SUNUŞ

İslâm küllî bir sistemdir. Hayatın tüm alanlarını kuşatan ölçüler getirir. İnsanın Yaradanı ile, insanın insanla, toplumla ve insanın eşya ile ilişkilerini düzenleyen esaslar İslâm içinde belirli bir ahengi yansıtırlar. İslâm, insanın Yaradanı ile, toplum ve eşya ile ilişkisi arasında mutlak bir bağ görür. İnsanın Yaradanı ile ilişkisi, Rab-kulluk ilişkisidir. Bunun İslâm ıstılahındaki ismi ibadet-ubûdiyyettir. İnsanın bir toplumsal varlık olarak ilişkilerinin adı, İslâm ıstılahında “muamelât” olarak belirlenmiştir. İslâm’da ibadet-ubûdiyyet esastır. Çünkü insanın dünya macerasının özü ubûdiyyettir. Onun için, her insanî davranışta İslâm, ubudiyyetin izlerini görmek ister. Muamelât da, bir Müslüman için, bütünüyle ubudiyyet ruhu içinde yaşanan bir hayatı anlatır. Öyleyse bir Müslümanın hayatında dini hayat-dünyevi hayat gibi bir bölünme yoktur. Ahiret kaygısı, tıpkı Allah’a karşı sorumluluk gibi, muamelat alanında da, yani Müslümanın insanî, toplumsal, hatta eşya ile ilişkilerine de yansır. Hatta Müslüman, “Allah hakkı”nın affedilebileceğini umabilirken, ahirete, “Kul hakkı” ile gitmemeye özel itina gösterir.

Bir İslâm toplumunda, yani İslâm’ın üstün değer olarak hayata geçirildiği toplum vasatında, ibadet ve muamelât içiçe girmiştir. Müslümanın maddi ve manevi ilişkileri birbirini bütünler. Bu bütünlük sağlandığı nisbette de, İslâm toplumunun insanı mutludur.

Ülkemiz, bu bütünlüğün bozulduğu bir toplumsal zemin içindedir. Sistem, din ile dünyayı birbirinden ayırmakta, dinin de bunu kabul etmesini istemekte ve sonuç olarak İslâm’ın sadece Allah ile kul arasında kalan boyutuna izin vermektedir. Bu zorlama, kişi hayatında dinin “Allah ile kul” arasındaki görünümünü de sancılı bir hale getirmektedir. Çünkü bu bir kişilik bölünmesidir.

Ülkemizde toplumsal hayat, bütünüyle İslâm dışı değer yargıları ile şekillenmiştir. Ancak yine de Müslüman, sistemin anladığı tarzda, dini sırf bir “Allah-kul ilişkisi” ölçüsüne sıkıştırmamış, hayatını, sosyal ilişkilerini düzenlerken İslâm’ı bir başvuru kaynağı olarak görmekten vazgeçmemiştir. Din, İslâm, âhiret, iman, tevhid gibi alanlardaki bilgi seviyesi arttıkça, bu başvuru ihtiyacının da arttığı gözlenmiştir. Bu ihtiyacın giderek artacağı da tahmin edilebilir. Çünkü İslamî bilgilenme de, şuurlanma da ve daha ötede inanç yapısındaki derinleşme de yükselme halindedir.

Bununla birlikte, İslâm’ın düzenlemediği bir toplumsal vasatta, Müslümanın, tüm sosyal-ekonomik ilişkilerini İslâm’a göre düzenleme arzusunun çok kolay gerçekleşmediği, gerçekleşemeyeceği de muhakkaktır. Çünkü kuşatılmış bir yapı içinden islâmî olanı seçip almak gibi bir zorluk söz konusudur. Belki bu günler, Allah Resûlü’nün (s.a) “Öyle günler gelecek ki Müslüman kalmak, elde kor tutmak gibi olacaktır.” diye haber verdiği günlerdir. Müslüman önce bir inanç savaşı, ondan sonra hayat savaşı vermek güçlüğü ile karşı karşıyadır. Toplumsal düzenin, her gün üzerine binlerce kurşun boşalttığı bir alandan yara almadan kurtulmak öylesine zordur ki... Ama bir kere savaşı kabul etmek, yani pes etmemek, teslim olmamak önemlidir.

İşte “Hayatını İslâm’a göre düzenleme” kaygısı böyle bir şuur halinin göstergesidir. Muamelata dair bilgilenme heyecanı da, bu şuur halinin uzantısı...

Altınoluk, evvelki yıl, okuyucusuna “İnanç, ibadet ve günlük hayatın belirli alanlarındaki ölçüleri” ihtiva eden bir “İslâm İlmihali” vermişti. Bu yıl ticarî ve iktisadî hayatın belirli alanlarına ilişkin İslâm ölçülerini ihtiva eden bir eser sunuyor: “İktisat ve Ticaret İlmihali” Yani ubûdiyyetin hayata uzanışı... Eser, toplumsal hayatı İslâm’a göre düzenleme kaygısını taşıyor öncelikle... İçinde yaşanan şartları sorgulama şuurunu... Davranışları “İslâm’a göre seçme” iradesini... İslâm’ın, kişi hayatını başıboş bırakmadığı bilgisini... Allah’ın, hayatın her alanına ilişkin bir hükmü bulunduğu ve insana ilişkin hüküm koyma hakkının, tevhidle direkt bir ilişkisi bulunduğu gerçeğini...

Burada şunu belirtmek isteriz ki, bu ortamda yazılan, muamelâta ilişkin fıkıh kitapları ve verilen fetvalar, Müslümanın içinde bulunduğu “zayıf düşürülmüş” konumu görüyor ve güçlüğü aşması, “mağdur olmaması” yolunda bir kaygıdan hareket ediyorlar. Bundan da “zaruret fetvaları, ruhsatların çerçevesini genişletme” gibi eğilimler ortaya çıkıyor. Çünkü, gerek sade Müslümanın, gerekse İslâm hukukçusunun, içinde yaşanılan şartlardan kendilerini bütünüyle tecrit etmeleri, baskıdan arınmaları ve aynı problemleri yaşaması belki de söz konusu olmayacak bir İslâm toplumunun şartlarına göre davranmaları kolay olmuyor. O zaman da, gündeme “tartışılan hükümler, fetvalar” konusu geliyor. Bu tartışma halen ülkemizin gündemindedir.

Elinizdeki eser, daha önceki İslâm İlmihali gibi Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku öğretim üyesi Doç. Dr. Hamdi Döndüren tarafından hazırlandı. Hamdi Döndüren Hoca’nın da, ülke şartlarını gördüğü, Müslümanın zorluklarını bildiği, bu zorlukları aşma konusunda onun önünü açma kaygısını da taşıdığı muhakkaktır. Ancak İslâm’da olmayanı vermek, mes’uliyetini müdrik hiçbir islâm âliminin yapamayacağı bir şeydir. Allah Resûlü, meselelerin kendilerine doğru arzedilmesini istemiş ve yanlış aktarılan bir mesele yüzünden verilen hakedilmemiş bir şeyin “cehennem ateşinden bir parça” olduğunu bildirmiştir. Değerli ilim adamımızın, bu hassasiyetle hareket ettiğini, İslâm’ın ölçülerini bu hassasiyetle tesbite gayret ettiğini belirtmeliyiz.

Bununla birlikte, elinizdeki eserin, bir fıkıh kitabı olduğu, umuma hitap ettiği ve verilen ölçülerin genel çerçeveli olduğu bilinmelidir. Bundan kastımız, herkesin özel meselelerinin daha hususi nitelikleri olabileceğini ve herkesin bu özel meseleleri İslâm’ın değerlendirmesine sunarken, kendi ahiret kaygısını ve titizliğini de öne alması gerektiğini belirtmektir. Yani müfti’den kendi beklediği, istediği görüşü almayı, ölçüleri kendi hevasına göre anlamayı, yorumlamayı tercih etmek yerine, hükmün özünü anlamaya, hakka ulaşma gayretiyle hareket etmeye çalışması günaha düşmemek yönünden daha sağlıklıdır. Resûlullah (s.a) “Kalbine danış!” buyuruyor ya, işte onu... “Müftiler fetva verse de sen kalbine danış!” Elbet ruhsatlar var, fetvalar var, ama azimetler de bir takva çizgisi olarak neden benimsenmesin? Neden hep bu sistemin içinde, bazan nefsi hesapların da hoşuna giden çözüm arayışlarına takılıp kalınsın? İslâm, hayatı bütünüyle düzenleseydi acaba bu meselelerin çözümü nasıl olurdu? Asıl bu dâvâ gelip oturmasın mı içimize?

Muhterem yazara teşekkür ediyoruz. Allah Teâlâ, verdikleri yoğun mesaiden dolayı kendilerine rahmetiyle, lütfuyla muamele etsin. Erkam Yayınevi, bu eseri Altınoluk okuyucuları’nın istifadesine sunmakla bahtiyardır. Eserin, insanımızın, hayatı İslâm’a göre düzenleme çabasına ciddî katkılarda bulunacağına inanıyoruz. Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.

ERKAM YAYINEVİ

ÖNSÖZ

 

Yüce Allah insanı şerefli bir varlık olarak yaratmış ve meleklerin Âdem (a,s)’ın önünde eğilmelerini emretmiştir. İnsanın değeri kendisine verilen yeteneklerle yakından ilgilidir. Düşünme, fikir üretme, bilgi sahibi olma, değerlendirme, karar verme ve isteği yönünde amel edebilme yeteneği onu diğer yaratıklardan ayıran özelliklerdir.

Beden ve ruhtan oluşan insanoğlu yüce yaratıcısını bulabilecek güce sahiptir. O, ezel ve ebed arasında uzanan yolculuğun dünya bölümünde imtihana tabi tutulur. İnançla yapacağı namaz, oruç, hac, zekat, dua, tesbih ve zikir gibi ibadetler insanı ruhen olgunlaştırır ve onu Rabbi ile sürekli iletişim halinde tutar.

İnsanoğlu başıboş bırakılmamış, gönderilen peygamberler onun dünya hayatında izlemesi gereken yolu bildirmişlerdir. İman ve ibadet esasları yanında insanlar arası ilişkiler, mâlî, iktisâdî ve ticârî konular ve ilâhî esaslara uymayanlara uygulanacak müeyyideler semâvî yolun ilkeleri arasında sayılabilir.

Biz inanç ve ibadetlerle ilgili esasları, daha önce yayınlanan “Delilleriyle İslâm İlmihali” kitabımızda açıklamıştık. Elinizdeki eser, islâmî temel eserlerde şer’î hükümler için yapılan “ibadetler-muameleler ve Ceza Hukuku” üçlü sınıflardırmaya göre “Muameleler”in ticari ve iktisadi nitelikli olanlarını kapsamaktadır. Günümüz beşeri hukuk sistemlerinden Medeni Hukuk’un “Borçlar Hukuku” kısmı ile ticaret ve iktisadın ana problemleri eserde yer almış bulunmaktadır.

Yüce Allah insanla birlikte yeryüzü ve çevresinde, canlılara yetebilecek ölçüde rızık ve nimet kaynaklarını yaratmıştır. “O, yeryüzünü size boyun eğebilecek nitelikte yaratandır. Öyleyse onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yeyin.”1 “O, göklerde ve yerde bulunan şeylerin hepsini kendinden (bir lütuf olarak) sizin emrinize verdi. Bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”2 ayetleri bunu ifade eder.

İşte İslâm, yüce Allah’a nasıl ibadet edileceğini belirlediği gibi, insanın fizikî varlığının devamı için gerekli olan dünya nimetlerinden yararlanmanın ölçülerini de koymuştur. Vahiy ve sünnete uygun olan kazanç “helâl”, “temiz (tîb)”sayılırken bu ölçülere uymayan kazanç da “haram”, “mekruh” veya “çirkin (habis)” kazanç adını almıştır.

Duaların kabulü ve Allah’a kulluğun genelleşmesi “helâl kazanç”la yakından ilgilidir. Gözyaşlarıyla dua eden bir kul için, devrin peygamberine ulaşan; “yediği haram, giydiği haram, duası nasıl kabul olunur?” haberi bu gerçeği ifade eder.

Geniş anlamıyla ibadet; yüce Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün fiil ve davranışları kapsamına alır. Kişinin yoldan bir taşı kaldırması veya yoldaki bir çukuru onarması, yükünü sırtına alamayan kardeşine destek vermesi veya araca binmeye çalışan hasta ve yaşlıya yardımcı olması bir ibadet olduğu gibi, kazancın helal yoldan ve islâmî ahlâk ve fazilet ölçüleri içinde elde edilmesi de bir ibadettir. Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Kim bir gıda maddesini satın alır ve günün rayiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu yoksullara sadaka olarak dağıtmış gibi sevap alır.”3 “Gönül hoşluğu ile ve elindeki büyük paraları emanet bilerek yerine sarfeden veznedar, emanetçi veya muhasebeci, Allah rızası için sadaka vermiş gibi ecir alır.”4

Diğer yandan günümüz ticaret hayatında insanların verdikleri sözleri çiğnemekte yarış ettikleri düşünülürse Allah Resûlünün geçmiş ümmetlerden verdiği aşağıdaki örnek ne kadar anlamlıdır. Ebu Hureyre (r.a) nakleder: İsrailoğullarından bir tüccar, bir arkadaşından bin dinar (4 kg. altın para) ödünç para alır ve deniz aşırı yolculuğa çıkar. Borç için yüce Allah’ı kefil ve şahit göstermiş, ödeme için bir vade belirlemiştir. Dönüş için gemi bulamayıp sözünde duramayacağını anlayınca, çare arar. Bir marangoza hazırlattığı tahta kalasın içine 4 bin dinar altını koyar ve bir de mektup ekler. Allah’a güvenerek denize atar. Parayı vadesinde alacağından emin olan alacaklı da “vade günü” kendi beldesinde sahile inmiş beklerken, dalgaların sahile attığı tahtayı görür ve yakmak üzere eve götürür. Kapak açıldığında, para vadesinde alacaklıya ulaşmış olur.5 Maddeye esir olan insan yerine, maddeyi arkasından sürükleyen kişilikli insan İslâm’ın özlediği insandır.

Bu hasletin İslâm ümmetine yansıması amellerin sonucunun, insanın niyet ve azmine uygun olarak meydana gelmesidir. Nitekim Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Kim ödemek niyetiyle borçlanırsa, yüce Allah borcun ödenmesinde ona yardımcı olur. Kim de ödememek niyetiyle borçlanırsa, Allah ona ödeme fırsatı vermez.”6 “Borç ödeninceye kadar, yüce Allah borçlu ile beraberdir.7 Diğer yandan ağır borç yükünün sözünde duramama ve yalana düşme yüzünden mü’minin kişiliğine zarar verebileceğini bilen Allah elçisi çeşitli zamanlarda; “borç yükü altında ezilmekten Allah’a sığınmış8 ve karşılıksız borçlanan bir sahabenin cenaze namazını kıldırmak istememiştir.9

İşte doğumdan ölüme kadar hayatın bütününe bakan, iyi-kötü, acı-tatlı, hayır-şer her yanı için düzenlemeler getiren İslâm, ticaret ve ekonomik hayatı da ilgi alanı dışında bırakamazdı. Ticaret; alış-verişlerin, ortakların, sermaye hareketlerinin günlük pratiğe yönelik “muameleler” kısmını ifade ederken, iktisat veya ekonomi; bir ülkenin veya ülkelerin zenginlik kaynaklarının ve yatırım araçlarının genel planlamasını, sistem bazında değerlendirmesini yapan yeni bir daldır. İslâm iktisadı, “muamelât”ın içinden ayrılarak bağımsız bir ilim halini alma yolundadır. Ticaret de, ekonomi de sonuçta kazanç sağlama, servet elde etme, ya da yeme, içme ve barınma ihtiyaçlarını karşılama usul ve yöntemlerini açıkladığı için “helâl kazanç” için bu ilimlerin incelenip araştırılmasına ihtiyaç vardır. Nitekim Halife Ömer b. el-Hattab '(r.a)’ın valilerine şu genelgeyi yayınladığı nakledilmiştir: “Yapacağı ticaretin islâmî esaslarını bilmeyen kimse bizim çarşı ve pazarımızda alış-veriş yapmasın.”10

İşte elinizdeki eser insanların birbirleriyle olan ticari ve ekonomik ilişkilerine ait esasları kapsamaktadır. Bu prensiplerin dayandığı vahiy ve sünnetten deliller genel olarak verilmiş ve böylece okuyucunun temel ekonomik meselelerin kökenine ulaşması amaçlanmıştır. Eserin hazırlanmasında Hanefi mezhebi esas alınmakla birlikte, önemli noktalarda diğer mezhep görüşleriyle karşılaştırmalar yapılmıştır. Bununla temel meselelerde büyük müctehidlerin görüşleri günümüz insanına aktarılarak, gerekli tercihlerin yapılmasına imkân hazırlanmıştır. Çünkü daha önce bilginlerce tercih yapılıp uygulanan bir görüş yoksa Hanefilerde Ebu Hanife’nin, sonra Ebu Yusuf’un, Sonra İmam Muhammed’in görüşü esas alınmıştır. Bu müctehitlerden ikisinin görüşü birleşince üstün tutulmuştur. Bununla birlikte zamanın ihtiyacı ve delilinin kuvveti yüzünden bazan İmam Züfer’in ictihadı ile fetva verildiği gibi, başka mezhep müctehitlerinin ictihatlarından tercihler de yapılmıştır. Mecelle’de ve 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde bu gibi tercihleri görmek mümkündür.11

Eser on bölümden oluşmuştur:

Birinci bölümde; ibadet dışında kalan “ameller”le ilgili temel bilgiler yer almıştır. Burada “amel” kavramı ve insanın eşya ile ilişkisi açıklanmaya çalışılmıştır.

İkinci bölümde; İslâm’da günlük muamelelerin dayandığı esaslar incelenmiştir. Akit çeşitleri, muhayyerlikler ve akitlerin sona ermesi bunlar arasındadır.

Üçüncü bölümde; satım akdi genel olarak incelenmiş, helâl-haram veya mekruh sayılan alış-veriş çeşitlerine topluca yer verilmiştir.

Dördüncü bölümde; güvene dayanan alış-veriş çeşitleri olan Musâveme, Murabâha, Tevliye ve Vazîa satışları açıklanmıştır.

Beşinci bölümde; kredili satışlar yer almıştır. Veresiye satış, selem satışı, istisna (sipariş) akdi, vefa ve istiğlal yoluyla satış bunlar arasındadır.

Yedinci bölümde; çağdaş ekonomik problemler üzerinde durulmuş ve İslâmî çözümleri belirlenmeye çalışılmıştır. Para, faiz, enflasyon, karz, ortaklıklar, İslâm bankacılığı ve işçi-işveren ilişkileri bunlar arasındadır.

Sekizinci bölümde; İslâm’a göre kiracı-kiralayan ilişkileri üzerinde durulmuştur.

Dokuzuncu bölümde; ticarette yardımcı muameleler ve dayandığı esaslar incelenmiştir. Kefillik, rehin ve ipotek, bağış, emanet, vekalet, hacr (kısıtlama), zorlama (ikrah), gasp, itlaf, sulh, ibra, iflâs, taksim ve şüf’a bunlar arasındadır.

Onuncu bölümde; ticari ve iktisadi hayatla ilgili pratik uygulamalara yönelik gerçek hayattan gelen birtakım soruların islâmî açıdan cevapları yer almıştır.

Ancak ibadetler ve ceza hukuku dışında bütün muamelelerin bu eserde yer aldığı düşünülmemelidir. Evlenme, boşanma, nafaka, toprak rejimi, miras hukuku, eşya hukuku ve teşri, icra ve kaza gibi toplumu yakından ilgilendiren daha pek çok konuyu başka araştırmalara bırakıyoruz.

Eser, iddiadan ve cedelden uzak, bir anlayış içinde temel kaynak eserlerden İslâm’ın muamelelere ait bazı ilkelerini gün ışığına çıkarma ve mü’minlerin bunlarla amel etmesine vesile olma amacıyla telif edilmiştir. Eserde kapalı veya eksik kalan yönler olmuşsa okuyucularımızın yayınevine veya bize ulaştırmasını istirham ederiz. Eksiksiz olma Yüce Allah’a mahsustur. Biz noksanlıklarımızla birlikte O’nun rızasına kavuşmayı dileriz.

Gayret bizden, muvaffakıyet yüce Allah’tandır.

 

Doç. Dr. Hamdi Döndüren

Bursa, 5 Temmuz 1993.

1. el-Mülk, 67/15.

2. el-Câsiye, 45/13.

3. İbn Mace, Ruhûn 16.

4. Buhârî, Zekât 25.

5. Buhârî, Zekât 65, Kefale 1; Ahmed b. Hanbel II, 348; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terc. 7. baskı, Ankara 1984, V, 307-309.

6. Buhârî, İstikraz 2.

7. Miras, a.g.e, VII, 274.

8. Buhârî, Cihad 74; Ebû Dâvûd, Vitr 32; Tirmizi, Deavat 70.

9. Buhârî, Havale 3, Kefale 3; Nesâi, cenâiz 67.

10. Tirmizi, Vitr 21.

11. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, 1. baskı, İstanbul 1967, I, 247; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, 2. baskı, İstanbul 1983, s.98, 99, 159 vd.