calig07.jpg (26242 Byte)

MÜ'MINÛN SÛRESI

Kur'an-i Kerim'in yirmi üçüncü sûresi. Yüz on sekiz âyet, bin sekiz yüz kirk kelime ve dört bin sekiz yüz kirk harften ibarettir. Kûfeliler'in disindakiler, yüz on yedi ayet oldugu görüsündedirler. Mekkî sûrelerden olup, Enbiyâ sûresinden sonra nâzil olmustur. Fasilasi mim ve nun harfleridir. Adini ilk ayetinde geçen Allah'a iman edenler anlamindaki "el-Mü'minûn" kelimesinden almistir.

Hz. Ömer (r.a)'in bu sûreden bahsederken söyle söyledigi nakledilmektedir: Hz. Peygamber'e vahiy geldigi zaman, yüzünün etrafinda ari ugultusuna benzer sesler isitilirdi. Bir gün kendisine o vahiy hali geldi. Bir süre bekledik. Kibleye dönüp ellerini kaldirdi ve söyle dua etti: "Allah'im, bize olan hayrini bollastir, azaltma. Bize ikram et, zelil kilma. Bize ihsan et, mahrum eyleme. Bizi memnun et ve bizden razi ol". Daha sonra Hz. Peygamber; "Bana on âyet indirildi. Kim, onlarin geregini yaparsa, Cennete girer" buyurdu ve ardindan Mü'minun sûresinin ilk on âyetini okudu" (Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, Istanbul 1985, V, 454).

Sûre, isminden de anlasilacagi gibi, mü'minlerin özelliklerinden bahsetmektedir. Hz. Peygamber'in getirdigi ilahi mesaja imani ve onu bir hayat biçimi olarak kabul etmeyi kalplere yerlestirmeyi hedef almaktadir. Yani imanla ilgili hususlari, nitelikleri ve delilleri anlatan bir sûredir. Sûrenin üslûbundan, Mekke'de müslümanlara yapilan zulmün sürekli arttigi ancak henüz vahset derecesine ulasmadigi bir zamanda nâzil oldugu anlasilmaktadir.

Sûreye, iman edenlerin mutlâk anlamda kurtulusa erdikleri vurgulanarak girilmektedir: "Mü'minler muhakkak kurtulusa ermislerdir" (1). Bu âyet, mü'minlerin kesinlikle kurtulusa ereceklerini vadetmektedir. Allah Teâlâ vadettigi zaman bundan asla caymaz. Vadedilen bu kurtulus iman edenler için hem dünyada hem de âhirette gerçeklesecektir.

Bu ayetin neleri ifade ettigini daha iyi anlayabilmek için, nâzil oldugu zaman ve ortama bir göz atmak lazimdir. Islâm'in azili düsmanlari olan Mekkeli müsrikler, refah ve bolluk içinde yasadiklari gibi, isleri de her zaman yolunda gidiyordu.

O günlerde müslümanlar, büyük dünyevî sIkIntilar içerisinde idiler. Mekke'de, iman etmis olanlar, dogustan fakir ve yoksul insanlardi. Ayrica zengin ve güçlü konumdaki insanlar da Hz. Peygamber (s.a.s)'i tasdik ettiklerinde ticaretlerini kaybediyor; Islâm'a karsi olan acimasiz düsmanlik onlari da digerleri gibi zulmün hedefi yapiyordu. Iktisadî ve siyasî dengelerin, her seyiyle müslümanlarin aleyhinde tezâhür ettigi bir zamanda, inkârcilar kendilerini üstün ve basarili görüyorlardi. Sûrenin baslangicindaki; "Muhakkak mü'minler kurtuldu; gerçek basarisa ulasti" ifadesi kâfirlere, kurtulus ve basarinin gerçek ölçüsünün onlarin kafalarindaki gibi olmadigini anlatiyor.

Onlarin basari ve üstünlük sandiklari seyler, yanlis degerlendirmelere dayandigi için, neticede varacagi nokta tam bir basarisizliktir. Hz. Peygamber (s.a.s) ve ona tabi olanlar ise her durumda basarili olan ve kurtulusa erenlerdir. Çünkü onlar iman etmekle, Allah'in vadine mazhar olmuslar, O'nun, her seyin üstünde olan gücünün korumasi altina girmislerdir. Inkârcilar ise, hem bu dünyada hem de âhirette islediklerinin hesabini mutlaka vereceklerdir.

Kurtulusa erenler kimlerdir? Onlari bu ilahî va'de muhatap kilan özellikleri nelerdir? Bunlar, Rasulullah (s.a.s)'in getirdigi ilahî mesajin özü niteliginde olup, iman edilip islenildigi takdirde, insanoglunu ebedi kurtulusa erdirecek olan Islâm'in, üzerine bina edildigi temel imanî özelliklerdir. Allah Teâlâ, mutlak kurtulusa erenleri söyle tanimlamaktadir: "Onlar, namazlarinda husû' içindedirler. Onlar, bos seylerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarini verirler. Onlar irzlartni korurlar. Ancak esleri ve sahip olduklari câriyeleri hariç. Çünkü bunlarla olan helâl iliskilerinden dolayi kinanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, iste onlar haddi asanlardir. Öyle mü'minler ki, onlar emanetlerine ve vaadlerine riayet ederler. Onlar namazlarina devam ederler" (2-9). Iste bu özellikleri tasiyanlar, Rabb'lerinin yüce terbiyesinden nasiblerini almislardir.

Bunlar, Allah Teâlâ'nin peygamberini terbiye ederek, onu ahlâklandirdigi, ahlâklarin en yücesi olan ilahî kaynakli bir ahlâktir. Allah Teâlâ rasulünü terbiye etmis, onu her türlü fenaliklardan arindirmistir: "Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzeresin" (el-Kalem, 68/4).

Rasulullah (s.a.s)'in ahlâki, Hz. Aise (r.anha)'dan soruldugunda o; "Onun ahlâki Kur'an'in kendisi idi" dedikten sonra; ilk âyetten baslayarak "Onlar namazlarini korurlar" ayetine kadar okumus ve söyle söylemisti: "Iste Rasulullah'in ahlâki böyleydi" (Ibn Kesir, a.g.e., ayni yer).

Insan, Kur'an ahlâkiyla ahlâklandigi zaman, dünya ve içindekiler gözünde küçülür, her seyin iç gerçeklerine nufûz etmeye baslar, bütün kötülüklerden temizlenir, her türlü bos seyden uzaklasarak, sürekli ugrasmasi gereken akidevî mükellefiyetlerinin bilincinde olarak yasar. Iste böyle olanlar, "mü'minler toplumunu" olustururlar. Allah Teâlâ da bütün iyilikleri onlara bagislar. Insan aklinin hayal etmekten bile âciz oldugu mükemmeliyetteki ahiret nimetlerini de onlar için hazirlamistir: "Iste Firdevs cennetine vâris olacak olanlar onlardir. Onlar orada ebediyyen kalacaklardir" (10-11).

Daha sonra, insanin yaradilisi ile birlikte bütün varligin yaradilis mucizesi anlatilarak, akillari Islâm disi yasayisin pislikleriyle islemez hale gelenlere bir mesaj verilmeye çalisiliyor. Kendilerine varliklariyla birlikte verilen onca nimetlerin kaynagini belki idrak edebilirler diye, onlara bir rahmet eli uzatiliyor.

Ilk olarak, bir yaraticinin varligini kaçinilmaz kilan insanin yaradilis safhalari anlatilir: "And olsun ki biz insani süzülmüs o özlü balçiktan yarattik, sonra onu "nutfe" halinde mustahkem bir karargâh olan rahme yerlestirdik. Sonra "nufte"yi alâka haline getirdik; alâkayi bir çignem et yaptik; bir çignem eti kemiklere çevirdik ve kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu bambaska bir varlik yaptik. Sekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir" (12-14).

Insani, diger canlilardan bambaska ve mükemmel bir sekilde yaratan Allah Teâlâ, onu, yeryüzündeki imtihan dönemini doldurduktan sonra, yok edecektir: "Sonra siz, bunun ardindan da mutlaka ölürsünüz" (15). Bu ölüm, insan varliginin sonu degildir. O, ihtiyaci olan her seyle donatilip gönderildigi bu dünyada istediklerinin karsiligini görüp, hesabini vermek için yeniden hayata döndürülecektir. Nasil ki ilk yaradilis insanin iradesi disinda gerçeklesti ise; öldükten sonra ikinci dirilis de insan iradesi disinda gerçeklesecektir: "Sonra hiç süphesiz ki, siz kiyamet günü diriltileceksiniz" (16).

Bu dirilis, kaçinilmazdir. Mü'minler, Allah'in dinine uymakla kazandiklari mükâfatlarla bulusacaklar; inkâr edip tagutlarin pesinden giderek, Allah'tan baska ilâhlar edinenler de yalanlayip durduklari o elim Cehennem azabiyla karsi karsiya geleceklerdir.

Allah Teâla, insanoglu rahatça yasamini sürdürebilsin diye, çesit çesit nimetler yaratmis, dünyayi ve içindekileri onun hizmetine sunmustur.

Daha sonra, kavimlerini Allah'tan baska ilâhlar edinmemeye ve O'nun hükmünden baskasina tabi olmamaya çagiran önceki rasûllerin verdikleri tevhid mücadelesi anlatilarak, hak sözün hiç bir zaman degismedigi ve inkâr mantiginin da çaglar boyu ayni yöntemleri kullandigi gerçegi dile getirilir. Buna göre müsriklerin Muhammed (s.a.s)'in getirdigi mesaja karsi yükselttikleri itirazlar ve süpheler yeni degildir. Ayni itirazlar daha önceleri gelip geçmis toplum ve kavimler gönderilen rasullere karsi da olmustu.

Yeryüzünde ilk defa, kendilerine Allah'tan baska ilâhlar edinen bir kavme gönderilen Nuh (a.s), onlari Allah'tan baskasina ibadet etmekten alikoymaya çalisirken onlara söyle seslenmisti: "... Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan baska Allahiniz yoktur. Halâ sakinmayacak misiniz?" (23). Ama onlar, Nuh (a.s)'i yalanlamislar, ona uymaktan kaçinmislardi: "Bunun üzerine kavminin ileri gelen kâfirleri söyle dediler: Bu, sizin gibi beserden baska bir sey degildir. Üzerimizde üstünlük saglamak istiyor. Eger Allah, peygamber göndermek isteseydi, mutlaka melekleri gönderirdi. Biz geçmis atalarimizdan böyle bir sey isitmedik" (24).

Bu kavim, Allah Teâlâ'nin gönderdiklerine itaat etmeyip, inkârlarinda devam ettigi için, insanoglunun cezalandirildigi helâklerin en büyüklerinden olan Tufanla karsilasmis ve iman eden küçük bir topluluk disinda hepsi helâk olmustu.

Kur'an-i Kerim'de tarihten ders alinarak inkârcilarin sonu hakkinda fikir edinilebilmesi için, geçmis peygamberlerin kavimleri ile yaptiklari mücadelelerini anlatan kissalar çokça zikredilmistir. Insanlar, bu kissalara bakarak, Allah'in elçilerinin mi, yoksa inkârcilarin mi hakli olduguna karar vermelidirler.

Peygamberler, insanlari nesiller boyunca hep bir gerçegi idrak etmeye çagirmislardi: Ibadeti yalnizca Allah için yapmak, O'nu birakip baskalarini ilâhlar edinmemek.

Allah Teâlâ, helâk edilen Nuh kavminin yerine yeni bir nesil getirdi: "Sonra onlarin arkasindan baska bir nesil yetistirdik"(31). Onlara gönderilen peygamber de, ayni çagriyi tekrarlamisti: "Allah'a ibadet edin. Sizin ondan baska hiç bir ilâhiniz yoktur" (22). Fakat kavimlerinin ileri gelenleri (mele') ayni mantikla hareket ederek insanlari onlara uymaktan alikoymuslardi. Böylece onlar da helâk olanlardan oldular: "Hak ettikleri çiglik onlari kiskivrak yakalayiverdi. Böylece Biz onlari, çerçöp haline getirdik" (41).

Nesiller bu sekilde gelip geçti. Insanlarin çagrildigi sey ve onu inkâr metodu sürekli ayni kaldi. Çünkü insan denilen varlik hiç bir zaman nitelik açisindan degisime ugramadi. Kiyamet'e kadar da ayni kalacaktir. Bundan dolayi daha sonra gelen Hz. Musa (a.s) ve Hz. Isa (a.s) da ayni üslubla yalanlanmisti. Bunlarin hepsi, yaptiklarinin karsiliginda, Allah'in kendilerine daha önce haber verdigi musibetleri buldular. Allah Teâlâ; "Daha sonra peygamberlerimizi pespese gönderdik. Hangi ümmete peygamberi geldiyse, onu mutlaka yalanladilar. Biz de onlari arka arkaya helâk ettik. Onlari birer kissa yaptik. Uzak olsun Allah'in rahmetinden o iman etmeyenler!" (44) ayetiyle bu tarihi gerçegi bize bildirmektedir.

Irklar, renkler ne olursa olsun, inananlar bir tek ümmet kilinmislardir: "Iste sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de Rabbinizim. O halde benden korkun" (52). Yeryüzünün dört bir yaninda, Allah'a inanip onun ahkâmiyla yasamak isteyen her ferd, bu ümmetin ayrilmaz bir parçasidir. Bu duygu, müslümanin kalbinde daima canli bir sekilde sicakligini korur. Bu, imanin vermis oldugu tabii bir haldir.

Bu birligin ötesinde, dalâlet ve sapiklik vardir. Allah Teâlâ, yegâne Rabdir. Gönderdigi din de, içinde ihtilafa düsülecek zerre kadar noksanlik olmayan bir dindir. Geçmis ümmetler, dinde ihtilâfa düsüp, firkalara bölündükleri için helâk olmuslardi. Her firka, dinin kendilerine hos gelen yönlerini aldi ve din parça parça edildi. Her firka, artik Allah'in dininden bambaska bir din haline gelen düsünceleriyle övünüp durdular: "Onlar dinlerini aralarinda parça parça edip firkalara ayrildilar. Her firka kendi diniyle övünüp sevinir oldu" (53). Allah Teâlâ, eski ümmetlerin sapitmalarina sebeb olan tefrikaya düsmemeleri için, müslümanlari uyariyor. Tefrika, tehlikeli bir durumdur. Çünkü herkes kendi düsüncesinin dogru olduguna inanir. Halbuki onlari gaflet sarhoslugu kaplamistir da onlar bunun farkinda degillerdir: "Onlari belli bir süreye kadar gaflet sarhoslugu ile basbasa birak!" (54).

Bu ifadelerin hemen pesinden tekrar mü'minlerin degisik özellikleri siralaniyor: "Rablerinin korkusundan titreyenler, Rablerinin ayetlerine iman edenler, Rablerine ortak kosmayanlar, baskalarina verdikleri seyi, Rablerinin huzuruna çikacaklarindan kalpleri ürpererek verenler" (57-60).

Mü'min hiç bir zaman Allah'in ayetlerinden gâfil olmaz. Bunun için yaptigi iyilikleri, ibadetleri önemsemez; Allah'in âyetleri ve nimetleri yaninda yaptiklarinin hiç bir önem ifade etmediginin farkindadir. Ayrica mü'min kimse, Allah'in celâl ve azâmetini bütün varligiyla hisseder ve hasyet içerisinde ona yönelir.

Daha sonra tekrar, inkârcilarin Allah'in dinini yalanlayip, Peygamber (s.a.s)'e ve getirdigi mesaja karsi takindiklari tavir ve bunun sonucunda içine düsecekleri kötü durumlari dile getirilir.

Onlar, Allah'in varligina ve her seyi kusatan hâkimiyetine boyun egmeyi akillarindan geçiremezler. Çünkü onlar hiç bir zaman düsünerek konusmazlar. Ileri sürdükleri seyler de kendilerine ait degildir. Islâm'in hakikatina karsi atalarinin söyledikleri seyleri tekrarlayip dururlar: "Hayir, onlar öncekilerin dediklerini deyip durdular" (81).

Hz. Peygamber (s.a.s) ve ona tâbi olanlar uyarilarak, kâfirlerin düsmanlik ve fitnelerine karsi, Allah Teâlâ'ya siginip O'ndan yardim istemeleri gerektigi: "Ey Muhammed! De ki, Rabbim! Seytanlarin vesvesesinden sana siginirim. Rabbim! Yanimda bulunmalarindan da sana siginirim" (97-98) ayetiyle onlara bildirilmektedir.

Sûrenin sonunda, hayatlarini Islâm'a düsmanlikla geçiren müsriklerin, ölüm halindeyken, onlara haber verilen gerçeklerle yüzyüze geldiklerinde duyacaklari o büyük pismanlik hali zikredilir. Onlar inananlara yaptiklari iskencelerin cezasini göreceklerdir. Pismanlik günü gelip çatmadan, gerçegi kavramalari için uyarilmaktadirlar: "Onlar büyük azapla karsilastiklari gün; Rabbimiz! Bizi buradan çikar. Eger tekrar inkâra dönersek, gerçekten zâlimler oluruz" (107) diyeceklerdir. Ancak, Allah Teâlâ onlari yüz üstü birakacaktir. Çünkü onlar Islâm'la alay etmisler, müslümanlara eziyet etmekten zevk alir olmuslardi.

Varligin tek sahibi Allah'tir. Yarattiklari için hüküm koymak yalniz O'na aittir. O'nun hâkimiyetine ortak alacak hiç bir güç yoktur. Her kim O'nun hükmüne razi olmaz, hakimiyetini tanimazsa, O'na sirk kosmus, O'ndan baskalarina boyun egmekle, kendine Allah'tan baska ilâhlar edinmis olur: "Kim, hakkinda hiç bir delili olmadigi halde, Allah'la beraber bir baska ilâha taparsa, onun hesabi ancak Rabbinin nezdindedir. Kâfirler, elbette kurtulusa eremezler" (117).

Sûre, mü'minlerin hallerini, özelliklerini, hasletlerini ortaya koyan, onlarin dünya ve âhirette görecekleri mükâfatlari açiklayan, mü'minlere hasredilmis bir sûredir. Ancak, imanin anlasilabilmesi için, câhilî düsünce ve sistemlerin mâhiyetinin de bilinmesi gerekir. Allah Teâlâ, bu sûrede, hak ve batilin iç gerçeklerini pespese, birbiriyle kiyaslanabilecek bir sekilde vermis; Islâm'in hakikati karsisinda küfrün tutarsizligini bütün çiplakligi ile ortaya koymustur. Sûre, rahmet rüzgarlariyla mü'min kalpleri teskin etmekte; görecekleri dayanilmaz zorluklara karsi onlari ruhen hazirlamaktadir.

Sûrenin son ayeti, Allah'a yönelisi, rahmet ve gufran dileyisi anlatmaktadir: "De ki: Rabbim! Bagisla, merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayirlisisin" (118). Bu ayet, sürenin basi ile sonunu birbirine bagliyor ve mü'minlerin mutlaka kurtulusa ereceklerini, kâfirlerin ise her zaman kaybedecegini kuvvetle ifade etmis oluyor.

Ömer TELLIOGLU