.

Yalçın Akdoğan'la yazışma

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*


Sevgili Yalçın Bey Kardeşim,
18 Ocak 2004 tarih ile 19 Ocak 2004 günü Yenişafak'ta
çıkan yazılarınızı okudum.
Konu din ve siyaset ile ilgili olduğu için benim
açımdan son derece dikkat çekici idi. Bunca geniş ve
derin mevzuların iki köşe yazısında özetlenmesi,
soyutlama, genelleme ve de indirgeme yöntemlerinin
uygulama alanı olduğunu göstermiştir.
Cebriye, mürcie ve eş'ari gibi kelami fırkaların bir
çırpıda siyaset arenesı gibi gösterilmesi ne kadar
gerçekçi olabilir?
"...İslamcılık tasavvuru, İslam-siyaset ilişkisini
hürriyet,şura ve adalet gibi kavramlarla günün diline
tercüme etmeye çalışıyordu." diyorsunuz. Halbuki
hadisleri ele almadan sadece Kur'an'da konuyla ilgili
imam, ülü'l-emr, itaat, bey'at, velayet, mülk, eman,
emanet, zekat, halife, hüküm, kıst, ehliyet, ümmet,
emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker, melik ve
mele gibi birçok kelime-terimler vardır. Yerleşim
birimi olarak da karye, aşiret, mısır ve kavm gibi
siyasetle ilişkisi olan kelimeler vardır.
İslam'ın siyaset teorisine İslam dışı terminoloji ile
ulaşmak mümkün değildir. İslam'daki mülkiyet ve
milkiyet anlayışı ile diğer sistemlerdeki mülkiyet ve
milkiyet anlayışları çok farklıdır. İslam nev-i
şahsına münhasır sü-i jeneris bir sistemdir.
İslam'da devlet hukuki bir organ olup tüm vatandaşlara
ve tüm din ve cemaatlara hukuka- sözleşme metinlerine
göre hareket eder. Devlet ahlak ve manevi alana
karışmaz. Yani sizin dediğiniz gibi (ya da
Fazlurrahmana göre İslam'da devlet kendi başına
bizatihi bir anlam taşımaz,hatta İslam'da devlet diye
ayrıca bir şey yoktur. Bilakis devlet, İslam'ın
ahlaki-manevi bir yansımasıdır.") devlet, hem yok, hem
var ve ahlaki ve manevi yansımadan ibaret, kendi
başına bir anlam taşımayan bir şey. Bu cümleler
karışık, çelişkili ve de en önemlisi İslam açısından
doğru olmayıp yanlış önermelerdir. Çünkü İslam
insanların inançlarına, iç dünyalarına, manevi
hayatlarına karışmaz. Böyle olduğu halde siz nasıl
oluyor da böyle bir alana devleti oturtuyorsunuz?
Bir de diyorsunuz ki, "Bu yüzden Ehl-i Sünnet hilafet
ya da imameti itikadi bir konu olarak görmediğinden bu
tür hususlar itikad ve kelam kitaplarında değil, fıkıh
kitaplarında işlenmiştir." Ben fıkıh hocasıyım, ben
siyasi konuların işlendiği normal bir fıkıh kitabı
bilmiyorum. Siyaset, kelami değil, fıkhi bir konudur
diyebilirsiniz, bu doğrudur. Ama kelam kitaplarında
hilafet ve imamet konuları yoktur derseniz bu yanlış
olur. Çünkü şiiler bu konuları itikadi bir mesele
olarak kabu ettiklerinden bizim kelamcılar da bu
konuları itikad ve kelam kitaplarına almışlardır. 2.3.
ve 4. asırlarda siyasiler ilim adamlarına zulüm
yaptıkları için (zamanımızda da düşünce ve fikir
hürriyeti bulunmadığı gibi) fıkıh tedvin edilirken
siyasi konular üzerinde pek durulmamış, ama
kitabü'l-Harac, Kitabü'l-Emval ve Ahkamü's-Sultaniye
adı altında yazılan kitaplar bu konuları
işlemişlerdir.
  Yazınızın sonunda da tarihselci anlayışın Türkiyede
kaynağı olan Fazlurrahman'ın görüşünü (yani yoku)
teklif etmeniz çok enteresandır. Fazlurrahman'ın İslam
siyaseti şudur diye bir görüşü var mı ki siz onu
öneriyorsunuz. Fazlurrahman'ın bütün eserleri bir
eleştiriden ibaret olup müsbet bir şey ortaya koymaz.
Koyuyorsa siz söyleyin biz de bilelim.
Netice olarak ben Yenişafak'a aboneyim, benim
gazetemde tarihselcilik anlayışıyla Kur'an'ın ölçeklik
sıfatını yokeden bir yazarın görüşünün temel kabul
edilerek okurlara sunulması beni son derece üzmüştür.
Tekrar araştırmanızı, düşünmenizi ve de eğer yanılmış
iseniz düzeltmenizi önererek saygılar sunarım.
Prof.Dr.Osman Eskicioğlu
D.E.Ü.İlahiyat Fakültesi
İslam Hukuku Öğretim Üyesi
 
Cevap:
Değerli hocam,
anladığım kadarıyla sizin tespitleriniz benim
muradımla hiç örtüşmüyor. belki çok kısa bir yazıda
bazı konulara vurgu yapmaya çalışmam yanlış anlamalara
vesile olmuş olabilir.
Ben Fazlur Rahman'ı falan önermiyorum. Onun böyle bir
siyaset anlayışı ürettiği kanaatinde de değilim. Ancak
klasik yorumlara getirdiği kimi eleştirilerin
tartışılmasının önemli olduğunu vurgulamak istedim.
Benim kanaatim İslam insanın önüne birkısım değerler
koyar ve bunların hayatın hangi alanında  olursa olsun
işler kılınmasını önemser. Ama tarihi tecrübe içinde
bu değerleri işler kılmak için geliştirilen model veya
kurumların bugün için ne derece derde deva olduğu
konuşulmalıdır. Ben değerden azade bir siyasetin
menfaat üzere döneceği kanaatindeyim ve siyasetin de
bir ahlaki amacı olmalıdır. Bu bence adalet
mefhumudur. Siyasal alanın bir egemenlik alanı mı, bir
maslahat ve eylem alanı mı olduğu geçmişte de
tartışılmıştır. Bu alanı bir itikad alanı olarak
tanımlamak her türlü farklılığı ve farklı dini
anlayışları boğmaktadır. İSlam tarihinde özellikle
bazı Abbasi halifelerinin yaptıklarını meşrulaştırmak
için kaderiyeci yaklaşımlara sığınarak kendilerini
temize çıkarmaya çalıştıkları görülmemiş midir?

Netice de kısa bir gazete yazısı bu tür derin
konuların tartışılması için uygun bir araç değil,
bunları tartışması gerekenler de siyasetçiler veya
gazeteciler olmamalı, bu konular sizin uzmanlık
alanınıza giriyor, ama akademisyenler de malesef
bugüne bir çözüm üretmek yerine, dünkü kalıpları
korumayı daha kolay bir yol olarak görüyorlar.
Ben fikri meşruiyet zemini olmayan hiçbir hareketin
kalıcı olmayacağı kanaatindeyim ve fikri temelde bir
çaba gösteriyorum. Bunun yanlışları veya yanlış
anlamaları olabilir, bu konuda katkılarınız bizi çok
memnun eder. Doğrusu her cümlem cımbızla çekilip
aleyhimde kullanıldığı için her konuyu da rahat
şekilde konuşup tartışamıyorum...
Muhterem hocam, Uyarılarınız için teşekkür eder,
saygılarımı sunarım.
Dr. Yalçın Akdoğan
 

*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.