bismi3.gif (4158 Byte)

CIN SÛRESI

Kur'an-i Kerîm'in yetmisikinci suresi. Mekke'de nazil olmustur. Yirmisekiz ayet, ikiyüz seksenbes kelime ve yediyüzellidokuz harften ibarettir.

Fasilasi "elif"tir. Cinlerden bahsettigi için bu adi almistir. Buna "Kul ûhiye" suresi de denir.

Surenin ana konusu cinlerdir. Hemen ilk ayette söyle denmektedir: " Ey Muhammed! de ki; Cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu;" Onlar söyle demislerdir;

"Dogrusu biz, dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de ona inandik; biz Rabbimiz'e hiç bir seyi ortak kosmayacagiz."

Eskiden beri insanlar cinlerin varligi hususunda ihtilafa düsmüslerdir.

Duygulara hitap eden bir zâhiri kisimdan, sûrenin mevzuuna, manalarina, gösterdigi hedeflere baktigimizda, birçok isaret ve ilhamlarla karsilasiriz.

Önce; müsriklerin inkâr ettikleri, bu hususta çetin mücadelelere giristikleri, ellerinde hiç bir delilleri olmaksizin ileri geri konustuklari ve bazen de Muhammed (s.a.s.)'in onlara bahsettigi seyleri cinlerden aldigina dair yaygin kanaatlerini içine alan bilgiler ve çogu öteki âlemle ilgili, akaide dair meseleler yer almaktadir. Inkâr edip mücâdele ettikleri meselelerden birine bizzat cinlerin sehadet edinceye ve bu olay Muhammed (s.a.s.)'den duyuluncaya kadar, Kur'an'dan haberleri yoktu. Kur'an'i onlar isitince sarsilmis, hayrete ve dehsete düsmüslerdi. Gönülleri dolup tasmis; isittiklerini saklamayacak, bildiklerini toparlayamayacak, hissettiklerini hülâsa edemeyecek duruma gelmislerdi. Tesiri altinda kaldiklari bu büyük hadiseden bütün kâinatta izlerini ve neticelerini birakan olaydan korku ve dehset içinde kalmislardi. Bu, bütün beseriyetin ruhunda derin izler birakacak derecede, degerli bir sehadet idi.

Ikinci olarak bu sûre ile cinler âlemi hakkinda, önce muhataplarinin sonra da gelecek ve geçmis bütün insanlarin ruhlarindaki bir çok vehimler düzeltilmekte; bu görünmeyen varliklarin hakikati ortaya konulmaktadir.

Bu sure Arap müsriklerinin ve baskalarinin bu kâinatta cinlerin kudreti ve hareket kabiliyetlerine dair inançlarini da düzeltmeyi üstlenmektedir. Bu yaratiklarin varligini gelisigüzel inkâr edenlerin durumuna gelince; bunlarin, bu derece kat'iyyetle inkârlarini ve cinlerin varligina inanmayla alay etmelerini ve hurâfe diye isimlendirmelerini hangi esasa dayandirdiklari konusuna burada egilmek gerekmektedir.

Acaba bu inkârcilar kâinattaki bütün mahlûkati biliyorlar da, aralarinda cinleri bulamadiklarindan dolayi mi böyle söylüyorlar? Süphesiz bugün dahi hiçbir âlim bunu iddia edemez. Zira yeryüzünde varligi daha yeni kesfedilen canlilar pek çoktur. Ve hiçbir kimse de iddia edemez ki bugün yeryüzündeki canlilarin artik kesif zincirinin halkalari kopmustur veya yakinda kopacaktir.

Bu sure-i celile geçen surelere nispetle, ulûhiyyet ve ubûdiyet'in hakikatini mevzu ederek Islâmî tasavvurun insâsina büyük yer verip, daha sonra da, kâinat ve mahluklardan ve bunlarin arasindaki sIkI alâkadan bahseder.

Cinlere ait sözlerde Allah'in vahdaniyetine, zevce ve evlât edinmesinin reddine, ahirette cezanin isbatina, Allah'in mahlûkâtindan hiçbirinin O'nu yeryüzünde aciz birakamayacagina, O'nun elinden hiçbir kimsenin kurtulup kaçamayacagina ve adil cezasinin erisemeyecegi hiç kimsenin bulunmadigina delâlet ve sehadetler bulunmaktadir. Rasûlullah (s.a.s.)'a hitaplarda bu hakikatlerin bazisinin tekerrür ettigi görülmektedir! "Ey Habibim! De ki; "Ben sadece Rabbime yalvarir ve O'na hiç kimseyi ortak kosmam." De ki "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir degilim." De ki;

"Beni hiç kimse Allah'a karsi savunamaz ve ben O'ndan baska bir siginak bulamam. "

Bunlar, cinlerin bu gerçekleri tam ve açik bir sekilde sehadetle kabul etmelerinden sonra zikredilir.

Nitekim bu sehadetler, ulûhiyetin sadece Allah'a mahsus oldugunu, ubûdiyetin de beserin erisebilecegi en yüksek derece oldugu beyan buyurulmaktadir: " Allah'in kulu Muhammed, O'na ibadete kalkinca, neredeyse çevresinde keçelesirler, birbirlerine girerlerdi..."

Takip eden ayette, Rasûlullah (s.a.s.)'a tevcih edilen hitapla, bu hakikat tekid edilmektedir: De ki: "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir degilim." "Gayb sadece Allah'a birakilmistir. Cin tâifesi onu bilmemektedir. Yeryüzünde onlara kötülük mü murad edildi yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemis ki, dogrusu biz bilemeyiz... " Peygamberler de gaybi, ancak Allahu Teâlâ'nin bir hikmete mebni bildirdigi kadar bilebilirler: Ey Habibim! De ki; "Size vaad olunan yakin midir, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kilmistir ben bilemem. Gaybi bilen Allah, gayba kimseyi muttali kilmaz. Ancak peygamberlerden bildirmek istedigi müstesna. O, her peygamberin önünden ve ardindan gözcüler salar".

Surede isaret edilen olay, bir grup cinin Kur'an'i dinlemeleri olayidir. Bu husustaki rivayetler farklilik göstermektedir.

Imam Ebû Bekr el-Beyhâki "Delâilü'n-Nübüvve" adli kitabinda söyle der: Bize, Ebû Hasan Ali b. Ahmed b. Abdan, Ahmed b. Abid, Ismail el-Kadi, Müsedded, Ebû Avane'nin Ebû Bisir'den, Said bin Cubeyr Ibn Abbas'tan naklettiklerine göre Ibn Abbas (r.a.) söyle demistir: Rasûlullah (s.a.s.) cinlere Kur'an okumadigi gibi onlari da görmemistir. Rasûlullah, yaninda bir kisim ashabi oldugu halde Ukaz çarsisina gitmek üzere ayrilmislardir. (Nahle denilen mevkide, sabah namazini kildiklari sirada okudugu Kur'an'i cinler dinlemisti). O sirada seytanlarin gökyüzünden almaya çalistiklari haberler kesilmis ve üzerlerine de sihablar (alev) gönderilmisti. Bunun üzerine seytanlar kavimlerine dönerek: "Size ne oluyor" demislerdi. Onlar da "gökyüzü haberi ile aramiza perde gerildi, ilahî haberi alamaz olduk. Ve üzerimize de sihablar gönderildi..." Gökyüzü haberi ile aramiza giren mutlaka yeni bir hadisedir. "Doguya ve batiya gidip arastirin bakalim" demisler; doguya ve batiya giderek gökyüzü ile aralarina giren seyin ne oldugunu aramaya koyulmuslardi. Tihâme tarafina gidenleri, Ukaz pazarina gitmekte olan peygamberi, Nahle denilen yerde ashabiyla sabah namazini kilarken buldular. Ve okudugu Kur'an'i isitip dikkatlice dinlemeye koyuldular. "Allah'a yemin ederiz ki iste gökyüzü haberi ile aramiza giren sey budur" dediler. Buradan da kavimlerine dönünce söyle dediler: "Ey kavmimiz biz süphesiz, dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de ona inandik. Biz Rabbimiz'e hiç bir kimseyi ortak kosmayacagiz... " Bu hadise üzerine de Allahû Teâlâ, Rasûlûne: "De ki, cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu... " ve Allah ona cinlerin sözlerini vahyetmis oldu. (Buhârî, Tefsir Sure, 72)

Diger rivayet ise söyledir. Müslim Sahih'inde Âmir'den söyle rivayet eder. Âmir dedi ki: Alkame'ye sordum: "Ibn-i Mes'ud cin gecesinde Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte mi idi?" Bu soru üzerine Alkame söyle cevap verdi!" Ben de Ibn-i Mes'ud'a "Cin gecesinde Rasûlullah ile birlikte sizden bir kimse var miydi" diye sordum. Ibn Mes'ud "Hayir" dedi fakat biz Rasûlullah'la birlikte bir gece bulunurken birdenbire yanimizdan kayboldu. Yollari ve vadileri aradigimizda; "her halde kaçirildi "veya" öldürüldü" denildi. Böylece çok korkulu bir gece geçirdik. Sabah olunca bir de baktik ki Hira tarafindan geliyor. Ibn Mes'ud devamla, biz "ya Rasûlallah! Seni aramizda göremeyince aradik bulamadik böylece çok korkulu bir gece geçirdik" dedik. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Bana cin davetçileri geldiler. Onlarla beraber gittim ve onlara Kur'an okudum."

Ibn Mes'ud der ki: "Bizi de oraya götürdü, onlardan kalan bakiyeleri ve ates kalintilarini gösterdi. Peygambere cinlerin yediklerini sordular o da " üzerine Allah'in ismi zikredilen ve sizin yiyip de üzerlerinde fazla miktar et biraktiginiz bütün kemikler, bütün deve ve at gübreleri... Bundan sonra Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurdular.

"Artik bu ikisi ile taharetlenmeyin, zira onlar kardeslerinizin yedigi seylerdir." (Müslim, Salat, 150)

"Ibn Ishak'in rivayetine göre, hadise, Rasûlullah (s.a.s.)'in Sakif ileri gelenlerinin üzerine musallat ettigi ayak takimindan gördügü eziyetlerle, gönlü kirik olarak Taif'den dönüsünden sonra olmustur. Onun Rabbi'ne karsi yapmis oldugu bu hüzünlü ve sevgi dolu duadan sonra cinlerle karsilasmasi hakikaten düsündürücü ve ibret vericidir. Allah'in cinlerden bir bölügünü onunla karsilastirmasinda ondan isittiklerini kavimlerine bildirmelerinde son derece hikmetler vardir. Zamani ve alâkasi ne olursa olsun, bu büyük bir hadisedir. Muhtevasi ve isaretleri bakimindan da büyüktür. Müteakiben cinlerin Kur'an'dan ve dinden bahsedisleri de dikkati çekmektedir. Biz bütün bunlara Kur'an'i Kerîm'in bildirdigi gibi iman etmekteyiz.

"Ey Habibim! De ki: "Cinlerden bir toplulugun Kur'an'i dinledigi bana vahyolundu. Onlar Söyle demislerdi. Dogrusu biz, dogru yola götüren, hayrete düsüren, bir Kur'an dinledik de hemen O'na iman ettik; biz Rabbimiz'e hiçbir seyi ortak kosmayacagiz." (1-2)

-Dogrusu Rabbimiz'in yüceligi her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemistir. (3)

- Dogrusu aramizdaki beyinsiz, Allah'a karsi yalanlar uyduruyordu. (4)

- Dogrusu insanlarin ve cinlerin Allah a karsi yalan uydurabileceklerini sanmazdik. (5)

- Gerçekten, birtakim insanlar cinlerin birtakimina siginirlardi da onlarin azginliklarini artirirlardi. (6)

"- Dogrusu onlar da sizin Allah'in kimseyi yeniden diriltmeyecegini sandiginiz gibi zanda bulunmuslardi. " (7)

"Nefer", bilindigi gibi üçten dokuza kadar olan gruba denir. "Raht" da böyledir. Yedi kisiye denildigi de rivayet edilmektedir.

Bu baslangicin, Rasûlullah (s.a.s.)'i cinlerin kendisini dinlediklerini bildigini ve onlardan bir bölügünün kendisinden Kur'an'i isittikten sonra vaki oldugunu da göstermektedir. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu bilgisi, Allahu Teâlâ'nin vahyi ve olanlardan haberdar etmesi ile mümkün olmustur. Zira daha önce Rasûlullah (s.a.s.) bundan haberdar degildi. Anlasilan bu sekliyle bir defa vaki olmus, bilâhare ayni yerde onun bilgisi ve istemesiyle Kur'an'i cinlere okumasi bir veya birkaç defa gerçeklesmistir.

"Dogrusu biz hayrete düsüren bir Kur'an dinledik. "

Onlarda biraktigi ilk tesir, simdiye kadar alisIk olmadiklari "hayrete düsüren" bir sey olmasiydi. O, kalblerinde bir ürperme meydana getirmisti. Iste bu hal, onu açik bir kalble, incelmis duyguyla, derin bir zevkle dinleyip duyan kimselerde Kur'an'in biraktigi bir tesirdir. Evet hayrette birakir, zira ruhlara ve kalblerin derinliklerine isleyen güce, fevkalâde bir cazibeye, büyük bir etkiye sahiptir. Hayrete düsürür. Bu, cin toplulugu üzerinde biraktigi tesirden fiilen de anlasilmistir ki, onlar hakikaten bundan zevk almislardir.

"Dogru yola götüren. "

Bu da Kur'an'in ikinci açik bir sifatidir. Ve Kur'an'da bu sir mevcuttur. Bunu cinlerden bir topluluk, hakikatini kalblerinde bulduklari anda hissetmislerdi. "Rüsd" kelimesi, genis manasi olan bir kelimedir. Kur'an bu sifatiyla hidâyete, hakka ve dogruya götürmektedir. Rüsd kelimesi bunlardan baska, su mânâlari da ihtiva etmektedir. Olgunluk, üstünlük; hidâyete, hakka ve dogruya ileten bir bilgi ve bu hakikatleri kalb gözüyle görebilme idraki... Iste bu vasiflariyla kalbde öyle bir hal meydana getirir ki; bu hal, sahibini hayra ve dogruya götürür.

"Ve biz O'na inandik. "

Bu, Kur'an'i dinledikten sonra sâlim bir idrakin gerektirdigi sey; yaratilisa uygun dosdogru bir kabulden ibarettir. Ayette zikredilen cinler ise, Kur'an'i dinleyince hayrete düsmüsler, büyülenmisçesine tesir altinda kalmislar; kendilerinden geçecek kadar ruhî sarsinti içine düsmüslerdi. Sonra da bunlar Hakki tanimis, kabul etmisler ve suurlu bir sekilde "biz ona inandik" diyerek imanlarini ilân etmisler; müsriklerin yaptigi gibi ona karsi, ruhlarina tesiri sebebiyle, inad ve inkâr yoluna sapmamislardi.

"Biz, Rabbimiz'e hiç bir seyi ortak kosmayacagiz."

Imanlari açik, saglam ve hâlisâne idi. Vehme, sirke ve hurafeye bulasmis degildi. Kur'an'in hakikatini idrakten fiskirmis bir imanin da vasfi budur. Kur'an'in davet ettigi hakikat; sirke bulasmayan bir tarzda Allahu Teâlâ'nin vahdaniyetinden ibarettir.

Bundan sonra da cinler, Allah'in hidâyeti karsisinda kendi durumlarini izah etmeye çalismaktadirlar. Bundan onlarin da insanlar gibi hidâyet ve dalâlet olmak üzere ikili kabiliyete sahip olduklarini anliyoruz. Bu topluluk, müminler olarak Rableri hakkindaki inançlarindan ve hidâyete eren ve dalâlete düsenler hakkinda besledikleri kanaatlerden söz etmektedirler.

"Dogrusu aramizda iyiler de vardir, bundan asagi bulunanlar da vardir. Bizler çesitli yollarda olan topluluklardik. Yeryüzünde kalsak da Allah'i aciz birakamayacagimiz, baska yere kaçsak da O'nu aciz kilamayacagimiz gerçegini süphesiz anladik. Süphesiz, dogruluk rehberi olan Kur'an'i dinledigimizde ona inandik. Kim Rabbi'ne inanirsa, o ecrinin eksiltileceginden ve kendisine haksizlik edileceginden korkmaz. Içimizde, kendini Allah'a vermis olanlar da yazik edenler de vardir. Kendini Allah'a veren kimseler, iste onlar, dogru yolu arayanlar, ona lâyik olanlardir. Kendilerine yazik edenlere gelince, onlar Cehennem'in odunlari oldular." (11-15)

Cinlerin bu açiklamasi gösteriyor ki, içlerinde sâlihler de var, sâlih olmayanlar da. Itaatkâri da var, zalimi de. Bunlar, cinlerin çifte kabiliyette oldugunu; sirf ser için yaratilan seytan ve avanesini ayiracak olursak, insanlar gibi hayra ve serre kabiliyetleri bulundugunu göstermektedir.

"Mabetler süphesiz Allah'a mahsustur. Öyleyse oralarda Allah'a yalvarirken baskasini katmayin. " (18)

Her iki halde de secdelerin veya secde mahalli olan mescidlerin sadece Allah'a mahsus olacagi beyan buyurulmaktadir. Böyle olursa gerçek tevhid mümkün olabilir, herkesin mübtelâ oldugu her alâka, her kiymet ve her meyil geriye atilmis ve hâlis ibâdetin sadece Allahu Teâlâ'ya mahsus oldugu gerçegi ortaya çikmis olur. Allah'a ibadet ederken bazen insan, O'ndan baskasina iltica ve kalbini açma durumuna girer.

Ayet, cinlerin sözü oldugu takdirde önceden geçen su sözlerini tekid etmis olur: "Süphesiz biz Rabbimiz'e hiçbir ortak kosmayacagiz... " Yani ibadet ve secde yerinde ortak kosmayacagiz. Bu, dogrudan dogruya Allah'in kelâmi ise cinlerin sözleri, Rablerine yönelmeleri ve O'nu tevhîd etmeleri münasebetiyledir. Bu da Kur'an üslûbuna göre yerinde gelmistir.

"Ey Habibim! De ki: "Size söz verilen yakin midir, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kilmistir, ben bilemem" Gaybi bilen Allah, gayb'a kimseyi muttali kilmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istedigi bunun disindadir. Rablerinin emirlerini teblig etmelerinden haberdar olmak için, her peygamberin önünden ve ardindan gözcüler salar, onlarin yaptiklarini ilmiyle kusatir ve her seyi bir bir sayar"

Böylece korkutucu ve ürpertici bir ifadeyle sure son buluyor. Baslangici da cinlerin uzun tafsilatli ve büyük bir hayret ihtiva eden sözlerinde ifadesini bulan korku, titreme, ürperme ve hayret vericilikte olmustu. Yirmisekiz ayeti geçmeyen bu sure su gibi esas hakikatleri ortaya koymaktadir: Bir müslümanin akidesini kuvvetlendirmeye yarayan sey; ona dogru, açik, ölçülü düsüncesini hiçbir ifrat ve tefrite düsmeden, ruhunu bilgi ufuklarina kapamadan, efsanevi vehimler pesinde kosmadan kendini insa ve tespit etme firsatini vermektir. Kur'an'i isitir isitmez iman eden ve su sözleri söyleyen cinler toplulugu ne kadar dogru söylemistir:

"Dogrusu biz. dogru yola götüren, hayrete düsüren bir Kur'an dinledik de hemen ona inandik... "

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi