IV- HAK KAV­RA­MI VE ÇE­ŞİT­LE­Rİ

 

A) Hak Kav­ra­mı:

Hak, Cenâb-ı Hakk’ın yü­ce isim­le­rin­den bi­ri­si­dir. Ay­rı­ca söz­lük­te; Kur’an-ı Ke­rim, İslâm di­ni, sa­bit olan ve şüp­he bu­lun­ma­yan şey, hü­küm, ada­let, mal, mülk ve pay gi­bi an­lam­la­ra ge­lir. Bir te­rim ola­rak, İslâm’ın şa­hıs ve­ya eş­ya üze­rin­de bir yet­ki ve­ya yü­küm­lü­lük ola­rak ki­şi­le­re be­lir­le­di­ği yet­ki, so­rum­lu­luk ve ta­sar­ruf hak­la­rı­nı ifa­de eder. Hak­kın zıd­dı olan bâtıl ise, ger­çek­le il­gi­si ol­ma­yan, doğ­ru ve hak­lı ol­ma­yan, boş, te­mel­siz, yan­lış şey de­mek­tir. Hz. Adem (a.s)’dan son pey­gam­ber Hz. Mu­ham­med (s.a)’e ka­dar ge­çen bü­tün pey­gam­ber­le­rin tem­sil et­ti­ği semâvî din­ler “hak”, bu çiz­gi­nin dı­şın­da ka­lan zu­lüm, hak­sız­lık ve çir­kin­lik esa­sı­na da­ya­nan sos­yal an­la­yış­la­ra ise “bâtıl” de­nil­miş­tir. Hak ve bâtılın mü­ca­de­le­si pey­gam­ber­le­rin ir­şad ve teb­liğ dö­nem­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi gü­nü­müz­de de de­vam et­mek­te­dir. Hak­kın ço­ğu­lu “hukûk”tur.

Mü’min­ler hak ve ada­le­te yö­nel­di­ği, zu­lüm ve hak­sız­lı­ğın kar­şı­sın­da yer al­dı­ğı za­man bâtıl yok ol­ma­ya mahkûmdur. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “De ki: Hak gel­di, bâtıl yok ol­du. Za­ten ba­tıl yok ol­ma­ya mahkûmdur.”58 “O günahkârlar is­te­me­se de, Al­lah, hak­kı sa­bit ve üs­tün kı­la­cak­tır.”59

İslâm’da hak­la­rın kay­na­ğı va­hiy ve sün­ne­te da­ya­nır. Ki­şi­le­rin kar­şı­lık­lı akit­ler­le el­de ede­cek­le­ri hak, yet­ki ve so­rum­lu­luk­lar da te­mel­de İslâm’ın ge­tir­di­ği pren­sip­le­re ay­kı­rı ol­ma­ma­lı­dır. Ak­si hal­de zu­lüm ve hak­sız­lık­lar or­ta­ya çı­kar.

 

B) Hak­kın Çe­şit­le­ri

Hak­lar hak­kın sa­hi­bi dik­ka­te alın­dı­ğın­da üçe ay­rı­lır. Al­lah hak­kı, kul hak­kı ve Al­lah hak­kı ile kul hak­kı bir ara­da olan hak­lar.

 

  1. Al­lah Hak­kı

Yü­ce Al­lah’a yak­laş­ma, O’nu yü­celt­me, di­ni­nin esas­la­rı­nı ve­ya top­lu­ma ait mas­la­hat­la­rı ger­çek­leş­tir­me özel­li­ği bu­lu­nan hak­la­ra “Al­lah hak­kı” ve­ya “hukûkullah” de­nir. Bun­lar ecir­le­ri­nin bü­yük­lü­ğü ve top­lu­ma olan fay­da­la­rı­nın çok­lu­ğu ne­de­niy­le bu is­mi al­mış­tır. Bü­tün iba­det­ler Al­lah hak­la­rın­dan­dır. Na­maz, oruç, hac, zekât, ci­had, iyi­li­ği emir ve kö­tü­lük­ten ne­hiy, kur­ban, adak, ye­min ve meşrû bir işe baş­lar­ken bes­me­le çek­mek gi­bi. Va­hiy ve sün­net­te açık­la­nan had ce­za­la­rı da hukûkullah’a gi­rer. Zi­na, zi­na if­ti­ra­sı (kazf), hır­sız­lık, yol kes­me ve iç­ki iç­me ce­za­sı gi­bi. Di­ğer yan­dan umu­mi mes­cid, yol, de­niz, ne­hir gi­bi top­lu­ma ait mülk­le­rin or­tak kul­la­nım hak­la­rı da Al­lah hak­kı ni­te­li­ğin­de­dir.

Al­lah hak­la­rı af, sulh ve­ya kal­dır­ma ya da dü­şür­me ile düş­me­di­ği gi­bi bun­la­rın baş­ka bir be­del­le de­ğiş­ti­ril­me­si de ca­iz de­ğil­dir. An­cak za­ru­ret ve­ya özür hal­le­rin­de İslâm’ın ge­tir­di­ği ko­lay­lık­lar ve mu­af­lık­lar bu­nun dı­şın­da­dır. Has­ta ve­ya yol­cu­nun oru­cu ka­za­ya bı­rak­ma­sı, çok yaş­lı ve­ya sü­rek­li has­ta ola­nın oruç ye­ri­ne fid­ye ver­me­si, hac­ca ken­di ye­ri­ne ve­kil gön­der­me­si gi­bi. Di­ğer yan­dan Al­lah hak­la­rı mi­ras yo­luy­la geç­mez. Bu yüz­den mi­ras­çı­lar mi­ras bı­ra­kan­la­rı­nın yap­ma­dı­ğı iba­det­le­rin­den so­rum­lu tu­tul­maz. An­cak bel­ki va­si­yet edil­me­si ha­lin­de mi­ras ma­lın üç­te bi­ri­ne ka­dar olan kıs­mın­dan mi­ras bı­ra­ka­nın zekât ve hac fa­ri­za­sı­nı ifa et­me­le­ri ge­re­kir.60

 

  2. İn­san hak­kı (Kul Hak­kı)

İn­sa­na ait hak­ka kul hak­kı da de­nir. Bun­lar özel­lik­le fert­le­rin mas­la­ha­tı­nı ko­ru­ma­yı he­def alan hak­lar olup, ba­zı hal­ler­de bun­la­rın ye­ri­ne bir be­del ge­çe­bi­lir ve­ya hak sa­hi­bi­nin dü­şür­me­siy­le dü­şe­bi­lir. Bir kim­se­nin mal­var­lı­ğı üze­rin­de­ki ta­sar­ruf hak­kı, sa­tı­cı­nın sa­tış be­de­li, alı­cı­nın ise sa­tın al­dı­ğı ma­lı kab­zet­me hak­kı, ev­li ka­dı­nın na­fa­ka hak­kı ile kü­çük ço­cuk üze­rin­de­ki ba­kım (hıdâne) hak­kı ve­ya ba­ba­nın ço­cuk üze­rin­de­ki velâyet hak­kı kul hak­kı ni­te­li­ğin­de­dir. Bu hak mal, can, ırz, ne­sil ve ak­lı ko­ru­mak gi­bi ge­nel ni­te­lik­li hak­lar­dan da ola­bi­lir.

Kul hak­la­rın­dan bir bö­lü­mü af, sulh, ib­ra ve­ya mü­bah kıl­ma gi­bi bir yol­la düşür­me­ye ya­hut baş­ka bir be­de­le dö­nüş­tür­me­ye el­ve­riş­li­dir. Me­se­la; bir kim­se ala­ca­ğı­nı al­mak­tan vaz­ge­çe­bi­lir, bun­da sulh söz­leş­me­si ile in­di­rim ya­pa­bi­lir ya da baş­ka bir be­de­le dö­nüş­tü­re­bi­lir. Bun­lar­da mi­ras ce­re­yan eder.

 

Al­lah hak­la­rı yü­ce Al­lah ile ku­lu ara­sın­da ce­re­yan et­ti­ği için, bun­la­ra inan­dı­ğı hal­de ye­ri­ne ge­tir­me­yen, âsî mü’min sa­yı­lır, Ce­nab-ı Hak onu di­ler­se af­fe­der, di­ler­se azap ve­rir. Kul hak­kı in­san­la­rın ara­sın­da­ki hak­lar­dan olup, bu ko­nu­da zu­lüm ve hak­sız­lık ya­pan kim­se tev­be ve is­tiğ­far­la bu hak­lar­dan kur­tu­la­maz. Kı­ya­met gü­nün­de hak sa­hi­bi hak­kı­nı is­ter. Yü­ce Al­lah’ın, hak sa­hi­bi­ni hoş­nut ede­rek hak­kın­dan vaz­ge­çir­me­si dı­şın­da bu hak­la­rın düş­me­si müm­kün ol­maz.

 

 

3. Kar­ma Hak­lar

Ba­zı hak­lar­da Al­lah ve kul hak­kı özel­li­ği bir­lik­te bu­lu­nur. Bun­la­rın ba­zı­sın­da kul hak­kı da­ha üs­tün­dür. Kı­sas ve di­yet bu ni­te­lik­te­dir. Top­lu­mun can gü­ven­li­ği­ni sağ­la­mak Al­lah hak­kı, öl­dü­rü­le­nin ve­li­si­nin ki­ni­ni din­dir­mek ve onun gön­lü­nü hoş et­mek ise kul hak­kı olup, bu so­nun­cu­su da­ha üs­tün­dür. Bu yüz­den kı­sas­ta kul hak­kı üs­tün ol­du­ğu için, hak sa­hi­bi­nin kı­sas­tan vaz­geç­me ve suç­lu­yu ba­ğış­la­ma yet­ki­si var­dır.61 Boşanan ve­ya ko­ca­sı ölen ka­dı­nın id­det bek­le­me­sin­de de Al­lah ve kul hak­kı bir­lik­te gö­rü­lür. Bu­ra­da ne­sep­le­rin ka­rış­ma­sı­nı ön­le­mek Al­lah hak­kı, ço­cu­ğun ne­se­bi­ni ko­ru­mak ise kul hak­kı­dır. Ne­sep­le­rin ka­rış­ma­sı­nı ön­le­me­de top­lu­mun ge­nel ya­ra­rı ol­du­ğu için Al­lah hak­kı da­ha üs­tün­dür.62

 

 

4. Dü­şü­rü­lüp dü­şü­rü­le­me­yen hak­lar

Bir kim­se­nin baş­ka­sı­nın şah­sı ve­ya ma­lı üze­rin­de mey­da­na ge­len ba­zı hak ve­ya yet­ki­le­ri dü­şür­me­si müm­kün ve ca­iz­dir. Kı­sas, şüf’a ve­ya mu­hay­yer­lik hak­kı­nı dü­şür­mek gi­bi. Hak­kın dü­şü­rül­me­si be­del­li ve­ya be­del­siz ola­bi­lir. Ala­cak­lı­nın borç­lu­su­nu ib­ra ede­rek ala­ca­ğı­nı tam ola­rak ve­ya bir bö­lü­mü­nü dü­şür­me­si de bu ni­te­lik­te­dir. Kur’an-ı Ke­rim’de da­ra dü­şen borç­lu­ya ko­lay­lık gös­te­ril­me­si teş­vik edi­le­rek şöy­le bu­yu­ru­lur: “Eğer borç­lu dar­da ise, ona ge­niş­li­ğe çı­kın­ca­ya ka­dar sü­re ve­rin. Ala­ca­ğı ba­ğış­la­ma­nız ise, bi­lir­se­niz si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır.”63

Ki­şi­nin şah­sı­na bağ­lı öz­lük hak­la­rı ise dü­şür­me­ye el­ve­riş­li de­ğil­dir. Ev­len­me, bo­şan­ma, na­fa­ka, ve­la­yet, hıdâne hak­kı gi­bi hak­la­rı, bu hak­la­rın sa­hi­bi olan kim­se­nin ön­ce­den dü­şür­me­si ge­çer­siz­dir. Bu­na gö­re, bir kim­se hiç ev­len­me­mek ve­ya bir ka­dın ko­ca­sın­dan na­fa­ka al­ma­mak üze­re söz­leş­me yap­sa, böy­le bir dü­şür­me ge­çer­li ol­maz. Yi­ne bir ba­ba­nın kü­çük ço­cu­ğu üze­rin­de­ki ve­la­yet hak­kı­nı dü­şür­me­si de böy­le­dir.

 

 

5. Diyânî ve­ya kazâî hak­lar

Hak­lar hâkim ka­ra­rı­na bağ­lı olup ol­ma­ma ba­kı­mın­dan iki­ye ay­rı­lır. Dinî ve kazâî hak­lar.

Diyânî hak­lar ka­za velâyeti al­tı­na gir­mez. Bun­lar­da hak sa­hi­bi sa­de­ce Rab­bi ve vic­da­nı önün­de so­rum­lu olur. Meselâ; bir kim­se se­net ve­ya çek kay­bol­du­ğu ya­hut ya­zı­lı bir bel­ge bu­lun­ma­dı­ğı için bir ala­ca­ğı­nı ha­kim önün­de is­pat ede­me­se, borç dün­ya hu­ku­ku ba­kı­mın­dan is­te­nir ol­mak­tan çık­sa da, borç­lu­nun bu­nu diyâneten öde­me­si ge­re­kir.

Kazâî hak­lar ise mah­ke­me velâyeti al­tı­na gi­ren ve hâkim önün­de is­pa­tı müm­kün bu­lu­nan hak­lar­dır. Diyânî hü­küm­ler ni­ye­te ve ola­yın ger­çe­ği­ne da­ya­nır­ken, ha­kim ka­rar­la­rı, ola­yın dış gö­rü­nü­şü­ne ve de­lil­le­re da­ya­nır. Bun­lar­da ni­ye­te ve ola­yın ger­çe­ği­ne ba­kıl­maz. Bu yüz­den Ebu Ha­ni­fe; “Biz zâhire ya­ni olay­la­rın dış gö­rü­nü­şü­ne gö­re hük­me­de­riz” de­miş­tir. Me­se­la; bir kim­se yan­lış­lık­la eşi­ni bo­şa­sa, fa­kat bu­nun­la bo­şa­ma­yı kas­tet­me­miş ol­sa, ha­kim de­lil­le­re ba­ka­rak bo­şa­ma­ya ka­rar ve­re­bi­lir. Ki­şi Al­lah’la ken­di ara­sın­da di­ya­ne­ten bu bo­şa­ma­nın yok­lu­ğu­na hük­me­de­bi­lir. Müftî de bu­na gö­re fet­va ve­re­bi­lir. Çün­kü ko­ca, ger­çek­te bo­şa­ma­yı kas­tet­me­miş­tir.64

 

C) Hak­kın Hü­küm­le­ri:

Bir hak, sa­hi­bi için sa­bit ol­duk­tan son­ra aşa­ğı­da­ki hü­küm­ler ce­re­yan eder:

 

  1. Hak­kın îfâsı:

Hak sa­hi­bi hak­kı­nı meşrû şe­kil­de kul­lan­ma yet­ki­si­ne sa­hip­tir. Al­lah hak­kı olan iba­det­le­ri, nor­mal za­man­lar­da azîmete; acz, has­ta­lık ve­ya yol­cu­luk hal­le­rin­de ise ruh­sa­ta uya­rak îfâ et­mek her mü’min için bir hak ve bir gö­rev­dir. Mukîmin na­ma­zı tam kıl­ma­sı, ra­ma­zan oru­cu­nu tut­ma­sı; yol­cu­nun ise na­ma­zı kı­sa kıl­ma­sı, mest­le­ri üç gün üç ge­ce giy­me­si, oru­cu­nu ka­za­ya bı­ra­ka­bil­me­si gi­bi. Bir mü’min zekât gi­bi mâlî bir iba­de­ti ye­ri­ne ge­tir­mez­se, İslâm Dev­le­ti zekâtı on­dan zor­la alır ve İslâm’a gö­re ve­ril­me­si ge­re­ken yer­le­re da­ğı­tır.65 Mâlî ol­ma­yan iba­det­le­ri açık­ça ter­ke­der­se, Dev­let sa­hip ol­du­ğu ça­re­le­re baş­vu­rur. Giz­li terk var­sa, Al­lah’ın bu kim­se­le­ri dün­ya­da sı­kın­tı ve musîbetlerle, âhirette ise elem ve­ri­ci bir azap­la ce­za­lan­dır­ma­sın­dan kor­ku­lur. 66

Kul hak­la­rı­nın ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si­nin, yü­küm­lü­nün ih­ti­yar ve rı­za­sı ile ol­ma­sı asıl­dır. Eğer o, bu hak­kı ye­ri­ne ge­tir­mek­ten ka­çı­nır­sa du­ru­ma ba­kı­lır; gas­be­di­len, ça­lı­nan ve­ya emânet bı­ra­kı­lan ma­lın ken­di­si ve­ya ken­di­si­nin istihlâk edil­mesi ha­lin­de mis­li el­de mev­cut­sa mis­li ha­kim ka­ra­rı­na ge­rek ol­mak­sı­zın biz­zat alı­na­bi­lir. An­cak bun­la­rı biz­zat al­mak fit­ne ve za­ra­ra yol aça­cak­sa ve­ya hak­kın cin­sin­den baş­ka tür­lü mal var­sa, hak sa­hi­bi­nin hak­kı­nı doğ­ru­dan al­ma hak­kı yok­tur. An­cak bu ko­nu­da mah­ke­me­ye baş­vu­ra­bi­lir. Bun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.

Ha­ne­fi­le­re gö­re, mal, ala­nın elin­de hak cin­sin­den bir mal ola­rak mev­cut olur ve doğ­ru­dan alın­ma­sın­da fit­ne ve za­rar teh­li­ke­si bu­lun­maz­sa hak sa­hi­bi bu­nu ha­kim ka­ra­rı ol­mak­sı­zın biz­zat ala­bi­lir. Hat­ta İbn Âbidin (ö. 1252/1836) in­san­la­rın borç­la­rı­nı öde­me­de gev­şek dav­ran­ma­la­rı ve te­mi­nat­la­rın bo­zul­ma­sı se­be­biy­le, borç­lu­nun elin­de­ki ma­lın hak cin­sin­den olup ol­ma­ma­sı­na ba­kıl­mak­sı­zın, bu­nun ala­cak­lı ta­ra­fın­dan doğ­ru­dan alı­na­bi­le­ce­ği­ni söy­ler. Şâfiîlerin gö­rü­şü de böy­le­dir.67 De­lil âyet ve ha­dis­tir. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Kö­tü­lü­ğün ce­za­sı ben­ze­ri bir kö­tü­lük­le mu­ka­be­le­dir.”68 “Ce­za ve­rir­ken si­ze ve­ri­le­nin ay­nıy­la kar­şı­lık ve­rin” 69 Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Bir kim­se­nin ya­nın­da ken­di ma­lı­nı bu­lan, bu mal­da da­ha faz­la hak sa­hi­bi­dir.” 70

Mâlikîlerin meş­hur gö­rü­şü­ne ve Hanbelîlere gö­re borç­lu­nun elin­de hak cin­sin­den bir mal ol­sa, bu­nun biz­zat alın­ma­sın­da bir fit­ne ve za­rar teh­li­ke­si bu­lun­ma­sa bi­le, bu­nu hak sa­hi­bi an­cak ha­kim ka­ra­rı ile ala­bi­lir. De­lil şu ha­dis­ler­dir: “Emâneti sa­hi­bi­ne ver ve sa­na hıyânet ede­ne hâinlik et­me.”71 Ebû Süf­yan’ın ka­rı­sı Hind, Hz. Pey­gam­ber’e, ko­ca­sı­nın ma­lın­dan ken­di­si ve ço­cuk­la­rı için ha­ber­siz ola­rak alıp ala­ma­ya­ca­ğı­nı sor­muş, Resûlullah (s.a) ona şöy­le ce­vap ver­miş­tir: “Ma’ruf üze­re sa­na ve ço­cu­ğu­na ye­te­cek ka­dar al.”72

So­nuç ola­rak, baş­ka­sı­nın ya­nın­da bir hak­kı­nı mal ve­ya ti­ca­ret eş­ya­sı (urûz) ola­rak bu­lan kim­se­nin, borç­lu öde­me­de gev­şek dav­ra­nı­yor ve­ya bor­cu inkâr edi­yor­sa, bu­nu mah­ke­me ka­ra­rı ol­mak­sı­zın zarûret se­be­biy­le, di­ya­ne­ten al­ma­sı­nın mü­bah ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.73 An­cak bu­ra­da ala­cak­lı­nın hır­sız­lık töh­me­tiy­le kar­şı­laş­ma­ma­sı için şa­hit bu­lun­dur­ma­sı ve­ya ic­ra yo­lu­na baş­vur­ma­sı da­ha uy­gun­dur.

Borç­la­rın öden­me­sin­de ada­let ve denk­lik esa­sı­na uyu­lur. Eğer sa­tış be­de­li ve­ya ödünç ve­ri­len bir pa­ra gi­bi, bor­cun cins ve mik­ta­rı be­lir­li ise, öde­me­de ve­ya hâkimin hük­mün­de bu­na zi­ya­de yap­mak ca­iz ol­maz. An­cak hak­kın cins ve­ya mik­ta­rı bi­lin­mi­yor­sa bu tak­dir­de ör­fe ve or­ta­la­ma esa­sı­na gö­re amel edi­lir. Me­se­la; zekât, zen­gi­nin ma­lı­nın en iyi­sin­den ve­ya en kö­tü­sün­den de­ğil, or­ta ola­nından alı­nır. Ka­dı­nın na­fa­ka­sı, ai­le­le­rin sos­yal se­vi­ye­si­ne ve ör­fe gö­re be­lir­le­nir. Ye­min keffâretinde on yok­su­lun do­yu­rul­ma­sı, kef­fa­ret yü­küm­lü­sü­nün ken­di ai­le­si­ne ye­dir­di­ği­nin or­ta­la­ma­sın­dan he­sap­la­nır.74

Eğer borç­lu dar­lık için­de ise ona ko­lay­lık gös­ter­mek ge­re­kir. “Eğer borç­lu dar­da ise, ona ge­niş­li­ğe çı­kın­ca­ya ka­dar sü­re ve­rin, ba­ğış­la­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır.” 75 Bu­na gö­re, elin­den ge­len gay­re­ti gös­ter­di­ği hal­de sı­kın­tı­dan kur­tu­la­ma­yan borç­lu­yu borç­tan kur­tar­mak da­ha ha­yır­lı­dır. Hat­ta kö­tü­lük ya­pa­nı af­fet­mek ce­za ver­mek­ten da­ha üs­tün­dür. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Kö­tü­lü­ğün ce­za­sı, onun gi­bi bir kö­tü­lük­tür. Kim ken­di­ne ya­pı­lan kö­tü­lü­ğü af­fe­dip ba­rı­şır­sa, onun mü­ka­fa­tı Al­lah’a ait­tir. Şüp­he­siz ki Al­lah, zâlimleri sev­mez.”76

 

  2. Hak­kın ko­run­ma­sı:

İslâm, ken­di ta­nı­dı­ğı hak­la­rı hem dünyevî hem de uhrevî mü­ey­yi­de­ler­le ko­ru­ma al­tı­na al­mış­tır. Al­lah hak­kı olan iba­det­le­ri ya­pan­la­rın âhirette ecir­le mükâfatlandırılması, ter­ke­den­le­rin azap­la teh­dit edil­me­si, dün­ya­da ise “iyi­li­ği emir ve kö­tü­lük­ten ne­hiy” çer­çe­ve­sin­de mü­ey­yi­de­ye bağ­lan­ma­sı bu hak­kı ko­ru­yu­cu ni­te­lik­te­dir. Bir İslâm top­lu­mun­da “his­be teşkilâtı”, “iyi­li­ği emir ve kö­tü­lük­ten sa­kın­dır­ma” gö­re­vi­ni üst­len­miş olur. Âyette şöy­le bu­yu­ru­lur: “İçi­niz­den hay­ra ça­ğı­ran iyi­li­ği em­re­dip kö­tü­lük­ten me­ne­den bir top­lu­luk bu­lun­sun. Kur­tu­lu­şa eren­ler, iş­te on­lar­dır.”77 Kul hak­la­rı için de her­kes bir­bi­ri­nin mal, can ve ırz gi­bi hak­la­rı­na say­gı gös­ter­mek zo­run­da­dır. Ak­si hal­de dev­let gü­cü dev­re­ye gi­rer ve sal­dı­rı­yı zor kul­la­na­rak ön­ler.

 

  3. Hak­kın meşrû şe­kil­de kul­la­nıl­ma­sı:

Hak­la­rın İslâm’ın em­ret­ti­ği ve izin ver­di­ği öl­çü­ler için­de kul­la­nıl­ma­sı ge­re­kir. Bir kim­se mül­ki­yet hak­kı­nı di­le­di­ği gi­bi kul­la­nır, fa­kat kom­şu­su­na ışı­ğı­nı ve­ya ha­va­sı­nı ke­se­rek vb. şe­kil­ler­de za­rar ver­me­me­si de ge­re­kir. İslâm baş­ka­sı­na za­rar ver­me­yi ve zul­mü ya­sak­la­mış­tır. Kom­şu­ya za­rar ve­re­cek şe­kil­de pen­ce­re aç­mak, bal­kon yap­mak, ar­tık su­la­rı kom­şu­nun bah­çe­si­ne akıt­mak gi­bi ta­sar­ruf­lar gü­nü­müz be­şe­ri ka­nun­la­rın­da da bir di­sip­li­ne so­kul­muş­tur.

Hak ve yet­ki­le­rin kö­tü­ye kul­la­nıl­ma­ma­sı ve zu­lüm ya­pıl­ma­ma­sı pren­si­bi dev­let yö­ne­ti­ci­le­ri­ni de bağ­lar. Ni­te­kim Hz. Ömer (ö.23/643), Ammâr b. Yâsir (ö.34/657)’i Kûfe va­li­li­ğin­den ve Muğîre b. Şû’be (ö.50/670)’yi de Bas­ra va­li­li­ğin­den az­let­miş­tir. Çün­kü bu iki yö­re­nin hal­kı va­li­le­ri­nin hak­sız­lık yap­tı­ğı­nı öne sü­re­rek şikâyette bu­lun­muş­tu. Yi­ne Halîfe Ab­dül­me­lik b. Mer­van, in­san­la­ra zu­lüm ya­pan va­li­le­ri ve üst dü­zey dev­let gö­rev­li­le­ri­ni sor­gu­la­mak üze­re “Mezâlim Daire­si”ni kur­dur­muş­tur.

Bir hak­kı kul­la­nır­ken baş­ka­sı­na za­rar ver­mek âyet ve ha­dis­ler­le ya­sak­lan­mış­tır. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ka­dın­la­rı bo­şa­dı­ğı­nız­da id­det­le­ri­ni ta­mam­la­yın­ca, ya on­la­rı iyi­lik­le tu­tun ya da iyi­lik­le bı­ra­kın. Hak­la­rı­na te­ca­vüz et­mek için on­la­ra za­rar ve­re­cek şe­kil­de tut­ma­yın”78  Bu­ra­da, ric’î (dö­nü­şü olan) ta­lak­la bo­şa­yan ko­ca­nın eşi­ne dön­me hak­kı­nı sırf eşi­ne za­rar ver­mek için kul­lan­ma­sı ya­sak­lan­mış­tır. Va­si­yet ve mi­ras­la il­gi­li bir ayet­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “... Bu mi­ras pay­la­rı öle­nin va­si­ye­ti ye­ri­ne ge­ti­ri­lip ve var­sa bor­cu öden­dik­ten son­ra mi­ras­çı­la­rı za­ra­ra sok­mak­sı­zın ve­ri­lir.”79 Bu­ra­da Ce­nab-ı Hak, mi­ras­çı le­hi­ne ve­ya üç­te bir­den faz­la mik­ta­rı va­si­yet et­mek gi­bi mi­ras­çı­la­ra za­rar ve­re­cek şe­kil­de­ki va­si­ye­ti ya­sak­la­mış­tır. Yi­ne Yü­ce Al­lah ma­lı­nı sa­çıp sa­vu­ran se­fih­le­rin hacr al­tı­na alın­ma­sı­nı bil­di­re­rek şöy­le bu­yur­muş­tur: “Al­lah’ın ida­re­si­ni si­ze ver­di­ği mal­la­rı­nı­zı ak­lı za­yıf kim­se­le­re ver­me­yi­niz.An­cak on­la­ra o mal­lar­dan ye­di­rin ve giy­di­rin, on­la­ra gü­zel söz söy­le­yin” 80 Bu­ra­da za­yıf akıl­lı kim­se­nin kı­sıt­lan­ma­sı ma­lı­nı ta­sar­ruf eder­ken hak­sız­lık ve zu­lüm yap­ma en­di­şe­si­ne da­ya­nır.

Hz. Pey­gam­ber(s.a)’in ge­mi yol­cu­la­rıy­la il­gi­li şu ha­di­si hak­kın kö­tü­ye kul­la­nıl­ma­sı­nın za­rar­lı so­nuç­la­rı­nı açık­ça ifa­de eder. Bir ge­mi­nin alt ve üst kıs­mı­na yer­le­şen yol­cu­lar­dan alt­ta­ki­ler su­sa­yın­ca ge­mi­yi del­mek is­te­se­ler, eğer bu­na üst­te­ki­ler en­gel ol­maz­sa hep­si bir­lik­te helâk olur­lar. Eğer en­gel olur­lar­sa, hep­si bir­lik­te kur­tu­lur­lar.81

4. Hak­kın baş­ka­sı­na geç­me­si:

Bir hak­kın el de­ğiş­tir­me­si­ni ge­rek­ti­ren bir se­bep or­ta­ya çı­kın­ca baş­ka­sı­na geç­me­si müm­kün­dür. Me­se­la; mül­ki­yet hak­kı sa­tış­la alı­cı­ya, bir ala­cak ha­va­le (ci­ro) edil­mek­le baş­ka­sı­na ge­çer. Yi­ne bir borç, borç­lu­nun ölü­mü ha­lin­de te­re­ke­ye in­ti­kal eder ve onun mi­ras mal­dan öden­me­si ge­re­kir. Kü­çük ço­cu­ğun ve­la­ye­ti ba­ba­sı­nın ölü­mü ha­lin­de ba­ba­nın ba­ba­sı­na (de­de) ge­çer. Hıdâne (ba­kıp ter­bi­ye et­me) hak­kı da an­ne­nin ölü­mü ha­lin­de an­ne­nin an­ne­si­ne (sa­hih ni­ne) ge­çer. Hak­kın in­ti­kal se­bep­le­ri çok olup; akit, ölüm, hak­kı baş­ka­sı­na havâle gi­bi.

5. Hak­kın so­na er­me­si

Hak, İslâm’ın be­lir­le­di­ği bir ta­kım se­bep­ler­le so­na erer. Bu se­bep­ler de hak­kın çe­şi­di­ne gö­re fark­lı­lık gös­te­rir. Meselâ; ev­li­lik hak­kı bo­şan­ma ile, oğ­lun ba­ba­sın­dan na­fa­ka hak­kı ka­zan­ma­ya güç ye­ti­re­cek ya­şa gel­mek­le, mül­ki­yet hak­kı sa­tış­la, ya­rar­lan­ma hak­kı ki­ra ak­di­nin fes­hi ve­ya sü­re­nin so­na er­me­siy­le ya­hut da bir ta­kım özür­ler se­be­biy­le ak­din fes­he­dil­me­si so­nu­cu so­na erer. Yi­ne ala­cak hak­kı eda, ta­kas, ib­ra ve­ya sulh­la son bu­lur. 81/a