>VI- SATIM AKDİNDE BEDELLER
A) Satılan Mal (Mebî’) ve Satış Bedeli (Semen):
Hanefîlerin çoğunluğuna göre satılan şey ve satış bedeli farklı anlamda kullanılan sözcüklerdendir. Mebî’ sözcüğü “mef’ûl” vezninde ism-i mef’ûl olup sözlükte; satılmış, satılan demektir. Alış-verişte satılan malı ifade eder. Mebî’ genel olarak belirleme ile belirli hale gelen şey olarak tarif edilir. Semen ise; bedel, fiyat, karşılık demektir. Alış-verişte genellikle belirleme ile belirli hale gelmeyen şeydir. Meselâ; alıcı “şu gömleği yüz bin liraya kabul ettim” deyince, gömlek belirli hale gelmiş olur. Artık satıcı bunun yerine başka bir gömlek veremez. Yüz bin lira ise belirli hale gelmez. Alıcı herhangi bir yüz bin lirayı vermekle yükümlü olur. Ancak para peşin mal veresiye bir satış şekli olan selem’de yalnız standart olan malın nitelikleri ve teslim tarihi belirlenmekle yetinilir. Çünkü selemde “şu mal” diye gösterilebilecek bir mal henüz elde mevcut değildir. Belki malın elde nümûmesi varsa “şu numûne”den denilmekle nitelikleri belirli hale gelmiş olur. Bazı durumlarda belirli bir mal da satış bedeli vazifesi görebilir. Peşin verilen bir mal karşılığında standart bir şey için selem akdi yapmak gibi.
Ancak satış bedelinin en önemli özelliği zimmette borç (deyn) olarak kalabilmesidir. Buna göre nakit para veya diğer standart (mislî) şeyler satış bedeli olmaya elverişlidir. Çünkü bunlar zimmet borcu olarak belirlenebilir. Mislî mallar; ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeylerdir. Buğday, arpa, zeytin yağı, benzin veya standart olup seri olarak üretilen konfeksiyon çeşitleri, yedek parça, belirli firmaya ait otomobil lastiği bu niteliktedir.
Şâfiî ve İmam Züfer’e göre ise, mebî ve semen eş anlamlı sözcüklerdir. Bunları alış-verişte birbirinden ayıran sadece “ile veya karşılığında” anlamına gelen arapça esre okutan “ba” edatından ibarettir. (128) Meselâ; “Bu elbiseyi bir milyon lira karşılığında satın aldım” denilince “karşılığında (ba)” ifadesinden paranın satış bedeli, elbisenin de satılan şey olduğu anlaşılır. Buğday karşılığında arpa veya hayvan satılmasında da aynı ölçüden hareketle buğdayın satış bedeli olduğu sonucuna varılır.
B) Semen, Kıymet ve Deyn Terimleri:
Semen yani satış bedeli ancak bir satım akdinde söz konusu olur. Bu, satıcı ve alıcının üzerinde anlaştıkları bedeldir. Bu yüzden semen (satış bedeli) satılan şeyin gerçek kıymetinden az veya çok olabileceği gibi, malın kıymetine denk de olabilir. Meselâ; bir malın satış bedeli beş yüz, kıymeti altı yüz olabileceği gibi, bunun aksi de olabilir. Yahut da her iki değer de beş yüz olabilir.
Kıymet; bir malın piyasada, alış-verişlerdeki kıymetini bilen bilirkişinin o mala biçtiği değerdir.
Deyn ise; borçlanma sebeplerinden herhangi birisiyle zimmette borç olarak sabit kalabilen şeydir. Başlıca borçlanma sebepleri şunlardır: başkasının malını telef etmek veya gasbetmek, kefil olmaktan, başkasına ödünç para vermekten ya da veresiye mal satmaktan doğan alacak veya borçlar “deyn” niteliğindedir.129
C) Satılan Şeyle Satış Bedelini Birbirinden Ayıran
Nitelikler:
Bu konuda genel kural şudur: Nakit para ve mislî mal çeşidine giren herşey satış bedeli olabilir. Ancak bazı durumlarda kıyemî (standart olmayıp değerini piyasanın belirlediği) mallar da satış bedeli olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte kıyemî malların satılan şey (mebî) durumunda bulunması asıldır. Satış bedeli kabz ile, satılan şey ise tayin ile belirli hale gelir.130
Alış-verişte birbirine bedel olan şeyler üç grupta toplanır: Nakitler, mislî veya kıyemî mallar.131
1. Nakitler:
Genel olarak altın, gümüş veya tedavülde bulunan madenî paralar (fels-fülûs) satılan mala bedel yapıldığı zaman satış bedeli sayılırlar. Bakır, nikel, kalay gibi madenlerin karışımından elde edilen ve fels adı verilen madenî paralar çoğu zaman maden değerinin üstünde nominal bir değerle dolaşırlar. Bu paralar altın veya gümüşe endeksli olarak basıldığı için, Ebu Yusuf felsten doğan borçların ödenmesinde borcun doğduğu tarih ile ödeme tarihi arasında meydana gelen enflasyon farkının eklenmesi gerektiği görüşündedir. Günümüzde kağıt para da altına veya bunun yanında ekmek, şeker, yağ gibi toplumun ortak temel ihtiyaçlarından standart bir birime endekslendiği takdirde, fels çeşidi para ile aynı nitelikte sayılmalıdır.132
İşte yukarıda nitelikleri belirlenen nakit para karşılığı satılan mal, mutlak olarak “mebî’ (satılan şey)” sayılır. Bu nakitler için “ile, karşılığında” anlamına gelen arapça “ba” harfinin kullanılması da önemli değildir. Meselâ; “Sana şu malı bir dinar (altın lira) karşılığında satıyorum” demekle, “Sana şu mal karşılığında bir dinar satıyorum” demek arasında hiç bir fark bulunmaz.
Sikkeli nakit paralar ivazlı akitlerde tayin ile belirli hale gelmezler. Meselâ; satıcı “Şu elbiseyi sana şu para karşılığında sattım” dese, alıcı işaret edilen nakit paraların yerine mislini vermek hakkına sahiptir. Satıcı da bizzat işaret ettiği parayı istemek hakkına sahip değildir. Çünkü alış-verişte satış bedeli belirlenmekle zimmet borcu olarak meydana gelir.
Diğer yandan satış bedelinin satılan mal ile belirlilik açısından eşitlenmesi için önce verilmesi asıldır. Veresiye satışlar veya örfen yerleşmiş olan ödeme şekilleri bunun dışındadır. Ödemeleri çekle yapmak gibi.
İmam Şâfiî ve Züfer’e göre, nakit paralar ödeme için ayrılmakla (tayin) belirli hale gelir. Buna göre satıcı, alıcıdan işaret ederek ayırttığı belirli paraları isteme hakkına sahiptir. Çünkü bu belirlemede onun özel bir kastı bulunabilir. Özellikle taklit para veya sahte dövizin piyasada dolaştığı dönemlerde böyle bir belirlemenin önemi açıktır. Ancak bu durumda satış bedeli kabzdan önce telef olsa satış batıl olur. Nitekim satılan bir mal da kabzdan önce telef olsa satış batıl olur.
Satış bedeli sikkeli nakit para niteliğinde olmazsa, diğer ticaret malları gibi tayin ile belirli hale gelir. 133
2. Mislî Mallar:
Buğday, arpa, zeytin, yağ, petrol gibi ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler, nakit para karşılığında satılınca, “mebî’ (satılan şey)” durumunda olurlar. Eğer standart bir mal yine standart bir malla mübadele edilecekse, bunlardan muayyen olanlar “mebî (satılan)”, zimmette borç olarak kalan ise “satış bedeli” sayılır. İki ölçek buğdayı bir teneke zeytin yağı ile mübadele etmek gibi. Ancak buğday o anda belirli bir buğday ise satış bedeli olup, nitelikleri belirlenen zeytin yağı ise zimmet borcu olarak satış bedeli vazifesi görür.
Standart olan iki mal nitelikleri belirlenerek zimmet borcu olarak mübadele edilecekse “ile, karşılığında” takısı getirilen mal satış bedeli, diğeri ise “satılan mal” sayılır. Meselâ; iki ton şu kalitede buğday karşılığında bir ton normal benzinin değişimi muamelesinde, buğday satış bedeli, benzin ise satılan mal durumunda bulunur.
Mislî olan şeyler dört kısma ayrılır:
a) Ölçü ile alınıp satılanlar (mekîlât): Buğday, arpa ve mısır gibi. Günümüzde petrol, benzin ve zeytin yağı gibi bir takım sıvılar da litre ölçü birimi ile satılmaktadır. Bunlar nakit para karşılığında satılınca “satılan” olurlar.
b) Tartı ile alınıp satılanlar (mevzûnât): Bunlar ağırlık ölçüleri ile alınıp satılan şeylerdir. Demir, kömür, çimento, şeker gibi. İslâm’da ağırlık ölçü birimleri dirhem veya miskal ile miskalin sikkeli şekli olan dinardan ibarettir.134 Günümüzde bunların yerine gram, kiloğram ve ton gibi ağırlık ölçüleri kullanılmaktadır. Standart olup ağırlık ölçüsü ile satılan şeylerin “satılan mal” durumunda bulunması asıl olmakla birlikte, bunların tartılarak rayiç bedellerini belirlemek mümkün olduğu için, satış bedeli olarak kararlaştırılmaları da mümkündür. Bir halıyı elli torba çimento karşılığında satmak gibi. Burada halı, satılan mal, çimento ise satış bedeli durumundadır.
Şunu da belirtelim ki, daha önceki yüzyıllarda hacim ölçüsü ile alınıp satılan bir şey bugün ağırlık ölçüsü ile satılır olsa sonuç değişmez.
c) Uzunluk ölçüsü ile alınıp satılan şeyler (zer’iyât): Bunlar uzunluk ölçüsü ile satılır, Arazi, yünlü, pamuklu veya ipekli standart büyük toplar halinde satılan kumaşlar böyledir.
d) Standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler (el-adediyyâtü’l-mütekâribe): Birimleri arasında önemli fark bulunmayan yumurta, standart konfeksiyon ürünleri, cam, bardak, markası ve nitelikleri belirli beyaz eşya ve sıfır km.de motorlu araçlar bu guruba girer. 135
3. Kıyemî mallar:
Ağırlık veya hacim ölçüsü ile, yahut standart olup sayı ya da uzunluk ölçüsü ile alınıp satılmayan, başka bir deyimle çarşı ve pazarda misli bulunmayan mallara “kıyemî” denir. Halı, hayvan, kavun, karpuz, kullanılmış otomobiller bu niteliktedir. Bunlar mislî bir mal karşılığında satılırsa “satılan (mebî’)” durumunda olur, mislî mal da “satış bedeli” yerine kullanılabilir. Bu durumda satım akdi yapılırken “ile, karşılığında” gibi ifadelerin kullanılması sonucu etkilemez. Çünkü mislî olan mallar zimmette borç olarak kalabildiği için, bunların satış bedeli yapılması daha uygundur. Meselâ; bir ton buğday karşılığında on tane koyun satın alınsa, buğday satış bedeli, koyunlar ise satılan mal olur.
Kıyemî bir mal başka kıyemî bir malla mübadele edilirse, bedellerden her birisi bir bakıma satılan, bir başka açıdan ise satış bedeli sayılır.136
Meselâ; iki yüz koyun karşılığında bir daire veya yüz tane karpuz karşılığında beş kasa domates satın almak gibi.
D) Satış Bedeli ve Satılan Mal Ayrımının Sonuçları:
İslâm’da satış bedeli ve satılan mala farklı hüküm ve sonuçlar uygulandığı için bir alış-veriş muamelesinde bu iki unsuru birbirinden ayırmak gerekir. Mebî ve semene uygulanan hükümleri şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Satım akdinin meydana gelmesi için satılanın mütekavvim bir mal olması gerekir. Halbuki satış bedeli için böyle bir şart yoktur. İslâm’a göre yararlanılması ve alım-satımı meşrû olan mala “mütekavvim mal” denir. Buğday, arpa, arsa, daire gibi. Satış bedeli ise zimmette borç olarak kalabildiği için, onun yerine mütekavvim olan dengini vermek de mümkündür. Meselâ; bir gayri müslimden şarap karşılığında bir top kumaş satın alan kimse şarap yerine tutarı kadar nakit para verebilir. Bu yüzden bedel gayri mütekavvim bir şey olduğu takdirde satım akdini uygulama imkânı bulunur.
2. Satım akdinin yürürlük kazanması için, satılacak malın satıcının mülkünde bulunması gerekir. Satış bedeli için ise böyle bir şart söz konusu değildir. Meselâ; akıllı ve ergin olan kimse kendi mülkiyeti altında bulunmayan bir malı satsa buna, yetkisiz temsilciye (fuzûlî) ait hükümler uygulanır. Burada mal sahibi izin verinceye kadar satış “askıda (mevkûf)” kalır satış bedeli ise zimmet borcu olarak kalabildiği için, onun satış sırasında alıcının mülkiyeti altında bulunması şart değildir. Özellikle veresiye satışlarda bu özellik açıkça görülür.
3. Selem satışında satış bedelinin peşin ödenmesi gerekirken, selem konusu olan standart malın tesliminin vadeye bağlanması asıldır. Meselâ; bir ton buğdayı belli miktar bir para karşılığında üç ay sonra teslim etmek üzere anlaşma yapılmışsa, paranın peşin ödenmesi gerekir.
4. Satış bedelinin teslim külfet ve masrafı alıcıya, satılan malın teslimi ile ilgili masraflar ise satıcıya aittir. Meselâ; vadeli bir satışta senet veya çekin tahsili ile ilgili masraflar borçluya ait olduğu gibi, alacaklının kefil veya ipotek istemesi halinde bununla ilgili masraflar da borçluya aittir. Çünkü bu masraflar alıcının borcunu geç ödemesinden ya da peşin olarak ödeyememesinden doğmuş olmaktadır. Başka bir deyimle paranın peşin ödenmeyişinden dolayı ortaya çıkan masraflara borçlu sebep olmuştur. Bu yüzden de bunları onun karşılaması gerekir. Satılan malın teslimi ile ilgili masrafların ise satıcıya ait olması, malı teslimin onun görevi olmasından dolayıdır. Çünkü satış akdinin tam olarak ifası teslimle gerçekleşir. Bu yüzden teslime kadar çıkacak masraflara satıcının katlanması gerekir. Malın paketlenmesi, ambalaja konulması, tartılıp sayılması, teslim edilecek yere kadar nakledilmesi hep satıcının görevleri arasındadır. Malın teslim yeri belirlenmişse, teslimin bu yerde yapılması gerekir. Aksi halde satış sırasında malın bulunduğu yer teslim yeri sayılır.
5. Satış bedeli belirlenmeksizin yapılacak satım akdi fasit, satılacak mal belirlenmeksizin yapılacak satım akdi ise bâtıldır. Meselâ; “Bu malı sana sattım” denilmesi halinde satış bedeli belirsiz olup satım akdi fasittir. Tarafların satışı bozması veya yeniden bir araya gelerek satış bedelini belirlemesi gerekir. Bu sonuncu durumda fesat kalkar ve akit sahih hale gelir. “Sana şu kadar para karşılığında sattım” ifadesinde ise, satılan mal belirsiz olduğu için satış batıldır.
6. Satılan bir mal, alıcıya teslim edildikten sonra telef artık ikale (karşılıklı rıza ile satışı bozma) yoluna gidilemez. Fakat böyle bir durumda satıcının teslim aldığı satış bedeli kaybetme, çalınma gibi bir yolla telef olsa bu durum ikaleye engel olmaz.
7. Satılan bir malın alıcıya teslimden önce telef olması halinde satım akdi ortadan kalkarken, satış bedelinin teslimden önce telef olması satışı etkilemez.
8. Satın alınan taşınır (menkul) bir malda alıcının kabzdan önce tasarrufta bulunması caiz değilken, satıcının henüz teslim almadığı satış bedeli üzerinde tasarrufta bulunması mümkün ve caizdir. Meselâ; veresiye mal satışından doğan alacakları temsil eden senet veya çeklerin borçların ödenmesinde veya mal alımında kullanılması (ciro) bu esasa dayanır.
9. Ödemenin peşin yapılacağı konuşulan alış-verişte, alıcının malın teslimini isteyebilmesi için önce satış bedelini vermesi gerekir. Başka bir deyimle böyle bir durumda satıcının önce parayı isteme hakkı doğar. Veresiye satışlarla örfleşmiş bulunan ve faizin karışmadığı kredi kartı gibi ödeme şekilleri bunun dışındadır. Ancak bunlarda da ödeme şekli karşılıklı rıza ile belirlenmiş olur.137
Satış bedelini satılan maldan ayıran nitelikleri bu şekilde belirttikten sonra, aşağıda alış-verişin uygulama esaslarını belirlemeye çalışacağız.
VII- SATIM AKDİNİN UYGULANMASI
A) Satılan Mal ve Paranın Teslimi:
Satıcının satılan malı alıcıya, alıcının da satış bedelini satıcıya teslim etmesi yükümlülüğü vardır. Çünkü satım akdi ile tarafların bedeller üzerinde mülkiyet hakkı doğar ve bu da teslimle gerçekleşir. Teslim; satıcının satılan malla alıcı arasındaki engelleri kaldırıp, onu tasarruf edeceği şekilde malla başbaşa bırakmasıdır.
Satılan mal veya satış bedelinden hangisinin önce teslim edilmesi gerekir? Bu konuyu bedellerin niteliğini dikkate alarak belirlemek gerekir.
1. Para karşılığı yapılan alış-verişte, satıcı istediği takdirde önce paranın teslim edilmesi gerekir. Çünkü mal, belirleme ile belirli hale gelirken, para zimmet borcu sayıldığı için ancak teslimle belirli hale gelir ve böylece bedeller arasında denklik sağlanmış olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zimmet borcu ancak teslimle ödenmiş olur.” 138 Satış bedelinin teslimi malın tesliminden sonraya kalırsa bu zimmet borcu ödenmiş olmaz. Bundan sonra, eğer alıcı isterse, satıcının malı teslim etmesi gerekir. Ancak vadeli satış ve selem akdi bu konuda istisna teşkil eder. Çünkü mal peşin, satış bedeli vadeli olunca satıcı, parayı peşin isteme hakkını düşürmüş olur. Para peşin, mal veresiye bir akit olan selem akdinde ise malın teslimi zimmet borcu olarak sonraya bırakılmış olur. Bir ay sonra teslim alınacak bir ton Kanada tipi buğdayın parası peşin verilse, malın teslimi geri bırakılmış olur.139
2. Malın malla mübadelesinde bedellerin birlikte teslim edilmesi gerekir. Böylece ivazlı akitte denklik sağlanmış olur. Çünkü burada bedellerden birisini önce almak için bir sebep yoktur. Meselâ; 1 ton buğday 2 ton arpa veya 10 tane koyun, 1 tane sığır yahut 1 ton inşaat demiri, 100 torba çimento ile trampa edilirse, bedellerin birlikte teslimi gerekir.
3. Zimmet borcu olabilen nakit para, döviz, altın, gümüş gibi bedellerin kendi cinsleri veya başka cinsle mübadelesi de peşin olarak yapılır. Aksi halde faiz meydana gelir. Sarrafların para, altın veya gümüş karşılığında zinet satması ancak peşin olarak yapılabilir. Vadeli altın veya gümüş ya da döviz satışı “nesîe ribası”na yol açar. Bu yüzden sarraf alım ve satımlarının peşin yapılması gerekir. Ancak satılan altının tamamının veya bir bölümünün bedeli satış sırasında verilemiyorsa, alıcıya teslim edilen altın ödünç (karz) akdiyle verilmelidir. Meselâ; 200 gr. altın zinet alan kimse yarısının parasını verse, diğerini daha sonra vermek istese, sarrafa 100 gr. altın borçlanmış olur. Borcu öderken 100 gram altın olarak ödeyebileceği gibi, bu kadar altının borcu ödeme tarihindeki bedelini de verebilir. Ancak ödemede borcun cinsi değişirse alıcının rızası da şarttır.
Mâlikîlere göre, satıcı parayı kabzedinceye kadar sattığı malı yanında alıkoyabilir. Hanefîler de bu konuda aynı görüştedir. Delil; rehin bulunduranın alacağını tahsil edinceye kadar rehni alıkoyma hakkına kıyastır.140
B) Satıcının Sattığı Malı Hapis Hakkı:
Bir satım akdinde önce alıcının satış bedelini teslim etmesi gerektiğini belirtmiştik. Buna göre satıcı peşin ödenmesi şart koşulan bedeli tam olarak teslim almadıkça malı alıcıya vermeme hakkına sahip olur. Peşin ödemenin satış bedelinin tümünü veya bir bölümünü kapsaması hükmü değiştirmez. Meselâ; bir otomobil satın alan kimse, bedelin dörtte birini peşin vermeyi kabul etmişse satıcı bu dörtte bir bedeli almadıkça otomobili teslim etmeye zorlanamaz.141
1. Satılan malı alıkoymanın şartları:
a) Alış-verişte iki bedelden birisinin mal, diğerinin para olması gerekir. Bir malı altın, gümüş veya nakit para karşılığında satmak gibi. Eğer satış malın malla trampası veya altının altınla ya da bir paranın başka cins para ile mübadelesi şeklinde yapılmışsa satıcının malı hapsetme hakkı bulunmaz. Bu durumda taraflar bedelleri birlikte teslim ederler.
b) Satış akdinin peşin para ile yapılmış olması gerekir. Eğer satış vadeli ise, satıcının parayı alamadığını öne sürerek malı hapsetme hakkı bulunmaz. Çünkü vadeli satışta satıcı parayı isteme hakkını vade sonuna kadar geri bırakmış olur.
Diğer yandan satış bedelinin bir bölümü peşin, geri kalanı vadeli olarak konuşulmuşsa, satıcı peşin konuşulan kısmı alıncaya kadar malın tamamını alıkoyabilir. Çünkü hapis hakkı parçalanma kabul etmez. Yine satış bedelinin büyük bir bölümünü alsa, az bir kısım alınamasa, satıcı malın veya alacağın tamamını tahsil edinceye kadar karşı tarafa teslim etmeyebilir. Hanefilerle Mâlikîler satılanın hapsi konusunda aynı görüşe sahiptirler.142
Hanbelîlere göre satıcının parayı alıncaya kadar malı hapsetme hakkı yoktur. Çünkü teslim satım akdinin gereklerindendir. Eğer akdi yapanlar teslimde anlaşamazsa, karşılıklı teslim isteğinde bulunurlar. Satış bedeli zimmet borcu sayılır. Bu yüzden önce satıcı malı teslime, daha sonra da alıcı parayı teslime zorlanır.143
Şâfiîlere göre ise satıcı ve alıcı birbirlerine güvenmiyor ve bedeli alamayacağından korkuyorlarsa, karşılıklı olarak bedelleri alıkoyma hakları vardır. Bu durumda satıcı malı, alıcı parayı alıkoyabilir. Karşı taraf bedeli teslim edince, diğeri de teslim etmek zorunda bulunur.144
2. Satıcının malı hapsetme hakkını düşüren haller:
Alıcının satış bedeline karşılık bir rehin veya kefil göstermesi satıcının malı hapis hakkını düşürmez. Çünkü rehin ve kefâlet, satış bedelini alıcının zimmetinden düşürmediği gibi, onu isteme hakkını da düşürmez. Buna göre, satış bedelini alıncaya kadar onun satılanı hapis hakkı devam eder. Çünkü rehin ve kefâlet satış bedeli için bir teminattan ibarettir.
Alıcı satış bedeli için çek kullanmışsa çekin durumuna bakılır. Eğer kendisinin özel çeki ise satıcının parayı tahsil edinceye kadar malı hapis hakkı devam eder. Eğer çek başkasına ait olup ciro edilmişse, Ebu Yusuf’a göre satıcının malı hapsetme hakkı düşer. Çünkü borç asıl borçlunun zimmetinden çek sahibinin zimmetine geçmiş olur. Bu çeki satıcının da başkasına ciro etmesi, sonucu değiştirmez. İmam Muhammed’e göre, çek cirosu alıcı tarafından yapılmışsa, satıcının malı hapis hakkı düşmez. Çünkü satıcının çek borçlusundan alacağını tahsil edinceye kadar malı hapsetme hakkı vardır. Çek satıcı tarafından ciro edilmişse, mutlak ciro halinde yine satıcının malı alıkoyma hakkı devam eder. Ancak satıcının cirosu belli bir alacaklıyı kendi borçlusuna havale etmek gibi kayıtlı olursa, böyle bir ciro malı hapis hakkını düşürür. Çünkü bu durumda artık satıcının müşteriden alacağını isteme hakkı üçüncü kişiye geçmiş olur. Bu yüzden de onun, malı alıkoyma hakkı düşer.145
Büyük Hanefî hukukçusu el-Kâsânî (ö.587/1191) şöyle der:
“Doğru olan İmam Muhammed’in görüşüdür. Çünkü şerîatte malı alıkoyma hakkı, satış bedelini isteme hakkı ile birlikte söz konusu olur, satış bedelinin bizzat varlığı ile birlikte değil.”146
Satıcı, sattığı malı alıcıya ödünç (âriyet) olarak verse veya onun yanında emânet (vedîa) olarak bıraksa, alıkoyma hakkı düşer. Çünkü alıcının satın aldığı malı emânet olarak elinde bulundurması mülkiyet niteliğindedir.147
Alıcı, malı satıcının yanında emanet, âriyet veya kira akdi ile bıraksa, satıcının malı alıkoyma hakkı düşmez. Çünkü alıkoyma hakkı satıcıya ait sabit bir haktır. Parayı tam olarak tahsil edinceye kadar bu hakkını kullanması mümkündür.
Diğer yandan alıcı malı, satıcının izni ile kabzetse alıkoyma hakkı düşer. Bu durumda, henüz satış bedelinin ödenmediğini ileri sürerek onun malı geri isteme hakkı da bulunmaz. Çünkü kabza izin vermekle bu hakkını düşürmüş olur. Alıcı malı, satış bedelini ödedikten sonra satıcının izni olmaksızın kabzetse alıkoyma hakkı düşer. Çünkü satış bedeli ödendiği için bu haklı bir kabz olmuş bulunur. Ancak alıcı, parasını ödemeden önce malı, satıcının izni olmadan kabzetse, alıkoyma hakkı düşmez ve satıcının bu malı geri isteme hakkı bulunur. Çünkü onun satış bedelini tam olarak alıncaya kadar sattığı malı elinde tutma hakkı vardır. Böyle bir hakkın onun rızası dışında ortadan kalkması da caiz değildir.
Alıcı parasını ödemezden önce malı, satıcının rızası dışında kabzettikten sonra bu malda satış, hibe, rehin, kira gibi feshedilmeye elverişli bir akitle tasarrufta bulunsa, satıcı bu ikinci akdi feshedip malı geri alabilir. Ancak malda üreme, tüketilme gibi geri vermeye engel durumlar olmuşsa, artık geri isteyemez, çünkü bunda bir fayda yoktur.148
C) Teslim veya Kabzın Gerçekleşmesi:
Satıcının sattığı malla alıcı arasındaki engelleri kaldırarak, alıcının tasarrufta bulunması için onu bu malla başbaşa bırakmasına “kabz” veya “teslim” denir. Burada satıcı teslim eden, alıcı ise kabz eden durumundadır. Satış bedelinin müşteri tarafından satıcıya teslim edilmesi de böyledir.
Kabz Sayılan Haller
1. Satılanın alıcının iktidar alanına girmesi:
Alıcının satın aldığı şeyi, arada bir engel olmaksızın, satıcının izni ile teslim almaya güç yetirmesidir. Burada satın alınan şeyin ayrılmış olması, arada teslim almaya engel bir halin bulunmaması ve kabzın satıcının izniyle olması gerekir. Meselâ; bir kimse depoda bulunan buğdayı satın alsa, satıcı ona anahtarı vererek; “sana buğdayı teslim alman için izin veriyorum” dese, bu bir kabz işlemi olur. Burada alıcı buğdayı fiilen kabzetmeden önce buğday telef olsa, bu zarara alıcı katlanır. Ancak alıcıya anahtarları verip hiç bir şey söylemese kabz gerçekleşmez. Evin veya arazinin teslimi, alıcının bunların içine girmesi veya araziyi görecek şekilde yakınında durması yahut da evin kapı anahtarlarına sahip olması ile tamam olur. Bu durumlar dışında, mücerred olarak kullanılacak kabz, teslim veya teslim alma sözleri ile kabz gerçekleşmiş olmaz. Buna göre, Hanefîlerde kabz, alıcı ile satın aldığı malın arasındaki engeli kaldırmakla gerçekleşir. Satın alınan şeyin taşınır veya taşınmaz mal olması sonucu değiştirmez. Ancak ölçü veya tartı ile alınıp satılan standart malların kabzı ölçülerek veya tartılarak tamamını teslim etmekle gerçekleşir. Çünkü ölçü ile satılan bir mal için Hz. Peygamber; “onu, ölçmeden satma” buyurmuştur.149
Şâfiî ve Mâlikîlere göre akar gibi taşınmazların kabzı alıcı ile satın aldığı mal arasındaki engellerin kaldırılması ve böylece alıcıya malda tasarruf imkânının sağlanması ile gerçekleşir.
Hayvan, eşya ve otomobil gibi taşınırların kabzı ise insanlar arasındaki örfe göre olur.149/a
Hanbelîlere göre her malın kabzı insanlar arasındaki örfe göre olur. Yalnız ölçü veya tartı ile satılan standart malların teslimi ölçülerek veya tartılarak olur.149/b
2. İstihlâk yolu ile kabz:
Alıcı, satın aldığı malı henüz satıcının elinde iken istihlâk etse bu bir kabz sayılır. Bu durumda alıcının satış bedelini ödemesi gerekir. Çünkü teslimin amacı, alıcıya satın aldığı mal üzerinde tasarruf imkânı sağlamaktır. Satılanın istihlâk edilmesi ise gerçek bir tasarruf demektir.
Satın alınan malı ayıplı hale getirmek de onu telef etmek gibidir. Meselâ; bir kimse satın aldığı bir otomobille, araç henüz satıcının elinde iken kaza yapsa, ayıplı hale gelen bu aracı teslim almış sayılır.
Yine alıcı satıcıya, satın aldığı buğdayı un yapmasını emretse, o da buğdayı un haline getirse, satıcının alıcının emriyle yapacağı fiil, alıcının bizzat yapacağı fiil yerindedir.150
3. Emânet veya âriyet muâmelesinin satışta kabz yerine geçmesi:
Satıcı, sattığı malı alıcının yanına emânet veya âriyet olarak bıraksa, alıcı bununla malı kabzetmiş sayılır. Çünkü satıcının malı emanet veya âriyet olarak vermesi geçerli değildir. Bu yüzden böyle bir teslim kabz anlamı taşır.
Müşteri satın aldığı malın üçüncü bir kişiye emanet veya âriyet olarak verilmesini istese bununla da malı kabzetmiş sayılır. Çünkü burada emânet veya âriyet alanın eli, alıcının eli gibidir. Ancak müşteri malı emânet, âriyet veya kira sözleşmesi ile doğrudan satıcı yanında bıraksa, bununla kabz gerçekleşmiş olmaz. Çünkü alıcının yapacağı bu tasarruflar geçerli değildir. Zira satıcının malı hapis eli ile vekilin (nâib) elinin tek kişide toplanması düşünülemez.151
4. Satılan malın kabzdan önca üçüncü bir kişinin fiili ile telef olması halinde kabz:
Bu durumda satım akdi kendiliğinden ortadan kalkmaz. Alıcı için seçimlik hak doğar. Alıcı isterse satım akdini fesheder, dilerse kabul edip satış bedelini öder. Bu son durumda alıcı, malı üçüncü kişiye tazmin ettirir. İşte burada, alıcının malı tazmin ettirme yolunu tercih etmesi kabz hükmünde bulunur.152
5. Bir kimsenin başka bir sebeple elinde bulunan malı satın alması halinde kabz:
Bir kimsenin gasp veya emânet gibi bir sebeple elinde bulunan bir malı satın alması halinde; gaspta mücerret satım akdi ile kabz işlemi gerçekleşmiş sayılır. Çünkü gasbedilen şey, gasbedenin tazmin yükümlülüğü altındadır.
Emânet olarak elde bulunan bir malın bu kimse tarafından satın alınmasına gelince burada kabz işlemi, mal akit meclisinde hazır olur veya yanına gidip teslim almaya gücü yeterse kabz işlemi gerçekleşmiş bulunur. Çünkü emanet eli, tazminat eliyle aynı nitelikte olmadığı için biri diğerinin yerine geçmez. Bir kimsenin yanında bulunan vedîa, âriyet, kira ile tuttuğu yer veya ortak olduğu şirket malı gibi emânet hükümlerine tabi olan bir malı satın alması halinde yukarıda belirtilen şekilde yeni bir kabz işlemine ihtiyaç duyulur.152/a
D) Satım Akdinin Bedellerinde Kabzdan Önce Tasarruf:
1. Menkullerde kabzdan önce tasarruf:
Satın alınan menkul malların teslim alınmazdan önce başkasına satılması veya bağış, kira gibi bir hukukî tasarrufa tabi tutulması caiz değildir. Bu konuda müctehidler arasında görüş birliği vardır. Çünkü Nebi (s.a); kabzedilmeyen şeyin satışını yasaklamıştır.153 Böyle bir yasak, yasaklananın fasit olmasını gerektirir. Teslim alınmayan bir malın üçüncü bir şahsa satılması, bu malın helâk olması halinde teslim zorluklarına neden olur. Çünkü satılan mal helâk olunca ilk akit bâtil olur, buna bağlı olarak sonradan malın satıldığı ikinci ve üçüncü... akitler de bâtıl olur. Hz. Peygamber kendisinde ifa edilememe riski (garar) bulunan satışı yasaklamıştır. 154 Başka bir hadiste şöyle buyurulur: “Bir gıda maddesini satın alan kimse onu kabzetmedikçe başkasına satmasın.”155 Burada gıda maddesi sınırlayıcı değil, örnek kabilinden zikredilmiştir.
Kabzdan önce satış yasağı bulunmazsa, bir malın fiyatı hiç yer değiştirmeden, hatta henüz mal üretilmeden yükseltilebilir. Böylece bir takım aracılar hiç malı görmeden veya teslim almadan kağıt üzerinde kazanç elde etmiş olurlar. Meselâ; üretici şirket ile tüketici kişi arasında birkaç tane toptancı, komisyoncu, acenta veya perakendeci aracı bulunabilmektedir. Bunlar özellikle darlığı çekilen mallarda, gerçekte mal henüz elde mevcut değilken, kağıt üzerinde kârlarını ekleyerek tüketiciye malı ulaştırırlar. Piyasada akıcılık gibi görünen bu işler gerçekte fiyatların sun’î olarak artışına, mal arzının kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü mal sürülmesine çok elverişli bir ortam meydana getirmektedir. Kabzdan önce satış yasağı uygulanınca ticaret muameleleri geçici olarak biraz ağırlık kazanacak, fakat bunun ardından bir takım aracılar ortadan çıkmak zorunda kalacaktır. Çünkü nakliye, depo kirası, personel istihdamı gibi harcamalar aracıları ve parazit şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır.156
Kâmil Miras (ö.1376/1958) kabzdan önce satışın piyasaya etkisini şöyle açıklar: Satın alınan bir malın, kabz ve teslim alınmadan önce satışı yolu açık bırakılırsa, bir ambarda depo edilmiş mal, yerinden oynamadan elden ele, dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere fiyatı yükseltilmiş olur.157
2. Satış bedelinde kabzdan önce tasarruf:
Semenlerde kabzdan önce tasarrufta bulunmak caizdir. Bir mala bedel olmak üzere zimmette borç olarak (deyn) kalabilen şeye “semen” denir. Altın, gümüş, madenî veya kâğıt para, döviz bu nitelikte olduğu gibi, ölçü veya tartı ile yahut standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler de miktar ve nitelikleri belirlenerek zimmet borcu yapılabilir.158 Buğday, arpa, inşaat demiri, çimento gibi.
Bu duruma göre, bir kimse vadeli sattığı bir maldan doğan alacaklarını, daha teslim almadan bu alacağa ait çek veya senetleri başkasına ciro ederek tasarrufta bulunabilir. Bu alacak mehir, kira, başkasının malına veya bedenine verdiği zarardan doğan tazminat alacağı kabilinden de olabilir.
Delil Allah elçisinin şu hadisidir. Hz. Ömer (ö.23/643) şöyle der: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizler el-Bakî’de deve satıyoruz ve dirhem (gümüş para) yerine dinar (altın para) alıyoruz; dinar yerine de dirhem aldığımız oluyor.” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer bu iki cins parayı o günün fiyatı ile değiştirir ve aranızda bir alacak verecek kalmaksızın birbirinizden ayrılmış iseniz, bunda bir sakınca yoktur.”159 Bu hadis, alış-veriş sırasında belirlenen satış bedelinin, taraflar birbirinden ayrılıncaya kadar başka cins bir paraya çevrilebileceğine delâlet eder. Burada ilk konuşulan paranın satıcıya teslim edilmiş olması da şart değildir. Satıcı ve alıcı o günün rayici üzerinden altın yerine gümüş veya Türk parası yerine başka bir ülke parasını kabul edebilirler. Karşılıklı rıza olunca bunda bir sakınca bulunmaz. Aynı prensibi sarrafların kullanılmış altını satın aldıktan sonra henüz parasını vermeden, aynı müşteriye başka zinet satışına da uygulayabiliriz. Örneğin; 100 gr. altını sarrafa satan kimse, bunun bedeli olan parayı almadan, aynı sarraftan başka zinetler satın alsa önceki alacağı yeni aldığı zinetleri için mahsup edilebilir. Burada araya zaman girmediği ve akit meclisi değişmediği için nesîe veya fazlalık ribasının meydana geldiği söylenemez. Çünkü ashab-ı kiramın deve satışlarında pazarlıkta konuştukları parayı teslim etmeden hesap üzerinde anlaşarak o günün rayici üzerinden başka cins para verdikleri anlaşılıyor. Başka bir deyimle, muamele bu şekilde yapılırsa bir sakıncanın doğmayacağını Allah elçisi bildiriyor. Çünkü ilk konuşulan para satıcıya teslim edilir, yeniden geri alınarak onun yerine başka cins para verilirse bu yeni bir “sarf akdi” olur. Yani iki cins para birbiriyle peşin mübadele edilmiş bulunur. Bunun caiz olduğunda zaten şüphe yoktur.
Hadiste yasaklanan kabzdan önce satış yasağı zimmet borcuna (deyn) ait olmayıp, malla ilgili olan bir yasaklamadır. Çünkü satılan bir malın kendisinin kabza ihtiyacı vardır. Zimmet borcu ise zimmette hükmî bir mal olup, onun kabzı bedelini kabzetmek suretiyle olur. Bu yüzden zimmet borcunda kabz, belirli bir bedel üzerinde değil, standart olan (mislî) bedelin cinsi üzerinde gerçekleşir.
Sarf ve selem akdi semende kabzdan önce tasarrufun caiz oluşunun istisnasıdır. Altının altın veya gümüşle, paranın başka cins bir para ile değişimi bir sarf muamelesi olup, burada iki bedelden her biri bir bakıma satılan şey, bir bakıma da satış bedeli yerindedir. Bunlar ihtiyaten satılan mal (mebî’) sayılarak kabzdan önce tasarrufta bulunmamalıdır.
Para peşin standart mal veresiye satılan bir akit olan selemde ise mal (müslemün fih) satılan şey hükmündedir. Bu yüzden zimmet borcu olmakla birlikte bunda kabzdan önce tasarruf caiz değildir.160
3. Gayri menkullerde kabzdan önce tasarruf:
Ebû Hanife (ö.150/767) ve Ebu Yusuf’a (ö.182/798) göre, bir kimsenin satın aldığı bir gayri menkul üzerinde, kabzdan önce tasarrufta bulunması caizdir. Yani bir kimse parasını verip satın aldığı, fakat henüz teslim almadığı arsa, dükkân, daire gibi bir taşınmazı başkasına satabilir. Dayandıkları delil “istihsan” prensibi olup, alış-verişin meşrû olduğunu bildiren ayetlerin genel anlamı ile istidlâl etmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Allah alış-verişi helâl kıldı” 161;“Alış-veriş yaptığınız zaman şahit tutun” 162; “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helâldır.”163 Genel anlamlı bu ayetlerde taşınır veya taşınmaz mal ayırımı yapılmadığı gibi, kabzdan önce veya sonra diye de bir ayırım yapılmamıştır. Kitabın umum bildiren ayetinin, vahid (ravisi tek kalan) haberle tahsîsi de caiz değildir. Diğer yandan taşınmazın kabzdan önce satılması halinde, malın helâkı sonucu satıcının taahhüdünü yerine getirememe riski (garar) de söz konusu değildir. Çünkü gayri menkullerin kısa dönem içinde değişikliğe uğraması veya helâk olması ihtimali azdır. Teorik olarak toprak kayması, su basması gibi nedenlerle helâk düşünülse bile, nâdir olan şeye itibar edilmez.164 Bu prensip Mecelle’de şöyle ifadesini bulmuştur: “Alıcı, kabzdan önce mebî’ akar ise başkasına satabilir ve eğer menkul ise satamaz.” 165
İmam Muhammed (ö.189/805), Züfer (ö.158/775) ve Şâfiî’ye (ö.204/819) göre, gayri menkullerin kabzdan önce satışı caiz değildir. Dayandıkları delil; kabzdan önce satış yasağı bildiren hadisin166 genel anlamı, alıcının kabzetmediği bir malı yeni müşteriye teslime gücünün yetmemesi ve böyle bir satışta aldanma (garar) riskinin bulunmasıdır.167
İmam Mâlik’e (ö.179/795) göre ise yalnız gıda maddelerinin kabzdan önce satışı caiz değildir. Dayandığı delil; kabzdan önce satış yasağı bildiren hadiste yalnız gıda maddesinin zikredilmesidir.168 Diğer müctehidler ise hadisteki gıda maddesini sınırlayıcı değil örnek kabilinden sayar. Çünkü aynı üslûbu, karaborsacılıkta malı saklama süresini veya mal çeşidini yahut satın alınan şeyleri günlük rayiç fiyatla satanın sadaka ecri kazanacağını bildiren hadislerde ve benzerlerinde görmek de mümkündür. Nitekim Ebu Yusuf karaborsacılıktan söz eden hadislerde geçen “gıda maddeleri (taam)” ifadesinin örnek niteliğinde olduğunu açıkça belirtmiştir.