.

“İMAM BİRGİVİ’NİN PARA VAKIFLARI HAKKINDAKİ BAZI GÖRUŞLERİ”


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

                 
           Yeme, içme, giyme ve barınma ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları tatmin yolları, insanoğlunu ilk günden beri meşgul etmiş konular arasındadır. Bu nedenle de mal, para, emek, ücret, insan, tabiat, sermaye ve kira ile ilgili meseleler kendiliğinden gündeme gelmiştir. Ne var ki, insanlar, bu meseleleri çözümlerken normal bir çizgi takip etmemiş, zaman, zaman ifrat ve tefrite düşmüşlerdir. Mesela insan ve tabiat, emek ve sermaye, mal ve para gibi unsurlar dengede tutulacağı yerde aşırı gidilerek, birine omuz verilirken, diğerine karşı çıkılmıştır, diyebiliriz. Mesela kendilerini emeğin yanında görenler, sermayeye savaş ilan ettiği gibi, tabiata yaklaşan tabiatçı zihniyet de insanın kendisinden uzaklaşmıştır. Böylece teoride fikir üretenler, pratikte uygulama yapanları da zor duruma düşürmüşlerdir, desek her halde hata etmiş olmayız. Netice itibariyle dinde, ilimde, ekonomi ve hukukta birbiriyle çelişen ve çekişen birçok okul ve ekoller ortaya çıkmış, her sahada değişik görüş ve fikirler meydana gelmiştir.
           İşte ben, bugün sizlere, biraz ifrat diyebileceğimiz görüşe tefritle karşı çıkmak isteyen İmam Birgivi’nin para vakıfları hakkındaki bazı görüşlerini arz etmeye çalışacağım.

İmam Birgivi’nin para vakıfları hakkındaki görüşlerini “es-Seyfü’s Sarim Fi Adem-i Cevaz-i Vakfi’l Menkul-i   ve’d Derahim” (Taşınabilir Malların ve Para Vakıflarının Caiz Olmadığı Hususunda Keskin Kılıç) adlı risalesinden öğreniyoruz.[1]  İmam Birgivi bu eserini, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin para vakfının caiz olduğunu ispat etmek için yazdığı “Risale Fi Vakfi’l Menkuli Ve’n Nükudi” (Menkul mal ve Para Vakfı Hakkında Risale) adlı risalesine bir reddiye olarak kaleme almıştır.
            Menkul mal ve nakit para vakfı meselesi aslında İslam hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Birisi para vakfının caiz olduğunu iddia ederken, diğeri de bunun caiz olmadığını savunmuştur.[2] Önceleri fıkıh kitaplarında birkaç satırla açıklanan ve basit bir mesele olan para vakfı, Osmanlı şeyhülislamları ve hukukçuları arasındaki uzun ve sert tartışmalar yüzünden, hakkında makale ve risale yazılan bir konu haline gelmiştir.  Böylece aktüel bir hale gelen para vakfı tartışması, vakfedilecek tarlası ve toprağı olmayan vatandaşları para vakfetmeye sevk ederek, toplumun ihtiyacı olan krediyi temin etmek gibi hayırlı neticelerin doğmasına da sebep olmuştur.

Para vakıfları tartışması, bu asırda ilk defa Anadolu Kazaskeri Çivizade Mehmet Muhyiddin Efendi ile Rumeli Kazaskeri Ebussuud Efendi arasında başlar. Çivizade, para vakfının caiz olmadığını söylerken Ebussuud Efendi, olur diye fetva verir. Daha sonra şeyhülislam olan Çivizade, Padişah Kanuni’ye tesir ederek, nakit para vakfını yasaklayan fetvasını “hükm-i şerif’ haline getirerek, Rumeli Kazaskeri eliyle memleketin her tarafına genelge olarak gönderir. Genelgeyi gören ve halkın şikâyetini dinleyen Sofi ve fıkıh âlimi Sofyalı Bali Efendi, Kanuni Sultan Süleyman’a, Şeyhülislam Şah Çelebi’ye ve Kazasker Çivizade’ye, ayrı, ayrı para vakfının caiz olduğunu ispatlayan mektuplar gönderir. Bu defa Çivizade, meseleyi kendisinden sonra şeyhülislam olacak olan Fenarizade Muhyiddiıı Muhammed Efeııdi’ye sormuş ve ondan da kendi görüşünü tenkit eden bir mektup almışsa da görüşünden dönmemiştir. Dönmemiş ama şeylıülislamlıkta da fazla kalamamış, istifa edip ayrılmak zorunda kalmıştır [3]

1545 tarihinde şeyhülislam olan Ebussuud Efendi, çoğunluğun görüşünü müdafaa etmek için, Osmanlı devletinin son günlerine kadar kamuoyunun kabulüne mazhar olacak olan ve kendisinin hukuki şahsiyetini ortaya koyan adı geçen risaleyi kaleme almıştır.[4]
         Bunu takiben Çivizade gibi, nakit para vakfının caiz olmadığını ve vakfedilmesinin şer-i şerife uymadığını ileri süren İmam Birgivi de Kanuni’nin ölümünden sonra Ebussuud’a bir risale ile cevap vermiştir. Yukarıda söylediğimiz gibi eserine “Keskin Kılıç” adı veren ve sert bir üslupla yazan İmam Birgivi, bu çalışmasıyla zamanın akışını durduramamış ve sonradan gelen hukukçular Ebussuud’un açtığı yolda yürümüşlerdir.
          Birgivi, bu risaleyi niçin yazdığını şöyle açıklamaktadır: Bu, vasiyetsiz veya ölüme bağlamaksızın para vakfetmenin batıl olduğunu bildirmek için yazılmış bir risaledir. Çünkü zamanımızın şeyhülislamı Ebussuud Efendi böyle bir vakfın geçerli olduğu hususunda bir risale yazdı ve birçok yerinde hataya düştü. Sevap umarak vakıf yapan kimselerin bu esere güvenmemeleri için onun reddedilmiş bu yönlerini açıklamak gerekir. Ta ki, hâkimler de aldanıp onun hükümlerine sığınmayalar. Zira o, güvenmeye elverişli değildir ve kıyamet gününde onlara mazeret olamaz. Usul ve füru’a aykırı ve nakil ile çelişiktir. Bu kitabı halk için bir fitne sayarım ve her gücü yetenin de bozması lazım gelen dini bir sakınca olarak görürüm. Fakat ya cahil, ya korkak veya zayıf olduğu için hiçbir kimsenin buna el atacağını sanmıyorum. Öyleyse bunu kalem ve dilimle önlemek bana vacip oldu. Çünkü bildiğim halde bunu saklar (ve susarsam) lanetlenmekten korkarım[5]

Bir arazi veya tarla vakfedildiğinde, bu tarlaya ait olan öküz, zirai aletler ve buna benzer şeyler, yani menkul mallar da bu tarla ile birlikte vakfedilmiş olurlar, bu caizdir. Ebussuud, parayı bu menkul mallara benzeterek para vakfının da caiz olduğunu söylüyor. Birgivi ise buna karşı çıkarak bu konuda örf bulunsa bile paranın hiçbir yönüyle bu mallara benzemediğini söylemektedir. Çünkü bu mallar, ayni mallar olup kullanıldıkları zaman tükenmeyip baki kalırlar. Para ise böyle değildir; para ne öküze ve ne de zirai aletlere benzer. Para kullanıldığı zaman (gıda maddelerinde olduğu gibi) elde kalmaz, tükenir gider. Zaten bu sebeple İmam Şafi, Malik ve Ahmed İbn Hanbel, kullandığımız zaman hemen bitip tükenmeyen ve geri kalan her şeyin vakfedilebileceğini caiz görmüş, fakat tükenen şeylerin vakfını ise caiz görmemişlerdir.[6]

İmam Birgivi’ye göre vakfın tarihi, hiçbir suretle para vakfını içermemektedir; öyleyse para vakfı batıldır ve hükümsüzdür.
            İmam Birgivi’ye göre para vakfı caiz değildir. Çünkü bu konuda hiçbir delil mevcut değildir. Konuyla ilgili olan ne ayet ve ne de hadis vardır. Buhari’de geçen “Hayvanları, atları, ticaret malları ve serveti (altın gümüş ve para) vakfetme Babı”[7] şeklinde geçen başlıktaki vakıf maddesinden normal, terim manasındaki vakfı anlamak caiz değildir.

Çünkü bu konuda İmam Zühri’nin sözünden başka bir delil yoktur.

Buhari’nin nakline göre Zühri şöyle demiştir: Bin dinar bir parayı Allah yolunda harcamayı tahsis eden bir adam, tüccar olan kölesine, ticaret yapmak üzere bu parayı teslim ediyor. Elde edilen kazancından fakirlere ve yakın akrabalara sadaka olarak verilmesini istiyor. İşte bu şekilde sadaka yapan bir kimsenin bu bin dinar paranın kazancından bir şey yemeye hakkı var mıdır? Bu bin dinarın karını fakirlere sadaka olarak
bağışlamış olmasa bile ondan yiyebilir mi’? Zühri, bu kimse, fakirlere tahsis etmese bu sadakadan yemeye hakkı yoktur, demiştir. Zühri’nin bu sözünü İbn Vehb, Muvatta’ında rivayet etmiştir.[8]

Buhari’nin bu para vakfı babında müsned olarak rivayet edilen hadise gelince, bu hadisten ıstılah-terim manasındaki vakfı anlamak mümkün değildir. Çünkü burada satımdan bahsedilmektedir. Hâlbuki vakıf mallarının satışı caiz değildir. Adı geçen hadis şöyledir:

İbn Ömer’den Nafi naklediyor ki, Hz. Ömer Allah yolunda kullanılması için Peygambere verdiği ata bir kimseyi bindirdi. Hz. Ömer bu adamın atı satacağını haber alınca, kendisinin alıp alamayacağını Peygamber’e sordu. Bunun üzerine Resülüllah, “Sen bu atı satın alma ve sakın yapmış olduğun sadakadan da dönme” buyurdu.[9]

Bu hadisten murat, terim manasındaki vakıf olsaydı, atın satışı sahih olmazdı. Aslında bu hadis, küçük bir değişiklikle, hibe ve sadaka bahsinde kişinin yaptığı hibe ve sadakadan dönmesi helal değildir, babında zikredilmektedir. Zaten İbn Hacer ve Ekmelüddin el-Baberti de hadisteki “atı verme” den maksadın hayır ve sadaka olduğunu vakıf demek olmadığını açıkça tasrih etmişlerdir. İşte bütün bu sebeplerden dolayı buradaki vakıftan maksadın hibe ve sadakayı da içersine alan genel manadaki bir hayır olup özel anlamdaki vakıf olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü Buhari, bapların başlığı ile ilgili pek az olan hadisleri de yazma hususunda müsamahalı davranmıştır.

İmam Zühri’nin para vakıfları hakkındaki görüşüne gelince, bu görüşe karşı o kadar sağlam alternatif görüşler vardır ki, bu yüzden Zühri mezhebinde vasiyet etmeden para vakfının lüzum-geçerlilik ifade edip etmediğini, yani böyle bir vakfın bağlayıcı olup olmadığını kesin bir şekilde söylemek mümkün değildir.

Birgivi, nakit para vakfının sakıncalarını şöyle sıralamakladır:
           a) Vakfedenler, vakfı sahih zannederek, zekât vazifesini ifa etmezler.

b) Miras hükümleri çalışmaz, vasiyet yerine getirilmez… Böylece mirasçılara ve hak sahiplerine zulmedilmiş olur.

c) Özellikle vakfeden kişi, pişman olup dönmek istediği durumlarda,  hâkim müsaade etmeyeceğinden, vakıf görevlileri başkasının malını yemiş olurlar.

d) Vakfeden kimse, bazen parasını vakfettikten sonra fakir olur. Zanneder ki, kendisine fitre ve kurban düşmez. Hâlbuki vakıf batıl olduğundan bunlar düşebilir ve böylece mükellef günaha girmiş olur.

e) Nakit para vakfının işletmesi ya mudarebe şirketi, ya sermaye vererek veya şer’i muamele yoluyladır. Bu zamanda şer’i muamele geçerlidir. Hâlbuki bunun esası olan “bey’ü-l ine” yi Hz. Peygamber kötülemiş ve âlimler de mekruh görmüşlerdir.

f) Mütevellilerin çoğu cahildir. Kitaplarda belirtilen “ine” satımının meşru şekillerini tam bilemezler. Karz veya alım-satım akdi ile bu işi yaparlar. Kazanç getiren her karz işlemi, ribadır, faizdir. Bazı günahkârlar aldırmazlar, yerler ve yedirirler, görevlilere de verirler. Hâlbuki faiz kesinlikle haramdır.

Buraya kadar Birgivi’nin para vakıfları hakkındaki görüşlerini nakletmiş bulunuyorum. Böylece onun para vakfını asla kabul etmediği, hatta bu konuda keskin bir kılıç gibi olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Hâlbuki bu mesele İslam hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Para vakfı caizdir. Her iki tarafın da kendilerine göre delil ve yorumları vardır. Yorumlar kesin olmayıp zan ifade ettiklerinden burada hiçbir tarafın kendisini yüzde yüz haklıymış gibi göstermeye hak ve salahiyeti yoktur, demek istiyorum. Benim görüşüm doğrudur, ama karşı tarafın da haklı olma ihtimali vardır, gibi bir yaklaşım içersinde olmak sanırım daha doğrudur.

Meseleye daha geniş bir açıdan bakıldığı zaman buradaki ifrat ve tefrit görüşler kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Mesela bir hukukçu “vakfedilecek malın gayrimenkul olması şarttır, menkul mallar vakfedilemez” gibi bir anlayış getirirse, aşırı gitmiş olmaz mı? Öyleyse Hz. Ömer devrinde sırtında “Allah yolunda vakıftır” yazısı bulunan üç yüz tane atın mevcut olduğunu nasıl izah edeceğiz. Yoksa atları gayrimenkul mal mı kabul ediyoruz.[10]

Hukukta konulan kaide ve kurallar yerinde olmazsa, yapılan tarifler vasıfların sınırını aşarsa, o zaman fayda yerine zarar gelir. Nitekim bu vakıf konusunda da öyle olmuştur, diyebiliriz. Vakıf, “malın aslını ebedi olarak tutmak, gelirini sadaka olarak gereken yerlere harcamak’ şeklinde anlaşılınca, tarla ve topraktan başka hiçbir malın vakıf olamayacağı neticesi zaten kendiliğinden ortaya çıkar. Hâlbuki bu düşünce hiçbir zaman uygulanmamıştır.

Sebze, meyve, et, süt ve ekmek gibi olan mallar kullanıldıkları zaman tükendikleri için vakfedilmezler. Çünkü böyle malların faydasını kendi asıllarından ayırmak mümkün değildir. Vakıf ise malın aslını tutmak, faydasını yani gelirini Allah yolunda harcamaktır. Kaşık, bıçak, süs eşyası, ev ve tarla gibi menkul ve gayrimenkul mallar ise kullandıkları zaman hemen tükenmedikleri için vakfa konu olabilirler. Şafii, Malik ve Hanbelî’nin görüşleri de bu yöndedir. İmam Züfer’in de parayı böyle kabul ettiği için vakfedilebileceği hakkında görüşü İbn-ül Hümam tarafından nakledilmektedir. Para vakfedilir, ödünç ihtiyacı olanlar kredi bulmuş olurlar. Veya bu vakıf paralar kar-zarar ortaklığına verilir, elde edilen kar istenen hayır yerlerine harcanır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, bankaların devletin tekelinde olduğu bir İslam düzeninde var olan faizsiz bankalara para vakfı yapmak caizdir. Yatırılan bu vakıf paraları ödünç kredi olarak alıp kullananlar, bunlar sayesinde kendi ihtiyaçlarını rahatlıkla gidermiş olacaklarından vakfedenlere hayır dua edecekler ve onlar da bu sebeple büyük sevaplar kazanacaklardır, diyebiliriz.



[1] İmam Birgivi, “es-Seyfü’s Sarim Fi Adem-i Cevaz-i Vakfi’l Menkuli ve’d Derahim” (Yazma nüshadan fotokopi) D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, No: 23862

[2] Bak. Merğınani, el-Hidaye, Mısır-1936, III, 12; İbn Abidin, Reddü’l Muhtar, basım yeri ve tarihi yok, III, 374; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İst.-1969, IV, 313-314

[3] Ahmet Akgündüz, Islam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988, s. 151-167.

[4] Bak: Paranın vakfedilebilmesi konusunda Hamdi Döndüren’in, “İslam’da Para Vakfı” adı altında Altınoluk Dergisi’nin 1990 Temmuz sayı: 53’den başlamak üzere beş altı sayı devam eden bir araştırması yayınlanmıştır.

[5] Bak. Adı geçen Risale’nin önsözü.

[6] Bak. İbn-ül Hümam, Şerh-u Fethi’i Kadir, 1. baskı, Bulak-1317, V, 51. 

[7] Bak. İmam Buhari, Sahih, Vesaya, 32

[8] Bak. Bedrü’d Din el-Ayni, Umdetü’l Kari Şerh-u Sahihi’l Buhari, basım yer ve tarihi yok, XIV, 69: Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhari Tercümesi, İstanbul-1987. VI, dip not:83.

[9] Bak. Buhri, Kiıabü’l Vesya, 32.

[10] Bak. Şemsüd Din cs-Serahs. Kitabül Mebsüı. basım ıanh ve yen yok. X11. 45.

           

 

 

*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.