III - SATIM AKDİNİN ŞARTLARI
Bir satım akdinde dört çeşit şartın bulunması söz konusu olur. Bunlar fıkıh kaynaklarında şu başlıklar altında incelenir: Meydana gelme (in’ikâd) şartları, geçerli olma (sıhhat) şartları, yürürlük kazanma (nefâz) şartları ve bağlayıcı olma (lüzûm) şartları. Bu şartların amacı, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları önlemek, tarafların karşılıklı menfaatini korumak, aldanma riskini kaldırmak ve bilinmezliğin yol açabileceği haksızlığı gidermektir. Meydana gelme şartı eksik olan akit bâtıl olur. Sıhhat şartı yerine gelmezse Hanefîlere göre akit fasit olur. Yürürlük şartı bulunmazsa akit icazete kadar askıda (mevkûf) kalır. Bağlayıcılık şartı bulunmayan akitte ise, tarafların muhayyerlik hakkı söz konusu olur. Aşağıda bunları açıklayacağız:
A) Meydana Gelme (İn’ikâd) Şartları:
Bir akdin şer’an tamam sayılabilmesi için gerekli olan şartlara meydana gelme şartları denir. Bu şartlardaki bir eksiklik akdi bâtıl kılar.
Hanefîlere göre, meydana gelme şartları dört kısma ayrılır. Bunlar akdi yapanlarla, akdin kendisi ile, akdin yapıldığı yerle veya akdin konusu ile ilgili şartlardır.
1. Akdin tarafları ile ilgili şartlar:
a) Ehliyet:
Hanefilere göre alış-veriş yapacak olan kimsenin akıllı olması, yani iyi ile kötüyü, kârla zararı ayırabilecek bir akıl olgunluğuna ulaşması gerekir. Bu da genel olarak yedi yaşını doldurmakla kazanılır. Delil Hz. Peygamberin şu hadisidir: “Yedi yaşına girdikleri zaman çocuklarınıza namazı emrediniz.” 70 Bu hadise göre yedi yaşında namazın anlamını kavrayabilen bir çocuk günlük bazı muamelelerin anlamını da kavrayabilir. Buna göre, akıl hastası ile temyiz gücüne sahip olmayan yedi yaşından küçüklerin alış-veriş yapması geçerli değildir. Küçüğün veya zorlanan (mükreh) kişinin yaptığı alış-verişin hükmünü şöylece açıklayabiliriz:
Mümeyyiz küçüğün alış-verişi:
Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, yedi yaşla erginlik çağı arasında bulunan mümeyyiz küçüğün yapacağı alış-veriş velisinin izni bulunmak şartı ile geçerli olur. Aksi halde velisi izin verinceye kadar satış akdi askıda (mevkûf) kalır. Dayandıkları delil şudur: Çocuğun yaptığı tasarruf, onun iradesine değil gerçekte velisinin iznine dayanır. Çünkü böyle bir alış-verişte çocuk bir tellâl gibi olup, asıl akdi yapan başkası yani veli olmaktadır. Diğer yandan çocuğun alış-veriş yaptırılarak denenmesi ve tecrübe kazandırılması da gerekir. Çünkü erginlik ve rüşd çağına ulaşınca, malı kendisine teslim edilecektir. Alış-verişin velinin kontrolü altında yapılması çocuğun aldanmasını önler ve malını korumuş olur.71
Şâfiîlere göre ise, çocuğun ehliyeti bulunmadığı için yapacağı alış-veriş meydana gelmez. Çünkü akdi yapan satıcı veya alıcı olsun, reşid olması gerekir. Rüşd hali ise bir kimsenin erginliği, dininin doğruluğu ve malını doğru kullanması ile anlaşılır. Delil şu ayettir:
“Allah’ın sizi başına diktiği malları beyinsizlere vermeyin.”72 Çocuğa, alış-veriş yapması için malda tasarruf izni vermek, malı saçıp savuracak olan sefihlere vermek gibidir. Her ikisinde ortak nokta akıl eksikliği yüzünden malın zayi olma endişesidir. Şâfiîler şu dört kişinin satım akdini bâtıl saymıştır: Mümeyyiz olsun veya olmasın küçük, akıl hastası, mükellef olsa bile köle ve âmâ. 73
Ancak erginlik çağına kadar çocuğun hiçbir alış-veriş yapamayacağını söylemek çocuğun yetişmesine engel teşkil edebilir. Bu yasağı malı ve serveti kendisine teslim edilerek alış-verişte tamamen serbest bırakılması uygun değildir, şeklinde anlamak gerekir. Bu yaşta veli kontrolü gerektiği için çocuğun malı saçıp savurma tehlikesi bulunmaz. Zaten malın teslimi rüşd’ten sonra olur.
Yedi yaşla erginlik çağı arasındaki mümeyyiz küçüklerin yapacağı hukukî tasarruflar üçe ayrılır:
aa) Yararına olan tasarruflar: Odun ve ot toplamak, avlanmak, hibeyi, sadakayı, vasiyeti veya borcu için kefâleti kabul etmek gibi mümeyyiz küçüğün tamamen yararına olan tasarruflar geçerlidir. Bunlar için velisinin önceden izni veya tasarruftan sonra icazeti şart değildir.
bb) Zararına olan tasarruflar: Yedi yaşla erginlik çağı arasındaki çocuğun malını başkasına hibe, sadaka veya ödünç olarak vermesi yahut başkasının borcuna kefil olması gibi hukuki tasarrufları geçerli değildir. Çünkü bunlar onun tamamen zararına olup veli icazet verse bile yürürlük kazanmazlar. Çünkü zararlı tasarrufa velinin icazet verme yetkisi yoktur.
cc) Yararlı da zararlı da olabilen tasarruflar: Mal satmak, satın almak, kiraya vermek veya kira ile yer tutmak, ortaklık ve benzeri akitler küçük çocuk için yararlı da zararlı da olabilir. Bu yüzden mümeyyiz küçüğün yapacağı bu gibi akitler velisinin iznine bağlı olarak (mevkûf) geçerlidir. Veli, çocuk erginlik çağına ulaşıncaya kadar akde icazet verebileceği gibi, erginlik çağından sonra çocuk da bizzat akdi devam ettirmeye karar verebilir.74
Mükrehin satışı:
Hanefîlerin çoğunluğuna göre, zor altında bulunan kimsenin yapacağı, alım-satım, kira ve benzeri akitler fâsittir. Zorlama ölümle korkutma gibi tam olsun (mülcî) veya yalnız dövmek, bir kısım malı telef etmekle tehdit gibi eksik (gayri mülcî ikrah) bulunsun sonuç değişmez. Çünkü iradenin zorlanması akitlerin sıhhat şartlarından olan rızayı yok eder. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Mallarınızı kendi aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz. Meğer ki aranızda karşılıklı anlaşmadan doğan bir ticaret ile ola.”75 İşte bir kimse rızası dışında bir akit yapmaya zorlanmışsa, zorlama kalkınca bunu feshetme veya devam ettirme hakkına sahiptir. Malın kabzedilmesi halinde, diğer fâsit akitlerde olduğu gibi alıcı lehine mülkiyet sabit olur. Mükrehin satış bedelini kabzetmesi veya satılan şeyi isteyerek teslim etmesi de akdi bağlayıcı hale getirir. Zorlananın satışı ile diğer fasit satışlar arasında şöyle bir fark vardır. Zorlanan kimse sözle veya fiille satışa izin verirse akit caiz olur ve fesat durumu ortadan kalkar. Diğer fasit satışlarda ise fesat şer’i bir sebepten kaynaklandığı için icazet verilse bile fesat kalkmaz.
Mükrehin satışını fasit saymak onun hakkını korumak içindir. Bu yüzden mükrehin satışı “mevkûf (yürürlüğü durdurulmuş) satım akdi”ne benzetilmiştir. Bunun adına da “mevkûf fasit satış” denilmiştir.
İmam Züfer’e göre, zorlama satış akdinin yürürlüğünü durdurur. Bu, yetkisiz temsilcinin (fuzûlî) satışı gibi, mevkûf sahih bir akittir. Yürürlük kazanması, zorlama kalktıktan sonra, zorlananın icazet vermesine bağlıdır. Böylece zorlananın hakları korunmuş olur, ancak satışı devam ettirmek isterse buna da şer’i bir engel bulunmaz.76
Şâfiî ve Hanbelîlere göre, bir kimsenin kendi malını hür iradesiyle satması gerekir. Bu yüzden mükrehin kendi malını zor altında kalarak satışı akdin meydana gelmesine engel olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de; “Meğer ki, aranızda karşılıklı anlaşmadan doğan bir ticaret ile ola.” 77 buyurulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.) de şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden hata, unutma ve zorlama altında yaptıkları şeylerin hükmü kaldırılmıştır.”78
Haklı zorlama hali ise satışa engel değildir. Mesela; bir kimsenin mescidin, yolun veya kabristanın genişletilmesi için evini satmaya mecbur tutulması veya borcun ya da nafakanın ödenmesi için borçlunun malını satmaya zorlanması bu niteliktedir.
Telcie (emanet) satışı:
Malının elinden alınmasından korkan kimse, bunu başkasına emanet olarak verir, fakat topluma karşı rükün ve şartlarına uyarak bu malını sattığını söyler. Böyle bir satışa “telcîe satışı” denir.
Hanefîlere göre, darda kalan (muzdar) kimsenin satışı ve alışı fasittir. Çünkü Rasûlullah (s.a) darda kalan kimsenin satışını yasaklamıştır.79
Hanbeliler böyle bir satışı bâtıl sayarken, Şâfiîler rükün ve şartlarına uygun olarak yapıldığı için geçerli kabul ederler. Şâfiîlere göre bu, önce fâsit bir şart üzerinde anlaşıp, daha sonra şartsız olarak satış yapmaya benzer. 80
b) Akdi yapanların birden çok olması:
Satım akdi yapacak kimselerin en az iki kişi olması gerekir. Hem satıcıyı, hem de alıcıyı temsil eden tek vekil aracılığı ile satış gerçekleşmez. Ancak baba, babanın vasîsi, hâkim veya her iki tarafın gönderdiği elçi bu kuralın istisnasıdır. Mesela; bir baba velisi bulunduğu iki oğlundan birisinin satılması gereken malını, diğer oğlu adına satın alabilir. Babanın vasîsi de böyle bir muamele yapabilir. Hakim temsil ettiği yetimlerin birisine ait satılık bir malı, diğer bir yetime ait para varsa bunu değerlendirmek üzere onun adına satın alabilir. İki tarafın gönderdiği elçi de, birinden aldığı malı diğerine satabilir. Çünkü elçi, temsil ettiği kişilerin söz ve tekliflerini karşı tarafa sadece nakleden aracıdan ibarettir. Vekil gibi akde ait sorumlulukları üstlenmez. Nikah akdinde ise tek kişinin evlenecek iki kimseyi birlikte temsil etmesi mümkün ve caizdir. İki tarafın da vekili veya velisi olan kimsenin şahitlerin önünde tek başına temsil ettiği kimseleri evlendirmesi gibi.
Satış akdi ile nikah akdi arasında bazı önemli ayrılıklar vardır. Satım akdinde birbirine zıt menfaatler bulunur. Ezcümle; teslim etmek, teslim almak, satılanın teslimini istemek, satış bedelini kabzetmek, ayıp (kusur) muhayyerliği sebebiyle malı geri vermek ve diğer muhayyerliklerin bulunması gibi satışa aid bir takım haklar vardır. Bu yüzden aynı kişinin hem teslim eden hem teslim alan, hem isteyen, hem kendisinden istenen kişi olması imkânsızdır. Akitle ilgili haklar yalnız akdi yapanlar için söz konusu olduğundan, bir kişinin sözü iki kişinin sözü olarak kabul edilemez. Nikah akdinde ise, haklar vekil üzerinde meydana gelmez, bunlar doğrudan doğruya müvekkile ait olur. Bü yüzden nikahta vekil olan kimse, alış-verişte elçi olan kimse gibidir.
Diğer yandan baba küçük oğluna kendi malını kıymetinin misli ile veya insanların normal karşıladıkları bir fazlalıkla satabilir veya onun malını aynı şekilde kendisine satın alabilir. Böylece o, yetimin malına en güzel şekilde yaklaşmış sayılır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Yetim rüşdüne erinceye kadar, onun malına en güzel yolun dışında yaklaşmayın.” 81 Burada, babanın çocuklarına olan şefkati yüzünden onların haklarını tam olarak koruyacağı esası benimsenmiştir. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, yetim için yararı açık veya malın değerinin misli ile tasarruf etmesi şartıyla vasî de baba gibidir. Çünkü onu baba titizlikle, çocukların haklarını koruyacağına inandığı için seçmiştir.
İmam Muhammed’e göre ise kıyas, ne babanın ve ne de vasînin küçüğün malında böyle bir tasarrufta bulunmasının caiz olmamasını gerektirir. Ancak babanın tasarrufunun istisna edilmesi vasînin aksine şefkatinin tam olması yüzündendir.
Hakime gelince, satım akdinin doğurduğu haklar ona dönmez. O, sadece elçi mesabesinde olup, akdin hakları onu bağlamaz. Bu yüzden de hakim ve elçiden her birisi için akdin iki tarafını birlikte temsil etmesi caiz olur.
Şâfiîlerin aksine Hanefîlerin çoğunluğu ve İmam Züfer’e göre, nikah akdinde beş yerde tek kişi iki tarafı birden temsil edebilir.
aa) Her iki tarafın velisi veya vekili olan kimse şahitlerin yanında temsil ettiği kimseleri evlendirebilir. “Oğlumu kardeşimin kızı ile evlendirdim” veya “vekili olduğum filanca erkekle, yine vekili bulunduğum falanca kadını evlendirdim” demesi gibi.
bb) Bir taraftan asil, diğer taraftan vekil olan kimse, kendisine nikah için vekalet veren kadını kendisi ile evlendirebilir.
cc) Bir taraftan asil, diğer taraftan veli olan kimse. Bir kimsenin velisi bulunduğu amcasının küçük kızı ile evlenmesi gibi.
dd) Bir taraftan veli, diğer taraftan da vekil olan kimse. “Kızımı müvekkilim filanca erkekle evlendirdim” demek gibi. İki taraftan birlikte asil olmak ise aklen gerçekleşmez. 82
2. Akdin kendisinde bulunması gereken şartlar:
Bu tek şart olup kabulün icaba uygun olmasından ibarettir. 83 Çünkü kabul icaba uygun olmadığı takdirde yeni bir icap yani teklif söz konusu olur. Bu takdirde önceki icap değişeceği için karşı tarafın kabul edici duruma geçmesi gerekir. Meselâ; fiyatı bir milyon lira olan bir malı, alıcı dokuzyüzbin liraya almak istediğini söylese bu, satıcıya yapılan yeni bir fiyat teklifidir. Satıcı bu fiyata razı olunca akit meydana gelmiş olur. Aksi halde satıcı eski fiyat teklifinde israr ederse icapla kabul arasında uygunluk bulunmadığı için akit teşekkül edemez.
Satıcı; “iki kat elbiseyi birlikte sana şu fiyata satıyorum” dese, alıcı yalnız bir kat elbiseyi kabul ettiğini bildirse satış meydana gelmez. Yine satıcı; “şu daireyi içindeki eşyası ile birlikte şu fiyata satıyorum” dese, alıcı; “içindeki eşya dışında yalnız daireyi şu fiyata kabul ettim” diye cevap verse satış meydana gelmez. Çünkü burada satışın bütünlüğü (safka) satıcı aleyhine parçalanmış olur. Alıcının ise bu bütünlüğü parçalama yetkisi yoktur. Diğer yandan kaliteli malla kalitesizini karıştırarak satmak ticari hayatta adetlerdendir. Ancak alıcıya kaliteli kısmı gösterip, gizlice kalitesizleri karıştırmak hileli bir satış olur.
Alıcı, istenenden daha fazlasını kabul etmiş olursa satış meydana gelir. Çünkü çoğun kapsamına az da girer. Bununla birlikte, alıcı satıcının istediği miktarı üstlenmiş olur. Meselâ; satıcı, bir malı on milyona sattığını söylese, alıcı on iki milyona kabul ettiğini bildirse akit meydana gelir. Çünkü on iki milyonun içinde on milyon da vardır. Burada alıcı sekiz milyona kabul ettiğini söylese akit meydana gelmez. Belki bu, alıcının yeni bir teklifi sayılır.
İcapla kabul arasındaki uyumsuzluk miktarda değil de satış bedelinin niteliği üzerinde olsa yine satış meydana gelmez. Meselâ; satıcı peşin bedelle teklifte bulunsa, alıcı veresiye kabul ettiğini bildirse veya satıcı bir ay vade tanımış iken, alıcı bundan daha uzun bir vade kabul etse, icapla kabul arasında uyumsuzluk bulunduğu için satış meydana gelmez.84
3. Akdin yapıldığı yerle ilgili şartlar:
İcap ile kabulün aynı mecliste, tarafların birlikte hazır bulunması suretiyle yapılması gerekir. Buna “meclisin tek oluşu (ittihâdü’l-meclis)” denir. Hazır olmayan tarafın, icabı öğrendiği mecliste kabulü gerekir.
Taraflardan birisi satış için icapta bulunsa, diğeri kabul etmeden önce satış meclisinden çıkıp gitse veya akit meclisinin değişmesine yol açacak nitelikte başka bir işle uğraşsa ve bundan sonra kabul etse, satış meydana gelmez. Bununla birlikte kabul iradesinin açıklanmasında acele etmek (fevr) şart değildir. Çünkü satışı kabul eden kimse çoğu zaman düşünmeye, fiyat araştırması yapmaya muhtaçtır. Eğer fevr şart koşulursa satış üzerinde düşünme fırsatı verilmemiş olur.85
Şâfiî ve Hanbelîlere göre, icapla kabul arasında büyük bir fasıla bulanmamak şartıyla kabulün icaptan sonra olması gerekir. Uzun fasıla ise, alıcının kabulden vazgeçmesi anlamına gelir. İcaptan sonra kısa bir sürenin geçmesi ise zarar vermez.86
Mâlikîlere göre, satış akdinde örfen satıştan başka bir şeye geçilmesi hali dışında, icap ile kabul arasına bir fasılanın girmesi satışa zarar vermez.87
a) Satış meclisinden ayrılma sayılıp sayılmayan haller:
Yolda yürürken veya binek üzerinde giderken, satım akdi yapmak: Bu durumda araya bir fasıla girmeksizin icap ve kabul peşpeşe yapılırsa satış gerçekleşir. Bir iki adım yürünmüş olması zarar vermez. Ancak icapla kabul arasına kısa da olsa bir fasıla ve susma girerse satış meydana gelmez. Çünkü yürümek ve yol almakla satış meclisi değişmiş olur. Delil kıyastır. İslâm müctehidleri bu konuyu secde ayetinin okunmasına ve boşanma için serbest bırakılan (muhayyere) kadının durumuna kıyas yapmışlardır. Nitekim yolda yürürken veya üzerinde farz namaz kılınmayan bir binekte yolculuk yaparken secde ayeti bir kaç defa okunsa, her bir okuyuş için ayrı secde gerekir. Çünkü yolculuk sebebiyle secde ayeti ayrı ayrı yerlerde okunmuş sayılır. Boşama için serbest bırakılan kadın da yalnız bu muhayyerliğin verildiği mecliste bu yetkiyi kullanabilir. Yürüme veya binek üstünde yol alma halinde meclis değişeceği için muhayyerlik hakkı da ortadan kalkar. Boşama yetkisi vekâlet yoluyla verilmiş olursa süreklilik arz eder. Karısını muhayyer bırakma ise “dilersen kendini boşayabilirsin” demekle gerçekleşir. 88
Taraflar durdukları sırada alış-veriş yapsalar satım akdi gerçekleşir. Ancak durdukları sırada birisi satış için icapta bulunsa, diğeri kabulden önce biraz yürüse veya her ikisi birlikte yürüseler yahut da satıcı kabulden önce yürüyecek olsa, bundan sonra alıcı kabul ettiğini bildirse de satım akdi meydana gelemez. Çünkü icaptan sonra taraflardan birisinin veya her ikisinin yürümesi ile meclis değişmiş sayılır. Burada kabulden önce satıcı veya alıcıdan birisinin akit meclisinden kalkıp gitmesi satış teklifini red anlamına gelir.
Gemi, uçak veya trende yapılacak alış-veriş geçerli olur. Bunların durmaları ile hareket halinde bulunmaları arasında fark yoktur.
b) Vekil, elçi veya mektupla alış-veriş yapmak:
Akit meclisinde bulunmayan birisine bir malı satmak veya ondan bir malı satın almak için yapılacak icapla satış gerçekleşmez. Teklif karşı tarafa ulaşıp kabul etse bile sonuç değişmez. Ancak böyle bir satışın vekil, elçi veya mektup aracılığı ile yapılması durumu müstesnadır.
Vekil yetki sınırları içinde müvekkili adına mal satın alabilir ve onun malını başkasına satabilir. Müvekkilin akit meclisinde hazır bulunması şart değildir. Elçi ise sadece temsil ettiği kişinin haberini karşı tarafa ulaştıran kimsedir. Elçi aracılığı ile satış şöyle olur: Satıcı elçiye şöyle talimat verir: “Ben şu kumaşı, burada bulunmayan filan kişiye şu fiyata satıyorum. Onun yanına git ve şöyle de: Filan kişi kumaşını sana şu fiyata sattı.” Elçinin getirdiği mesajı (teklifi) öğrenen alıcı, mesajın iletildiği mecliste “satın aldım” veya “kabul ettim” derse satış gerçekleşir. Burada satıcı ve alıcının ayrı olan yerleri elçi aracılığı ile tek meclis halini almış sayılır.
Mektupla satış ise, satıcının “ben şu malımı sana şu fiyata satıyorum” diye mektup yazması, alıcının mektubu aldığı ve okuduğu mecliste; “ben de o fiyata satın aldım” veya “kabul ettim” diye cevap vermesiyle gerçekleşir. Burada da iki meclis yazıyla hitap yüzünden tek meclis sayılır. Ancak kabul, mektubun kapsamını öğrendikten sonra ikinci bir meclise ertelenirse bununla satım akdi meydana gelmez. Çünkü teklifin bağlayıcılığı mektubun karşı tarafa ulaşıp öğrenildiği ana kadardır.
Diğer yandan mektupla icapta bulunan kimse, karşı tarafın kabulünden ve mektubun ona ulaşmasından önce şahitlerin önünde satış teklifinden dönebilir. Mâlikîlerin çoğunluğuna göre ise mektupla icapta bulunan kimse, karşı tarafa örfün belirlediği makul bir süre tanımadıkça teklifinden dönemez.89
Satım akdinde meclis birliği ile ilgili hükümler kira ve hibe akitlerini de kapsamına alır.
Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre, meclis birliği konusunda nikah akdi de satım akdi gibidir. Ebu Yusuf’a göre ise, nikah akdinde bir taraf, karşı taraf bulunmadığı halde, “Şahit olunuz, burada olmayan filanca ile şu kadar mehirle evlenmeyi kabul ettim” dese, bu haber karşı tarafa ulaşınca, o da “kabul ettim” derse nikah akdi gerçekleşir.90
3. Safka’nın bölünmezliği ilkesi:
Alış-veriş sırasında veya İslâm Devlet başkanına bey’at ederken tarafların el ele tutuşmasına “safka” denir. Bu terim daha sonra bizzat satım akdinin bütünlüğü için kullanılır olmuştur. Bir satış akdinde satıcı, alıcı, satılan şey, satış bedeli, satma ve alma iradelerinin açıklanması gibi unsurların bir bütün olarak bulunması gerekir. Bunlardan birisi eksik olur veya birbirine uygun olarak bulunmazsa akdin bütünlüğü bozulur. Hz. Ömer’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Satım akdi ya tek sözleşme ile tamam olur, ya da muhayyerlik vardır.” 91
Safka’nın bütünlüğü içinde icap ve kabulün birbirine uygunluğu önemli bir yer tutar. Safka’nın parçalanması ya akdi yapanlarla ya da satılan malla ilgili olarak ortaya çıkar.
a) Safka’nın akdi yapanlar bakımından bölünmesi:
Satıcı veya alıcı tek kişi olup satış teklifinde bulunur fakat kabulü yapacak olan taraf birden fazla olursa, bunlardan birisinin satışı kabul edip, diğerlerinin red etmesi halinde akdin bütünlüğü bozulacağı için satış meydana gelmez. Bunun aksine icapta bulunanların sayısı çok olsa, kabul edecek kimse tek kişi bulunsa, icapta bulunanlardan birisinin payını kabul edip diğerlerini reddetmek de bütünlüğü bozar.
b) Safka’nın satılan şey bakımından bölünmesi:
Akdin tarafları bir olur, bunlardan birisi satılan şeyin bir bölümünü kabul, diğer kısmını red ederse, safka’nın bölünmesi sebebiyle satım akdi sahih olmaz. Meselâ; satıcı, “on ton buğdayı şu fiyata satıyorum” diye teklifte bulunsa alıcı “Beş tonunu şu fiyata alıyorum” diye kabul etse, safka bölündüğü için satış meydana gelmez. Burada, alıcının beş ton satın alma teklifini yeni icap kabul edip satıcı da bunu kabul ettiği takdirde yeni bir satım akdi meydana gelir. Ancak satılan şey mislî olur, iki ölçek buğday veya pirinç gibi miktarı da belli olursa, alıcı bunlardan birisini kabul edince, satış bedeli satılanın cüzlerine paylaştırılır. Böylece safka bölünmeden akit gerçekleşmiş olur.
Eğer satılan şey birden fazla olur ve kıyemî nitelikli bulunursa, alıcının bu şeyin bir bölümünü kabul edip bir bölümünü reddetmesi halinde safka bölünmüş olur. İki kumaşı veya iki binek hayvanını birlikte teklif eden satıcıya karşı bunlardan birisini kabul etmek gibi.
Ancak satıcı bu durumda iki çeşit kumaşın veya iki hayvanın fiyatlarını ayrı ayrı belirlemiş ve toplam fiyat söylemişse bu takdirde alıcı bunlardan birisini kendine ait fiyatla kabul etse safka bölünmüş sayılmaz ve satış sahih olarak meydana gelir. Meselâ; iki hayvandan birisine dört milyon, diğerine altı milyon, toplam on milyon lira fiyatla icapta bulunmuşsa, alıcı bunlardan birisini kabul edince ona ait olan fiyatla satış meydana gelmiş olur.
Burada satılan malın miktarı çoğaldıkça fiyatın düşeceği tüccarın uyguladığı esaslardandır. Alıcının çok miktarda mal alması halinde satıcı tüccar sürümden kazanacağı için fiyatı düşürür. Bu yüzden bir elbiseden yüz takım alacağını söyleyen müşteriye satıcı ona göre fiyat verir. Daha sonra alacağı elbise miktarını beş takıma düşürürse, yüz adete göre yapılan pazarlığın değişmesi tabiîdir. Çünkü akdin bütünlüğü parçalanmış olur. Ancak satıcı işin başında standart olan her elbise için ayrı fiyat söylemişse, alıcının beş kat elbiseyi kabul etmiş olması safka’yı parçalamaz ve satış bu sayıda elbise için yapılmış olur. Başka bir deyimle satıcı her standart elbise grubu için ayrı fiyat belirlemekle ayrı icaplarda bulunmuş sayılır.
İcap ve kabul birbirine uygun olarak meydana gelince satım akdi bağlayıcı olur ve taraflardan herhangi birisi için ayıp veya görme muhayyerliği dışında seçimlik hak da bulunmaz.
Mecelle’de bu prensip şöyle belirlenmiştir: “Bir pazarlık sonunda satılan şeyin bir bölümü ayıplı (kusurlu) çıksa, henüz mal kabzedilmemişse alıcı muhayyer olur. İsterse malın tamamını geri verir, dilerse malı, satış bedelinin tamamı ile kabul eder. Onun yalnız ayıplı kısmı geri verip kalanını alıkoyma hakkı yoktur. Eğer satılan şey kabzedilmiş olur ve ayıplı kısmı ayırmakta bir zarar bulunmazsa, alıcının ayıplı kısmı, satış bedelinden payı karşılığında geri verme hakkı doğar. Bu durumda o, satıcı razı olmadıkça malın tümünü geri veremez. Eğer kusurlu kısmın ayrılmasında bir zarar olacaksa tamamını geri verir ya da malın tümünü satış bedelinin tamamı karşılığında kabul eder. Meselâ; dört altın liraya iki kat elbise satın alsa, kabzdan önce bunlardan bir katının kusurlu olduğu ortaya çıksa, iki katını birlikte geri verir. Eğer bu durum kabzdan sonra anlaşılırsa yalnız kusurlu olanı satış bedelinden payı karşılığında geri verir. Diğerini ise satış bedelinin geri kalanı karşılığında elinde tutar. Çünkü elbiseler ayrı ayrı kullanıma elverişlidir. Fakat bir kimse bir çift ayakkabı satın alsa, kabzdan sonra bunlardan birisinin kusurlu olduğu anlaşılsa, ikisini birlikte satıcıya geri verir ve ondan satış bedelini alır.” 92Çünkü bu son durumda ayakkabıyı tek tek alıp satmak mümkün olmaz. Tek ayakkabının geri verilip diğerinin bırakılmasında zarar vardır.
Ebû Hanife ve Mâlikîlere göre, tek pazarlıkla helâl ve haram şeyler birlikte satılsa, satışın tamamı bâtıl olur. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, satış helâl malda sahih, haram malda fâsit olur. Meselâ; bir ton buğday ile bir ton şarap birlikte tek pazarlıkla satılsa Ebu Hanife ve Mâlikîlere göre satış bütünü için bâtıl sayılırken, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre buğday hakkında geçerli, şarapla ilgili kısmı ise fasit olur. Bu iki görüşün dayandığı delil şudur: Ebu Hanife’ye göre tek pazarlıkla yapılan satış (safka) sahih olanla fâsidi birlikte kapsarsa akitteki bozukluk tamamına geçer. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bu bozukluk sahih olan kısma sirayet etmez ve fesadın etkisi yalnız fâsit olanla sınırlı kalır.
Yine bir kimse kendisine ve başkasına ait malı birlikte tek pazarlıkla satsa Hanefi ve Mâlikîlere göre, kendine ait malda satış bağlayıcı olurken, başkasına ait kısmın satışı, mal sahibinin icâzetine bağlı olur. Çünkü bu kısım mevkûf veya fuzûlî’nin satışı niteliğindedir.93
B) Satım Akdinin Sıhhat Şartları:
Akitlere ait sıhhat şartları genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Genel Şartlar:
Bütün satış çeşitlerinin şer’an geçerli olabilmesi için ortak olarak bulunması gereken şartlardır. Satış türlerinin her birinde altı çeşit kusurun bulunmaması gerekir. Bu kusurlar şunlardır: Bilinmezlik, zorlama, satışa süre koyma, garar, zarar ve fasit şartlar. Bunları aşağıda açıklayacağız.
a) Bilinmezlik:
Bununla, tarafları çözülmesi güç olan bir anlaşmazlığa düşüren çok bilinmezlik kastedilir. Çok bilinmezlik taraflar arasında menfaat çekişmesine yol açar ve bunu daha üstün bir delille çözmek mümkün olmaz. Meselâ; bir kimse sürüden belirsiz bir koyun satsa, alıcı en iri olan koçu almak, satıcı ise daha ucuz bir koyun vermek ister. Hayvanın niteliğindeki bu bilinmezlik onları anlaşmazlığa düşürür. Bilinmezlik şu konularda ortaya çıkar:
Satılan malın, alıcıya göre cins, nevi veya miktar olarak bilinmemesi.
Satış bedelinin belirsiz olması. Meselâ; bir şeyi mislinin satış bedeli ile satmak anlaşmazlığa yol açar.
Vadenin belirlenmemesi. Vadeli satışta veya şart muhayyerliğinde vadenin belirlenmemiş olması satım akdini fasit kılar. Veresiye satışta, vade tarihi belirlenmezse satıcı alacağını bir an önce elde etmek, alıcı ise geciktirmek ister. Böylece taraflar arasında bir menfaat çekişmesi doğar. Ancak belirli bir para veya belirli bir mal için yapılan satışta teslimin geri bırakılması caiz değildir. Çünkü satış sırasında mevcut olan satış bedelinin veya malın teslimini geciktirmek anlamsızdır ve karşı tarafa zarar verir.94
Borç teminatlarındaki bilinmezlik de satışı fasit kılar. Satıcı vadeli satış bedeli için bir kefil veya rehin şart koşsa bunların önceden belirli olması gerekir.
b) Zorlama (ikrah):
Zorlamadan maksat, bir kimseyi razı olmadığı bir işi yapmaya zorlamaktır. İkiye ayrılır:
Tam zorlama: Öldürme veya bir organını telef edecek şekilde dövme tehdidi bu türe girer. Meselâ; “Şu arsanı şu fiyata satmadığın takdirde öldürüleceksin” tehdidi altında kalan kimse satışa razı olsa, satışı zor altında yapmış olur. Zorlama kalkınca akdi feshetme hakkı doğar.
Eksik zorlama: Hapis, dövme, sürgün etme gibi tehditler bu çeşide girer. Bu çeşit zorlama da satım akdini fasit kılar. İmam Züfer’e göre ise bu durumda akit “mevkûf satış” olur. Satış fasit kabul edilirse alıcı kabz suretiyle mala malik olur. Mevkûf kabul edilirse kabz ile hiçbir şekilde ona mâlik olamaz. Tercih edilen görüşe göre, mükrehin akdi mevkuftur. Çünkü Hanefilerin ittifaklı görüşüne göre zorlananın, ikrahtan sonra akdi geçerli sayması caizdir ve onun hakkında bağlayıcı olur.95
c) Satışa süre koyma:
Satışa belirli bir süre koymak satım akdini fasit kılar. Çünkü bir malın mülkiyeti süre sınırlamasını kabul etmez. Yani bir mal satıldığı zaman, bu malın mülkiyetinin süresiz olarak karşı tarafa geçmesi asıldır. Ancak bazı muhayyerlikler veya akdin yürürlük kazanması başkasının icazetine bağlı olan durumlar satışı geçici olarak askıda bırakabilir. Meselâ; “Şu dairemi bir yıl süreyle sana şu fiyata sattım” teklifini alıcı kabul etse, böyle bir satış fasit olur. Tarafların satışı bozması gerekir. Çünkü bir yıl sonra daire geri iade edilecekse, bu, satıştan çok kira sözleşmesi niteliğinde olur. Diğer yandan bir yıl içinde mülkiyet hakkını tam olarak kullanma imkânı da bulunmaz. Meselâ; üçüncü bir kişiye satış imkânı olmaz.
d) Garar (Alış-verişte şart koşulan niteliğin ihtimalli oluşu):
Burada garar’dan maksat, şart koşulan niteliğin bulunmama ihtimalidir. Meselâ; bir kimse bir ineği hergün yirmi litre süt verdiğini söyleyerek satsa, ineğin bu kadar süt vermeme ihtimali de vardır. Bu yüzden satış gararlı bir satımdır. Hayvanın yavrusunun yavrusunu satmada da durum böyledir. Çünkü yavru sağ doğmayabilir. Yavru doğmadan önce annesi telef olabilir ya da bir ihtiyaçtan dolayı satılabilir. Bu takdirde hayvanın satıldığı yerlerde onu izleyerek doğacak yavruyu teslim almak büyük sıkıntılar doğurur. İşte meydana gelip gelmemesi ihtimalli olan bu gibi satışlar satım akdini bâtıl kılar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) garar satışını yasaklamıştır. 96 Başka bir hadiste garar satışına şu örnek verilmiştir: “Sudaki balığı satın almayınız. Çünkü bu garardır.” 97 Deniz veya göldeki balık henüz tutulmadan satılırsa iki türlü sakınca ortaya çıkar. Birincisi; satıcının herkese mübah olan bir şeyi henüz elde etmeden (ihraz) başkasına satması, ikincisi; alıcı ile anlaştığı miktar ve kalitede balık avlayabilmesinin belirsiz ve ihtimalli oluşudur. Ancak özel havuzlarda yetiştirilen sahipli alabalık ve benzerlerini bundan istisna etmek gerekir. Çünkü her an istenildiği kadar balık tutma imkânının bulunması ve havuzun herkese ait mübah bir yer olmaması satım akdini ifayı mümkün hale getirmektedir.
e) Zarar:
Burada, satılan malın satıcıya zarar vermeden alıcıya tesliminin mümkün olmaması kastedilir. Meselâ; çatıdan belli bir kirişi satmak veya takım elbiselik olarak ayrılan kumaştan bir metre satmak satışı fâsit kılar. Çünkü binanın bir kirişini sökmek, bu kirişin bağlı olduğu yerlere zarar vereceği gibi, birer takım elbise veya mantoluk ayrılmış kumaştan da bir metresinin satılması geri kalan kısmın tapon mal olarak elde kalmasına yol açabilir. Her iki örnekte de bundan satıcı zarar görür. Her nasılsa yapılmış olan böyle bir satışı, satıcı bozabilir. Ancak bu çeşit satış bilerek yapılmış olur ve mal alıcıya teslim edilmiş bulunursa akit geçerli olur. Burada satıştaki bozukluk şerîatın hakkından çok kişinin hakkını korumak için belirlenmiştir.98
f) Fâsit şart:
Satıcı veya alıcıdan yalnız birisi için üstün bir yarar sağlayan şarta “fâsit şart” denir. Böyle bir şartın İslâm tarafından konulmamış olması, örfleşmiş bulunmaması, akdin gerektirdiği veya akde uygun düşen nitelikte bir şart olmaması gereklidir. Meselâ; bir kimsenin evini, içinde bir yıl oturmak şartıyla satması veya arazisini müşterinin satış bedelinden ayrı olarak bir miktar ödünç para vermesi şartıyla satması bunlara örnek verilebilir.
Fâsit şart; satış, kira ve taksim gibi mâlî bedelli bir akitte bulunduğu zaman bu akdi fâsit kılar. Fakat teberruât (hibe, sadaka), tevsîkat (rehin, kefâlet) ve evlilik akdi gibi bedelsiz akitlerde konulacak fasit şart yok (lağv) sayılır ve bunlar geçerli olarak meydana gelir. Meselâ; bir yıl parasız oturmak şartıyla bir daire satılsa bu satım akdi fasit olurken, bir nikah akdinde kadının geçimini kendi gelirinden karşılayacağı şart koşulsa, bu şart yok sayılır ve nikah akdini etkilemez.
Diğer yandan bir İslâm toplumunda taraflardan birisine üstün yarar sağlayan bazı fâsit şartlara başvurulması örf halini almış olabilir. Bu takdirde “örf” deliline dayanarak bu şartın geçerli olduğuna hükmedilir. Bir firmanın bir yıl süreyle tamir ve bakımını ücretsiz olarak yapmak şartıyla beyaz eşya veya bilgisayar gibi mallarını satmasını buna örnek verebiliriz. Bu uygulama bir beldede teâmül halinde yaygınlaşınca meşrû olur.99
2. Özel şartlar:
Satış çeşitlerinin bazılarında bulunup, bazılarında bulunmayan şartlardır. Satılan malın niteliğine ve akdin çeşidine göre özelliği olan şartları şu şekilde belirleyebiliriz:
a) Kabzdan önce satış yasağı:
Bu yasak yalnız menkul (taşınabilir) malların satışında söz konusu olur. Çünkü Allah elçisi; “Bir gıda maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe başkasına satmasın”100 buyurmuştur. Menkul malın kabzdan önce telef olması halinde, bunu teslim almadan satan kimse satım akdini ifaya güç yetiremez.
Gayri menkullerde ise telef olma nadir olarak vukubulduğu için bunların kabzdan (teslim almadan) önce satışı Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre caiz görülmüştür. Böylece taşınmazların niteliğine uygun olan özel satış şartları ortaya çıkmıştır.101
b) Güvene dayanan satış çeşitlerinde önceki alış fiyatının
bilinmesi:
Satım akdi murâbaha (kâr oranı belirli), tevliye (başabaş satış) veya vazîa (zararına satış) gibi güvene dayalı satış çeşitlerinden ise önceki satış bedelinin bilinmesi gerekir. Meselâ; “bu malı yüzde yirmi kârla satıyorum” denildiği zaman, malın önceki alış fiyatı bilinmeli ki bunun üzerine yüzde yirmi kâr eklenebilsin. “Başabaş veya şu kadar zararla satıyorum” denildiği zaman, satış fiyatının belirlenmesi, önceki alış fiyatının veya maliyetin bilinmesini gerektirir. Burada müşteri, kendisine verilen bilgilere güvenerek malı almaya karar verdiği için bu şekil satış çeşitlerine “emânet” veya “güvene dayalı satım akdi” adı verilmiştir.
c) Sarf akdinde bedellerin peşin verilmesi:
Satım akdi altın, gümüş, para veya dövizin birbirleriyle mübadelesi gibi sarf akdi (sarrafın veya döviz alım-satımı yapanların muameleleri) niteliğinde olursa, taraflar birbirinden ayrılmadan önce iki bedelin de kabzedilmesi şarttır. Aksi halde faize düşülmüş olur. Meselâ; altın altınla, altın gümüşle veya bunlar nakit para ile mübadele edilmek istenince mübadelenin peşin olması gerekir. Bunlarda veresiye satış “nesîe ribası”na yol açar. Delil sünnet ve sahabe uygulamasıdır. İleride sarf ve faiz konusunu geniş olarak açıklayacağız. Burada uygulamadan bir örnek vermekle yetineceğiz.
Ashab-ı kiramdan Mâlik b. Evs (r.a) şöyle demiştir: “Yüz dinar altın parayı (yaklaşık 400 gr. altın para), gümüş para olan dirhemle değiştirmek istedim. Talha b. Ubeydillah (r.a) beni çağırdı, pazarlık edip anlaştık. Benden dinarları aldı ve çevirmeye başladı. Sonra hazinedarım ormandan gelince bedelini veririz, dedi. Hz. Ömer de yaptığımız bu muameleyi izliyordu. Bana hitaben; “Vallahi dir-hemleri alıncaya kadar Talha’nın yanından ayrılma. Çünkü Hz. Peygamber bunların mübadelesinin peşin yapılmasını emir buyurdu” dedi.102
d) Selem’de para peşin standart malın veresiye olması:
Eğer satış, para peşin mal veresiye olan “selem akdi” niteliğinde olursa selem’in şartlarını taşıması gerekir. İleride selem akdini açıklayacağız.
e) Faiz cereyan eden şeylerin peşin mübadele edilmesi:
Eğer mal, kendisinde faiz cereyan eden ribevî mallardan ise, aynı cinsin birbiriyle mübadelesinin eşit ve peşin yapılması gerekir. Cinsler değişik olunca ise peşin olmak şartıyla miktarları farklı olabilir. Meselâ; yirmi iki ayar altın aynı ayardaki altınla peşin ve eşit olarak değiştirilebilir. Bu yapılamazsa, satışın para, döviz veya gümüş gibi başka bir değerle gerçekleştirilmesi gerekir. Şâfiîlerde sarraf, altını altınla mübadelede kâr olarak “işçilik” alabilir. Buğday ve arpa gibi standart malların trampası da peşin olarak yapılabilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuzla misli misline, birbirine eşit olarak ve peşin satılırlar. Ancak bu cinsler farklı olunca istediğiniz gibi satış yapınız.” 103
f) Paradan başka alacakların kabzdan önce satılamaması:
Zimmette borç olarak sabit olan şeylerin başkasına satılabilmesi için kabz gerekir. Meselâ; para peşin, mal veresiye bir satış şekli olan selem’de; üç ayın sonunda teslimi şart koşulan standart bir malı, alacaklı teslim almadıkça başkasına satamaz. Yine alacaklının da alacağı karşılığında kabzetmeden önce, borçludan başkasından bir şey satın alması geçerli değildir. Ancak karşılıklı rıza ile bir para alacağının başkasına havalesi (ciro) de mümkün ve caizdir. Bu takdirde alacağı belgeleyen senet veya çek gibi belgelerin satıcıya ciro edilmesi, ona, alacağı gününde tahsil yetkisi vermektedir. Bu nedenle başkasından ciro yoluyla alınan bir senet veya çek karşılığında üçüncü kişilerden mal satın alınması ya da bunların, miktarı denk borçların ödenmesinde kullanılması mümkündür.
C) Akdin Yürürlük Kazanması (Nefâz) İçin Gerekli Şartlar:
Nefâz sözlükte; geçmek, gitmek ve caiz olmak demektir. Bir fıkıh terimi olarak bir akdin başkasının icazetine veya iznine bağlı olmaksızın yürürlük kazanmasını ifade eder. Akdin yürürlük kazanması için iki şartın bulunması gerekir. Bunlar da mülk veya velâyet ile akit konusu olan şeyde başkasına ait bir hakkın bulunmamasıdır. Aşağıda bunları açıklayacağız:
1. Mülk veya Velâyet:
Kişinin, şer’î bir engel bulunmadığı zaman tek başına tasarrufta bulunmak üzere malik sıfatıyla sahip olduğu şeye “mülk” denir. Akıl hastası, bunak veya eksik ehliyetli kimseler kendilerine ait mülkler üzerinde tasarruf ve yararlanma hakkına sahiptirler. Fakat şer’î bir engel yüzünden bu tasarruf yetkisini onlar adına kayyım veya vasileri kullanır. Buradaki şer’î engel onların velâyet altında bulunmalarıdır.104
Velâyet; kendisi aracılığı ile akdin gerçekleşip yürürlük kazandığı şer’î yetkiyi ifade eder. Velâyet ya kişinin kendi işlerini bizzat kendisinin üstlenmesi şeklinde olur, ya da bu yetkiyi başkasının üstlenmesi tarzında olur. Meselâ; akıllı ve ergin kimse kendi işleri üzerinde bağımsız velâyet yetkisine sahiptir. Buna, rüşd yaşına ulaşınca malî konularda tam tasarruf yetkisi de eklenir. Rüşd; malı saçıp savurmaksızın yerinde ve ölçülü kullanma olgunluğunu ifade eder. Bu yüzden rüşd yaşı ülkeden ülkeye beldeden beldeye değişebilir. Bir kimsenin işini başkasının üstlenmesi ya vekâlet yoluyla ya da velâyet yoluyla olur. Vekil kişinin kendisi tarafından belirlenirken, veliler İslâm tarafından belirlenmiştir. Eksik ehliyetliler için mâlî konularda veliler; baba, dede, hakim ile babanın veya dedenin yahut hakimin tayin edeceği vasîdir. Bunların veli olmasında şu sıra gözetilir: Baba, sonra onun vasîsi, dede, sonra onun vasîsi, hakim ve sonra onun vasîsi. Eğer vasi tayin edilmemişse veliler sırasıyla baba, dede ve hakimdir.105
Bu duruma göre, satılan malın satıcının mülkü olması gerekir. Bu yüzden başkasına ait mülkü yetkisiz olarak satan kimsenin (fuzûlî) bu satışı yürürlük kazanamaz. Çünkü satım akdi mülk veya velâyet yetkisine dayanmamıştır. Ancak Hanefîlere göre fuzûlî’nin satışı, mülk sahibinin icazetine bağlı olarak meydana gelir. Malın sahibi icazet verirse satış yürürlük kazanır, aksi halde akit ortadan kalkar. Şâfiîlere göre mülk veya velâyet satım akdinin meydana gelme (in’ikad) şartlarından sayılmıştır. Bu yüzden onlar fuzûlî’nin satışını batıl saymışlardır.106
Aşağıda fuzûlî’nin hukûkî tasarruflarını açıklayacağız:
a) Yetkisiz temsilcinin (Fuzûlî) yaptığı muameleler:
Başkasına ait bir malı velâyet veya vekâlet gibi haklı bir nedene dayanmaksızın yetkisiz olarak satan kimseye “fuzûlî” denir. Fuzûlî, alım, satım, kira, rehin gibi bir muameleyi mal sahibi adına yaptığını söylediği için, biz buna “yetkisiz temsilci” terimini kullanacağız.
Yetkisiz temsilcinin başkası adına mal alması veya satması farklı şekilde değerlendirilir.
Hanefîlere göre yetkisiz temsilcinin başkasına ait malı satışı, mal sahibinin bu satışı kabul etmesi şartına bağlı olarak meydana gelir. Mal sahibi satışa izin verirse, satış baştan itibaren geçerlilik kazanır. İzin vermezse satış ortadan kalkar. Böyle bir satışa “mevkûf satım akdi” denir. Diğer yandan yetkisiz temsilcinin satışı kendisi veya mal sahibi adına yaptığını söylemesi de sonucu değiştirmez. Çünkü mal başkasına ait olduğu için yetkisiz temsilci üzerinde sonuç doğurmaz.
Yetkisiz temsilcinin başkası adına mal satın almasına gelince; eğer malı alırken kendi adına aldığını belirtmiş olursa satın alma kendi adına sonuç doğurur. Çünkü prensip olarak akit yapanlar aksi belirtilmedikçe bunu kendi adına yapmış sayılırlar.
Fuzûlî, satın almayı başkası adına yaptığını söyler veya kendisinin eksik ehliyetli olması yüzünden, akit onun üzerinde yürürlük kazanamazsa, akit kendisi adına satın alınan kimsenin icazetine bağlı olarak meydana gelir. O kişi, bu satın almayı kabul ederse akit yürürlük kazanır. Bu durumda fuzûlî, akde ait hakların kendisine döndüğü bir vekil olarak kabul edilir.107
Mâlikîlere göre, satım ve alım arasında bir ayırım söz konusu olmaksızın, fuzûlî’nin alım-satımı ilgilinin vereceği icazete bağlı olarak meydana gelir. Eğer ilgili kimse icazet verirse akit geçerli, vermezse bâtıl olur. Çünkü sonradan verilen icazet, önceden verilen izin veya vekâlet gibidir.108
Fuzûlî’nin yapacağı akdin geçerli oluşu şu delillere dayanır. Kur’an-ı Kerim’de alış-verişin mübah olduğunu bildiren ayetlerde fuzûlî olanla olmayan arasında bir ayırım yapılmamıştır. Ayetlerde şöyle buyurulur: “Allah alış-verişi helal kılmıştır.” 109, “Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz. Meğer ki tarafınızdan karşılıklı rıza ile yapılmış ticaret ile ola.”110, “Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan arayın.”111
Fuzûlî tam ehliyetli kimsedir. Bu yüzden onun akdine geçerlilik kazandırmak ihmal etmekten daha üstündür. Hz. Peygamber (s.a)’in uygulaması da bu yönde olmuştur. Nitekim Rasûlullah (s.a), Hakîm b. Hizâm’a kurbanlık bir koyun satın alması için bir dinar altın para vermiş, o da bir dinara iki koyun satın almış, bunlardan birisini bir dinara satmış ve Allah’ın elçisine bir dinar ve bir koyun geri getirince Resûlullah (s.a) onu övmüş ve: “Allah bu yaptığın alış-verişte sana bereket ihsan etsin.” buyurarak, onun için bereketle dua etmiştir.112 Başka bir rivayette benzeri olay Urvetü’l-Bârikî (r.a) ile ilgili olarak nakledilmiştir.113 Allah elçisi yukarıdaki iki durumda da ikinci koyunun satın alınmasını da satılmasını da emretmemiştir. Buradan onun, yetkisiz temsilcinin satım akdine izin verdiği anlaşılmaktadır.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise fuzûlî’nin satışı geçerli değildir. Hanbelîler şu ayırımı yapmıştır. Fuzûlî kendi zimmetinde olmak üzere satın alır ve ismini belirtmediği bir kişi adına niyet ederse satış geçerli olur. Yetkisiz temsilcinin satışını caiz görmeyenlerin dayandığı delil şu hadislerdir: “Bir kimse mâlik olmadığı şeyi satamaz”114 “Yanında olmayan şeyi satmak helâl değildir.”115 Bundan maksat ise satıcının mülkiyeti altında olmayan şeyin satışıdır. Fuzûlî’nin satışında, satılanın teslimine güç yetirememe ihtimali yanında, anlaşmazlığa yol açması da muhtemeldir. Yukarıda zikredilen Hakim b. Hizam ve Urve hadisleri bunların mutlak vekil olduklarını gösterir. Onun koyunu satıp geri kalanı teslim etmesi buna delâlet eder. Burada vekâletin kapsamı hayırlı bir sonuç için genişletilmiştir.116
b) Yetkisiz temsilcinin tasarrufuna icazet vermenin şartları:
aa) Akit sırasında akde icazet verecek birisinin bulunması gerekir. Meselâ; başkasının bir kısım malını izinsiz olarak tasadduk eden kimsenin bu tasarrufu malın sahibi ehliyetli ise mevkûf olarak meydana gelir. Ancak tasadduk edilen bu malın sahibi küçük çocuk olursa, bu akdi yapmağa ehil bulunmadığı için onun adına yapılacak tasarruf geçerli olmaz.
bb) Satışa icazetin; satıcı, alıcı, mâlik ve satılanın bulunması sırasında yapılması gerekir. Bunlardan herhangi birisinin helâkinden sonra icazet verilse satım akdi bâtıl olur.
cc) İlgilinin reddetmesi halinde akdin fuzûlî üzerine geçerli olmasına imkân bulunmamalıdır.117
2. Satılan malda başkasına ait bir hakkın bulunmaması:
Satılan şeyde başkasına ait bir hak bulunursa böyle bir satım akdi, hak sahibinin icazetine bağlı (mevkûf) olarak meydana gelir. Hak sahibi izin verirse satış yürürlük kazanır, izin vermezse, satış ortadan kalkar. Böyle bir akde “mevkûf satım akdi” denir. İpotekli olan veya içinde kiracı bulunan mülkün satılması bu niteliktedir. Çünkü böyle bir satış, alacaklının veya kiracının haklarını ihlâl eder, bu ise caiz olmaz. Bazı fakihler bu çeşit satışı fasit sayarken, bazısı icazete bağlı akit (mevkûf) kabul etmiş olup, doğru olan bu sonuncu görüştür. Çünkü satım akdi ehliyetli kişilerce, mütekavvim ve teslimine güç yetirilebilen bir mal üzerinde yapılmıştır. Burada borç ödenerek ipotek çözülebilir ve mal borçluya teslim edilir. İpotek hakkı sahibinin ve kiracının satışa icazet vermesi ihtimali de vardır. Ancak bu muameleler gerçekleşinceye kadar satım akdi askıda (mevkûf) kalır. İcazet gerçekleşince satış yürürlük kazanır. Kudûrî ise, kiracının kiradaki yer satılınca, satışı fesih hakkının bulunmadığını söyler. Çünkü onun hakkı yararlanma olup, kiralanan şeyin kendisi üzerinde değildir.118
Günümüz bilginlerinden ez-Zerka’ya göre ise burada satışa icazet vermek yerine, konuyu rehin alanın veya kiracının rızası olmadıkça satılan malın alıcıya teslim edilemeyeceği şeklinde anlamak gerekir. Böylece hak sahipleri korunmuş olur. Belki burada alıcı, satım akdini feshetmek veya satılanı teslim alabilmek için rehin (ipoteğin) çözülmesini ya da kira süresinin sona ermesini beklemek arasında bir tercih yapma hakkına sahip olmalıdır.119
D) Satım Akdinin Bağlayıcılık (Lüzûm) Şartları:
Satışın bağlayıcı olmasının şartları; meydana gelme, sıhhat ve yürürlük (nefâz) şartlarından sonra gelir. Bir satım akdinin bağlayıcı olması için akdi yapanlara feshetme imkânı veren muhayyerliklerden hiç birisinin bulunmaması gerekir. Satıcı veya alıcıya satışı feshetme imkânı veren muhayyerliklere; şart, görme, ayıp (kusur), yalan veya hile ile birleşen aldanma muhayyerliğini örnek olarak verebiliriz. Bu muhayyerlik haklarından birisine sahip olan satıcı veya alıcı için satım akdi bağlayıcı olmaz. Bu kimse satışı feshetme veya kabul etme arasında seçimlik hakka sahiptir. Meselâ; bir malı görmeden satın alan kimse için “görme muhayyerliği hakkı” söz konusu olur. Malı görünce beğenmez veya daha önce konuşulan niteliklere uymadığını anlarsa, satışı bozabilir veya malı beğenerek satım akdini kesinleştirebilir.120
Bu duruma göre satım akdinde meydana gelme (in’ıkad) şartlarından birisi bulunmazsa satış bâtıl; sıhhat şartlarından birisi olmazsa fâsit; yürürlük (nefâz) şartlarından birisi bulunmazsa akit mevkûf (yürürlüğü durdurulmuş) olur. Bağlayıcılık (lüzum) şartı bulunmayan bir satışı ise, muhayyerlik hakkına sahip olan kimse feshedebilir (Bâtıl, fâsit, mevkûf akitler ve muhayyerlik için; “Akit Çeşitleri”, “Akitlerin Sona Ermesi” ve “Akitlerde Muhayyerlikler” konularına bkz.).