.

İslam ve Serbest Piyasa Ekonomisi Üzerine Reportaj

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*


MÜSİAD’ın  yayın organı Çerçeve son sayısında Prof. Dr. Osman Eskicioglu ile İslam'ı ekonomi üzerine bir söyleşi yaptı, ilginizi çekeceğini umduğumuz bu güzel söyleşiyi sütunlarımıza alıyoruz...

ABDULKADIR KARAMAN

ÇERÇEVE: İslam’ın öngördüğü bir ekonomi projesinin temel prensipleri nelerdir?

Prof. ESKİCİOGLU: Efendim, önce izin verirseniz, İslam’ın bir ekonomi öngörüp görmediği üzerinde duralım. Çünkü bu konu ile uzaktan ve yakından alakalı olan ve olmayan bazı kimseler, İslam ekonomisi diye bir şey yoktur diyorlar. Tabi bu yanlıştır, biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü İslam dağa, taşa, hayvana veya bitkiye değil; insana gelmiştir. İslam insanın birey, aile toplum, devlet ve devletlerarası ilişkileri ve problemlerini çözmek üzere gelmiştir. Ekonomi de insanın davranışlarını ele alan bir ilim dalıdır. Dolayısıyla insana gelmiş olan bir dinin, insan davranışı demek olan ekonomi hakkında susması, bir esaslar zinciri getirmemesi mümkün değildir. Genel olarak ekonomi, üretim tüketim, mübadele ve tedavül bölümlerine ayrılır. Bütün bu konular hakkında pek çok ayet ve hadisler vardır. Bakın İslam hukuku diye bir bilim dalı var. Bu bilim dalı, ayet ve hadislere dayanarak çıkarılıp ortaya konmuş ve müstakil hale gelmiştir. Ekonomi ise; henüz geçmişi yeni olan bir ilimdir. Onun için İslam ekonomisinin esasları, Kur'an ayetlerinde, peygamberin hadislerinde ve fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinde bulunmakta. Bu kaynaklardan alınıp henüz müstakil bir ilim dalı haline gelmemiştir. İşte bugünün İslam alimlerinin işi; İslam’ın önerdiği bir toplumun ekonomi projesinin temel prensiplerini ortaya koymak olmalıdır. Çünkü çağımız ekonominin önem kazandığı bir çağ olup, toplumu meydana getiren kurumların merkezinde ekonomi bulunmaktadır. Benim kanaatime göre zaten bugünkü yanlış ekonomi anlayışlarını düzeltecek tek kaynak Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü ekonominin kanunları Allah tarafından Kur’anda konulmuştur.

Az önce ekonominin bölümlerini söyledim. İslam’da ekonomi, sistemin bir parçasıdır. Her şeyden önce şunu söylemem lazım: İslam’ın hukuku, ekonomisi ve insan için getirmiş olduğu her şey hep kendi nevi- şahsına mahsustur; süi jeneristir, yani diğer sistem ve ideolojilere benzemez; kendine özeldir. Mesela; İslam'ın getirdiği sistem: (hukuku ve ekonomiyi de içine alan o bütün) ne sadece bireyi ve ne de yalnız toplumu ele alır. İslam’da birey ve toplum dengesi vardır. Onun için İslam ekonomisinin genel karakteri, üretimde mülkiyet esas olup, herkes kazandığına sahip olur. Kadın da çalışır ve o da kendi çalışıp kazandığının sahibi olur. Çünkü Kuran’da "Erkekler için çalışıp kazandıklarından bir pay; kadınlar için de çalışıp kazandıklarından yine bir pay vardır" (Nisa 4/32), buyrulmaktadır. Tüketimde ise İslam, paylaşım esasını getirmiştir. Çalışıp kazanamayanların da yeme, içme, giyme ve barınma ihtiyaçları karşılanacaktır. Burada kanuni ve ahlaki olmak üzere iki kaynak vardır: Birisi fakir denilen ve iş gücü olmayan muhtaçlara devlet bütçesinden fakirlik maaşı bağlanır. (Tevbe 9/60). Diğeri ise Müslümanlar muhtaçlara gerek bireysel olarak, gerekse hayır kurumları vasıtasıyla yardımda bulunurlar (Bakara 2/267). Mübadelede ise İslam, rekabet ve serbest piyasa esaslarını getirmiştir.

Bu Kuran’da "Allah alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır" diye formüle edilmiştir. Para, banka ve kredi konularında, İslam devlet denetim ve gözetimini getirmiştir. Zaten İslam’da Devletin savunma, güvenlik ve vergileri toplamak, gerektiği yerlere dağıtmak gibi asli görevlerinin yanında topluma genel olarak nezaret etme vazifesi de vardır (Bakara 2/104). Bugün serbest piyasa ekonomisinden bahsediliyor. Hâlbuki bugün ekonomilere İslam’ın ekonomi gözlüğüyle baktığımız zamanı serbest değil müdahaleci ve baskıcı oldukları görülüyor. Zaten bırakın sosyalizm ye komünizm gibi devletçi görüşleri, liberalizm ve kapitalizm bile köken itibariyle devletçidir ve müdahalecidir. Çünkü bugünkü ekonomilerin temelinde merkantilist zihniyet vardır. Merkantilizm ise tamamıyla devletçi, gümrükçü ve yasakçıdır. Aslında bugünkü hukuk ve ekonomiye etki etmiş olan Rönesans medeniyeti Grek-Roma kültürüne dayandığı için bazı konularda gerçeği yakalayamamıştır. Mesela ekonominin hangi alanları serbest olacak ve hangi alanlarında plan yapılacak bu bilinmemektedir. Ekonomi anlayışı eski Yunan anlayışına dayanıyor ama bugünkü ekonomi anlayışı o günkü ekonomi anlayışının gelişmiş ve ilerlemiş şekli de değildir.

Bilakis bozulmuş şeklidir. Çünkü o gün ekonomi ev idaresi, çiftlik idaresi demek olup bireylerin kendi tercih ve kararlarına dayanıyordu. Yani ekonomi çarkını birey ve bireyler çalıştırıyordu.

ÇERÇEVE: Aile ekonomisi veya kapalı ekonomi diye adlandırabilir miyiz?

Prof ESKİCİOĞLU: Adlandırabiliriz. Ama aile ekonomisinde kapalılık vardır. Dış ile alış veriş yoktur. Burada ise böyle bir şey söz konusu değildir. Zaten bu ekonomi anlayışı bizim eski kaynaklarımızda Osmanlıca ifadesiyle tedbir-ul menzil (Ev idaresi, aile idaresi) olarak geçmektedir. İşte eskiden ekonomi kişilerin ve ailelerin işi iken, onların çalışıp kazanması, zengin veya fakir olması demek iken, 16. ve 17. asırda bu topluma intikal etmiştir. Yani millete ve devlete intikal etmiştir, yani toplum veya devlet bireylerin bazı ekonomik haklarını ellerinden almıştır. Hatta bakın liberal görüşlerin kaynağı kabul edilen İngiliz İktisatçısı Adam Smith'in kitabının adı bile "The Wealth of Nations" (Milletlerin Zenginliği) dir. Burada Nation kelimesinin aynı zamanda devlet demek olduğu da unutulmamalıdır. Böylece serbestliği savunan liberallerin bile dayandığı eserin temelinde devletçilik vardır. Bir örnek daha vereyim, o zaman serbestlik adına polisiye bir devlet ve polisiye bir ekonomi kurulduğu daha açık bir şekilde anlaşılır. Çünkü bu kaynaklar ilk-temel kaynaklar, kendisine dayanılan asıl ve esas kaynaklardır. Bakın ilk defa bir Fransız 1615 yılında ekonomi hakkında fikir ve düşüncelerini bir kitap halinde yayınlıyor. Bu kitabın adı ne biliyor musunuz? Bu kitabın adı "Ekonomi Politik" yahut Siyasi İktisat” Bunun  yazarı da Antonie de Monychrétien’dir. Yani bugünkü ekonomiler ilk defa ortaya çıktığı zaman politikanın ekonomisi, yönetimin ve devletin ekonomisi olarak doğmuştur. Onun için bu serbest piyasa ekonomisi aslında batının işi değil,  bu ekonomiyi Kur'an'a dayanarak ve onun ışığında sadece Müslümanlar kurabileceklerdir. Çünkü İslam, insanlığa serbest piyasa ekonomisi öneriyor, diyebiliriz.

ÇERÇEVE: Peki bu ekonomi projesinde piyasanın yeri nedir?

Prof. ESKİCİOĞLU: Efendim önce serbest piyasa ekonomisi nedir, onun üzerinde duralım. Serbest piyasa demek, müdahale edilmeden kendi kendine çalışan bir ekonomi demektir. Aslında İslam ekonomisi böyle çalışır. Fakat ekonomiyi kendi çıkarları uğruna kullanmak isteyenler, onu kendi başına bırakmazlar, çeşitli oyunlarla tedbir alıyoruz adı altında onu bir enstrüman gibi kullanırlar. Onların bu müdahale ve baskı yollarını, ya da tedbir oyunlarını birkaç maddede özetlemek mümkün:

1- Haksız yere vergi koymak, 2-Gümrük vergileri ve yasakları ihdas etmek 3- Narh ve fiyat koymak, ya da ayarlamaları yapmak4 Kredi vermek, destek ve teşviklerde bulunmak, 5 Herhangi bir ekonomik faaliyet için devletten izin ve ruhsat almayı şart koşmak, 6- Karşılıksız para basmak.

İşte bugünkü devletlerin ekonomiyi kendi kontrolleri altında tutma araçları genel olarak bunlardır. Biz bunlara İslam ekonomi anlayışı açısından bakacak olursak bunların hepsinin normal şartlar altında meşru olmadığını hatta mali ve ekonomik bir zulüm olduğunu, fayda yerine zarar getirdiğini ve kısır döngüler ürettiğini görüyoruz.

Memleket çapında zelzele, savaş ve buna benzer şeyler varsa vergiler artırabilir ve yeni vergiler konabilir. Ancak normal şartlarda vergi nispeti artırılmadığı gibi yeni bir vergi de ihdas edilemez. Şu veya bu malın üretilmesini sağlamak veya kısıtlamak amacıyla teşvik yapılmadığı gibi fazla vergi de konamaz. Büyük Hanbeli hukukçusu Ebu Yala, el Ferra Ahkamü's-Sultaniye adlı eserinde (s. 246) "Vergiyi artırmak, halkın hukukuna zulüm, azaltmak ise Beytülmal'in (bütçenin) hukukuna zulüm yapmaktır" der.

Gümrük adı altında alınan vergilerin amacı mal ithalat ve ihracatını kısıtlamak veya önlemektir. İslam'da bu amaçla konulmuş bir tek vergi yoktur. Bazı kimseler ticaret öşrü denilen Müslüman’dan kırkta bir, zimmi vatandaşlardan yirmide bir, yabancı tüccarlardan ise onda bir oranında alınan vergilere gümrük adı veriyorlar ki bu yanlıştır.

Çünkü bu normal ticaret mallarından kırkta bir nispetinde alınan vergidir. Yani zekât vergisinin aynısıdır. Ticaret mallarından alınan zekât vergisi yurt içinde de alınmaktadır. Zimmî vatandaş ve yabancı tüccarlardan daha fazla vergi alınmasının sebebi "mütekabiliyet esası"na dayanır. Yoksa hiçbir sebep yokken vergi nispetini artırmak büyük bir zulümdür. Onun için Peygamberimiz "Meks yapan (yani fazla vergi alan) cennete giremez". "Meks yapan cehennemdedir." "aşir (kırkta bir yerine onda bir vergi alan memur) ile karşılaşacak olursanız, onu öldürünüz", buyurmuşlardır. (Bak. Ebu Davut, 111, 133; Ahmet b. Hanbel, Müsned-IV, 234). İslam’da narh, fiyatları belirlemek de yoktur. Fiyatı alıcı ile satıcı kendi aralarında anlaşarak belirlerler. Fiyat böylece arz-talep kurallarına göre gerçekleşmiş olur. Ayette: "Ey inananlar, "mallarınızı aranızda haksız yolla yemeyin. Ancak karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret olursa müstesna" (Nisa 4/29) buyrulmakta-dır. Bu sebeple hem alıcı hem de satıcı alış verişte kendi serbest iradeleri ile hareket ederler.

Normal şartlar altında fiyat tespitinin yapılamayacağı ve narhı konulamayacağı hususunda hadisler

de vardır. Peygamberimiz zamanında bir ara pahalılık oluyor. Sahabiler hemen gelip peygambere "Ya Resulallah, fiyat koy" diyorlar. Hz. Muhammed bunların teklifini şu sözleriyle reddediyor: "Fiyat koyan, kıtlık ve bolluk yapan ve rızık veren Allah’tır. Allah'a yemin ederim ki, ben size kendiliğimden ne bir şey verebilirim ve ne de men edebilirim. Ben ancak bir hazinedarım; işleri emrolunduğum gibi yaparım; veren ise Allah’tır Ben mal, can ve kan hususunda hiç kimsenin hakkını üzerime geçirmeden Allah'a kavuşmak istiyorum" (Ebu Yusuf Kitabü'l-Haraç s. 91: Ebu Davut 111. 272; Tirmizi, 111, 605; İbn Mace, 11, 741).

Tekellerin oluşmasından dolayı halkın hukukunu korumak için devlet fiyatları tespit edebilir. İbn Teymiye ve İbn Kayyım el-Cevziyye gibi büyük İslam alimlerinin görüşlerine göre böyle bir durum karşısında devlet ancak bilir-kişilerin teklif ettikleri bir fiyatı narh olarak koyabilir. Ancak bu yol her zaman olmayıp geçici bir durumdur. Bu konuyla ilgili yerlerde fıkıh kitaplarında şöyle bir ifade geçer. Malın fiyatını sahibi bilir, devlet karışmaz. Eğer devlet fiyatı tespit ederse ferde haksızlık etmiş onun hukukuna tecavüz etmiş olur. Buna göre İslam’da malın fiyatını da emeğin fiyatını kendi sahipleri belirler.

Bugün teşvik ve destek adı altında faizli ve faizsiz bir takım krediler veriliyor. Devletin tüm vatandaşlara uzak ve yakınlığı aynı olmalıdır. Herhangi bir konuda kredi verilecekse, mesela hayvancılık kredisi verilsin, bu hususta çalışan ve talip olan herkese kredi verilmelidir. Aynı özelliği taşıyan vatandaşlardan bir kısmı kredi alıyor, (yani işini yapabilen alıyor), bir kısmı alamıyorsa, bu devlet tutumu yanlıştır.

Ailede ana baba ne ise toplumda devlet odur. Evde sofrada yemek az ise herkes az yemek yer. Yemek az olduğu zaman aile bireylerinin bir kısmı tamamen doyup, diğer kısmı yemek yetmediği için yemeyip aç kalıyorsa, o evde huzursuzluk olur. İslam'da gelirler bellidir.

Hatta kimin ne kadar vergi vereceğini herkes kendisi bilir. Gider ve harcama yerleri de bellidir. Zaruri ihtiyaç karşısında bir kalemden diğerine aktarma yapılabilir.

Ancak bu her zaman   olmayıp geçici bir haldir. Bugün devletler ekonomileri yönlendirici bir rol üstlenmiş gibi gözükmektedirler. İşte bu görev İslam’da hiç olmayan bir şeydir. İslam’da devletin müdahale hakkı ancak bünye hastalanmaya başladığı, işler kötüye gitmeye başladığı zaman doğar.

İslam’da Allah'ın helal kıldığı bir şeyi yasaklayacak hiçbir kurum yoktur. Üretim ve tüketim serbest ve helal olan bir malın yasaklanması veya izine tabi tutulması haksızlıktır. Hz. Peygamber bir sebepten dolayı bal şerbeti içmeme kararı aldı. Bunun yanlış olduğunu göstermek için şu ayet geldi. "Ey Peygamber, eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun." (Tahrim 66/1). Bu sebeple helal ve serbest olan bir malı yasaklamak İslam hukukuna göre caiz değildir. Üretimi, dağıtımı veya satımı izne tabi tutulamaz.

Karşılıksız para basmak da hukuka aykırıdır. Çünkü tedavüle fazla para sürüldüğü zaman malların fiyatları yükselmekte, paraların değeri ise düşmektedir. Ayette "ölçüyü ve tartıyı tam yapın,   insanların eşyalarının (mal ve paralarının değerini) eksik etmeyin" (Araf 7/85) buyrularak hukuka saygıyı vurgulamaktadır. Para basmak halktan gizlice vergi almak demektir. Vergi vermemesi gereken kimseler bile bu yolla vergi vermiş olurlar ki bu bir haksızlıktır. Para basmak enflasyona, enflasyon da haksızlığa, ekonomideki haksızlıklar da toplumda anarşi ve çözülmelere sebep olur.

ÇERÇEVE: Devletin ekonomik faaliyetlerde sadece denetleme yaptığını söylüyorsunuz. Denetleme masrafları yani memur ve kamu görevlilerinin masrafları nasıl tahsil edilecek, nasıl maaş verilecek?

Prof. ESKİCİOĞLU: İslam ekonomisinde memurlar yani kamu görevi ile uğraşanlar devletten maaş alırlar. Maaşın kaynağı devlet gelirleridir. Ancak bugünkü ekonomilerle İslam ekonomisi arasında büyük bir fark vardır. İslam ekonomisi mal ekonomisidir, diğer ekonomiler ise para ekonomisidir. Yani maşlar devletin gelirlerine göre değişir; eğer bu yıl bolluk olup devletin gelirleri çok olmuşsa memurlar da fazla maaş alırlar. Eğer kıtlık olmuş olsaydı gelir az olacağından maaşlar da az olacaktı. Yani bir nevi Eşel-Mobil adı verilen sistem gibi.

Yalnız bu mal ekonomisi tabiri çok önemlidir. Çünkü bugün içerde ve dışarıda devlet ve devletlerarası ilişkilerde ekonomik haksızlıkların çoğu paraya ve paraya bakış felsefesinden kaynaklanmaktadır.

ÇERÇEVE: Gümrüklerin kaldırıldığı serbest ticaretin olduğu bir ortamda kendi sanayimizi ve ticaretimizi koruyacak tedbirler alınabilir mi? Bu tedbirler alınmazsa sanayimiz batar gibi bir anlayış var?

Prof. ESKİCİOĞLU: Bugünkü ekonomi kültürü ekonominin kalıcı kanun ve kuralları ile geçici kanun ve kurallarını karıştırmaktadır. İslam ekonomisinde gümrük yani mal ithalat ve ihracatını kısıtlama düşüncesi sadece memleket için tehlike söz konusu ise su ise ve bir de başkaları bize gümrük uyguladığı zaman söz konusudur. Yani gümrük uygulaması kalıcı ve devamlı değil, geçici bir kuraldır veya öyle olmalıdır. Hâlbuki bugünkü anlayışta nasıl fiyatlara müdahale bir prensip ise gümrük vergisi koymak da öylece değişmez esaslardan birisidir. Bakın burada size İslam ekonomisinin çok önemli bir esasını söyleyeceğim. İslam ekonomisi her türden ve her dinden vatandaşlara açık olduğu ve ekonomik faaliyette din ayrımı gözetmediği gibi; alan olarak da bütün yeryüzünü içerisine alır. Toplumda fertler arasındaki iş bölümü bireylere mutluluk getirdiği gibi; devletlerarasındaki iş bölümü de dünya toplumlarına refah getirecektir. Onun için gümrük felsefesi her zaman geçerli olan bir husus değildir. Sadece gerektiğinde başvurulacak bir konudur.

ÇERÇEVE: Bugün batıda uygulanan serbest piyasa ile İslam’ın önerdiği serbest piyasa arasında farklılıklar var mıdır?

Prof. ESKİCİOĞLU: Bugün İslam’ın anladığı manada bir serbestlik yoktur. Gümrük uygulandığı, fiyatlara müdahale edildiği, teşvik ve destekleme kredilerinin verildiği, vergi düzeninde durmadan değişiklik yapıldığı ve para basıldığı zaman o ekonominin serbest değil, ancak kısıtlı olarak nitelenebilir. Bugünkü güçlü ekonomiler kendi iç rahatsızlıklarını, başka devletlerin rantları ile tedavi etmeye çalışıyorlar. Mesela bir devletin parası hem içerde ve hem de dışarıda tedavül edebilir. Ancak devlet, üzerinde imzası bulunan para işleme konulduğunda karşılığında her zaman mal veya kıymetli eşya verebilecek bir durumda olmalıdır. Mesela, bugün ero ve doları ele alacak olursak, dünyada dolaşan bütün eroların bir anda Almanya'ya girdiğini düşünelim. Acaba Almanya, bu paraların karşılığı olarak mal bulabilecek mi?

Hiç zannetmiyorum. İşte Almanya böyle bir durumun olmayacağını bildiği için fazla para basarak dünyaya sürerken, dünyada meydana gelen ranttan karşılıksız ve ücretsiz faydalanmış, bedelini ödemeden istifade etmiş oluyor.

İslam ekonomideki serbestliği yalnız kendi vatandaşları için değil, başka devletler için de öngörmektedir, onun için ekonomik haksızlıkların sadece içerde değil, dışarıda da yapılmamasını ister. İslam dinde de serbestlik getirmiştir.

Ayette "Dinde zorlama yoktur." (Bakara 2/256) buyrulmaktadır. Herkes serbest bir şekilde inanacak ve yine serbest bir şekilde inancıyla amel

Edecektir. İslam’da diğer hiçbir dinde olmayan bir husus daha vardır. İslam din konusunda kendi inananlarına tanıdığı hak kadar diğer bütün dinlere de aynı hakkı tanımaktadır. Cami, kilise, havra ve sinagog gibi çeşitli dinlerin ibadet yerleri dokunulmazdır. Kuran’da "Eğer Allah'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılırdı" (Hac 22/40) buyrularak, bu yerlerin korunduğu ifade edilmektedir. İşte İslam din hususunda da tüm insanlara ayrıcalık, yani seçme hürriyeti tanırken diğer taraftan da ekonomide bütün insanlara da

aynı hakları tanımaktadır. Yeter ki bugün dünyada olduğu gibi birtakım arızalar olmasın. Eğer şartlar müsait değilse ve başkaları Müslümanlara şu veya bu şekilde baskı kuralları uygularsa o zaman bizim de onlara aynı şekilde davranma hakkımız vardır.

(ÇERÇEVE)

 


*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.