IV- HAK KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ
A) Hak Kavramı:
Hak, Cenâb-ı Hakk’ın yüce isimlerinden birisidir. Ayrıca sözlükte; Kur’an-ı Kerim, İslâm dini, sabit olan ve şüphe bulunmayan şey, hüküm, adalet, mal, mülk ve pay gibi anlamlara gelir. Bir terim olarak, İslâm’ın şahıs veya eşya üzerinde bir yetki veya yükümlülük olarak kişilere belirlediği yetki, sorumluluk ve tasarruf haklarını ifade eder. Hakkın zıddı olan bâtıl ise, gerçekle ilgisi olmayan, doğru ve haklı olmayan, boş, temelsiz, yanlış şey demektir. Hz. Adem (a.s)’dan son peygamber Hz. Muhammed (s.a)’e kadar geçen bütün peygamberlerin temsil ettiği semâvî dinler “hak”, bu çizginin dışında kalan zulüm, haksızlık ve çirkinlik esasına dayanan sosyal anlayışlara ise “bâtıl” denilmiştir. Hak ve bâtılın mücadelesi peygamberlerin irşad ve tebliğ dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. Hakkın çoğulu “hukûk”tur.
Mü’minler hak ve adalete yöneldiği, zulüm ve haksızlığın karşısında yer aldığı zaman bâtıl yok olmaya mahkûmdur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.”58 “O günahkârlar istemese de, Allah, hakkı sabit ve üstün kılacaktır.”59
İslâm’da hakların kaynağı vahiy ve sünnete dayanır. Kişilerin karşılıklı akitlerle elde edecekleri hak, yetki ve sorumluluklar da temelde İslâm’ın getirdiği prensiplere aykırı olmamalıdır. Aksi halde zulüm ve haksızlıklar ortaya çıkar.
B) Hakkın Çeşitleri
Haklar hakkın sahibi dikkate alındığında üçe ayrılır. Allah hakkı, kul hakkı ve Allah hakkı ile kul hakkı bir arada olan haklar.
1. Allah Hakkı
Yüce Allah’a yaklaşma, O’nu yüceltme, dininin esaslarını veya topluma ait maslahatları gerçekleştirme özelliği bulunan haklara “Allah hakkı” veya “hukûkullah” denir. Bunlar ecirlerinin büyüklüğü ve topluma olan faydalarının çokluğu nedeniyle bu ismi almıştır. Bütün ibadetler Allah haklarındandır. Namaz, oruç, hac, zekât, cihad, iyiliği emir ve kötülükten nehiy, kurban, adak, yemin ve meşrû bir işe başlarken besmele çekmek gibi. Vahiy ve sünnette açıklanan had cezaları da hukûkullah’a girer. Zina, zina iftirası (kazf), hırsızlık, yol kesme ve içki içme cezası gibi. Diğer yandan umumi mescid, yol, deniz, nehir gibi topluma ait mülklerin ortak kullanım hakları da Allah hakkı niteliğindedir.
Allah hakları af, sulh veya kaldırma ya da düşürme ile düşmediği gibi bunların başka bir bedelle değiştirilmesi de caiz değildir. Ancak zaruret veya özür hallerinde İslâm’ın getirdiği kolaylıklar ve muaflıklar bunun dışındadır. Hasta veya yolcunun orucu kazaya bırakması, çok yaşlı veya sürekli hasta olanın oruç yerine fidye vermesi, hacca kendi yerine vekil göndermesi gibi. Diğer yandan Allah hakları miras yoluyla geçmez. Bu yüzden mirasçılar miras bırakanlarının yapmadığı ibadetlerinden sorumlu tutulmaz. Ancak belki vasiyet edilmesi halinde miras malın üçte birine kadar olan kısmından miras bırakanın zekât ve hac farizasını ifa etmeleri gerekir.60
2. İnsan hakkı (Kul Hakkı)
İnsana ait hakka kul hakkı da denir. Bunlar özellikle fertlerin maslahatını korumayı hedef alan haklar olup, bazı hallerde bunların yerine bir bedel geçebilir veya hak sahibinin düşürmesiyle düşebilir. Bir kimsenin malvarlığı üzerindeki tasarruf hakkı, satıcının satış bedeli, alıcının ise satın aldığı malı kabzetme hakkı, evli kadının nafaka hakkı ile küçük çocuk üzerindeki bakım (hıdâne) hakkı veya babanın çocuk üzerindeki velâyet hakkı kul hakkı niteliğindedir. Bu hak mal, can, ırz, nesil ve aklı korumak gibi genel nitelikli haklardan da olabilir.
Kul haklarından bir bölümü af, sulh, ibra veya mübah kılma gibi bir yolla düşürmeye yahut başka bir bedele dönüştürmeye elverişlidir. Mesela; bir kimse alacağını almaktan vazgeçebilir, bunda sulh sözleşmesi ile indirim yapabilir ya da başka bir bedele dönüştürebilir. Bunlarda miras cereyan eder.
Allah hakları yüce Allah ile kulu arasında cereyan ettiği için, bunlara inandığı halde yerine getirmeyen, âsî mü’min sayılır, Cenab-ı Hak onu dilerse affeder, dilerse azap verir. Kul hakkı insanların arasındaki haklardan olup, bu konuda zulüm ve haksızlık yapan kimse tevbe ve istiğfarla bu haklardan kurtulamaz. Kıyamet gününde hak sahibi hakkını ister. Yüce Allah’ın, hak sahibini hoşnut ederek hakkından vazgeçirmesi dışında bu hakların düşmesi mümkün olmaz.
3. Karma Haklar
Bazı haklarda Allah ve kul hakkı özelliği birlikte bulunur. Bunların bazısında kul hakkı daha üstündür. Kısas ve diyet bu niteliktedir. Toplumun can güvenliğini sağlamak Allah hakkı, öldürülenin velisinin kinini dindirmek ve onun gönlünü hoş etmek ise kul hakkı olup, bu sonuncusu daha üstündür. Bu yüzden kısasta kul hakkı üstün olduğu için, hak sahibinin kısastan vazgeçme ve suçluyu bağışlama yetkisi vardır.61 Boşanan veya kocası ölen kadının iddet beklemesinde de Allah ve kul hakkı birlikte görülür. Burada neseplerin karışmasını önlemek Allah hakkı, çocuğun nesebini korumak ise kul hakkıdır. Neseplerin karışmasını önlemede toplumun genel yararı olduğu için Allah hakkı daha üstündür.62
4. Düşürülüp düşürülemeyen haklar
Bir kimsenin başkasının şahsı veya malı üzerinde meydana gelen bazı hak veya yetkileri düşürmesi mümkün ve caizdir. Kısas, şüf’a veya muhayyerlik hakkını düşürmek gibi. Hakkın düşürülmesi bedelli veya bedelsiz olabilir. Alacaklının borçlusunu ibra ederek alacağını tam olarak veya bir bölümünü düşürmesi de bu niteliktedir. Kur’an-ı Kerim’de dara düşen borçluya kolaylık gösterilmesi teşvik edilerek şöyle buyurulur: “Eğer borçlu darda ise, ona genişliğe çıkıncaya kadar süre verin. Alacağı bağışlamanız ise, bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.”63
Kişinin şahsına bağlı özlük hakları ise düşürmeye elverişli değildir. Evlenme, boşanma, nafaka, velayet, hıdâne hakkı gibi hakları, bu hakların sahibi olan kimsenin önceden düşürmesi geçersizdir. Buna göre, bir kimse hiç evlenmemek veya bir kadın kocasından nafaka almamak üzere sözleşme yapsa, böyle bir düşürme geçerli olmaz. Yine bir babanın küçük çocuğu üzerindeki velayet hakkını düşürmesi de böyledir.
5. Diyânî veya kazâî haklar
Haklar hâkim kararına bağlı olup olmama bakımından ikiye ayrılır. Dinî ve kazâî haklar.
Diyânî haklar kaza velâyeti altına girmez. Bunlarda hak sahibi sadece Rabbi ve vicdanı önünde sorumlu olur. Meselâ; bir kimse senet veya çek kaybolduğu yahut yazılı bir belge bulunmadığı için bir alacağını hakim önünde ispat edemese, borç dünya hukuku bakımından istenir olmaktan çıksa da, borçlunun bunu diyâneten ödemesi gerekir.
Kazâî haklar ise mahkeme velâyeti altına giren ve hâkim önünde ispatı mümkün bulunan haklardır. Diyânî hükümler niyete ve olayın gerçeğine dayanırken, hakim kararları, olayın dış görünüşüne ve delillere dayanır. Bunlarda niyete ve olayın gerçeğine bakılmaz. Bu yüzden Ebu Hanife; “Biz zâhire yani olayların dış görünüşüne göre hükmederiz” demiştir. Mesela; bir kimse yanlışlıkla eşini boşasa, fakat bununla boşamayı kastetmemiş olsa, hakim delillere bakarak boşamaya karar verebilir. Kişi Allah’la kendi arasında diyaneten bu boşamanın yokluğuna hükmedebilir. Müftî de buna göre fetva verebilir. Çünkü koca, gerçekte boşamayı kastetmemiştir.64
C) Hakkın Hükümleri:
Bir hak, sahibi için sabit olduktan sonra aşağıdaki hükümler cereyan eder:
1. Hakkın îfâsı:
Hak sahibi hakkını meşrû şekilde kullanma yetkisine sahiptir. Allah hakkı olan ibadetleri, normal zamanlarda azîmete; acz, hastalık veya yolculuk hallerinde ise ruhsata uyarak îfâ etmek her mü’min için bir hak ve bir görevdir. Mukîmin namazı tam kılması, ramazan orucunu tutması; yolcunun ise namazı kısa kılması, mestleri üç gün üç gece giymesi, orucunu kazaya bırakabilmesi gibi. Bir mü’min zekât gibi mâlî bir ibadeti yerine getirmezse, İslâm Devleti zekâtı ondan zorla alır ve İslâm’a göre verilmesi gereken yerlere dağıtır.65 Mâlî olmayan ibadetleri açıkça terkederse, Devlet sahip olduğu çarelere başvurur. Gizli terk varsa, Allah’ın bu kimseleri dünyada sıkıntı ve musîbetlerle, âhirette ise elem verici bir azapla cezalandırmasından korkulur. 66
Kul haklarının yerine getirilmesinin, yükümlünün ihtiyar ve rızası ile olması asıldır. Eğer o, bu hakkı yerine getirmekten kaçınırsa duruma bakılır; gasbedilen, çalınan veya emânet bırakılan malın kendisi veya kendisinin istihlâk edilmesi halinde misli elde mevcutsa misli hakim kararına gerek olmaksızın bizzat alınabilir. Ancak bunları bizzat almak fitne ve zarara yol açacaksa veya hakkın cinsinden başka türlü mal varsa, hak sahibinin hakkını doğrudan alma hakkı yoktur. Ancak bu konuda mahkemeye başvurabilir. Bunda görüş birliği vardır.
Hanefilere göre, mal, alanın elinde hak cinsinden bir mal olarak mevcut olur ve doğrudan alınmasında fitne ve zarar tehlikesi bulunmazsa hak sahibi bunu hakim kararı olmaksızın bizzat alabilir. Hatta İbn Âbidin (ö. 1252/1836) insanların borçlarını ödemede gevşek davranmaları ve teminatların bozulması sebebiyle, borçlunun elindeki malın hak cinsinden olup olmamasına bakılmaksızın, bunun alacaklı tarafından doğrudan alınabileceğini söyler. Şâfiîlerin görüşü de böyledir.67 Delil âyet ve hadistir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kötülüğün cezası benzeri bir kötülükle mukabeledir.”68 “Ceza verirken size verilenin aynıyla karşılık verin” 69 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin yanında kendi malını bulan, bu malda daha fazla hak sahibidir.” 70
Mâlikîlerin meşhur görüşüne ve Hanbelîlere göre borçlunun elinde hak cinsinden bir mal olsa, bunun bizzat alınmasında bir fitne ve zarar tehlikesi bulunmasa bile, bunu hak sahibi ancak hakim kararı ile alabilir. Delil şu hadislerdir: “Emâneti sahibine ver ve sana hıyânet edene hâinlik etme.”71 Ebû Süfyan’ın karısı Hind, Hz. Peygamber’e, kocasının malından kendisi ve çocukları için habersiz olarak alıp alamayacağını sormuş, Resûlullah (s.a) ona şöyle cevap vermiştir: “Ma’ruf üzere sana ve çocuğuna yetecek kadar al.”72
Sonuç olarak, başkasının yanında bir hakkını mal veya ticaret eşyası (urûz) olarak bulan kimsenin, borçlu ödemede gevşek davranıyor veya borcu inkâr ediyorsa, bunu mahkeme kararı olmaksızın zarûret sebebiyle, diyaneten almasının mübah olduğu konusunda görüş birliği vardır.73 Ancak burada alacaklının hırsızlık töhmetiyle karşılaşmaması için şahit bulundurması veya icra yoluna başvurması daha uygundur.
Borçların ödenmesinde adalet ve denklik esasına uyulur. Eğer satış bedeli veya ödünç verilen bir para gibi, borcun cins ve miktarı belirli ise, ödemede veya hâkimin hükmünde buna ziyade yapmak caiz olmaz. Ancak hakkın cins veya miktarı bilinmiyorsa bu takdirde örfe ve ortalama esasına göre amel edilir. Mesela; zekât, zenginin malının en iyisinden veya en kötüsünden değil, orta olanından alınır. Kadının nafakası, ailelerin sosyal seviyesine ve örfe göre belirlenir. Yemin keffâretinde on yoksulun doyurulması, keffaret yükümlüsünün kendi ailesine yedirdiğinin ortalamasından hesaplanır.74
Eğer borçlu darlık içinde ise ona kolaylık göstermek gerekir. “Eğer borçlu darda ise, ona genişliğe çıkıncaya kadar süre verin, bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” 75 Buna göre, elinden gelen gayreti gösterdiği halde sıkıntıdan kurtulamayan borçluyu borçtan kurtarmak daha hayırlıdır. Hatta kötülük yapanı affetmek ceza vermekten daha üstündür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Kim kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa, onun mükafatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, zâlimleri sevmez.”76
2. Hakkın korunması:
İslâm, kendi tanıdığı hakları hem dünyevî hem de uhrevî müeyyidelerle koruma altına almıştır. Allah hakkı olan ibadetleri yapanların âhirette ecirle mükâfatlandırılması, terkedenlerin azapla tehdit edilmesi, dünyada ise “iyiliği emir ve kötülükten nehiy” çerçevesinde müeyyideye bağlanması bu hakkı koruyucu niteliktedir. Bir İslâm toplumunda “hisbe teşkilâtı”, “iyiliği emir ve kötülükten sakındırma” görevini üstlenmiş olur. Âyette şöyle buyurulur: “İçinizden hayra çağıran iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte onlardır.”77 Kul hakları için de herkes birbirinin mal, can ve ırz gibi haklarına saygı göstermek zorundadır. Aksi halde devlet gücü devreye girer ve saldırıyı zor kullanarak önler.
3. Hakkın meşrû şekilde kullanılması:
Hakların İslâm’ın emrettiği ve izin verdiği ölçüler içinde kullanılması gerekir. Bir kimse mülkiyet hakkını dilediği gibi kullanır, fakat komşusuna ışığını veya havasını keserek vb. şekillerde zarar vermemesi de gerekir. İslâm başkasına zarar vermeyi ve zulmü yasaklamıştır. Komşuya zarar verecek şekilde pencere açmak, balkon yapmak, artık suları komşunun bahçesine akıtmak gibi tasarruflar günümüz beşeri kanunlarında da bir disipline sokulmuştur.
Hak ve yetkilerin kötüye kullanılmaması ve zulüm yapılmaması prensibi devlet yöneticilerini de bağlar. Nitekim Hz. Ömer (ö.23/643), Ammâr b. Yâsir (ö.34/657)’i Kûfe valiliğinden ve Muğîre b. Şû’be (ö.50/670)’yi de Basra valiliğinden azletmiştir. Çünkü bu iki yörenin halkı valilerinin haksızlık yaptığını öne sürerek şikâyette bulunmuştu. Yine Halîfe Abdülmelik b. Mervan, insanlara zulüm yapan valileri ve üst düzey devlet görevlilerini sorgulamak üzere “Mezâlim Dairesi”ni kurdurmuştur.
Bir hakkı kullanırken başkasına zarar vermek âyet ve hadislerle yasaklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kadınları boşadığınızda iddetlerini tamamlayınca, ya onları iyilikle tutun ya da iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz etmek için onlara zarar verecek şekilde tutmayın”78 Burada, ric’î (dönüşü olan) talakla boşayan kocanın eşine dönme hakkını sırf eşine zarar vermek için kullanması yasaklanmıştır. Vasiyet ve mirasla ilgili bir ayette şöyle buyurulur: “... Bu miras payları ölenin vasiyeti yerine getirilip ve varsa borcu ödendikten sonra mirasçıları zarara sokmaksızın verilir.”79 Burada Cenab-ı Hak, mirasçı lehine veya üçte birden fazla miktarı vasiyet etmek gibi mirasçılara zarar verecek şekildeki vasiyeti yasaklamıştır. Yine Yüce Allah malını saçıp savuran sefihlerin hacr altına alınmasını bildirerek şöyle buyurmuştur: “Allah’ın idaresini size verdiği mallarınızı aklı zayıf kimselere vermeyiniz.Ancak onlara o mallardan yedirin ve giydirin, onlara güzel söz söyleyin” 80 Burada zayıf akıllı kimsenin kısıtlanması malını tasarruf ederken haksızlık ve zulüm yapma endişesine dayanır.
Hz. Peygamber(s.a)’in gemi yolcularıyla ilgili şu hadisi hakkın kötüye kullanılmasının zararlı sonuçlarını açıkça ifade eder. Bir geminin alt ve üst kısmına yerleşen yolculardan alttakiler susayınca gemiyi delmek isteseler, eğer buna üsttekiler engel olmazsa hepsi birlikte helâk olurlar. Eğer engel olurlarsa, hepsi birlikte kurtulurlar.81
4. Hakkın başkasına geçmesi:
Bir hakkın el değiştirmesini gerektiren bir sebep ortaya çıkınca başkasına geçmesi mümkündür. Mesela; mülkiyet hakkı satışla alıcıya, bir alacak havale (ciro) edilmekle başkasına geçer. Yine bir borç, borçlunun ölümü halinde terekeye intikal eder ve onun miras maldan ödenmesi gerekir. Küçük çocuğun velayeti babasının ölümü halinde babanın babasına (dede) geçer. Hıdâne (bakıp terbiye etme) hakkı da annenin ölümü halinde annenin annesine (sahih nine) geçer. Hakkın intikal sebepleri çok olup; akit, ölüm, hakkı başkasına havâle gibi.
5. Hakkın sona ermesi
Hak, İslâm’ın belirlediği bir takım sebeplerle sona erer. Bu sebepler de hakkın çeşidine göre farklılık gösterir. Meselâ; evlilik hakkı boşanma ile, oğlun babasından nafaka hakkı kazanmaya güç yetirecek yaşa gelmekle, mülkiyet hakkı satışla, yararlanma hakkı kira akdinin feshi veya sürenin sona ermesiyle yahut da bir takım özürler sebebiyle akdin feshedilmesi sonucu sona erer. Yine alacak hakkı eda, takas, ibra veya sulhla son bulur. 81/a