiş : Bana Ümmü Mübeşşir haber
verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)% Hafsa'nm yanında şöyle
buyururken işitmiş :
«Cehenneme inşaallah,
ağacın altında bey'at eden şecere ashabından hiç bir kimse girmez.» buyururken işitmiş :
— Hayır yâ
Resûîallahî O da kendisini men etmiş.
Bunun üzerine
Hafsa :
«Sizden hiç bir kimse
yoktur kir o cehenneme gelmesin.» [27]
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Allah (Azze ve Celle)
Sonra' Allah'dan korkanları kurtaracağız ve zâlimleri orada diz çökmüş halde
bırakacağız [28] buyurdu.» demiş.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîsden murad Hudeybîye'de ağaç altında Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)'e bey'at edenlerden hiç birinin cehenneme girmeyeceğini kat'î surette
bildirmektir. Nitekim bundan önceki Hâtıb hadîsinde de sarahaten
bildirilmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'in burada «İnşaallah»
demesi şüphe ettiği için değil, teberrük maksadıytedir.
Hz. Hafsa'mn itiraza
benzeyen sözü, hakikatte itiraz değil, is-tirşâd, yâni o bâbdaki hükmü anlatmasını
istemektir. Cenâb-i Hak Kur'ân-ı Kerîm'de herkesin cehenneme geleceğini
bildiriyor. Bu nasıl olacak, beni bu bâbda irşâd et! demek istemiştir.
ResûUillah (SallallahU Aleyhi ve Seîlem) de onun okuduğu âyetin alt tarafım
göstererek ehl-I takva mü'-minlerin cehennemden kurtarılacağına, orası zâlim
küffârın yeri olduğuna işaret buyurmuştur. Sahih kavle göre âyet-i kerîme'deki
cehenneme gelmek tâbirinden murad sırat köprüsüdür. Sırat cehennemin üzerine kurulmuştur.
Binâenaleyh bütün insanlar bu köprüden geçmek üzere cehennemin kenarına
gelecekler; günahsız mü'minîer sıratı rahatlıkla geçecek cezalılarla küffâr
geçemeyip cehenneme düşeceklerdir.
Hudeybiye'de Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)1^ bey'at edenlerin sayısı bir rivayette
bindörtyüz (1400), diğer rivayette beşyüz (500) dür.
164- (2497)
Bize Ebû Âmir-i Eş'arî ile Ebû Kûreyb hep bîrden Ebû Üsâme'den rivayet ettiler.
Ebû Amir dedi İd : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Büreyd, dedesi
Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber
(Sallaltahü Aleyhi ve Seilem) in yanında idim. Kendisi Mekke ile Medine
arasındaki Ci'râne'ye inmişti.
Yanında Bilâl vardı.
Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e Bede-vî bir adam gelerek :
— Yâ Muhammedi Bana vâdetüğini yerine
getirmeyecek misin? dedi. Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Selle/n) de ona;
«Müjde!» dedi. Bedevî :
— Bana bu müjde kelimesini çok söyledin! dedi.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahit Aleyhi ve Seilem) öfkeli kılığında Ebû Musa ile Bilâl'e
dönerek:
«Bu çıdam
mü"|deyi reddetti. Siz bari kabul edin!» buyurdu. Onlar:
— Kabul ettik yâ Resûlallah! .dediler. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
kelleni) içinde su bulunan Mr tas istedi ve elleriyle yüzünü onun içinde
yıkadı, içine de püskürdü. Sonra :
«Bundan için ve
yüzlerinize, göğüslerinize serpin. Size müjdeler olsun!» buyurdu. Ebû Musa ile
Bilâl tası aldılar ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in emrettiğini
yaptılar. Müteakiben Ümnıü Seleme perdenin arkasından :
— Kabınızdakinden anneniz için de artırın! diye seslendi. Onlar da kendisine bir miktar
(su) artırdılar.
Bu hadîsi Buhârî
«Kit5bu'l-Meğâzî»'de ve muhtasaran «Taharet» bahsinde tahric etmiştir.
Kaadî lyâz, Ci'râne
'nin Tâif'le Mekke arasında olduğunu, Mekke'ye daha yakın bulunduğunu
söylemiş; Fâkihâni: «Ci'râne ile Mekke arasında bir konaklık mesafe vardır.»
demiştir. Bâcî'ye göre bu mesafe onsekiz mildir. Dâvûdî de Ci'râne 'nin Mekke
ile Medine arasında olduğunu kabul etmemiş: «O ancak Mekke ile Tâif arasındadır»
demiştir. Nevevî kat'iyyetle buna kaildir. Gelen Bedevî'ye yapılan va'd ya ona
mahsûsdur; yahut umûmîdir. Bundan murad; Huneyn gazasında alman ganimetlerin Tâif
'den dönüşde Ci'râne'de taksim edeceğine söz vermesidir. Bedevî ganrmetten
nasibinin hemen verilmesini istemişti. Resûlüllah (Sallallahü Akyhi ve Seilem)
ona müjde demekle ya taksimin yaklaştığını yahut sabrderse bol sevab
kazanacağını anlatmak istemiştir.
' Bedevinin: «Bana bu
müjde sözünü çok söyledin!» demesi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selte/nVe
karşı saygısızlıktır. Kaadî lyâz diyor ki: «Bu söz bir müslümandan sâdır
olsaydı, dinden dönmüş olurdu. Çünkü bunda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) itham, vaMînin doğruluğu ile
alay vardır. Şu var ki. bu söz henüz İslâmiyet kalbine yer etmemiş Arabm
eşrafından yeni rnüslüman olmuş bir adamın sözüdür.» Bu adamın Benî
Temim kabilesinden olduğu
söylenir ki, Ezvâc-ı Tâhirât'ın
hücreleri arkasından bağıranlar bunlardı. Bunlar âyet-i kerîme'de akılsızlıkla
vasıflandırılmışlardır.
1- Hadîs-i
şerif Ebû Mûsa.Bilâl
ve Ümmü Seleme (Radiyallahu anh) hazerâtınm faziletlerine delildir.
2- Hayırlı
bir işi müjdelemek rnüstehabdır.
3-
Kendisiyle teberrük edilen bir şeyin başına üşüşmek ve onu istemek
müstehabdır.
165- (2498)
Bize Abdullah b. Berrâd Ebû Amir EI-Eş'arî ile Ebû Küreyh Muhammed b. Alâ'
rivayet ettiler. Lâfız Ebû Âmir'indir. (Dediler İÜ) : Bize Ebû Üsâme,
Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Huneyn'den ayrılınca Ebû
Âmir'i Evtâs'a gidecek ordu üzerine kumandan gönderdi. O da Düreyd b. Sımmc'ye
rastladı. Düreyd öldürüldü. Arkadaşlarını da Allah hezimete uğrattı. Ebû Mûsâ
demiş ki : Beni de Ebû Âmir ile gönderdi. Ebû Âmir dizinden yaralandı. Onu Benî
Cüşem kabilesinden tir adam okla yaraladı. Ve dizine isabet ettirerek
çökertti. Ben kendisine vararak :
— Amca seni kim vurdu? diye sordum. Etû Âmir,
Ebû Musa'ya işaret ederek (katili
gösterdi).
— Benim katilim işte budur. Görüyor musun? Beni
işte bu vurdu! dedi. Ebû Mûsâ :
— Ben de kendisine kasdettim. Bilerek üzerine
yürüdüm ve ona yetiştim. Beni görünce dönerek gitmek istedi. Peşine düştüm. Ve
ona :
— Utanmıyor musun? Sen Arab değil misin?
Yerinde dursana! demeye taşladım.
Gitmekten vaz geçti. İkimiz karşılaştık. Ben ve o iki kıhç darbesiyle
birbirimize girdik. Kendisine bir kılıç vurarak öldürdüm. Sonra Ebû Âmir'e
dönerek:
— Allah seninkini tepeledi, dedim.
— O halde şu oku çıkar! dedi. Oku çıkardım.
Yerinden su yükseldi. Bunun Üzerine :
— Ey kardeşim oğlu!
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e git, benden kendisine selâm söyle
ve de ki : Ebû Âmir sana benîm için istiğfar eyle, diyor.
Ebû Musa demiş ki: Ebû
Âmir beni halka emîr tâyin etti. Biraz yaşadı, sonra öldü. Ben Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Settem)'e döndüğümde yanına girdim. Kendisi bir odada
hurma dalından dokunmuş bir yatak Üzerinde idi. Yatağı üzerinde bir döşek
vardı. Yatağın örgüleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sırtında ve
yanlarında iz bırakmıştı. Kendi maceramızla Ebû Âmir'in başına geleni ona haber
verdim. Ve dedim ki: Ebû Âmir : «Söyle ona benim için istiğfar buyursun!» dedi.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su istedi. Ve ondan
abdest aldı. Sonra ellerini kaldırdı. Ve :
«Allah'ım! Ebû Âmir
Ubeyd'e mağfiret buyur!» diye duâ etti. Hattâ koltuklarının beyazını gördüm.
Sonra :
«Allah'ım! Onu kıyamet
gününde halkımdan yahut insanlardan çoğuna üstün kıl!»
diye duâ etti. Ben:
— Yâ Resûlallah! Bana
da istiğfar eyle! dedim. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellenı):
«Allah'ım! Abdullah b.
Kays'e günâhını bağışla! Onu kıyamet gününde makbul bir yere koy!» diye duâ buyurdu.
Ebû Bürde : «Bu
dualardan bîri Ebû Âmir'e, diğeri Ebû Musa'yadır.» demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kifâbu'l-Meğâzî»'de ve bâzı yerlerini «Ci-hâd» ile «Deavât» bahislerinde
tahric etmiştir.
Ebû Âmir'in ismi
Tjbeyd b. Süleym olup, Hz. Ebû Mûsâ'nın amcasıdır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellenı), Hz. Ebû Âmir'i kumandan tayin ederek Hevâzin kabilesi üzerine göndermişti.
Hevâzinliler hezimete uğradıktan sonra, bazıları Evtas'da toplanmışlardı,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) onların tamamiyle işini bitirmek
istiyordu.
Düreyd meşhur bir
şâirdir. Öldürüldüğü zaman yüzyirmi yaşında olduğu söylenir. Kendisini kim
öldürdüğü ihtilaflıdır. İbni İshâk'a göre Rabîa b. Rufey'; Bezzâr'm rivayetine
göre ise Zübeyr b. Avvâm (Radiyallahu anh') öldürmüştür. Yine İbni İshâk'a göre
Hz. Ebû Âmir'i vuran Düreyd'in oğlu Seleme 'dir. İbni Hişâm
ise :
«Bana itimâd ettiğim
bir zât rivayet etti ki, Ebû Âmir'i Cüşem kabilesinden Evfâ b. Haris ve Ala' b.
Haris nâmlarında iki kardeş vurmuşlardır. Onları da Ebû Mûse'i-Eş'arî
öldürmüştür.» demektedir. Bu hadîsde Peygamber (SallalloHil Aleyhi ve Sellem
ı'in şeriri üzerinde bir döşek bulunduğu bildiriliyorsa da Şeyh Ebû'l-Hasan
bunu kabul etmemiş : «Doğrusu şeririn üzerinde döşek yoktu şeklinde olacaktır.
İbareden nefîy edatı düşmüştür.» demiştir. Filhakika Hz. Ömer'in bir
rivayetinde : «Şerirle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seller») in arasında
yatak yoktu. Örgüler iki yanında eser bırakmıştı.» denilmiştir.
Hadîs-i şerif duanın
ve duada el kaldırmanın müstehab olduğuna delildir. Gerçi Hz. Enes'den rivayet
edilen bir hadîsde : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç yerden taşka
ellerini kaldırmamışdir.» de-nilmişse de. o hadîs Hz. Enes'in şâir yerlerde el
kaldırdığını görmediğine hamledilmiştir. Yoksa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in otuzdan fazla yerde el kaldırarak duâ ettiği sabit olmuştur.
Bu hadîs Ebû Âmir ile
Ebû Musa 'nın faziletlerine de delildir. Hz. Ebû Mûsâ'I - Eş'arî'nin ismi
Abdullah b. Kays'dır.
166- (2499) Bize
E'ûû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eaû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Büreyd, Ebû Bürde'-den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet
etti. Ebû Mûsâ şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben geceleyin evlerine
girerken Eş'arî yolcuların Kur'ân seslerini pek âlâ bilirim. Her ne kadar
gündüzleri evlerine indikleri vakit evlerini görmemiş olsam da, geceleyin
Kur'ân okuyan seslerinden onların evlerini de bilirim. Onlardan biri de
Hâkîm'dir. Süvarilere —yahut düşmana demiş — rastladığı zaman onlara :
Arkadaşlarım size kendilerini beklemenizi emrediyor der.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî «KitâI-Meğâzî»'de
ve bazı parçalarını «Ki-tâbırl-Humus» ile Habeş'e hicret bahsinde tahric
etmiştir.
Rufka : Yol
arkadaşı olan cemâat demektir. Cem'i Rıfâk gelir. Ha-kîm hikmetten alınma bir
kelime olup ya Eş'arîler 'den birinin sıfatı, yahut ismidir.
Râvi bu zat hakkında
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin : «Süvarilere» mi, yoksa
«diişman»'a rastladığı vakit dediğinde şekketmiştir. Şayet düşmana dediyse mânâ
şudur : Hakîrn son derece cesur olduğu için düşmandan kaçmaz; bilâkis onların
karşısına dikilerek : Süvarilerimizi bekleyin, gelsinler de kozumuzu paylaşın,
derdi.
«Süvarilerle
karşılaştığı vakit...» demişse, ihtimal ki müslüman süvarilerini kasdetmîştir.
Bu takdirde süvarilere piyade arkadaşlarını beklemelerini ve düşmanın
karşısına beraberce çıkmalarını emretmiş olur.
Hadîs-i şerif
Eş'arî1er'in faziletine ve riya olmamak, uyuyanları veya namaz kılanları
rahatsız etmemek şartiyle geceleyin sesle Kur'ân okumanın faziletine delildir.
167- (2500)
Bize Ebû Âmir EI-Eş'arî ile Ebû Kûreyb hep birden Efcû Üsâme'den rivayet
ettiler. Ebû Âmir dedi ki: Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Büreyd b. Abdillah b. Ebî Bürde, dedesi Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eş'arîler gazada
yiyecekleri biter veya Medine'deki çoluk çocukları-nsn yiyecekleri azalırsa
ellerindeki yiyeceği bir elbisenin içîne toplar, sonra onu aralarında bir kabın
içinde müsavat üzere taksim ederler, imdi onlar bendendir; ben de
onlardanım.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Küâbu'ş-Şerîke»'de;
Nesâi «Kitâbu's-Sîyer»'de tahric etmişlerdir.
Eş'arîler, Yemen'de
bir kabiledir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Onlar bendendir; ben
de onlardan-m...» sözünün mânâsı aynı yolda olduklarını ve Allah'a tâat
hususunda ittifak ettiklerini mübalağalı
bir ırette beyândır. Bazılarına göre bundan murad: Yardımlaşma hususunda benim
yaptığımı yaptılar, demektir.
1- Hadîs-i
şerîf Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'m şehadetiyls Eş'arî1er'in büyük
menkabesine delildir. Onları kendisine izafe etmekle en büyük şeref
mertebesine çıkarmıştır.
2- Seferde
ve hazarda cemâatin yiyeceklerini bir araya toplayıp karıştırmaları müstehabdır.
Buradaki taksimden murad;
yiyeceklerini bir-biHerine mubah kılmaktır.
3-
Yardımlaşmak ve din kardeşini kendine tercih etmek faziletli bir
168- (2501)
Bana Abbâs b. Abdi'1-Azîm El-Anberî ile Ahmed b. Ca'fer El-Ma'kirî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr (Bu zât İbnî Muhammed El-Yemânî'dir) rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İkrime rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Zümeyl rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ab-bâs rivayet etti, (Dedi ki) : Müslümanlar Ebû
Süfyân'a bakmıyor, onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'c :
— Yâ Netiyyallah! Üç şey var; onları bana ver!
dedi. O da : «Pekâlâ!» dedi. (Ebû Süfyân) :
— Bende Arabın en iyisi ve en güzeli Ümmü
Habîbe binti Ebî Süfyân var. Onu sana vereyim! dedi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Pekiyi!» buyurdular.
— Bir de Muaviye var. Onu huzurunda kâtip
yaparsın! dedi. (Yine) ;
«Pekiyi!» buyurdular.
— Bir de beni emîr
yaparsın. Tâ ki, vaktiyle müslümanlarla çarpıştığım gibi, kâfirlerle
çarpışayım, dedi. (Yine)
«Pekiyi!» buyurdular,
Ebû Zümeyl: «Eğer bunu
Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem)1 den istememiş olsaydı, ona bunu
vermezdi. Çünkü kendisinden bir şey istenilirse mutlaka : Evet! cevabını
verirdi.» demiş.
Nevevî'nin beyânına
göre : Bu hadîs müşkil olmasıyle meşhur hadîslerdendir, İşkâlın vechi şudur ki:
Ebû Süfyân ancak hicretin sekizinci yılında
Mekke 'nin fethedildiği gün müslüman olmuştur. Bu meşhurdur.
Hilâfsızdır. Halbuki Peygamber (Sallalküıii Aleyhi ve Selle m), Ümmü Habîbe ile
bundan uzun zaman önce evlenmiştir. Ebû Ubeyd'e, Halîfe b. Hayyad, Îbnü'l-Berkî
ve cumhur ulemâ onunla hicretin altıncı yılında evlendiğini söylemişlerdir.
Yedinci yılında evlendi, diyenler de vardır. Kaadî I y âz onunla nerede
evlendiği hususunda ulemânın ihtilâf ettiğini söyler. Bâzıları «Ümmü Habîbe
Habeş'deıı geldikten sonra Medine'de evlendi.» demiş. Cumhur ise Habeşistan :da
iken evlendiğini söylemişlerdir. Yine Kaadî Iyâz'm beyânına göre ulema
Habeşistan'da Ümmü Habîbe 'nin nikâhını kim kıydığı hususunda dahi ihtilâf
etmişler. Bâzıları Hz. Osman, bir takımları Ümmü Habibe 'nin izniyle Hâlid b.
Saîd b. El-Âsi kıydığını söylemişlerdir. Necâşî kıymıştır» diyenler de vardır.
Çünkü o yerin emîr ve sultânı o idi. şunu söylemiştir : «Müs1im'in buradaki rivayetinde onu Süfyân'm
evlendirmiş olması cidden garibdir Ümmüe'nin Ebû Süfyân kâfir olarak Medine'ye geldi-onunla
geçen macerası meşhurdur.» adî bundan fazla bir şey söylememiştir. İbni Hazm Kaadî Ebû Habibği zaman Kaise :
«Bu'hadîs râvilerden birinin vehmidir. Çünkü halk arasında hilaf yoktur ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ümmü Habîbe ile fetihden çok zaman
evvel, kendisi Habeşistan 'da, babası da kâfir iken evlenmiştir» demiştir. Yine
İbni Hazm 'den bir rivayete göre : «Bu hadîs mevzudur. Bundaki musibet Ebû
Zümeyl 'den rivayet eden İkrime b. Ammâr 'dan gelmektedir.» demiştir. Fakat Ebû
Amr İbni Salâh, İbni Hazm'in bu iddiasını kabul etmemiş, kendisine ağır sözler
söylemiş : «Bu söz onun cesaretinden ileri geliyor. Çünkü kendisi büyük
imamları hatalı çıkarmak ve onlara dil uzatmak hususunda pek atılgandır. Biz
hadîs imamlarından hiç birinin İkrime b. Ammâr'ı hadîs uydurmakla itham
ettiğini bilmiyoruz, Onu Veki ' , Yahya b. Maîn ve başkaları mûta-med
saymışlardır. Duası makbul bir zât idi. İbni Hazm'in Ümmü Habîbe evvelden
nikâhlanmıştır diye bu hadîs hakkında teveh-hüm ettiği münâfaat ve zıddiyet
kendisinin bir hatası ve gafletidir. Zira ihtimal ki Ebû Süfyân Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemVm gönlünü almak için nikâhın yenilenmesini
istemiştir. Çünkü kendi rızâmı olmaksızın kızının evlenmiş olmasını ihtimal
reisliğine ve nesebine bir nakîsa sayıyordu. Yahut böyle bir vaziyet karşısında
babanın müslüman oluşunun nikâh akdini yenilemek iktizâ edeceğini sanmıştır.
Bundan daha açık haller mertebesi Ebû Süfyân 'dan daha büyük, ilmi daha çok ve
sohbeti daha uzun bâzı zevata gizli kalmıştır.»
demiştir.
İbni Sa1âh'm sözü burada sona erer.
Buna karşılık Nevevî
de şunları söylemiştir : «Hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
nikâh akdini yenilediğine veya Ebû Süfyân'a nikâhı yenilemek icab ettiğini
söylediğine dair bir şey yoktur. İhtimal ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Pekiyi!..» sözüyle : Hakikî akidle olmasa da istediğin
usul bulur, demek istemiştir.
Hadîsden de
anlaşılacağı vecihle Hz. Ümmü Habîbe, Ebû Süfyân'm kındır. Ebû Süfyân Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kayınpederi olduğu halde, ashâbm onun yüzüne
bakmamaları, yanında oturmamaları Taberânî'ye göre Müslüman olmazdan evvel
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile müslümanlara yaptığı eziyetlerden
dolayıdır. Çünkü onun yaptığını başka hiç bir müşrik yapmamıştı. Nihayet Mekke
'nin fethedildiği gün arzusu hilâfına müslüman olmuş; müellefe-i kulubdan
sayılmıştır.
Hadîs-i şerif Hz. Ebû
Süfyân 'm faziletine delildir.
169- (2502)
Bize Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ile Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Usâme rivayet elti (Dedi ki) : Bana Büreyd, Ebû Bürde'den, o da
EbÛ Musa dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Biz Yemen'de iken Resûlüllah.
(SullaUahü Aleyhi ve Seliem) in zuhuru kulağımıza geldi. Ben ve iki kardeşim
—ki biri Ebû Bürde, diğeri Ebû Ruhm'dur. Ben en küçükleriyim — onun yanma
gitmek üzere muhacir olarak yola çıktık. —Ya küsur demiş yahut kavmimden elliüç
veya elliiki adam— sözüne şöyle devam etmiş: Bir gemiye bindik. Gemimiz bizi
Habeş'deki Necâşî'nin yanma bıraktı. Onun yanında Ca'fer b. Ebî Tâlib ile
arkadaşlarına rastladık, Ca'fer :
— Bizi buraya
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellerri\ gönderdi. Ve burada oturmamızı
emretti. Siz de bizmle beraber kalın! dedi. Biz de toptan hepimiz gelinceye
kadar onunla beraber kaldık. Müteakiben Hayber'i fethettiği gün Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem)''e rastladık. Bize (ganimetten) hisse verdi.
—Yahut bize ondan atıyye verdi demiş.— Hay-ber'in fethinde bulunmayan hiç bir
kimseye ganimetten hisse ayırmadı. Yalnız kendisiyle birlikte bulunanlara hisse
verdi. Ancak Ca'fer ve arka-daşlarıyle birlikte bizim gemimizde bulunanlar müstesna!
Gazilerle beraber onlara da hisse ayırdı. Bunun üzerine bazı insanlar bize
—yâni gemide bulunanlara— biz hicrette sizi geçtik, diyorlardı.
(2503) Ebû
Musa şunu söylemiş: Derken Esma Mnti Umeys —ki bizimle beraber gelenlerden
biridir— ziyaret için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin zevcesi
Hafsâ'mn yanma girdi. Esma, Necâşî'ye hicret edenler arasında hicret etmişti.
Az sonra Ömer, Hafsa'nın yanına girdi. Esma da Hafsa'nm yanında idi. Ömer,
Esma'yi görünce :
— Bu kim? diye sordu. O da:
— Esma iinti Umeys! dedi. Ömer :
— Şu Habeşistanlı mı? Şu denizli mi? diye
sordu. Esma:
— Evet! cevâbını verdi. Bunun üzerine Ömer :
— Hicrette biz kizi geçtik. Binâenaleyh
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelUm)
n ezdin de biz sizden daha haklıyız, dedi. Esma kızdı. Ve şu i«üu söyledi:
— Yamldın yâ Ömer! Hayır! Vallahi siz
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)y\e birlikte idiniz. Aç olanınızı
doyurur; câhilinize va'z ederdi. Biz ise uzaklar düşmanlar diyarında —yahut
toprağında— Habeşistan'da idik. Bu da Allah ve Resulü uğrundaydı. Alrah'a yemin
olsun Vi! Senin söylediğini Resûlulîah
(Sallallahü Aleyhi ve Scllcm)'e anmadıkça ne yemek yerim, ne su içerim. Eziyet
ediliyor ve korkutuluyorduk. Bunu Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem)'e söyleyeceğim ve ondan
isteyeceğim. Vallahi ne yalan söylerim, ne de saparım. Bundan fazla bir
şey de söylemem, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) gelince Esma :
— Yâ Nebiyallah! Ömer şöyle şöyle söyledi, dedi. Bunun ürerine Resûlüllah (Saüallahü A Iryhi
ve Seliem ı:
«O benim nezdimde
sizden fazla hak sahibi değildir. Onun ve arkadaşlarının bir hicreti, sizİnse
ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır!» buyurdular.
Esma şöyle demiş :
Gerçekten Ebû Musa ile gemi yolcularını takıın takını bana geldiklerini gördüm.
Bana bu hadîsi soruyorlardı. Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Seliem fin onlar
için söylediklerinden kalblerinde daha büyük, daha sevindirici dünyâda hiç lair
şey yoktu.
Ebû Bürde demiş ki:
«Esma': Gerçekten Ebû Musa'yı gÖrmüşümdür. Kendisi bu hadîsi benden tekrar
tekrar dinlemeyi istiyordu, dedi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Meğâzî»'de tahric etmiştir. . Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemy'm Habeşistan'a gidenlere atıyye vermesi gazilerin nzâsıyle olduğuna hamledilmiştir.
Buhârî'nin rivayetinde bunu te'yid eden sözler olduğu gibi, Beyhakî 'nin
rivayetinde sarahaten beyân edilmiş : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selltm)
müslümanlarla konuştu ve muhacirleri de onların hisselerine müşterek yaptı.»
denilmiştir.
Hz. Esma' binti Umeys,
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden Meymûne (Radiyalîahu
anhy nın kız kardeşidir. Ebû Tâ1ib'in oğlu Ca'fer'le evli idi. O şehid
edilince Hz. Ebû Bekr'le evlenmiş, ondan Muhammed b. Ebî Bekr doğmuştu. Ebû Bekr
(Radiyalîahu anJı) 'mn vefatından sonra Hz. Ali ile evlenmiş, ondan da Yahya
b. Ali doğmuştu.
Esma' (R.adiyallahü
anha), Hz. Ömer'e «Kezebte» diyerek söze bağlamıştır. Bu kelimenin asıl mânâsı
«Yalan söyledin» demekse de Arab-lar onu «Yamldm, hatâ ettiıı» mânâsında
kullanmışlardır.
Buadâ': Nesebde yâni
soyda uzak olanlar. Buğadâ' : Dinde düşman olanlar mânâlarına gelir. Bu
kelimelerle Habeşliler'in Arab ve Müslüman olmadıkları anlatılmak istenmiştir.
Filhakika hükümdarları Necâşî'den maada bütün Habeş1i1er kâfirdirler. Necâji de
müslümanlığm onlardan gizliyordu.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sel!em)'m, Hz. Ömer için:
«O benim nezdimds
sizden daha ziyâde hak sahibi değildir.» buyurması mutlak mânâda değil, sadece
hicret husûsundadır. Yoksa Ömer (Radiyalîahu anhyin mertebe ve hususiyeti
herkesçe malûmdur.
Habeşistan 'a
gidenlerin iki hicretinden murâd; biri Habeşistan'a, biri de Uesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma göç
170- (2504)
Bize Muhammed b. Hatim rivayet etti. Bize Behz rivayet etti. (Dedi! ki) : Bize
Hammâd b. Seleme, Sâbit'den, o da Muâviye b. Çurre'den, o da Aiz b. Amr'dan
naklen rivayet etti ki : Ebû Süfyân, Sel-man ile Suhayb ve Bilâl'ı bir cemâat
içindeyken üzerlerine gelmiş. Bunlar:
— Vallahi!
Allah'ın kılıçları adüvvüllahın boynundaki yerini almamıştır, demişler. Ebû Bekr :
— Siz Kureyş'in şeyhi ve reisi için bunu mu
söylüyorsunuz? demiş ve hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek
haber vermiş. O da:
«Yâ Ebâ Bekr! Ola ki,
sen onları kızdırmışındır. Eğer onları kızaVdıy-san muhakkak Rabbİnİ gazaba
getirdin!» buyurmuşlar. Arkacığindan Ebû Bekr onların yanına vararak:
— Ey kardeşlerim, sizi kızdırdım mı? demiş.
Onlar :
— Hayır! Allah seni affetsin kardeşciğim!
demişler.
Ebû Süfyân'm bu gelişi
henüz kâfir bulunduğu Hudeybiye sulhundan sonra olmuştur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellgm), Hz. Ebû Bekr'in Ebû Süfyân hakkındaki, sözlerinden ashabının
kızmış olmalarım tahmin ederek, onlardan Özür dilemesine işaret buyurmuş, o da
özür dilemiştir. Arkadaşları kendisine ; «Hayır! Allah seni affetsin
kardeşciğim!- mukabelesinde bulunmuşlardır. .Kaadî lyâz diyor ki: «Ebû Bekr'in
böyle bir sığadan menettiği ve : Allah sana afiyet versin; Allah sana rahmet
eylesin de! Fazla bir şey söyleme! dediği rivayet olunur.» Bundan maksad duadan
önce lâ kelimesini söyleme ki, sözünün şekli duayı redde-diyormuş gibi olmasın,
demektir. Bazıları bu makamda (lâ ve yafffirül-ekellâhu) denilmesinin yâni lâ
kelimesi ile cümlenin arasına bir (ve) getirilmesinin daha münâsib olacağını
söylemişlerdir.
Hadîs- şerîf Hz. Se1man
ve arkadaşlarının faziletine ve zayıfların, dindarların gönüllerini almak,
onlara hoş muamele etmek gerektiğine delildir.
171- (2505) Bize İshâk
b. İbrahim El-Hanzalî ile Ahmed b. ALde rivayet ettiler. —Lafız İshâk'ındir.—
(Dediler ki) : Bize Süfyân, Amr'-dam o da Câbir b. Abdillah'dan naklen haber
verdi. Câbir şöyle demiş :
«Hani Allah
yardımcıları olduğu halde sizden iki taife bozulmayı gönülden geçirmişlerdi.» [29]
Ayet-ı kerimesi biz Benî Seleme ile Benî Harise hakkınüa nazil olmuştur. Onun
inmemiş olmasını dilemeyiz, çünkü Allah (Azze ve Cette):
«Allah onların
yardımcıları!..» buyuruyor.
Bu hadîsi Buhârî
«Meğâzî» ve «Tefsir» bahislerinde tahric etmiştir.
Benî Seleme ve Benî
Harise ensârdandırlar. Müslim sarihlerinden Übbî diyor ki : «Allah Teâlâ her
mü'minin yardımcısı olduğu halde bu âyette neden bu zevat tahsis buyurulmuş,
denilirse cevâbı şudur : Bir hükmün nâsla bir kimseye sabit olması umumî
fertler meyamnda ona şâmil olmasından daha sağlamdır; çünkü, umumî fertlerden
birinin Allah benim yardımcımdır, diye iddiada bulunması sadece mü'inin
.olması itibariyledir, Böyle bir kimsenin son nefesde ne hal alacağını Allah
bilir.»
Hz. Câbir şunu demek
istemiştir : Allah Teâlâ bizim kabilelerimiz için :
«Ben onların
velîsiyimL» buyururken, bu âyetin bizim hakkımızda inmemiş olması istenir mi?
Bu bizim için büyük bir müjde ve şerefdir. Çünkü Cenâb-ı Hak velîmiz olduğunu
nassân bildirmiştir.
172- (2506)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer ile
Abdurrahman b. Mehdî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o
da Nadr b. Enes'den, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şb'yle
demiş : Itesûlüllah (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ım! Ensâra,
ensânn çocuklarına ve ensâr:n çocuklarının çocuklarına mağfiret buyur.» diye duâ etti.
(...) Bana
bu hadîsi Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni
Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti.
173 _ (2507)
Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İkrime (Bu zât İbni Ammâr'-dır) rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize tshâk (bu zât İbni Abdillah b. Ebî Tal-ha'dır) rivayet etti. Ona da Enes
rivayet etmiş ki: Resûlüllah fSaîlaliahü Aleyhi ve Sellem) ensâr için
istiğfarda bulunmuş. Enes: Zannederim: «En-sârm zürriyetlerine ve ensânn
azatlılarına» buyurdu. Bunda şekketmiyo-rum, demiş.
174- (2508)
Bana Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden İbni Uleyye'den
rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail Abdi'l-Aziz'den
(bu zât İbni Suhayb'dır), o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp doğrularak :
«Allah'ım! Siz bana
insanların en makbullerindensiniz. Allah'ım! Siz bana insanların en
makbullerindensiniz!» buyurmuş. Ensârı kasdediyor-muş.
175- (2509) Bize
JYluhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr hep birden Gunder'den rivayet e iti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm b. Zeyd'deu rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Enes
b. Mâlik'i şöyle derken işittim : En-sârdan bir kadın, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e geldi de, Resûlüllah onunla haşhaşa kaldı ve üç defa:
«Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yGmin ederim ki, siz bana insanların en makbulüsünüz.»
buyurdu.
(...) Bu
hadîsi bana Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnü İdrîs
rivayet etti. Her iki râvi Şu'he'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
(2510) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed h. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Ka-tâde'yi Enes b. Mâlik'den rivayet
ederken dinledim ki, Resûîüllah {Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Şüphe yok kî, ensâr
benim midem ve dolabımdır. Gerçekten insanlar çoğalıp azalacaklardır.
Binâenaleyh siz onların İyilik edenlerinden kabul edin! Kötülük edenlerinden
affeyleyin!» buyurmuşlar.
Bu rivayetleri Buharı
«Kitâbu'l-Meğâzî», «Kitâbu-Menâkıbi-1-Ensâr» ve «Kitâhu't-Tefsir»'de tahric
etmiştir.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelen kadın ya Ümmü Sü1eym gibi bir mahremi idi,
yahut buradaki başbaşa kalmaktan murâd; herkesin göreceği' bir yere çekilerek,
kadının gizli bir şeyler sor-masıdır. Mutlak surette halvet değildir. Çünkü hiç
kimsenin görmediği "bir yerde ecnebi bir kadınla başbaşa kalmak haramdır.
Keriş :
îşkembe veya mide demektir. Kaadî lyâz: «Kuşun kursağı ne ise, insanın kerişi
de odur.» demiştir.
Aybe : İçine
elbise konan dolap ve benzeridir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu sözleriyle ensârın kendisin-hususiyet ve yakınlıklarını
anlatmak istemiştir. Übbî diyor ki : «Bu yakınlığı mide ile temsil etmek, onsuz
yaşanmıyacağı içindir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben ensârsız
olamam, demek istemiştir*
Peygamber (gallaüahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ensârm çoğalıp azalacaklarını haber vermesi
mucizelerinden biridir. Onların kötülük edenlerinin affını istemesi had icâb
etmeyen kusurlarına râcidir.
Bu hadîsler ensârı
kiramın faziletlerine delildirler.
177- (2511)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'mndır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katâde'yi Enes b. Mâlik'den, o da Ebû
Üseyd'den naklen rivayet ederken dinledim. Ebû Üseyd şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ensâr hanelerinin en
hayırlısı Benî Neccâr, sonra Benî Abdî'UEşhel, sonra Benî Haris b. Hazrec,
sonra Benî Saîde'dir. Ensâr hanelerinin hepsinde hayır vardır.» buyurdular.
Bunun üzerine Sa'd : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başkalarını,
bizden üstün tutmakdan başka bir şey yapmadı zannediyorum demiş; kendisine,
sizi çoğundan üstün tuttu, cevâbı verilmiş.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müseımâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Enes'i
Ebû Üseyd'i ensârîden, o da Peygamber {Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'dcn naklen bu
hadîsin benzerini rivayet ederken işittim.
Bize Kuteybe ile İbni
Rumh, Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H. Bize| Kuteybe de rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Abdü'I-Aziz (yani îbni Muhammed) rivayet etti. H.
Bize İbni Müsennâ Ue
İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdü'l-Vehhâb Es-Sekafi
rivayet etti.
Bunların hepsi Yahya
b. Saîd'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)'âen
naklen tu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu hadîsde o
Sa'd'm sözünü zikretmiyor.
178- (...)
Bize Muhammed b. Abbâd ile Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet ettiler. Lâfız
İbni Abbâdındir. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zât İbni İsmail'dir) Abdurrahman
b. Humeyd'den, o da İbrahim b, Muhammed b. Talha'dan naklen rivayet etti,
(Demiş ki) : Ben Ebû Üseyd'i, ibni Utbe'nin yanında hutbe okurken dinledim.
Şunu söyledi: ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Ensâr hanelerinin en
hayırlısı Benî Neccâr hanesi ile Benî Abdi'l-Eşhel, Benî Haris b. Hazrec ve
Benî SSide hcneleıidîr.» buyurdular. Vallahi! Bunlara birini tercih edecek
olsam mutlaka kendi aşiretimi tercih ederdim;.v
179- (...)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temtmî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muğîra b.
Abdirrahman, Ebû'z-Zinâd'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ebû Seleme
şehâdet etti ki, kendisi Ebû Üseyd'i Ensârîyi Re-sûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Seîlem)'in şöyle buyurduğuna şehâdet ederken İşitmiş :
(Ensör hanelerinin en
hayırlısı Benî Neccâr, sonra Benî Abdi'l-Efhel, sonra Benî Haris b. Hazrec,
sonra Benî Sâide'dir. Ensûr hanelerinin hepsinde hayır vardır.»
Ebû Seleme
demiş ki : Ebû Üseyd şunu söyledi: Ben
ResûlüIIah
(Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'in üzerinden yalan
söylemekle itham olunur muyum,
Yalancı olsam kendi kavmim Benî Saîde'den başlardım.
Bu söz Sa'd b.
Ubâde'nin kulağına varmış da gücenmiş ve : Biz geriye bırakıldık; dördün en
sonuncusu olduk. Bana eşeğimi semerleyin! ResûlüIIah (Sallaftahü Aleyhi ve
SellemYe gideceğim, demiş. Kardeşi Sehl ise onunla konuşarak: Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selleınj'e red cevabı vermeye mi gideceksin? Halbuki o
(bu işi) en iyi bilendir. Sana dördün dördüncüsü olman yetmiyor mu? demiş.
Bunun üzerine Sa'd dönmüş ve : Allah ve Resulü en iyi bilir, demiş. Eşeğinin
çözülmesini emretmiş ve çözmüşler.
(...) Bize
Amr b. Ali b. Balır rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Dâ-vud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Harb b. Şeddâd, Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. Ona da Ebû Üseydi ensârî rivayet etmiş ki,
kendisi Rcsûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SellemY'ı şöyle buyururken işitmiş :
«Ensânn en hayırlısı,
yahut ensâr hanelerinin en hayırlısı...» Râvİ hanelerin zikri hususunda
yukarkilerin hadîsi gibi rivayette bulunmuş; fakat Sa'd b. Uhâde (Radiyallahü
anh) kıssasını anmamıştır.
180- (2512)
Bana Amru'n-Nâkıd üe Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Yakub (bu zât İbni İbrahim b. Sa'd'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam,
Sâîih'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Seleme
İle Ubeydullah b. Abdİllah h. Utbe b. Mes'ud söyledi. Ebû Hüreyre'yİ şöyle
derken işitmişler: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlardan
müteşekkil büyük bîr meclisdc şöyle buyurdular :
«Size ensâr
hanelerinin en hayırlısını söyliyeyim mi?»
Ashâb :
— Evet yâ Resûlallah! dediler. Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Benî
Abdi'l-Eşnel'dir.» buyurdular. Ashâb :
— Sonra kimdir yâ Resûlallah? diye sordular.
«Sonra Benî Neccâr'dir!» buyurdu.
— Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler.
«Sonra Benî Haris b.
Hazrec'dirî» buyurdu.
— Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler. «Sonra
Benî Sâide'dir!» buyurdu.
— Sonra kimdir yâ Resûlallah? dediler.
«Sonra ensSr
hanelerinin her birinde hayır vardır.» buyurdular. Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde
kızarak kalktı ve Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların kabilesini
söylediği zaman :
— Biz dördün sonuncusu
muyuz? dedi. (Bununla) ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemy'vA sözünü Uasdctti.
Kendisine kavminden bâzı zevat:
— Otur! ResûlüIIah
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sizin kabilenizi adını söylediği dört kabile
içinde söylemesine razı değil misin? Terkedİp adını söylemedikleri,
söylediklerinden daha çoktur, dediler.
Sa'd b. Ubâde de ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/'ç söz etmekten
vazgeçti.
Bu hadîsi Buharı,
Nesâî ve Tirmizî «Kitabu'l-IVIenflkıb»>'de tahric etmişlerdir.
Ensar hanelerinden
murâd; kabileleridir, Ker kabile bir mahallede oturur. Oraya «Fülân oğullarının
darı» derlerdi. Bundan dolayı birçok rivayetlerde «dar» kelimesi
zikredilmeksizin «Benî fülân» denilmiştir. Ensâr kabilelerinin birbirine
üstünlükleri, müslürnanlığı kabul etmekteki Önceliklerine ve müslümanhktalri
yararlıklarına göredir.
İbnü Utbe: Ebû
Süfyân'm torunu Ve1id'dir. Amcası Muaviye tarafından Medîne'ye vali tayin
edilmişti.
1- Keyfî
olmamak şartıyle bâzı kabile ve şahısları birbirinden üstün tutmak caizdir. Bu
gıybet sayılmaz.
2- Bu
rivayetler ensârın faziletlerine delildir. Bu hususda aralarında fark olmakla
beraber bütün ensâr kabilelerinin hayırdan hâli kalmadığını ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nassan haber vermiştir.
181- (2513)
Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr toptan İbnü
Ar'ara'dan rivayet ettiler, Lâfız Cehdamî'-lyndir. (Dedi ki) : Bana Muhammed b.
Ar'ara rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yûnus b. Ufceyd'den, o da Sabit
Eî-Bünânî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş :
Bir seferde Cerîr b. Ab-dillah El-Becelî ile yola çıktım. Kendisi bana hizmet
ediyordu : Yapma! dedim.
— Ben ensârın
Resüllallah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir şey yaptıklarını görmüşümdür.
Onlardan biriyle arkadaşlık edersem mutlaka kendisine hizmet edeceğime yemin
verdim, dedi. İbnü Müsennâ ile İbnü Beşşâr hadîslerinde : «Cerîr, Enes'den
daha büyüktü» cümlesini ziyâde etmişlerdir. İbnü Beşşâr : «Enes'den daha yaşlı idi.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Cihâd»'da tahric etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Cerîr'in Enes 'den
daha büyük olduğu kaydedilmektedir.
Seferden murad; gaza
için olsun, olmasın yolculuktur.
Hz. Cerîr'in kapalı
geçen sözünden maksadı : Ensârın Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se'Jemj'e
gösterdikleri ta'zim ve ikramdır. Ensâr'la yolculuk ederlerse hizmetlerinde
bulunacağına yemin vermesi bundandır.
Nevevî diyor ki : «Hz.
Cerir'in ensâra hürmeten Hz. Enes'e hizmet etmesi, kendisine intisab edilen
zâta — yaşça küçük bile olsa— ikram olunması gerektiğine delildir. Bu hadîsde
Cerîr'in tevazu' ve faziletine, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'i
ta'zimine ve onun ihsanda bulunduğu zevata intisab edenlere iyilikte
bulunduğuna delil vardır.»
182- (2514)
Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîra rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Samit'ten rivayet etti.
(Demiş ki) : Ebû Zer şunu söyledi: Resûlül-lah (SallallahU Aleyhi ve Sellem):
«Gıfâr! Allah ona
mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona selâmet versin!» buyurdular.
183- (...)
Bize TJbeydullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr
toptan İbni Mehdî'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : İbnü Müsennâ şunu söyledi :
Bana Abdurrahman b. Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İmran
El-Cevnî'den, o da Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zcr'den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) bana :
«Kavmine git de
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem). Eşlem! Allah ona selâmet versin!
Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! dedi diye söyle!» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isııadda rivayet etti.
184- (2515)
Bize Muhammed fa. Müsennâ ile İbnü Beşşâr, Süveyd b. Saîd ve İbnÜ Ebî Ömer
rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdu'1-Veh-hâb Es-Sekafî, Eyyûb'dan, o da
Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
IVluâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman b. Mehdi rivayet etti.
Her iki râvi dediler ki: Bize Şu'be, Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Kâfi'
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Verkaû', Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. H.
Bize Yahya b. Habîb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kavh b. Ubâde rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Abdillah b. Nümeyr ile Ahd b. Humeyd, Ebû Âsım'dan rivayet ettiler. Her iki
râvi İbni Cüreyc'den, o da Ebû'z-Zübeyr'-den, o da Câbir'den naklen rivayet
ettiler. H.
Bana Seleme b. Şebib
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ma'kıl Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet, etti. Bu râvîlerin
hepsi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeÜem)'ûen naklen : «Eslerri sun!» diye!
Allah ona selâmet
versin! Gıfâr! Allah ona
mağfiret buyur-duâ etti
demişlerdir.
185- (2516)
Bara Lıüşeyn b. Hureys rivayet etti. (Dedi ki) : Bizi Fadl b. Musa, Hüseyn b.
Irâk'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eşlem! Allah ona
selâmet versin! Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! Bana gelince : Bunu ben
söylemedim. Lâkin onu Allah (AzzeveCelle) soyladi.» buyurdular.
186- (2517) Bana
Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Leys'den, o da İmrân b.
Ebî Enes'den, o da Hanzala b. Ali'den, o da Hufâf b. İmâ El-Gıfârî'den naklen
rivayet etti. Hufâf şöyle demiş : Kesûlullah (Sallallahli Aleyhi ve
Sellem) bir namazda:
«AHcih'iin! Benî
Lahyan, Ri'I ve Zekvâna lanet eyle! Allah ve Resulüne isyan eden Usayyeye ele!
Gıfâr! Allah ona mağfireî eylesin! Eşlem! Allah ona selâmet varsin!» diye duâ etti.
187- (2518) Eİzc
Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler, Yahya
b. Yahya : Ahberanâ; ötekiler ise : Had-desenâ tâbirini kullandılar. (Dediler
ki) : Bize İsmail b. Ca'rcr, Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti. O da
İbni Ömer'i şöyle derken işitmiş : Resûlüllalı (Saüaliahü Aleyhi ve Sellem):
(Gıfâr! Allah ona
mağfis-et etsin! Eşlem! Allah ona selâmet versin! Usayye ise Allah
ve Resulüne isyan
etmiştir.» buyurdular.
(...) Bize
tbnü Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'I-Vehhab rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti.
Bize Amr b. Sevvâd da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Üsâme haber verdi. H.
Bana Züheyr b. Harb
ile EI-Hulvânî ve Abd b. Humeyd, Ya'kub b. tbrâhim b. Sa'd'dan rivayet ettiler.
(Demiş ki) Bize babam, Sâlih'den rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)1ilen
naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Sâlİh ile Üsâme'nin hadîsinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu minber üzerinde söylediği
bildirilmektedir.
(...) b Bana
bu hadîsi Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud Et-Tayâlisî
rivayet etti. (Dedi ki)
Bize Harb b. Şeddâd
Yahya'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana İbnü Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyi şöyle buyururken işittim...
Râvi yukarkilerinin
İbni Ömer'den rivayet ettikleri hadîs gibi rivayette bulunmuştur.
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâhu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.
Gifar ile Eşlem
kabileleri hakkındaki bu duayı Hz, Ebû Zerr'in faziletleri babında da
görmüştük.
Hattâbî diyor ki:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu iki kabileye duâ etmesi
müslümanhğı harbsiz darbsız kendi arzûlariyle kabul ettikleri içindir. Câhiliyyet
devrinde Gıfâr kabilesi hacıları soymakla itham olunurdu. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlardan bu lekeyi silerek, geçmiş suçlarının
affolunduğunu bildirmek istemiştir.» Hadîsdeki «Sâleme» fiili harbetmeyip barış
içinde yaşadılar manasınadır. Bazıları bunun bir duâ olduğunu, bir takımları
vâkıi haber verdiğini söylemişlerdir.
Kastalâni: «Şu cinasın güzelliğine bak!
(Gıfâr! Allah ona
mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona selâmet versin!) Kulağa ne kadar tatlı,
kalbe ne kadar tesirli, tekellüfden ne kadar uzak!.. Bu lâtif tesadüflerdendir.
Nasıl olmasın, hevâdan konuşmayan bir zâttan sâdır olmuştur! Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fesahati ulaşılmaz
yüksekliktedir.»
diyor.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Usayye hakkındaki sözleri ihbardır. Bunları duaya
hamletmeye imkân yoktur. Bu kabile Bi'ri Maûne hâdisesinde hafızları şehid
etmiş, böylece hakikaten Allah ve Resulüne isyanda bulunmuşlardı.
188- (2519)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zid (bu zât İbni
Harun'dur) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Mâlik El-Eşcaî, Musa b.
Tâlha'dan, jo da Ebû Eyyub'dan naklen haber verdi, (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ensâr, Müzeyne,
Cülıeyne, Gtfar, Eşca' ve Benî AbdİHah kabilesinden olanlar benim
yardımcılahmdir. Başkaları değil! Allah ve Resulü de onların
yardımcılarıdır.» buyurdular.
189- (2520) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süîyân, Sa'd b.
İbrâhim'den, o da Afcdurrahman h. Hürmüz El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'-den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem):
«Kureyş, Ensâr,
Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Gıfar vg Eşca' benim yar-dımcılarımdır. Onların Allah
ve Resulünden başka yardımcısı yoktur.» buyurdular.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize batanı rivayet etti, (Dedi
ki) : Bize Şube, Sa'd b. İbrahim'den, bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etti. Yalnız bu hadîsde : «Benim bildiğime göre bunların bazısı hakkında Sa'd
dedi ki...» ibaresi vardır.
190- (2521)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşsâr rivayet ettiler. İbnü Müsennâ
dedi ki : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b.
İbrahim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ebû Seleme'yi Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet ederken dinledim.
Şöyle buyurmuşlar :
«Eşlem, Gıfâr, Müzeyne
ve Cühoyne'dsn olanlar yahut Cüheyne, Benî Temİm'le Benî Âmir'den ve iki
müttefik olan Esed'llo Ğatafan'dan daha hayırlıdırlar.»
191- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğî-ra (yâni El-Hızâmî)
Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdular... H.
Bize Amru'n-Nâkıd ile
Hasan El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler. Abd : Ahberanî,
ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b,
İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlih'den, o da A'rac'dan
naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ebû Hüreyre şunu söyledi: Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Seilem):
«Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a ygmin ederim ki : Ğifâr, Eşlem, Müzeyne,
Cüheyne'den olanlar (yahut Cüheyne demiştir) ve Müzeyne'den olanlar kıyamet
gününde Allah nezdinde Esed, Tayyİ' ve Ğa-tafan kabilelerinden daha
hayırlıdırlar.» buyurdular.
192- (...)
Bana Züheyr b. Harb ile Ya'kûb, Devrakî rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize
İsmail (yâni İbni Uleyye) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Muhammed'den, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Seilem):
«Eşlem, Ğifâr, Müzeyne
ile Cüheyne'den bir kısmı (yahut Çüneyne ile Müzeyne'den bir kısmı) Allah
indinde —Râvi : Zannederim kıyamet gününde buyurdu demiş— Esed, Ğatafan,
Hevâzin ve Temîm kabilelerinden daha hayırlı olacaklardır.» buyurdular.
193- (2522)
Bize Ebû Bekr h. Ebi Şeyfae rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den,
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Müsennâ
ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muhammed b. Ebî Yakub'dan, rivayet etti.
(Demiş ki) : Ben Abdurrah-man b. Ebî Bekr'eyi babasından rivayet ederken
dinledim ki, Akra' fa. Habis, ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e
gelerek:
— Sana ancak Eşlem, Gıfâr ve Müzeyne'den
hacıların hırsızları bey'at etti, demiş. Cüheyne'yi de söyledi zannederim. (Şekkeden râvi Muham-med'dir.) Bunun üzerine ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi
ve SeUetn) :
«Şayet Eşlem, Ğıfar ve
Müzeyne —zannederim Cüheyne de dedi— Benî Temim ile Benî Âmir, Esed ve
Ğaîafan'dan daha hayırlı İseler, bunlar haybet ve hüsrana uğramışlar mıdır ne
dersin?» buyurmuşlar. Akra':
— Evet! cevâtını yermiş. Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem):
«O halde nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlar bunlardan daha hayırlıdır.»
buyurmuşlar. îbnü Ebî ŞeyWnin hadîsinde «Şekkeden râvi Muhammed'dir.» cümlesi yoktur.
(...) Bana
Harun b. Abdillah rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Benî Temîm'in reisi
Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ya'kub Ed-Dabbî bu isnadla bu hadîsin mislini
rivayet etti ve : «Bir de Cüheyne» dedi. «Zannederim» demedi.
(...) Bize
Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki).: Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be, Ebû Bişr'den, o da Abdurrahman b. Ebî Bekra'dan, o da
babasından, o da ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)Jden naklen rivayet
etti, (Şöyle buyurmuşlar) :
«Eşlem, Ğıfâr, Müzeyne
ve Cüheyne, Benî Temim ile Benî Âmir'den ve iki müttefik olan Benî Esed ile
Ğatafan'dan daha hayırlıdırlar.»
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile Harun b. Abdullah rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdüssamed rivayet etti,
H.
Bu hadîsi bana
Amru'n-Nâkıd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-baba b. Sevvâr rivayet
etti.
Her iki râvi: Bize
Şu'be, Ebû Bişr'den bu isnadla rivayette bulundu,
demişler.
195- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Vekî' Süfyân'dan, o da Abdü'l-Melik b.
Umeyr'den, o da Abdurrahman b, Ebî Bekra'dan, 6 da babasından naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Stllem);
«Şayet Cüheyne, Eşlem
ve Ğıfâr (kabileleri) Benî Temîm ve Benî Abdillah b. Ğatafan ve Âmİr b.
Sa'saa'dan daha hayırlı ise ne dersiniz?»buyurdu. Ve bunu sesini uzatarak
söyledi. Derken ashab :
— Yâ Resûlallah!
.Onlar haybet ¥e hüsrana uğramışlardır, demişler. (O da) :
«Hakîkaten onlar daha
hayırlıdır.» buyurdu. Ebû KüreyVin rivayetinde : «Şayet Cüheyne, Müzeyne,
Eşlem ve Ğıfâr.., ise ne dersiniz?» cümlesi vardır.
Ebû Hüreyre
rivâyetleriyle -Akra' h. Habis rivayetini
Buharı «Kitâbu'l-Menâkıb»'de
tahric etmiştir.
Eıısar: Evs/ve Hazrec
kabileleridir. Benî Abdullah 'dan murad Gatafan kabilesinin bir kolu olan Benî
A b -di/1-.-Uzzâ 'dır.. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) onların bu ismini
değiştirerek kendilerine Benî Abdillah
adım vermiştir.
Bundan dolayı Arablar
onlara Benî Muhavvele
demişlerdir. Mevâli:
Mevlâmn cem'idir. Burada
ondan murad Peygamber (Sailallahü Aleyhı\ve Sellem)'e
yardım eden ve onunla hususiyeti olan zevattır.
Görülüyor ki,
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) her kabileye hak ettiği mevkiyi
tanımaktadır. Hz. Akra' b. Habis Peygamberimize bey'at edenlerin Eşlem, Ğifâr
ve Müzeyne kabilelerinden olduklarını, bu kabilelerin ise İslâmiyetten önce
İlacıların mallarını çalmakla şöhret bulduklarını söylemişse de",
Resûlüllah (SaîlaHahü Aleyhi ve Selltm) mezkûr kabilelerin Benî Temim, Benî
Amir, Esed ve Ğatafan kabilelerinden daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Çünkü
bir kimse müslüman olunca Cenâb-ı Hak küfür hâlindeki suçlarını bağışlar.
Bunların suçlan da bağışlanmıştır.
Benî Temîm ve onun
kolları olan Benî Esed, Benî Âmir vesâireye gelince; bunlar müslüman olduktan
sonra Peygamber (Sailallahü Aleyh'1, ve Sellem) 'in vefatını
müteakip birçokları irtidat
etmiş-
lerdir.
196- (2523) Bana
Züheyr b, Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ah-med b. İshâk rivayet etti,
(Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Muğîra'dan, o fa Amir'den, o da Adiy b. Hâtİm'den
naklen rivayet etti. Adiy şöyle demiş: Ömer b. Hattab'a geldim. Bana şunu
söyledi: Resûlüllah (Sailallahü A leyhi veSellemy'm ve ashabının yüzlerini
ağartan ilk sadaka senin Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e getirdiğin
Tay yi' kabilesinin sadakasidir.
Bu hadîs Hz. Adiy b.
Hatim ile Beni Tayyi' kabilesinin faziletlerine delildir.
Hz. Adiy Arablarm
meşhur cömerdi Hâtem-i Tâî'nin torunlarındandır. Hicretin dokuzuncu veya onuncu
senesinde müslüman olmuştur. Evvelce hıristiyanmış. Birçok müslümanlann irtidat
ettiği hengâmede müslümanlığı muhafaza etmiş ve kavminin zekâtını getirerek
Hz. Ebû Bekr'e teslim etmiştir, Irak'in fethinde bulunmuş, sonra Küfe 'ye
yerleşmiştir. Sıffın harbinde Hz. Ali tarafında bulunmuş, bir rivayete göre
yüzyirmi, diğer bir rivayete göre yüzseksen sene yaşamıştır.
«Ben müslüman olalı
ahdestsiz bir namaz vakti geç irmemişimdil.» dediği rivayet olunur.
Şa'bî'nin rivayetine
göre Hz. Adiy şunları
söylemiştir: «Ömer'in karşısına çıktım ve :
— Beni tanıyor musun?
diye sordum.
__ Evet! Onîar
küfrettikleri zaman, sen iman ettin. Onlar inkâr etti,
sen bilgi gösterdin.
Onlar gadrettiklerinde, sen vefakârlık ettin. Onlar geri gittiklerinde, sen
beri geldin. Hiç şüphe yok ki, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SelUmy'm
ashabının yüzlerim ağartan sadaka, Tayyi' kabilesinin sadakasıdır, dedi.»
Yüzünü ağartmak tâbiri
sevindirmekten kinayedir. Bunun zıddı yüzünü kara etmektir ki; o da mahzun
etmekten kinayedir.
197- (2524)
Bize Yahya t. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîra b. Abdirrahman,
Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi.
Şöyle demiş : Tufeyl ve arkadaşları gelerek :
__Yâ Resûlallah!
Gerçekten Devs kabilesi küfür ve imtina etmiştir.
Sen de onlara beddua
eyle! dediler. Bunun üzerine: Devs helak olsun diyenler oldu. Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ise:
«Allah'ım! Sen Deys'e
hidâyet ver; vg onları getir!» diye duâ etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâhu'I-Cihâd»'da tahric etmiştir.
Devs : Hz.
Ebû Hüreyre 'nin kabîlesidir.
Tufeyl (Radiyallahu
anh) kendilerini İslâm'a davet etmiş, fakat onlar sözünü dinlememişlerdir.
Bunun üzerine Hz, Tufeyl onların zina ettiklerini, faiz yediklerini Resûlüllah
.(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet ederek aleyhlerine beddua etmesini
istemiş. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ise bunun tam aksine olarak
Allah'dan onlara hidâyet niyaz etmiştir. Bu hal Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem} ıin kemâl ahlâkının ve âlemlere rahmet oluşunun delilidir.
Hz. Tufeyl b.' Amr ,
Devs kabîlesindendir. Mekke'de müslüman olmuş, sonra memleketine dönerek Medîne'ye
hicret edinceye kadar kavm-ü kabilesini irşada çalışmıştır.
Bir rivayette Yemâme harbinde,
başka bir rivayete göre de Yermuk
harbinde şehid edilmiştir.
Bize Kuteybe b. Saîd
rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Cerîr Muğîre'den, o da Hâris'den, o da Ebû
Zür'a'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Hüreyre şunlara söyledi :
Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğim üç hasletten dolayı
Benî Temîm'i sevmeye devam ederim, Resûlüllalı (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem)'i;
«Onlar Deccal'a karşı
ümmeîimin en şiddetlileri olacaklar.» buyururken işittim. Sadakaları geldi de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bunlar bizim
kavmimizin sadakalarıdır.» buyurdular. Aişe'nin yanında onlardan bir esir
kadın vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Âişe'ye) ;
«Onu âzâd et! Çünkü o
ismail'in nesündendir.» buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Züheyr b. Hârb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Umâra'dan, o
da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'Atn işittiğim üç hasletten sonra Benî
Temîm'i sevmeye devam ediyorum; bunları onlar hakkında söylerdi. Ve râvi
yukarki hadîsin mislini zikretmiştir.
(...) Bize
Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud mescidinin
imamı Mesleme b, Alkame'te'l-Mazini rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud,
Şa'bî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etth
(Şöyle demiş) : Üç
haslet var ki, ben bunları Benî Temîm hakkında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'fen işittim. Artık onları sevmekte devam ediyorum. Ve râvi hadîsi
bu mânâ ile nakletmiş. Yalnız o :
«Onlar harblerde
insanların en şiddetli çarpışanlarıdır.» demiş; Dec-cal'ı anmamıştır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Itk» ve «Kitâbu'I-Meğazî»'de tahric etmiştir.
Ebû Zür'a'nm
rivayetine göre, Hz. Ebû Hüreyre: «Benim için kabilelerden bunlar kadar hoşlanmadığım
bir kavm yoktu. Ama artık onları sevdim.» demiştir. Bunun sebebi câhüiyyet
devrinde kabilelerinin birbirlerine düşman olmalarıdır. Resûlüllah [Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Benî Temîm hakkında üç şey söylemiştir. Bunlardan birincisi
DeccaHa en şiddetli bir surette onların harb edeceklerini haber vermesi;
ikincisi zekâtları hakkında :
«Bunlar bizim
kavmimizin sadakalarıdır» buyurması; üçüncüsü de Hz. Âişe'nin elinde bulunan
esîr cariyenin İsmail (Aleyhisselâm) süîâesinden olduğunu söyleyerek azadını
emir buyurmasıdir. Sadakaları hakkında :
«Bizim kavmimizin...»
tâbirini kullanması Benî Temîm, îlyaş b. Mudar-dâ Peygamber (Sallallahü A leyhi
ve Sellem) 'in nese-biyle birleştiği içindir.
Hz. Âişe'nin elinde bulunan kadının ismi malûm
değildir. Bu hu-sûsdaki rivayetler muhteliftir. Bir rivayette «Sebiyye» yerine
«Neşeme» denilmiştir. Neşeme, insan demektir. Tabarânî'nin rivayetine göre Hz.
Âişe : «Yâ NebiyyeHah, ben İsmail (Aleyhisselâm) sülâlesinden bir köle âzâd
etmeyi adadım.» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sabret de yarın Benî
Ahber'İn ganimetleri gelsin!» buyurmuş. Ertesi gün Benî Anber 'in ganimeti
gelince ona Rudeyh, Zübeyb, Zühay ve Semûra namlarında dört köle vermiş; kölelerin
başlarını meshederek bereket duasında bulunmuş ve bunların Hz. İsmail neslinden
olduğunu bildirmiş. Zehebî 'nin beyânına göre Hz. Âişe bunlardan
Rudeyh'i azad etmiştir.
1- Şâir
insanlar gibi Arablardan da köle olur. Ancak onları azâd etmek ef daldır. İbnü
Battâ1'a göre Benî Temîm kabilesi zekât için mallarının en iyisini
ayırırlarmış. Bu halleri Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sel!em)'in hoşuna
gittiği için, onlar hakkında sitâyişkâr sözler söylemiştir.
2- Hadîs-i
şerif Benî Temîm'in faziletine delildir. Bu kabilenin içinde gerek câhiliyyet,
gerekse İslâmiyet devirlerinde birçok eşraf ve reisler yetişmiştir.
3- Hadîs-i
şerif âhir zamanda olacak bazı halleri haber vermektedir.
199- (2526) Bana
Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, îbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Saîd b.
Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüilah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«İnsanları asıl olarak
bulursunuz. Onların câhiliyyet devrinde hayırlı olanları anlayış göstermek
şarîıyie İslâm'da da hayırlılardır. Bu işde insanların en hayırlılarından
bazılarını içine girmezden önce, ondan en ziyâde hoşlanmayanlar olduğunu bulursunuz.
İnsanların en kötülerinden bazılarını bîr yüzle onlara, bir yüzle de bunlara
gelen iki yüzlüyü bulursunuz.»
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Cerîr, Umâ-ra'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. H. Bize Kuteybe b, Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîra fo.
Abdirrahman El-Hızâmî, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüilah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«İnsanları madenler
bulursunuz...» buyurdular.
Râvi, Zühri'nin hadîsi
gibi rivayette bulunmuştur. Yalnız Ebû Zür'a ile A'rac'ın hadîsinde : «Bu işde
insanların en hayırlılarından bazılarını içine girmezden Önce ona karşı en
şiddetli hoşnutsuzluk gösterenler olduğunu bulursunuz.» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmiştir.
Madenlerden murad
muhtelif asıllıdır.
Maden :
Yerin içinde karar kılan şeydir. Bazan nefis, bazan da kıymetsiz olur.
Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) burada insanları madenlere benzetmiştir.
Benzetmenin vcehi maden çıkarıldığı zaman gizli kalan yerlerinin açığa vurması
ve sıfatının değişmemesidir. İnsandaki şeref sıfatı da böyledir. Haddizatında
değişmez. Câhiliyyet devrinde şerefli olan müslümanlığı kabul ettikten sonra da
şerefli olmakda devam eder. «Anlayış göstermek şartiyle» ibaresinde islâmî
şerefin ancak dinde fakih olmakla tamamlanacağına işaret vardır. Şu halde
mukabüleriyle ele alınırsa insanlar dört kısma ayrılır :
Birincisi: Câhiliyyet
devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlardır.
Bunların mukabilleri câhiliyyet devrinde şerefli olmayan ve müslümanlığı kabul
etmeyip dinde fakih olmayanlardır.
İkincisi: Câhiliyyet
devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul eden; fakat fakih olamayanlardır.
Bunların mukabilleri câhiliyyet devrinde şerefi olmayan, müslümanlığı da kabul
etmeyen, fakat anlayış gösterenlerdir.
Üçüncüsü : Câhiliyyet
devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul etmeyen, fakih de olmayanlardır.
Bunların mukabili câhiliyyet devrinde şerefi olmayan, fakat müslümanlığı kabul
ettikten sonra fakih olanlardır.
Dördüncüsü: Câhiliyyet
devrinde şerefli olup, müslümanlığı kabul etmeyen, fakat anlayışlı olanlardır.
Bunların mukabili câhiliyyet devrinde şerefi olmayan, müslümanlığı kabul
ettikten sonra da fakih olmayanlardır.
Bu kısımların en
yüksek mertebesi câhiliyyet devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul
eden ve dinde fakih olanlardır. Ondan sonra câhiliyyet devrinde şerefli
olmayıp, sonra müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlar; daha sonra
câhiliyyet devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul eden, fakat fakih
olmayanlar; daha sonra câhiliyyet devrinde şerefli olmayıp, sonra müslümanlığı
kabul eden, lâkin fakih olmayanlar gelir. Müslümanlığı kabul etmeyene itibar
yoktur. Bu hususda şerefli olup olmamanın, anlayışlı veya anlayışsız olmanın
bir kıymeti yoktur. Nevevi şöyle diyor : «Madenlerden murad asıllardır.
Asıllar şerefli olursa ekseriyetle feri'ler de şerefli olur. İslâmda fazilet
takva iledir. Lâkin buna neseb şerefi katılırsa fazileti artar.»
Hadîsdeki «Bu iş»
tâbirinden murad ihtimal İslâm'dır. Nitekim Hz. Ömer b. Hattâb, Hâlid b. Velîd,
Amr b. Âs, İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr gibi zevat vaktiyle İslâm'a son
derece düşmandılar. Fakat Müslüman olunca onu son derece büyük bir ihlâsla
sevdiler. Uğrunda büyük mücâhedeler yaptılar.
İki yüzlü kimse
hakkındaki işden murad memuriyetler olabilir. Çünkü memuriyet istenmeden
verilirse alan kimse Allah'ın yardımına nâü olur. İki yüzlünün niçin insanların
en kötülerinden olduğu meydandadır. Çünkü iki yüzlülük nifaktır. Yalancılık,
dolandırıcılıktır. İki yüzlü kimse her taifeye onu memnun edecek şekilde
görünür. Hayırda olsun, serde olsun onunla beraberdir. Bu ise müdahenedir,
haramdır. Fakat bununla iki taifenin arasını bulmayı kastederse yaptığı iş
müdahene değil, makbul ve memduh olur.
200- (2527)
Bizejİbni Ebî'Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-|yân b. Uyeyne,
Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, bir de Ibni Tâvus'dan, o
da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Saliailahii
Aleyhi, ve Sellem):
«Develere binen
kadınların en hayırlısı (Burada râvilerin-biri Kureyş kadınlarının elverişlisi
demiş, diğeri sadece Kureyş kadınları demiştir) yetime küçüklüğünde en ziyade
şefkat gösteren ve kocasına elindeki iş hususunda en ziyâde riayetkar
olandır.» buyurdular.
(...) Bize
Amru'n-Nâkıd rîvâyet etti, (Dedi ki) : Bize Süfyân Ebû'z-Zinad'dan, o da
A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii. Aleyhi ve Seliem)
den naklen rivayet etti. Bir de İbnü Tâvus'dan, o da babasından, o da Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem)''e ulaştırmak suretiyle bu hadîsin mislini
rivayet etti. Şu kadar var ki o :
«Çocuğa küçüklüğünde
en fazla bakış görüş edenidir.» demiş, «Yetime» dememiştir.
201- (...) Bana
Harmele b. Yalıya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, İbnü Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ban'a Saîd b.
Müseyyeb rivayet etti ki, Ebû Hüreyre : Ben, ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'i :
«Kureyş kadınları
deveye binen kadmlarm en hayırlısı, çocuğa karşı en şefkatlisi, kocasına
elindeki iş hususunda en riayetkar olanıdır.» buyururken işittim.
Râvi demiş ki : Efcû
Hüreyre bunun arkacığından : — Meryem binti Imran hiç deveye binmemiştir, dedi.
(...) Bana Muhammed b. Râfî' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd: Ahberanâ,
İbnü Râfi' ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'-den, o da İbni Müseyyeb'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Pe-ygamber (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) Ebû
Tâîib'in kızı Ümmü Hâni'yi istemiş. O da :
— Yâ Resûlallah! Ben
yaşlandım, çocuklarım da var! demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahu
Aleyhi ve Sellem);
«Deveye binen
kadınların en hayırlısı.-..» buyurmuşlar. Sonra râvi Yûnus'un hadîsi gibi
nakletmiş. Yalnız o: «Küçüklüğünde çocuğa karşı en jefkatlisi» demiştir.
202- (...)
Bana Muhammed b. Râfî' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. İbni Râfi:
Haddesenâ, Abd ise : Ahberanâ
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürezzak haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'mer, İbni Tâvus'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi. H. Bize Ma'mer de Hemmam b. Münebbih'den, û da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah 'Sallallahü Aleyhi ve Sellem): ' «Deveye
binen kadınların en hayırlısı Kureyş kadınlarının elverişlisi-dir. Küçüklüğünde
çocuğa karşı en şefkatli, kocasına elindeki İş hususunda en ziyade riayetkar
(o) dır.» buyurdular.
(...) Bana
Ahmed b. Osman b. Hakim El-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlİd (yâni İbni
Mahled) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman (bu zat İbni Bilâl'dır) rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Süheyl, babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen tamamiyle Ma'mer'in bu hadîsi gibi
rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir. Deveye binen kadınlardan nıurad;
Arab kadınlarıdır. İbaredeki zamirlerin müzekker getirilmesi ya lâfız yahut
cins veya şahıs kastedildi-ğindendir..Hadîs-i şerif Kureyş kadınlarının
fazileti ile onlardaki şefkat, evlât terbiyesi, yetim çocuklara güzel bakmak,
kocalarının malım emin bir şekilde muhafaza etmek, nafaka hususunda tedbirli
davranmak gibi hasletlerin faziletine delildir.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin :
«Meryem binti İmran hiç deveye "binmemiştir.» sözü, onun bu umuma dâhil
olmadığına işaret içindir. Yâni Kureyş kadınlarının Hz. Meryem 'den efdal
olduğu anlaşılmamalıdır. Hadîsden murad Kureyş kadınlarının şâir Arab
kadınlarından üstün olduklarını anlatmaktır. Bundan onların bütün dünya
kadınlarından üstün olmaları lâzım gelmez demek istemiştir.
«Ettevdîh» nâm eserin
sahibi İbni Mülakk'm: «Ebû Hüreyre 'nin bu sözünden ve Buhârî 'nin onu Hz. Meryem kıssasında
zikretmesinden, Hz. Meryem'in Hadîce ile Fâtıme'den faziletli olduğu
mânâsı çıkarılır. Çünkü onlar deveye binmekle tahsis edilen Arablardandır.»
diyor.
203- (2528)
Bana Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-düssamed rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni Seleme) Sâ-bit'ten, o da Enes'den naklen
rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Ubeyde b. Cerrah
ile Elû Talha arasında kardeşlik akdetmiştir.
204- (2529)
Bana Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbâh rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hafs b.
Gıyas rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsimi Ahvel rivayet etti. (Dedi ki) ;
Enes b. Mâlik'e :
— Resûlüllah (Sallailahu Aleyhi ve Sellem) 'in :
«islâm'da ahidleşme
yoktur!..» buyurduğunu sen duydun mu? denildi. Enes:
— Resûlüllah.
(Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) kendi evinde Kureyş'le En-sâr arasında muahede
yapmıştır, dedi.
205- (...) Bize
Ebû Bekr fa. EM Şeybe ile Mulıammed b. AbdiUah b. Nümeyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Abde b. Süleyman, Asım'dan, o da Enes'den naklen rivayet
etti. Enes şöyle demiş : Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) Kureyş ile
Ensâr arasında Medine'deki evinde muahede yapmıştır.
206- (2530)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b, Nümeyr
ile Ebû Üsânıe Zekeriyya'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da babasından, o da
Cübeyr b. Mut'ım'den naklen rivayet ettiler. Cübeyr şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallaliahü A leyhi ve Seilem):
«İslâm'da ahidleşme
yoktur. Cahiliyyet devrinde olan herhangi bir ahidleşmeyi islâm ancak şiddet
yönünden artırmıştır.» fcuyurdular.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Kefâle» ile
«Kitâbu'I-İ'tisam»'da;
Ebû Dâvud
«Kitâbu'l-Ferâiz»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hilf : İki
-kişinin birbirlerine yardımda bulunacaklarına ve birbirlerini takviye
edeceklerine dâir ittifak etmeleridir. Cahiliyyet devrinde Arab kabileleri
başkalanyle çarpışmak ve onlara baskı yapmak için birbirleriyle muahede
yaparlardı. Bu türlü ittifak Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) 'in :
«İslâm'da ahidleşme
yoktur.» hadîsiyle yasak edilmiştir. Fakat yine cahiliyyet devrinde mazluma
yardım ve silâ-i rahim gibi şeyler için de ittifak yapılırdı. Bunlar hayır ve
hakka yardım için yapıldığından İslâmi-yette de meŞru olarak kalmışlardır.
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in
«Cahiliyyet devrinde
olan herhangi bir ahidleşmeyi İslâm ancak şiddet yönünden artırmıştir.»
buyurarak bu nevi ittifakın neshe dilmediğin i anlatmak istemiştir. Taberi:
«Bugün ittifak ve sözleşme caiz değildir. Çünkü hadîsdeki kardeşlik ve bu
kardeşlikle birbirine mirasçı olmak gibi şeyler hep neshedilmişlerdir.»
demiştir. Nevevî de şunları söylemiştir : «Mirasa taallûk eden şeylerde
cahiliyyet ittifakına muhalefet göstermek cumhûr-u ulemâya göre müstehabdır.
Fakat İslâm'da kardeşlik ve AUah'a taat hususunda ittifak, dinde yardımlaşmak,
hakkı ikâme için dayanışmak bakidir. Neshedilmemiştir...»
Hâsılı birbirine zıt
gibi görünen bu rivayetlerden anlaşılan mânâ budur. Yâni «İslâmda ahidleşme
yoktur.» hadîsinden murad şer'an memnu olan miras ittifakı gibi şeylerdir,
Cahiliyyet devrinden beri yapılagelen herhangi bir ittifakı İslâm'ın ancak
kuvvetlendireceğini bildiren hadîs ise meşru' olan kardeşlik ve din hususunda
yardımlaşma ittifakıdır.
207- (2531)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve Abdullah b. Ömer b. Ebân
hepsi Hüseyn'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Hüseyn b. AH El-Cu'fî,
Mücemma' b. Yahya'dan, o da Saîd b. Ebî Bürde'den, o da Ebû Bürde'den, o da
babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah (Sallallahii Aleyhi
ve Sellem) İle birlikte ak-Şam namazını kıldık. Sonra otursak da onunla beraber
yatsıyı da kilsak a! dedik ve oturduk. Derken yanımıza çıktı ve :
«Siz hâlâ burada
mısınız?» dedi. (Biz) şu cevâbı verdik :
— Yâ Resûlallah!
Seninle birlikte akşam namazını kıldık. Sonra : Oturalım da seninle binlikte
yatsıyı da kılalım, dedik.
«iyi ettiniz!» Yahut
«İsabet ettiniz!» buyurdular. Müteakiben başım semâya kaldırdı. Çok defalar
başını semâya kaldırırdı ve :
«Yıldızlar semânın
emniyetidir. Yıldızlar gitti mi semâya vadolunan gelir. Ben ashabım için bir
emniyetim. Ben gittim mi, ashabıma vadolunan-tar gelir. Ashabım da ümmetim için
bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vadolunan şeyler gelir.» buyurdular.
Emn ve Eman aynı
mânâya olup, emniyet ve korkusuzluk demektirler, Hadîsden murad şudur ;
Yıldızlar kaldıkça semâ da bakidir...Kıyamet gelip yıldızlar saçılınca, semâ da
bozulup yarılacak ve yok olacaktır. Ben ashabım için bir emniyetim. Ben
gittikten sonra ashabıma vadolunan fitneler ve harbler, bedevilerin irtidâdı
ve kalbîerin birleşemeyip ihtilâfı gibi önceden açıkça haber verilmiş olan
şeyler gelecektir. Nitekim bunların hepsi olmuştur.
Ashîjb gittikten sonra
ümmete vadedilen şeylerin gelmesinden murad dinde bid'atların, fitnelerin
zuhuru, kıyamet alâmetlerinin görünmesi, Mekke ile Medine'nin
hürmetlerinin ayaklar altına alınması ve-zeîerindendir. sairedir ki, bunların
hepsi Peygamber (SaUalîahü Aleyhi ve Se'J.eın)'in muci-
208- (2532)
Bize Ebû Hayseme Züheyr b. Harb ile Ahmed b. Ab-dete'd-Dabbî rivayet ettiler.
Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Süf-yân b. TJyeyne rivayet etti. (Dedi
ki) : Anır, Câbir'i, Ebû Saîdi Hudrî'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen haber verirken işitmiş. (Şöyle buyurmuşlar) :
«İnsanlar üzerine öyle
bir zaman gelecek; insanlardan bir cemâat gaza edecekler de kendilerine :
— İçinizde Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve SellemVı gören var mı?
denilecek. Onlar da :
— Evet! cevâbını verecekler. Bunun üzerine
kendilerine fetih müyesser kılınacak. Sonra insanlardan bir cemâat gaza edecek
kendilerinei
— İçinizde Resûlüllah (SatlaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e sahâbîlik
etmiş bir kimseyi gören var mı? denilecek.
— Evet! diyecekler. Yine kendilerine fetih müyesser kılınacak.
Sonra insanlardan bir cemâat gaza edecek ve kendilerine :
— İçinizde Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e sahâbilik
eden bir kimsenin arkadaşım gören var mı? denilecek. Onlar da :
— Evet! cevâbını verecekler. Bu sebeple kendilerine fetih müyesser
kılınacaktır.»
209- (...)
Bana Saîd b. Yahya b. Saîd EI-Emevî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İlmi Cüreyc, Ebû'z-Zübeyr'-den, o da Câbir'den
naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Saîd-i Hudrî zu'm edip dedi ki:
Resûlüllah [Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular :
«İnsanlar üzerine
zaman gelecek; kendilerinden bir ordu gönderilecek do:
— Bakın aranızda
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
*in ashabından bir kimse bulabilecek misiniz? denilecek. Böyle bir zât
bulunacak ve kendilerine onun sebebiyle fetih müyesser olacak. Sonra ikinci bir
ordu gönderilecek yine :
— Acaba bunların arasında Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabını gören var mı? diyecekler ve onun sebebiyle
kendilerine fetih müyesser olacak. Sonra üçüncü ordu gönderilecek ve :
— Bakın aralarında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve-Sellem)'m ashabını görenleri
gören bulabilecek misin? denilecek.
Sonra dördüncü ordu gönderilecek ve yine :
— Baktn
içlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabını gören, birini gören, bİrîni gören,
biri var mı? denilecek. Böyle bir zat da bulunacak ve kendilerine onun
sayesinde fetih müyesser olacak.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Cihâd» ile «Alâmâtü'n-NüMvve» ve «Fedâilü's-Sahâbe» bahislerinde
tahric etmiştir.
Fiâm veya Fiyâm :
İnsanlardan bir cemâat demektir. Lâfzından müfredi yoktur.
Hadîs-i şerif:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"ı kendi suretinde kimse
görmemiştir.» diyen bazı mutasavvıfenin sözlerini reddetmektedir. Bu hadîsde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir mucizesi ve ashab ile tabiînin
faziletlerine delil vardır.
210- (2533)
Bize Kuteybe b. Saîd İle Hennâd b. Seriy rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ebû'l-Ahvas, Mansûr'dan, o da İbrahim b. Yezid'-den, o da Abîdete's-Selmânî'den,
o da Abdullab'dan [30]
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Ümmetimin en
hayırlısı benden sonra gelen asırdır. Sonra onlarm peşinden gelenler. Daha
sonra onlarm peşinden gelenlerdir. Sonra öyle bir kavm gelecektir ki, onlardan
birinin şehâdeîi yeminini, yemini de şehâ-detini geçecektir.» buyurdular.
Hennâd hadîsinde karnı
zikretmemiştir. Kuteybe ise: «Sonra bir takım kavmler gelecektir.» demiştir.
211- (...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim El-IIanzalî rivayet ettiler. İshâk :
Ahberanâ, Osman ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize
Cerîr Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da Abdullah'dan naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'e :
İnsanların hangisi en hayırlıdır? diye soruldu :
«Benim asrtmdır. Sonra
onların peşinden gelenler, daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra bir
kavm gelecektir ki, onlardan birinin şeha-deti yeminini, yemini de şehâdetinİ
geçecektir.» buyurdular.
İbrahim: «Biz çocukken
ahid ve şehâdetlerden bizi men ederlerdi.» demiş.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bize yine Muhammed h.
Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Her iki râvi Mansûr'dan
Ebû'l-Ahvas'la Cerîr'in isnadlariyle onların hadîsi mânâsımla rivayette
bulunmuşlardır. Onların hadîsinde : «Resûlüllah (SaHallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e
soruldu» cümlesi yoktur.
212- (...)
Bana Hasen b. AH El-Hulvân! de rivayet etti. (Dedi ki) : | Bize Ezher b, Sa'd
Es-Scmmân, İbnü Avn'den, o da İbrahim'den, o da Afaîde'den, o da AbduIIah'dan,
o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. (Şöyle
buyurmuşlar) :
«insanların en
hayırlısı benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelenler, daha sonra onların
peşinden gelenlerdir.» (Abdullah) Üçüncüde mi, yoksa dördüncüde mi bilemiyorum:
«Onlardan sonra (kötü)
bir nesil gelecek. Birinin şehadeti yeminini, yemini de şehâdetini
geçecektir.» buyurdular (demiş).
213- (2534)
Bana Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym, Ebû Bişr'den
rivayet etti. H.
Bana İsmail b. Salim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ebû
Bişr, Abdullah b. Şekîk'den, o da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi. (Şöyle
demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Ümmetimin en
hayırlıları, içlerinde benim gönderildiğim asırdır. Sonra onların peşinden
gelenlerdir.» buyurdu. Üçüncüyü zikretti mi, etmedi mi Allah bilir:
«Onlardan sonra bîr
kavm gelecektir ki, semizliği sevecekler, çağırıl-madan şâhidlık
yapacaklardır.» buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Ca'fer rivayet
etti. H.
Bana Ebû Bekir b. Nâfi
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'-be'den rivayet etti. H.
Bana Haccâc b. Şâir
dahi rivayet etti. Bize EWl-Velid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Efcû Avâne
rivayet etti. Her iki râvi Ebû Bişr'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir. Yalnız Şu'be'nin hadîsinde «Ebû Hüreyre : İki defa mı söyledi, üç
defa mı bilemiyorum, dedi.» cümlesi vardır.
214- (2535)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr hep birden
Gunder'den rivayet ettiler. îîmü Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Ebû
Cemre'den' dinledim. (Dedi ki) : Bana Zehdem b. Mudarrib rivayet etti. (Dedi
ki) : tmran b. Husayn'i rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«Sizin en
hayırlılarınız benim asrimdır. Sonra onların peşinden gelenler. Daha sonra
onların peşinden gelenler/ daha sonra onların peşinden gelenlerdir.»
buyurmuşlar. İmran : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi asrından
sonra iki defa mı dedi, üç mü bilemiyorum demiş :
«Onlardan sonra bir
kavm gelecek ki, şâhid çağrılmadıkları halde şe-hâdet edecekler. Hıyanet
edecekler. Emniyet olunmayacaklar. Nezredecekcek, yerine getirmeyecekler.
Aralarında şişmanlık zuhur edecektir.» buyurmuşlar.
(..,) Bana
Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. H.
Bize Abdurrahman b.
Bişr El-Abdî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. Bu râvilerin hepsi
Şu'be'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Bunların hadîsinde :
«Kendi asrından sonra
iki asır mı, yoksa üç mü söyledi bilemiyorum, dedİ.» ibaresi vardır. Şebâbe'nin
hadîsinde : «Dedi ki Zehdem b. Mudar-rİb'den dinledim. Bana at üzerinde bir
hacet için gelmişti. Bana rivayet etti ki : Kendisi Imran b. Husayn'dan
dinlemiş» ibaresi; Yahya ile Şebâbe'nin hadîsinde ise: «j^âV^j^j-i^ı, Behz'in
hadîsinde de İbnü Ca'fer'İn
215- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abdi'l-Melik EI-Umevî de rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Avâne
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile İbnü Beşşâr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Muâz b.
İlişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Her iki râvİ
Katâde'den, o da Zürâra b. Evfâ'dan, o da Imran b. Husayn'dan, o da Peygamber
(SailaUahü Aleyhi ve Selle m) 'den naklen bu hadîsi :
«Bu ümmetin en
hayırlıları içlerinde benim gönderildiğim asırdır. Sonra onların peşlerinden
gelenlerdir.» şeklinde rivayet etmişlerdir. Ebû Avâ-ne'nin hadîsinde Zehdem'in
Imran'dan rivayet ettiği hadîsde olduğu gibi : «Üçüncüyü zikretti mİ, etmedi
mi Allah bilir, dedi.» ziyadesi vardır. Hişâm'm Katâde'den rivayet ettiği
hadîsinde de : «Kendilerinden yemin istenmediği halde yemin ederler.» ziyadesi
vardır.
Bize Ebû Bekr b. EM
Şeybe üe Suca' b. Mahled rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indİr. (Dediler ki) :
Bize Hüseyn (bu zât îbni Ali El-Cu'ü'dir) Zâide'den, o da Süddî'den, o da
Abdullah El-Behî'deıı, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir
adam Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'e insanların en hayırlıları
kimlerdir? diye sordu :
«İçinde benim
bulunduğum asırdır. Sonra ikinci, daha sonra üçüncü {ası rdı r).» fc uyurdular,
Abdullah b. Mes'ud
rivayetini Buharı «Kitâbu'ş-Şehâdât» ile «Kitâbu'I-Fedâil»'de; Tirmizî
«Kitâbu'l-Menâkıb»'de;
Nesâî «Şurut» ve «Ahkâm» bahislerinde; Imran b.
Husayn rivayetini Buharı
«Kitâbu'ş-Şehâdât» ile «Kitâbu fadlı's-Sahabe»'de; Nesâî «Nüzûr» bahsinde
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Kamdan murad bir zamanda yaşayan
insanlardır. İbnü'1-Enbârî'nin beyânına göre hadîsden muzaf hazfedilmiştir.
Hadîs : «İnsanların en hayırlıları benim asrımın insanlarıdır» manasınadır.
İbnü Tînn : «Benim asrım tâbirinin mânâsı, benim ashabım demektir. Maksad onu
gören veya sözünü işitenlerdir.» diyor. Ulemâ bu kelimenin üzerinde pek çok
sözler söylemişlerdir. Bâzılarına göre karn yüz senedir. Bir takımları seksen,
diğerleri kırk, daha başkaları altmış sene olduğunu söylemişlerdir. Hattâ
yirmi, otuz ve yetmiş sene olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayetlerin
mecmuundan anlaşılıyor ki, müslümanların yaşadıkları en hayırlı devirler
sahabe, tâbinî ve tebei tabiîn devirleridir. Bir rivâyette bu üç devirden sonra
yalanın alıp yürüyeceği bildirilmiştir. Bu-'radaki rivayetlerde o devirden
itibaren, çağrılmadan mahkemeye gelip şe-hâdet edecek insanlar zuhur edeceği,
bunların bazısının evvelâ şehadet edip, sonra yemin vereceği; bazılarının da
evvelâ yemin edip, sonra şâ-lıhidlik yapacağı ve keza bir takım insanların
nezredîp nezrini yerine ge-. tirmeyeceği ve aralarında semizlik, şişmanlık,
hıyanet zuhur edeceği bildirilmektedir. Bittabi bunlar dînen makbul şeyler
değildir. Bu rivayetler mezkûr insanları zemmetmektedirler. Bilhassa hem şâhidlik
etmek, hem de yemin vermek çirkin bir şeydir. Onun için râvilerden İbrahim
El-Hanzalî: «Biz çocukken ahid ve şehadetlerden bizi men ederlerdi.» demiştir.
Bundan murad; Allah'a ahdolsun, Allah'a söz veriyorum, Allah şahidim olsun ve
Eşhedübillah gibi sözlerdir. Yâni; bir kimse bir şeyi yapacağına söz verirken
bunları kullanmamalıdır. Çocuklara yasak edilmesi, bunu âdet edinip eğri veya
doğru her şeye yemin etmesinler diyedir.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâ en hayırlı devrin Peygamber (Sallaîlahii Aleyhi ve Sellem) zamanı
olduğuna ittifak etmişlerdir. Maksad onun ashabıdır. Evvelce de beyân
ettiğimiz gibi, cumhûr-u ulemânın kabul ettiği sahih kavle göre Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve SeUemyi velev bir an gören müslüman onun ashabındandır.
(İnsanların en hayırlıları) rivayeti umumu üzere bırakılmıştır. Ondan murâd
asrın bütünüdür. Bundan sa-hâbîyi Peygamberlerden üstün çıkarmak lâzım
gelmediği gibi, kadınların da Meryem, Âsiye vesâireye tercihi icab etmez.
Maksad "bir asrı bütünüyle başka bir asra tercihdir.»
Half: Kötü
nesil manasınadır. Luğat ulemâsına göre half başkasının yerine ivaz ve bedel
olan demektir. Hayırda da, serde de kullanılır. Yalnız hayırda kelime hem
half, hem de halef şeklinde okunabilir. Halef okunması-daha makbuldür. Cumhura
göre şer mânâsında yalnız half şek-lin'de kullanılır. Mamafih burada da halef
şeklinde telâffuz edilebileceği rivayet olunmuştur.
Semizlikten murad;
şişmanların çok olmasıdır. Yoksa bütün insanların şişmanhyacağım haber vermek
değildir. Burada zemmedilen şişmanlık kasden besleyici şeyler yiyerek
semizlemektir. Yaradılıştan şişman olanlar bu hükümde dâhil değildirler.
Bazıları buradaki semizlikten mal toplamak kastedildiğini, bir takımları da
elinde olmadığı halde bir şeyi varmış gibi göstererek kendini şerefli ve itibarlı
saydırmak mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Buradaki rivayetlerde
:
«Onlardan sonra bir
kavm gelecek ki; şâhid olarak çağrılmadıkları halde şehadet edecekler.» buyuruluyor. Halbuki bir hadîsde ;
«Şâhidlerin en
hayırlısı kendisinden şahitlik istenmeden gelip şehadet edendir.»
buyurulmuştur. Zahirlerine bakılrsa bu iki hadîs birbirlerine zıttır. Ulemâ
onların aralarını şöyle bulmuşlardır. Çağrılmadan gelen şahidin zemmolunması,
dava sahibi bildiği halde onu mahkemeye davet etmediği içindir. Fakat dava
sahibinin şâhidliğini bilmediği bir kimse kendiliğinden gelerek mahkeme
huzurunda şehadet eder veya dava sahibine müracaatla : Ben bu davaya şahidim,
beni de mahkemeye çağır, derse bu şâhidlik çirkin değil, bilâkis memduh ve
makbuldür. Yalnız haddi şer'i gibi gizlenmesinde maslahat görülen hususatda,
çağrılmadığı halde mahkemeye gelerek şâhidlik etmek doğru değildir. Cumhur
ulemânın kavli budur. Burada başka bir takım kaviller de vardır. Fakat zayıf
oldukları için bunları nakle lüzum görmedik.
Nezir : Adak,
demektir. Bir kimsenin adağım yerine getirmesi bil-ittifak vâcibdir. Ulemânın
bu hususdaki kavillerini nezir babında görmüştük.
Hz. Âişe rivayetinin
senedine Darekutnî itiraz etmiş ve «Abdullah El-Behî, Âişe 'den değil,
Urve'den, o da Âişe'den rivayet etmiştir.» demişse de; Kaadî îyâz bu itirazı
vârid görmemiş Abdullah 'm doğrudan doğruya Hz. Âişe 'den rivayeti sahih
olduğunu söylemiştir. Nitekim Buharı de onun Hz. Âişe 'den rivayetini tahric
etmiştir.
Bu rivayetler Hz.
Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir mucizesini tazammun
etmektedirler. Çünkü bütün haber verdikleri aynen zuhur etmiştir.
217- (2537)
Bize Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Muhammed b. Kâfi':
Haddesenâ, Abd ise : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize
Abdürezzâk haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den naklen haber verdi.
(Demiş ki) : Bana Salim b. Ab-dillah ile Ebû Bekr b. Süleyman haber verdiler
ki, Abdullah b. Ömer şunu söylemiş: Bize ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hayatının sonunda bir gece yatsı namazını kıldırdı. Selâm -verince
ayağa kalkarak :
«Şu gecenize ne
dersiniz? Hiç şüphe yok ki, bundan itibaren yüz senenin başında yeryüzünde
olanlardan hiç bîr kimse kalmayacaktır.» buyurdu.
îbnü Ömer demiş ki :
Halk konuştukları lâflar arasında ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'in
bu yüz sene hakkındaki sözü hususunda hataya düştüler. ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ancak bugün yeryüzünde olanlardan kimse kalmayacak, dedi.
Bununla o asır halkının geçip gideceğini kasdetti.
(...) Bana
Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'I-Yeman
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Bu hadîsi Leys dahî
Atdurrahman b. Hâlid b. Müsafir'den rivayet etti. Her iki râvi Zührî'den,
Ma'mer'in isnadiyle onun hadîsi gibi rivayet etmişlerdir.
218- (2538)
Bana Harun b. Abdillah ile Haccac b. Şâir rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Haccâc b, Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Cürayc şunu söyledi : Bana
Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Abdillah'ı şöyle
derken işitmiş: Ben
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'i vefatından bir ay önce:
«Siz bana kıyameti mi
soruyorsunuz? Onun ilmi ancak Allah indindedir. Allah'a yemin ederim!
Yeryüzünde doğmuş hiç bir nefis yoktur ki, üzerine yüz sene gelsin!» buyururken işittim.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Cüreyc bu is-nadla haber verdi. Fakat:
«Ölümünden bîr ay önce» kaydını zikretmedi.
(...)İBana
Yahya b. Habîb ile Muhammed b. Abdi'I-A'la ikisi birden Mu'temiir'den rivayet
ettiler. İbnü Hafcîb dedi ki: Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi
ki) : Ben babamdan işittim. (Dedi ki) : Bize Ebû Nadra, Câbir b. Abdillah'dan,
o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, bunu
vefatından bir ay önce yahut o civarda söylemiş:
«Bugün doğmuş hiç bir
nefis yoktur ki : Üzerine yüz sene gelsin de, o gün sağ bulunsun!» buyurmuşlar.
Sikâye sahibi
Abdurrahman'dan dahi Câbir b. Abdillah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet olunmuştur.
Abdurrahman tunu ömrün
kısalması dîye tefsir etmiştir.
("TbiJeM Bekr b.
Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b Harun rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Süleyman Et-Teymı .ki ısnadla birden bu hadîsin mislini haber verdi.
219- (2539)
Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid, Dâvud'dan rivayet
elti. Lâfız onundur, H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Hayyan, Dâvud'dan, o da
Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş).: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tebûk'den dönünce kendisine kıyameti sordular.
Bunun üzerine Rfesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Yüz sene gelmez ki,
yeryüzünde bugün doğmuş bir nefis kalmış olsun!» buyurdular.
220- (2538)
Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Velid haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ebû Avâne H'usayn'dan, o da Sâlim'-den, o da Câfeir b.
Abdilîah'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Doğmuş hiç bir nefis
yoktur kî, yüz seneye erişsin!» buyurdular.
Salim demiş ki : Biz
bunu onun yanında müzakere ettik. Bu ancak o gün yaratılmış her nefistir.
Abdullah b.
Ömer rivayetini Buhârî
«Kitâbu'*-İIim-> ile «Kitâbu's-Salât»'da tahric etmiştir.
Hadîsin rivayetleri
birbirini tefsir etmektedir. Bu rivayetlerden mak-sad, o akşam doğan bir
çocuğun yüz seneden fazla .ya gamıyacağını beyândır. Daha sonra doğan bir
çocuğun yüz seneden fazla yaşayıp yaşamayacağına dâir söz yoktur.
Menlûse :
Yaratılmış, doğmuş demektir. Bu kayıt meleklerle cinlere şâmil değildir.
Bâzıları: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsle ümmetinin ömürleri kısa olacağını
anlatmak istemiştir» demişlerdir,
Hızır (Aleyhisselâm)m
vefat ettiğini söyleyenler bu hadîslerle istidlal etmişlerdir. Cumhura göre
Hızır (Aleyhisselâm) sağdır. Onlar bu hadîsleri te'vil ederek Hızır
(Aleyhisselâm)hn o gün su üzerinde olduğunu yahut hadîsin umumundan tahsis
edildiğini söylemişlerdir.
Kirmanı hadîsin umumunda
Hz. İsâ ile İb1îs'in dahil olup olmadığı hususunda suâl açmış,, cevabım da
vermiş ise de, Allâme Aynî bu suâl ve cevapları yersiz bularak şunları
söylemiştir : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yeryüzünde
yaşayanlardan muradı ümmetidir. Karineler buna delâlet etmektedir. Yeryüzünde
yaşayan müs-lüman, kâfir bütün insanlar onun ümmetidir. Müslümanlar ümnıet-i
icabeti, kâfirlerse ümmet-i davetidir. İsâ ile Hızır (Aleyhisselâm) üm-metden
sayılmazlar. Şeytana gelince : O âdemoğullarmdan değildir.»
Bu rivayetler dahî
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Peygamberliğine delâlet eden
mucizeyi tazammun etmektedir.
221- (2540)
Bİze Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Muhammed b. Ala'
rivayet ettiler. Yalıya : Ahberanâ, Ötekiler : Haddesenâ tâbirlerim
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muaviye A'me'ş-den, o da Ebû Sâlih'den, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûliülah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ashabıma sövmeyin!
Ashabıma sövmeyin! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki,
biriniz Uhud (dağı) kadar altın infâk etse, onların bir ölçeğine veya onun
yansına erişemez.» buyurdular.
222- (2541)
Bize Osman b. Ebî Şcybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr A'meş'den, o da
Ebû Sâlİh'deıı,-o da Ebû Said'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Hâlid b.
Velİd ile Abdurrahman b. Avf arasında bir şey vardı. Hâlid ona sövdü. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Ashabımdan kimseye
sövmeyin! Çünkü bîriniz Uhud (dağı) kadar altın infak etse, onların bir
ölçeğine veya yansına erişemez.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Saîd El-Eşec ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî'
A'meş'den rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rİ-vâyet etti. H.
Bize İbni Müsennâ ile
İbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnü Ebî Adiy rivayet
etti. Bu râviler hep birden Şu'bc'detı, o da A'meş'den naklen Cerîr ile Ebû
Muâviye'nin isnadı ile onların hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu'be ile
Vekî'in hadîsinde Abdurrahman b. Avf ile Hâlid b. Velîd'in zikri geçmemiştir.
Bu hadîsin Ebû Saîd
rivayetini Buhârî «Kitâbu'fedâil-ü Eshab-in-Nebî»'de; Ebû Dâvud ile İbni Mâce
«Kitâbu's-Sünnet»'de; Tirmizî ile Nes.âî «Kitâbu'l-Menâkib»'de muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir. Ebû Hüreyre rivayeti hakkında Ebû Ali
El-Ceyyânî şöyle demiştir : «Ebû Mesüd'u Dimeşkî bunun vehm olduğunu söylüyor. Doğrusu
Ebû Muâviye'nin A'meş'den, onun da Ebû
Salih 'den, onun da — Ebû
Hüreyre 'den değil — Ebû Said-i
Hudrî1-den rivayet etmiş olmasıdır.
Onu Yahya b. Yahya ile
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Ebû Küreyb ve başkaları böyle rivayet etmişlerdir.
Darekutnî'ye bu hadîsin isnadı sorulmuş da : Onu A'meş rivayet ediyor. Ama
ondan muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Zeyd b. Ebî Ümeyye, A'meş 'den, o da
Ebû Salih 'den, o da Ebû Hüreyre 'den naklen rivayet etmigtir. Ebû Avâne 'den
de muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Hadîsi Affân ile Yahya b. Hammad, Ebû
Avâne 'den, o da A'meş 'den bu gekilde rivayet etmişlerdir. Müseddid ile Ebû
Kâmil ve Şey-bân ise Ebû Avâne 'den rivayet etmişler ve Ebû Hüreyre ile Ebû
Saîd 'den demiglerdir. Nasr b. Ali dahî; Ebû Dâvud ile Haraşî 'den, onlar da A'meş'den
diye rivayet et-miçtir. A'meş'in rivayetlerinin doğrusu Ebû Salih 'den, onun da
Ebû Saîd 'den rivayet olunanıdır. Bu hadîsi Zaide, Asım'dan, o da Ebû Salih
'den, o da Ebû Hüreyre 'den rivayet etmişse de, doğrusu Ebû Salih'in Ebû Saîd
'den rivayet etmiş olmasıdır, demiştir.»
Nevevî diyor ki :
«Fitnelere karışmış olsun olmasın ashab-ı kirama sövmek haramdır; haram kılman
kötülüklerdendir. Çünkü onlar müctehiddirler. Sahabenin faziletleri bahsinde
izah ettiğimiz gibi, onlar . bu harbler hususunda te'vilcidirler. Kaadî Iyâz
onlardan birine sövmenin büyük günahlardan sayıldığını söylemiştir. Bizim
mezhebimizle cumhura göre ashaba söven öldürülmez; ta'zir olunur.
Mâlikîler'-den bazıları Öldürüleceğine kail olmuşlardır.»
Yerinde de görüldüğü
vecihle müd, okkadan küçük bir ölçektir. Fi-renkler nazarında ise on sekiz
litrelik kapdır. Hadîsin mânâsı: Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın tasadUuk
etse, bunun sevabı ashabımdan birinin yarım müd zahireden kazanacakları sevaba
erişemez demektir. Kaadî Iyâz: <Bu da gösterir ki, Aşhâb-ı kiram
kendilerinden sonra gelen bütün insanlardan daha faziletlidirler. Onların
sadakalarının daha faziletli olması zaruret zamanında ihtiyaç ve sıkıntı
içinde oldukları halde - vermelerindendîr. Başkalarının hâli böyle değildir.
Onların cihad vesâir tâatları da hep böyle olmuştur...» diyor.
223- (2542)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şim b. Kaâsım rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğire rivayet elti. (Dedi ki) : Bana Saîd
El-Cüreyrî, Ebû Nadra'dan, o da Useyr b. Câ-bir'den naklen rivayet etti ki,
Kûfeliler Ömer'e gelmişler. İçlerinde Üveys'-le alay eden bir adam varmış.
Ömer:
— Burada Karanîlerden kimse var mı? diye
sormuş. Hemen bu adam geîmiş. Ömer:
— Şüphesiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Settim):
«Size Yemen'den Uveys
denilen bir adam gelecek. Yemen'de bir annesinden başka kimse bırakmıyor.
Kendisinde beyazlık vardı. Allah'a duâ etti de onu kendisinden giderdi. Yalnız bir
dinar veya dirhem yeri kadar kaldı. İmdi ona sizden kim rastlarsa sizin için
istiğfar ediversin!» buyurdular, demiş.
224- (...)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hanımad (bu zât İbni Seleme'dir) Saîd-î
CÜreyrî'den bu isnadla Ömer b.
Hattâb'dan naklen rivayet etti. Ömer şöyle
demiş : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Şüphesiz tabiînin en
hayırlısı Uveys denilen bir adamdır. Onun bir validesi vardır. Kendisinde
beyazlık vardı, imdi kendisine emredin de sizin için istiğfarda bulunsun.» buyururken işittim.
225- (...)
Bize İsbâk b. İbrahim El-HanzaU ile Muhammed b. Müsennâ ve Muhammed b. Beşşâr
rivayet ettiler. İshâk ; Ahberanâ, ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar.
Lâfız İbni Müsennâ'nmdır. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana bafcam, Katâde'den, o da
Zürâra b. Evfâ'danj o da Üseyr b. Câbir'den naklen rivayet etti. Üseyr şöyle
demiş : Ömer b. Hattâb kendisine Yemenlilerin imdadı geldiği vakit onlara :
Üveys b. Âmir aranızda mı? diye sorardı. Nihayet
Üveys'e rastladı. Ve :
__ Sen Üveys b. Âmir
misin? diye sordu. (O da) :
Evet! cevâbını verdi.
— Murad kabilesinden sonra Karen'den mi? dedi. Üveys:
— Evet! cevâbını verdi.
— Sende baras illeti vardı. Ondan iyüeştin de
yalnız bir dirhem yeri jar kaldı öyle mi? dedi. Üveys :
— Evet! cevâbını
verdi.
— Validen var mı? diye sordu. Üveys :
— Evet! cevâbını verdi. Ömer :
— Ben Resûlüllah (Satiatlahü Aleyhi ve
Sellem)'i:
«Size Uveys b. Âmir
Yemenlilerin İmdat bölüğü ile gelecek.
Kondİsi Muraddan sonra Karendendİr. Onda baras iiietİ vardı. Bu dordden
iyileşti. Ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Bİr validesi vardır. Ona çok
mutîdir. .Allah'a yemin etse, kendisini mutlaka yemininde sâdık çıkarır. Sana
istiğ-jfar etmesine imkân bulursan bunu yap!» buyururken işittim. Benim için
istiğfar ediver! dedi. O da Ömer için İstiğfarda bulundu. Ömer ona :
— Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Üveys :
— Kûfe'ye! dedi.
— Senin için oranın valisine mektub yazayım mı?
dedi, Üveys :
— İnsanların el-ayak takımı arasında olmam
benim için daha mak-dür, evâbını
verdi.
Üseyr demiş ki: Ertesi
yıl gelince Kûfe'nin eşrafından bir adam hac-gitti. Ömer'e rastlamış. Ömer
kendisine Üveys'i sormuş. O zât :
— Ben onu evi perişan, eşyası az bir halde
bıraktım, demiş. Ömer :
— Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i
:
«Sİze Uveys b. Âmir
Yemenlilerin imdat bölüğü ile gelecek. Kendisi Muraddan sonra Karendendİr. Onda
baras illeti vardı. Bu derdden iyileşti. Ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Bir
validesi vardır. Ona çok mutîdir. Allah'a yemin etse, kendisini mutlaka
yemininde sadk çıkarır. Sana istiğfar etmesine imkân bulursan bunu yap!»
buyururken işittim, demiş. O zât Üvays'e gelerek :
— Benim için istiğfar et! dedi. Üveys :
— Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun,
benim için sen istiğfar et! dedi. O zât yine :
— Yenim için istiğfar et: dedi. Üveys
(tekrar) :
— Sen hayırlı bir yolculuktan yeni geliyorsun.
Benim için sen istiğfar et! Ömer'e
rastladın mı? dedi. O zât:
— Evet!
cevâbım verdi. Bunun Üzerine onun için istiğfar etti. Halk da onun kim
olduğunu anladı. Müteakiben çekib gitti.
Üseyr demiş ki :
Elbisesi çizgili bir kumaştı. İnsan onu gördükçe : Acaba Üveys bu kumaşı nerden
buldu? diyordu.
Hz. Üveys'in babası
Âmir 'dir. Meşhur olan budur. Bazıları Amr olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû
Amr'dır. Sıffın harbinde şehid edildiği söylenir. Kendisi Murad kabilesinin bir
kolu olan Karen'e mensubdur. Doğrusu budur. Cevheri 'nin «Sı-hah»'ında
Karanü'KMenâzil denilen meşhur bir dağa men-sûb olduğu bildirilmiştir. Bu yer
Necd1i1er'in Hac için ihrama girdikleri mahaldir. Nevevi bu iddianın fahiş bir
hata olduğunu söylüyor.
Yemen 'den gelen imdat
kafilesinin içinde Hz Üveys le alay
eden birinin
bulunmasından anlaşılıyor ki, Üveys hâlini gizler, Allah Teâlâ ile kendi
arasındaki sırrı kimseye sezdirmezmiş. Ariflerin ve hâlis evliyanın yolu
budur.
1-
Üveys kıssasında Peyganı'. or
(Sallallahü Aleyhi ve Se[!e;ı 'in zahir
mucizeleri vardır.
2- Bu
hadîs Üveys Hazretlerinin menkabesine delildir.
3- Salâh ve
takva sahiplerinden duâ ve istiğfar istemek rnüstehab-dır. Velevki isteyen daha
faziletli olsun.
4- Hadîs-i
şerif Hz. Üveys'in tabiînin en hayırlısı
olduğuna açık delildir.
İmam Ahmed'le başkalarının
: «Saîd b. E1-Müseyyeb tabiînin en fazîletlisidir.» dedikleri
söylenirse de; bunun cevâbı şudur : Onların muradı Saîd'in tefsir, hadîs, fıkıh ve emsali şer'i
ilimlerde üstün olduğunu anlatmaktır. Yoksa Allah indindeki hayrı
kasdetmemişlerdir.
5- Anneye-babaya itaat, uzlette yaşamak, hâlini
gizlemek faziletli fiillerdir.
226- (2543)
Bana EbÛ't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Harmele haber verdi. H.
Bana Harun b. Saîd
El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Harmele (bu zât İbnü Imrân Et-Tücîbî'dir) Ahdurrahman b.
Sümâsete'l-Mehrî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ehû Zerr'i şunu söylerken
işittim: Resûlülîah (Sallallahii Aleyhi ve Seliem):
«Siz öyle bir yer
fethedeceksiniz ki, orada kîrat söylenir. 0 yerin ahâlisi hakkında birbirinize
hayr tavsiyesinde bulunun! Çünkü onların bir zimmet ve rahim (hörmet)'i
vardır. Bir kerpiç yeri hakkında kavga eden iki adam gördünüz mü hemen oradan
çık!» buyurdular.
Râvi demiş ki: Ebû Zer
Şurahbîl b, Hasene'nin oğulları Rabîa ile Ab-durrahman, bir kerpiç yeri
hakkında kavga ederken yanlarına uğramış da hemen oradan çıkmış.
227- (...)
Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Mısırlı Harmele'yi, Ahdurrahman b. Şümâ-se'den, o da Ebû Basra'dan, o da
Ebû Zer'den naklen rivayet ederken işittim. Ebû Zer şöyle demiş: Resûlülîah
{Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Siz muhakkak Mısır'ı
fethedeceksiniz. Mısır öyle bir yerdir ki; orada kîrat söylenir. Orasını
fethettiğiniz zaman ahâlisine İyi muamelede bulunun. Çünkü onların bir zimmet
ve rahim (hakk)'ı vardır, —Yahut bir zimmet ve sıhriyeti vardır. — Orada iki
adamın bir kerpiç yeri hakkında kavga ettiklerini görürsen hemen oradan
çık!» buyurdular.
Ebû Zer demiş ki:
Sonra Abdurrahman b. Şurahbil b, Hasene ile kardeşi Rabîa'y1 hir kerpiç yeri
için kavga ederlerken gördüm de oradan çıktım.
Kîrat: Dinar
ve dirhemle şâir paraların cüzlerinden biridir.
Nevevî , Mısırlıların
bu kelimeyi çok kullandıklarını söyler. Tahâvîde «Müşkilü'1-Âsâr» adlı
kitabında şunları söylemiştir. «Bununla Mısırlıların sövmekte ve birbirlerine
kötü söz işittirmek "hususunda kullandıkları bir kelimeye işaret
olunmuştur. Onlar filâna kıratlar Verdim derler. Bununla ona kötü söz
söyledim; sövdüm demek isterler;
İstevsû: Birbirinize
tavsiye edin yahut vasiyetimi kabul edin mânâlarına gelir. Kîrat meselesi ile
vasiyet arasındaki münâsebet olsa olsa Mısırlıların ağızları bozuk,
sövüp-sayan, kötü şeyler söyleyen bir. millet olmalarıdır. Onlara müsamahakâr
davranın; kötü sözleri, sizi de onlara kötü muameleye alıştırmasın, demek
istemiştir.
Zimmet: Hürmet
ve hak demektir. Burada ondan murad. ahid ve emândır. Rahim'den murad neseben
akrabalıktır. Çünkü İsmail (Aleyhisselam)'in annesi Hâcer
Mısırlıdır.
Sıhriyet: Evlilik
sebebiyle meydana gelen akrabalıktır. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellemyin
oğlu İbrahim'in annesi Mâriye Mısırlı idi.
Hadîs-i şerif,
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iri birkaç mucizesini ihtiva etmektedir.
Bunlardan biri ümmetimin ileride kuvvet bularak Acemleri vesâir zâlim
milletleri kahredeceklerini haber vermesi; ikincisi Mısır'ı fethedeceklerni,
üçüncüsü iki adamın bir kerpiç yeri için kavga edeceklerini haber vermesidir.
Bunların hepsi olmuştur.
228- (2544)
Bize Saîd b. Mensur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-lî b. Meymûn,
Ebû'l-Vâzı'dan, o da Câbir b. Aror Er-Râsibî'den naklen rivayet etti. (Demiş
ki) : Ebû Berze'yi şunu söylerken işittim : ttesûlüllah
(Saltaîîahü Aleyhi ve
Sellem) Arab kabilelerinden birine bir adam gönderdi. Onlar bu zâta sövmüşler
ve kendisini dövmüşler. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUemye gelerek haber
verdi. Bunun üzerine Resûîüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Sen Uman ahâlisine
gitseydin. Sonra sövmezler ve seni cfovmezlerdi.» buyurdular..
Uman :
Bahreyn'de bir şehirdir. Kaadi Iyâz bazılarının bu kelimeyi Amman şeklinde tesbit
ettiklerini söylemişse de Nevevi bunun yanlış olduğunu bildirmiştir. Sünûsi
diyor ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aman halkının iffetli,
bilgili Ve tahkik, tespit sahibi insanlar olduğunu anlatmak istemiştir. Aman 'm
Yemen 'den sonra b-eîen şehir olması çok muhtemeldir. Çünkü o yer halkı daha
nâzik kalbli insanlardır.
Hadîs-i şerif Aman1ı1ar'm faziletine delildir.
229- (2545)
Bize Ukbe b. Mükrem EI-Ammî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kub (yâni İbni
İshâk El-Hadramî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esved b. Şeyban, Ebû
Nevfel'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Abdullah b. Zübeyr'i Medine'nin
dağ yolunda gördüm. Kureyş ve halk yanından geçmeye başladılar. Nihayet
Abdullah b. Ömer da yanma uğradı. Ve başında durarak:
— Selâm sana Ebâ
Hubeyb! Selâm sana Ebâ Hubeyb! Selâm sana Ebâ Hubeyb! Beri bak, vallahi ben
seni bu işten men ediyordum! Vallahi ben seni bu işten men ediyordum! Vallahi
ben seni bu işten men ediyordum! Vallahi benim bildiğime göre sen hakîkaten
çok oruç tutan, çok namaz kılan, akrabaya çok yardım eden bir adamdın. Vallahi
en kötüsü sen olan bir ümmet en hayırlı bir ümmetdir, dedi.
Sonra Abdullah b. Ömer
oradan ayrıldı. Abdullah'ın durması ve konuşması Haccâc'ın kulağına varmış.
Hemen İbni Ziibeyr'c adam gönderdi ve dalından indirilerek yalıûdîlerin
kabristanına konuldu. Sonra annesi Esma binti Ebî Bekr'e haber gönderdi. Fakat
o gelmekten imtina etti. Hac-câc kendisine tekrar birini göndererek : Ya
gelirsin yahut seni saçlarından sürükleyecek birini mutlaka gönderirim, dedi,
Esma yine imtina etti. Ve şunları söyledi:
__ Vallahi bana
saçlarımla beni sürükleyecek bir kimse göndermedikçe, ben senin yanma varmam!
Bunun üzerine Haccâc :
__ Bana ayakkabılarımı
gösterin! dedi. Ve ayakkabılarım aldı. Sonra
koşarak yola düştü ve
Esmâ'nın yanma girdi. (Ona) :
— Allah'ın
düşmanına ne yaptığımı
gördün mü? dedi. Esma :
— Gördüm ki, ona dünyasını berbad ettin. Ama o
da sana âhiretini berbâd etti., Duydum ki ona, ey iki kuşaklının oğlu!
dermişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Bunların
biri ile hayvanların üzerinden
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in yiyeceği ile Ebû Bekr'in
yiyeceğini kaldırırdım. Diğeri bir
kadına lâzım olan kuşaktır. Dikkat et
ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bize:
«Sakif kabilesinde bir
yalancı ve bir can alıcı vardır.» demişti. Yalancıyı gördük. Can alıcıya
gelince, bunun ancak sen olacağını zannediyorum, dedi. Bunun üzerine Haccâc
onun yanından kalktı, bir daha da kendisine müracaat etmedi.
Ebû Hubeyb; Abdullah
b. Zübeyr'in künyesidir. Buharı 'nin ve diğer ulemânın beyânlarına göre İbnü
Zübeyr'in üç künyesi varmış. Bunlar Ebû Hubeyb, Ebû Bekr ,ve Ebû Bükeyr 'dir.
Haccâc-i Zâlim bir çarpışmada Abdulları b. Zübeyr'i şehid etmiş ve cesedini
Medine 'nin dağ yollarından, birinde tepesi üstü bir ağaca asmıştı. Gelip geçen
halk bunu görüyordu. Nihayet Abdullah b. Öme r (Radiyaîiahu anh) da oradan
geçerken asılı cesedi -görmüş-ve ona selâm vererek, hakkında sitayişkâr sözler
söylemiştir. «Seni bundan menederdim» sözünden maksadı : Seni bu adamla
uğraşmaktan ve kendisiyle uzun uzadıya münazaa ve münakaşaya dalmaktan men
ederdim. Beni dinlemedin. İşte bu hal başına geldi, dernektir.
Savvâm : Çok oruç
tutan; Kavvâm : Çok namaz-kılan
mânâsına gelir- Taberânî: «İbni Zübeyr 'bütün sene oruç tutar; günleri
birbirine eklerdi. Geceleri de namazla ihya eder, çok defa vitir namazında
bütün Kur'ânı hatmederdi.» demiştir. Yine Taberânî'nin beyânına göre Haccâc
tarafdarları İbnü Zübeyr'i kendi gÖrlçlerine göre ümmetin en kötüsü olduğu için
asmışlardır. İbâdete bu kadar düşkün olan bir zât, mensub bulunduğu ümmetin en
kö-t:mı olursa, şüphesiz o ümmetin bütün fertleri hayırlı demektir. Bundan
dolayıdır ki, İbni Ömer (Radiyaîiahu anh) : «Vallahi en kötüsü sen dan bir
ümmet, en hayırlı bir ümmetdir.» demiştir. Bu söz Haccâc ve tarafdarlarma karşı
bir reddiyedir.
Kurun :
Karnın cem'idir. Karn boynuz demektir. Buradaki boynuzlardan murad örülmüş
saçlardır.
Nitâk: Kemer
kuşak demektir. Kadın iş yaparken eteğine basmamak için beline kuşak gibi bir
şey bağlayarak elbisesini onunla toplar. Hz. Esmâ'ya iki kuşaklı denilmesi bir
rivayete göre birbiri üzerine iki kuşak sardığı içindir. Esah olan rivayete
göre ise kuşağını ikiye yararak bir parçasını beline sardığı, öteki parçasiyle
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ve Hz. Ebû Bekr'in yiyeceklerini
hayvan Üzerinden taşıdığı içindir.
Hz. Esma 'nin
«Gördük...» dediği yalancı Muhtar b. Ebî Ubeyd Es-Sakafî 'dir. Bu adam çok
yalan söylermiş. Yaptığı yalanların en çirkini kendisine Cebrail (Aleyhisselâm)
'in geldiğini iddia etmesidir. Can alıcıdan murad da Haccâc
b. Yûsuf 'dur.
1- Kabirdeki
meyyite selâm vermek ve İbni Ömer" Hazretlerinin yaptığı gibi üç defa
tekrarlamak müstehabdır.
2- Ölmüşleri
malûm olan iyi sıfatlariyîe anmak müstehabdır.
3- Hadîs-i
şerif, Hz. Abdullah b.
Ömer'in menkabesine delildir. Çünkü halk huzurunda hakikati-söylemiş; Haccâc'm duyacağını bildiği halde
söyleyeceklerini çekinmeden söylemiştir
Nevevi ; «Ehl-i Hakkın mezhebine göre İbnü
Zübeyr mazlum idi. Haccâc ve arkadaşları onun aleyhine kıyam
etmişlerdi.» diyor.
4- Bu
hadîs İbnü Zübeyr
Hazretlerinin faziletini de ta-zammun etmektedir.
230- (2546)
Bana Muhammed h. Râti' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd; Ahberanâ, İbnü
Râfi' ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Ca'fer El-Cezelî'den, o da Yezid b.
Esam'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
{Sallalîahü Aleyhi ve Selîem):
«Din Ülker yıldızında
oîsa ona Acem'den bir adam —yahut Acem evlâdından demiş— gidecek, hattâ eline
alacaktır.» buyurdular.
231- (...) Bize Kuteybe
b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze
Abdü'1-Aiiz (yâni İbnü Muhammed) Sevr'den, o da Ebû'l-Gays'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallalîahü Aleyhi
ve Seltemyin yanında oturuyorduk. Anîden üzerine Cum'a sûresi iniverdi :
«Onlardan diğer bir
takım gönderdi ki, (faziletçe) birincilere yetişeme-mişlerdi.» [31]
âyetini okuyunca bir adam:
— Kim onlar yâ
Resûlallab! dedi. Fakat Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) orta iltifat
etmedi. Hatta adam kendisine bir, iki veya üç defa sordu. Aramızda Sehnân-i
Fârisî de vardı. Derken Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) elini Selman'm
üzerine koydu. Sonra:
«iman Ülker yıldızında
olsa, bunlardan bazı kimseler onu elde edecektir.» buyurdu.
Bu hadîsi Buhârî «Sûretü'l-Cum'a» tefsirinde tahric etmiştir.
Acem tâbiri, Arablarca
Arab olmayan müslümanlara itlâk edilirse de, burada ondan murad; Fürsler yâni
İranlılardır. Nitekim Türkçemizde biz de onlara Acemler deriz.
Hadîs-i şerif
Acemlerin faziletini bildirmektedir. Acemlerden bu fazilete nail olan ilk zât
Hz. Selmân-ı Fârisî 'dir, Hz. Selinân'm diyanet ve faziletleri müstakil bir
kitap dolduracak kadar çok ve meşhurdur. Biz buracıkta Peygamber (Sallallahü A
leyhi ve Sellem) 'in :
«Selman bizdendir.
Ehl-i Beyt'tendir.» buyurduğunu hatırlatmakta iktifa edeceğiz. Hz. A1i'nin de
: «Selmân, Lokman gibidir.» dediği rivayet olunur. Çok yaşamış, bir rivayette
Hz. Osman 'in hilâfeti zamanında otuzbeş veya otuzaltı tarihinde Medâyin'de
vefat etmiştir. Hz. ömer'in hilâfeti zamamda vefat ettiğini söyleyenler de
vardır. Künyesi Ebû Abdullah idi. Selmân-ı Hayr namiyle şöhret bulmuştur.
Kendisini İslâm'a nisbet eder : «Ben İslâm'ın oğlu Sel-mân'im!» dermiş.
Kanâati âcizânemce bu
hadîsde Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe
Hazretlerine işaret buyurmaktadır. Nedense görebildiğim Müslim ve Buharı
şerhlerinin hiç birinde bundan bahseden olmamıştır. Nihayet Seyyid-i Muhammed
Habibu11ah'm «Zâtü'l-Müslim» adlı eserinde hülâsasını arzettiğim şu malûmata
rastladım : «Bu hadisin fazileti bilûmum Fâris evlâdına şâmil ve şüphesiz
meşhur sahâbî Selmân-ı Fars'i bu faziletin başında olmakla beraber yine
şüphesiz ki, bunda İmam Ebû Hanîfe Nu'man b. Sabit (Rahimehullah) 'in da büyük
menkabesi vardır. Hattâ hadîsden onun kastedilmiş olması mümkündür. Nitekim
«MüslimVin bir rivayetinden bu mânâ zahirdir...
Acemlar arasında Selmân.ı
Fârisî 'den sonra İmam Ebû Hanîfe kadar ilmiyle, re'yinin isâbetiyle ve dîninin
metâne-tiyle şöhret bulan başka biri yoktur...>
Nevevî bu
hadîs-hakkında sadece şunları söylemiştir: «Hadîs-i şerîfde Acemlerin
faziletine ve yerine göre mecazla mübalağanın kullanılmaları caiz olduğuna
açık delil vardır.»
232- (2547)
Bana Muhammed b. Râfi' iJe Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Muhammed'indir.
Abd : Ahberanâ, İbni Râü' ise : Haddese-nâ tâbirlerini kullandılar, (Dediler
ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da
Sâlİm'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhir ve Sellem): «İnsanları kişinin içlerinde işe yarar bir tane
bulamadığı yüz deve gibi bulacaksınız.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'r-Rikak»'da tahric etmiştir. Râhıle : Binmek ve yük taşımak için
seçilmiş iyi cins deve demektir. Nevevî'ye göre hadîsin mânâsı : İnsanlar
birbirine müsavidir. Ne-seb itibariyle hiç birinin diğerine üstünlüğü yoktur.
Hepsi yüz deveden müteşekkil deve sürüsü gibi birbirine benzerler,
demektir. Ezheri'ye göre ise hadîsden
mura.d; dünyâda zühdü, takvası kâmil, kalbi âhirete müteveccih insan pek
azdır. Bu deve sürüsünün içinde işe yarar takımının az bulunmasına benzer,
demektir.
Taberâni :
«Bana öyle geliyor ki, iyi cins deve ile temsile en münâsib olan şekil,
başkalarının verdiği ağırlık ve sıkıntılara tahammül eden ve üzerine aldığı işi
yapan adamdır. Böylesi hakikaten az bulunur.» demiştir. Aynî diyor ki : «Ulemâ
bu hadisin mânâsında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bununla âhir zamanda
gelecek kötü nesillerin kastedildiğini söylemiş, bir takımları ihtimal
hadîsden bütün insanlar kastedilmiş, içlerinde yüzde bir nisbetinde mü'min
bulunacağına işaret olunmuştur, demişlerdir.» Bu hususta daha başka sözler de
söylenmiştir.
[1] Ashab-ı kiramın evlerinden mescide girdikleri kapılan
vardı. Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) bunların.hepsini kapatmış,
yalnız Ebû Bek-rinkini bırakmıştır
[2] Hz. Ebû Bekr
[3] Sûre-i Tevbe, Âyet: 80
[4] Sûre-i Tevbe, Âyet: 84.
[5] Hz. Ali'nin künyesidir
[6] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet: 61
[7] Kendi annesini kastediyor.
[8] Sûre-i Lokman, Âyet:
15.
[9] Sûre-I Enfal, Âyet: 1.
[10] Sûre-i Mâide, Âyet: 9.
[11] Süre-i En'am, Ayet: 52.
[12] Sûre-i Ahzab, Ayet : 33.
[13] Süre-i Ahzab, Âyet:
5.
[14] Sûre-i Nisa, Âyet :
69.
[15] Zeyne'l-Âbîciin Hazretleridir
[16] Sûre-i Mâide, Âyet: 93.
[17] Yâni Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahü anh) da âyette
zikredilenlerden biri imiş
[18] Sûre-İ Âl-i Imran,
Âyet: 161.
[19] Süre-i Bakara, Âyet : 74.
[20] İzâr ; Örtünülen her şeydir. Ridâ : Aba ve cübbe gibi elbise üzerine giyilen
şeydir. Burada murad baş örtüsünün yarısını vücudunun üst tarafına, yarısını da
alt tarafına sarması olsa gerektir
[21] Bağcılardan murad cennetlikler; solculardan murad da
cehennemliklerdir. Buraya bilhassa din kardeşlerimizin dikkatlerini celbetmek
isteriz. Cenâb-ı Hak", Vakıa Sûresİ'nde sağcıların cennetlikler, solcuların
da cehennemlikler olduğunu bildirmiş ve her iki fırkanın hak ettikleri
karşılığı göreceklerini tafsi-latıyle haber vermigtlr. Bugün yurdumuzda 3ascı
ve solcu namıyle anılan fırkalar vardır. Bundan "ne kastedildiği örtülü
tutulmakla beraber, maksad herkesçe malûmdur. Müslümanlara sağcı denildiğine
göre, solcular müslüman olmayanlar demektir. Binâenaleyh" solculuk iddiası
ve fiilen solculara iltihak küfürdür. Çünkü imanla küfür arasında başka bir
mertebe mevcut değildir. Bir İnsan ya mü'-mindir; ya kâfir! Üçüncüsü yoktur
[22] Sûre-i Nûr, Âyet : 11
[23] Sûre-i Hucurat, Âyet:
12
[24] Sûre.
[25] Sûre-i Bakara, Âyet :
159-160.
[26] Sûre-i Mümtehıne, Âyet : 1.
[27] Sûre-i Meryem, Âyet:
71.
[28] Sûre-i Meryem, Âyet: 72.
[29] Sûre-i Âl-i Imran, Âyet : 122.
[30] İbni Mes'ud.
[31] Cuma Seresi, Âyet: 3.