Tesettür-i Nisvân Meselesi Hakkında Son Söz

 

 

Mahmud Es’ad

 

Hazırlayan: Nazmi Eroğlu

 

Ali Râif imzalı mektup sahibine,

 

"Tesettür-i nisvân" [kadınların örtünmesi] meselesini Şimâlî Rusya Türklerinin nasıl halletmiş oldukları hakkında izahat talep ediyorsunuz. Bu meselenin bir mesele-i şer'îyye olduğu ve Şimal Türklerinin asırlardan beri müstebit bir hükümet-i ecnebiye idaresinde her türlü müşkülâta rağmen selâbet-i diniyelerini [dine bağlılıklarını] muhafaza etmiş bir Müslim kavim bulunduğu malum iken nasıl hal etmiş olacakları muhtac-ı istîzâh [açıklama ihtiyacı] mıdır? Kur'an-ı Kerim'de ..."Ey müminler dine müteallik bir şeyde ihtilaf ettiğiniz takdirde eğer hakikaten Allah'a ve yevm-i ahirete [ahiret gününe] iman ediyorsanız Allah Teâla'nın kitabına ve Resulünün sünnetine müracaat ediniz" buyruluyor...

 

İlan-ı Meşrutiyet'ten beri "kadın" meselesi güya tesettür meselesinden ibaret imiş gibi sürekli bu mesele ile iştigal edildiğini ve her eline kalem alan muhakeme yürütmeye kalktığını görüyoruz. Bu bâbda o kadar çok söz söylenilmiş ve yazılmıştır ki, artık kadr-ı marufunu [bilinen değerini] geçmiş ve herkese usanç gelmiştir. Hem de bu meseleyi mevzubahis edenler, zannediyorum ki, hiç kendilerine taalluku [ilgili] olmayan bir şey ile meşgul oluyorlar. Bunun bir mesele-i şer'iye olmasına nazaran bu bâbda muhakeme-i akliye tarikine [akıl yürütme yoluna] gitmek meseleyi çıkmaz yola sokmak demektir.

 

Hem de böyle şekle ait bir mesele ile senelerce uğraşmaktan ne çıkacağını anlamıyorum. Beş senedir bununla iştigal ediliyor, bir faide-i ameliyesi [pratik bir faydası] görüldü mü? Nisvânımız bir hatve [adım] olsun ilerlemesine tesiri oldu mu? Alelhusus şeran hallolunmuş bir şeyi yeniden hal ile uğraşmak tahsîlü'l-hasıl [kazanılmış olan] kabilinden değil midir? İstihsal edilecek netice eğer Şeriata muvafık ise sarf edilen mesai abes ile iştigal olur, eğer muhalif ise Allah'a ve yevm-i ahirete [ahiret gününe] inanan hiçbir Müslim ona tabi olmaz.

 

Lakin, biz acayip adamlarız. Esası bırakır, şekil ile uğraşırız dururuz. Bu ise havanda su dövmek kabilindendir. Zannımca halledilmesi lazım gelen mesele nisvânın talim ve terbiyesidir [eğitim ve öğretim]. İşte, Allah'ın ve Resulünün emreylediği budur. Bununla ne kadar iştigal edilirse o kadar değeri vardır. Seyahat-ı ahirimde [son seyahatimde] Rusya İslamlarının merkez-i şer'isi ve müftünün ikametgâhı bulunan Ufâ beldesinde mülakatıyla müşerref olduğum "Tarih-i Kavm-i Türkî" eserinin müellifi Kadı Hasan Atâ Hazretlerinden aldığım malumata göre; Ufâ beldesinde bundan yirmi beş sene evvel yalnız bir İslâm mahallesiyle bir mescit ve bir mektep mevcut imiş, şimdi beş İslam mahallesi meydana gelmiş, her mahallede birer mescit ve birer mektep inşa olunmuş. Bunları Kadı Hazretleri ile birlikte gezdik, cümlesini gördüm, hangi zevat tarafından hangi tarihlerde ve ne suretle inşa olunduklarını tetkik ettim. Elyevm [bugün, hâlâ] bunlarda usul-i cedide [yeni metot] üzere tedris edilen şakirdanın [öğrencilerin] adedi bini mütecavizdir [geçmektedir, fazladır]. Sinn-i tahsile vasıl olan [öğrenim yaşına gelen] kızlardan talim ve terbiye görmeyen hiç, ama hiçbir fert yoktur. Maddi ve manevi terakkiyi gördünüz mü? İşte, ciddiyet buna derler.

 

Ey beş seneden beri "tesettür-i nisvân" meselesi hakkında icâle-i kalem eden [kalem gezdiren] muharrir-i kiram [şerefli yazarlar]! Sizin İstanbul'unuzda kadınların şöyle dursun, erkeklerinizin içinde okur yazar kaç kişiniz vardır? Meşrutiyet'ten beri talim ve terbiye-i nisvan hususunda ne kadar terakki husule getirdiniz? Kadınlarınızı Atina'da tahsil görmüş, ne idüğü belirsiz bir takım hekim bozuntularının dest-i tahribkârîsine [yıkıcı ellerine] teslim ediyorsunuz. Onları tedavi edecek bir tabibe-i Müslime [Müslüman kadın doktor] yetiştirdiniz mi, yahut yetiştirmeye teşebbüs ettiniz mi? Kadınlara dair böyle halledilecek binlerle mesail [sorunlar] durup dururken şekle ait bir meselenin etrafında dolaşıp duruyorsunuz. Bu öyle bir mesele ki, hallinde bir fayda olmadıktan başka idamesinde [devamında] zarar vardır. Tarafeyn beynine adavet ve husumet ilka etmekten [tarafların arasına kin ve düşmanlık sokmaktan], tefrika husule getirmekten başka faide-i müfid [ifade eden] değildir. Selamet-i memleket [ülkenin geleceği] namına bu meseleyi artık mevzubahis etmekten vazgeçiniz.

 

Bir de arasıra "tahrir-i mer'eh", yani kadınlara hürriyet vermek meselesinin mevzubahis olduğunu görüyorum. Böyle bir meselenin mevzubahis olması Avrupa'yı çok bilmekliğimize mukabil kendi hukukumuzu bilmediğimizden neşet ediyor [çıkıyor] sanırım. Avrupalılar bu mesele ile meşgul oluyorlar ya! İşte, bu kadar kafi! Biz de meşgul oluyoruz. Ama onlar ne için meşgul oluyorlar? Bunu taharri [araştıran] edenimiz yok. (Görüyorsunuz ya! Bazı ihvanımızı rencide etmemek için Avrupa mukallitliğimizden bahsetmiyorum.) Biz, kadınlarımız Şeriat-ı İslâmiyenin bahşettiği hukuku temin edelim, ondan ziyadesine ihtiyaçları yoktur. Ona Avrupalı kadınlar da gıpta ederler.

 

Şaşarım! Erkekleri bile henüz hür olmayan bir memlekette kadınlara hürriyet vermekten bahsediliyor. Gerçi memleketimizde Meşrutiyet ilan olundu, bununla nail-i hürriyet [hürriyete kavuşmak] mi olduk zannediyorsunuz? Halbuki, siz yalnız üzerinizden maddi olan istibdadı [baskıyı] ref' [kaldırmak] edebildiniz. İstibdat-ı maddi her vakit kuvve-i maddiye ile ref' ve izale edilebilir. Lakin, bununla insanlar hür olmuş olmaz. Asıl hürriyet cehl ve taassubun istibdadını ref' ve izale ile hasıl olur. Cahil bir kavme siz istediğiniz kadar hürriyet veriniz! O, yine şiddetli bir esaret zinciri altında inlemektedir. İstibdat-ı maddiyi izale ile milletin işi nihayet bulmuş değildir, belki yeni başlamıştır. Çünkü, evvelce mevani-i maddiyeden [maddi engellerden] dolayı istibdat-ı maneviyi izaleye çalışmak mümkün olmazdı. Ancak fedakâr bir takım zevatın hamiyetiyle bu maksadın istihsalinden sonra çalışmak için meydan açıldı. Acaba, o vakitten beri millet kendisini cehl ve taassubun istibdadından kurtarmaya çalıştı mı? İşte düşünülecek mesele budur.

 

Siz erkek, kadın herkesi Allah'ın emri ve Resulünün sünneti üzere talim ve terbiye ediniz, onlar şeriat-ı mübeccelenin [yüceltilmiş] kendilerine bahşettiği hukukunu öğrenir ve hüsn-i istimal [güzelce kullanırlar] ederler. Siz insanlara hürriyet esasına müstenit olan bir şeriattan daha ziyade hukuk bahşedemezsiniz. Zira, her hakkın bir nihayeti vardır ki, başkasının hakkını ihlal ettikçe onu tecavüz mümkün değildir. O had dahilindeki hukuku ise Şeriatımız temin eylemiş. Biliniz ki, bir hakkın derece-i mer'iyeti [değer verilme derecesi] malumiyetiyle [bilinmesiyle] mütenasiptir, malum olmayan bir hak mevcut da değildir. Siz yalnız kadınlara değil, hatta erkeklere hürriyet vermek ister misiniz? Onlara hak ve vazifelerini anlatınız, yoksa her türlü mesainiz abestir ve mahkûm-ı akamettir [sonuçsuz].

 

Sebîlürreşâd, C. 11, aded: 279, İstanbul, 2 Kanun-ı Sani 1329/15 Ocak 1914, s. 289-290.

 

Kaynak: Köprü dergisi, sayi 84, 2003

.