calig50.jpg (13545 Byte)

Dr. Senai DEMIRCI

Esmâ-i Hüsna En Çok Nerelerde Görülür?

        Tip fakültesi yillarimizda, hasta viziti yaptigimiz sirada, bir arkadasimiz hocamiza biraz ukalaca bir soru sormustu. Klasik hekimlerin tarif ettigi, ismi ilginç oldugu için akilda kalan ama çok nadir görülen, simdi pek de ise yaramayan bir belirtinin en çok kimlerde görüldügünü merak ediyordu arkadasimiz. Hoca bir an düsündü, hepimizi süzdü ve tek cümlelik bir cevap verdi: “En çok kitaplarda görülür.”

        Hafizamin bir kenarina çentik açmis bu espriyi tersinden yasadigimizi hatirlatmak istiyorum. Bir çogumuz, nadir bulunmak bir yana, bollugundan geçilmeyen, ise yaramamak söyle dursun, su ve hava gibi ihtiyacimiz olan bir (çok) seyi en çok kitaplarda ariyoruz, en çok kitaplarda görüyoruz: Esmâ-i Hüsna. Ehl-i dinden kime “Allah’in Güzel Isimleri”ni sorsaniz, ekseriya eski baskili bir kitaptan bahis açilacak ya da bir duvarda asili liste salik verilecektir. Yani, “Esmâ-i Hüsna en çok kitaplarda görülür.”
Öyle mi?

        Kendi fitratimizin vadilerinde ve kâinat sayfalarinda bulunmaz görülmez birsey midir Esmâ-i Hüsna? Hirsizliktan, kazadan, depremden korunmak için ezberleyip de dilimize yapistirmakla kalacagimiz kuru bir etiket midir Hafîz ismi? Bir sicaktan kavrulan bir çöl ortasinda bir agacin gölgesi altina girmek kadar ruh serinligi vermez mi Rahîm? Duvardaki camekânin arkasindan inip, bir çakiltasi gibi avucumuzu oksayip, yagmur damlasi gibi yanagimizi islatan bir yasayis olamaz mi Rezzak ve Kerîm? Kristal seffafligindaki suyun arkasindan su markasi kadar olsun gözümüze ilismez mi Rahmân? Tenimize açik bir yaranin sizisi kadar da olsun dokunmaz mi Kahhar-i Zülcelâl? Bülbül sesi, gül kokusu kadar olsun cennet tadi eristirmez mi yüregimize Vedûd? Bir aspirin kadar da olsun somutlasmaz mi bedenimizde sâfi-i Kerîm?
        Dilimize canli bir esmâ dersi aliskanligi kazandirmaliyiz. Nasil çocuklar her yeni kelimeyi ille de cümlede kullanmadan ögrenemiyorsa, her ismi bir örnekle anmak, bir yasayis içinde zikretmek gerek. Meselâ, küfrün en sedidine muhatap olup, güzeller güzeli “seriat”i karalayanlar karsisinda bir Sübhanallah. Mitch kasirgasinin televizyondaki celâlli görüntülerini seyrederken, Rabbimizin dilese tufani da getirecek kudreti için dilimize bir “Yâ Celil” de geliverse. Pamuktan da yumusak, dokununca eriyecek kar taneleriyle her yeri saf beyazliga boyamasinin güzelligi yaninda, ayni kar taneleriyle yollar kesen, günlük hayati “felç eden” çiglarla gümbürdeyen celâl tecellilerine bir de “cemal” ve “celâl”i, “kahr” ve “lûtf”u ahenkle ve çeliskisizce bize sergileyen Rabbimizi anlamak için bir talim firsati bilsek. Ayni denizin yüzünde bakani dehsete düsüren dev dalgalarla celâlini sergilerken, daha derinlerde, sessiz ve isiksiz köselerde sayisiz deniz canlisini yasatan, gözeten, besleyen, tasvir eden Rabb-i Rahîmimiz, denizi bizi bir taraftan cehennemle korkutmasini bir taraftan cennetle ümitlendirmesini anlatmak için ayagimiza sermis olmasin? Ancak sokup zehirlemeyi bilen bir ari ile bize tatlilar tatlisi balin gönderilmesi, “bali veren”in “bali tatli kilan”in Rezzâk-i Hakiki oldugunu hatirlatmak için olmasin? Kimsenin dokuyamayacagi kadar güzel, kimsenin dokunmadan edemedigi ipege, “elsiz” bir böcegin sebep kilinmasi bizi giydirenin Kadir-i Rahim oldugunu anlatmak için degil mi?
        Kâinat da bir kitaptir aslinda. Bu kitabin sayfalarinda öyle çok esma zikrediliyor ki. Ama liste halinde degil. Tipki ögrencilere yeni bir kelime belletilirken yapildigi gibi, Esmâ-i Hüsna “cümle içinde” sunuluyor. Esmâ hayatin içinde canlandiriliyor; insan duygulari üzerinde insa ediliyor; kâinat sergilerinde temasa ediliyor.

        Dilimize yerlesmis “Allah (c.c)”, “Allahü Teâlâ”, “Cenab-i Hak” gibi ünvanlar çogunlukla takliden kullaniliyor. Oysa, lafza-i celâl olan “Allah” bütün esmanin zikrinden ve taliminden sonra hasil olan bir anlayistir. Diger tabirle, “Güzel Isimleri” üzerinde toplayan, “Esma-i Hüsna’yi içinde kristallestiren bir sifre lafizdir, bir çerçeve ünvandir.
        Sadece dis alemde degil, kendi iç dünyamizda da esma talimine ihtiyacimiz vardir. Iste, bu yönünün pek farkina varilmayan bir eserden, Risale-i Nur’dan bir egzersiz örnegini paylasalim.
        Birinci Söz’den:
        “ste ey magrur nefsim, sen o seyyahsin. su dünya ise bir çöldür. Aczin, fakrin hadsizdir. Düsmanin, hâcâtin nihayetsizdir.         Madem öyledir, su sahrânin Mâlik-i ebedîsinin ve Hâkim-i ezelîsinin ismini al. Tâ bütün kâinatin dilenciliginden ve her hadisatin karsisinda titremeden kurtulasin.”
        Bu metinde iki esmâ zikrediliyor: Mâlik-i Ebedi ve Hâkim-i Ezelî. simdi onlarin yukaridaki cümleler içinde kullanilirken, nasil talim edildiklerini inceleyelim. En görünür tarafimizdan, yani insan yanimizdan baslayarak ilerleyelim.

        Her insan kendi nefsinde bir malikiyet/sahiplenme duygusu yasar. Insan çok seye sahip olmak ister, her sey elinin altinda olsun ister. Oysa, hava ve su gibi en basit gördügü ihtiyaçlarina bile kendi eliyle erisemez. O halde, insan malik olmak istediklerinin sonsuzlugu kadar bir Mâlik’e muhtaçtir. Sonra, insan elinin altindakilerin hiçbir zaman bitmemesini ister, ebediyen kendinde kalmasini arzular. Buna göre aradigi Malik’in “Ebedî” de olmasi gerekir. Öyleyse, her insan, ihtiyaç duydugu seylerin sayisinca fakr içinde, sonsuzca yasamak istedigi ölçüde nihayetsiz ihtiyaç içindedir. Hadsiz fakrini, nihayetsiz hâcâtini hisseden her insan, Mâlik-i ebediye nefsinden bir pencere açar. Fitratinda, fakr ve ihtiyaç yarasinin derinligince bir gedik açilir, Mâlik-i Ebedi ismi kitaptan çikar, tenine dokunur, ruhunu doyurur; “her hadisatin karsisinda titremeden” kurtulur.

        Hâkim-i Ezelî ismi de, yine insanin nefsinden ve duygularindan baslayarak insa edilir metin içinde: “Aczin hadsizdir. Düsmanin nihayetsizdir. Madem öyledir, su sahranin Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Tâ bütün kâinatin dilenciliginden kurtulasin.” En siradan arzusunun önündeki en küçük engeli bile kendi kudretiyle kaldiramayacak her insan, aczinin hadsizligini hisseder ve yasar. Kendine, herseye hükmeden, herseyi kendi emrine boyun egdiren bir “Hâkim” arar. Sonra, kendini bu günden yarina, hatta bir andan bir sonraki âna tasimaya muktedir olamayan insan, bütün güzel zamanlari hiç daralmadan solumak için illâ da “Ezelî” bir Hâkim arar. Pürüzsüz nefesler sayisinca, ebedî yasamak istiyakinin derinligince bir gedik açilir nefsinde. Hâkim-i Ezelî olmadan yasayamaz, derin acz yarasi her zaman, herseye hükmü geçen Birinin Hâkim-i ezelî ismiyle sifa bulur. Nefsinde esmâlar görür ve yasar.
        Eger talim etmesini bilirsek, en çok fitratimizin vadilerinde ve kâinat sayfalarinda görülür Allah’in Güzel Isimleri.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 02/99

Hazirlayan: Muhammed Faruk