.


KUTLU PEYGAMBER ve KUTLU DOĞUM  

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

  

İnsanlık alemi Hz. Adem ile başlayan ve Hz. Muhammed ile son bulan bir peygamberler zincirine sahiptir. Rabbimiz Allah Teala hazretlerine sonsuz hamd ve senalar olsun ki, biz aciz ve muhtaç kullarına yol göstermek, tevhidi ve varlık alemindeki birliği anlatmak, insan merkezli bir dünya değil, Allah merkezli bir dünya ve Allah merkezli bir kainatın bulunduğunu bize tanıtmak, varlığın esrarını ve hayatı anlatmak, haram  ve helali bildirmek, insanca yaşamayı göstermek üzere peygamberler göndermiştir. Kendilerini ümmetlerine adamış, onlarla adeta bütünleşmiş ve böylece görevlerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olan bu Allah elçileri, vefakar ve cefakar çilekeşleri, özel vazifelileri sevgi ve saygıyla selamlarken salat-ü selamlarımızı gönderiyor ve onlara bağlılıklarımızı arzediyoruz.

Hz. Peygamber, genel kabul gören kanaate göre Fil Vakası'ndan elli veya elli beş gün sonra 571 yılı Rebi'ül Evvel ayının 12 sinde Pazartesi günü Mekke'de dünyaya geldi. İlk dönemlerde Hz. Peygamber'in bu doğum gününü kutlama geleneği yoktu. Mısır'da Şii Fatımi devleti, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü, Muiz-Lidinillah döneminden itibaren (M.972-975) resmen kutlanmaya başlamıştır. Buna göre bu kutlu doğumu kutlama adeti, Hz. Peygamberin doğumundan 400 sene sonra ortaya çıkmış bulunmaktadır. Osmanlılarlada ise mevlid kutlamalarına resmen III. Murat zamanında 1588 yılında başlanmıştır.

Sözlükte "doğum yeri ve zamanı" anlamına gelen mevlid kelimesi, İslam edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamberin doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır. Arap edebiyatında mevlid, Hz. Peygamber için yazılan medih türündeki şiirleri ifade ettiği gibi, onun doğumu, hayatı, isimleri, hasais ve şemaili, faziletleri, mucizeleri ve gazveleri gibi, konularını kapsayan siret türü eserler için de kullanılmaktadır. Türk edebiyatında da mevlid geleneği, müstesna bir yere sahip olup bu husustaki çalışmaların çokluğu ve seviyesi türk halkının Hz. Peygambere olan sevgisinin bir göstergesidir. Bu çalışmalar arasında en çok beğenilen takriben 1351-1422 tarihleri arasında yaşamış olan Süleyman Çelebi'nin 1409 yılında kaleme aldığı Vesilet-ün Necat adlı eseridir.

Allah'ı sevmek, onun peygamberlerini sevmek ve özel olarak da kendi peygamberimiz Hz. Muhammed'i sevmek bizim hem dini ve hem de insani bir görevimiz ve borcumuzdur. Bir ayet-i kerimede "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin." (A. Imran 3/ 31) buyrulmuştur. Şu halde biz, eğer Hz. Muhammed'e tabi isek Allah bizi seviyor ve biz de Allah'ı seviyoruz demektir. Hz. Peygamberi sevmek demek, sadece onu anmak ve onun doğum gününü kutlamak demek değil, bilakis onu sevmek demek, onu anlamak, ona tabi olmak ve asıl onun yolundan gitmek demektir.

Doğuda batıda onu araştıranlar, onu tanımaya ve anlamaya çalışanlar sonunda Hz. Muhammed hayranı olup çıkıyorlar. Onların söyledikleri sözleri bunun açık delilidir. Biz burada binlerce örnekten sadece bir iki misal vereceğiz. Mesela George Bernard Shaw şöyle diyor: "İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak nerdeyse çözülmez hal aldığı günümüzde Hz. Muhammed'e her zamankinden daha fazla muhtacız. Eğer O aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir fincan kahve içme rahatlığı ile çözerdi" Fransız sosyolog ve amatör fizikçi Dr. Gustave Le Bon şöyle diyor: "İslamiyet'ten daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki hakimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları halde, Hz. Muhammed'in dini bütün kudret ve hakimiyetini muhafaza etmektedir."

Modern Almanya devletinin kurucusu olan Prens Otto Von Bismarck da peygamberimiz hakkında şöyle demiştir: "Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından gönderildiği iddia olunan bütün münzel ve semâvi kitapları tam ve etrafiyle tetkik ettimse de, hiç birisinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar, değil bir cemiyetin, bir ev halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin müslümanların Kur'an-ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur'an'ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Müslümanların düşmanları bu kitabın, Muhammed'in kendi eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel ve hatta en mütekâmil bir dimağda böyle harikanın zuhurunu iddia etmek hakikatlere göz kapıyarak kin ve gareze âlet olmak manasını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kaabil-i telif değildir."

Hz Peygamber'i başkaları ile mukayese ederek gerçekler karşısında etkilenip duygu ve düşüncelerini eserlerine aksettirenler de vardır. Bunlar arasınaa anmaya değer olan kişi, çağımızın araştırmacı ilim adamlarından amerikalı yazar Prof. Dr. Michael Hart'tır. O, tarihin 5 bin yılını araştırmış ve insanlığa en çok hizmet eden kimseleri arayıp bulup bunlar arasından 100 kişi seçerek ve bu yüz kişiyi kendi aralarında da sıraya koyarak, bir değerlendirme tasnifi yapmıştır. Bu zat, aralarında peygamberler, siyasiler, sanatcılar, mucidler, ilim ve din adamlarının da bulunduğu 100 kişi arasından insanlık alemine en etkin ve en çok hizmet eden kişinin Hz. Muhammed olduğuna karar verip onu 1. sıraya yerleştirmiş bulunmaktadır. Bu eser dilimize "En Etkin 100" adıyla çevrilmiş bulunmaktadır. Bu değerli yazar değerli eserinde eşşiz insan ve evrensel peygamber Hz. Muhammed hakkında şöyle diyor:

"Dünyanın en etkili insanlar listesinin başına Hz. Muhammed'i koymam bazı okurları şaşırtabilir, bazılarını da kuşkuya düşürebilir, ancak Hz. Muhammed tarihte, hemdini hem de laik düzeyde üstün başarılı olan tek insandı...

Mütevazi bir aileden gelen Hz. Muhammed dünyanın en büyük dinlerinden birini kurmuş, yaymış ve çok etkili bir politik lider olmuştur. Bugün, ölümünden on üç yüzyıl sonra, etkisi hala güçlü ve yaygındır.  

Şu halde, Hz. Muhammed'in insanlık tarihindeki genel etkisi nasıl değerlendirilebilir? Tüm dinler gibi İslam'ın da taraftarlarının yaşamları üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. İşte bu nedenledir ki, dünyanın büyük dinlerinin kurucuları bu kitapta yer almaktadır. Dünyada müslümanların yaklaşık iki katı hıristiyan olmasına karşın Hz. Muhammed'in Hz. İsa'dan daha üst sırada yer almış olması garip gelebilir. Bu kararın verilmesinde başlıca iki neden vardır. Birincisi, Hz. Muhammed İslamiyetin gelişmesinde, Hz. İsa'nın hıristiyanlığın gelimesinde oynadığından daha önemli bir rol oynamıştır. Hz. İsa hıristiyanlığın (yahudilikten farklı olan) başlıca etik ve ahlaki hükümlerinden sorumluysa da, hırıistiyan teolojisini asıl geliştiren kişi, Hıristiyanlığın en önemli savunucusu ve Yeni Ahit kitabının büyük bir bölümünün yazarı Aziz Paulus olmuştur.

Hz. Muhammed ise hem İslam İlahiyatından, hem de onun başlıca etik ve ahlaki hükümlerinden sorumluydu. Ayrıca yeni inancın yayılmasında ve İslam dini uygulamalarının yerleşmesinde kilit rol oynamıştır...Bu vahiyler Hz. Muhammed'in yaşamı sırasında özüne sadık olarak kopya edilmiş ve ölümünden kısa bir zaman sonra da bir araya getirilerek kesin biçimini almıştır. Bu nedenle Kuran, Hz. Muhammed'in fikir ve öğretilerini ve önemli ölçüde de hadislerini temsil etmektedir. Hz. İsa'nın öğretilerinin böyle ayrıntılı bir derlemesi günümüze kadar gelmiş değildir. Kuran müslümanlar için en az İncil'in Hıristiyanlar için olduğu kadar önemli olduğundan Hz. Muhammed'in Kuran aracılığıyla etkisi de çok büyük olmuştur. Hz. Muhammed'in İslamiyet üzerindeki etkisi, Hz. İsa ile Aziz Paulus'un Hıristyanlık üzerindeki toplam etkisinden daha fazla olmuştur. Tamamen dini bakımdan ele alındığında Hz. Muhammed'in insanlık tarihinde Hz. İsa kadar etkili olduğu söylenebilir.

Ayrıca Hz. İsa'nın aksine Hz. Muhammed, dini olduğu kadar laik bir liderdi. Aslında arap fetihlerinin ardındaki itici güç olarak tüm zamanların en etkili politik lideri derecesine ulaştığı söylenebilir... İslam'ın Kuran merkezci bir din olması ve Kuran'ın arapça yazılması arap dilinin farklı, anlaşılmaz lehçelere bölünmesini önlemiştir ki, aksi takdirde aradan geçen 13 yüzyıl içinde bu olabilirdi...

Böylece 7. yüzyıl Arap fetihlerinin insanlık tarihinde, ta günümüze kadar önemli bir rol oynadığını görüyoruz. İşte dini ve laik etkinliğin bu eşi görülmemiş birleşimi nedeniyle bence Hz. Muhammed insnalık tarihinin en etkin tek kişisi olmaya hak kazanmıştır.(s. 1-7)  

Ben böyle bir kitabın bulunduğunu duyduğum zaman hemen gidip aldım. Esere baktıktan sonra tabi son derece mutlu oldum ve etkilendim. Hz. Muhammed'in kendisini etkilediği Michael Hart da bu samimi ve ilim adamına yakışan gerçekçiliği ile beni etkilemişti. Onu buraya İzmir'e davet edip bir konferans verdirip kendilerine bir ödül verme konusunda bazı küçük teşebbüslerde bulundum ise de muvaffak olamadım. Ancak eserin yayınlanmasından on yıl sonra Kahire'ye çağrılıp kendisine bir ödül töreni tertip edilerek bir takdimde bulunmasından da son derece mutlu ve memnun oldum.    

  Tarihteki Yüz Büyük İnsan" adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bu bilim adamı Prof. Michael Hart'a kitabın ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra, Kahire'de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram Gazetesi muhabirlerince sorulan; "kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçti neredeyse. '100 ünlü Adam' adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed'e (s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?" şeklindeki soruya şu cevabı vermişti:
"Bu ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300'e bile çıkarılsa Hz. Muhammed'in (s.a.v.) listenin başındaki yeri sabittir.
             Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de, ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed'i (s.a.v.) tercihim ise, O'nun hem peygamberliği, hem de dinî ve dünyevî seviyede fevkâlâde başarılı olmasıdır. İnsanlık ahlâkı, felsefî ve hukukî olarak İslâm'dan daha mükemmel bir din görmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in vefatından sonra da İslâm, dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya devam etti. Dünyada hâlâ bir çok insan kalpleriyle ve akıllarıyla İslâm'a yöneliyor. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) davet ettiği din, 14 yüzyıl önce medeniyetin ve kültür merkezlerinin dışındaki bir bölgede doğmuştu. Ve zor şartlar altında yol aldı. Buna rağmen İslâm, dünyanın her yönüne yol buldu. Ve inanıyorum ki Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, her yönüyle mükemmel bir insan, bir daha gelmez."

1989 yılına kadar ülkemizde Hz. Peygamber'in doğumu, Kameri Takvime göre Rebi'ül Evvel ayının 12. gecesinde camilerde mevlit, Cuma günü de hutbe okunarak ve vaazlarda halkımıza anlatılarak Mevlid Kandili adı altında kutlanmıştır. Ancak ilk defa Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılında Kameri Takvim, 1994 yılından itibaren de, Peygamberimizin Miladi doğum günü olan 20 Nisan tarihi esas alınarak Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri yapılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede bütün il ve ilçelerde değişik konularda panel ve konferanslar düzenlenmiş, 1994 yılından itibaren de hafta içerisinde sempozyum düzenlenmeye başlamıştır. 

Bu kutlamaların Hz. Peygamber'i tanıma ve anlama bakımından çok büyük bir önemi vardır. Belki bu faaliyetler, Allah'ın izniyle hidayete ermemize ve onun yolunu izleyip onun arkasından gitmemize bir vesile olur. Fakat bazı müslümanların bu konuda da aşırı giderek Hz. Peygamber'i diğer peygamberlerden üstün tutmak gibi bir yola girdikleri de gözden kaçmamaktadır. Halbuki Kuranda müminlerin "Biz onun peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız. Ey Rabbimiz, işittik ve itaat ettik, afvını isteriz ve dönüş ancak sanadır, dedikleri, zikredilmektedir. (Bakara 2/ 285).

Peygamberlik çalışıp kazanmakla elde edilen, ibadet edip yalvarmakla, isteyip dilenmekle edinilen bir şey değildir; bu bir görevdir ve ancak Allah tarafından verilir. Onun için görevin iyisi kötüsü olmadığı gibi, görevlilerin de iyisi kötüsü, kalitelisi ve düşüğü olmaz. Ancak alan değişikliği ve görev farkı olabilir. Muhtarlık, müdürlük, kaymakamlık ve valilik bunların hepsi görev olma bakımından aynıdır. Konuyla ilgili ayetleri bu anlamda anlamak bizce daha doğrudur. Mesela diğerleri yöresel peygamber olurken, Hz. Muhammed küresel bir peygamberdir. Bütün peygamberler sadece kendi vatandaşlarına hitap ederken Hz. Peygamber ise tüm insanlığa hitap etmiştir. Onlar da kendi zaman ve zeminlerine göre bir görev yapmıştır; Hz. Peygamber de kendi çağına ve dünya şartlarına göre bir görev yapmıştır. Ayette geçen "min" harfinin beyaniye olmasına göre bütün peygamberler ulü'l-azim sıfatına  sahiptirler. Tebiziye olmasına göre ise bazı peygamberler müstekıl şeriat getirdikleri için bunun kurulup yerleşmesinde ortaya çıkan her türlü zorluk ve sıkıntılara sabredip göğüs germişledir. İlgili ayetlerde "Öyleyse Ey Muhammed! Azim sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret.(Ahkaf 46/ 35). Hani biz peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da söz almıştık." (Ahzab 33/ 7) buyrulmaktadır.

Kuran'da doğrudan Hz. Peygamber ile ilgili, onu öven ve tasvip eden ayetler de vardır. "Muhammed Allah'ın elçisidir." (Fetih 48/ 29), "Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin" (Kalem 68/ 4), "Gerçekten sen elçilerdensin ve dosdoğru bir yol üzerindesin" (Yasin 36/ 3-4), "Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok anan kimselere Rasûlullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir."(Ahzâb, 33/21), "(Ey Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik"(Enbiya 21/ 107)  "Allah'a itaat edin; Peygamber'e itaat edin; Eğer bundan yüz çevirirseniz bilinki Peygamberimiz'e düşen apaçık bir tebliğdir."( Teğabun 64/ 12).

Bundan başka Hz. Muhammed ile diğer peygamberler arasındaki en önemli farkın az önce yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, öncekilerin yöresel ve bölgesel olduklarını, Hz. Muhammed'in ise evrensel ve küresel olduğunu söylemeliyim. Zaten Hz. Muhammed'in peygamber olarak bizce en önemli özelliği onun son peygamber ve tüm insanlara hitap eden evrensel bir peygamber olduğudur. Çünkü Hz. Muhammed peygamberler zincirinin son halkasıdır. Ayette "Muhammed... Allah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.", buyrulmaktadır.(Ahzab 33/ 40).

Her peygamber kendi kavmine ve kendi milletine gönderilmiştir. "Andolsun ki, biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik." (Hud 11/ 25), "O, ey kavmim (ey milletim) dedi." (Hud 11/ 28), "Ad kavmine de Hud'u peygamber olarak gönderdik. O, ey kavmim dedi, Allah'a ibadet edin..." (Hud 11/ 50), "Semud kavmine de kardeşleri (vatandaşları) Salih'i peygamber olarak gönderdik. O, ey kavmim, (milletim ve vatandaşlarım,) Allah'a ibadet edin, dedi." (Hud 11/ 61), "Medyene de kardeşleri Şüayb'i peygamber olarak gönderdik; O, ey kavmim dedi, Allah'a ibadet edin." (Hud 11/ 84), "Daha önce kötü işler yapan kavmi, koşarak Lut'a geldiler. O, ey kavmim dedi." (Hud 11/ 78) "Biz Musa'yı "kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günleirni hatırlat" diye peygamber olarak ayetlerimiz ile gönderdik" (İbrahim 14/ 5) "Hani Musa, kavmine "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın", demişti." (İbrahim 14/ 6),

Hz. Muhammed ise tüm insanlığa evrensel bir peygamber olarak gönderilmiştir. İlgili ayetlerde şöyle buyrulmaktadır. "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez." (Sebe,34/28), "De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız." (A'raf, 7/158), "Doğrusu bu Kuran'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya, 21/106-7).

Burada son olarak Hz. Muhammed ile diğer peygamberlerin bir başka özelliğinden daha bahsetmek istiyoruz. Eğer tabir caiz ise bir tasnif yapmak istersek, Hz. Muhammed bir tarafta, diğer peygamberlerin tümü ise öbür tarafta olduklarını görürüz. Çünkü önceki peygamberler hep kendi zamanlarında toplumu kendileri idare etmişler, ya bir havari veya vekil bir şakird onlara vekalet ederek toplumları yönetmişlerdir. Zaten önce dini bir terim iken daha sonra ise felsefik hale getirilen "doğma" ifadesi de bunu dile getirmektedir. Peygamberler melekler vasıtasıyla eğitilmiş öğretilmiş, kültür ve düşünceye sahip kişiler olmakla birlikte onlar kendi yanlarında yetiştirdikleri şakird ve havarilerini de bu konuda üstad ve peygamberlerine yardımcı oluyorlardı. Ya da bir peygamber giderken başka bir peygamber gelmiş oluyordu. Yani Hz. Peygamber öncesi toplumlarda diyebiliriz ki, hemen hemen hiçbir an peygambersiz geçmemiş ve peygamberin bulunmadığı bir zaman olmamıştır. Fakat Hz. Peygamber'in zamanı, daha doğrusu onun dar-ı bekaya irtihalinden sonraki zaman ise bunun tam tersinedir; hatta bugüne kadar ve bizim inancımıza göre kıyamete kadar göklerin kapısı kapalı olup bir peygamber gelmiyeceği için bu süreç baştan sona peygambersiz bir zaman olmaktadır. İşte böylece kendisine bir vekil ve vasi bırakmamış olan Hz. Peygamber, kendi yerine Kuran ve sünnetini bırakarak Rafik-i A'la'ya ulaşmıştır. Artık bundan sonra müslümanlar hayatlarını ve tüm işlerini Kuran ve sünnete sorup danışarak yerine getirecekler, onların gösterdiği yolda ictihadla ve şura ile dünya hayatını yaşayacaklardır. Yani Hz. Peygamber ile, tabi olma devri bitmiş ve başkasının kararına uymadan, kendi kenidini yönetme ve kendi görüşünü uygulama dönemi başlamıştır.

İşte Hz. Peygamber bir taraftan herkesin kendi inandığı dinini, özgür bir şekilde yaşaması prensibini bir toplum olarak ilk defa uygulamış, yani dinleri serbest bırakmış, asla din düşmanlığı yapmamış, diğer taraftan da herkesi vatandaş sayarak devleti yönetmiş ve her vatandaşa hak, hukuk ve adalet götürmüştür. Hatta bu hususta daha açık bir ifade ile şöyle söyleyebiliz: Hz. Peygamber'in kurduğu devlette ve İslam bayrağının dalgalandığı yerde yahudi, hıristiyan, müslüman ve müşrikler-ateistler vatandaşlık nimetini birikte paylaşarak yaşamışlardır. İşte işin asıl bu tarafı Michael Hart'ı çarpıcı bir şekilde etkilemiş ve bu sebeple de o, hem din ve hem dünyayı birlikte götüren, herkesi dininde serbest bırakmakla birlikte, devlette İslam'ın dini yönünü değil, bilimsel ve kazai kurallarını uygulayan Hz. Muhammed'i tüm tarih boyunca insanlığa en etkin hizmet götürenlerin en başına, birinci sırasına koymayı ilmi bir görev saymıştır. Ben de şahsen müslüman bir ilim adamı olarak bu hıristiyan araştırmacıyı can-ı gönülden kutlarken teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Burada bir temenni ile yazıya son vermek istiyorum. Herkes için rahmet olan bu rahmet peygamberinin araştırılıp öğrenildiği ve böylece kendisine sevgi, saygı ve bağlılık meydana geldiği ve tabi olunduğu bir ortamda, gelecekte inşallah dünya ölçeğinde olduğunda ise saadet asrı-mutluluk çağı yeniden geri gelmiş olacaktır. Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, Hz. Peygamber'e tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.

 


*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.