. | RAMAZANIN
BEREKETİ İNSANLARIN ZULÜM ve ADALETİ Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*
Birey ve toplum olarak insan hayatı, bereket ve bolluk, yokluk
ve kıtlık, fayda ve zarar, yanlış ve doğru, adalet ve zulüm gibi zıt elamanların
bileşkesinden ibarettir. Topraklarda bile yonca ile ayrık otu beraber bulunur. Çünkü
insan için dünya hayatı, imtihandan başka bir şey değildir.[1]
Buna göre bize düşen, bereket ve bolluğu, fayda ve doğruyu, hak ve adaleti tercih
etmektir. Bunun için de akıl ile nakli, din ile bilimi birleştirerek uygun kararı
verip ona göre hareket etmek gerekir. Mesela sağlıklı bir kişinin su içmesi kadar
normal, uygun ve doğru bir hareket olamaz. Fakat doktorun su içmeyeceksin dediği bir
hasta, su içerse, bu, yanlış ve anormal bir davranış olur. Bu yüzden herkesin, ama
herkesin bulunduğu hale, zaman ve mekân şartlarına olumlu ve uyumlu davranması, hem
dini ve hem de insani bir vecibedir. Bunu sağlayacak tek şey ise sadece ve sadece
ilimdir, bilgili olmaktır. Her
zaman “Ramazan ayı, rahmet, mağfiret ve bereket ayıdır.” der dururuz. Acaba nedir
bu “bereket” diye hiç düşündük mü? Bereket, neye derler? Mesela sekiz kişi var
ve sekiz kişilik yemek var. Bunlar oturup yemeklerini ayrı ayrı yiyecekleri sırada 2
tane misafirleri gelse, bu 2 kişiye yemek olmadığı için, 8 kişi yemeklerini
birleştirip bu 8 kişilik yemeği 10 kişi oturup yese, onların hepsi karınlarını
doyurmuş olurlar. İşte 8 kişilik yemek, bu insanlar, gerekeni yaptıkları için
bereketlenmiş ve 10 kişilik olmuştur ve bu bir berekettir. Hayvanlardan da bir örnek
verelim. Mesela kediler ve köpekler bir batında 4-5 tane enik meydana getirirler.
Koyunlar, keçiler, sığırlar ve develer ise genellikle bir batında bir tane yavru
doğurdukları halde birinciler sayı bakımdan bu kadar az, ikinciler ise bu kadar
çokturlar. İşte buna bereket derler. 20 kişinin, 200 kişiyi mağlup edebileceğini söyleyen
ayet, bunu mümin olmaktan başka sabır ve sebat sıfatına bağlamaktadır.[2]
Aslında bereket, suyun toplandığı çukur ve
havuz anlamına gelen “birketü” kökünden gelir. [3]
İşte bereket, bolluk, çokluk, bir şeyin uzayıp artması, çoğalması demektir.
Kuranda da iman ve ittika sahibi bir köy halkının üzerine Allah’ın, yerin ve göğün
bereket kapılarını açmasından bahsedilmektedir. [4]
Ramazanın bereketi ise, oruç ibadeti ile bedene sağlık ve ruha sıhhat gelir, kişinin
iradesi kuvvetlenir, kendisine güven gelir, gönüller huzurlu olur. Evde, ailede ve
toplumda mutluluk vardır. Ramazanda günahlar
azalır, sevaplar çoğalır, polisiye olaylar azalır, kanuna itaat artar. Çarşı ve
Pazar hareketlenir, her tarafa bolluk ve bereket gelir. Doktorlar oruç hakkında şöyle
yorum yapıyorlar: “Oruçlu
olduğumuz sırada metabolizma devam etmektedir. Dışarıdan gıda almadığımız için
bedenimiz kendi maddesini, kendi dokularını ve özellikle de yağlarını yakarak
hazmeder. Ancak vücudumuz bu işi rast gele yapmaz. Önce hastalıklı, yaşlı ve ölü
olanları yok eder. Bu da bedenimizin gençleşmesi, yenilenmesi, adeta taze kana
kavuşması demektir.” İnsanların
adalet ve zulmüne gelince, hemen söyleyelim ki, bereket nasıl ortam ve şartlara göre
insanların din ve bilim kanun ve kurallarını bir araya toplaması ile meydana
geliyorsa, zulüm ve adalet de böyledir. Din ve bilim kanun ve kurallarını
birleştirerek uygularsanız adaleti uygulamış ve dolayısıyla adil olmuş, eğer bunu
yapmazsanız zulmetmiş ve zalim olmuş olursunuz. Mesela siz Müslümansınız ve
sağlığınız da yerinde yani oruç tutmaya hiçbir engeliniz yok. Ramazan ayı geldiği
halde siz oruç tutmazsanız, siz adil değil, zalim olursunuz. Çünkü siz bu oruç
görevini yerine getirmemekle zulüm işlemiş olursunuz. Zira müslüman için oruca
tahsis edilmiş olan bu zamanı yerinde kullanmamış, kendinize göre, keyfi bir
tasarrufta bulunmuş olursunuz. Hâlbuki insanın kendi keyfine uyması diye bir şey
yoktur. Kişi ya dine ya da bilime uyar. Tüm olaylar, hareket ve davranışlar, yani
varlıklar âlemini çalıştıran kanunlar, ya dinseldir veya bilimseldirler. Din sadece
insana mahsustur. Hayvan, bitki ve cansızlar bilimsel çalışırlar. İnsan ise her
ikisine birden uyar. Çünkü insan vücudu bilim kanun ve kurallarına, organları yani
eli, ayağı, gözü ve kulağı ise din kanun ve kurallarına uyar. Vücudun merkezi
kalp, organların bağlı olduğu merkez ise beyin veya ruhtur. Yani insanda iradeli ve
irade dışı olmak üzere iki türlü faaliyet vardır. İradeli hareket ve davranışlar
dinidir. İrade dışı olanlar ise ilmidir, bilimseldir. O sebeple İslam dininde ve
İslam düzeninde kişinin kendi istek ve arzusuna, kendi heva ve hevesine ve keyfine
bırakılmış iğne ucu kadar bir boşluk yoktur. Bu konuda pek çok ayet vardır. “Hevasını
ilah edineni gördün mü?” [5]
“Allah’tan bir hidayet olmadan kendi hevasına uyan kişiden daha sapık kim olabilir?
Allah zalim olan kavme (toplum ve devlete) hidayet etmez.”[6]
“Allah’ın indirdiği ile hükmet ve Hak’tan yüz çevirerek onların
heva(kanun)larına uyma”[7]
“Eğer ilim sana geldikten sonra onların heva (ve heveslerine) uyarsan, Allah
tarafından sana bir veli ve koruyucu olmaz.”[8]
“Hayır, zulmeden kimseler, ilme ters düşerek hevalarına uymuş olanlardır.” [9]
Burada
zulüm ve adalet kavramlarını daha iyi anlamak için kâinattaki tüm varlıkların bir
var olma sebep ve gayeleri olduğunu, her şeyin, ama her şeyin, canlı cansız bütün
varlıkların evrende bir fonksiyon icra ettiklerini bilmeliyiz. Hatta kâinatta bulunan
bu dört çeşit varlığın insan, hayvan, bitki ve cansızların bir makinanın dört
parçası gibi bu kâinat makinasını hep beraber ortak olarak çalıştırdıklarını görmemiz
gerekir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, hayvan, bitki ve cansız varlıkların hepsi
bilim kanun ve kurallarına uyduğu halde insan denilen Allah’ın yeryüzündeki
halifesi ve memuru, bilim ve din kurallarının her ikisine birlikte uyar ve uyması
gerekir. Buna göre insan, birey ve toplum, fert ve devlet olarak din ile bilim bileşkesinin
meydana getirdiği bir düzlemde bulunması ve yaşaması en doğal ve en doğru
olanıdır. Yine ifade ettiğimiz gibi insan, ruh ve beden sahibi olarak, tüm davranışlarında
ya dine ya da bilime uyar. Bunun dışında üçüncü bir yol da yoktur. Un helvası bir
bileşimdir. Aslında insan hayatı da bir bileşimdir. Un helvasının bileşenleri, un,
su, yağ ve şeker olmak üzere dört tanedir. Bu helvayı yapabilmek için bunların ne
kadar olacağını bilmek gerekir, yani bu işin ustası olmak gerekir. Din ile bilimin
birleşerek meydana getirdikleri birey ve toplum olarak insan hayatı da böyledir, o da
bir bileşimdir. Üzülerek söyleyelim ki, bugün ülkemizde uygulanan eğitim ve öğretim
sisteminin çarpıklığı yüzünden din ve bilim ayrı ayrı öğretilmektedir. Dini
bilenler, bilimde zayıf, bilimde güçlü olanlar da dinde cılızdırlar. Vatandaşlar
arasındaki fikir ve düşünce aykırılıklarının temelinden aslında bu çatlaklık
yatmaktadır. Hâlbuki hayatı güzel yaşamak, onu her gün yeniden inşa etmek,
değişen dünyaya göre yeniden değişip yenilenebilmek için, hiç olmazsa genel hatlarıyla
hem bilimin ve hem de dinin bilinmesine ihtiyaç, hatta zaruret vardır. Ahmet’in
yemesiyle, Mehmet’in karnı doymaz. Zira dinde ikame kanunu çalışmaz. Dini, kişinin
bizzat kendisi öğrenip yaşaması gerekir. Bunun için bizim teklifimiz, ilkokul birinci
sınıftan itibaren dini eğitim ve öğretim, bunun temelini teşkil eden Arapça en
yüksekokullara ve fakültelere kadar seçmeli olarak müfredata konulmalıdır. Adalet
ile zulüm, zıt anlamları olan ve toplumda birisi yaparken diğeri ise yıkan iki
kavramdır. Aslında zulüm, aydınlığın olmaması demek olan, karanlık, yani zulmet kökünden
gelen bir kelimedir. Dilcilere ve âlimlerin çoğuna göre zulüm, bir şeyi, kendisine
ait olan yerden başka bir yere koymaktır. Bu da az veya çok yapmakla ya da onu kendi
zamanında ve yerinde yapmamakla olur. [10]
Buna göre bir adama hakkını vermemek veya eksik
ve noksan vermek zulümdür, malını gasp etmek zulümdür. Bir makinenin parçalarının
yerlerini değiştirerek taktığınız zaman o makine nasıl çalışmazsa birey
dediğimiz insan parçalarından meydana gelen toplum makinesi de bireylerin veya devletin
zulmü ile çalışamaz hale gelir. Bugünkü toplumların kavgalı olması, her gün
iktisadi ve siyasi krizlerin ortaya çıkmasının gerçek sebebi budur. Kurumların ve
işlevlerinin yerli yerine oturmamasıdır. Çünkü toplumu meydana getiren alanlarda bir
sürü eksik ve aksaklıklar vardır. Onun için zulüm hakkında araştırma yapan İslam
âlimleri Kurana dayanarak zulmü, insanın kendisine zulmetmesi, başka insanlara
zulmetmesi ve bir de Allah ile kendi arasında zulüm bulunması şeklinde üç kısma
ayırmışlardır.[11] a)
İnsan
ile Yüce Allah arasında olan zulüm: Bu zulüm küfür, şirk ve münafıklık olarak
ortaya çıkan hallerdir. Çünkü Kuran-ı Kerim’de “Kâfirler zalimlerin ta
kendileridir.”[12]
“Zalimler felah bulmaz.”[13]
“Şirk elbette pek büyük bir zulümdür.”[14]
“Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”[15]
“Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zalim
kim olabilir?”[16]
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”[17] b)
Kişi
ile diğer insanlar arasında olan zulüm: Allah Teâla şu ayetlerde bu tür zulümleri
kastetmektedir. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder,
barışırsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu Allah zalimleri sevmez.”[18]
“Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza
vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.”[19]
Kim haksız yere-mazlum olarak öldürülürse biz, onun velisine bir yetki verdik.”[20]
c)
İnsanın
kendi şahsına karşı işlemiş olduğu zulüm: Allah Teâla şu ayetlerde bunu
kastetmektedir. “Onlardan bir kısmı kendi nefsine zulmetti.”[21]
“(Saba melikesi Belkıs) Ey Rabbim, gerçekten ben kendi nefsime zulmettim. Süleyman’la
beraber âlemlerin Rabbine teslim oldum, dedi.”[22]
“Haklarını ihlal edip kendilerine zarar vermek için boşanan kadınları
alıkoymayın. Kim böyle yaparsa artık o kendisine zulmetmiş olur.”[23]
“Ey Âdem, dedik, sen eşinle birlikte Cennet’e yerleşin, oranın yiyeceklerinden bol
bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayınız, yoksa zalimlerden olursunuz.”[24]
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelerek Allah’tan af dileselerdi ve
peygamber de onlar adına af dileseydi, Allah’ı tevbeleri kabul edici ve merhametli
olarak bulacaklardı.”[25]
[1] Mülk Suresi 67/ 2 [2] Enfal 8/ 65 [3] Kamus III, 1046 [4] Araf 7/ 96 [5] Furkan 25/ 43 [6] Kasas 28/ 50 [7] Maide 5/ 48 [8] Ra’d 13/ 37 [9] Rum 30/ 29 [10] Rağıb el-İsfahani, Müfredat, zulüm maddesi [11] Bak Kamus, III, 386; Rağıb el-İsfahani, Müfredat, zulüm maddesi [12] Bakara 2/ 254 [13] Enam 6/ 21 [14] Lokman 31/ 13 [15] Hud 11/ 18 [16] Zümer 39/ 32 [17] Enam 6/ 93 [18] Şura 42/ 40 [19] Şura 42/ 42 [20] İsra 17/ 33 [21] Fatır 35/ 32 [22] Neml 27/ 44 [23] Bakara 2/ 231 [24] Bakara 2/ 35 [25] Nisa 4/ 64 *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |