MEHMET MURAT KARAKAYA

 

Siyasal simge mi, dinsel eylem mi?

 

Simge, bir şeyin herhangi bir şeye ait olduğunu gösteren, bir fiilin, bir eylemin rumuzu ve belirtisi olan, yani varlığı bir eyleme ve bir duruma işaret eden, gözle görülür ve anlamı bilinir bir göstergedir. Simgenin en önemli özelliği onun görülmez bir gerçekliği canlandıran bir imge olması, çağrıştırıcı bir yapıya sahip olması,  karmaşık,  kaotik olan fiilleri ve durumları küçük bir rumuzla dolaysız ve öz olarak belirtmesidir. Dolayısıyla simge pratik ve işlevsel bir yapıya sahiptir.

 

İki kişi arasında var olan aşkı uzun uzadıya dinleyip onlar arasında bir sevginin olduğuna kanaat getirmek mümkün olduğu gibi, daha kısa bir yolla bir kalp simgesi çevresine yazılmış iki isimle, o iki kişinin arasında bir aşk ilişkisinin olduğu fikrine varılabilir. Dolayısıyla kalp simgesi iki kişi arasında cereyan eden karmaşık bir aşk olayını kısa ve öz olarak ortaya koymaktadır. Bir ülkede hilal simgesinin varlığı o ülkede İslam medeniyetinin varlığını çağrıştırdığı gibi, haç simgesi de hristiyan varlığını, egemenliğini hatırlatır, çağrıştırır. O halde simge, bir sembol olarak bir eylemin, bir fiilin hatırlatıcısı ve göstericisidir. Simgenin en önemli özelliği budur. Simge, bir eylemin, bir fiilin veya durumun bizatihî kendisi değildir. Sadece gösterenidir. Dolayısıyla simgenin yokluğu veya ortadan kaldırılması, o simgenin gösterdiğinin, hatırlattığının ve çağrıştırdığının da yokluğunu veya ortadan kaldırıldığını göstermez. Kalp simgesinin yokluğu, aşkın yokluğu anlamına gelmediği gibi, hilal simgesinin yokluğu da orada İslam hakimiyetinin yokluğuna işaret etmez. O halde simgenin yokluğu eylemin yokluğu anlamına gelmiyorsa, simge, aslî/zatî bir unsur değil arızî bir unsurdur, mertebe olarak birinci değil, ikinci derecede bir hüviyete sahiptir. Aslolan eylemdir, simge değil. Simge ortadan kaldırılabilir, yok edilebilir, ama bir eylem, o eylemi yapan kişi veya kişiler karar vermedikçe ortadan kaldırılamaz.

 

Şimdi bu bakış açısından yola çıkarak başörtüsünün/türbanın bir simge mi, yoksa bir eylem mi olduğunu tartışabiliriz.

 

Kur’an’ı Kerim’de açık bir şekilde kadınların örtünmeleri istenmektedir. Nitekim aşağıdaki ayetler bunu göstermektedir.

 

 “Mümin kadınlara da söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar, (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesna, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar...” (Nur, 24/31)

 

 “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve (öteki) bütün mümin kadınlara (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle. Bu, onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder...” (Ahzab, 33/59)

 

İslam düşüncesinde cumhur-u ulemanın görüşü (İslam’ın resmî görüşü), bu ayetlerle başörtüsünün farz (dinî vecibe) kılındığı yönündedir. (Günümüzde bazı yorumcular, “Bu ayetler başörtüsüne delalet etmez, dolayısıyla Kur’an’da başörtüsüne yönelik bir emir yok”, deselerse de bu, onların indî görüşü olmaktan öte gidemez. Bunlar subjektif değerlendirmelerdir, kişiye özel görüşlerdir.) Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da resmî görüşü bu yöndedir. Yani bir devlet kurumu olan Diyanet’in başörtüsü konusundaki resmî görüşü, onun Allah’ın bir emri olduğu şeklindedir.

 

O halde başörtüsü takmak, yani başı örtmek Allah’ın bir emrini yerine getirmek anlamında bir eylemdir (dini vecîbe), bir fiildir. Allah Teala, mümin kadınlardan başlarını örtme eylemini gerçekleştirmelerini istemektedir. Dolayısıyla başörtüsü takma fiili mümin kadınların üzerlerine düşen önemli görevlerden bir tanesidir, bu görevi yerine getiren mümin kadın da Allah’ın örtünme emrine riayet ediyor demektir. Bu durumda başörtüsü bir simge değil bir eylemdir, İslam’ın arızî değil aslî/zatî bir unsurudur. Zira başörtüsünü bir simge olarak değerlendirirsek; onun yokluğu, eylemin de yokluğunu beraberinde getirmektedir. Halbuki yukarıdaki kaidemize göre simgenin yokluğu aynı zamanda eylemin de yokluğunu gerektirmiyordu. Ortada  simge yoktur ama bir eylem var olabilir. Ama başörtüsü eğer bir simgeyse onun yokluğu durumunda doğal olarak örtünme eylemi de ortadan kalkmakta, örtünmenin zıddı olan açılma fiili zuhur etmekte, açık olma hali meydana gelmektedir. O halde başörtüsü, bir eylemin bir göstereni, işaret edeni değil eylemin bizatihî kendisidir. Şayet bir simge olsaydı, yokluğu durumunda örtünme eylemine bir zarar gelmemesi, örtünmenin ortadan kalkmaması  gerekirdi. Dolayısıyla bir eylem olan başörtüsünü bir simge olarak değerlendirip mümin kadından (Allah’ın emrinin tersine) başörtüsünü çıkarmasını istemek onun dinî inancına büyük saygısızlık, dinî inancını yaşama özgürlüğünü kısıtlamak olur.

 

Şu örnek konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır: Mesela  bir kısım mümin erkekler başlarına takke takmakta ve sarık bağlamaktadırlar. Mümin erkeklerin başlarına takke takmaları veya sarık bağlamaları ise, bir eylem olmasına rağmen dinî bir emir değildir. Dolayısıyla takke veya sarığın dinî bir simge olarak değerlendirilmesi, bunun sonucunda da yasaklanması durumunda erkeklerin başları açık hale gelecektir. Ancak   mümin erkeğin başının açık olması hali onun inancını yaşamasına bir engel çıkarmamakta, yani erkeğe Allah’ın isteğini yerine getirme konusunda vicdanî bir rahatsızlık vermemektedir. Zira mümin erkeğin takke takması veya sarık bağlaması Allah’ın bir emri olmadığına göre, bir simge olarak değerlendirilebilir. Yasaklanması, totaliter bir tutumun  olduğunu simgelemesi ve çağrıştırması dışında bir sakınca oluşturmaz.

 

Şayet başörtüsü emredilen ve yerine getirilmesi gereken bir eylem ve bir fiilse (ki biz bunun bir simge değil bir eylem olduğuna kanaat getiriyoruz), o zaman, mümin kadının bu eylemi bir şekilde yerine getirmesine izin verilmesi gerekir. Bir eylem olan namaza Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde resmî olarak nasıl izin veriliyorsa (namaz kılanın namaz kılmasına nasıl karışılmıyor ve namaz kılmak yasaklanmıyor  ise), namaz gibi bir eylem olan başörtüsüne de resmî olarak izin verilmesinde bir sakınca yoktur. Hatta,  bundan daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla mümin kadından açılması istenmektense onun farklı bir biçimde örtünmesine imkan verilmelidir. Nitekim günümüzde başörtüsünün yasaklanması taraftarı olanlar, -söylemlerine bakılırsa-  mutlak anlamda bir örtünme karşıtı değillerdir. Zira onlar, bugün üniversite öğrencisinin taktığı başörtüsüne karşı Anadolu kadının örtünme biçimine (örtüsüne) saygı duyduklarını ifade etmekte, Anadolu kadınının örtünme biçimine karşı çıkmadıklarını söylemektedirler. Yani bu örtünme biçimini siyasal bir simge olarak değil, dinsel bir eylem olarak değerlendirmektedirler. O halde Anadolu kadının örtünme biçimi de başın açık olma halini ortadan kaldıran bir tesettür şekli olduğuna göre,  bugünkü üniversite öğrencisi başörtülü kızlardan başlarını açmalarının istenmesi yerine, en azından onlara, kamusal alanda örtünme eylemini ortadan kaldırmayan  Anadolu kadınının örtünme biçimi (daha çağdaş bir görünüm kazandırılarak) tavsiye edilebilir. Sonuçta başörtüsü mağduru kızları mağdur etmeyen bir formül bulunmuş olur.

 

Buradan  hareketle diyebiliriz ki, başörtüsünü bir simge olarak değerlendirenler yanlış bir zemin üzerinde hareket etmektedirler. Yani onlar inanan kadınlardan başörtülerini çıkarmalarını istemekle onları vicdanî açıdan rencide etmekte, inanan kadının Allah’ın emrini yerine getirmesine engel olmakta, başörtüsünü simge olarak değerlendirerek toplumu manipüle etmektedirler. Halbuki yaptığımız çalışmaya göre başörtüsü arızî bir özellik taşıyan bir simge değil, mümin kadının örtünmesi farz/aslî olan dinî bir vecibedir. Dolayısıyla yasaklanması yerine -eğer örtü şekli beğenilmiyor ise- farklı bir biçimde uygulamasına izin verilmelidir.

 

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 03-2004


.