III - SA­TIM AK­Dİ­NİN ŞART­LA­RI

 

Bir sa­tım ak­din­de dört çe­şit şar­tın bu­lun­ma­sı söz ko­nu­su olur. Bun­lar fı­kıh kay­nak­la­rın­da şu baş­lık­lar al­tın­da in­ce­le­nir: Mey­da­na gel­me (in’ikâd) şart­la­rı, ge­çer­li ol­ma (sıh­hat) şart­la­rı, yü­rür­lük ka­zan­ma (nefâz) şart­la­rı ve bağ­la­yı­cı ol­ma (lüzûm) şart­la­rı. Bu şart­la­rın ama­cı, in­san­lar ara­sın­da­ki an­laş­maz­lık­la­rı ön­le­mek, ta­raf­la­rın kar­şı­lık­lı men­fa­a­ti­ni ko­ru­mak, al­dan­ma ris­ki­ni kal­dır­mak ve bi­lin­mez­li­ğin yol aça­bi­le­ce­ği hak­sız­lı­ğı gi­der­mek­tir. Mey­da­na gel­me şar­tı ek­sik olan akit bâtıl olur. Sıh­hat şar­tı ye­ri­ne gel­mez­se Hanefîlere gö­re akit fa­sit olur. Yü­rür­lük şar­tı bu­lun­maz­sa akit ica­ze­te ka­dar as­kı­da (mevkûf) ka­lır. Bağ­la­yı­cı­lık şar­tı bu­lun­ma­yan akit­te ise, ta­raf­la­rın mu­hay­yer­lik hak­kı söz ko­nu­su olur. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız:

 

  A) Mey­da­na Gel­me (İn’ikâd) Şart­la­rı:

Bir ak­din şer’an ta­mam sa­yı­la­bil­me­si için ge­rek­li olan şart­la­ra mey­da­na gel­me şart­la­rı de­nir. Bu şart­lar­da­ki bir ek­sik­lik ak­di bâtıl kı­lar.

Hanefîlere gö­re, mey­da­na gel­me şart­la­rı dört kıs­ma ay­rı­lır. Bun­lar ak­di ya­pan­lar­la, ak­din ken­di­si ile, ak­din ya­pıl­dı­ğı yer­le ve­ya ak­din ko­nu­su ile il­gi­li şart­lar­dır.

 

  1. Ak­din ta­raf­la­rı ile il­gi­li şart­lar:

 

  a) Eh­li­yet:

Ha­ne­fi­le­re gö­re alış-ve­riş ya­pa­cak olan kim­se­nin akıl­lı ol­ma­sı, ya­ni iyi ile kö­tü­yü, kârla za­ra­rı ayı­ra­bi­le­cek bir akıl ol­gun­lu­ğu­na ulaş­ma­sı ge­re­kir. Bu da ge­nel ola­rak ye­di ya­şı­nı dol­dur­mak­la ka­za­nı­lır. De­lil Hz. Pey­gam­be­rin şu ha­di­si­dir: “Ye­di ya­şı­na gir­dik­le­ri za­man ço­cuk­la­rı­nı­za na­ma­zı em­re­di­niz.” 70 Bu ha­di­se gö­re ye­di ya­şın­da na­ma­zın an­la­mı­nı kav­ra­ya­bi­len bir ço­cuk gün­lük ba­zı muame­le­le­rin an­la­mı­nı da kav­ra­ya­bi­lir. Bu­na gö­re, akıl has­ta­sı ile tem­yiz gü­cü­ne sa­hip ol­ma­yan ye­di ya­şın­dan kü­çük­le­rin alış-ve­riş yap­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. Kü­çü­ğün ve­ya zor­la­nan (mük­reh) ki­şi­nin yap­tı­ğı alış-ve­ri­şin hük­mü­nü şöy­le­ce açık­la­ya­bi­li­riz:

 

  Mü­mey­yiz kü­çü­ğün alış-ve­ri­şi:

Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re, ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da bu­lu­nan mü­mey­yiz kü­çü­ğün ya­pa­ca­ğı alış-ve­riş ve­li­si­nin iz­ni bu­lun­mak şar­tı ile ge­çer­li olur. Ak­si hal­de ve­li­si izin ve­rin­ce­ye ka­dar sa­tış ak­di as­kı­da (mevkûf) ka­lır. Da­yan­dık­la­rı de­lil şu­dur: Ço­cu­ğun yap­tı­ğı ta­sar­ruf, onun ira­de­si­ne de­ğil ger­çek­te ve­li­si­nin iz­ni­ne da­ya­nır. Çün­kü böy­le bir alış-ve­riş­te ço­cuk bir tellâl gi­bi olup, asıl ak­di ya­pan baş­ka­sı ya­ni ve­li ol­mak­ta­dır. Di­ğer yan­dan ço­cu­ğun alış-ve­riş yap­tı­rı­la­rak de­nen­me­si ve tec­rü­be ka­zan­dı­rıl­ma­sı da ge­re­kir. Çün­kü er­gin­lik ve rüşd ça­ğı­na ula­şın­ca, ma­lı ken­di­si­ne tes­lim edi­le­cek­tir. Alış-ve­ri­şin ve­li­nin kont­ro­lü al­tın­da ya­pıl­ma­sı ço­cu­ğun al­dan­ma­sı­nı ön­ler ve ma­lı­nı ko­ru­muş olur.71

Şâfiîlere gö­re ise, ço­cu­ğun eh­li­ye­ti bu­lun­ma­dı­ğı için ya­pa­ca­ğı alış-ve­riş mey­da­na gel­mez. Çün­kü ak­di ya­pan sa­tı­cı ve­ya alı­cı ol­sun, re­şid ol­ma­sı ge­re­kir.  Rüşd ha­li ise bir kim­se­nin er­gin­li­ği, di­ni­nin doğ­ru­lu­ğu ve ma­lı­nı doğ­ru kul­lan­ma­sı ile an­la­şı­lır. De­lil şu ayet­tir:

“Al­lah’ın si­zi ba­şı­na dik­ti­ği mal­la­rı be­yin­siz­le­re ver­me­yin.”72 Ço­cu­ğa, alış-ve­riş yap­ma­sı için mal­da ta­sar­ruf iz­ni ver­mek, ma­lı sa­çıp sa­vu­ra­cak olan se­fih­le­re ver­mek gi­bi­dir. Her iki­sin­de or­tak nok­ta akıl ek­sik­li­ği yü­zün­den ma­lın za­yi ol­ma en­di­şe­si­dir. Şâfiîler şu dört ki­şi­nin sa­tım ak­di­ni bâtıl say­mış­tır: Mü­mey­yiz ol­sun ve­ya ol­ma­sın kü­çük, akıl has­ta­sı, mü­kel­lef ol­sa bi­le kö­le ve âmâ. 73

An­cak er­gin­lik ça­ğı­na ka­dar ço­cu­ğun hiç­bir alış-ve­riş ya­pa­ma­ya­ca­ğı­nı söy­le­mek ço­cu­ğun ye­tiş­me­si­ne en­gel teş­kil ede­bi­lir. Bu ya­sa­ğı ma­lı ve ser­ve­ti ken­di­si­ne tes­lim edi­le­rek alış-ve­riş­te ta­ma­men ser­best bı­ra­kıl­ma­sı uy­gun de­ğil­dir, şek­lin­de an­la­mak ge­re­kir. Bu yaş­ta ve­li kont­ro­lü ge­rek­ti­ği için ço­cu­ğun ma­lı sa­çıp sa­vur­ma teh­li­ke­si bu­lun­maz. Za­ten ma­lın tes­li­mi rüşd’ten son­ra olur.

Ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da­ki mü­mey­yiz kü­çük­le­rin ya­pa­ca­ğı hukukî ta­sar­ruf­lar üçe ay­rı­lır:

 

 

aa) Ya­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar: Odun ve ot top­la­mak, av­lan­mak, hi­be­yi, sa­da­ka­yı, va­si­ye­ti ve­ya bor­cu için kefâleti ka­bul et­mek gi­bi mü­mey­yiz kü­çü­ğün ta­ma­men ya­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar ge­çer­li­dir. Bun­lar için ve­li­si­nin ön­ce­den iz­ni ve­ya ta­sar­ruf­tan son­ra ica­ze­ti şart de­ğil­dir.

bb) Za­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar: Ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da­ki ço­cu­ğun ma­lı­nı baş­ka­sı­na hi­be, sa­da­ka ve­ya ödünç ola­rak ver­me­si ya­hut baş­ka­sı­nın bor­cu­na ke­fil ol­ma­sı gi­bi hu­ku­ki ta­sar­ruf­la­rı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü bun­lar onun ta­ma­men za­ra­rı­na olup ve­li i­ca­zet ver­se bi­le yü­rür­lük ka­zan­maz­lar. Çün­kü za­rar­lı ta­sar­ru­fa ve­li­nin ica­zet ver­me yet­ki­si yok­tur.

cc) Ya­rar­lı da za­rar­lı da ola­bi­len ta­sar­ruf­lar: Mal sat­mak, sa­tın al­mak, ki­ra­ya ver­mek ve­ya ki­ra ile yer tut­mak, or­tak­lık ve ben­ze­ri akit­ler kü­çük ço­cuk için ya­rar­lı da za­rar­lı da ola­bi­lir. Bu yüz­den mü­mey­yiz kü­çü­ğün ya­pa­ca­ğı bu gi­bi akit­ler ve­li­si­nin iz­ni­ne bağ­lı ola­rak (mevkûf) ge­çer­li­dir. Ve­li, ço­cuk er­gin­lik ça­ğı­na ula­şın­ca­ya ka­dar ak­de ica­zet ve­re­bi­le­ce­ği gi­bi, er­gin­lik ça­ğın­dan son­ra ço­cuk da biz­zat ak­di de­vam et­tir­me­ye ka­rar ve­re­bi­lir.74

 

  Mükrehin sa­tı­şı:

Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re, zor al­tın­da bu­lu­nan kim­se­nin ya­pa­ca­ğı, alım-sa­tım, ki­ra ve ben­ze­ri akit­ler fâsittir. Zor­la­ma ölüm­le kor­kut­ma gi­bi tam ol­sun (mülcî) ve­ya yal­nız döv­mek, bir kı­sım ma­lı te­lef et­mek­le teh­dit gi­bi ek­sik (gay­ri mülcî ik­rah) bu­lun­sun so­nuç de­ğiş­mez. Çün­kü ira­de­nin zor­lan­ma­sı akit­le­rin sıh­hat şart­la­rın­dan olan rı­za­yı yok eder. Ni­te­kim yü­ce Al­lah şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ey iman eden­ler! Mal­la­rı­nı­zı ken­di ara­nız­da bâtıl yol­lar­la ye­me­yi­niz. Me­ğer ki ara­nız­da kar­şı­lık­lı an­laş­ma­dan do­ğan bir ti­ca­ret ile ola.”75 İş­te bir kim­se rı­za­sı dı­şın­da bir akit yap­ma­ya zor­lan­mış­sa, zor­la­ma kal­kın­ca bu­nu fes­het­me ve­ya de­vam et­tir­me hak­kı­na sa­hip­tir. Ma­lın kab­ze­dil­me­si ha­lin­de, di­ğer fâsit akit­ler­de ol­du­ğu gi­bi alı­cı le­hi­ne mül­ki­yet sa­bit olur. Mük­re­hin sa­tış be­de­li­ni kab­zet­me­si ve­ya sa­tı­lan şe­yi is­te­ye­rek tes­lim et­me­si de ak­di bağ­la­yı­cı ha­le ge­ti­rir. Zor­la­na­nın sa­tı­şı ile di­ğer fa­sit sa­tış­lar ara­sın­da şöy­le bir fark var­dır. Zor­la­nan kim­se söz­le ve­ya fi­il­le sa­tı­şa izin ve­rir­se akit ca­iz olur ve fe­sat du­ru­mu or­ta­dan kal­kar. Di­ğer fa­sit sa­tış­lar­da ise fe­sat şer’i bir se­bep­ten kay­nak­lan­dı­ğı için ica­zet ve­ril­se bi­le fe­sat kalk­maz.

Mük­re­hin sa­tı­şı­nı fa­sit say­mak onun hak­kı­nı ko­ru­mak için­dir. Bu yüz­den mük­re­hin sa­tı­şı “mevkûf (yü­rür­lü­ğü dur­du­rul­muş) sa­tım ak­di”ne ben­ze­til­miş­tir. Bu­nun adı­na da “mevkûf fa­sit sa­tış” de­nil­miş­tir.

İmam Zü­fer’e gö­re, zor­la­ma sa­tış ak­di­nin yü­rür­lü­ğü­nü dur­du­rur. Bu, yet­ki­siz tem­sil­ci­nin (fuzûlî) sa­tı­şı gi­bi, mevkûf sa­hih bir akit­tir. Yü­rür­lük ka­zan­ma­sı, zor­la­ma kalk­tık­tan son­ra, zor­la­na­nın ica­zet ver­me­si­ne bağ­lı­dır. Böy­le­ce zor­la­na­nın hak­la­rı ko­run­muş olur, an­cak sa­tı­şı de­vam et­tir­mek is­ter­se bu­na da şer’i bir en­gel bu­lun­maz.76

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, bir kim­se­nin ken­di ma­lı­nı hür ira­de­siy­le sat­ma­sı ge­re­kir. Bu yüz­den mük­re­hin ken­di ma­lı­nı zor al­tın­da ka­la­rak sa­tı­şı ak­din mey­da­na gel­me­si­ne en­gel olur. Çün­kü Kur’an-ı Ke­rim’de; “Me­ğer ki, ara­nız­da kar­şı­lık­lı an­laş­ma­dan do­ğan bir ti­ca­ret ile ola.” 77 bu­yu­rul­muş­tur. Hz. Pey­gam­ber (s.a.) de şöy­le bu­yur­muş­tur: “Üm­me­tim­den ha­ta, unut­ma ve zor­la­ma al­tın­da yap­tık­la­rı şey­le­rin hük­mü kal­dı­rıl­mış­tır.”78

Hak­lı zor­la­ma ha­li ise sa­tı­şa en­gel de­ğil­dir. Me­se­la; bir kim­se­nin mes­ci­din, yo­lun ve­ya kab­ris­ta­nın ge­niş­le­til­me­si için evi­ni sat­ma­ya mec­bur tu­tul­ma­sı ve­ya bor­cun ya da na­fa­ka­nın öden­me­si için borç­lu­nun ma­lı­nı sat­ma­ya zor­lan­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir.

 

  Tel­cie (ema­net) sa­tı­şı:

Ma­lı­nın elin­den alın­ma­sın­dan kor­kan kim­se, bu­nu baş­ka­sı­na ema­net ola­rak ve­rir, fa­kat top­lu­ma kar­şı rü­kün ve şart­la­rı­na uya­rak bu ma­lı­nı sat­tı­ğı­nı söy­ler. Böy­le bir sa­tı­şa “telcîe sa­tı­şı” de­nir.

Hanefîlere gö­re, dar­da ka­lan (muz­dar) kim­se­nin sa­tı­şı ve alı­şı fa­sit­tir. Çün­kü Rasûlullah (s.a) dar­da ka­lan kim­se­nin sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.79

Han­be­li­ler böy­le bir sa­tı­şı bâtıl sa­yar­ken, Şâfiîler rü­kün ve şart­la­rı­na uy­gun ola­rak ya­pıl­dı­ğı için ge­çer­li ka­bul eder­ler. Şâfiîlere gö­re bu, ön­ce fâsit bir şart üze­rin­de an­la­şıp, da­ha son­ra şart­sız ola­rak sa­tış yap­ma­ya ben­zer. 80

 

  b) Ak­di ya­pan­la­rın bir­den çok ol­ma­sı:

Sa­tım ak­di ya­pa­cak kim­se­le­rin en az iki ki­şi ol­ma­sı ge­re­kir. Hem sa­tı­cı­yı, hem de alı­cı­yı tem­sil eden tek ve­kil ara­cı­lı­ğı ile sa­tış ger­çek­leş­mez. An­cak ba­ba, ba­ba­nın vasîsi, hâkim ve­ya her iki ta­ra­fın gön­der­di­ği el­çi bu ku­ra­lın is­tis­na­sı­dır. Me­se­la; bir ba­ba ve­li­si bu­lun­du­ğu iki oğ­lun­dan bi­ri­si­nin sa­tıl­ma­sı ge­re­ken ma­lı­nı, di­ğer oğ­lu adı­na sa­tın ala­bi­lir. Ba­ba­nın vasîsi de böy­le bir mu­a­me­le ya­pa­bi­lir. Ha­kim tem­sil et­ti­ği ye­tim­le­rin bi­ri­si­ne ait sa­tı­lık bir ma­lı, di­ğer bir ye­ti­me ait pa­ra var­sa bu­nu de­ğer­len­dir­mek üze­re onun adı­na sa­tın ala­bi­lir. İki ta­ra­fın gön­der­di­ği el­çi de, bi­rin­den al­dı­ğı ma­lı di­ğe­ri­ne sa­ta­bi­lir. Çün­kü el­çi, tem­sil et­ti­ği ki­şi­le­rin söz ve tek­lif­le­ri­ni kar­şı ta­ra­fa sa­de­ce nak­le­den ara­cı­dan iba­ret­tir. Ve­kil gi­bi ak­de ait so­rum­lu­luk­la­rı üst­len­mez. Ni­kah ak­din­de ise tek ki­şi­nin ev­le­ne­cek iki kim­se­yi bir­lik­te tem­sil et­me­si müm­kün ve ca­iz­dir. İki ta­ra­fın da ve­ki­li ve­ya ve­li­si olan kim­se­nin şa­hit­le­rin önün­de tek ba­şı­na tem­sil et­ti­ği kim­se­le­ri ev­len­dir­me­si gi­bi.

Sa­tış ak­di ile ni­kah ak­di ara­sın­da ba­zı önem­li ay­rı­lık­lar var­dır. Sa­tım ak­din­de bir­bi­ri­ne zıt men­fa­at­ler bu­lu­nur. Ez­cüm­le; tes­lim et­mek, tes­lim al­mak, sa­tı­la­nın tes­li­mi­ni is­te­mek, sa­tış be­de­li­ni kab­zet­mek, ayıp (ku­sur) mu­hay­yer­li­ği se­be­biy­le ma­lı ge­ri ver­mek ve di­ğer mu­hay­yer­lik­le­rin bu­lun­ma­sı gi­bi sa­tı­şa aid bir ta­kım hak­lar var­dır. Bu yüz­den ay­nı ki­şi­nin hem tes­lim eden hem tes­lim alan, hem is­te­yen, hem ken­di­sin­den is­te­nen ki­şi ol­ma­sı imkânsızdır. Akit­le il­gi­li hak­lar yal­nız ak­di ya­pan­lar için söz ko­nu­su ol­du­ğun­dan, bir ki­şi­nin sö­zü iki ki­şi­nin sö­zü ola­rak ka­bul edi­le­mez. Ni­kah ak­din­de ise, hak­lar ve­kil üze­rin­de mey­da­na gel­mez, bun­lar doğ­ru­dan doğ­ru­ya mü­vek­ki­le ait olur. Bü yüz­den ni­kah­ta ve­kil olan kim­se, alış-ve­riş­te el­çi olan kim­se gi­bi­dir.

Di­ğer yan­dan ba­ba kü­çük oğ­lu­na ken­di ma­lı­nı kıy­me­ti­nin mis­li ile ve­ya in­san­la­rın nor­mal kar­şı­la­dık­la­rı bir faz­la­lık­la sa­ta­bi­lir ve­ya onun ma­lı­nı ay­nı şe­kil­de ken­di­si­ne sa­tın ala­bi­lir. Böy­le­ce o, ye­ti­min ma­lı­na en gü­zel şe­kil­de yak­laş­mış sa­yı­lır. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Ye­tim rüş­dü­ne erin­ce­ye ka­dar, onun ma­lı­na en gü­zel yo­lun dı­şın­da yak­laş­ma­yın.” 81 Bu­ra­da, ba­ba­nın ço­cuk­la­rı­na olan şef­ka­ti yü­zün­den on­la­rın hak­la­rı­nı tam ola­rak ko­ru­ya­ca­ğı esa­sı be­nim­sen­miş­tir. Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re, ye­tim için ya­ra­rı açık ve­ya ma­lın de­ğe­ri­nin mis­li ile ta­sar­ruf et­me­si şar­tıy­la vasî de ba­ba gi­bi­dir. Çün­kü onu ba­ba ti­tiz­lik­le, ço­cuk­la­rın hak­la­rı­nı ko­ru­ya­ca­ğı­na inan­dı­ğı için seç­miş­tir.

İmam Mu­ham­med’e gö­re ise kı­yas, ne ba­ba­nın ve ne de vasînin kü­çü­ğün ma­lın­da böy­le bir ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı­nın ca­iz ol­ma­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir. An­cak ba­ba­nın ta­sar­ru­fu­nun is­tis­na edil­me­si vasînin ak­si­ne şef­ka­ti­nin tam ol­ma­sı yü­zün­den­dir.

Ha­ki­me ge­lin­ce, sa­tım ak­di­nin do­ğur­du­ğu hak­lar ona dön­mez. O, sa­de­ce el­çi me­sa­be­sin­de olup, ak­din hak­la­rı onu bağ­la­maz. Bu yüz­den de ha­kim ve el­çi­den her bi­ri­si için ak­din iki ta­ra­fı­nı bir­lik­te tem­sil et­me­si ca­iz olur.

Şâfiîlerin ak­si­ne Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu ve İmam Zü­fer’e gö­re, ni­kah ak­dinde beş yer­de tek ki­şi iki ta­ra­fı bir­den tem­sil ede­bi­lir.

aa) Her iki ta­ra­fın ve­li­si ve­ya ve­ki­li olan kim­se şa­hit­le­rin ya­nın­da tem­sil et­ti­ği kim­se­le­ri ev­len­di­re­bi­lir. “Oğ­lu­mu kar­de­şi­min kı­zı ile ev­len­dir­dim” ve­ya “ve­ki­li ol­du­ğum fi­lan­ca er­kek­le, yi­ne ve­ki­li bu­lun­du­ğum fa­lan­ca ka­dı­nı ev­len­dir­dim” de­me­si gi­bi.

bb) Bir ta­raf­tan asil, di­ğer ta­raf­tan ve­kil olan kim­se, ken­di­si­ne ni­kah için ve­ka­let ve­ren ka­dı­nı ken­di­si ile ev­len­di­re­bi­lir.

cc) Bir ta­raf­tan asil, di­ğer ta­raf­tan ve­li olan kim­se. Bir kim­se­nin ve­li­si bu­lun­du­ğu am­ca­sı­nın kü­çük kı­zı ile ev­len­me­si gi­bi.

dd) Bir ta­raf­tan ve­li, di­ğer ta­raf­tan da ve­kil olan kim­se. “Kı­zı­mı mü­vek­ki­lim fi­lan­ca er­kek­le ev­len­dir­dim” de­mek gi­bi. İki ta­raf­tan bir­lik­te asil ol­mak ise ak­len ger­çek­leş­mez. 82

 

  2. Ak­din ken­di­sin­de bu­lun­ma­sı ge­re­ken şart­lar:

Bu tek şart olup ka­bu­lün ica­ba uy­gun ol­ma­sın­dan iba­ret­tir. 83 Çün­kü ka­bul ica­ba uy­gun ol­ma­dı­ğı tak­dir­de ye­ni bir icap ya­ni tek­lif söz ko­nu­su olur. Bu tak­dir­de ön­ce­ki icap de­ği­şe­ce­ği için kar­şı ta­ra­fın ka­bul edi­ci du­ru­ma geç­me­si ge­re­kir. Meselâ; fi­ya­tı bir mil­yon li­ra olan bir ma­lı, alı­cı do­kuz­yüz­bin li­ra­ya al­mak is­te­di­ği­ni söy­le­se bu, sa­tı­cı­ya ya­pı­lan ye­ni bir fi­yat tek­li­fi­dir. Sa­tı­cı bu fi­ya­ta ra­zı olun­ca akit mey­da­na gel­miş olur. Ak­si hal­de sa­tı­cı es­ki fi­yat tek­li­fin­de is­rar eder­se icap­la ka­bul ara­sın­da uy­gun­luk bu­lun­ma­dı­ğı için akit te­şek­kül ede­mez.

Sa­tı­cı; “iki kat el­bi­se­yi bir­lik­te sa­na şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı yal­nız bir kat el­bi­se­yi ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Yi­ne sa­tı­cı; “şu da­i­re­yi için­de­ki eş­ya­sı ile bir­lik­te şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı; “için­de­ki eş­ya dı­şın­da yal­nız da­i­re­yi şu fi­ya­ta ka­bul et­tim” di­ye ce­vap ver­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Çün­kü bu­ra­da sa­tı­şın bü­tün­lü­ğü (saf­ka) sa­tı­cı aley­hi­ne par­ça­lan­mış olur. Alı­cı­nın ise bu bü­tün­lü­ğü par­ça­la­ma yet­ki­si yok­tur. Di­ğer yan­dan ka­li­te­li mal­la ka­li­te­si­zi­ni ka­rış­tı­ra­rak sat­mak ti­ca­ri ha­yat­ta adet­ler­den­dir. An­cak alı­cı­ya ka­li­te­li kıs­mı gös­te­rip, giz­li­ce ka­li­te­siz­le­ri ka­rış­tır­mak hi­le­li bir sa­tış olur.

Alı­cı, is­te­nen­den da­ha faz­la­sı­nı ka­bul et­miş olur­sa sa­tış mey­da­na ge­lir. Çün­kü ço­ğun kap­sa­mı­na az da gi­rer. Bu­nun­la bir­lik­te, alı­cı sa­tı­cı­nın is­te­di­ği mik­ta­rı üst­len­miş olur. Meselâ; sa­tı­cı, bir ma­lı on mil­yo­na sat­tı­ğı­nı söy­le­se, alı­cı on iki mil­yo­na ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se akit mey­da­na ge­lir. Çün­kü on iki mil­yo­nun için­de on mil­yon da var­dır. Bu­ra­da alı­cı se­kiz mil­yo­na ka­bul et­ti­ği­ni söy­le­se akit mey­da­na gel­mez. Bel­ki bu, alı­cı­nın ye­ni bir tek­li­fi sa­yı­lır.

İcap­la ka­bul ara­sın­da­ki uyum­suz­luk mik­tar­da de­ğil de sa­tış be­de­li­nin ni­te­li­ği üze­rin­de ol­sa yi­ne sa­tış mey­da­na gel­mez. Meselâ; sa­tı­cı pe­şin be­del­le tek­lif­te bu­lun­sa, alı­cı ve­re­si­ye ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se ve­ya sa­tı­cı bir ay va­de ta­nı­mış iken, alı­cı bun­dan da­ha uzun bir va­de ka­bul et­se, icap­la ka­bul ara­sın­da uyum­suz­luk bu­lun­du­ğu için sa­tış mey­da­na gel­mez.84

 

  3. Ak­din ya­pıl­dı­ğı yer­le il­gi­li şart­lar:

İcap ile ka­bu­lün ay­nı mec­lis­te, ta­raf­la­rın bir­lik­te ha­zır bu­lun­ma­sı su­re­tiy­le ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Bu­na “mec­li­sin tek olu­şu (ittihâdü’l-mec­lis)” de­nir. Ha­zır ol­ma­yan ta­ra­fın, ica­bı öğ­ren­di­ği mec­lis­te ka­bu­lü ge­re­kir.

Ta­raf­lar­dan bi­ri­si sa­tış için icap­ta bu­lun­sa, di­ğe­ri ka­bul et­me­den ön­ce sa­tış mec­li­sin­den çı­kıp git­se ve­ya akit mec­li­si­nin de­ğiş­me­si­ne yol aça­cak ni­te­lik­te baş­ka bir iş­le uğ­raş­sa ve bun­dan son­ra ka­bul et­se, sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­nun­la bir­lik­te ka­bul ira­de­si­nin açık­lan­ma­sın­da ace­le et­mek (fevr) şart de­ğil­dir. Çün­kü sa­tı­şı ka­bul eden kim­se ço­ğu za­man dü­şün­me­ye, fi­yat araş­tır­ma­sı yap­ma­ya muh­taç­tır. Eğer fevr şart ko­şu­lur­sa sa­tış üze­rin­de dü­şün­me fır­sa­tı ve­ril­me­miş olur.85

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, icap­la ka­bul ara­sın­da bü­yük bir fa­sı­la bu­lan­ma­mak şar­tıy­la ka­bu­lün icap­tan son­ra ol­ma­sı ge­re­kir. Uzun fa­sı­la ise, alı­cı­nın ka­bul­den vaz­geç­me­si an­la­mı­na ge­lir. İcap­tan son­ra kı­sa bir sü­re­nin geç­me­si ise za­rar ver­mez.86

Mâlikîlere gö­re, sa­tış ak­din­de ör­fen sa­tış­tan baş­ka bir şe­ye ge­çil­me­si ha­li dı­şın­da, icap ile ka­bul ara­sı­na bir fa­sı­la­nın gir­me­si sa­tı­şa za­rar ver­mez.87

 

  a) Sa­tış mec­li­sin­den ay­rıl­ma sa­yı­lıp sa­yıl­ma­yan hal­ler:

Yol­da yü­rür­ken ve­ya bi­nek üze­rin­de gi­der­ken, sa­tım ak­di yap­mak: Bu du­rum­da ara­ya bir fa­sı­la gir­mek­si­zin icap ve ka­bul peş­pe­şe ya­pı­lır­sa sa­tış ger­çek­le­şir. Bir iki adım yü­rün­müş ol­ma­sı za­rar ver­mez. An­cak icap­la ka­bul ara­sı­na kı­sa da ol­sa bir fa­sı­la ve sus­ma gi­rer­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Çün­kü yü­rü­mek ve yol al­mak­la sa­tış mec­li­si de­ğiş­miş olur. De­lil kı­yas­tır. İslâm müc­te­hid­le­ri bu ko­nu­yu sec­de aye­ti­nin okun­ma­sı­na ve bo­şan­ma için ser­best bı­ra­kı­lan (mu­hay­ye­re) ka­dı­nın du­ru­mu­na kı­yas yap­mış­lar­dır. Ni­te­kim yol­da yü­rür­ken ve­ya üze­rin­de farz na­maz kı­lın­ma­yan bir bi­nek­te yol­cu­luk ya­par­ken sec­de aye­ti bir kaç de­fa okun­sa, her bir oku­yuş için ay­rı sec­de ge­re­kir. Çün­kü yol­cu­luk se­be­biy­le sec­de aye­ti ay­rı ay­rı yer­ler­de okun­muş sa­yı­lır. Bo­şa­ma için ser­best bı­ra­kı­lan ka­dın da yal­nız bu mu­hay­yer­li­ğin ve­ril­di­ği mec­lis­te bu yet­ki­yi kul­la­na­bi­lir. Yü­rü­me ve­ya binek üs­tün­de yol al­ma ha­lin­de mec­lis de­ği­şe­ce­ği için mu­hay­yer­lik hak­kı da or­ta­dan kal­kar. Bo­şa­ma yet­ki­si vekâlet yo­luy­la ve­ril­miş olur­sa sü­rek­li­lik arz eder. Ka­rı­sı­nı mu­hay­yer bı­rak­ma ise “di­ler­sen ken­di­ni bo­şa­ya­bi­lir­sin” de­mek­le ger­çek­le­şir. 88

Ta­raf­lar dur­duk­la­rı sı­ra­da alış-ve­riş yap­sa­lar sa­tım ak­di ger­çek­le­şir. An­cak dur­duk­la­rı sı­ra­da bi­ri­si sa­tış için icap­ta bu­lun­sa, di­ğe­ri ka­bul­den ön­ce bi­raz yü­rü­se ve­ya her iki­si bir­lik­te yü­rü­se­ler ya­hut da sa­tı­cı ka­bul­den ön­ce yü­rü­ye­cek ol­sa, bun­dan son­ra alı­cı ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se de sa­tım ak­di mey­da­na ge­le­mez. Çün­kü icap­tan son­ra ta­raf­lar­dan bi­ri­si­nin ve­ya her iki­si­nin yü­rü­me­si ile mec­lis de­ğiş­miş sa­yı­lır. Bu­ra­da ka­bul­den ön­ce sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan bi­ri­si­nin akit mec­li­sin­den kal­kıp git­me­si sa­tış tek­li­fi­ni red an­la­mı­na ge­lir.

Ge­mi, uçak ve­ya tren­de ya­pı­la­cak alış-ve­riş ge­çer­li olur. Bun­la­rın dur­ma­la­rı ile ha­re­ket ha­lin­de bu­lun­ma­la­rı ara­sın­da fark yok­tur.

 

  b) Ve­kil, el­çi ve­ya mek­tup­la alış-ve­riş yap­mak:

Akit mec­li­sin­de bu­lun­ma­yan bi­ri­si­ne bir ma­lı sat­mak ve­ya on­dan bir ma­lı sa­tın al­mak için ya­pı­la­cak icap­la sa­tış ger­çek­leş­mez. Tek­lif kar­şı ta­ra­fa ula­şıp ka­bul et­se bi­le so­nuç de­ğiş­mez. An­cak böy­le bir sa­tı­şın ve­kil, el­çi ve­ya mek­tup ara­cı­lı­ğı ile ya­pıl­ma­sı du­ru­mu müs­tes­na­dır.

Ve­kil yet­ki sı­nır­la­rı için­de mü­vek­ki­li adı­na mal sa­tın ala­bi­lir ve onun ma­lı­nı baş­ka­sı­na sa­ta­bi­lir. Mü­vek­ki­lin akit mec­li­sin­de ha­zır bu­lun­ma­sı şart de­ğil­dir. El­çi ise sa­de­ce tem­sil et­ti­ği ki­şi­nin ha­be­ri­ni kar­şı ta­ra­fa ulaş­tı­ran kim­se­dir. El­çi ara­cı­lı­ğı ile sa­tış şöy­le olur: Sa­tı­cı el­çi­ye şöy­le ta­li­mat ve­rir: “Ben şu ku­ma­şı, bu­ra­da bu­lun­ma­yan fi­lan ki­şi­ye şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum. Onun ya­nı­na git ve şöy­le de: Fi­lan ki­şi ku­ma­şı­nı sa­na şu fi­ya­ta sat­tı.” El­çi­nin ge­tir­di­ği me­sa­jı (tek­li­fi) öğ­re­nen alı­cı, me­sa­jın ile­til­di­ği mec­lis­te “sa­tın al­dım” ve­ya “ka­bul et­tim” der­se sa­tış ger­çek­le­şir. Bu­ra­da sa­tı­cı ve alı­cı­nın ay­rı olan yer­le­ri el­çi ara­cı­lı­ğı ile tek mec­lis ha­li­ni al­mış sa­yı­lır.

Mek­tup­la sa­tış ise, sa­tı­cı­nın “ben şu ma­lı­mı sa­na şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” di­ye mek­tup yaz­ma­sı, alı­cı­nın mek­tu­bu al­dı­ğı ve oku­du­ğu mec­lis­te; “ben de o fi­ya­ta sa­tın al­dım” ve­ya “ka­bul et­tim” di­ye ce­vap ver­me­siy­le ger­çek­le­şir. Bu­ra­da da iki mec­lis ya­zıy­la hi­tap yü­zün­den tek mec­lis sa­yı­lır. An­cak ka­bul, mek­tu­bun kap­sa­mı­nı öğ­ren­dik­ten son­ra ikin­ci bir mec­li­se er­te­le­nir­se bu­nun­la sa­tım ak­di mey­da­na gel­mez. Çün­kü tek­li­fin bağ­la­yı­cı­lı­ğı mek­tu­bun kar­şı ta­ra­fa ula­şıp öğ­re­nil­di­ği ana ka­dar­dır.

Di­ğer yan­dan mek­tup­la icap­ta bu­lu­nan kim­se, kar­şı ta­ra­fın ka­bu­lün­den ve mek­tu­bun ona ulaş­ma­sın­dan ön­ce şa­hit­le­rin önün­de sa­tış tek­li­fin­den dö­ne­bi­lir. Mâlikîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re ise mek­tup­la icap­ta bu­lu­nan kim­se, kar­şı ta­ra­fa ör­fün be­lir­le­di­ği ma­kul bir sü­re ta­nı­ma­dık­ça tek­li­fin­den dö­ne­mez.89

Sa­tım ak­din­de mec­lis bir­li­ği ile il­gi­li hü­küm­ler ki­ra ve hi­be akit­le­ri­ni de kap­sa­mı­na alır.

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Mu­ham­med’e gö­re, mec­lis bir­li­ği ko­nu­sun­da ni­kah ak­di de sa­tım ak­di gi­bi­dir. Ebu Yu­suf’a gö­re ise, ni­kah ak­din­de bir ta­raf, kar­şı ta­raf bu­lun­ma­dı­ğı hal­de, “Şa­hit olu­nuz, bu­ra­da ol­ma­yan fi­lan­ca ile şu ka­dar me­hir­le ev­len­me­yi ka­bul et­tim” de­se, bu ha­ber kar­şı ta­ra­fa ula­şın­ca, o da “ka­bul et­tim” der­se ni­kah ak­di ger­çek­le­şir.90

 

  3. Saf­ka’nın bö­lün­mez­li­ği il­ke­si:

Alış-ve­riş sı­ra­sın­da ve­ya İslâm Dev­let baş­ka­nı­na bey’at eder­ken ta­raf­la­rın el ele tu­tuş­ma­sı­na “saf­ka” de­nir. Bu te­rim da­ha son­ra biz­zat sa­tım ak­di­nin bü­tün­lü­ğü için kul­la­nı­lır ol­muş­tur. Bir sa­tış ak­din­de sa­tı­cı, alı­cı, sa­tı­lan şey, sa­tış be­de­li, sat­ma ve al­ma ira­de­le­ri­nin açık­lan­ma­sı gi­bi un­sur­la­rın bir bü­tün ola­rak bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­dan bi­ri­si ek­sik olur ve­ya bir­bi­ri­ne uy­gun ola­rak bu­lun­maz­sa ak­din bü­tün­lü­ğü bo­zu­lur. Hz. Ömer’in şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Sa­tım ak­di ya tek söz­leş­me ile ta­mam olur, ya da mu­hay­yer­lik var­dır.” 91

Saf­ka’nın bü­tün­lü­ğü için­de icap ve ka­bu­lün bir­bi­ri­ne uy­gun­lu­ğu önem­li bir yer tu­tar. Saf­ka’nın par­ça­lan­ma­sı ya ak­di ya­pan­lar­la ya da sa­tı­lan mal­la il­gi­li ola­rak or­ta­ya çı­kar.

a) Saf­ka’nın ak­di ya­pan­lar ba­kı­mın­dan bö­lün­me­si:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı tek ki­şi olup sa­tış tek­li­fin­de bu­lu­nur fa­kat ka­bu­lü ya­pa­cak olan ta­raf bir­den faz­la olur­sa, bun­lar­dan bi­ri­si­nin sa­tı­şı ka­bul edip, di­ğer­le­ri­nin red et­me­si ha­lin­de ak­din bü­tün­lü­ğü bo­zu­la­ca­ğı için sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­nun ak­si­ne icap­ta bu­lu­nan­la­rın sa­yı­sı çok ol­sa, ka­bul ede­cek kim­se tek ki­şi bu­lun­sa, icap­ta bu­lu­nan­lar­dan bi­ri­si­nin pa­yı­nı ka­bul edip di­ğer­le­ri­ni red­det­mek de bü­tün­lü­ğü bo­zar.

b) Saf­ka’nın sa­tı­lan şey ba­kı­mın­dan bö­lün­me­si:

Ak­din ta­raf­la­rı bir olur, bun­lar­dan bi­ri­si sa­tı­lan şe­yin bir bö­lü­mü­nü ka­bul, di­ğer kıs­mı­nı red eder­se, saf­ka’nın bö­lün­me­si se­be­biy­le sa­tım ak­di sa­hih ol­maz. Meselâ; sa­tı­cı, “on ton buğ­da­yı şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” di­ye tek­lif­te bu­lun­sa alı­cı “Beş to­nu­nu şu fi­ya­ta alı­yo­rum” di­ye ka­bul et­se, saf­ka bö­lün­dü­ğü için sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­ra­da, alı­cı­nın beş ton sa­tın al­ma tek­li­fi­ni ye­ni icap ka­bul edip sa­tı­cı da bu­nu ka­bul et­ti­ği tak­dir­de ye­ni bir sa­tım ak­di mey­da­na ge­lir. An­cak sa­tı­lan şey mislî olur, iki öl­çek buğ­day ve­ya pi­rinç gi­bi mik­ta­rı da bel­li olur­sa, alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ka­bul edin­ce, sa­tış be­de­li sa­tı­la­nın cüz­le­ri­ne pay­laş­tı­rı­lır. Böy­le­ce saf­ka bö­lün­me­den akit ger­çek­leş­miş olur.

Eğer sa­tı­lan şey bir­den faz­la olur ve kıyemî ni­te­lik­li bu­lu­nur­sa, alı­cı­nın bu şe­yin bir bö­lü­mü­nü ka­bul edip bir bö­lü­mü­nü red­det­me­si ha­lin­de saf­ka bö­lün­müş olur. İki ku­ma­şı ve­ya iki bi­nek hay­va­nı­nı bir­lik­te tek­lif eden sa­tı­cı­ya kar­şı bun­lardan bi­ri­si­ni ka­bul et­mek gi­bi.

An­cak sa­tı­cı bu du­rum­da iki çe­şit ku­ma­şın ve­ya iki hay­va­nın fi­yat­la­rı­nı ay­rı ay­rı be­lir­le­miş ve top­lam fi­yat söy­le­miş­se bu tak­dir­de alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ken­di­ne ait fi­yat­la ka­bul et­se saf­ka bö­lün­müş sa­yıl­maz ve sa­tış sa­hih ola­rak mey­da­na ge­lir. Meselâ; iki hay­van­dan bi­ri­si­ne dört mil­yon, di­ğe­ri­ne al­tı mil­yon, top­lam on mil­yon li­ra fi­yat­la icap­ta bu­lun­muş­sa, alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ka­bul edin­ce ona ait olan fi­yat­la sa­tış mey­da­na gel­miş olur.

Bu­ra­da sa­tı­lan ma­lın mik­ta­rı ço­ğal­dık­ça fi­ya­tın dü­şe­ce­ği tüc­ca­rın uy­gu­la­dı­ğı esas­lar­dan­dır. Alı­cı­nın çok mik­tar­da mal al­ma­sı ha­lin­de sa­tı­cı tüc­car sü­rüm­den ka­za­na­ca­ğı için fi­ya­tı dü­şü­rür. Bu yüz­den bir el­bi­se­den yüz ta­kım ala­ca­ğı­nı söy­le­yen müş­te­ri­ye sa­tı­cı ona gö­re fi­yat ve­rir. Da­ha son­ra ala­ca­ğı el­bi­se mik­ta­rı­nı beş ta­kı­ma dü­şü­rür­se, yüz ade­te gö­re ya­pı­lan pa­zar­lı­ğın de­ğiş­me­si tabiîdir. Çün­kü ak­din bü­tün­lü­ğü par­ça­lan­mış olur. An­cak sa­tı­cı işin ba­şın­da stan­dart olan her el­bi­se için ay­rı fi­yat söy­le­miş­se, alı­cı­nın beş kat el­bi­se­yi ka­bul et­miş ol­ma­sı saf­ka’yı par­ça­la­maz ve sa­tış bu sa­yı­da el­bi­se için ya­pıl­mış olur. Baş­ka bir de­yim­le sa­tı­cı her stan­dart el­bi­se gru­bu için ay­rı fi­yat be­lir­le­mek­le ay­rı icap­lar­da bu­lun­muş sa­yı­lır.

İcap ve ka­bul bir­bi­ri­ne uy­gun ola­rak mey­da­na ge­lin­ce sa­tım ak­di bağ­la­yı­cı olur ve ta­raf­lar­dan her­han­gi bi­ri­si için ayıp ve­ya gör­me mu­hay­yer­li­ği dı­şın­da se­çim­lik hak da bu­lun­maz.

Me­cel­le’de bu pren­sip şöy­le be­lir­len­miş­tir: “Bir pa­zar­lık so­nun­da sa­tı­lan şe­yin bir bö­lü­mü ayıp­lı (ku­sur­lu) çık­sa, he­nüz mal kab­ze­dil­me­miş­se alı­cı mu­hay­yer olur. İs­ter­se ma­lın ta­ma­mı­nı ge­ri ve­rir, di­ler­se ma­lı, sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı ile ka­bul eder. Onun yal­nız ayıp­lı kıs­mı ge­ri ve­rip ka­la­nı­nı alı­koy­ma hak­kı yok­tur. Eğer sa­tı­lan şey kab­ze­dil­miş olur ve ayıp­lı kıs­mı ayır­mak­ta bir za­rar bu­lun­maz­sa, alı­cı­nın ayıp­lı kıs­mı, sa­tış be­de­lin­den pa­yı kar­şı­lı­ğın­da ge­ri ver­me hak­kı do­ğar. Bu du­rum­da o, sa­tı­cı ra­zı ol­ma­dık­ça ma­lın tü­mü­nü ge­ri ve­re­mez. Eğer ku­sur­lu kıs­mın ay­rıl­ma­sın­da bir za­rar ola­cak­sa ta­ma­mı­nı ge­ri ve­rir ya da ma­lın tü­mü­nü sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı kar­şı­lı­ğın­da ka­bul eder. Meselâ; dört al­tın li­ra­ya iki kat el­bi­se sa­tın al­sa, kabz­dan ön­ce bun­lar­dan bir ka­tı­nın ku­sur­lu ol­du­ğu or­ta­ya çık­sa, iki ka­tı­nı bir­lik­te ge­ri ve­rir. Eğer bu du­rum kabz­dan son­ra an­la­şı­lır­sa yal­nız ku­sur­lu ola­nı sa­tış be­de­lin­den pa­yı kar­şı­lı­ğın­da ge­ri ve­rir. Di­ğe­ri­ni ise sa­tış be­de­li­nin ge­ri ka­la­nı kar­şı­lı­ğın­da elin­de tu­tar. Çün­kü el­bi­se­ler ay­rı ay­rı kul­la­nı­ma el­ve­riş­li­dir. Fa­kat bir kim­se bir çift ayak­ka­bı sa­tın al­sa, kabz­dan son­ra bun­lar­dan bi­ri­si­nin ku­sur­lu ol­du­ğu an­la­şıl­sa, iki­si­ni bir­lik­te sa­tı­cı­ya ge­ri ve­rir ve on­dan sa­tış be­de­li­ni alır.” 92Çünkü bu son du­rum­da ayak­ka­bı­yı tek tek alıp sat­mak müm­kün ol­maz. Tek ayak­ka­bı­nın ge­ri ve­ri­lip di­ğe­ri­nin bı­ra­kıl­ma­sın­da za­rar var­dır.

Ebû Ha­ni­fe ve Mâlikîlere gö­re, tek pa­zar­lık­la helâl ve ha­ram şey­ler bir­lik­te sa­tıl­sa, sa­tı­şın ta­ma­mı bâtıl olur. Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ise, sa­tış helâl mal­da sa­hih, ha­ram mal­da fâsit olur. Meselâ; bir ton buğ­day ile bir ton şa­rap bir­lik­te tek pa­zar­lık­la sa­tıl­sa Ebu Ha­ni­fe ve Mâlikîlere gö­re sa­tış bü­tü­nü için bâtıl sa­yı­lır­ken, Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re buğ­day hak­kın­da ge­çer­li, şa­rap­la il­gi­li kıs­mı ise fa­sit olur. Bu iki gö­rü­şün da­yan­dı­ğı de­lil şu­dur: Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re tek pa­zar­lık­la ya­pı­lan sa­tış (saf­ka) sa­hih olan­la fâsidi bir­lik­te kap­sar­sa akit­te­ki bo­zuk­luk ta­ma­mı­na ge­çer. Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ise bu bo­zuk­luk sa­hih olan kıs­ma si­ra­yet et­mez ve fe­sa­dın et­ki­si yal­nız fâsit olan­la sı­nır­lı ka­lır.

Yi­ne bir kim­se ken­di­si­ne ve baş­ka­sı­na ait ma­lı bir­lik­te tek pa­zar­lık­la sat­sa Ha­ne­fi ve Mâlikîlere gö­re, ken­di­ne ait mal­da sa­tış bağ­la­yı­cı olur­ken, baş­ka­sı­na ait kıs­mın sa­tı­şı, mal sa­hi­bi­nin icâzetine bağ­lı olur. Çün­kü bu kı­sım mevkûf ve­ya fuzûlî’nin sa­tı­şı ni­te­li­ğin­de­dir.93

 

  B) Sa­tım Ak­di­nin Sıh­hat Şart­la­rı:

Akit­le­re ait sıh­hat şart­la­rı ge­nel ve özel ol­mak üze­re iki­ye ay­rı­lır:

 

  1. Ge­nel Şart­lar:

Bü­tün sa­tış çe­şit­le­ri­nin şer’an ge­çer­li ola­bil­me­si için or­tak ola­rak bu­lun­ma­sı ge­re­ken şart­lar­dır. Sa­tış tür­le­ri­nin her bi­rin­de al­tı çe­şit ku­su­run bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Bu ku­sur­lar şun­lar­dır: Bi­lin­mez­lik, zor­la­ma, sa­tı­şa sü­re koy­ma, ga­rar, za­rar ve fa­sit şart­lar. Bun­la­rı aşa­ğı­da açık­la­ya­ca­ğız.

 

  a) Bi­lin­mez­lik:

Bu­nun­la, ta­raf­la­rı çö­zül­me­si güç olan bir an­laş­maz­lı­ğa dü­şü­ren çok bi­lin­mez­lik kas­te­di­lir. Çok bi­lin­mez­lik ta­raf­lar ara­sın­da men­fa­at çe­kiş­me­si­ne yol açar ve bu­nu da­ha üs­tün bir de­lil­le çöz­mek müm­kün ol­maz. Meselâ; bir kim­se sü­rü­den be­lir­siz bir ko­yun sat­sa, alı­cı en iri olan ko­çu al­mak, sa­tı­cı ise da­ha ucuz bir ko­yun ver­mek is­ter. Hay­va­nın ni­te­li­ğin­de­ki bu bi­lin­mez­lik on­la­rı an­laş­maz­lı­ğa dü­şü­rür. Bi­lin­mez­lik şu ko­nu­lar­da or­ta­ya çı­kar:

Sa­tı­lan ma­lın, alı­cı­ya gö­re cins, ne­vi ve­ya mik­tar ola­rak bi­lin­me­me­si.

Sa­tış be­de­li­nin be­lir­siz ol­ma­sı. Meselâ; bir şe­yi mis­li­nin sa­tış be­de­li ile sat­mak an­laş­maz­lı­ğa yol açar.

Va­de­nin be­lir­len­me­me­si. Va­de­li sa­tış­ta ve­ya şart mu­hay­yer­li­ğin­de va­de­nin be­lir­len­me­miş ol­ma­sı sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Ve­re­si­ye sa­tış­ta, va­de ta­ri­hi be­lir­len­mez­se sa­tı­cı ala­ca­ğı­nı bir an ön­ce el­de et­mek, alı­cı ise ge­cik­tir­mek is­ter. Böy­le­ce ta­raf­lar ara­sın­da bir men­fa­at çe­kiş­me­si do­ğar. An­cak be­lir­li bir pa­ra ve­ya be­lir­li bir mal için ya­pı­lan sa­tış­ta tes­li­min ge­ri bı­ra­kıl­ma­sı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut olan sa­tış be­de­li­nin ve­ya ma­lın tes­li­mi­ni ge­cik­tir­mek an­lam­sız­dır ve kar­şı ta­ra­fa za­rar ve­rir.94

Borç te­mi­nat­la­rın­da­ki bi­lin­mez­lik de sa­tı­şı fa­sit kı­lar. Sa­tı­cı va­de­li sa­tış be­de­li için bir ke­fil ve­ya re­hin şart koş­sa bun­la­rın ön­ce­den be­lir­li ol­ma­sı ge­re­kir.

 

  b) Zor­la­ma (ik­rah):

Zor­la­ma­dan mak­sat, bir kim­se­yi ra­zı ol­ma­dı­ğı bir işi yap­ma­ya zor­la­mak­tır. İki­ye ay­rı­lır:

Tam zor­la­ma: Öl­dür­me ve­ya bir or­ga­nı­nı te­lef ede­cek şe­kil­de döv­me teh­di­di bu tü­re gi­rer. Meselâ; “Şu ar­sa­nı şu fi­ya­ta sat­ma­dı­ğın tak­dir­de öl­dü­rü­le­cek­sin” teh­di­di al­tın­da ka­lan kim­se sa­tı­şa ra­zı ol­sa, sa­tı­şı zor al­tın­da yap­mış olur. Zor­la­ma kal­kın­ca ak­di fes­het­me hak­kı do­ğar.

Ek­sik zor­la­ma: Ha­pis, döv­me, sür­gün et­me gi­bi teh­dit­ler bu çe­şi­de gi­rer. Bu çe­şit zor­la­ma da sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. İmam Zü­fer’e gö­re ise bu du­rum­da akit “mevkûf sa­tış” olur. Sa­tış fa­sit ka­bul edi­lir­se alı­cı kabz su­re­tiy­le ma­la ma­lik olur. Mevkûf ka­bul edi­lir­se kabz ile hiç­bir şe­kil­de ona mâlik ola­maz. Ter­cih edi­len gö­rü­şe gö­re, mük­re­hin ak­di mev­kuf­tur. Çün­kü Ha­ne­fi­le­rin it­ti­fak­lı gö­rü­şü­ne gö­re zor­la­na­nın, ik­rah­tan son­ra ak­di ge­çer­li say­ma­sı ca­iz­dir ve onun hak­kın­da bağ­layı­cı olur.95

 

  c) Sa­tı­şa sü­re koy­ma:

Sa­tı­şa be­lir­li bir sü­re koy­mak sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Çün­kü bir ma­lın mül­ki­ye­ti sü­re sı­nır­la­ma­sı­nı ka­bul et­mez. Ya­ni bir mal sa­tıl­dı­ğı za­man, bu ma­lın mül­ki­ye­ti­nin sü­re­siz ola­rak kar­şı ta­ra­fa geç­me­si asıl­dır. An­cak ba­zı mu­hay­yer­lik­ler ve­ya ak­din yü­rür­lük ka­zan­ma­sı baş­ka­sı­nın ica­ze­ti­ne bağ­lı olan du­rum­lar sa­tı­şı ge­çi­ci ola­rak as­kı­da bı­ra­ka­bi­lir. Meselâ; “Şu da­i­re­mi bir yıl sü­rey­le sa­na şu fi­ya­ta sat­tım” tek­li­fi­ni alı­cı ka­bul et­se, böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Ta­raf­la­rın sa­tı­şı boz­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bir yıl son­ra da­i­re ge­ri ia­de edi­le­cek­se, bu, sa­tış­tan çok ki­ra söz­leş­me­si ni­te­li­ğin­de olur. Di­ğer yan­dan bir yıl için­de mül­ki­yet hak­kı­nı tam ola­rak kul­lan­ma imkânı da bu­lun­maz. Meselâ; üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tış imkânı ol­maz.

 

  d) Ga­rar (Alış-ve­riş­te şart ko­şu­lan ni­te­li­ğin ih­ti­mal­li olu­şu):

Bu­ra­da ga­rar’dan mak­sat, şart ko­şu­lan ni­te­li­ğin bu­lun­ma­ma ih­ti­ma­li­dir. Meselâ; bir kim­se bir ine­ği her­gün yir­mi lit­re süt ver­di­ği­ni söy­le­ye­rek sat­sa, ine­ğin bu ka­dar süt ver­me­me ih­ti­ma­li de var­dır. Bu yüz­den sa­tış ga­rar­lı bir sa­tım­dır. Hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu sat­ma­da da du­rum böy­le­dir. Çün­kü yav­ru sağ doğ­ma­ya­bi­lir. Yav­ru doğ­ma­dan ön­ce an­ne­si te­lef ola­bi­lir ya da bir ih­ti­yaç­tan do­la­yı sa­tı­la­bi­lir. Bu tak­dir­de hay­va­nın sa­tıl­dı­ğı yer­ler­de onu iz­le­ye­rek do­ğa­cak yav­ru­yu tes­lim al­mak bü­yük sı­kın­tı­lar do­ğu­rur. İş­te mey­da­na ge­lip gel­me­me­si ih­ti­mal­li olan bu gi­bi sa­tış­lar sa­tım ak­di­ni bâtıl kı­lar. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber (s.a) ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır. 96 Baş­ka bir ha­dis­te ga­rar sa­tı­şı­na şu ör­nek ve­ril­miş­tir: “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız. Çün­kü bu ga­rar­dır.” 97  De­niz ve­ya göl­de­ki ba­lık he­nüz tu­tul­ma­dan sa­tı­lır­sa iki tür­lü sa­kın­ca or­ta­ya çı­kar. Bi­rin­ci­si; sa­tı­cı­nın her­ke­se mü­bah olan bir şe­yi he­nüz el­de et­me­den (ih­raz) baş­ka­sı­na sat­ma­sı, ikin­ci­si; alı­cı ile an­laş­tı­ğı mik­tar ve ka­li­te­de ba­lık av­la­ya­bil­me­si­nin be­lir­siz ve ih­ti­mal­li olu­şu­dur. An­cak özel ha­vuz­lar­da ye­tiş­ti­ri­len sa­hip­li ala­ba­lık ve ben­zer­le­ri­ni bun­dan is­tis­na et­mek ge­re­kir. Çün­kü her an is­te­nil­di­ği ka­dar ba­lık tut­ma imkânının bu­lun­ma­sı ve ha­vu­zun her­ke­se ait mü­bah bir yer ol­ma­ma­sı sa­tım ak­di­ni ifa­yı müm­kün ha­le ge­tir­mek­te­dir.

 

  e) Za­rar:

Bu­ra­da, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­ya za­rar ver­me­den alı­cı­ya tes­li­mi­nin müm­kün ol­ma­ma­sı kas­te­di­lir. Meselâ; ça­tı­dan bel­li bir ki­ri­şi sat­mak ve­ya ta­kım el­bi­se­lik ola­rak ay­rı­lan ku­maş­tan bir met­re sat­mak sa­tı­şı fâsit kı­lar. Çün­kü bi­na­nın bir ki­ri­şi­ni sök­mek, bu ki­ri­şin bağ­lı ol­du­ğu yer­le­re za­rar ve­re­ce­ği gi­bi, bi­rer ta­kım el­bi­se ve­ya man­to­luk ay­rıl­mış ku­maş­tan da bir met­re­si­nin sa­tıl­ma­sı ge­ri ka­lan kıs­mın ta­pon mal ola­rak el­de kal­ma­sı­na yol aça­bi­lir. Her iki ör­nek­te de bun­dan sa­tı­cı za­rar gö­rür. Her na­sıl­sa ya­pıl­mış olan böy­le bir sa­tı­şı, sa­tı­cı bo­za­bi­lir. An­cak bu çe­şit sa­tış bi­le­rek ya­pıl­mış olur ve mal alı­cı­ya tes­lim edil­miş bu­lu­nur­sa akit ge­çer­li olur. Bu­ra­da sa­tış­ta­ki bo­zuk­luk şerîatın hak­kın­dan çok ki­şi­nin hak­kı­nı ko­ru­mak için be­lir­len­miş­tir.98

 

  f) Fâsit şart:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan yal­nız bi­ri­si için üs­tün bir ya­rar sağ­la­yan şar­ta “fâsit şart” de­nir. Böy­le bir şar­tın İslâm ta­ra­fın­dan ko­nul­ma­mış ol­ma­sı, örf­leş­miş bu­lun­ma­ma­sı, ak­din ge­rek­tir­di­ği ve­ya ak­de uy­gun dü­şen ni­te­lik­te bir şart ol­ma­ma­sı ge­rek­li­dir. Meselâ; bir kim­se­nin evi­ni, için­de bir yıl otur­mak şar­tıy­la sat­ma­sı ve­ya ara­zi­si­ni müş­te­ri­nin sa­tış be­de­lin­den ay­rı ola­rak bir mik­tar ödünç pa­ra ver­me­si şar­tıy­la sat­ma­sı bun­la­ra ör­nek ve­ri­le­bi­lir.

Fâsit şart; sa­tış, ki­ra ve tak­sim gi­bi mâlî be­del­li bir akit­te bu­lun­du­ğu za­man bu ak­di fâsit kı­lar. Fa­kat teberruât (hi­be, sa­da­ka), tevsîkat (re­hin, kefâlet) ve ev­li­lik ak­di gi­bi be­del­siz akit­ler­de ko­nu­la­cak fa­sit şart yok (lağv) sa­yı­lır ve bun­lar ge­çer­li ola­rak mey­da­na ge­lir. Meselâ; bir yıl pa­ra­sız otur­mak şar­tıy­la bir da­i­re sa­tıl­sa bu sa­tım ak­di fa­sit olur­ken, bir ni­kah ak­din­de ka­dı­nın ge­çi­mi­ni ken­di ge­li­rin­den kar­şı­la­ya­ca­ğı şart ko­şul­sa, bu şart yok sa­yı­lır ve ni­kah ak­di­ni et­ki­le­mez.

Di­ğer yan­dan bir İslâm top­lu­mun­da ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne üs­tün ya­rar sağ­la­yan ba­zı fâsit şart­la­ra baş­vu­rul­ma­sı örf ha­li­ni al­mış ola­bi­lir. Bu tak­dir­de “örf” de­li­li­ne da­ya­na­rak bu şar­tın ge­çer­li ol­du­ğu­na hük­me­di­lir. Bir fir­ma­nın bir yıl sü­rey­le ta­mir ve ba­kı­mı­nı üc­ret­siz ola­rak yap­mak şar­tıy­la be­yaz eş­ya ve­ya bil­gi­sa­yar gi­bi mal­la­rı­nı sat­ma­sı­nı bu­na ör­nek ve­re­bi­li­riz. Bu uy­gu­la­ma bir bel­de­de teâmül ha­lin­de yay­gın­la­şın­ca meşrû olur.99

 

  2. Özel şart­lar:

Sa­tış çe­şit­le­ri­nin ba­zı­la­rın­da bu­lu­nup, ba­zı­la­rın­da bu­lun­ma­yan şart­lar­dır. Sa­tı­lan ma­lın ni­te­li­ği­ne ve ak­din çe­şi­di­ne gö­re özel­li­ği olan şart­la­rı şu şe­kil­de be­lir­le­ye­bi­li­riz:

 

a) Kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı:

Bu ya­sak yal­nız men­kul (ta­şı­na­bi­lir) mal­la­rın sa­tı­şın­da söz ko­nu­su olur. Çün­kü Al­lah el­çi­si; “Bir gı­da mad­de­si­ni sa­tın alan kim­se, onu kab­zet­me­dik­çe baş­ka­sı­na sat­ma­sın”100 bu­yur­muş­tur. Men­kul ma­lın kabz­dan ön­ce te­lef ol­ma­sı ha­lin­de, bu­nu tes­lim al­ma­dan sa­tan kim­se sa­tım ak­di­ni ifa­ya güç ye­ti­re­mez.

Gay­ri men­kul­ler­de ise te­lef ol­ma na­dir ola­rak vu­ku­bul­du­ğu için bun­la­rın kabz­dan (tes­lim al­ma­dan) ön­ce sa­tı­şı Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re ca­iz gö­rül­müş­tür. Böy­le­ce ta­şın­maz­la­rın ni­te­li­ği­ne uy­gun olan özel sa­tış şart­la­rı or­ta­ya çık­mış­tır.101

 

  b) Gü­ve­ne da­ya­nan sa­tış çe­şit­le­rin­de ön­ce­ki alış fi­ya­tı­nın

       bi­lin­me­si:

Sa­tım ak­di murâbaha (kâr ora­nı be­lir­li), tev­li­ye (ba­şa­baş sa­tış) ve­ya vazîa (za­ra­rı­na sa­tış) gi­bi gü­ve­ne da­ya­lı sa­tış çe­şit­le­rin­den i­se ön­ce­ki sa­tış be­de­li­nin bi­lin­me­si ge­re­kir. Meselâ; “bu ma­lı yüz­de yir­mi kârla sa­tı­yo­rum” de­nil­di­ği za­man, ma­lın ön­ce­ki alış fi­ya­tı bi­lin­me­li ki bu­nun üze­ri­ne yüz­de yir­mi kâr ek­le­ne­bil­sin. “Ba­şa­baş ve­ya şu ka­dar za­rar­la sa­tı­yo­rum” de­nil­di­ği za­man, sa­tış fi­ya­tı­nın be­lir­len­me­si, ön­ce­ki alış fi­ya­tı­nın ve­ya ma­li­ye­tin bi­lin­me­si­ni  ge­rek­ti­rir. Bu­ra­da müş­te­ri, ken­di­si­ne ve­ri­len bil­gi­le­re gü­ve­ne­rek ma­lı al­ma­ya ka­rar ver­di­ği için bu şe­kil sa­tış çe­şit­le­ri­ne “emânet” ve­ya “gü­ve­ne da­ya­lı sa­tım ak­di” adı ve­ril­miş­tir.

 

  c) Sarf ak­din­de be­del­le­rin pe­şin ve­ril­me­si:

Sa­tım ak­di al­tın, gü­müş, pa­ra ve­ya dö­vi­zin bir­bir­le­riy­le mü­ba­de­le­si gi­bi sarf ak­di (sar­ra­fın ve­ya dö­viz alım-sa­tı­mı ya­pan­la­rın mu­a­me­le­le­ri) ni­te­li­ğin­de olur­sa, ta­raf­lar bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­dan ön­ce iki be­de­lin de kab­ze­dil­me­si şart­tır. Ak­si hal­de fa­i­ze dü­şül­müş olur. Meselâ; al­tın al­tın­la, al­tın gü­müş­le ve­ya bun­lar na­kit pa­ra ile mü­ba­de­le edil­mek is­te­nin­ce mü­ba­de­le­nin pe­şin ol­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­da ve­re­si­ye sa­tış “nesîe ri­ba­sı”na yol açar. De­lil sün­net ve sa­ha­be uy­gu­la­ma­sı­dır. İle­ri­de sarf ve fa­iz ko­nu­su­nu ge­niş ola­rak açık­la­ya­ca­ğız. Bu­ra­da uy­gu­la­ma­dan bir ör­nek ver­mek­le ye­ti­ne­ce­ğiz.

As­hab-ı ki­ram­dan Mâlik b. Evs (r.a) şöy­le de­miş­tir: “Yüz di­nar al­tın pa­ra­yı (yak­la­şık 400 gr. al­tın pa­ra), gü­müş pa­ra olan dir­hem­le de­ğiş­tir­mek is­te­dim. Tal­ha b. Ubey­dil­lah (r.a) be­ni ça­ğır­dı, pa­zar­lık edip an­laş­tık. Ben­den di­nar­la­rı al­dı ve çe­vir­me­ye baş­la­dı. Son­ra ha­zi­ne­da­rım or­man­dan ge­lin­ce be­de­li­ni ve­ri­riz, de­di. Hz. Ömer de yap­tı­ğı­mız bu mu­a­me­le­yi iz­li­yor­du. Ba­na hi­ta­ben; “Val­la­hi dir-hem­le­ri alın­ca­ya ka­dar Tal­ha’nın ya­nın­dan ay­rıl­ma. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bun­la­rın mü­ba­de­le­si­nin pe­şin ya­pıl­ma­sı­nı emir bu­yur­du” de­di.102

 

  d) Se­lem’de pa­ra pe­şin stan­dart ma­lın ve­re­si­ye ol­ma­sı:

Eğer sa­tış, pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye olan “se­lem ak­di” ni­te­li­ğin­de olur­sa se­lem’in şart­la­rı­nı ta­şı­ma­sı ge­re­kir. İle­ri­de se­lem ak­di­ni açık­la­ya­ca­ğız.

 

  e) Fa­iz ce­re­yan eden şey­le­rin pe­şin mü­ba­de­le edil­me­si:

Eğer mal, ken­di­sin­de fa­iz ce­re­yan eden ribevî mal­lar­dan ise, ay­nı cin­sin bir­bi­riy­le mü­ba­de­le­si­nin eşit ve pe­şin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Cins­ler de­ği­şik olun­ca ise pe­şin ol­mak şar­tıy­la mik­tar­la­rı fark­lı ola­bi­lir. Meselâ; yir­mi iki ayar al­tın ay­nı ayar­da­ki al­tın­la pe­şin ve eşit ola­rak de­ğiş­ti­ri­le­bi­lir. Bu ya­pı­la­maz­sa, sa­tı­şın pa­ra, dö­viz ve­ya gü­müş gi­bi baş­ka bir de­ğer­le ger­çek­leş­ti­ril­me­si ge­re­kir. Şâfiîlerde sar­raf, al­tı­nı al­tın­la mü­ba­de­le­de kâr ola­rak “iş­çi­lik” ala­bi­lir. Buğ­day ve ar­pa gi­bi stan­dart mal­la­rın tram­pa­sı da pe­şin ola­rak ya­pı­la­bi­lir. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Al­tın al­tın­la, gü­müş gü­müş­le, buğ­day buğ­day­la, ar­pa ar­pa ile, hur­ma hur­ma ile, tuz tuz­la mis­li mis­li­ne, bir­bi­ri­ne eşit ola­rak ve pe­şin sa­tı­lır­lar. An­cak bu cins­ler fark­lı olun­ca is­te­di­ği­niz gi­bi sa­tış ya­pı­nız.” 103

 

  f) Pa­ra­dan baş­ka ala­cak­la­rın kabz­dan ön­ce sa­tı­la­ma­ma­sı:

Zim­met­te borç ola­rak sa­bit olan şey­le­rin baş­ka­sı­na sa­tı­la­bil­me­si için kabz ge­re­kir. Meselâ; pa­ra pe­şin, mal ve­re­si­ye bir sa­tış şek­li olan se­lem’de; üç ayın so­nun­da tes­li­mi şart ko­şu­lan stan­dart bir ma­lı, ala­cak­lı tes­lim al­ma­dık­ça baş­ka­sı­na sa­ta­maz. Yi­ne ala­cak­lı­nın da ala­ca­ğı kar­şı­lı­ğın­da kab­zet­me­den ön­ce, borç­lu­dan baş­ka­sın­dan bir şey sa­tın al­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. An­cak kar­şı­lık­lı rı­za ile bir pa­ra ala­ca­ğı­nın baş­ka­sı­na ha­va­le­si (ci­ro) de müm­kün ve ca­iz­dir. Bu tak­dir­de ala­ca­ğı bel­ge­le­yen se­net ve­ya çek gi­bi bel­ge­le­rin sa­tı­cı­ya ci­ro edil­me­si, ona, ala­ca­ğı gü­nün­de tah­sil yet­ki­si ver­mek­te­dir. Bu ne­den­le baş­ka­sın­dan ci­ro yo­luy­la alı­nan bir se­net ve­ya çek kar­şı­lı­ğın­da üçün­cü ki­şi­ler­den mal sa­tın alın­ma­sı ya da bun­la­rın, mik­ta­rı denk borç­la­rın öden­me­sin­de kul­la­nıl­ma­sı müm­kün­dür.

 

  C) Ak­din Yü­rür­lük Ka­zan­ma­sı (Nefâz) İçin Ge­rek­li Şart­lar:

Nefâz söz­lük­te; geç­mek, git­mek ve ca­iz ol­mak de­mek­tir. Bir fı­kıh te­ri­mi ola­rak bir ak­din baş­ka­sı­nın ica­ze­ti­ne ve­ya iz­ni­ne bağ­lı ol­mak­sı­zın yü­rür­lük ka­zanma­sı­nı ifa­de eder. Ak­din yü­rür­lük ka­zan­ma­sı için iki şar­tın bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar da mülk ve­ya velâyet ile akit ko­nu­su olan şey­de baş­ka­sı­na ait bir hak­kın bu­lun­ma­ma­sı­dır. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız:

 

  1. Mülk ve­ya Velâyet:

Ki­şi­nin, şer’î bir en­gel bu­lun­ma­dı­ğı za­man tek ba­şı­na ta­sar­ruf­ta bu­lun­mak üze­re ma­lik sı­fa­tıy­la sa­hip ol­du­ğu şe­ye “mülk” de­nir. Akıl has­ta­sı, bu­nak ve­ya ek­sik eh­li­yet­li kim­se­ler ken­di­le­ri­ne ait mülk­ler üze­rin­de ta­sar­ruf ve ya­rar­lan­ma hak­kı­na sa­hip­tir­ler. Fa­kat şer’î bir en­gel yü­zün­den bu ta­sar­ruf yet­ki­si­ni on­lar adı­na kay­yım ve­ya va­si­le­ri kul­la­nır. Bu­ra­da­ki şer’î en­gel on­la­rın velâyet al­tın­da bu­lun­ma­la­rı­dır.104

Velâyet; ken­di­si ara­cı­lı­ğı ile ak­din ger­çek­le­şip yü­rür­lük ka­zan­dı­ğı şer’î yet­ki­yi ifa­de eder. Velâyet ya ki­şi­nin ken­di iş­le­ri­ni biz­zat ken­di­si­nin üst­len­me­si şek­lin­de olur, ya da bu yet­ki­yi baş­ka­sı­nın üst­len­me­si tar­zın­da olur. Meselâ; akıl­lı ve er­gin kim­se ken­di iş­le­ri üze­rin­de ba­ğım­sız velâyet yet­ki­si­ne sa­hip­tir. Bu­na, rüşd ya­şı­na ula­şın­ca malî ko­nu­lar­da tam ta­sar­ruf yet­ki­si de ek­le­nir. Rüşd; ma­lı sa­çıp sa­vur­mak­sı­zın ye­rin­de ve öl­çü­lü kul­lan­ma ol­gun­lu­ğu­nu ifa­de eder. Bu yüz­den rüşd ya­şı ül­ke­den ül­ke­ye bel­de­den bel­de­ye de­ği­şe­bi­lir. Bir kim­se­nin işi­ni baş­ka­sı­nın üst­len­me­si ya vekâlet yo­luy­la ya da velâyet yo­luy­la olur.  Ve­kil ki­şi­nin ken­di­si ta­ra­fın­dan be­lir­le­nir­ken, ve­li­ler İslâm ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş­tir. Ek­sik eh­li­yet­li­ler için mâlî ko­nu­lar­da ve­li­ler; ba­ba, de­de, ha­kim ile ba­ba­nın ve­ya de­de­nin ya­hut ha­ki­min ta­yin ede­ce­ği vasîdir. Bun­la­rın ve­li ol­ma­sın­da şu sı­ra gö­ze­ti­lir: Ba­ba, son­ra onun vasîsi, de­de, son­ra onun vasîsi, ha­kim ve son­ra onun vasîsi. Eğer va­si ta­yin edil­me­miş­se ve­li­ler sı­ra­sıy­la ba­ba, de­de ve ha­kim­dir.105

Bu du­ru­ma gö­re, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­nın mül­kü ol­ma­sı ge­re­kir. Bu yüz­den baş­ka­sı­na ait mül­kü yet­ki­siz ola­rak sa­tan kim­se­nin (fuzûlî) bu sa­tı­şı yü­rür­lük ka­za­na­maz. Çün­kü sa­tım ak­di mülk ve­ya velâyet yet­ki­si­ne da­yan­ma­mış­tır. An­cak Hanefîlere gö­re fuzûlî’nin sa­tı­şı, mülk sa­hi­bi­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Ma­lın sa­hi­bi ica­zet ve­rir­se sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır, ak­si hal­de akit or­ta­dan kal­kar. Şâfiîlere gö­re mülk ve­ya velâyet sa­tım ak­di­nin mey­da­na gel­me (in’ikad) şart­la­rın­dan sa­yıl­mış­tır. Bu yüz­den on­lar fuzûlî’nin sa­tı­şı­nı ba­tıl say­mış­lar­dır.106

Aşa­ğı­da fuzûlî’nin hukûkî ta­sar­ruf­la­rı­nı açık­la­ya­ca­ğız:

 

 

a) Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin (Fuzûlî) yaptığı mu­a­me­le­ler:

Baş­ka­sı­na ait bir ma­lı velâyet ve­ya vekâlet gi­bi hak­lı bir ne­de­ne da­yan­mak­sı­zın yet­ki­siz ola­rak sa­tan kim­se­ye “fuzûlî” de­nir. Fuzûlî, alım, sa­tım, ki­ra, re­hin gi­bi bir mu­a­me­le­yi mal sa­hi­bi adı­na yap­tı­ğı­nı söy­le­di­ği için, biz bu­na “yet­ki­siz tem­sil­ci” te­ri­mi­ni kul­la­na­ca­ğız.

Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı adı­na mal al­ma­sı ve­ya sat­ma­sı fark­lı şe­kil­de de­ğer­len­di­ri­lir.

Hanefîlere gö­re yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı­na ait ma­lı sa­tı­şı, mal sa­hi­bi­nin bu sa­tı­şı ka­bul et­me­si şar­tı­na bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Mal sa­hi­bi sa­tı­şa izin ve­rir­se, sa­tış baş­tan iti­ba­ren ge­çer­li­lik ka­za­nır. İzin ver­mez­se sa­tış or­ta­dan kal­kar. Böy­le bir sa­tı­şa “mevkûf sa­tım ak­di” de­nir. Di­ğer yan­dan yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tı­şı ken­di­si ve­ya mal sa­hi­bi adı­na yap­tı­ğı­nı söy­le­me­si de so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Çün­kü mal baş­ka­sı­na ait ol­du­ğu için yet­ki­siz tem­sil­ci üze­rin­de so­nuç do­ğur­maz.

Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı adı­na mal sa­tın al­ma­sı­na ge­lin­ce; eğer ma­lı alır­ken ken­di adı­na al­dı­ğı­nı be­lirt­miş olur­sa sa­tın al­ma ken­di adı­na so­nuç do­ğu­rur. Çün­kü pren­sip ola­rak akit ya­pan­lar ak­si be­lir­til­me­dik­çe bu­nu ken­di adı­na yap­mış sa­yı­lır­lar.

Fuzûlî, sa­tın al­ma­yı baş­ka­sı adı­na yap­tı­ğı­nı söy­ler ve­ya ken­di­si­nin ek­sik eh­li­yet­li ol­ma­sı yü­zün­den, akit onun üze­rin­de yü­rür­lük ka­za­na­maz­sa, akit ken­di­si adı­na sa­tın alı­nan kim­se­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. O ki­şi, bu sa­tın al­ma­yı ka­bul eder­se akit yü­rür­lük ka­za­nır. Bu du­rum­da fuzûlî, ak­de ait hak­la­rın ken­di­si­ne dön­dü­ğü bir ve­kil ola­rak ka­bul edi­lir.107

Mâlikîlere gö­re, sa­tım ve alım ara­sın­da bir ayı­rım söz ko­nu­su ol­mak­sı­zın, fuzûlî’nin alım-sa­tı­mı il­gi­li­nin ve­re­ce­ği ica­ze­te bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Eğer il­gi­li kim­se ica­zet ve­rir­se akit ge­çer­li, ver­mez­se bâtıl olur. Çün­kü son­ra­dan ve­ri­len ica­zet, ön­ce­den ve­ri­len izin ve­ya vekâlet gi­bi­dir.108

Fuzûlî’nin ya­pa­ca­ğı ak­din ge­çer­li olu­şu şu de­lil­le­re da­ya­nır. Kur’an-ı Ke­rim’de alış-ve­ri­şin mü­bah ol­du­ğu­nu bil­di­ren ayet­ler­de fuzûlî olan­la ol­ma­yan ara­sın­da bir ayı­rım ya­pıl­ma­mış­tır. Ayet­ler­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Al­lah alış-ve­ri­şi he­lal kıl­mış­tır.” 109, “Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da bâtıl yol­lar­la ye­me­yi­niz. Me­ğer ki ta­ra­fı­nız­dan kar­şı­lık­lı rı­za ile ya­pıl­mış ti­ca­ret ile ola.”110, “Cu­ma na­ma­zı kı­lı­nın­ca yer­yü­zü­ne da­ğı­lın ve Al­lah’ın lüt­fun­dan ara­yın.”111

 

 

Fuzûlî tam eh­li­yet­li kim­se­dir. Bu yüz­den onun ak­di­ne ge­çer­li­lik ka­zan­dır­mak ih­mal et­mek­ten da­ha üs­tün­dür. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in uy­gu­la­ma­sı da bu yön­de ol­muş­tur. Ni­te­kim Rasûlullah (s.a), Hakîm  b. Hizâm’a kur­ban­lık bir ko­yun sa­tın al­ma­sı için bir di­nar al­tın pa­ra ver­miş, o da bir di­na­ra iki ko­yun sa­tın al­mış, bun­lar­dan bi­ri­si­ni bir di­na­ra sat­mış ve Al­lah’ın el­çi­si­ne bir  di­nar ve bir ko­yun ge­ri ge­ti­rin­ce Resûlullah (s.a) onu öv­müş ve: “Al­lah bu yap­tı­ğın alış-ve­riş­te sa­na be­re­ket ih­san et­sin.” bu­yu­ra­rak, onun için be­re­ket­le dua et­miş­tir.112 Baş­ka bir ri­va­yet­te ben­ze­ri olay Ur­ve­tü’l-Bârikî (r.a) ile il­gi­li ola­rak nak­le­dil­miş­tir.113 Al­lah el­çi­si yu­ka­rı­da­ki iki du­rum­da da ikin­ci ko­yu­nun sa­tın alın­ma­sı­nı da sa­tıl­ma­sı­nı da em­ret­me­miş­tir. Bu­ra­dan onun, yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tım ak­di­ne izin ver­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır.

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise fuzûlî’nin sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Hanbelîler şu ayı­rı­mı yap­mış­tır. Fuzûlî ken­di zim­me­tin­de ol­mak üze­re sa­tın alır ve is­mi­ni be­lirt­me­di­ği bir ki­şi adı­na ni­yet eder­se sa­tış ge­çer­li olur. Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tı­şı­nı ca­iz gör­me­yen­le­rin da­yan­dı­ğı de­lil şu ha­dis­ler­dir: “Bir kim­se mâlik ol­ma­dı­ğı şe­yi sa­ta­maz”114 “Ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­mak helâl de­ğil­dir.”115 Bun­dan mak­sat ise sa­tı­cı­nın mül­ki­ye­ti al­tın­da ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şı­dır. Fuzûlî’nin sa­tı­şın­da, sa­tı­la­nın tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­me ih­ti­ma­li ya­nın­da, an­laş­maz­lı­ğa yol aç­ma­sı da muh­te­mel­dir. Yu­ka­rı­da zik­re­di­len Ha­kim b. Hi­zam ve Ur­ve ha­dis­le­ri bun­la­rın mut­lak ve­kil ol­duk­la­rı­nı gös­te­rir. Onun ko­yu­nu sa­tıp ge­ri ka­la­nı tes­lim et­me­si bu­na delâlet eder. Bu­ra­da vekâletin kap­sa­mı ha­yır­lı bir so­nuç için ge­niş­le­til­miş­tir.116

 

  b) Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin ta­sar­ru­fu­na ica­zet ver­me­nin şart­la­rı:

aa) Akit sı­ra­sın­da ak­de ica­zet ve­re­cek bi­ri­si­nin bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Meselâ; baş­ka­sı­nın bir kı­sım ma­lı­nı izin­siz ola­rak ta­sad­duk eden kim­se­nin bu ta­sar­ru­fu ma­lın sa­hi­bi eh­li­yet­li ise mevkûf ola­rak mey­da­na ge­lir. An­cak ta­sad­duk edi­len bu ma­lın sa­hi­bi kü­çük ço­cuk olur­sa, bu ak­di yap­ma­ğa ehil bu­lun­ma­dı­ğı için onun adı­na ya­pı­la­cak ta­sar­ruf ge­çer­li ol­maz.

bb) Sa­tı­şa ica­ze­tin; sa­tı­cı, alı­cı, mâlik ve sa­tı­la­nın bu­lun­ma­sı sı­ra­sın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­dan her­han­gi bi­ri­si­nin helâkinden son­ra ica­zet ve­ril­se sa­tım ak­di bâtıl olur.

 

 

cc) İl­gi­li­nin red­det­me­si ha­lin­de ak­din fuzûlî üze­ri­ne ge­çer­li ol­ma­sı­na imkân bu­lun­ma­ma­lı­dır.117

 

  2. Sa­tı­lan mal­da baş­ka­sı­na ait bir hak­kın bu­lun­ma­ma­sı:

Sa­tı­lan şey­de baş­ka­sı­na ait bir hak bu­lu­nur­sa böy­le bir sa­tım ak­di, hak sa­hi­bi­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı (mevkûf) ola­rak mey­da­na ge­lir. Hak sa­hi­bi izin ve­rir­se sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır, izin ver­mez­se, sa­tış or­ta­dan kal­kar. Böy­le bir ak­de “mevkûf sa­tım ak­di” de­nir. İpo­tek­li olan ve­ya için­de ki­ra­cı bu­lu­nan mül­kün sa­tıl­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir. Çün­kü böy­le bir sa­tış, ala­cak­lı­nın ve­ya ki­ra­cı­nın hak­la­rı­nı ihlâl eder, bu ise ca­iz ol­maz. Ba­zı fa­kih­ler bu çe­şit sa­tı­şı fa­sit sa­yar­ken, ba­zı­sı ica­ze­te bağ­lı akit (mevkûf) ka­bul et­miş olup, doğ­ru olan bu so­nun­cu gö­rüş­tür. Çün­kü sa­tım ak­di eh­li­yet­li ki­şi­ler­ce, mü­te­kav­vim ve tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­bi­len bir mal üze­rin­de ya­pıl­mış­tır. Bu­ra­da borç öde­ne­rek ipo­tek çö­zü­le­bi­lir ve mal borç­lu­ya tes­lim edi­lir. İpo­tek hak­kı sa­hi­bi­nin ve ki­ra­cı­nın sa­tı­şa ica­zet ver­me­si ih­ti­ma­li de var­dır. An­cak bu mu­a­me­le­ler ger­çek­le­şin­ce­ye ka­dar sa­tım ak­di as­kı­da (mevkûf) ka­lır. İca­zet ger­çek­le­şin­ce sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır. Kudûrî ise, ki­ra­cı­nın ki­ra­da­ki yer sa­tı­lın­ca, sa­tı­şı fe­sih hak­kı­nın bu­lun­ma­dı­ğı­nı söy­ler. Çün­kü onun hak­kı ya­rar­lan­ma olup, ki­ra­la­nan şe­yin ken­di­si üze­rin­de de­ğil­dir.118

Gü­nü­müz bil­gin­le­rin­den ez-Zer­ka’ya gö­re ise bu­ra­da sa­tı­şa ica­zet ver­mek ye­ri­ne, ko­nu­yu re­hin ala­nın ve­ya ki­ra­cı­nın rı­za­sı ol­ma­dık­ça sa­tı­lan ma­lın alı­cı­ya tes­lim edi­le­me­ye­ce­ği şek­lin­de an­la­mak ge­re­kir. Böy­le­ce hak sa­hip­le­ri ko­run­muş olur. Bel­ki bu­ra­da alı­cı, sa­tım ak­di­ni fes­het­mek ve­ya sa­tı­la­nı tes­lim ala­bil­mek için re­hin (ipo­te­ğin) çö­zül­me­si­ni ya da ki­ra sü­re­si­nin so­na er­me­si­ni bek­le­mek ara­sın­da bir ter­cih yap­ma hak­kı­na sa­hip ol­ma­lı­dır.119

 

  D) Sa­tım Ak­di­nin Bağ­la­yı­cı­lık (Lüzûm) Şart­la­rı:

Sa­tı­şın bağ­la­yı­cı ol­ma­sı­nın şart­la­rı; mey­da­na gel­me, sıh­hat ve yü­rür­lük (nefâz) şart­la­rın­dan son­ra ge­lir. Bir sa­tım ak­di­nin bağ­la­yı­cı ol­ma­sı için ak­di ya­pan­la­ra fes­het­me imkânı ve­ren mu­hay­yer­lik­ler­den hiç bi­ri­si­nin bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­ya sa­tı­şı fes­het­me imkânı ve­ren mu­hay­yer­lik­le­re; şart, gör­me, ayıp (ku­sur), ya­lan ve­ya hi­le ile bir­le­şen al­dan­ma mu­hay­yer­li­ği­ni ör­nek ola­rak ve­re­bi­li­riz. Bu mu­hay­yer­lik hak­la­rın­dan bi­ri­si­ne sa­hip olan sa­tı­cı ve­ya alıcı için sa­tım ak­di bağ­la­yı­cı ol­maz. Bu kim­se sa­tı­şı fes­het­me ve­ya ka­bul et­me ara­sın­da se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir. Meselâ; bir ma­lı gör­me­den sa­tın alan kim­se için “gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı” söz ko­nu­su olur. Ma­lı gö­rün­ce be­ğen­mez ve­ya da­ha ön­ce ko­nu­şu­lan ni­te­lik­le­re uy­ma­dı­ğı­nı an­lar­sa, sa­tı­şı bo­za­bi­lir ve­ya ma­lı be­ğe­ne­rek sa­tım ak­di­ni ke­sin­leş­ti­re­bi­lir.120

Bu du­ru­ma gö­re sa­tım ak­din­de mey­da­na gel­me (in’ıkad) şart­la­rın­dan bi­ri­si bu­lun­maz­sa sa­tış bâtıl; sıh­hat şart­la­rın­dan bi­ri­si ol­maz­sa fâsit; yü­rür­lük (nefâz) şart­la­rın­dan bi­ri­si bu­lun­maz­sa akit mevkûf (yü­rür­lü­ğü dur­du­rul­muş) olur. Bağ­la­yı­cı­lık (lü­zum) şar­tı bu­lun­ma­yan bir sa­tı­şı ise, mu­hay­yer­lik hak­kı­na sa­hip olan kim­se fes­he­de­bi­lir (Bâtıl, fâsit, mevkûf akit­ler ve mu­hay­yer­lik için; “Akit Çe­şit­le­ri”, “Akit­le­rin So­na Er­me­si” ve “Akit­ler­de Mu­hay­yer­lik­ler” ko­nu­la­rı­na bkz.).