VI­II- İSLÂMÎ HÜ­KÜM­LER­LE ÇE­Lİ­ŞEN  ALIŞ-VE­RİŞ­LER

 

A) Fe­sat ve But­la­nın Alış-Ve­ri­şe Et­ki­si:

İslâm’a gö­re in­san­lar ara­sın­da­ki mu­a­me­le­ler rü­kün ve şart­la­rı­nın tam ola­rak bu­lu­nup bu­lun­ma­ma­sı dik­ka­te alı­na­rak iki­ye ay­rı­lır. Sa­hih ve gay­ri sa­hih akit. Sa­hih akit ken­di­sin­de rü­kün ve şart­lar tam ola­rak bu­lu­nan akit­tir. Gay­ri sa­hih ise rü­kün ve­ya şart­la­rın­da ek­sik­lik bu­lu­nan ak­de de­nir. Yu­ka­rı­da akit çe­şit­le­ri­ni açık­lar­ken bun­lar üze­rin­de dur­muş­tuk.

Hanefîlere gö­re sa­hih ol­ma­yan akit­ler ken­di için­de fâsit ve bâtıl ol­mak üze­re iki­ye ay­rı­lır. An­cak bu ayı­rım, mül­ki­ye­tin nak­li so­nu­cu­nu do­ğu­ran ve­ya ak­di ya­pan­la­rı kar­şı­lık­lı borç yü­kü al­tı­na so­kan akit­le­re mah­sus­tur. Sa­tım, ki­ra, hi­be, karz, havâle, şir­ket, müzâraa, müsâkât ve tak­sim ak­di gi­bi. An­cak vekâlet, vesâyet gi­bi mâlî ni­te­lik­li ol­ma­yan, âriyet ve vedîa ver­me gi­bi ta­raf­la­rı kar­şı­lık­lı borç yü­kü al­tı­na sok­ma­yan mâlî akit­ler­de; iba­det­ler­de ve bo­şa­ma, va­kıf, kefâlet gi­bi tek yan­lı ira­dey­le mey­da­na ge­len ta­sar­ruf­lar­da ise fâsitle bâtıl ara­sın­da bir fark yok­tur.

Hanefîler dı­şın­da­ki ço­ğun­lu­ğa gö­re ise hem iba­det­ler ve hem de akit­ler ko­nu­sun­da fâsit ve bâtıl te­rim­le­ri eş an­lam­da kul­la­nı­lır.

Hanefîlerle ço­ğun­luk müc­te­hid­ler ara­sın­da­ki gö­rüş ay­rı­lı­ğı İslâm’da­ki bir ya­sa­ğın akit üze­rin­de han­gi öl­çü­de bir so­nuç do­ğu­ra­ca­ğı­nı fark­lı an­la­ma­ya da­ya­nır. Ev­li­lik, mi­ras ve­ya ti­ca­ret ha­ya­tı ile il­gi­li İslâm’ın koy­du­ğu bir ya­sa­ğa uyul­ma­dı­ğı tak­dir­de yal­nız uhrevî so­rum­lu­luk mu söz ko­nu­su olur? Ya­hut hem uhrevî so­rum­lu­luk do­ğar, hem de akit ge­çer­siz mi olur? Yi­ne ek­sik­lik rü­kün ve­ya şart­lar­la il­gi­li ise fark­lı so­nuç mey­da­na ge­lir mi?

Hanefîlere gö­re, ba­zan İslâm’ın akit­ler­le il­gi­li bir ya­sa­ğı, iş­le­ye­ne gü­nah ka­zan­dı­rır, fa­kat bu­nun­la bir­lik­te akit ge­çer­li­li­ği­ni ko­rur. An­cak bu ya­sak ve­ya ek­sik­lik ak­din rü­kün­le­rin­de, ya­ni icap, ka­bul ve­ya üze­rin­de akit ya­pı­lan şey­de olur­sa ya­hut bun­la­rı ta­mam­la­yan şart­lar­da bir ek­sik­lik bu­lu­nur­sa akit bâtıl olur. Meselâ; ak­din ko­nu­su or­ta­da yok­sa ve­ya ak­di kü­çük ço­cuk ve­ya akıl has­ta­sı yap­mış­sa, ya da ko­nu­nun tes­li­mi imkânsızsa sa­tış bâtıl olur. Bu du­rum­da mal tes­lim alın­mış­sa ge­ri ve­ril­me­si ge­re­kir. Tü­ke­til­miş­se taz­min edi­lir. Eğer hük­mü ta­mam­la­yan ve­ya hü­küm­le il­gi­li olan bir şart ek­sik­se, akit fâsit olur, bâtıl ol­maz. Bir alım-sa­tım ak­din­de öde­ne­cek olan pa­ra mik­ta­rı­nın ve­ya pa­ra­yı öde­me ta­ri­hi­nin be­lir­len­me­me­si gi­bi. Fâsit akit­te, ek­sik­li­ğin ta­mam­lan­ma­sı ve­ya sa­tım ak­di­nin fes­hi yo­lu­na gi­dil­me­si ge­re­kir. Fe­sih ha­lin­de alı­cı, mal el­de mev­cut­sa ay­nı­nı ge­ri ve­rir. Tü­ke­til­miş olur­sa mis­li­ni, eğer kıyemî mal­lar­dan ise de­ğe­ri­ni taz­min et­me­si ge­re­kir. Böy­le bir sa­tış­ta sa­tı­lan mal, alı­cı ta­ra­fın­dan kab­ze­dil­mez­den ön­ce mülk ifa­de et­mez.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re ise akit­le il­gi­li bir ya­sak, o ak­din her­han­gi bir so­nuç mey­da­na ge­tir­me­si­ne en­gel olur. Çün­kü ya­sa­ğa rağ­men böy­le bir ak­di yap­mak Al­lah’a is­yan­dır. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim bi­zim em­ri­mi­ze uy­ma­yan bir iş ya­par­sa bu iş ge­ri çev­ri­lir. Kim di­ni­mi­ze, on­da ol­ma­yan bir iş so­kar­sa bu da ge­ri çev­ri­lir.” 169 Di­ğer yan­dan As­hab-ı ki­ram, hak­kın­da ya­sak bu­lu­nan akit­le­rin bâtıl ol­du­ğun­da bir­leş­miş­ler­dir. On­lar fa­i­zi ve müş­rik­ler­le ya­pı­lan ev­len­me ak­di­ni bu ne­den­le ge­çer­siz say­mış­lar­dır.170

 

  B) Bâtıl Sa­yı­lan Alış-Ve­riş Çe­şit­le­ri:

 

  1. Ol­ma­yan Şe­yin (Ma’dûm) Sa­tı­şı:

He­nüz mey­da­na gel­me­miş olan bir şe­yin sa­tı­şı­nın ge­çer­li ol­ma­ya­ca­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Hay­va­nın he­nüz doğ­ma­mış bu­lu­nan yav­ru­su­nu sat­mak, or­ta­ya çık­ma­dan ön­ce mey­ve ve eki­ni sat­mak gi­bi. Bun­lar sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­dı­ğı ve­ya mey­da­na gel­me­me ris­ki bu­lun­du­ğu için ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ge­çer­li de­ğil­dir. De­lil Al­lah el­çi­si­nin şu ha­di­si­dir: “Ne­bi (s.a) er­kek de­ve­nin sul­bün­de­ki­ni, di­şi de­ve­nin kar­nın­da­ki ce­ni­ni ve yi­ne hay­va­nın kar­nın­da­ki do­ğa­cak yav­ru­nun yav­ru­su­nu sat­ma­yı ya­sak­la­dı.”171 Ha­dis­te ge­çen “medâmîn”; er­kek de­ve­le­rin sulp­le­rin­de­ki menîyi, “melâkîh”; di­şi de­ve­nin kar­nın­da­ki ce­ni­ni, “hab­lü’l-hub­le” ise; di­şi de­ve­nin yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu ifa­de eder.172 İslâm’ın çı­kı­şı sı­ra­sın­da arap­lar ara­sın­da bu gi­bi sa­tış­lar ya­pı­lı­yor­du. Sa­tı­cı er­kek de­ve­ye di­şi de­ve­si­ni aşı­la­tır (aşır­tır) ve bu­nun do­ğu­ra­ca­ğı yav­ru alı­cı­nın olur ve­ya bir, ya da iki yıl sü­rey­le er­kek hay­va­nın aşı­la­ya­ca­ğı yav­ru­la­rın sa­tı­şı, aşı­la­ma sı­ra­sın­da ya­pıl­mış olur­du. An­ne kar­nın­da­ki ce­ni­nin sa­tı­şı da ya­pı­lır­dı. Bü­tün bu du­rum­lar­da hay­va­nın hiç do­ğur­ma­ma­sı, ölü ve­ya sa­kat do­ğum yap­ma­sı ha­lin­de alı­cı­nın öde­di­ği sa­tış be­de­li kar­şı­lık­sız ka­la­cak­tır. Di­ğer yan­dan yav­ru­su üze­rin­de sa­tış söz­leş­me­si ya­pı­lan hay­va­nın sa­tı­la­rak el de­ğiş­tir­me­si ha­lin­de yav­ru ile il­gi­li sa­tı­şın îfası güç­le­şe­cek­tir.

Di­ğer yan­dan mev­cut ol­ma­yan şe­yin sa­tış ya­sa­ğı ile pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış şek­li olan “se­lem ak­di”ni bir­bi­ri­ne ka­rış­tır­ma­mak ge­re­kir. Se­lem sa­tı­şı; öl­çü, tar­tı ve­ya stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan (mislî) şey­le­rin sa­tış be­de­li pe­şin öde­ne­rek zim­met bor­cu ola­rak sa­tıl­ma­sı­dır. On ton sert buğ­da­yı şu ka­dar pe­şin fi­ya­ta üç ay so­nun­da tes­lim al­mak üze­re sa­tış söz­leş­me­si yap­mak bu ni­te­lik­te­dir. Ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şın­da ise he­nüz mey­da­na gel­me­miş olan fa­kat be­lir­li bu­lu­nan bir mal üze­rin­de an­laş­ma ya­pıl­mak­ta­dır. Şu hay­va­nın do­ğa­cak olan yav­ru­su ve­ya şu ağaç­la­rın mey­da­na ge­le­cek ürü­nü di­ye sı­nır­la­ma ge­ti­re­rek sa­tış ya­pıl­ma­sı söz­leş­me­nin sı­nır­la­rı­nı da­ralt­mak­ta­dır.

İslâm, ta­raf­la­rın al­dan­ma­sı­na ve­ya an­laş­maz­lı­ğa düş­me­si­ne yol aça­bi­le­cek bi­lin­mez­lik ve risk­le­ri alış-ve­riş­ler­den kal­dır­ma­yı amaç­la­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: İbn Ab­bas (r.a) nak­le­der: “Rasûlullah (s.a) ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar mey­ve­nin ağa­cın­da, yü­nün kır­pıl­ma­dan ön­ce hay­va­nın sır­tın­da ve sü­tün sa­ğıl­ma­dan ön­ce hay­va­nın me­me­sin­de iken sa­tıl­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır.”173

Mey­ve ve ekin­le­rin he­nüz mey­da­na gel­me­den kö­kün­de sa­tıl­ma­sı ha­lin­de so­ğuk, sı­cak, sel, bas­kı­nı, has­ta­lık gi­bi ne­den­ler­le hiç ürün alı­na­ma­ma­sı du­ru­mun­da sa­tış be­de­li kar­şı­lık­sız ka­lır. Hay­va­nın me­me­sin­de­ki süt­le, sır­tın­da­ki yü­nün sa­tın alın­ma­sın­da da mik­tar, ni­te­lik vb. ko­nu­lar­da be­lir­siz­lik­ler var­dır. Böy­le bir sa­tış al­dan­ma­ya yol açar. Di­ğer yan­dan bun­lar­da son­ra­dan ço­ğal­ma ve bü­yü­me hak­la­rın ka­rış­ma­sı­na ne­den olur.

İmam Mâlik’e gö­re ay­nı ot­lak­ta ot­la­tı­lan bir­den çok ko­yu­nun me­me­sin­de­ki sü­tü, ne ka­dar süt ver­di­ği bi­lin­di­ği tak­dir­de be­lir­li gün­ler sü­re­sin­ce ölç­me­den sat­mak ca­iz­dir. Çün­kü in­san­lar bu ko­nu­da bir­bir­le­ri­ne mü­sa­ma­ha gös­te­rir. Ko­yu­nun sır­tın­da­ki yü­nün kır­pıl­ma­dan sa­tıl­ma­sı da böy­le­dir. Çün­kü bun­la­rın alı­cı­ya tes­li­min­de güç­lük yok­tur. Hanbelîler de he­men kır­pıl­ma­sı şar­tıy­la ko­yu­nun sır­tın­da­ki yü­nün sa­tı­şı­nı ca­iz gö­rür­ler.174

İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) ve ho­ca­sı İbn Tey­miy­ye (ö.728/1327) gi­bi ba­zı Hanbelîlere gö­re, sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­mak­la bir­lik­te, ade­te gö­re ge­le­cek­te mey­da­na gel­me­si ke­sin olan şe­yin sa­tı­şı ca­iz­dir. Çün­kü yok olan (ma’dûm) bir şe­yin sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı ne Ki­tap­ta, ne Sün­net­te ve ne de sa­ha­be söz­le­rin­de sa­bit de­ğil­dir. Sün­net­te sa­de­ce ga­rar sa­tı­şı ya­sak­lan­mış olup, ga­rar da; “tes­lim edi­le­me­yen şey” de­mek­tir. Bu­nun mev­cut olup ol­ma­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Ka­çıp gi­den ve ge­lip gel­me­ye­ce­ği bel­li ol­ma­yan at' ın ve­ya ça­lı­nan bir oto­mo­bi­lin sa­hi­bi ta­ra­fın­dan sa­tıl­ma­sı gi­bi. Bu­ra­da ya­sak­la­ma­nın il­le­ti ne yok­luk ve ne de var­lık­tır. Sa­tı­la­nı tes­lim ede­me­mek­ten do­ğan ga­rar (risk) ha­li­dir.

Di­ğer yan­dan İslâm’da ba­zı du­rum­lar­da ma’dûmun sa­tı­şı ge­çer­li sa­yıl­mış­tır. Ni­te­kim ol­gun­la­şa­ca­ğı bel­li olan mey­ve­nin da­lın­da sa­tı­şı ca­iz ol­du­ğu gi­bi içi dol­muş bu­lu­nan ta­ne­li bit­ki­le­rin sa­tı­şı da ca­iz­dir. Bu­na gö­re, bir şe­yin ge­le­cek­te mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği be­lir­siz ise, bu­nun sa­tı­şı he­nüz mev­cut ol­ma­yı­şın­dan ötü­rü de­ğil, ga­rar yü­zün­den ba­tıl olur. Kı­sa­ca, bu­ra­da­ki sa­tış ya­sa­ğı­nın il­le­ti tes­li­me güç ye­ti­re­me­me ya­ni ga­rar ha­li­dir. Ni­te­kim mev­cut olup da tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey­le­rin sa­tı­şı­nın ya­sak olu­şu da bu ne­de­ne da­ya­nır.175

 

  2. Tes­li­mi­ne Güç Ye­ti­ri­le­me­ye­cek Olan Şe­yin Sa­tı­şı:

 

  a) Tes­li­mi­ne güç yet­me­yen muâmeleler:

Alış-ve­ri­şin ama­cı sa­tı­cı­nın pa­ra­ya, alı­cı­nın ise ma­la mâlik ol­ma­sı ve bun­la­rın kar­şı­lık­lı ola­rak tes­lim edil­me­si­dir. Sa­tı­cı sat­tı­ğı ma­lı tes­lim ede­mez­se sa­tış­tan bek­le­nen ya­rar ger­çek­leş­mez. Bu yüz­den Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re, bir kim­se tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­ye­ce­ği bir ma­lı sat­sa, bu mal onun mül­ki­ye­ti al­tın­da bu­lun­sa bi­le sa­tış bâtıl olur.

Su­da­ki ba­lı­ğın, ha­va­da­ki ku­şun, kaç­mış olan ve ge­ri dö­nüp dön­me­ye­ce­ği bi­lin­me­yen hay­va­nın, ça­lın­tı oto­mo­bi­lin, ça­lı­nan ve ye­ri bi­lin­me­yen eş­ya­nın sa­tıl­ma­sı ha­lin­de, sa­tı­cı bun­la­rı alı­cı­ya tes­li­me güç ye­ti­re­mez. Böy­le bir sa­tış bâtıldır. Eğer sa­tış­tan son­ra bu be­lir­ti­len şey­ler or­ta­ya çı­kar ve tes­li­mi müm­kün ha­le ge­lir­se sa­tı­cı ve alı­cı­nın ye­ni bir sa­tış söz­leş­me­si yap­ma­la­rı müm­kün­dür. Bu­ra­da ön­ce­ki bâtıl olan sa­tış ken­di­li­ğin­den yü­rür­lük ka­zan­maz.

Tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey, bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­miş ol­sa, sa­tış yi­ne bâtıl olur. Çün­kü sa­tış be­de­li stan­dart mal (mislî) olun­ca, sa­hi­bi ba­kı­mın­dan “sa­tı­lan mal (mebî’)” ni­te­li­ğin­de­dir.176

Bu­ra­da sa­tı­la­cak mal mev­cut ol­mak­la bir­lik­te, sa­tış sı­ra­sın­da alı­cı­ya tes­li­me güç ye­ti­ril­me­mek­te­dir. De­lil Sün­net­tir. Ebû Sa­id el-Hudrî (ö.64/683) ra­dı­yal­la­hu anh­ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a), do­ğu­run­ca­ya ka­dar hay­van­la­rın kar­nın­da­ki yav­ru­la­rın sa­tıl­ma­sı­nı, öl­çül­me­dik­çe hay­van­la­rın me­me­le­rin­de­ki sü­tün sa­tıl­ma­sı­nı, pay­laş­tı­rıl­ma­dık­ça ga­ni­met­le­rin, kab­ze­dil­me­dik­çe sa­da­ka­la­rın ve de­ni­ze atıp çı­kar­ma­dan ön­ce ağa ya­ka­la­na­cak ba­lık­la­rın sa­tıl­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır.”177 Di­ğer yan­dan Rasûlullah (s.a) ha­sat ve ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.178  Ha­dis­te­ki “hasât” ça­kıl ta­şı sa­tı­şı de­mek olup; ca­hi­li­ye dev­rin­de; “Ben sa­na bu ça­kıl ta­şı­nın üze­ri­ne dü­şe­ce­ği ku­maş­la­rı sa­tı­yo­rum” de­yip, taş atı­lır, han­gi ku­ma­şa isa­bet eder­se o ku­maş sa­tıl­mış olur­du. Taş, ku­maş­la­ra isa­bet et­mez­se alı­cı bir şey ala­maz­dı. “Ga­rar” yu­ka­rı­da da açık­la­dı­ğı­mız gi­bi “al­dan­ma ih­ti­ma­li bu­lu­nan sa­tış” de­mek­tir.

Gü­nü­müz­de hal­ka ata­rak ve­ya bel­li dö­nüş ha­re­ke­ti ya­pan ku­mar alet­le­ri­ne pa­ra ya­tı­ra­rak eş­ya ve­ya pa­ra ka­zan­ma­ya ça­lış­ma­nın al­dan­ma ris­ki bu­lu­nan bir mu­a­me­le ol­du­ğu açık­tır.

Hz. Pey­gam­ber baş­ka bir ha­di­sin­de; “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız. Çün­kü bun­da al­dan­ma ris­ki (ga­rar) var­dır.”179  bu­yur­muş­tur. Bu­ra­da ga­rar “tes­lim edi­le­me­yen şey” ve­ya “tes­li­min­de al­dan­ma ih­ti­ma­li bu­lu­nan şey” an­la­mı­na ge­lir. Bu­ra­da­ki su; de­niz ve­ya ne­hir su­yu gi­bi sı­nır ge­ti­ri­le­me­yen su­lar­dır. Bu yüz­den ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, özel ha­vuz­lar­da ye­tiş­ti­ri­len ve­ya özel böl­me­ler­de top­la­nan ba­lık­la­rı he­nüz tut­ma­dan sa­tın al­mak ca­iz­dir. Çün­kü böy­le bir ha­vuz­da ba­lı­ğın cins ve ka­li­te­si­ni gör­mek müm­kün ol­du­ğu gi­bi, av­lan­ma­sın­da al­dan­ma ri­zi­ko­su yok­tur. Meselâ; böy­le bir ba­lık çift­li­ği sa­hi­bi ile ba­lık alı­cı­sı pe­şin pa­ray­la 100 kg. ba­lı­ğı bir gün son­ra tes­lim et­mek üze­re an­laş­sa­lar böy­le bir sa­tış ge­çer­li olur.  Çün­kü tec­rü­be­le­re gö­re al­dan­ma ris­ki bu­lun­maz. Yal­nız Hanefîlere gö­re alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı söz ko­nu­su olur.180

 

  b) Zim­met bor­cu olan şey­le­rin sa­tı­şı:

Zim­met bor­cu­na “deyn” de­nir. Ço­ğu­lu “düyûn”dur. Sa­tı­lan bir ma­lın be­de­li (se­me­ni), karz be­de­li, ka­dı­nın me­hir ala­ca­ğı, ça­lış­ma kar­şı­lı­ğı olan üc­ret, ya­ra­la­ma­nın taz­mi­na­tı (erş), ma­la ve­ri­len za­rar­la­rın taz­mi­na­tı, bo­şa­ma kar­şı­lı­ğın­da ko­ca­nın ala­ca­ğı be­del (muhâlea be­de­li) ve se­lem ak­din­de stan­dart mal ala­ca­ğı gi­bi borç­lar “deyn” ni­te­li­ğin­de­dir. Zim­met bor­cu­nun baş­ka­sı­na dev­re­dil­me­si ha­lin­de aşa­ğı­da­ki hü­küm­ler söz ko­nu­su olur:

 

  aa) Bor­cun ve­re­si­ye sa­tıl­ma­sı:

Zim­met bor­cu­nun ala­cak­lı ta­ra­fın­dan va­de­li ola­rak borç­lu­ya ve­ya üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tı­şı ya­sak­lan­mış­tır. Çün­kü; “Hz. Pey­gam­ber bor­ca kar­şı­lık bor­cun (kâli’in kâli’e kar­şı­lık) sa­tı­şı­nı neh­yet­miş­tir.” 181 Bor­cun bor­ca kar­şı­lık sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı tes­li­me güç yet­me­me­si, fa­i­zin ger­çek­leş­me­si ve­ya al­dan­ma ris­ki­nin bu­lun­ma­sı gi­bi ne­den­le­re da­ya­nır.

Bor­cun borç­lu­ya sa­tıl­ma­sı­na şu­nu ör­nek ve­re­bi­li­riz. Bir kim­se bir ay son­ra tes­lim al­mak üze­re bir ton buğ­da­yı pa­ra­sı­nı da bir ay son­ra ver­mek üze­re sa­tın al­sa, iki zim­met bor­cu va­de­li ola­rak mü­ba­de­le edil­miş olur. Bu­ra­da be­del­le­rin iki­si de va­de­li ol­du­ğu için sa­tım ak­din­den çok bir sa­tış va­din­den söz edi­le­bi­lir. Ta­raf­lar ver­dik­le­ri söz­de du­ra­rak sa­tı­şı ger­çek­leş­ti­re­bi­le­cek­le­ri gi­bi, sa­tış bağ­la­yı­cı ol­ma­dı­ğı için uy­gu­lan­ma­ma­sı da müm­kün­dür.

Bor­cun, borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ise şöy­le olur: Bir kim­se baş­ka­sın­da olan bir ton buğ­day ala­ca­ğı­nı, be­de­li bir ay son­ra alın­mak üze­re bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da baş­ka­sı­na sat­sa, bu­ra­da da iki zim­met bor­cu va­de­li ola­rak mü­ba­de­le edil­miş bu­lu­nur.182

 

  bb) Bor­cun pe­şin sa­tıl­ma­sı:

Dört mez­hep müc­te­hit­le­ri­ne gö­re ala­cak­lı ala­ca­ğı­nı borç­lu­ya pe­şin ola­rak sa­ta­bi­lir ve­ya ba­ğış­la­ya­bi­lir. Çün­kü bor­cun borç kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­me­si esa­sı­na da­ya­nır. Bor­cun borç­lu­ya dev­re­dilme­si ha­lin­de ise tes­li­me ih­ti­yaç ol­maz, çün­kü onun ken­di zim­met bor­cu ken­di­si­ne tes­lim edil­miş sa­yı­lır. Meselâ; bir kim­se, karz ola­rak ver­di­ği bir ton buğ­da­yı ge­ri al­mak ye­ri­ne, ödünç ala­na bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­ta­bi­lir ve­ya ba­ğış­la­ya­bi­lir. Bu­ra­da buğ­da­yı tes­lim hük­men ya­pıl­mış olur.183 Zâhîrîlere gö­re, böy­le bir sa­tış al­dan­ma­ya (ga­rar) yol aça­bi­le­ce­ği için ca­iz de­ğil­dir.184

Di­ğer yan­dan borç­lu­nun buğ­day ye­ri­ne, kar­şı­lık­lı rı­za ile kıy­me­ti­ni ver­me­si de müm­kün­dür.

Bir zim­met ala­ca­ğı­nın borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü ala­cak­lı bu tak­dir­de bor­cu tes­li­me güç ye­ti­re­mez. Borç­lu­ya üçün­cü bir kim­se­ye tes­li­mi şart koş­sa bu da fa­sit bir şart olur ve sa­tış ge­çer­li ol­maz. Meselâ; bir kim­se ödünç ver­di­ği bir ton buğ­da­yı, baş­ka bi­ri­si­ne pe­şin pa­ra ile sat­sa, sa­tı­cı­nın buğ­da­yı tes­lim et­me­ye gü­cü yet­me­ye­bi­lir. Pa­ra ala­ca­ğı­nı baş­ka cins bir pa­ra ile pe­şin ola­rak sat­mak da böy­le­dir. Nesîe fa­i­zi­nin mey­da­na gel­me­me­si için borç­lu­nun da pe­şin öde­me yap­ma­sı ge­re­kir. An­cak ala­ca­ğı­nı sa­tan kim­se­nin borç­lu­dan bu­nu sarf mec­li­sin­de sat­tı­ğı kim­se­ye tes­lim et­me­si ge­re­kir ki bu­na gü­cü yetmez. Çün­kü gü­cü ye­te­cek ol­sa, ön­ce ala­ca­ğı­nı tes­lim alır, on­dan son­ra baş­ka cins pa­ra­ya çe­vi­re­bi­lir.185

 

  cc) Se­net kır­dır­mak:

Bir kim­se va­de­li bir ala­ca­ğı­nı da­ha az bir be­del kar­şı­lı­ğın­da baş­ka­sı­na sa­tar­sa, bu­na “se­net kır­dır­ma” de­nir. Eğer se­net ve­ya çek be­de­li asıl borç­lu­ya va­de­sin­den ön­ce da­ha az bir be­del­le dev­re­dil­miş olur­sa bun­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Meselâ; 10 mil­yon li­ra­lık 6 ay va­de­li bir se­ne­di, se­net borç­lu­su va­de­nin dol­ma­sı­na üç ay ka­la kar­şı­lık­lı rı­za ile 8 mil­yon li­ra öde­ye­rek se­ne­di ge­ri al­sa bu müm­kün ve ca­iz­dir. An­cak bu se­net ve­ya çek üçün­cü bir şah­sa ve­ya ban­ka­ya kır­dı­rı­lır­sa, 8 mil­yon, üç ay son­ra­ki 10 mil­yon li­ra ile mü­ba­de­le edil­miş olur ki, ara­da­ki fark fa­iz olur.186

Mâlikîlere gö­re, bir zim­met bor­cu­nun al­dan­ma (ga­rar), ri­ba ve­ya kabz­dan ön­ce sa­tış gi­bi şer’an sa­kın­ca­lı bir du­rum söz ko­nu­su ol­ma­dık­ça borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir.187

 

  3. Ga­rar Sa­tı­şı (Al­dan­ma Ris­ki Bu­lu­nan Sa­tış):

 

  a) Ga­rar te­ri­mi ve kap­sa­mı:

Ga­rar söz­cü­ğü söz­lük­te; teh­li­ke, teh­li­ke­ye açık bı­rak­ma ve meç­hul alış-ve­riş de­mek­tir.

Ay­nı kök­ten “tağrîr” söz­cü­ğü ise “teh­li­ke­ye at­mak” an­la­mı­na ge­lir. Ga­rar ge­nel an­lam­da dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan se­vim­li olan fa­kat iç yü­zü ba­kı­mın­dan ho­şa git­me­yen şe­yi ifa­de eder.

 

 

Bir fı­kıh te­ri­mi ola­rak ga­rar akit­ler­de; al­dat­ma, hi­le, bi­lin­mez­lik ve­ya tes­li­me güç ye­ti­ri­le­me­me­si hal­le­ri­ni kap­sar. Bü­yük Hanefî fakîhi es-Serahsî (ö.490/1097) ga­rar’ı; “So­nu­cu be­lir­siz ve ka­pa­lı olan şey”, Mâlikî fa­kih­le­rin­den el-Karâfî (ö.664/1285) ise; “Mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği bi­li­ne­me­yen şey” ola­rak ta­rif eder. Ha­va­da­ki kuş, su­da­ki ba­lık gi­bi.188 Hanbelîlerden İbn Tey­miy­ye (ö.728/1328) ga­rar’ı; “So­nu­cu be­lir­siz olan şey” ola­rak be­lir­ler­ken, öğ­ren­ci­si İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) da­ha açık bir ifa­de ile şöy­le ta­rif et­miş­tir: “Ga­rar; sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­sun ve­ya ol­ma­sın alı­cı­ya tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey­dir. Ça­lın­mış olan bir ma­lı ve­ya ka­çıp git­miş olan bir hay­va­nı sat­mak gi­bi."

İslâm’da kap­sa­mın­da ga­rar (al­dan­ma) bu­lu­nan sa­tış ya­sak­lan­mış­tır. Ha­dis­te şöy­le buy­ru­lu­ur: “Nebî (s.a) ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı.” 189 Hz. Pey­gam­ber’in şu ha­di­si ga­ra­rı tef­sir et­mek­te­dir: “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız, çün­kü bun­da ga­rar var­dır.”190  Ba­lık­çı­nın bir sa­at sü­rey­le ça­lış­ma­sı ve­ya ba­lık ağı­nı bir de­fa su­ya at­ma­sı so­nu­cun­da çı­ka­ra­ca­ğı ba­lık­la­rı bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğı sa­tın alan kim­se için bu­nun ri­zi­ko­su açık­tır. Çün­kü hiç ba­lık tu­tu­la­ma­dı­ğı tak­dir­de ba­lık­çı­ya ver­di­ği pa­ra kar­şı­lık­sız ka­la­cak­tır. Tah­min edi­le­nin üs­tün­de ba­lık çık­ma­sı ha­lin­de ise, ba­lık­çı al­dan­dı­ğı­nı dü­şü­ne­cek­tir.

Bu­na gö­re, ga­rar te­ri­mi­nin; “Hiç mey­da­na gel­me­me ve­ya  is­te­ni­len mik­tar ve ni­te­lik­te mey­da­na gel­me­me ve­ya sa­tı­la­nın tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­me ris­ki” bu­lu­nan bü­tün alış-ve­riş­le­ri kap­sa­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­riz.

Çe­şit­li ha­dis-i şe­rif­ler­de sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın al­dan­ma­sı­na yol aça­bi­len ve­ya sa­tı­la­nı tes­lim güç­lü­ğü do­ğu­ran alış-ve­riş­le­re ör­nek­ler ve­ril­miş­tir. Medâmîn, melâkîh, hab­lü’l-hub­le, mülâmese, münâbeze, muhâkale ve hasât sa­tı­şı bun­lar ara­sın­da­dır. “Hz. Pey­gam­ber (s.a) hay­va­nın sul­bün­de­ki menîyi (medâmîn), hay­va­nın kar­nın­da­ki ce­ni­ni (melâkîh) ve hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu doğ­ma­dan ön­ce (hab­lü’l-hub­le) sa­tı­şı­nı, ya­sak­la­mış­tır.”191 Bun­la­rın mey­da­na gel­me­me ve alı­cı­ya tes­lim güç­lü­ğü var­dır. Bu be­lir­siz­li­ği sa­tış sı­ra­sın­da ve­ya sa­tı­şın uy­gu­la­na­ca­ğı za­man sü­re­ci için­de gi­der­me imkânı da yok­tur. Bu yüz­den böy­le bir sa­tım ak­di bâtıl olur. Yi­ne ha­dis­ler­de ya­sak­la­nan “mülâmesen”; alı­cı­nın ma­lı eli­ne al­ma­sı ve­ya do­kun­ma­sı so­nu­cun­da sa­tı­şın bağ­la­yı­cı ha­le gel­me­si, “münâbeze”; sa­tı­cı­nın ma­lı alı­cı­ya at­ma­sı so­nu­cun­da sa­tım ak­di­nin ta­mam­la­na­ca­ğı, “hasât” ise, atı­lan bir ta­şın isa­bet et­ti­ği şe­yin sa­tın alın­mış sa­yıl­ma­sı an­la­mı­na ge­lir.192 Bu üç çe­şit sa­tış tü­rün­de ek­sik­li­ği gi­der­mek ve sa­tı­la­nı alı­cı­ya tes­lim et­mek müm­kün ol­du­ğu için sa­tım ak­di fa­sit olur.

Yi­ne ha­dis­ler­de ya­sak ol­du­ğu be­lir­ti­len baş­ka sa­tış tür­le­ri de var­dır. Muhâkale ve müzâbene bun­lar ara­sın­da­dır. Bun­lar­dan il­ki, buğ­da­yı ba­şa­ğın­da iken, ha­sat edil­miş bu­lu­nan baş­ka buğ­day­la tah­min üze­re sat­mak; “müzâbene” ise; da­lın­da­ki ta­ze hur­ma ve­ya üzü­mü, ku­ru hur­ma ve­ya ku­ru üzüm kar­şı­lı­ğın­da sat­mak­tır. Bu­ra­da cins­ler bir olup, sa­tı­la­nın mik­ta­rı be­lir­siz ol­du­ğu için ara­da­ki far­kın fa­iz ol­ma­sı söz ko­nu­su­dur. Çün­kü fa­iz ce­re­yan eden stan­dart (mislî) şey­le­rin mübâdelesinin pe­şin ve eşit mik­tar­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir.193

Di­ğer yan­dan müzâbene’nin istisnâsı ola­rak Hz. Pey­gam­ber “arâyâ”ya izin ver­miş­tir. “Arâyâ” bir iki ağaç hur­ma­nın mey­ve­si­ni ku­ru hur­ma ile sat­mak­tır. Bu, in­san­la­rın ta­ze hur­ma ye­me­le­ri­ne olan ih­ti­yaç se­be­biy­le meşrû kı­lın­mış­tır. Çün­kü bu­na ih­ti­yaç ola­bi­lir. An­cak bu­nun ti­ca­ret ama­cıy­la ya­pıl­ma­ma­sı için, İmam Şâfiî böy­le bir de­ği­şi­min top­lam beş vesk’ı (yak­la­şık 653 kg) aş­ma­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­miş­tir.194

Sehl b. Ebî Has­me (r.a)’ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber ta­ze hur­ma­yı ku­ru hur­ma kar­şı­lı­ğın­da sat­mak­tan me­net­miş ve bu ri­ba­dır, bu müzâbenedir, de­miş­tir. Yal­nız ariy­ye’ye, ya­ni bir iki ağaç hur­ma­nın ye­mi­şi­ni ku­ru hur­ma kar­şı­lı­ğın­da sat­ma­ya ruh­sat ver­miş­tir. Onu bir ev hal­kı ku­ru hur­ma ile tak­dir ede­rek ta­ze ta­ze yer­ler­di.” 195

Yi­ne su­ya bir de­fa atı­la­cak ağın ya­ka­la­ya­ca­ğı ba­lık­la­rı ve­ya dal­gı­cın bir da­lış­ta çı­ka­ra­ca­ğı in­ci­le­ri bel­li bir fi­ya­ta ön­ce­den sat­mak fâsit bir sa­tış­tır. Bun­lar­dan il­ki­ne “dar­be­tü’l-kânis”, ikin­ci­si­ne ise “dar­be­tü’l-gâis” de­nir. Ebû Sa­id el-Hudrî (r.a)’nin nak­let­ti­ği bir ha­dis­te dal­gı­cın bu şe­kil­de çı­kar­ta­cak­la­rı­nı tah­min üze­re sat­ma­sı ya­sak­lan­mış­tır.196

So­nuç ola­rak yu­ka­rı­da zik­re­di­len ha­dis­ler ve ör­nek­ler üze­rin­de dü­şü­nül­dü­ğün­de İslâm’ın alış-ve­riş­ler­de be­del­le­rin açık ve be­lir­li ol­ma­sı­nı is­te­di­ği an­la­şı­lır. Eğer sa­tış be­de­li ve­ya sa­tı­lan mal­da be­lir­siz­lik kar­şı­lık­lı an­laş­ma yo­luy­la gi­de­ri­le­bi­le­cek ni­te­lik­te ise sa­tış fâsit de­re­ce­sin­de sa­yı­lır. An­cak ba­zı sa­tış­lar­da tes­li­min imkânsız ol­ma­sı ve ile­ri de­re­ce­de­ki bil­gi­siz­li­ği kal­dır­ma­nın müm­kün ol­ma­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış bâtıl hük­mün­de bu­lu­nur. Çi­çe­ğin­de iken mey­ve­yi, an­ne kar­nın­da iken yav­ru­yu sat­mak gi­bi.

Eğer bir alış-ve­riş­te al­dan­ma teh­li­ke­si az olur­sa böy­le bir sa­tış ge­çer­li olur. Ce­viz, ba­dem, fıs­tık, kar­puz, ka­vun gi­bi ka­buk­lu bit­ki­le­ri ka­buk­la­rı ile bir­lik­te; buğ­day, pi­rinç ve su­sam gi­bi bit­ki­le­ri ise ba­şa­ğı için­de sat­mak bu ne­den­le ca­iz gö­rül­müş­tür. An­cak ka­buk­lu bit­ki­le­rin ba­zı tür­le­rin­de alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı söz ko­nu­su olur.

Şâfiîlerden ba­zı­la­rı­na gö­re ka­buk­lu bit­ki­le­rin üst ka­buk­la­rı için­de sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. An­cak el-Cüveynî ile İmam el-Gazzâlî ak­si gö­rüş­te­dir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re az al­dan­ma (ga­rar) bu­lu­nan şey­le­rin alım-sa­tı­mı, baş­ka bir de­yim­le han­gi hal­le­rin az al­dan­ma sa­yı­la­ca­ğı ko­nu­su­nu bel­de ör­fü­ne gö­re çö­züm­le­mek ge­re­kir.197

Aşa­ğı­da so­nu­cu be­lir­siz mu­a­me­le­ye ör­nek ola­rak “si­gor­ta” üze­rin­de du­ra­ca­ğız:

 

  b) İslâmî açı­dan si­gor­ta:

Si­gor­ta; iki ve­ya da­ha çok ki­şi ara­sın­da ya­pı­lan bir akit­tir. Si­gor­ta eden, prim de­ni­len bir be­del kar­şı­lı­ğın­da, si­gor­ta­lı­nın ne za­man ve na­sıl or­ta­ya çı­ka­ca­ğı ön­ce­den bi­lin­me­yen za­ra­rı­nı öde­me­yi üst­le­nir. Bu­ra­da si­gor­ta­lı­nın bor­cu, prim­le­ri be­lir­le­nen ta­rih ve mik­tar­lar­da öde­mek, si­gor­ta­cı­nın bor­cu da mey­da­na ge­len za­ra­rı söz­leş­me esas­la­rı­na gö­re taz­min et­mek­ten iba­ret­tir. Si­gor­ta gü­nü­müz be­şe­ri hu­kuk­la­rın­da ya söz­leş­me­den ve­ya ka­nun­dan do­ğa­bi­ir.

Si­gor­ta bu­gün­kü şe­kil­le­riy­le ye­ni or­ta­ya çı­kan akit­ler­den­dir. Ger­çek an­la­mıy­la XIV. yüz­yı­lın baş­la­rın­da İtal­ya’da de­niz si­gor­ta­sı şek­lin­de gö­rül­müş­tür. Yak­la­şık iki asır ka­dar ön­ce de İslâm âleminde du­yul­muş ve hük­mü tar­tı­şıl­mış­tır. Gü­nü­müz­de ha­len si­gor­ta­nın le­hin­de ve aley­hin­de gö­rüş­ler var­dır.

Mu­ham­med Ab­duh, Mus­ta­fa ez-Zerkâ, Şel­tut ve Mu­ham­med el-Be­hiyy gi­bi bil­gin­ler si­gor­ta şir­ke­ti­nin bir yar­dım­laş­ma şir­ke­ti ol­du­ğu­nu ve bu yüz­den meşrû ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­miş­ler­dir. Bu ko­nu­da Mu­ham­med el-Be­hiyy şöy­le de­miş­tir: “Si­gor­ta ak­di bir sa­tım ak­di de­ğil, za­ra­ra uğ­ra­yan­la­rın sı­kın­tı­la­rı­nı ha­fif­le­tip on­la­ra yar­dım eli­ni uzat­mak için ya­pı­lan bir yar­dım­laş­ma ve da­ya­nış­ma söz­leş­me­si­dir. İs­ter mal, is­ter ha­yat si­gor­ta­sı ol­sun amaç yar­dım­laş­mak­tır. Meselâ; köy­lü da­var­la­rı­nı, tüc­car ti­ca­ret ma­lı­nı, ev sa­hi­bi evi­ni, ara­ba sa­hi­bi ara­ba­sı­nı si­gor­ta et­ti­ri­yor. Çün­kü za­ra­ra gi­rer­se, yü­kü­nü an­cak baş­ka­sı­nın yar­dı­mıy­la ha­fif­le­te­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor. Ha­ya­tı­nı si­gor­ta et­ti­ren de, ece­lin Al­lah’ın elin­de ol­du­ğu­nu, za­ma­nı ge­lin­ce onu kim­se­nin er­te­le­ye­me­ye­ce­ği­ni bi­li­yor. Si­gor­ta­ya baş­vur­mak­ta­ki ama­cı öl­dü­ğü tak­dir­de ai­le fert­le­ri­ne bir yar­dım kay­na­ğı sağ­la­mak­tır.” 198

 

 

 

c)İbn Âbidin’in si­gor­ta ile il­gi­li gö­rü­şü:

Son de­vir Hanefî fa­kih­le­rin­den İbn Âbidin (ö.1252/1836) ilk ola­rak si­gor­ta ko­nu­su­nu şu şe­kil­de gün­de­me ge­tir­miş­tir: O, İslâm di­ya­rın­da si­gor­ta­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı, kü­für di­ya­rın­da gay­ri müs­lim­le­rin si­gor­ta şir­ke­ti­ne si­gor­ta et­ti­ril­miş bu­lu­nan ma­lın te­lef ol­ma­sı ha­lin­de be­de­li­ni al­mak­ta bir sa­kın­ca bu­lun­ma­dı­ğı­nı be­lir­te­rek özet­le şöy­le de­miş­tir: Tüc­car ara­sın­da uy­gu­la­nan âdete gö­re, her­han­gi bir ec­ne­bi­den ki­ra­la­nan ge­mi­ye, ki­ra ak­di sı­ra­sın­da, ki­ra­cı mal­la­rın te­mi­na­tı ol­mak üze­re ya­ban­cı ül­ke­de­ki gay­ri müs­li­me bir mik­tar pa­ra ve­ri­yor ki, bu­na “si­gor­ta” adı ve­ril­mek­te­dir. Eğer ge­mi ya­nar, ba­tar ve­ya yağ­ma edi­lir­se, da­ru’l-harp­te bu­lu­nan si­gor­ta şir­ke­ti mal­la­rın de­ğe­ri­ni öde­ye­cek­tir. Be­nim an­la­dı­ğı­ma gö­re te­lef olan şe­yin be­de­li­ni al­mak ca­iz de­ğil­dir. An­cak müs­lü­man bir tüc­ca­rın da­rü’l-harp­te harbî bir or­ta­ğı bu­lu­nur, or­tak mal­la­rı­nı ora­da si­gor­ta eder, bun­dan son­ra mal te­lef olur­sa müs­lü­man tüc­car, şir­ket ta­ra­fın­dan ve­ri­len taz­mi­na­tı ala­bi­lir. Çün­kü si­gor­ta ak­di iki harbî ara­sın­da ya­pıl­mış ve taz­mi­nat harbî olan or­ta­ğın rı­za­sıy­la ken­di­si­ne gön­de­ril­miş­tir.

İbn Âbidin müs­lü­man­lar ara­sın­da ya­pı­la­cak si­gor­ta söz­leş­me­si­ne da­ya­na­rak, te­lef olan ma­lın be­de­li­ni al­ma­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı şu de­lil­le­re da­yan­dır­mış­tır:

aa) Si­gor­ta söz­leş­me­si dört taz­min se­be­bin­den hiç bi­ri­si­nin bu­lun­ma­ma­sı yü­zün­den bağ­la­yı­cı ol­ma­yan bir borç­lan­ma­dır. İslâm’a gö­re bir kim­se­nin te­lef olan bir ma­lı taz­min­le yü­küm­lü tu­tu­la­bil­me­si için aşa­ğı­da­ki dört se­bep­ten bi­ri­si­nin bu­lun­ma­sı ge­re­kir:

1. Hak­sız sal­dı­rı; öl­dür­me, ya­ra­la­ma, yak­ma, yık­ma gi­bi.

2. Te­le­fe ne­den ol­mak. Ge­nel bir yol üze­ri­ne izin­siz çu­kur açıp, ön­lem al­ma­ma yü­zün­den bi­ri­si­nin düş­me­si so­nu­cu ölüm ve­ya ya­ra­lan­ma­nın mey­da­na gel­me­si gi­bi.

3. Baş­ka­sı­na ait bir ma­la, emânet ni­te­li­ğin­de ol­mak­sı­zın el koy­mak. Gasp, hır­sız­lık, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­nın elin­de alı­cı­nın rı­za­sı ol­mak­sı­zın tu­tul­ma­sı gi­bi.

4. Kefâlet. Bir bor­ca ke­fil olan kim­se, borç­lu öde­me­di­ği tak­dir­de bor­cu taz­min­le yü­küm­lü olur. Da­ha son­ra öde­di­ği ile asıl borç­lu­ya dö­ner.

Si­gor­ta­lı bir mal­da te­lef söz ko­nu­su olun­ca bir za­ra­rın mey­da­na gel­me­sin­de si­gor­ta­cı şir­ke­tin bir hak­sız sal­dı­rı­sı, za­ra­ra se­be­bi­yet ver­me­si, si­gor­ta et­ti­ri­len ma­la hak­sız ola­rak el koy­ma­sı ve­ya si­gor­ta­lı­ya ke­fil ol­ma­sı söz ko­nu­su de­ğil­dir.

bb) Si­gor­ta, üc­ret kar­şı­lı­ğın­da emânetçilik ya­pan kim­se­nin, ema­net mal te­lef olun­ca, onu taz­min et­me­si ni­te­li­ğin­de de de­ğil­dir. Çün­kü mal si­gor­ta­cı­nın elin­de de­ğil, araç sa­hi­bi­nin elin­de­dir. Eğer araç sa­hi­bi si­gor­ta­cı ol­say­dı, bu tak­tir­de de o, ema­net­çi de­ğil or­tak iş­çi (ecîr) olur­du. Ema­net­çi ve or­tak iş­çi ise ka­çı­nıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan za­ra­rı taz­min­le yü­küm­lü bu­lun­maz. Ölüm, su­da ba­tıp bo­ğul­ma ve ge­nel yan­gın ka­çı­nıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan du­rum­lar­dan­dır.

cc) Si­gor­ta al­dat­ma­nın taz­mi­ni ni­te­li­ğin­de de de­ğil­dir. Çün­kü al­da­ta­nın teh­li­ke­yi bil­me­si, al­da­tı­la­nın ise bu­nu bil­me­me­si ge­re­kir. Si­gor­ta şir­ke­ti ise, tüc­ca­rı al­dat­ma­yı kas­det­mez ve teh­li­ke­nin meselâ, ge­mi­nin ba­tıp bat­ma­ya­ca­ğı­nı ön­ce­den bil­mez.

Eğer si­gor­ta­cı ve si­gor­ta­lı teh­li­ke­yi akit sı­ra­sın­da bi­li­yor­lar­sa bu tak­dir­de si­gor­ta ge­çer­li olur. Hır­sız, kor­san ve yol ke­si­ci­le­rin yo­lu ke­se­bi­le­cek­le­ri­ni bil­mek gi­bi. An­cak si­gor­ta mu­a­me­le­si bu­na da uy­ma­mak­ta­dır. Bir kim­se, di­ğe­ri­ne; “Şu yol­dan git, eğer bu yol­da kor­ku­la­cak bir şey olur ve ma­lın elin­den alı­nır­sa ben taz­min ede­rim” de­se, bu du­rum­da za­rar mey­da­na ge­lir­se taz­min et­me­si ge­rekir.199

 

  d) Mek­ke fı­kıh he­ye­ti­nin si­gor­ta ile il­gi­li gö­rü­şü:

Mek­ke’de 4. 4. 1397/1977 ta­ri­hin­de Ab­dul­lah b. Hu­meyd’in baş­kan­lı­ğın­da top­la­nan on ki­şi­lik fı­kıh he­ye­ti si­gor­ta me­se­le­si­ni in­ce­le­miş, Mus­ta­fa ez-Zerkâ dı­şın­da it­ti­fak­la si­gor­ta­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı ka­na­a­ti­ne var­mış­tır.

Bu ko­mis­yo­nun ka­rar öze­ti şöy­le­dir:

1. Si­gor­ta söz­leş­me­si al­dan­ma­yı (ga­rar) kap­sar. Çün­kü si­gor­ta­lı ne ka­dar ve­rip, ne ka­dar ala­ca­ğı­nı bi­le­mez. Bel­ki, bir iki tak­sit prim ya­tır­dık­tan son­ra ma­lı helâk olur ve si­gor­ta­lı bü­tün ma­lın be­de­li­ni alır. Bel­ki de bü­tün tak­sit­le­ri ya­tır­dı­ğı hal­de ma­lı za­rar gör­me­di­ği için si­gor­ta şir­ke­tin­den bir şey al­maz.

2. Si­gor­ta bir ku­mar çe­şi­di­dir. Çün­kü za­rar­da si­gor­ta şir­ke­ti­nin bir et­ki­si ol­ma­dı­ğı hal­de, ma­lı taz­min et­me­ği üst­len­mek­te­dir. Ya­hut si­gor­ta­la­nan mal za­rar gör­me­di­ği hal­de, si­gor­ta bü­tün tak­sit­le­ri kar­şı­lık­sız ola­rak al­ma­ya de­vam et­mek­te­dir.

3. Si­gor­ta faz­la­lık ve nesîe ri­ba­sı­nı kap­sa­mı­na alır. Çün­kü si­gor­ta, si­gor­talı­ya, öde­di­ği tak­sit­ler­den faz­la­sı­nı ve­rir­se faz­la­lık ri­ba­sı ve ara­ya sü­re gir­di­ği için de nesîe ri­ba­sı söz ko­nu­su ol­mak­ta­dır.

4. Si­gor­ta iş­le­min­de, baş­ka­sı­nın ma­lı­nı be­del­siz ola­rak al­ma söz ko­nu­su­dur. Bu ise şu ayet­te­ki ya­sak kap­sa­mı­na gi­rer: “Ey iman eden­ler! Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da hak­sız yol­lar­la ye­me­yi­niz.”200

 

 

Gü­nü­müz­de si­gor­ta şir­ket­le­ri, si­gor­ta et­tik­le­ri ki­şi­ler­den top­la­dık­la­rı bü­yük pa­ra­la­rı ya ban­ka­lar­da fa­iz­le iş­let­mek­te ya da ti­ca­ret ya­tı­rım­la­rın­da de­ğer­len­dir­mek­te­dir. Yıl son­la­rın­da el­de edi­len kârı yal­nız şir­ket sa­hip­le­ri pay­laş­mak­ta, si­gor­ta­lı­la­rın bu kârlarda bir pa­yı bu­lun­ma­mak­ta­dır. Si­gor­ta­lı­nın mal, can ve­ya or­ga­nı­nın za­rar gör­me­si ha­lin­de si­gor­ta şir­ke­ti yal­nız bu za­ra­rı kar­şı­la­mak­la ye­tin­mek­te­dir. Yu­ka­rı­da ge­rek İbn Âbidin’in ve ge­rek­se baş­ka hu­kuk­çu­la­rın eleş­ti­ri­le­ri ve ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı be­lirt­tik­le­ri si­gor­ta mu­a­me­le­si bu çe­şit si­gor­ta ku­ru­luş­la­rı ile il­gi­li­dir. Bu­nun ya­nın­da sos­yal yar­dım­laş­ma esa­sı­na da­ya­nan ve top­la­nan pa­ra­nın ta­ma­mı ile meşrû yol­dan el­de edi­le­cek kârını böy­le bir ku­ru­lu­şa üye ve or­tak olan­la­ra yan­sıt­ma­yı amaç edi­nen si­gor­ta an­la­yı­şı aşa­ğı­da­ki şe­kil­de de­ğer­len­di­ri­le­bi­lir:

 

  e) İslâm’a gö­re si­gor­ta na­sıl ol­ma­lı­dır?

1. Bir­den çok kim­se­ler her ay ve­ya bel­li va­de­ler­de pa­ra koy­mak su­re­tiy­le bir yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı oluş­tu­ra­bi­lir. Bu pa­ra hiç ça­lış­tı­rıl­ma­dan sağ­lam bir pa­ra­ya ve­ya al­tın gi­bi bir de­ğe­re çev­ri­le­rek bek­le­ti­le­bi­lir. Yan­gın, sel, ka­za, hır­sız­lık gi­bi ka­çı­nıl­ma­sı imkânsız bir za­ra­ra uğ­ra­yan üye­ye, za­ra­rın du­ru­mu­na gö­re, o gü­ne ka­dar öde­di­ği prim­le­rin bir kaç ka­tı öde­me ya­pı­lır. Üye­nin ge­ri öde­me gü­cü ta­ma­men or­ta­dan kalk­mış olur­sa bu meb­lağ ba­ğış ka­bul edi­lir. Eğer öde­me gü­cü var­sa bel­li tak­sit­ler­le bu yar­dı­mı ge­ri ia­de eder. Bu tak­dir­de dar­da ka­lan üye­le­re karz-ı ha­sen yar­dı­mı ya­pıl­mış olur.

Top­la­nan pa­ra ti­ca­ret ya­tı­rım­la­rın­da iş­le­ti­le­rek ge­li­ri ana pa­ra­ya ek­len­me­ye de­vam eder, si­gor­ta şir­ke­ti güç­le­nin­ce ay­lık ve­ya bel­li va­de­ler­de öde­nen prim­ler azal­tı­lır ve so­nun­da sı­fı­ra ka­dar in­di­ri­le­bi­lir. Or­tak­lar­dan ki­mi­le­ri ek prim öde­mek su­re­tiy­le, oto­mo­bil, fab­ri­ka, dükkân, iş ha­nı ve ben­ze­ri ta­şı­nır ve­ya ta­şın­maz mal­la­rı­nı si­gor­ta kap­sa­mı­na al­dı­ra­bi­lir.

Di­ğer yan­dan yal­nız bel­li bir ma­lı na­kil ve­ya bel­li bir ye­re ka­dar yol­cu­luk sü­re­si ile sı­nır­lı ol­mak üze­re, ya­tı­rı­la­cak stan­dart prim kar­şı­lı­ğın­da ge­çi­ci si­gor­ta da müm­kün ola­bi­lir.

Bir felâketle kar­şı­la­şan üye­nin za­ra­rı­nın bü­yük ol­ma­sı ha­lin­de ver­di­ği, prim­den faz­la­sı­nı alır­sa, bu faz­la­lı­ğı di­ğer si­gor­ta­lı­lar ona ba­ğış­la­mış, böy­le bir za­ra­rın mey­da­na gel­me­me­si ha­lin­de ise, si­gor­ta­lı yar­dım­laş­ma ku­ru­mu­na öde­di­ği prim­le­ri bu ku­ru­ma ba­ğış­la­mış sa­yı­lır. Böy­le­ce si­gor­ta ku­ru­lu­şu, baş­ka­la­rı­nı is­tis­mar ara­cı ola­rak de­ğil bir yar­dım­laş­ma ku­ru­mu ola­rak mey­da­na gel­miş bu­lu­nur.

2. Dev­le­tin or­ga­ni­ze ede­ce­ği sos­yal gü­ven­lik ku­ru­lu­şu: Yu­ka­rı­da özel­lik­le­ri­ni be­lirt­ti­ği­miz si­gor­ta ku­ru­lu­şu­nu üst nok­ta­da İslâm Dev­le­ti’nin or­ga­ni­ze ve kont­rol et­me­si da­ha sağ­lam bir yol­dur. An­cak bu­ra­da da şir­ket ku­ru­cu­su olan dev­le­tin bu işi kâr ama­cıy­la yap­ma­ma­sı ge­re­kir. El­de edi­le­cek ge­lir­ler ana pa­ra­ya ek­len­me­li, si­gor­ta şir­ke­ti güç­len­dik­çe es­ki or­tak­la­rın prim ora­nı azal­tıl­ma­lı, be­lir­li dö­nem son­ra prim öde­me­den mal, can, or­gan vb. bek­len­me­dik za­rar­la­rın bu ku­ru­luş­ça kar­şı­lan­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır.

Si­gor­ta­nın ama­cı tek ki­şi­nin al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı ağır yü­kü müm­kün ol­du­ğu ka­dar faz­la sa­yı­da ki­şi­le­re yay­mak ve böy­le­ce bü­yük za­rar­la­rı, kim­se­ye ağır gel­me­ye­cek bir yol­la kar­şı­la­mak­tır. Bir mü’mi­nin kar­şı­laş­tı­ğı sı­kın­tı ve za­ra­rı di­ğer mü’min­le­rin pay­laş­ma­sı ka­dar ta­bii bir şey ola­maz. İflâsın eşi­ğin­de olan bir mü’mi­ni ge­ri dön­me­ye­cek bir maddî yar­dım­la des­tek­le­mek gü­zel bir has­let­tir. An­cak in­san­la­rın bu sı­kın­tı ve da­ya­nıl­maz acı­lar­la do­lu ka­za, musîbet ve felâket du­rum­la­rı­nı is­tis­mar ede­rek bü­yük pa­ra­lar top­la­mak bu­nun çok az bir bö­lü­mü­nü za­rar­la­rın taz­mi­ni için har­ca­dık­tan son­ra ge­ri ka­lan bü­yük ge­lir­le­rin si­gor­ta şir­ke­ti sa­hi­bi bir kaç ki­şi ara­sın­da pay­la­şıl­ma­sı İslâm’ın ön­gör­dü­ğü bir yar­dım­laş­ma ku­ru­mu sa­yı­la­maz. Çün­kü si­gor­ta bir or­tak­lık­sa bun­dan ora­ya prim ve­ya ai­dat öde­yen her üye­nin mey­da­na ge­le­cek kârdan pa­yı­nı al­ma­sı ge­re­kir. Ya da kâr ana pa­ra­ya ek­le­ne­rek yar­dım­laş­ma­nın yay­gın­laş­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır.

 

  f) İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de si­gor­ta ben­ze­ri uy­gu­la­ma­lar:

Si­gor­ta­nın bir sos­yal yar­dım­laş­ma ku­ru­mu ola­rak ye­ri­ni al­ma­sı ve sta­tü­sü­nü ta­mam­la­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bü­yük mas­raf­la­rı ge­rek­ti­ren, ki­şi­yi al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı yük­ler al­tın­da bı­ra­kan ri­zi­ko­la­ra kar­şı İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­den iti­ba­ren ted­bir­ler alın­mış­tır. An­cak Hz. Pey­gam­ber ve dört ha­li­fe dö­ne­min­de sağ­lık prob­le­mi önem­li bir mas­raf ge­rek­tir­me­di­ği gi­bi, at ve­ya de­ve­ler­le ya­pı­lan yol­cu­luk­lar­da gö­rü­len ka­za­lar da önem­siz­di. Ai­le­le­rin ev in­şa­sı da ucuz ve ba­sit mal­ze­me­ler­le ko­lay bir şe­kil­de ve mal­ze­me­nin önem­li bir bö­lü­mü­ne pa­ra ver­me­den ya­pı­la­bi­li­yor­du. Bu yüz­den has­ta­lık, yan­gın, yol ka­za­sı gi­bi ko­nu­lar­da ki­şi­nin gü­cü­nü aşan bü­yük risk­ler söz ko­nu­su ol­mu­yor­du.

Bu­na kar­şı­lık asıl ağır yük esir­lik ve­ya ma­la ya da ca­na kar­şı ve­ri­len za­rar­ların taz­mi­nin­de söz ko­nu­su olu­yor­du. Bu yüz­den da­ha Hz. Pey­gam­ber (s.a) dö­ne­min­de bü­yük taz­mi­nat öde­me du­ru­muy­la kar­şı­la­şan kim­se­le­rin yü­kü­nü ha­fif­let­mek ama­cıy­la “âkile” ve­ya “maâkıl” sis­te­mi or­ta­ya çık­mış­tır. Sos­yal yar­dım­laş­ma ni­te­lik­li si­gor­ta ile ben­zer­li­ği yü­zün­den, “âkile” sis­te­min­den söz et­mek is­ti­yo­ruz:

 

  g) Âkıle ve­ya maâkıl sis­te­mi:

Âkıle söz­cü­ğü di­yet öde­mek an­la­mı­na ge­len “akl” mas­ta­rın­dan ism-i fa­il olup; di­yet öde­me­yi yük­le­nen kim­se ve­ya kim­se­ler de­mek­tir. Âkıle sis­te­mi Me­di­ne’de­ki arap ka­bi­le­le­ri­nin Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan ye­ni­den teş­ki­lat­lan­dı­rıl­ma­sı ile bir­lik­te dü­zen­li bir şe­kil al­mış­tır. Çün­kü bir kim­se sa­vaş­ta esir düş­se, onun kur­ta­rıl­ma­sı için fid­ye, kas­ta ben­zer ve­ya yan­lış­lık­la öl­dür­me­ler­de di­yet,  ya­ra­la­ma­lar­da ise erş adı ve­ri­len taz­mi­nat­la­rın öden­me­si ge­re­ki­yor­du. Bu taz­mi­nat­la­rın mik­tar­la­rı ço­ğu za­man esir ve suç­lu­la­rın öde­me gü­cü­nü aşı­yor­du. Hz. Pey­gam­ber bu du­ru­mu çö­zü­me ka­vuş­tur­mak için, kar­şı­lık­lı yar­dım­laş­ma esa­sı­na da­ya­nan âkıle ve­ya maâkıl sis­te­mi­ni kur­du. Bu­na gö­re, bir ka­bi­le­nin men­sup­la­rı ka­bi­le büt­çe­si için pa­ra yar­dı­mı ya­pa­cak; bu­na kar­şı­lık öde­me gü­cü­nü aşan bir taz­mi­nat­la kar­şı­la­şır­sa bu büt­çe­den yar­dım bek­le­ye­cek­ti. Hat­ta ka­bi­le büt­çe­si de ye­ter­li ol­maz­sa di­ğer ak­ra­ba ve kom­şu ka­bi­le­ler on­la­rın yar­dı­mı­na ge­le­cek­ti.

Âkıle sis­te­mi Hz. Ömer (ö.23/643) ta­ra­fın­dan ge­liş­ti­ri­le­rek, in­san­la­rın men­su­bu bu­lun­du­ğu mes­lek­ler, askerî, mülkî ida­re esas­la­rı­na ve­ya çe­şit­li böl­ge­le­re gö­re bir dü­zen­le­me ya­pıl­mış­tır. Hür, akıl­lı ve er­gin er­kek­ler­den olu­şan âkile lis­te­si def­te­re ya­zı­lın­ca, bun­la­ra “dîvan” adı ve­ril­miş­tir. Ba­zı mü­el­lif­ler dîvan uy­gu­la­ma­sı­nın Hz. Pey­gam­ber (s.a)' in, Mus­ta­li­ko­ğul­la­rı ga­za­sın­dan son­ra, ganîmetlerdeki dev­let pa­yı olan beş­te bi­ri (hu­mus) ida­re et­mek üze­re Mah­mi­ye b. Cez’i ta­yin et­me­siy­le baş­la­dı­ğı­nı söy­ler­ler.201

 

  Hz. Pey­gam­ber’in Ağır Taz­mi­nat­lar­la İl­gi­li Uy­gu­la­ma­sı:

Hic­re­tin 1. yı­lın­da Me­di­ne’de ku­ru­lan İslâm dev­le­ti­nin ilk ku­ru­cu ana­ya­sa­sı çe­şit­li mad­de­ler­de di­yet, fid­ye ve ağır mâlî yük al­tın­da bu­lu­nan­lar­la il­gi­li çö­züm­ler ge­tir­miş­tir. Adı ge­çen ana­ya­sa­nın 11. (ba­zı kay­nak­lar­da 12) mad­de­sin­de şöy­le de­ni­lir: “Mü’min­ler ken­di ara­la­rın­da, ağır taz­mi­nat yü­kü al­tın­da bu­lu­nan hiç kim­se­yi bu du­rum­da bı­rak­ma­ya­cak­lar, fid­ye ve­ya kan di­ye­ti gi­bi borç­la­rı­nı iyi ve ma­kul bi­li­nen esas­la­ra gö­re ve­re­cek­ler­dir.” Yi­ne 3’ten 12’ye ka­dar olan mad­de­ler­de çe­şit­li ka­bi­le­le­rin ad­la­rı ay­rı ay­rı sa­yı­la­rak, bun­la­rın ken­di ara­la­rın­da, ağır mâlî yü­küm­lü­lük­le­ri, or­tak­la­şa mey­da­na ge­ti­re­cek­le­ri bir fon­dan kar­şı­la­ya­cak­la­rı be­lir­ti­lir. Bu­na gö­re her ka­bi­le ve­ya züm­re or­tak bir sos­yal gü­ven­lik ku­ru­lu­şu­na ka­vuş­tu­rul­muş olu­yor­du.202

Me­di­ne ana­ya­sa­sı­nın 11. mad­de­sin­de­ki “muf­rah” te­ri­mi­ni İbn Hi­şam (ö.218/833);“Borç ve­ya ai­le fert­le­ri­nin çok­lu­ğu yü­zün­den ağır yük al­tın­da bu­lu­nan kim­se” ola­rak ta­rif ederken203; Ebu Ubeyd (ö.224/838) bu­nu; “Borç yü­zün­den ağır yük al­tın­da bu­lu­nan kim­se” di­ye açık­lar. Eğer bir kim­se esir düş­mek ve­ya yan­lış­lık­la bi­ri­si­ni öl­dür­mek so­nu­cun­da fid­ye ve­ya di­yet öde­mek zo­run­da ka­lır­sa, bu­na yar­dım ya­pı­la­cak­tır.204

Hz. Pey­gam­ber 9. hic­ret yı­lın­da Te­bük Se­fe­ri sı­ra­sın­da Cuzâm ka­bi­le­si baş­ka­nı Mâlik b. Ah­mer ile yap­tı­ğı an­laş­ma­ya;“Bor­ca bat­mış olan­la­ra ait his­se­yi öde­ye­cek­le­ri­ne” da­ir bir şart koy­muş­tu ki, bu­nun­la ilk ku­ru­cu ana­ya­sa­da yer alan yar­dım­laş­ma esas­la­rı­nın ile­ri­ki yıl­lar­da da ge­niş­le­ye­rek sür­dü­ğü an­la­şı­lır.205

Di­ğer yan­dan suç­lu­nun taz­mi­na­tı tek ba­şı­na öde­ye­me­me­si, za­rar gö­re­nin mağ­du­ri­ye­ti­ni da­ha da ço­ğal­tır. Bu yüz­den za­ra­rın âkile sis­te­mi de­ni­len bir çok kim­se­ye yük­le­til­me­si, çe­şit­li ba­kım­lar­dan ko­lay­lık sağ­lar. Ni­te­kim Al­lah’ın Rasûlü bu amaç­la ana­ya­sa ge­re­ği ya­hu­di ka­bi­le­le­rin­den yar­dım is­te­miş­tir. Bi’r-i Mâune fa­ci­a­sın­da Âmir Oğul­la­rın­dan yan­lış­lık­la öl­dü­rü­len iki ki­şi­nin di­ye­ti­ne ka­tıl­ma­la­rı için H. 3. yıl­da Hz. Pey­gam­ber ya­hu­di ka­bi­le­si Na­dir Oğul­la­rı­na git­miş ve ora­da ken­di­si­ne bir su­i­kast dü­zen­len­miş­tir.206

Yi­ne hic­re­tin 7. yı­lın­dan son­ra Hay­ber böl­ge­sin­de müs­lü­man bir tüc­car fa­il-i mec­hul bir ci­na­ye­te kur­ban git­miş­ti. Hz. Pey­gam­ber böl­ge hal­kı­na bir ya­zı gön­de­re­rek di­ye­tin or­tak­la­şa öden­me­si­ni is­te­miş ise de, on­lar ken­di­le­ri­nin ci­na­yet­le bir ilg­li­le­ri­nin bu­lun­ma­dı­ğı­na da­ir ye­min edin­ce Hz. Pey­gam­ber, öle­nin di­ye­ti­ni dev­let büt­çe­sin­den öde­miş­tir.207

Mek­ke’nin fet­hin­den son­ra 8. hic­ret yı­lın­da Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan, Ha­lid b. Ve­lid (ö.21/641) ko­mu­ta­sın­da­ki bir bir­lik, Mek­ke ya­kın­la­rın­da­ki Cezîme ka­bi­le­le­ri­ne ir­şad ama­cıy­la gön­de­ril­miş­ti. An­cak dik­kat­siz­lik ne­de­niy­le bu ka­bi­le­den ba­zı kim­se­ler da­ha ön­ce İslâm’a gir­dik­le­ri hal­de öl­dü­rül­müş ve mal­la­rı­na da za­rar ve­ril­miş­ti. Ha­lid (r.a)’e çok kı­zan Al­lah el­çi­si ölen­le­rin di­yet­le­ri­nin ve mal­la­rı­na ve­ri­len za­rar­la­rın beytülmâl’den kar­şı­lan­ma­sı­nı emir bu­yur­muş­tur.208

Di­ğer yan­dan di­yet öde­me imkânı bu­la­ma­yan­la­rın di­ye­ti İslâm Dev­le­ti’nin zekât fo­nun­dan kar­şı­la­nır. Ni­te­kim Hz. Pey­gam­ber ana kar­nın­da­ki cenînin düş­me­si­ne se­bep olan bi­ri­si­ni di­yet ce­za­sı­na çarp­tır­mış­tı. Suç­lu­nun hı­sım­la­rı bu­nu öde­me güç­le­ri­nin bu­lun­ma­dı­ğı­nı bil­di­rin­ce, di­yet onun ka­bi­le­si­nin zekât ge­lir­le­rin­den öden­miş­tir.209

Hanefîlere gö­re di­yet yü­küm­lü­sü, suç­lu dîvan eh­lin­den ise dîvandır. Bu du­rum­da di­yet, dîvan üye­le­ri­nin atâ ve­ya rı­zık­la­rın­dan (ma­aş) ke­si­lir. Hz. Ömer’in uy­gu­la­ma­sı da bu şe­kil­de ol­muş­tur. İkin­ci Ha­li­fe Ömer (r.a), müs­lü­man nü­fu­su kü­tük­le­re yaz­dır­mış ve büt­çe faz­la­sı ge­lir­le­ri ka­dın, er­kek bü­yük kü­çük ayı­rı­mı yap­mak­sı­zın bü­tün top­lum fert­le­ri­ne ma­aş ola­rak da­ğıt­mış­tır. Bu, ça­lış­ma kar­şı­lı­ğı ol­mak­sı­zın atıy­ye ni­te­li­ğin­de ve­ri­len bir dev­let yar­dı­mı­dır. Çün­kü Bah­reyn va­li­si Ebu Hu­rey­re (ö.58/677) 500. 000 dir­hem, ar­ka­sın­dan da Ebû Mûsa el-Eşr’ârî (ö.44/664) bir mil­yon dir­hem (beş dir­hem yak­la­şık bir ko­yun be­de­li­dir) ge­ti­rin­ce büt­çe faz­la­sı bu ge­lir­le­ri bü­tün hal­ka bel­li öl­çü­ler için­de da­ğıt­mak ih­ti­ya­cı du­yul­muş­tur.210 Hz. Ömer’in dîvanlarla il­gi­li uy­gu­la­ma için şu sö­zü ün­lü­dür: “San’a (ve­ya Hım­yer) da­ğın­da­ki bir ço­ba­nın hak­kı bi­le, ken­di­si ye­rin­de iken ve is­te­yip yü­zü kı­zar­ma­dan ona ula­şa­cak­tır.”211

Hz. Ebû Be­kir’in ilk ha­li­fe­lik yı­lın­da her­ke­se eşit ola­rak 7,3 dir­hem, ikin­ci yıl­da ise 20’şer dir­hem ma­aş (atâ ve­ya atıy­ye) da­ğıt­tı­ğı dü­şü­nü­lür­se İslâm’ın top­lum­da ne ka­dar sağ­lam bir eko­no­mik den­ge mey­da­na ge­tir­di­ği da­ha iyi an­la­şı­lır.212

İş­te Hz. Ömer dö­ne­min­de Dev­le­tin önem­li mâlî fonk­si­yon­la­rı­nın top­lan­dı­ğı ve büt­çe faz­la­sı öde­nek­le­rin de­ğer­len­di­ril­di­ği “dîvan”lar ay­nı za­man­da bir sos­yal yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı gö­re­vi de îfâ et­miş­tir.

 

  h) So­nuç:

So­nuç ola­rak si­gor­ta ko­nu­sun­da şun­la­rı söy­le­ye­bi­li­riz:

1.  İslâmî hü­küm­le­rin tam ola­rak uy­gu­lan­dı­ğı bir ül­ke­de ay­rı bir si­gor­ta sis­te­mi­ne ih­ti­yaç du­yul­maz. Yan­gın, sel, ka­za, iflâs gi­bi ki­şi­nin tek ba­şı­na üs­te­sin­den ge­le­me­ye­ce­ği bü­yük har­ca­ma ih­ti­ya­cı or­ta­ya çı­kar­sa bu kim­se­nin ih­ti­ya­cı Dev­let büt­çe­si­nin “zekât” fo­nun­dan kar­şı­la­nır.

2.  Ki­şi­yi ta­ma­men yok­sul du­ru­ma dü­şür­me­mek­le bir­lik­te bel­li bir mal var­lı­ğı­nı ve­ya sağ­lı­ğı­nı bir an­da yok ede­bi­len ri­zi­ko­la­ra kar­şı da zir­ve­sin­de dev­let or­ga­ni­ze­si bu­lu­nan yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı ku­ru­la­bi­lir. Böy­le bir si­gor­ta­da kâr ama­cı gü­dül­mez. Ana­pa­ra iş­le­ti­lir­se kâr ana­pa­ra­ya ek­le­nir ve sis­tem güç­len­dik­çe bu sis­te­me bağ­lı olan­la­rın öde­ye­ce­ği prim­ler azal­tı­lır ve gi­de­rek prim alın­maz olur. bu çe­şit si­gor­ta “kar­şı­lık­lı ola­rak hi­be­le­şi­niz, bir­bi­ri­ni­zi se­ver­si­niz” hadisine213 uy­gun dü­şer.

 

 

3)  Ta­ma­men, ti­ca­ret ama­cıy­la ku­ru­lan ve fi­nans­man­la­rı­nı fa­iz­li ban­ka­lar­da nemâlandıran si­gor­ta teş­ki­lat­la­rı ise, in­san­la­rın sı­kın­tı­lı ve acı­lı an­la­rı­nı is­tis­mar eden ara­cı­lar du­ru­mun­da­dır. Çün­kü böy­le bir si­gor­ta iş­le­mi, ih­ti­yaç ol­ma­dı­ğı hal­de, ile­ri de­re­ce­de be­lir­siz­li­ği (ga­rar) bün­ye­sin­de bu­lun­du­ran bir be­del­leş­me (ıvaz) ak­di­dir. Hz. Pey­gam­ber ga­ra­rı (al­dan­ma ris­ki bu­lu­nan iş­le­mi) ya­sak­la­mış­tır.

An­cak sos­yal si­gor­ta­lar ku­ru­mu, emek­li san­dı­ğı ve bağ-kur teş­ki­la­tı gi­bi sos­yal gü­ven­lik ku­ru­luş­la­rı, zir­ve­sin­de dev­let or­ga­ni­ze­si bu­lu­nan ve sos­yal yar­dım­laş­ma ni­te­li­ği olan, kâr ama­cı güt­me­yen ku­ru­luş­lar­dır. Bun­lar az prim öde­yip çok al­ma ve­ya çok pi­rim öde­yip az al­ma du­rum­la­rın­da “İslâm’da­ki kar­şı­lık­lı hi­be­leş­me” pren­si­bi­ne gö­re yar­dım­laş­ma gö­re­vi ya­par­lar. Ana­pa­ra­la­rı meşrû şe­kil­de ge­lir ge­ti­ren ya­tı­rım­lar­da kul­la­nı­la­bi­lir. El­de edi­len ge­lir­ler ana­pa­ra­ya ek­le­ne­rek bü­yü­me sağ­la­nır ve­ya sis­te­min kü­çül­me­si ya da za­yıf­la­ma­sı ön­len­miş olur. Ana­pa­ra­la­rı meşrû şe­kil­de nemâlandırılan böy­le bir ku­ru­lu­şa üye ol­mak, prim öde­mek ve ge­rek­ti­ğin­de has­ta­lık, sa­kat­lık, ma­lül­lük, dul, ye­tim, yaş­lı­lık ve­ya emek­li­lik gi­bi ne­den­ler­le bu­ra­lar­dan ik­ra­mi­ye, ma­aş ve ben­ze­ri yar­dım­lar al­mak müm­kün ve ca­iz olur.

 

  4. Pis (Ne­cis) Olan Ve­ya Pis­lik Ka­rı­şan Şe­yin Sa­tı­şı:

Ye­nil­me­si ve­ya içil­me­si âyetle ve­ya sahîh ha­dis­le ken­di özün­de­ki bir za­rar­dan do­la­yı ya­sak­lan­mış bu­lu­nan şey­le­re “ne­cis (pis)” de­nir. Şa­rap, do­muz ve­ya mur­dar öl­müş hay­van eti ve kan bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir. Kur’an’da şöy­le bu­yu­ru­lur: “Al­lah, si­ze le­şi, ka­nı, do­muz eti­ni ve Al­lah’tan baş­ka­sı adı­na ke­si­len hay­van­la­rın eti­ni ha­ram kıl­dı.” 214 Baş­ka bir âyette şa­rap da ya­sak kap­sa­mı­na alı­nır.215 Âyetlerdeki ya­sak­la­ma bu şey­le­rin yal­nız ye­nil­me­si ve­ya içil­me­si ile il­gi­li­dir. Ca­bir b. Ab­dil­lah (ö.78/697) (r.a)’ten ri­va­yet edi­len şu ha­dis bun­la­rın sa­tı­şı­nın da ay­nı hü­küm­de ol­du­ğu­nu be­lir­tir: “Rasûlullah (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: Şüp­he­siz Al­lah ve Rasûlü şa­ra­bın, le­şin, do­mu­zun ve put­la­rın sa­tı­şı­nı ha­ram kıl­mış­tır. Ken­di­si­ne; “Ey Al­lah’ın Rasûlü! mur­dar öl­müş hay­va­nın iç yağ­la­rı için ne der­sin? On­lar­la ge­mi­ler ve de­ri­ler yağ­la­nır, in­san­lar onu ay­dın­lat­ma­da kul­la­nır­lar.” di­ye so­ru­lun­ca, Al­lah el­çi­si; “Ha­yır o ha­ram­dır” bu­yur­du ve son­ra şöy­le de­vam et­ti: “Al­lah ya­hu­di­le­ri kah­ret­sin. Al­lah on­la­ra hay­van­la­rın iç yağ­la­rı­nı ha­ram kı­lın­ca on­lar bu­nu erit­ti­ler ve son­ra da sa­tıp pa­ra­sı­nı ye­di­ler.” 216

Kur’an-ı Ke­rim’de ya­hu­di­le­re iç yağ­la­rın ya­sak­la­nı­şı şöy­le ifa­de bu­yu­ru­lur: “Biz ya­hu­di­le­re tır­nak­lı her hay­va­nı ha­ram kıl­dık. On­la­ra sı­ğır ve da­va­rın sırt, ba­ğır­sak ve ke­mik yağ­la­rı­nın dı­şın­da iç yağ­la­rı­nı da ha­ram kıl­dık. Aşı­rı git­me­le­rin­den ötü­rü, on­la­rı bu şe­kil­de ce­za­lan­dır­dık. Şüp­he­siz biz doğ­ru­yu söy­le­yi­ci­yiz.”217 Bun­la­rın sa­tı­lıp pa­ra­sı­nın yen­me­si de ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. İbn Ab­bas (ö.68/687)’dan Rasûlullah (s.a)’ın şöy­le bu­yur­du­ğu ri­va­yet edil­miş­tir: “Al­lah ya­hu­di­le­re la­net et­sin (üç ke­re), şüp­he­siz Al­lah on­la­ra hay­van­la­rın iç yağ­la­rı­nı ha­ram kıl­mış­tı, on­lar bun­la­rı sat­tı­lar ve pa­ra­sı­nı ye­di­ler. Şüp­he­siz Al­lah her­han­gi bir top­lu­lu­ğa bir şe­yin yen­me­si­ni ha­ram kıl­maz ki, o şe­yin sa­tış be­de­li­ni de ha­ram kıl­mış ol­ma­sın.” 218 Ah­med b. Han­bel’in ri­va­yet et­ti­ği ay­nı ha­di­sin so­nu şöy­le­dir: “Şüp­he­siz Al­lah, bir top­lu­lu­ğa, bir şe­yin ye­nil­me­si­ni ha­ram kıl­dı­ğı za­man, on­la­ra bu­nun sa­tış be­de­li­ni de ha­ram kı­lar.”219

Hanefîlere gö­re, ye­nil­me­si, içil­me­si ve­ya ye­me-iç­me dı­şın­da baş­ka bir amaç­la ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan şey­le­rin alım-sa­tı­mı da ca­iz­dir. Çün­kü can­lı ve can­sız var­lık­lar te­mel­de in­san­la­rın ya­rar­lan­ma­sı için ya­ra­tıl­mış­tır. Açık ya­sak­la­ma bu­lun­ma­dık­ça eş­ya­da asıl olan mü­bah­lık­tır. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Yer­yü­zün­de ne var­sa hep­si­ni si­zin için ya­ra­tan O’dur”. 220 “Yer­yü­zü­nü si­ze bo­yun eğ­di­ren O’dur. Yer­yü­zü­nün her ya­nın­da ge­zip do­la­şın ve Al­lah’ın ver­miş ol­du­ğu rı­zık­lar­dan yi­yin.”221 Bu­na gö­re yer­yü­zün­de in­sa­noğ­lu­na bo­yun eğ­me­ye­cek hiç bir fizîkî güç yok­tur. İn­san dün­ya­nın de­rin­lik­le­ri­ne, gök­yü­zü­nün yük­sek­lik­le­ri­ne gi­de­bi­lir. Mad­de, ge­nel an­lam­da in­sa­na bo­yun eğe­bi­le­cek bir ni­te­lik­te ya­ra­tıl­mış­tır.

Baş­ka bir ayet­te ya­rar­lan­ma kap­sa­mı gök­te­ki var­lık­la­rı da kap­sa­mı­na alır. Ni­te­kim çe­şit­li âyetlerde yer­de ve gök­te bu­lu­nan her şe­yin in­sa­nın ya­rar­lan­ma­sı için ya­ra­tıl­dı­ğı be­lir­ti­lir. “O, gök­ler­de ve yer­de bu­lu­nan her şe­yi ken­din­den bir lü­tuf ola­rak si­zin hiz­me­ti­ni­ze ver­miş­tir. Dü­şü­nen bir top­lum için bun­lar­da, ni­ce ib­ret ve de­lil­ler var­dır.”222

Bu yüz­den eti yen­me­yen ve ken­di­si de te­miz ol­ma­yan bir ta­kım hay­van­lar ve­ya mad­de­ler baş­ka ba­kım­lar­dan ya­rar­lan­ma­ya ko­nu ola­bi­lir. Ni­te­kim kö­pek, pars, ars­lan, kap­lan, kurt, ke­di gi­bi azı di­şi ile yır­tı­cı olan hay­van­lar­dan, av­lan­mak, bek­çi­lik yap­tır­mak gi­bi meşrû amaç­lar için ya­rar­lan­mak müm­kün ol­du­ğu için bun­la­rın sa­tı­şı da ca­iz gö­rül­müş­tür. Yı­lan, ak­rep gi­bi haşerât ve sü­rün­gen­ler de ken­di­le­rin­den ya­rar­la­nıl­dı­ğı tak­dir­de sa­tı­la­bi­lir. İlâç ya­pı­mı, kan em­me­si için sü­lük sa­tı­mı gi­bi.

Gü­nü­müz­de ka­na­ma­lı has­ta­la­ra ve­ya ame­li­yat olan kim­se­le­re da­mar­dan kan ve­ril­me­si zo­run­lu bir te­da­vi yön­te­mi ol­muş­tur. Kan ve­ril­mez­se has­ta­nın kan kay­bın­dan öl­me­si söz ko­nu­su­dur. Bu yüz­den sağ­lık­lı ki­şi­nin al­ma­sı ca­iz ol­ma­yan kan, has­ta için ca­iz olur. Çün­kü “zarûretler sa­kın­ca­lı olan şey­le­ri mü­bah kı­lar” pren­si­bi, dar­lık bu­lu­nan ko­nu­lar­da mü’mi­ne ko­lay­lık sağ­lar. Ca­hi­li­ye dev­rin­de bir za­ru­ret ol­ma­dı­ğı hal­de in­san ve­ya hay­va­na ait ka­nı, iç­me ve­ya pi­şi­re­rek ye­me yo­luy­la alan­lar var­dı. Sı­cak ik­lim­de çok kı­sa sü­re­de mik­rop­la­rın üre­ye­bil­di­ği ne­cis bir mad­de­nin in­san sağ­lı­ğı­na ne ka­dar za­rar­lı ola­bil­di­ği bi­li­nen bir ger­çek­tir. Gü­nü­müz­de ise ağız­dan gı­da için kan alın­ma­sı söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı gi­bi, kan grup­la­rı uyu­şan kim­se­le­rin ka­nı, di­ğe­rin­de­ki kan ek­sik­li­ği­ni doğ­ru­dan ta­mam­la­mış olur. Bu şe­kil­de kan nak­li ca­iz gö­rü­lün­ce, bu ka­nın te­min edil­me­si de ge­re­ke­cek­tir. Has­ta­ya ba­ğış yo­luy­la kan ve­ren olur­sa, en gü­zel ve şüp­he­den uzak bu­lu­nan yol bu­dur. Fa­kat ço­ğu ke­re ba­ğış ola­rak kan bu­lun­ma­ya­bi­lir. Ka­nı bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­tın al­mak za­ru­re­ti or­ta­ya çı­ka­bi­lir. Bu tak­dir­de bu­nu sa­tın ala­nın za­ru­ret için­de ol­ma­sın­dan ötü­rü bir so­rum­lu­lu­ğu­nun bu­lun­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Sa­tı­cı ise has­ta­nın bu dar­lık ha­lin­den ya­rar­la­nıp yük­sek pa­ra­lar al­ma­ya kal­kı­şır­sa bu da te­miz bir ka­zanç ol­maz.

Has­ta­ya da­ha dü­zen­li kan sağ­la­mak için, ül­ke­miz­de Kı­zı­lay ve ba­zı kan mer­kez­le­ri­nin yap­tı­ğı şe­kil­de, ba­ğış ve­ya bel­li bir üc­ret ya­da mas­raf kar­şı­lı­ğı alı­nan kan­la­rın kâr ama­cı güt­me­den ih­ti­ya­cı olan has­ta­la­ra ulaş­tır­ma­sı amaç ol­ma­lı­dır. An­cak bu­nun­la bir­lik­te ki­şi­ler de has­ta­ya doğ­ru­dan ba­ğış yap­mak is­te­me­dik­le­ri tak­dir­de il­gi­li ku­ru­luş­lar­da olu­şan be­del kar­şı­lı­ğın­da kan sa­tı­şı ya­pı­la­bi­lir. Çün­kü bu du­rum­da kan, ar­tık ken­di­sin­den ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan “mü­te­kav­vim mal” ni­te­li­ğin­de sa­yı­lır.

Eti yen­me­yen hay­van­la­rın si­dik­le­ri, ters­le­ri ve akan kan­la­rı ne­cis olup, bun­la­rın sa­tıl­ma­sı da ca­iz de­ğil­dir. An­cak uçan kuş­la­rın ters­le­ri sa­kı­nıl­ma­sı güç ol­du­ğu için te­miz sa­yıl­mış­tır. Ta­vuk, kaz ve ör­dek ters­le­ri de ne­cis­tir.

Ge­nel ola­rak eti ye­nen hay­van­la­rın ters­le­ri güb­re­le­me, ya­kıt, in­şa­at mal­ze­me­si, du­var sı­va­sı ve ben­ze­ri amaç­lar için kul­la­nı­la­bi­lir ve bun­la­rın sa­tı­şı da ya­pı­la­bi­lir.

Necâset ka­rış­mış olan şe­yin sa­tı­şı ve on­dan ye­me dı­şın­da ta­bak­la­ma, yağ­la­ma ve mes­cid dı­şın­da ay­dın­lat­ma ama­cıy­la ya­rar­lan­mak ca­iz­dir. An­cak ölü hay­va­nın ya­ğı bu­nun dı­şın­da­dır.223

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re şa­ra­bın, le­şin, ka­nın ve bun­la­ra ben­zer ne­cis şey­le­rin sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bun­la­rın sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış ve put­la­rın sa­tı­şı­nı da bu­na ek­le­miş­tir.224Necis olan şey­ler­den uzak dur­mak ve ona yak­laş­ma­mak ge­re­kir. Ne­cis şe­yi sat­mak ise ona yak­laş­ma­ya ne­den olur. Şâfiîler, ken­di­sin­den ya­rar­lan­mak müm­kün olan ne­ca­set­le­rin sa­tı­şı için “el çek­me” de­ni­len bir yön­tem bul­muş­lar­dır. Bu­na gö­re, meselâ; güb­re, ilâç ya­pı­mı ve ben­ze­ri bir amaç için ne­cis olan bir şe­yi sa­ta­cak olan kim­se “Ben bu mad­de­den şu ka­dar be­del kar­şı­lı­ğın­da eli­mi çe­ki­yo­rum” di­ye icap­ta bu­lu­nur, alı­cı da ka­bul edin­ce akit mey­da­na gel­miş olur.

Kö­pe­ğin sa­tı­şı ise ço­ğun­lu­ğa gö­re ca­iz gö­rül­me­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bir ha­di­sin­de kö­pe­ğin be­de­li­ni, fâhişenin üc­re­ti­ni ve kâhinin al­dı­ğı pa­ra­yı ye­me­yi ya­sak­la­mış­tır.225 Kö­pe­ğin eği­til­miş olup ol­ma­ma­sı da so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. An­cak Mâlikîlerden Sahnûn b. Saîd (ö.240/854) ak­si gö­rüş­te ol­du­ğu­nu be­lir­te­rek; “Ben kö­pe­ği sa­tar ve onun pa­ra­sı ile hac­ca gi­de­rim” de­miş­tir.226

So­nuç ola­rak Hanefî ve Zâhirî fa­kih­le­ri­ne gö­re, ken­di­sin­den ya­rar­la­nı­la­bi­len ne­ca­set­le­rin sa­tı­şı ca­iz­dir. An­cak sa­tı­şı ha­dis­le ya­sak­la­nan­lar bun­dan müs­tes­na­dır. Bu­nun­la bir­lik­te kö­pek gi­bi sa­tı­şı ya­sak­la­nan ba­zı hay­van­lar da av­cı­lık, bek­çi­lik gi­bi bir amaç bu­lu­nun­ca mal sa­yı­lır ve sa­tı­şı ca­iz olur. Ço­ğun­lu­ğa gö­re ise pren­sip ola­rak ne­ca­se­tin sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü İslâm’da an­cak te­miz olan şey­den ya­rar­lan­mak mü­bah olur ve sa­tı­şı da meşrû bu­lu­nur. Bu­nun­la bir­lik­te ço­ğun­luk da eti ye­nen hay­van­la­rın ters­le­ri­nin güb­re­le­me ve ben­ze­ri amaç­lar için sa­tı­la­bi­le­ce­ği­ni ka­bul et­miş­tir. Şâfiîler bu gi­bi sa­tış­la­rın “eli­ni, sa­tı­la­cak şey­den kal­dır­ma” yo­luy­la ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni söy­le­miş­ler­dir.227

Gü­nü­müz­de ba­zı ül­ke­ler­de ka­na­li­zas­yon su­la­rı arı­tı­la­rak ye­ni­den kul­la­nı­ma so­ku­la­bil­mek­te­dir. Ka­na­a­ti­miz­ce bu gi­bi arı­tıl­mış su­la­rın ta­rım ala­nın­da sula­ma için kul­la­nıl­ma­sı müm­kün­dür. Eğer mik­rop, bak­te­ri or­ta­mın­dan ay­rıl­mış ve de­zen­fek­te edil­miş bu­lu­nur­sa sa­na­yi ke­si­min­de; so­ğut­ma, te­miz­le­me vb. iş­ler­de de kul­la­nı­la­bi­lir. An­cak bu gi­bi su­la­rın ye­ni­den şe­hir su şe­be­ke­si­ne dön­dü­rül­me­si ca­iz ola­maz. Çün­kü böy­le arı­tıl­mış bir su­yun kimyevî mi­ne­ral zen­gin­lik­le­ri ba­kı­mın­dan “tabiî su” kı­va­mın­da ol­ma­yı­şı, “müs­ta’mel (kul­la­nıl­mış) su” hük­mün­de bu­lun­ma­sı ve en önem­li­si in­san ta­bi­a­tı­nın böy­le bir su­yu “iğ­renç bul­ma­sı” dik­ka­te alı­na­rak arı­tıl­mış ka­na­li­zas­yon su­yu­nun içil­me­si, ye­mek­ler­de ve­ya te­miz­le­yi­ci ola­rak ya da ab­dest ve­ya gu­sül ab­des­ti alı­mın­da kul­la­nıl­ma­sı ca­iz ol­ma­sa ge­rek­tir.

 

 

 

 

5. Ka­po­ra­lı Sa­tış:

Bir alış-ve­riş­te sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı­nın ve­ri­le­me­di­ği du­rum­lar­da, alı­cı ve­ya sa­tı­cı­nın cay­ma­sı­nı ön­le­mek ama­cıy­la ön­den ve­ri­len bir mik­tar pa­ra­ya “ka­po­ra” ve­ya “pey ak­çe­si” de­nir. Arap­ça­ya baş­ka dil­den ge­çen “arbûn” ve­ya “urbân” söz­cü­ğü ka­po­ra an­la­mın­da kul­la­nı­lır. Ka­po­ra­lı sa­tış; bir ma­lı sa­tın alan kim­se­nin, sa­tı­cı­ya be­del­den bir bö­lü­mü­nü, sa­tış ger­çek­le­şir­se, ön­den ve­ri­len meb­la­ğın sa­tış be­de­lin­den dü­şül­me­si, ger­çek­leş­mez­se ba­ğış (hi­be) sa­yıl­ma­sı şar­tıy­la ver­me­si­dir.228 Böy­le bir sa­tım ak­din­de alı­cı için se­çim­lik hak bu­lu­nur. Eğer a­kit ger­çek­le­şir­se ön­ce­den ve­ri­len ka­po­ra, sa­tış be­de­li­nin bir bö­lü­mü­nü oluş­tu­rur. Alı­cı ak­di yap­mak­tan vaz­ge­çer­se ka­po­ra­yı kay­bet­miş olur. Bu­ra­da, alı­cı­nın ter­ci­hi­ni be­lir­le­me­si için bir sü­re ko­nul­ma­mış­sa, sü­re­siz hak söz ko­nu­su olur. Ka­po­ra­lı sa­tış, sa­tı­cı ba­kı­mın­dan bağ­la­yı­cı bir akit­tir. Hanbelîlere gö­re, alı­cı­nın se­çim­lik hak­kı­nı kul­lan­ma­sı için bel­li bir sü­re be­lir­len­me­si ge­re­kir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, sa­tış ger­çek­leş­me­di­ği tak­dir­de ön­den ve­ri­len ka­po­ra yan­mak üze­re ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ge­çer­li de­ğil­dir. Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış fâsit, di­ğer müc­te­hit­le­re gö­re ise bâtıl hük­mün­de­dir. De­lil şu ha­dis­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a) ka­po­ra­lı sa­tı­şı ya­sak­la­mış­tır.”229 Bu ya­sa­ğın ne­de­ni; ga­rar, risk, baş­ka­sı­na ait ma­lı be­del­siz ola­rak ye­me, ya­ni se­bep­siz zen­gin­leş­me ve­ya sa­tış­ta iki fâsit şar­tın bu­lun­ma­sı­dır. Bu iki fâsit şart­tan bi­rin­ci­si sa­tı­cı le­hi­ne ba­ğış, di­ğe­ri alı­cı­ya cay­ma hak­kı ve­ren şart­tır. Di­ğer yan­dan alı­cı­nın ter­cih hak­kı­nı bil­dir­me­si için bir sü­re­nin ko­nul­ma­mış ol­ma­sı da baş­ka bir bo­zu­cu ne­den­dir. Ni­te­kim “şu ma­lı, ne za­man is­ter­sem şu ka­dar pa­ra ile bir­lik­te sa­hi­bi­ne ge­ri ver­mek üze­re se­çim­lik hak­ka sa­hi­bim” de­mek­le de ge­çer­siz bir sa­tış ya­pıl­mış olur.230

Ah­med b. Han­bel’e (ö.241/855) gö­re, ka­po­ra­lı sa­tış ca­iz­dir. De­lil ha­dis­tir. Zeyd b. Es­le­me (r.a)’ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Rasûlüllah (s.a.s)'e ka­po­ra­lı sa­tı­şın hük­mü so­rul­muş, o, bu­nu helâl kıl­mış­tır”.231 Di­ğer yan­dan Nâfi b. Abdilhâris (ö.117/735)'ten şöy­le de­di­ği ri­va­yet edil­miş­tir: Nâfi, Mek­ke’de Halîfe Ömer için, ha­pis­ha­ne ya­pıl­mak üze­re Safvân b. Ümey­ye (r.a)’den dört bin dir­hem kar­şı­lı­ğın­da bir ev sa­tın al­mış­tır. Eğer Ömer ra­zı olur­sa sa­tım ak­di yü­rür­lük ka­za­na­cak, ak­si hal­de Safvân’a dört yüz dir­hem taz­mi­nat ve­ri­le­cek­ti. Hz. Ömer’e da­nı­şı­lın­ca, O, bu şar­tı ka­bul et­miş­tir.”232

 

 

 

 

Gü­nü­müz ti­ca­ret iş­lem­le­rin­de za­man ka­zan­mak, dü­şün­mek, pi­ya­sa araş­tır­ma­sı yap­mak, ma­lın baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı­nı en­gel­le­mek gi­bi amaç­lar­la, bir mik­tar ka­po­ra ve­ri­le­rek sa­tı­cı ile ön bağ­lan­tı ya­pıl­mak­ta­dır. Böy­le bir akit ger­çek­le­şin­ce, ka­po­ra­nın sa­tış be­de­li­ne mah­sup edil­me­si ge­re­kir. Alı­cı söz­leş­me­den vaz­ge­çer­se ka­po­ra­nın ge­ri ve­ril­me­si en gü­ze­li­dir. Sa­tı­cı, bek­le­me ve ma­lı­nı baş­ka­sı­na sat­ma­ma kar­şı­lı­ğın­da böy­le bir pey ak­çe­si­ni is­te­mek­te­dir. Kâdî Şu­rayh, (ö.87/705) ka­po­ra­lı sa­tı­şı ca­iz gö­rür ve şu de­li­le da­ya­nır: “Bir kim­se zor­la­ma ol­mak­sı­zın ken­di is­te­ğiy­le, ken­di aley­hi­ne bir şart koy­sa, bu onun aley­hi­ne sa­bit olur.”233

So­nuç ola­rak Hanefîlere gö­re ka­po­ra­lı sa­tı­şın hük­mü­nün fâsit olu­şu dik­ka­te alı­na­rak her iki ta­raf da ca­ya­bi­lir. Bu tak­dir­de ön­den ve­ri­len ka­po­ra­nın ge­ri ve­ril­me­si ge­re­kir. An­cak ta­raf­lar söz­leş­me­yi sür­dü­rür­ler­se alı­cı ma­lın de­ğe­ri üze­rin­den sa­tış be­de­li­ni ta­mam­lar ve sa­tı­cı da ma­lı tes­lim eder.

 

  6. Su­yun Alım-Sa­tı­mı:

Su Yü­ce Al­lah’ın tabiî ni­met­le­rin­den­dir. Ço­ğu za­man in­san eme­ği söz ko­nu­su ol­mak­sı­zın ya­ğan yağ­mur­lar ve­ya ye­ral­tı su zen­gin­lik­le­ri bir bel­de­nin su kay­nak­la­rı­nı mey­da­na ge­ti­rir. İn­san var­lı­ğı, yi­ye­cek ka­dar su­ya muh­taç ol­du­ğu için, su ken­di­sin­den ya­rar­la­nı­lan önem­li bir mad­de­dir. Bü­tün can­lı­la­rın ve bit­ki ör­tü­sü­nün olu­şu­mu ve ge­liş­me­si de su­ya da­ya­nır.

Kur’an-ı Ke­rim’de can­lı­la­rın te­mel un­su­ru­nu teş­kil eden su­yun öne­mi­ne dik­kat çe­ken pek çok âyet-i ke­ri­me var­dır. Ba­zı­la­rı şun­lar­dır: “Gök­ler ve yer bir­bi­ri­ne bi­ti­şik­ken on­la­rı ayır­dı­ğı­mı­zı ve her can­lı­yı su­dan ya­rat­tı­ğı­mı­zı inkârcılar bil­mez­ler mi? Hâlâ iman et­mi­yor­lar mı?”234 “Al­lah bü­tün can­lı­la­rı su­dan ya­rat­mış­tır.” 235 Bü­tün bit­ki­le­rin su sa­ye­sin­de neş­vü nemâ bul­du­ğu şöy­le be­lir­le­nir: “Gök­ten su­yu in­di­ren O’dur. Biz, o su ile her şey için ge­rek­li olan bit­ki­yi çı­kar­dık. On­dan da ye­şil­lik mey­da­na ge­tir­dik. Ye­şil­lik­ten ise, bir­bi­ri üze­ri­ne yı­ğıl­mış ta­ne­ler çı­ka­rı­rız. Hur­ma­nın to­mur­cu­ğun­dan, sar­kıp ye­re yak­la­şan sal­kım­lar çı­ka­rı­rız. Ay­rı­ca o su ile bir­bi­ri­ne ben­ze­yen ve ben­ze­me­yen üzüm, zey­tin ve nar bah­çe­le­ri mey­da­na ge­ti­ri­riz...”236

Can­lı­la­rın ya­şa­ma­sı için bu ka­dar önem­li olan su­yun mülk edi­nil­me­si ve sa­tı­ma ko­nu ya­pıl­ma­sı müm­kün mü­dür?

Su, özel mül­ke ko­nu ol­ma­dı­ğı sü­re­ce kul­la­nı­mı mu­bah­tır. Mü­bah olan bir şey­de ise her­ke­sin hak­kı var­dır. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Müs­lü­man­lar üç şey­de or­tak­tır­lar: Su, ot ve ateş.”237

Su­lar ge­nel ola­rak dör­de ay­rı­lır:

a) De­niz su­yu: Bun­dan her­ke­sin ya­rar­lan­ma hak­kı var­dır. Gü­neş, ay ve ha­va­dan ya­rar­lan­ma ne ise de­niz­ler­den ya­rar­lan­ma da bun­lar gi­bi­dir. Ki­şi­nin de­niz­den hem şe­feh, hem de şirb hak­kı var­dır. “Şe­feh” in­sa­nın ağ­zı ile iç­mek su­re­tiy­le su­dan di­le­di­ği gi­bi ya­rar­lan­ma­sı de­mek­tir. Hay­van­la­rı su­la­ma ve te­miz­lik­te kul­lan­ma da bu kap­sa­ma gi­rer. “Şirb” ise, söz­lük­te “su pa­yı” an­la­mı­na ge­lir. Bir te­rim ola­rak; ta­rım ürün­le­ri­ni ve­ya hay­van­la­rı su­la­mak ama­cıy­la su­dan ya­rar­lan­ma nö­be­ti­ni ve­ya za­ma­nı­nı ifa­de eder.

b) Bü­yük ır­mak­la­rın su­la­rı: Dic­le, Fı­rat, Nil, Sey­hun, Cey­hun, Kı­zı­lır­mak, Ye­şi­lır­mak gi­bi ne­hir­ler bu ni­te­lik­te­dir. Top­lu­mun bu ne­hir su­la­rın­da mut­lak an­lam­da şe­feh ya­ni iç­me ve­ya hay­van­la­rı­nı su­la­ma hak­kı var­dır. Top­lu­mun ge­nel ya­ra­rı­na en­gel ol­ma­mak şar­tıy­la ta­rım ürün­le­ri­ni su­la­ma, ba­raj, elekt­rik sant­ra­li ve ben­ze­ri te­sis­le­ri kur­ma hak­kı da söz ko­nu­su olur. An­cak bu gi­bi te­sis­le­rin neh­rin aşa­ğı ta­raf­la­rın­da yer­leş­miş olan­la­rın mal, can ve­ya top­rak ürün­le­ri­ne za­rar ver­me­me­si ge­re­kir. Ak­si hal­de bun­la­rın ken­di­le­ri­ne ye­te­cek ka­dar su­yun ser­best bı­ra­kıl­ma­sı­nı is­te­me hak­la­rı do­ğar. Bir­den faz­la ül­ke top­rak­la­rın­dan ge­çen ne­hir­ler­den  bu  ül­ke­ler or­tak­la­şa  ya­rar­la­nır­lar.  Bi­ri di­ğe­ri­ni   ya­rar­lan­mak­tan   men  ede­mez.

c) Sı­nır­lı bir top­lu­lu­ğa ait mülk edi­nil­miş su­lar: Bir köy hal­kı­na ait kü­çük bir akar­su, kay­nak ve­ya ku­yu bu ni­te­lik­te­dir. Bü­yük ne­hir ve­ya göl­ler­den alı­nıp özel ka­nal ve­ya bo­ru­lar­dan akı­tı­lan su­lar da böy­le­dir. Bu gi­bi su­lar­dan in­san­la­rın yal­nız iç­me ve kul­lan­ma su­yu al­ma hak­kı var­dır. Hay­van­la­rı su­la­ma da bu kap­sa­ma gi­rer. Çün­kü iç­me, kul­lan­ma ve hay­van­la­rı su­la­ma­da za­ru­ret var­dır.

d) Kap­la­ra alın­mış su­lar: Su de­po­su, va­ril, ko­va, des­ti, ib­rik ve ben­ze­ri kap­la­ra dol­du­rul­muş olan su­lar, bun­la­rı dol­du­ra­nın mül­kü sa­yı­lır. Sa­hi­bi­nin iz­ni ol­ma­dık­ça bun­lar­dan, baş­ka­sı­nın ya­rar­lan­ma­sı ca­iz de­ğil­dir.238

Yu­ka­rı­da­ki su çe­şit­le­rin­den ilk iki­si ya­ni de­niz ve bü­yük ır­mak­la­rın su­la­rı mü­bah su­lar­dan olup bun­la­rın özel kap­la­ra alın­ma­dık­ça sa­tış­la­rı ca­iz de­ğil­dir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re bel­li bir top­lu­lu­ğa ait pı­nar, kay­nak ve­ya ku­yu ile özel kap­la­ra ko­nul­muş bu­lu­nan su­lar özel mülk sa­yı­lır. Sa­hip­le­ri biz­zat bu su­lar­dan ser­best­çe ya­rar­la­na­bi­lir ve baş­ka­sı­nın ya­rar­lan­ma­sı­nı da en­gel­le­ye­bi­lir. An­cak ya­kın­da su bu­lun­mu­yor­sa, iç­mek ve­ya hay­van­la­rı­nı su­la­mak zo­run­da ka­lan kim­se için su­yu özel mül­ki­ye­tin­de bu­lun­du­ran kim­se­ye yet­ki­li ki­şi­ler­ce; “Ya su­yu ken­din dol­dur ve ih­ti­ya­cı olan bu ki­şi­ye ver, ya da su­yu al­ma­sı için ona izin ver” de­ni­lir..239

Di­ğer yan­dan mül­ki­yet al­tın­da bu­lun­sa bi­le su­yun ih­ti­ya­cı olan­la­ra be­del­siz ola­rak ve­ril­me­si müs­te­hap­tır. An­cak su­yun sa­hi­bi be­del­siz ver­me­ye zor­la­na­maz. Za­ru­ret ha­li bu­nun dı­şın­da­dır. Meselâ; bir grup in­san aşı­rı de­re­ce­de su­suz ka­lır ve öl­mek­ten kor­kar­lar­sa bun­la­ra su ver­mek ge­re­kir. Ak­si hal­de bun­la­rın su­yun sa­hip­le­ri ile silâhlı ça­tış­ma­ya gir­me hak­la­rı do­ğar. Çün­kü bu su­yun sa­hi­bi, onun su­da hak­kı olan “şe­feh (iç­mek ve hay­van­la­rı­nı su­la­ma) hak­kı­nı” en­gel­le­mek­le, kas­ten onun helâk ol­ma­sı­nı is­te­miş sa­yı­lır. Eğer su özel ola­rak de­po­lan­mış ise, zarûret için­de bu­lu­nan ki­şi si­lah­sız ola­rak çar­pı­şır ve on­dan al­dı­ğı su mik­ta­rı­nı taz­min eder. Su, yal­nız sa­hi­bi­ne ye­te­cek ka­dar olur ve alın­dı­ğı tak­dir­de onun helâk ola­ca­ğın­dan kor­ku­lur­sa, su­yun ona bı­ra­kıl­ma­sı ge­re­kir.240

Su­yun pa­ra kar­şı­lı­ğı sa­tı­şı­nın ca­iz olu­şu şu de­lil­le­re da­ya­nır: Hz. Os­man (ö.35/655) Me­di­ne’de Rûme ku­yu­su­nu bir ya­hu­di­den sa­tın al­mış ve bu­nu müs­lü­man­lar için vak­fet­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bu ku­yu ile il­gi­li ola­rak şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim Rûme ku­yu­su­nu sa­tın alıp da, müs­lü­man­la­ra böy­le­lik­le ge­niş­lik sağ­lar­sa, onun için cen­net var­dır.”241 Ya­hu­di, ku­yu­nun su­yu­nu in­san­la­ra sa­tı­yor­du. Bu ha­dis ku­yu­nun sa­tı­şı­nın ca­iz ol­du­ğu­na delâlet et­ti­ği gi­bi, su­yun sa­tı­şı­nın da ca­iz ol­du­ğu­nu gös­te­rir. Ak­si gö­rüş­te olan­lar ise bu ola­yın İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de ol­du­ğu­nu ve o dö­nem­de ya­hu­di­ler güç­lü bu­lun­du­ğu için ken­di­le­riy­le uz­laş­ma yo­lu­na gi­dil­di­ği­ni, da­ha son­ra ise su­yun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­yan hü­küm­le­rin gel­di­ği­ni söy­ler­ler.

Su­yun sa­tı­şı, mü­bah odun­la­rın ke­si­lip top­lan­dık­tan son­ra sa­tı­şı­nın ca­iz olu­şu­na kı­yas edil­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber odun­la il­gi­li ola­rak şöy­le bu­yur­muş­tur: “Siz­den bi­ri­nin ipi­ni alıp da­ğa git­me­si, ora­dan top­la­dı­ğı odun­la­rı sa­tıp, el­de ede­ce­ği pa­ra­nın bir bö­lü­mü­nü ye­me­si ve bir bö­lü­mü­nü de yok­sul­la­ra ver­me­si di­len­ci­lik yap­ma­sın­dan da­ha ha­yır­lı­dır.” 242

Zâhirîlere gö­re su­yun sa­tı­şı mut­lak ola­rak ca­iz de­ğil­dir. Su­yun ır­mak, ku­yu, pı­nar su­yu ol­ma­sı ile özel de­po ve­ya kap­la­ra ko­nul­muş bu­lun­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez.  Ah­med b. Han­bel’den bir ri­va­yet­te şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Su­yun sa­tı­şı ba­na çok tu­haf ge­li­yor.”243

So­nuç ola­rak ta­bii hal­de kay­na­ğın­da bu­lu­nan de­niz, ne­hir, ku­yu ve kay­nak su­la­rı sa­tı­şa ko­nu ya­pıl­ma­ma­lı­dır.244 An­cak böy­le bir su kap­la­ra ve da­ma­can­la­ra dol­du­ru­lur­sa özel mülk ha­li­ne ge­lir ve mü­te­kav­vim bir mal olur.245 Bu­nun sa­tı­şı da ca­iz bu­lu­nur. Gö­let, ba­raj ve­ya ne­hir­ler­den özel ka­nal­lar, su mo­to­ru ve­ya mo­to­pomp­lar­la ara­zi­le­rin su­la­na­ca­ğı yer­le­re sev­ke­di­len su­lar da kap­la­ra alın­mış su ni­te­li­ğin­de­dir. Bu yüz­den bu gi­bi su şe­be­ke­si­nin mas­raf­la­rı­nı kar­şı­la­mak ve bel­ki ye­ni­le­ri­nin ya­pı­mı­nı hız­lan­dır­mak için su­yu kul­la­nan­lar­dan bel­li bir üc­ret alın­ma­sı müm­kün­dür.

Şe­hir, ka­sa­ba ve köy­ler­de ev­le­re, fab­ri­ka ve ku­ru­luş­la­ra ulaş­tı­rı­lan su şe­be­ke­si de kap­lar­dan su­yun da­ğı­tıl­ma­sı ni­te­li­ğin­de­dir. An­cak Dev­let ve be­le­di­ye­ler­ce ya­pı­lan bu gi­bi top­lum hiz­me­ti­nin ve te­mel­de mü­bah olan su­yun ti­ca­ret ama­cıy­la bü­yük ge­lir­ler sağ­la­mak üze­re sa­tı­şı yo­lu­na gi­dil­me­me­li­dir. Ku­yu, çeş­me, pı­nar ve kay­nak aç­ma ve yap­tır­ma en önem­li ha­yır çe­şi­di­dir. Ön­ce­ki yüz­yıl­lar­da ec­dat bu gi­bi ha­yır­la­rı va­kıf ve se­bil ola­rak yap­mış, top­lu­mun su ih­ti­ya­cı, ma­bed­le­rin ve top­lu­ma ait pek çok yer­le­rin ay­dın­lan­ma­sı işi bir üc­ret is­ten­me­den çö­züm­len­miş­tir. Gü­nü­müz­de çeş­me, ku­yu ve sar­nıç­la­rın ye­ri­ni ba­raj­lar al­mış, ay­dın­lan­ma işi­ni de hid­ro­e­lekt­rik ve­ya ter­mo elekt­rik sant­ral­le­ri üst­len­miş­tir. Su ve elekt­rik üre­ten bu kay­nak­lar ti­ca­ret ama­cıy­la kul­la­nım­dan çı­ka­rı­la­rak güç­lü va­kıf­la­rın yö­ne­ti­mi­ne ve­ri­le­bi­lir. Bel­ki iş­let­me mas­raf­la­rı, ta­mir, ıs­lah, ye­ni­le­me ve bü­yüt­me ama­cı­na yö­ne­lik har­ca­ma­lar dik­ka­te alı­na­rak yal­nız bu çer­çe­ve­de­ki ih­ti­yaç­la­rı kar­şı­la­ya­cak ka­dar bir “bi­rim be­del” alı­na­bi­lir. Ba­ra­jı ve sant­ral­le­ri iş­le­te­cek böy­le bir ha­yır ku­ru­mu­nun bu mas­raf­la­rı kar­şı­la­ya­cak öl­çü­de, su ge­li­rin­den baş­ka bir ge­li­ri bu­lu­nur­sa, su ve elekt­rik için alı­na­cak be­del gi­de­rek azal­tı­lır, ya da bel­li kri­ter­ler ko­nu­la­rak yok­sul ke­si­min­den su ve elekt­rik için üc­ret alın­ma­ya­bi­lir. İş­te bu tak­dir­de “su, ateş ve otun müs­lü­man­lar ara­sın­da or­tak ol­du­ğu­nu bil­di­ren ha­dis-i şe­ri­fin” an­la­mı İslâm top­lu­mun­da et­ki­si­ni gös­ter­miş olur.

 

  C) Fa­sit Sa­yı­lan Sa­tış Çe­şit­le­ri:

Yu­ka­rı­da fe­sat ve but­la­nın alış-ve­ri­şe et­ki­si­ni açık­lar­ken fa­sit sa­tı­şın özel­lik­le­ri üze­rin­de dur­muş­tuk. Bir sa­tış­ta icap, ka­bul ve ak­din ko­nu­su gi­bi ana unsur­lar tam ol­mak­la bir­lik­te sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı ve­ya ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de ta­ri­hi gi­bi, son­ra­dan ta­mam­lan­ma­sı müm­kün olan bir ek­sik­lik bu­lu­nur­sa, böy­le bir sa­tı­şa “fâsit sa­tış” de­nir. Ta­raf­la­rın böy­le bir sa­tı­şı boz­ma hak­la­rı var­dır. An­cak ek­sik­lik ta­mam­la­nır ve­ya mal alı­cı­ya tes­lim edi­lip, mal­da tü­ket­me, sat­ma, ba­ğış­la­ma gi­bi ge­ri ver­me­ye en­gel bir du­rum mey­da­na ge­lir­se, ar­tık akit­ten fe­sat kal­kar ve sa­tı­cı ma­lın pi­ya­sa de­ğe­ri üze­rin­den be­de­li­ni al­ma hak­kı­nı el­de eder.

 

  Baş­lı­ca Fâsit Sa­tış Çe­şit­le­ri

 

  1. Bi­lin­me­yen Yö­nü Bu­lu­nan Sa­tış:

Sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­lin­de ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek öl­çü­de bir bi­lin­mez­lik bu­lu­nur­sa böy­le bir sa­tım ak­di fa­sit olur. An­cak sa­tı­cı ve alı­cı­nın son­ra­dan ya­pa­cak­la­rı kar­şı­lık­lı an­laş­ma ile bi­lin­mez­li­ği gi­der­me­le­ri müm­kün­dür. Meselâ; bir­bi­rin­den fark­lı üç şey­den bi­ri­si­ni sat­mak, üç çe­şit pa­ra­dan bi­ri­si ile ve­ya va­de ta­ri­hi­ni be­lir­le­me­den ve­re­si­ye sa­tış yap­mak gi­bi. Bu du­rum­lar­da alı­cı ken­di ya­ra­rı­na en uy­gun ola­nı seç­mek, sa­tı­cı da ken­di­si ba­kı­mın­dan en uy­gun olan şık­kı uy­gu­la­mak is­ter ve ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Bu da sa­tış­tan bek­le­nen ya­ra­rın ger­çek­leş­me­si­ne en­gel olur. Böy­le bir sa­tı­şı sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın boz­ma­sı ge­re­kir.

An­cak ta­raf­la­rın, sa­tış­ta­ki bi­lin­mez­li­ği gi­de­re­rek sa­tım ak­di­ni sa­hih ha­le ge­tir­me­le­ri de müm­kün­dür. Meselâ; va­de be­lir­len­me­miş olan sa­tış­ta, kar­şı­lık­lı rı­za ile bir va­de be­lir­le­mek­le sa­tış ge­çer­li ha­le ge­lir.

Bi­lin­mez­li­ğin ger­çek­leş­ti­ği un­sur­lar:

Bir sa­tım ak­din­de bi­lin­mez­lik bu sa­tı­şın un­sur­la­rı üze­rin­de söz ko­nu­su olur. Bun­lar; sa­tı­lan mal, sa­tış be­de­li, va­de ve­ya te­mi­nat­lar­dan iba­ret­tir. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız.246

 

  a) Sa­tı­lan şey­de bi­lin­mez­lik:

Sa­tı­la­nın cins, tür ve­ya mik­tar ola­rak bi­lin­me­me­si sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Meselâ; sa­tı­cı cins be­lir­le­me­den bir ton buğ­da­yı ve­ya bir ton unu borç­lan­sa, pi­ya­sa­da fi­yat­la­rı fark­lı çe­şit­li buğ­day ve­ya un­lar bu­lun­du­ğu için sa­tı­cı bu be­lir­siz­lik­ten ya­rar­la­na­rak en ucu­zu­nu ver­mek, alı­cı da en iyi­si­ni al­mak is­ter ve ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar.

 

  b) Sa­tış be­de­lin­de bi­lin­mez­lik:

Sa­tış be­de­li­nin cins ve mik­ta­rı be­lir­len­me­den ya­pı­la­cak sa­tım ak­di de fa­sit­tir. Yi­ne meselâ; bir atı sü­rü­den el­li ko­yun kar­şı­lı­ğın­da sat­mak da böy­le­dir. Bu­ra­da atı sa­tan kim­se sü­rü­den en iyi el­li ko­yu­nu al­mak, di­ğe­ri ise de­ğe­ri dü­şük ko­yun­lar­la ka­rı­şık ve­ya ta­ma­mı­nı de­ğe­ri dü­şük olan ko­yun­lar­dan ver­mek is­ter. Bu yüz­den bu­ra­da sa­tış be­de­lin­de bi­lin­mez­lik söz ko­nu­su olur. Bir hay­va­nı ve­ya kul­la­nıl­mış bir oto­mo­bi­li “de­ğe­ri üze­rin­den sat­mak” da fa­sit­tir. Çün­kü kıy­met bi­çen bi­lir­ki­şi­ler fark­lı de­ğer ko­ya­bi­le­cek­le­ri için sa­tış be­de­li mec­hul ka­lır.

Bir kim­se sa­tı­cı­nın ve­ya alı­cı­nın ya­hut üçün­cü bir ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği bir fi­yat­la sa­tış yap­sa, bu sa­tış da fâsit olur. Çün­kü sa­tı­cı, alı­cı ve­ya üçün­cü ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği be­del sa­tım ak­di sı­ra­sın­da bi­lin­me­mek­te­dir.

Yi­ne bir kim­se; “Bu ma­lı sa­na pe­şin ola­rak yüz’e, va­de­li ola­rak yüz el­li­ye sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı da bu şe­kil­de ka­bul et­se, sa­tım ak­di fâsit olur. Çün­kü sa­tış be­de­li­nin pe­şin mi yok­sa va­de­li mi ola­ca­ğı be­lir­siz­dir. An­cak alı­cı bu şık­lar­dan bi­ri­si­ni ter­cih eder­se sa­tış sa­hih ha­le ge­lir. Bu­ra­da vâdeli ola­rak yüz el­li­yi seç­miş­se, bu be­del sa­tış be­de­li olur. Hanefî fa­kih­le­rin­den es-Serahsî (ö.490/1097) vâdeli sa­tış­ta ta­raf­la­rın çe­şit­li fi­yat­lar üze­rin­de pa­zar­lık ya­pa­bi­le­ce­ği­ni be­lirt­tik­ten son­ra ko­nu­yu şu şe­kil­de so­nu­ca bağ­lar: “Ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şır, be­lir­li bir sa­tış be­de­li tes­bit et­me­den ay­rıl­maz ve bu tek fi­yat üze­rin­de ak­di bi­ti­rir­ler­se bu ca­iz­dir. Çün­kü bu tak­dir­de, ak­din sa­hih ol­ma­sı­nın şar­tı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş olur­lar.”247

Sa­tı­cı ve alı­cı bir ma­lın ma­li­yet ve­ya eti­ket fi­ya­tı üze­rin­de an­laş­sa­lar, an­cak alı­cı bu fi­ya­tın mik­ta­rı­nı bil­mi­yor­sa sa­tım ak­di fa­sit olur. Çün­kü alı­cı böy­le bir sa­tış­ta tah­mi­ni­nin üs­tün­de yük­sek bir fi­yat­la kar­şı­la­şa­bi­lir. Eğer sa­tış ge­çer­li sa­yı­lır­sa bu yük­sek fi­ya­ta kat­lan­mak zo­run­da ka­la­cak­tır. An­cak alı­cı, sa­tış mec­li­sin­de ma­li­ye­tin ve­ya eti­ke­tin mik­ta­rı­nı öğ­re­nir ve iti­raz et­mez­se sa­tım ak­di, is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ca­iz ha­le dö­nü­şür. Çün­kü bu­nun­la bi­lin­mez­lik or­ta­dan kalk­mış olur. Böy­le­ce bi­lin­me­yen bir yö­nü akit mec­li­sin­de öğ­ren­me, akit sı­ra­sın­da öğ­ren­me hük­mün­de­dir. Eğer ta­raf­lar akit mec­li­sin­den ay­rı­lın­ca­ya ka­dar bu bi­lin­mez­lik sü­rer­se sa­tı­şın fe­sa­dı ke­sin­le­şir.248

İmam Zü­fer’e (ö.158/775) gö­re, bir akit baş­lan­gıç­ta fa­sit ola­rak mey­da­na gel­miş­se, ar­tık bu da­ha son­ra ca­iz ha­le dö­nüş­mez.249

Fa­kih­le­re gö­re, bir kim­se; “Şu ma­lı çar­şı ve pa­zar­da­ki ra­yiç fi­yat­la ve­ya her­ke­sin sat­tı­ğı fi­yat­la ya­hut­ta fi­lan­ca kim­se­nin be­lir­le­ye­ce­ği be­del­le sat­tım” de­se, alı­cı da bu şe­kil­de ka­bul et­se, sa­tış be­de­li be­lir­siz ol­du­ğu için sa­tım ak­di ca­iz ol­maz. Ah­med b. Han­bel’den; akit sı­ra­sın­da sa­tış be­de­li­ni be­lir­le­me­den ve­ya sı­nı­rı­nı çiz­me­den, bel­li bir ta­rih di­li­min­de ma­lın ge­le­cek­te­ki ra­yiç be­de­li üze­rin­den sa­tıl­ma­sı­nın ca­iz ol­du­ğu nak­le­dil­miş­tir. Da­yan­dı­ğı de­lil; in­san­la­rın her yer­de ve de­vir­de bu gi­bi mu­a­me­le­le­ri yap­ma­la­rı so­nu­cu “örf” ve “teâmül”ün oluş­ma­sı­dır. İbn Tey­miy­ye (ö.728/1327) ve İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) de böy­le bir sa­tı­şın ca­iz ol­du­ğu gö­rü­şü­nü ter­cih et­miş­tir.250

Ka­na­a­ti­miz­ce fi­yat­la­rı her­kes­çe bi­li­nen ve her yer­de ay­nı olan ve­ya fi­ya­tı dev­let ta­ra­fın­dan be­lir­le­nen stan­dart mal­la­rın sa­tı­şı, sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı sa­tı­cı ve­ya alı­cı ta­ra­fın­dan sa­tış sı­ra­sın­da tam ola­rak bi­lin­me­se de sa­tış ge­çer­li olur. Ben­zin, gaz ya­ğı, tüp gaz, şe­ker, ek­mek fi­yat­la­rı bu ni­te­lik­te­dir. Bu gi­bi mad­de­le­rin nor­mal pi­ya­sa şart­la­rın­da ka­li­te­le­ri ve fi­yat­la­rı stan­dart ol­du­ğu için sa­tı­cı ve­ya alı­cı için al­dan­ma söz ko­nu­su ol­maz. Alı­cı her­ke­sin sa­tın al­mak­ta ol­du­ğu fi­ya­ta ra­zı ol­muş bu­lu­nur. An­cak bu mal­lar ka­ra­bor­sa­ya dü­şer ve dü­zen­siz pi­ya­sa fi­yat­la­rı or­ta­ya çı­kar­sa bu tak­dir­de sa­tış sı­ra­sın­da fi­ya­tın be­lir­len­me­si ge­re­kir, ak­si hal­de sa­tış fa­sit olur.

Gü­nü­müz­de çay, fın­dık ve buğ­day gi­bi ba­zı ta­rım ürün­le­ri ay­lar ön­ce alı­nan top­lu bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da, ki­log­ram fi­ya­tı ha­sat ya da tes­lim ta­ri­hin­de be­lir­le­nip he­sap gör­mek üze­re sa­tıl­mak­ta­dır. Böy­le bir sa­tım için iki du­rum dü­şü­nü­le­bi­lir. Ürü­nün ni­te­lik­le­ri ve ki­log­ram fi­ya­tı tam ola­rak be­lir­len­dik­ten son­ra, sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı sa­tı­cı­ya ve­ri­lir­se “pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye” bir akit olan “se­lem” ak­di mey­da­na gel­miş olur. Ar­tık her­han­gi bir fi­yat de­ği­şik­li­ği ol­mak­sı­zın sa­tı­cı akit­te ka­rar­laş­tı­rı­lan mik­tar ve ni­te­lik­te­ki stan­dart ma­lı tes­lim ta­ri­hin­de alı­cı­ya tes­lim et­me­yi borç­lan­mış olur. An­cak sa­tı­cı bu­ra­da ken­di ürü­nü­nü da­ha ha­sat et­me­den da­lın­da, ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tar­sa bu sa­tış ca­iz ol­maz. Çün­kü se­lem ak­din­de öl­çü ve­ya tar­tı ile ya­hut stan­dart olup sa­yı ile sa­tı­lan şey­le­rin pa­ra­sı pe­şin ve­ri­lir, sa­tın alı­nan mal da mik­tar ve ka­li­te ola­rak be­lir­le­nir, ay­rı­ca ma­lı tes­lim ta­ri­hi de tes­pit edi­lir.

Di­ğer yan­dan çift­çi yi­ne ay­lar ön­ce ka­po­ra ola­rak al­dı­ğı bir pa­ra ile ürü­nü­nü ha­sat­tan  son­ra tes­lim et­mek ve ki­log­ram ba­şı­na fi­ya­tı da tes­lim ta­ri­hin­de be­lir­le­mek ve bu fi­yat­tan he­sap gör­mek üze­re sa­tış yap­sa, Ah­med b. Han­bel ve di­ğer ba­zı müc­te­hid­le­re gö­re bu da ca­iz olur. Bu­ra­da ha­sat ve­ya tes­lim ta­ri­hin­de her­ke­se ve her yer­de stan­dart bir fi­ya­tın uy­gu­lan­ma­sı, fi­yat ko­nu­sun­da çı­ka­bi­le­cek an­laş­maz­lık­la­rı ön­ler. Çün­kü tec­rü­be­ler­le sa­tı­cı fi­yat­la­rın aşı­rı de­re­ce­de yük­sel­me­ye­ce­ği­ni, alı­cı da aşı­rı bir fi­yat dü­şü­şü­nün ol­ma­ya­ca­ğı­nı yak­la­şık ola­rak bi­lir. Ürü­nün helâk ol­ma­sı, kıt­lık, eko­no­mik kriz ve­ya sa­vaş şart­la­rı gi­bi fi­yat­la­rı nor­ma­lin üs­tün­de et­ki­le­yen du­rum­lar­da ise İslâm Dev­le­ti ne sa­tı­cı­yı ve ne de alı­cı­yı al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı bir borç yü­kü al­tın­da bı­rak­mak­sı­zın ge­rek­li ted­bir­le­ri alır.

Se­lem ak­di­nin ak­si­ne ki­mi za­man da buğ­day baş­ta ol­mak üze­re ba­zı ürün­ler ko­o­pe­ra­tif, un fab­ri­ka­sı, top­tan­cı ve ben­zer­le­ri­ne tes­lim edil­mek­te, ay­lar son­ra ye­ni fi­yat üze­rin­den sa­tış be­de­li alın­mak­ta­dır. Böy­le bir mu­a­me­le­de sa­tış be­de­li akit sı­ra­sın­da ko­nu­şul­ma­dı­ğı için sa­tı­şın fa­sit ol­ma­sı ge­re­kir. Mal tes­lim edil­di­ği­ne gö­re, alı­cı­nın bu mal üze­rin­de mülk hak­kı do­ğar. Sa­tış be­de­li­ni al­ma sı­rasın­da, be­de­lin mik­ta­rı üze­rin­de an­laş­maz­lık çık­ma­ya­cak de­re­ce­de her yer­de stan­dart bir fi­yat uy­gu­la­nı­yor­sa, bi­lin­mez­lik bu ma­lın dü­zen­li olan pi­ya­sa­sı ta­ra­fın­dan gi­de­ril­miş olur. Bel­li ara­lık­lar­la hu­bu­bat bor­sa­la­rın­da stan­dart fi­yat­la­rın ilân edil­me­si gi­bi. An­cak söz­leş­me­de tüc­ca­ra tes­lim edi­len ma­lın ni­te­lik­le­ri tam ola­rak be­lir­len­me­miş ve “nümûne” de alın­ma­mış olur­sa, bir kaç ka­li­te­ye gö­re fark­lı fi­yat­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı ha­lin­de tüc­car köy­lü­ye en dü­şük ka­li­te­ye gö­re öde­me yap­mak, sa­tı­cı ise en üst ka­li­te­yi esas al­mak is­ter ve bu yüz­den ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Böy­le bir du­rum­da fa­sit sa­tım ak­di hü­küm­le­ri uy­gu­la­na­rak bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği de­ğer üze­rin­den öde­me ya­pıl­ma­sı ge­re­kir.

Di­ğer yan­dan un fab­ri­ka­sı­na ve­ri­le­cek buğ­day ye­ri­ne un al­mak is­te­nir­se ya buğ­da­yı un ha­li­ne ge­tir­me kar­şı­lı­ğın­da fab­ri­ka­ya ya da de­ğir­me­ne üc­ret ve­ril­me­li ya­hut da buğ­da­yı sa­tıp bu­nun be­de­li ile un sa­tın al­ma­lı­dır. Özel­lik­le ço­ğu ke­re buğ­da­yın sa­hi­bi ken­di­ne ait buğ­da­yın unu­nu ala­ma­dı­ğı için, bu­ra­da buğ­day­la unun mü­ba­de­le­si söz ko­nu­su ol­mak­ta­dır. Buğ­day­la unun ay­nı cins­ten sa­yıl­ma­sı müm­kün ol­du­ğu için bun­la­rı de­ğiş­tir­mek­te ise fa­iz şüp­he­si var­dır. Bu yüz­den de­ği­şi­min pa­ra he­sa­bı ile ya­pıl­ma­sı da­ha sağ­lam bir yol­dur.251

Ürü­nü­nü ser­ma­ye ola­rak kul­lan­dır­mak is­te­yen kim­se ise bu­nu gü­ve­ni­lir bul­du­ğu ve kal­kın­ma­sın­da İslâmî ya­rar gör­dü­ğü tüc­ca­ra ve­ya fab­ri­ka­ya “karz” ola­rak da ve­re­bi­lir. Çün­kü mislî (stan­dart) olan şey­le­rin ödünç ola­rak ve­ril­me­si müm­kün­dür. Böy­le bir mu­a­me­le­de, bu­nu alan tüc­car ve­ya fab­ri­ka o mik­tar­da­ki mis­li­ni, ve­re­ne borç­lan­mış olur. Karz ve­re­ne ürü­nün ge­ri dön­me­si ise, ve­ri­len ürün cin­sin­den ola­bi­le­ce­ği gi­bi ge­ri ver­me ta­ri­hin­de­ki pa­ra ola­rak de­ğe­ri­ni ver­me şek­lin­de de ola­bi­lir. Böy­le­ce ürü­nü­nü karz ola­rak ve­ren kim­se hem “karz-ı ha­sen” se­va­bı al­mış ve hem de ge­ri al­ma ta­ri­hin­de­ki ye­ni fi­yat­lar üze­rin­den be­de­li­ni al­ma imkânını bul­muş olur. Böy­le bir ürü­nü de­po­la­ma, ko­ru­ma ve ben­ze­ri güç­lük­le­re de kat­lan­ma­mış bu­lu­nur. Bu­ra­da ürün sa­hi­bi, karz ver­di­ği tüc­car­dan tes­lim et­ti­ği ürün­le il­gi­li sağ­lam bir söz­leş­me yap­ma­lı, ge­re­kir­se ipo­tek, re­hin, ke­fil gi­bi te­mi­nat­la­rı da is­te­me­li­dir. Bu gi­bi mu­a­me­le­ler iyi ni­yet­le ve iba­det şev­kiy­le kul­la­nıl­dı­ğı za­man köy­lü de kârlı çı­kar, müs­lü­man tüc­car da fa­i­ze düş­me­den ye­ni fi­nans­man kay­nak­la­rı bu­lur ve bü­yü­me­si­ni hız­lan­dır­mış olur.

 

  C) Va­de ta­ri­hi­nin bi­lin­me­me­si:

Ve­re­si­ye sa­tış­lar­da, sa­tış be­de­li­nin ne za­man öde­ne­ce­ği, pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış tü­rü olan se­lem’de ma­lın ne za­man tes­lim edi­le­ce­ği, şart mu­hay­yer­li­ği bu­lu­nan sa­tış­ta mu­hay­yer­li­ğin ne ka­dar sü­re için­de kul­la­nı­la­ca­ğı be­lir­len­me­miş­se bü­tün bu sa­tım akit­le­ri fa­sit olur. Çün­kü bu gi­bi bi­lin­mez­lik­ler sa­tı­cı ve alı­cı ara­sın­da men­fa­at ça­tış­ma­sı­na yol açar. Sa­tı­cı­nın bir an ön­ce sa­tış bede­li­ni al­ma­sın­da, alı­cı­nın ise bu­nu ge­cik­tir­mek­te ya­ra­rı var­dır. Şart mu­hay­yer­li­ğin­de sa­tı­şın bir an ön­ce ke­sin­leş­me­si­ni is­te­yen ta­raf bu mu­hay­yer­li­ğin ne ka­dar sü­re için­de kul­la­nı­la­ca­ğı­nı bil­mek is­ter.

Di­ğer yan­dan ta­rih ola­rak ke­sin bi­lin­me­yen be­lir­siz bir za­ma­na ka­dar sa­tış da fa­sit olur. Meselâ; ha­cı­la­rın ge­le­ce­ği za­ma­nı, ha­sat mev­si­mi­ni, ka­rın ve­ya yağ­mu­run ya­ğı­şı­nı, bağ bo­zu­mu­nu, ko­yun­la­rın yün­le­ri­nin ke­si­le­ce­ği za­ma­nı va­de ta­ri­hi ola­rak be­lir­le­mek bu ni­te­lik­te­dir.

An­cak sa­tı­cı ve alı­cı yu­ka­rı­da be­lir­ti­len ve ta­rih ola­rak be­lir­siz bu­lu­nan sü­re­ler gel­mez­den ön­ce, ya­ni ha­cı­lar gel­me­den, ha­sat mev­si­mi gir­me­den, kar ve­ya yağ­mur yağ­ma­dan, bağ­lar bo­zul­ma­dan ve ko­yun­la­rın yü­nü ke­sil­me­den ön­ce bir ara­ya ge­le­rek, sü­re­yi dü­şür­se­ler ve­ya va­de­yi be­lir­li ha­le ge­tir­se­ler sa­tım ak­di ge­çer­li ha­le ge­lir. Çün­kü bu­ra­da sa­tı­şın fa­sit olu­şu ta­raf­lar ara­sın­da an­laş­maz­lık çık­ma­sı ih­ti­ma­li­ne da­ya­nır. Sa­tı­cı ve alı­cı bu ko­nu­da an­la­şın­ca sa­tı­şın özü ile il­gi­li bu­lun­ma­yan bu ek­sik­lik ta­mam­lan­mış olur.

Ve­re­si­ye sa­tış ya­pıp da va­de ta­ri­hi­nin hiç ko­nu­şul­ma­ma­sı ha­lin­de pren­sip ola­rak bir ay esas alı­nır. Me­cel­le’de şöy­le de­ni­lir: “Ve­re­si­ye pa­zar­lık olu­nup da müd­det ta­yin olun­ma­sa bir aya mas­ruf olur.”252 Sa­tım ak­di ya­pı­lır­ken ve­re­si­ye­den hiç söz edil­me­me­si ha­lin­de sa­tı­şın pe­şin ya­pıl­dı­ğı ka­bul edi­lir. An­cak böy­le bir sa­tış­ta be­lir­li va­de ve tak­sit örf­leş­miş bu­lu­nur­sa bu­na uyu­lur.253

Va­de ile il­gi­li bi­lin­mez­lik sa­tım ak­di­nin as­lın­da de­ğil, dı­şın­da olan bir un­sur­dur. Bu yüz­den baş­lan­gıç­ta fa­sit olan böy­le sa­tım ak­di, ek­sik­lik ta­mam­la­nın­ca sa­hih ha­le dö­nü­şür.254

 

  d) Te­mi­nat­la­ra iliş­kin bi­lin­mez­lik:

Sa­tım ak­din­de­ki te­mi­nat­la­rın be­lir­li ol­ma­sı ge­re­kir. Ve­re­si­ye sa­tış­ta sa­tı­cı, sa­tış be­de­li­ni ga­ran­ti­ye al­mak için ke­fil ve­ya re­hin is­te­miş­se, bun­la­rın ki­şi ve mal ola­rak be­lir­len­me­si ge­re­kir. Çün­kü alı­cı sağ­lam bir ke­fil ve kuv­vet­li re­hin al­mak is­ter. Borç­lu bu­nu sağ­la­ya­maz­sa ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Bu ne­den­le ko­nu­nun sa­tış sı­ra­sın­da çö­züm­len­me­si ge­rek­li­dir. Eğer sa­tış sı­ra­sın­da bu ke­fil ve re­hin ki­şi ve mal ola­rak be­lir­len­me­miş­se sa­tım ak­di fa­sit olur.

 

e) Bi­lin­mez­li­ğin az ol­ma­sı:

Sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­li­ne iliş­kin bil­gi­siz­lik az ve önem­siz olur­sa, bu sa­tım ak­di­ne za­rar ver­mez. Mik­ta­rı be­lir­siz bir yı­ğın so­ğan ve­ya pa­ta­te­si, po­şet­le­re kon­muş olan fa­kat mik­ta­rı bi­lin­me­yen mey­ve, ba­lık vb. şey­le­ri sa­tın al­mak gi­bi. Bu­ra­da alı­cı ma­lı tah­min ya­pa­rak al­mak­ta­dır. Top­lum­da örf ha­li­ne ge­len bu gi­bi sa­tış­lar­da ta­raf­lar ara­sın­da an­laş­maz­lık çık­maz. Bu yüz­den sa­tış ge­çer­li olur.255

So­nuç ola­rak sa­tış­ta­ki bi­lin­mez­lik, ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek öl­çü­de çok olur­sa sa­tış fa­sit olur. An­cak ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak bu bi­lin­mez­lik­le­ri gi­de­re­rek sa­tı­şı ge­çer­li ha­le ge­ti­re­bi­lir­ler. Son­ra­dan va­de ta­ri­hi­ni be­lir­le­me gi­bi. Eğer bi­lin­mez­lik gi­de­ri­le­me­ye­cek öl­çü­de çok ile­ri olur­sa “ga­rar”dan söz edi­lir ve sa­tım ak­di ba­tıl olur. Hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu, ça­lı­nıp bu­lu­na­ma­yan bir oto­mo­bi­li ve­ya uçup gi­den ve ge­ri dön­me­yen ev­cil bir ku­şu sat­mak gi­bi. Bu­ra­da­ki bi­lin­mez­li­ği ta­raf­lar is­te­se­ler de or­ta­dan kal­dır­ma­ya güç­le­ri yet­mez. An­cak ken­di­li­ğin­den bi­lin­mez­lik kal­kar ve sa­tı­şı ifa et­mek imkânı do­ğar­sa ta­raf­lar ye­ni bir sa­tım ak­di ya­pa­bi­lir­ler. Az olan bi­lin­mez­lik­ler ise sa­tı­şa za­rar ver­mez.

 

  2. Bir Şar­ta Ve­ya Bir Za­ma­na Bağ­la­nan Sa­tış:

Bir sa­tım ak­di, mey­da­na gel­me­si müm­kün olan baş­ka bir şe­yin var­lı­ğı­na bağ­la­nır­sa ve­ya ge­le­cek bir za­ma­na iza­fe edi­lir­se, böy­le bir sa­tış Hanefîlere gö­re fa­sit, ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bâtıl olur. Meselâ; sa­tı­cı; “Fi­lan ki­şi ba­na evi­ni sa­tar­sa ve­ya ba­ban yol­cu­luk­tan dö­ner­se ben sa­na evi­mi sa­tı­yo­rum” de­se, bu­nun­la sa­tım ak­di, sa­tış dı­şın­da bir şar­ta bağ­lan­mış olur. Şar­tın ger­çek­le­şip ger­çek­leş­me­ye­ce­ği be­lir­siz ol­du­ğu için akit as­kı­da ka­lır. Bu­ra­da­ki şart ge­le­cek za­man­da ola­bi­le­cek bir şart­tır. An­cak şart ger­çek­leş­me­di­ği ya da ge­cik­ti­ği tak­dir­de alı­cı için za­rar ve be­lir­siz­lik doğ­mak­ta­dır.

Ge­le­cek za­ma­na iza­fe edi­len sa­tım ak­di de, sa­tı­cı­nın; “Şu ma­lı sa­na şu ka­dar be­del ile, ge­le­cek ayın ba­şın­dan iti­ba­ren sa­tı­yo­rum” tek­li­fi­ni alı­cı­nın ka­bul etme­siy­le mey­da­na ge­lir. Böy­le bir sa­tış da fa­sit­tir. Çün­kü ak­din ta­raf­la­rı ge­le­cek­te, sa­tı­lan şe­yin na­sıl ola­ca­ğı­nı, ak­de rı­za­la­rı­nın bu­lu­nup bu­lun­ma­ya­ca­ğı­nı, akit ger­çek­leş­ti­ği tak­tir­de bun­dan ya­rar­la­rı­nın ne ola­ca­ğı­nı bi­le­mez­ler.256

An­cak sa­tı­cı ve alı­cı­nın sa­tış­ta­ki bu şar­tı ve­ya ge­le­cek za­ma­na bağ­la­ma­yı kal­dı­rıp, sa­tı­şı sa­hih ha­le ge­tir­me­le­ri müm­kün­dür. Di­ğer yan­dan ma­lın tes­lim edil­me­di­ği bu gi­bi sa­tış­lar pe­şin pa­ra ile ola­bi­lir. Hem pa­ra hem de ma­lın ve­re­si­ye ol­ma­sı ha­lin­de sa­tım ak­di mey­da­na ge­le­mez. Bel­ki bir sa­tış va­din­den söz edi­le­bi­lir. Bu­ra­da stan­dart bir ma­lı borç­lan­ma söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı için “se­lem”den de söz edi­le­mez.

 

  3. Fa­sit Şart­la Sa­tış:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan yal­nız bi­ri­si­ne tek yan­lı üs­tün bir ya­rar sağ­la­ma­ya yö­ne­lik olan şar­ta “fa­sit şart” de­nir. Böy­le bir şar­tın İslâm ta­ra­fın­dan ko­nul­ma­mış ol­ma­sı, örf­leş­miş bu­lun­ma­ma­sı, ak­din ge­rek­tir­di­ği ve­ya ak­de uy­gun dü­şen ni­te­lik­te ol­ma­ma­sı da ge­rek­li­dir. Da­ha ön­ce sa­tım ak­di­nin sıh­hat şart­la­rı­nı açık­lar­ken, fa­sit şart üze­rin­de de dur­muş­tuk. Aşa­ğı­da ge­nel ola­rak sa­tım akit­le­rin­de öne sü­rü­le­bi­len şart­la­rı ve bun­la­rın sa­tım ak­di­ne et­ki­si­ni in­ce­le­ye­ce­ğiz.

 

  Alış-Ve­riş­ler­de Öne Sü­rü­le­bi­len Şart­la­rın Çe­şit­le­ri:

Bir sa­tım ak­din­de üç çe­şit şart bu­lu­na­bi­lir. Sa­hih şart, fâsit şart ve lağv ya da bâtıl şart.257

 

  a) Sa­hih Şart:

Sa­tı­cı ve alı­cı için bağ­la­yı­cı olan ve şer’an ge­çer­li bu­lu­nan şart­lar bu ni­te­lik­te­dir. Âyet ve ha­dis­ler­le çe­liş­me­yen ve ak­din ta­raf­la­rın­dan bi­ri­si­ne tek yan­lı ya­rar sağ­la­ma­ya yö­ne­lik bu­lun­ma­yan, an­lam­lı olan ve sı­kı­cı da bu­lun­ma­yan şart­lar sa­tım ak­din­de ta­raf­la­rı bağ­lar.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Müs­lü­man­lar ken­di ara­la­rın­da be­lir­le­dik­le­ri şart­la­ra uyar­lar.”258 Tirmizî’nin ri­va­ye­tin­de şu ila­ve var­dır: “An­cak helâli ha­ram, ha­ra­mı helâl kı­lan şart müs­tes­na­dır.”259 Bu du­ru­ma gö­re, sa­tım akit­le­rin­de ve­ya ge­nel ola­rak bü­tün akit­ler­de öne sü­rü­le­bi­le­cek şart­la­rın helâlı ha­ram, ha­ra­mı helâl ya­pa­cak ni­te­lik­te bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir.

 

  Sa­hih şar­tın kı­sım­la­rı:

Yu­ka­rı­da be­lir­ti­len özel­lik­ler dik­ka­te alı­na­rak sa­hih şart dört kıs­ma ay­rıl­mış­tır.

 

  aa) Ak­din ge­re­ği olan şart:

Bir kim­se­nin bir ma­lı sa­tı­cı­nın ev­de tes­lim et­me­si ve­ya alı­cı­nın pa­ra­yı dö­viz ola­rak ver­me­si ya­hut ma­la ma­lik ol­ma­yı şart koş­ma­sı, yi­ne sa­tı­cı­nın sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı­nı alın­ca­ya ka­dar sa­tı­lan ma­lı hap­set­me­yi şart koş­ma­sı ak­din ge­rek­tir­di­ği şart­lar­dan­dır. Çün­kü tes­lim et­me, tes­lim al­ma, mül­ki­yet hak­kı­nın sa­bit ol­ma­sı, sa­tı­la­nın be­del öde­nin­ce­ye ka­dar hap­se­di­le­bil­me­si ivaz­lı (be­del­li) akit­le­rin ge­re­ği­dir.260

 

  bb) Âyet ve ha­dis­ler­de ca­iz ol­du­ğu bil­di­ri­len şart­lar:

Ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de­yi, mu­hay­yer­lik bu­lu­nan sa­tış­ta ta­raf­lar­dan bi­ri­si için mu­hay­yer­li­ği şart koş­ma gi­bi. Çün­kü Kur’an-ı Ke­rim’de; “Ey iman eden­ler! Be­lir­li bir va­de­ye ka­dar bir­bi­ri­ni­ze borç­lan­dı­ğı­nız za­man onu ya­zın.” 261 bu­yu­ru­la­rak ve­re­si­ye sa­tı­şa izin ve­ril­miş, Hz. Pey­gam­ber (s.a) de biz­zat ve­re­si­ye alış-ve­riş yap­mış­tır. Hat­ta O’nun bir ya­hu­di­den ve­re­si­ye yi­ye­cek mad­de­si sa­tın al­dı­ğı ve de­mir­den ya­pıl­mış bir zır­hı­nı ona re­hin ola­rak bı­rak­tı­ğı nak­le­dil­miş­tir. 262

Bel­li sü­re için­de sa­tı­şı ka­bul ve­ya red imkânı ve­ren şart mu­hay­yer­li­ği de sün­net­le sa­bit­tir. Hz. Pey­gam­ber (s.a) alış-ve­riş­le­rin­de al­da­tı­lan Hab­ban b. Mun­kız (r.a)’e şöy­le bu­yur­muş­tur: “Alış-ve­riş yap­tı­ğın za­man şöy­le de: Al­dat­ma yok. Be­nim için üç gün sü­rey­le mu­hay­yer­lik hak­kı var.”263 Di­ğer gör­me ve ayıp mu­hay­yer­li­ği gi­bi mu­hay­yer­lik­le­rin de esa­sı nass’a da­ya­nır. Bun­la­rı mu­hay­yer­lik ko­nu­su­nu in­ce­ler­ken açık­la­mış­tık. An­cak mu­hay­yer­lik şar­tı­nın ge­çer­li sa­yıl­ma­sı sün­ne­tin ya­nın­da te­mel­de “is­tih­san” pren­si­bi­ne da­ya­nır. Ger­çek­te kı­ya­sa gö­re mu­hay­yer­lik şar­tı­nın fa­sit bir şart ol­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bu, ak­din muk­te­za­sı ile çe­li­şir. İvaz­lı akit­ler­de mal ve sa­tış be­de­lin­de akit sı­ra­sın­da ta­raf­la­rın mülk hak­kı­nın sa­bit ol­ma­sı ge­re­kir. Mu­hay­yer­lik, bu so­nu­cu en­gel­le­mek­te, baş­ka bir de­yim­le ge­cik­tir­mek­te­dir. An­cak top­lu­mun ih­ti­ya­cı ne­de­niy­le kı­ya­sa ay­kı­rı ol­ma­sı­na rağ­men sün­net­le, alış-ve­riş ya­pan­la­ra bu ko­lay­lık ge­ti­ril­miş­tir.

 

  cc) Sa­tım ak­di­nin ge­re­ği­ne uy­gun olan şart­lar:

Ve­re­si­ye bir sa­tış­ta, sa­tış be­de­li­ne te­mi­nat ol­mak üze­re alı­cı­dan be­lir­li bir ke­fil ve­ya re­hin ya­hut ipo­tek is­ten­se, sa­tı­cı­nın bu is­te­ği sa­tım ak­di­nin ni­te­li­ği ile bağ­da­şır. Çün­kü ke­fil ve­ya re­hin, sa­tış be­de­li­ni ga­ran­ti al­tı­na al­mak için is­te­nir. Bu yüz­den sa­tım ak­di ile bağ­da­şır ve pa­ra­nın tah­si­li­ne yar­dım­cı olur.

Ve­re­si­ye sa­tış­tan do­ğan borç için gös­te­ril­me­si şart ko­şu­lan ke­fil ve­ya re­hin be­lir­siz olur­sa sa­tım ak­di fa­sit olur. Sa­tı­cı­nın; “Bu ma­lı sa­na, sa­tış be­de­li için bir ke­fil ve­ya re­hin gös­ter­men şar­tıy­la sa­tı­yo­rum” de­se, an­cak ke­fil için bir isim ve­ril­me­se ve­ya re­hin ola­cak mal be­lir­til­me­miş bu­lun­sa, ta­raf­lar ara­sın­da gü­ve­ni­lir ke­fil ve­ya sa­tış be­de­li­ni kar­şı­la­ya­cak re­hin üze­rin­de an­laş­maz­lık çı­ka­bi­lir. Çün­kü bu ko­nu­da­ki be­lir­siz­lik sa­tış be­de­li­nin tah­si­li­ni güç­leş­ti­rir.

Eğer sa­tı­cı ve alı­cı sa­tış mec­li­sin­den ay­rıl­ma­dan ön­ce bel­li bir re­hin ve­ya ke­fil üze­rin­de an­la­şır ve­ya alı­cı ve­re­si­ye al­mak­tan vaz­ge­çip sa­tış be­de­li­ni pe­şin öde­me yo­lu­na gi­der­se, sa­tım ak­di sa­hih ha­le ge­lir. Çün­kü bu du­rum­da an­laş­maz­lı­ğa ne­den ola­bi­le­cek du­rum or­ta­dan kalk­mış olur.264

 

  dd) Örf­leş­miş bu­lu­nan şart­lar:

Sa­tım akit­le­rin­de ba­zan da­ha ön­ce gö­rül­me­yen ba­zı şart­lar öne sü­rül­mek­te­dir. Ça­ma­şır ma­ki­na­sı, buz do­la­bı, rad­yo ve ben­ze­ri mal­lar sa­tı­lır­ken bir yıl sü­rey­le ga­ran­ti ve­ril­mek­te, hat­ta bu sü­re için­de ta­mir ga­ran­ti­si de üst­le­nil­mek­te­dir. Böy­le bir şart­la mal sat­mak kı­ya­sa gö­re ca­iz ol­ma­ma­sı ge­re­kir. An­cak “is­tih­san” pren­si­bi­ne gö­re bu du­rum ma­lın sü­rü­mü­nü art­tır­mak­ta, ay­rı­ca alı­cı ta­ra­fın­dan şart ko­şul­ma­dı­ğı hal­de sa­tı­cı fir­ma bu kül­fe­ti is­te­ye­rek üst­len­mek­te­dir. Di­ğer yan­dan mal­da bu­lu­na­bi­le­cek üre­tim ha­ta­sı da bu sü­re için kont­rol al­tın­da tu­tul­mak­ta­dır. Top­lum için ya­rar­lı olan bu uy­gu­la­ma is­tis­na (san’atkâra si­pa­riş­le iş yap­tır­ma) ak­din­de ol­du­ğu gi­bi “teâmül” ha­li­ne gel­miş bu­lun­mak­ta­dır.265

 

  b) Fa­sit Şart:

Bu­na da­ha açık bir ifa­de ile bo­zu­cu (if­sat edi­ci) şart da de­ni­le­bi­lir. Bun­lar sa­hih şar­tın yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ği­miz dört ni­te­li­ği­ni ta­şı­ma­yan, ya­ni ak­din ge­re­ği ol­ma­yan, ak­de uy­gun düş­me­yen, âyet ve ha­dis­ler­de ön­gö­rül­me­yen ve­ya in­san­la­rın da örf ha­li­ne ge­tir­me­di­ği, fa­kat sa­tı­cı ve­ya alı­cı için tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan şart­lar­dır.

Meselâ; sa­tı­cı­nın öğüt­me­si şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın göm­lek ve­ya el­bi­se dik­me­si şar­tıy­la ku­maş sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın de­po­sun­da bir ay da­ha kal­ma­sı şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın bir yıl da­ha için­de otur­ma­sı şar­tıy­la evi­ni sat­ma­sı, bir yıl ken­di­si ek­mek şar­tıy­la ara­zi sat­mak, bir ay sü­rey­le bin­mek ve on­dan son­ra alı­cı­ya tes­lim et­mek şar­tıy­la oto­mo­bi­li sat­mak ve­ya alı­cı­nın, ken­di­si­ne borç ver­me­si ya­hut ken­di­si­ne bir ba­ğış­ta bu­lun­ma­sı şar­tıy­la sa­tış yap­mak gi­bi du­rum­lar­da sa­tım ak­di fa­sit olur. Çün­kü bir akit­te ta­raf­lar­dan bi­ri­si le­hi­ne öne sü­rü­len üs­tün ya­rar­lan­ma ri­ba (fa­iz) ni­te­li­ğin­de­dir. Zi­ra bu sa­tım ak­din­de be­del ola­rak kar­şı­lı­ğı bu­lun­ma­yan bir faz­la­lık­tır.

Fa­i­zin bu­lun­du­ğu sa­tış ise fa­sit olur. Fa­iz şüp­he­si de ger­çek­ten fa­iz var­mış gi­bi sa­tı­şı fa­sit kı­lar.266

Yu­ka­rı­da ve­ri­len ör­nek­ler­de­ki mu­a­me­le­ler­de fa­iz­den sa­kın­mak için, bun­la­rı şu şe­kil­de çö­züm­le­mek ge­re­kir.

Buğ­day sa­tın alan kim­se bu­nu un ha­li­ne ge­tir­mek is­ti­yor­sa; ye­ni bir söz­leş­me ile buğ­day sa­tı­cı­sı­na ve­ya baş­ka bi­ri­si­ne öğüt­me üc­re­ti öde­ye­rek bun­la­rı un ha­li­ne ge­ti­re­bi­lir.

Ku­maş sa­tın alan kim­se bun­dan göm­lek ve­ya el­bi­se dik­ti­re­cek­se; ku­ma­şı sa­tan tüc­car ter­zi ve­ya baş­ka bir ter­zi ile an­la­şa­rak dik­ti­re­bi­lir.

Buğ­day sa­tın alan kim­se, bir ay sü­rey­le ko­ya­cak ye­ri yok­sa sa­tı­cı ile ki­ra söz­leş­me­si ya­pa­rak bir ay buğ­da­yı onun de­po­sun­da ema­net ola­rak tu­ta­bi­lir. Ya da baş­ka bir yer ki­ra­la­ya­rak ora­da de­po­la­ya­bi­lir.

Evi­ni sa­tan kim­se, bir yıl da­ha bu ev­de otur­mak is­ti­yor­sa, alı­cı ile bir ki­ra söz­leş­me­si yap­ma­sı ge­re­kir. Böy­le­ce alı­cı sı­kın­tı­ya so­kul­ma­mış olur. Ken­di­ne ge­rek­li ise ki­ra­ya ver­me­me hak­kı do­ğar, ay­rı­ca bir yıl­lık ki­ra be­de­li tak­dir edi­lir. An­cak alı­cı, sa­tı­cı­nın bir yıl sü­rey­le üc­ret­siz ola­rak otur­ma­sı­na izin de ve­re­bi­lir. Bu tak­dir­de ki­ra be­de­li hak­kı­nı ona ba­ğış­la­mış olur.

Ara­zi­si­ni sa­tan da bir yıl ek­mek is­ter­se ye­ni bir ki­ra söz­leş­me­si yap­ma­lı­dır. Oto­mo­bi­le bir ay da­ha bin­mek is­te­yen sa­tı­cı, alı­cı ile ki­ra an­laş­ma­sı ya­pa­rak bu­nu sağ­la­ya­bi­lir, ya da baş­ka ki­ra­lık bir araç bu­la­bi­lir.

Yi­ne alı­cı­nın ken­di­si­ne borç ver­me­si ve­ya bir ba­ğış­ta bu­lun­ma­sı şar­tıy­la sa­tış­ta da sı­kı­cı ve tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan bir özel­lik var­dır. Sa­tı­cı, ma­lı­nın sa­tı­şı­nı öne sü­re­rek böy­le zi­ya­de bir ya­rar sağ­la­ma yo­lu­na git­me­me­li­dir. Çün­kü bu tek yan­lı faz­la­lık­lar fa­iz şüp­he­si do­ğur­mak­ta­dır.

Hz. Pey­gam­ber’in şu ha­dis­le­ri bu ko­nu­yu dü­zen­le­mek­de­dir. “Hem ödünç hem sa­tış ve bir sa­tış için­de iki şart he­lal de­ğil­dir.” 267 “Ne­bi (s.a) bir akit için­de iki akit yap­ma­yı ya­sak­la­dı.”268

Bu­ra­dan İslâm’ın top­lu­ma gün­lük mu­a­me­le­le­rin­de sı­kın­tı ve­ren du­rum­la­rı kal­dır­dı­ğı, kar­şı ta­ra­fın üs­tün men­fa­at is­tek­le­ri­ni ka­bul et­mek zo­run­da ka­lan mü’min­le­re de çı­kış yo­lu gös­ter­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır. Çün­kü fa­sit akit, ta­raf­lar­ca tek yan­lı is­tek­le bo­zu­la­bi­le­ce­ği gi­bi, uy­gu­lan­mak is­te­nin­ce de sa­tış be­de­li ma­lın de­ğe­ri ola­rak be­lir­le­nir. Bun­dan faz­la­sı­nı alı­cı öde­me­ye zor­la­na­maz. Meselâ; ara­zi­si­ni bir yıl ekip biç­mek şar­tıy­la iki ki­log­ram 22 ayar kül­çe al­tın kar­şı­lı­ğın­da sa­tan kim­se fa­sit bir sa­tış yap­mış olur. Bu­ra­da alı­cı, “Bir yıl sü­rey­le ekip biç­me şar­tı”na akit­ten son­ra iti­raz et­se, bu şar­ta uyul­ma­sı ge­rek­mez. Ay­rı­ca, ka­rar­laş­tı­rı­lan iki kg. al­tı­nı de­ğil, fa­kat ara­zi­ye bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği ra­yiç be­de­li­ni öde­mek­le yü­küm­lü bu­lu­nur. Ara­zi­nin de­ğe­ri, meselâ; 1,5 kg. al­tın ol­sa bu­nu öde­me­si ye­ter­li­dir. An­cak alı­cı, sa­tı­cı­nın öne sür­dü­ğü şar­tı uy­gu­la­mak is­ter­se, bu­nu ay­rı­ca bir yıl­lık ki­ra söz­leş­me­si ile çö­züm­le­me­le­ri müm­kün­dür.

 

  c) Boş ve­ya ba­tıl şart:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan bi­ri­si için za­rar­lı olan, ta­raf­lar­dan hiç­bi­ri­si için ya­ra­rı bu­lun­ma­yan şart bu ni­te­lik­te­dir. Meselâ; bir kim­se­nin bir ma­lı­nı alı­cı­nın baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­la­ma­ma­sı şar­tıy­la sat­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir. Hanefîlerde sağ­lam gö­rü­len gö­rü­şe gö­re, böy­le bir du­rum­da sa­tış ca­iz olup yal­nız şart ba­tıl­dır. Bu­ra­da, ta­raf­lar­dan bi­ri­si le­hi­ne tek yan­lı bir ya­rar söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı için sa­tış fa­sit ol­maz. Çün­kü yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan akit­le­rin fa­sit olu­şu, akit­te şart ko­şu­lan faz­la­lı­ğın fa­iz sa­yıl­ma­sı yü­zün­den­dir.268/a

Hanefîlere gö­re, sa­hih bir ak­de, son­ra­dan sa­hih bir şart ek­len­se, bu da ak­de ka­tı­lır. Bir sa­tım ak­di ya­pıl­dık­tan son­ra ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak, meselâ; “üç gün mu­hay­yer ol­mak üze­re” di­ye­rek ye­ni bir şart öne sür­se­ler, bu şart sa­tım ak­di­nin ba­şın­dan iti­ba­ren hü­küm ifa­de eder. Ebu Hanîfe’ye gö­re fa­sit şart da son­ra­dan ta­raf­la­rın it­ti­fa­kı ile sa­tım ak­di­ne ka­tı­la­bi­lir ve sa­tı­şı fa­sit kı­lar.

Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re, sa­tım ak­di­ne son­ra­dan ek­le­ne­cek fa­sit şart ak­di fa­sit kıl­maz ve şart yok sa­yı­lır. Çün­kü fa­sit bir şar­tı son­ra­dan ek­le­mek, sa­tım ak­di­ni sa­hih ol­mak­tan çı­ka­rır. Bu ise ge­çer­li ola­maz. Akit ön­ce­ki ha­lin­de sa­hih ola­rak kal­ma­ya de­vam eder. Sa­hih şar­tın ise sa­tım ak­di sı­ra­sın­da öne sü­rül­me­si ca­iz ol­du­ğu gi­bi, son­ra­dan ak­de ek­len­me­si de müm­kün­dür. Çün­kü sa­hih şart ak­din as­lı ile il­gi­li olup, şer’an ona ih­ti­yaç du­yul­ma­sı ne­de­niy­le sa­bit olur.269 İbn Âbidin (ö.1252/1836) bu ko­nu­da Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’in gö­rü­şü­nün da­ha sağ­lam ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tir.270

Şâfiîlere gö­re, yu­ka­rı­da­ki şart­lar­dan; sa­tım ak­di­nin ge­rek­tir­di­ği ve­ya va­de, mu­hay­yer­lik, re­hin ve ke­fil gi­bi ak­din ge­rek­tir­me­di­ği fa­kat bir ta­raf için mas­la­hat ta­şı­yan bir şart öne sü­rü­le­rek ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ve şart ge­çer­li­dir. Çün­kü bun­la­rın ca­iz olu­şu nass’la sa­bit­tir, ay­rı­ca bu gi­bi şart­la­ra alış-ve­riş­ler­de in­san­la­rın ih­ti­ya­cı var­dır. An­cak müş­te­ri­nin al­dı­ğı ma­lı baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı, ba­ğış­la­ma­ma­sı ve­ya sa­tı­cı­ya onun da bir mal sat­ma­sı ve­ya ba­ğış yap­ma­sı ve­ya sat­tı­ğı ev­de bir sü­re otur­ma­sı ya­hut bir ku­ma­şı el­bi­se dik­mek şar­tıy­la sa­tın al­ma­sı gi­bi sa­tım ak­di­nin ge­rek­le­ri ile bağ­daş­ma­yan bir şart­la ya­pı­la­cak sa­tış ba­tıl­dır.271 Çün­kü Hz. Pey­gam­ber hem sa­tış hem de şar­tı bir ara­da ya­sak­la­mış­tır.272 Bu­ra­da iz­le­ri sa­tış­tan son­ra­ya uza­nan ve akit­le doğ­ru­dan il­gi­li ol­ma­yan şart kas­te­dil­miş ol­ma­lı­dır. An­cak Şâfiîlerin da­yan­dı­ğı “bir şart ha­di­si” ye­ri­ne ha­dis kay­nak­la­rın­da “bir sa­tış­ta iki şart öne sür­me ve­ya bir akit için­de iki akit yap­ma ya­sa­ğı bil­di­ren ha­dis­ler” da­ha yay­gın ve sağ­lam­dır.273

 

  4. Bir Sa­tış İçin­de İki Sa­tış Ve­ya İki Şart:

İslâm’a gö­re gün­lük mu­a­me­le­ler­de in­san­la­rın bir­bi­ri­ni al­dat­ma­ma­sı, bi­ri di­ğe­ri­nin sı­kı­şık du­ru­mun­dan ya­rar­la­na­rak üs­tün hak­lar sağ­la­ma yo­lu­na git­me­me­si ve ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek ne­den­le­rin or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı esa­sı gö­ze­til­miş­tir. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in “Bir sa­tış için­de iki sa­tış” ve­ya “Bir sa­tış için­de iki şart” ya­sa­ğı da bu ama­ca yö­ne­lik­tir. Bir ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “Ne­bi (s.a) bir sa­tış için­de iki sa­tış yap­ma­yı ya­sak­la­dı.274 Ha­di­sin Ebû Da­vud ri­va­ye­ti şöy­le­dir: “Kim bir sa­tış için­de iki sa­tış ya­par­sa, sa­tı­cı için ya bu iki sa­tış­tan az ola­nı var­dır ya da ri­ba (fa­iz) var­dır.”275 Amr b. Şu­ayb ba­ba­sın­dan, o da de­de­si Ab­dul­lah b. Amr b. el-Âs (ö.61/680)’tan, Rasûlullah (s.a)’in şöy­le bu­yur­du­ğu­nu nak­let­miş­tir: “Hem ödünç hem sa­tış, bir sa­tış için­de iki şart, taz­min yü­küm­lü­lü­ğü üst­le­nil­me­yen şe­yin kârı ve ya­nın­da ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şı helâl de­ğil­dir.”276 Baş­ka bir ha­dis­te de; “Ne­bi (s.a) bir akit (saf­ka) için­de iki ak­di ya­sak­la­dı”277  bu­yu­ru­la­rak, yal­nız alış-ve­riş­ler­de de­ğil di­ğer akit­ler­de de bu hük­mün ge­çer­li ol­du­ğu be­lir­til­miş­tir.

Yu­ka­rı­da­ki ha­dis­ler­de ge­çen “Bir sa­tış için­de iki sa­tış ve­ya iki şart” ifa­de­le­ri müc­te­hit­ler­ce fark­lı şe­kil­de tef­sir edil­miş­tir.

İmam Şâfiî’ye gö­re; “ Bir sa­tış için­de iki sa­tış”ın iki an­la­mı var­dır. Bi­rin­ci­si; sa­tı­cı­nın “sa­na bu ma­lı ve­re­si­ye iki bin, pe­şin bin li­ra­ya sat­tım. Han­gi­si­ni is­ter­sen onu alır­sın” de­me­si­dir. Böy­le bir sa­tış bağ­la­yı­cı şe­kil­de ya­pıl­mış olur­sa fa­sit ya­ni bâtıl olur. Çün­kü bu­ra­da be­lir­siz­lik ve as­kı­da bı­rak­ma söz ko­nu­su­dur. İkin­ci­si ise; sa­tı­cı­nın “sa­na evi­mi, sen de ba­na atı­nı sat­man şar­tıy­la sat­tım” de­me­siy­le ger­çek­le­şir.

Bi­rin­ci sa­tış şek­li­nin ya­sak­lan­ma ne­de­ni sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı­nın be­lir­siz ol­ma­sı yü­zün­den or­ta­ya çı­kan ga­rar ha­li­dir. Çün­kü alı­cı akit ta­mam­lan­dı­ğın­da bu iki be­del­den han­gi­si­ni öde­ye­ce­ği­ni bil­me­mek­te­dir.

İkin­ci sa­tı­şın ya­sak­lan­ma­sı­nın hik­me­ti ise, zarurî mad­de­le­ri al­mak zo­run­da olan kim­se­nin bu du­ru­mu­nu kö­tü ni­yet­li sa­tı­cı­la­rın is­tis­ma­rı­nı ön­le­mek­tir.

Gü­nü­müz­de dar­lı­ğı çe­ki­len bir ma­lın ya­nın­da, alı­cı­nın o gün için ge­rek­li ol­ma­yan baş­ka bir şe­yi sa­tın al­mak zo­run­da bı­ra­kıl­ma­sı da bu ni­te­lik­te­dir.

“Bir sa­tış için­de iki şart” ifa­de­si de şöy­le açık­lan­mış­tır: Bu, sa­tı­cı­nın; “Ben sa­na şu ma­lı pe­şin şu fi­ya­ta, ve­re­si­ye şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­me­si­dir. Ve­ya sa­tı­cı­nın müş­te­ri­ye; “sa­tın al­dı­ğı ma­lı baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­la­ma­ma­sı şar­tıy­la sat­ma­sı­dır.” Yi­ne “Ben sa­na şu ma­lı şu fi­ya­ta, se­nin de şu ma­lı­nı ba­na şu fi­ya­ta sat­man şar­tıy­la sa­tı­yo­rum” de­nil­me­si bir sa­tış için­de iki şart öne sür­me­dir.

Bu açık­la­ma tar­zı­na gö­re “Bir sa­tış için­de iki sa­tış ve­ya iki şart” ay­nı an­la­ma gel­mek­te­dir.278

Hanefîlere gö­re iki sa­tı­şı ve­ya iki şar­tı kap­sa­yan sa­tım ak­di fa­sit­tir.279 Çün­kü böy­le bir mu­a­me­le­de sa­tış be­de­li be­lir­siz ol­du­ğu gi­bi, ay­rı­ca ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne kar­şı­lık­sız üs­tün ya­rar sağ­la­ma söz ko­nu­su­dur. Pe­şin ve­ya va­de­li fi­yat­tan bi­ri­si ter­cih edil­me­den sa­tış mec­li­si da­ğıl­mış olur­sa, ger­çek sa­tış be­de­li be­lir­siz sa­yı­lır. Bu­ra­da müş­te­ri ma­lı tes­lim alır­sa, ko­nu­şu­lan fi­ya­tı de­ğil, ma­lın de­ğe­ri­ni öde­mek­le yü­küm­lü bu­lu­nur. Çün­kü fa­sit sa­tış ma­lın ra­yiç be­de­li üze­rin­den ger­çek­leş­miş sa­yı­lır. Bu da pe­şin fi­ya­tı­na ya­kın bir be­del olur. Çün­kü bi­lir­ki­şi o gü­nün pe­şin fi­ya­tı­na gö­re ra­yiç be­del be­lir­le­ye­cek­tir.

An­cak alı­cı bu iki fi­yat­tan bi­ri­si­ni ter­cih eder­se sa­tım ak­di sa­hih ola­rak mey­da­na ge­lir. Bu ko­nu­da yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi bü­yük hu­kuk­cu es-Serahsî (ö.490/1097) şöy­le der: “Sa­tım ak­di; ‘şu va­de­ye ka­dar şu fi­ya­ta, pe­şin fi­yat­la olur­sa şu fi­ya­ta’ ve­ya ‘bir ay va­de ile şu fi­ya­ta, iki ay va­de ile şu fi­ya­ta’ de­ni­le­rek ya­pı­lır­sa fa­sit olur. Çün­kü sa­tım ak­di be­lir­li bir fi­yat kar­şı­lı­ğın­da ya­pıl­ma­mış­tır. Rasûlullah (s.a) bir sa­tış için­de iki şar­tı ya­sak­la­mış­tır. Bu ör­nek, bir sa­tış için­de iki şar­tın tef­si­ri­dir. Şer’î akit­ler­de mut­lak ya­sak­la­ma fe­sa­dı ge­rek­ti­rir. Fa­kat ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şır, be­lir­li bir sa­tış be­de­li tes­bit et­me­den ay­rıl­maz ve bu tek fi­yat üze­rin­de ak­di bi­ti­rir­ler­se bu ca­iz­dir. Çün­kü bu tak­dir­de, ak­din sa­hih olma­sı­nın şar­tı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş olur­lar.” 280

Ebû Dâvûd ha­di­si­nin so­nun­da­ki iki fi­yat­tan az ola­nın esas alın­ma­sı ak­si hal­de ri­ba­nın ce­re­yan ede­ce­ği­nin bil­di­ril­me­si, alı­cı­nın ter­cih yap­ma­dan as­kı­da bı­rak­tı­ğı du­rum­la il­gi­li ol­ma­lı­dır.

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, böy­le bir sa­tım ak­di ba­tıl­dır. Çün­kü bu­ra­da bi­lin­mez­lik ne­de­niy­le ga­rar (al­dat­ma) özel­li­ği var­dır. Sa­tı­cı tek şık­lı ke­sin sa­tış yap­mış de­ğil­dir. Bu şu­na ben­zer; “Ben sa­na şu ma­lı ve­ya bu ma­lı sa­tı­yo­rum”. Di­ğer yan­dan sa­tış be­de­li be­lir­siz­dir. Bu da mik­ta­rı be­lir­til­me­yen “eti­ket fi­ya­tı (rakm)” üze­rin­den sa­tış gi­bi ge­çer­li ol­maz. Ay­rı­ca bu­ra­da iki be­del­den bi­ri­si be­lir­siz­dir. Bu da; “Ben sa­na üç evim­den bi­ri­si­ni sa­tı­yo­rum” de­mek gi­bi olur ki böy­le bir sa­tış sa­hih de­ğil­dir.281

İmam Mâlik’e gö­re,“Pe­şin şu fi­ya­ta, ve­re­si­ye şu fi­ya­ta” şek­lin­de ko­nu­şu­lup, ter­cih ya­pıl­ma­dan ta­raf­lar ay­rı­lır­sa, alı­cı­ya bu iki şık­tan bi­ri­si­ni seç­me ko­nu­sun­da mu­hay­yer­lik hak­kı ve­ril­miş sa­yı­lır.282

So­nuç ola­rak, va­de­li sa­tış­lar­da alı­cı va­de­li fi­ya­tı ter­cih edip ta­raf­lar bu fi­yat üze­rin­de an­la­şın­ca, va­de­li fi­yat, sa­tı­la­cak ma­lın sa­tış be­de­li ol­mak­ta­dır. Ar­tık bu fi­yat için­de­ki va­de far­kı­nı fa­iz ola­rak ni­te­le­mek müm­kün ol­maz.

 

  5. Ma­lı Gör­me­den Sat­mak ve­ya Sa­tın Al­mak:

Sa­tış sı­ra­sın­da ha­zır ol­ma­yan ve­ya ka­pa­lı ku­tu­lar­da bu­lu­nan şe­yin ni­te­lik­le­ri be­lir­ti­le­rek sa­tı­şı ca­iz­dir. Böy­le bir du­rum­da alı­cı ma­lı gö­rün­ce se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir. Di­ler­se sa­tı­şı ge­çer­li kı­lar, di­ler­se red­de­der. Mal nu­mu­ne­ye ve­ya be­lir­ti­len ni­te­lik­le­re uy­gun çık­sa bi­le alı­cı için ma­lı gö­rün­ce gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı sa­bit olur.

Bir ma­lı gör­me­den sa­tın alan kim­se için gö­rün­ce ka­bul et­me­me hak­kı bu­lun­du­ğu için, bu ko­nu­da­ki bi­lin­mez­lik onun al­dan­ma­sı­na ve­ya ta­raf­lar ara­sın­da bir an­laş­maz­lı­ğa yol aç­maz.283 Bu ne­den­le böy­le bir sa­tış­ta ga­ra­rın (al­dan­ma) var­lı­ğın­dan söz edi­le­mez.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Gör­me­di­ği şe­yi sa­tın alan kim­se, onu gör­dü­ğü za­man se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir.” 284 Başka bir de­lil de sa­ha­be uy­gu­la­ma­sı­dır. “Ri­va­yet edil­di­ği­ne gö­re Os­man İbn Affân (ö.35/655), Bas­ra’da Tal­ha İbn Ubey­dil­lah’a (ö.36/656) bir ara­zi sat­mış­tı. Tal­ha (r.a)’ya; “Bu alış-ve­riş­te al­dan­dın” de­nil­di. O şöy­le de­di: “Ben gör­me­di­ğim ma­lı sa­tın al­dı­ğım için, be­nim mu­hay­yer­lik hak­kım var­dır.” Hz. Os­man’a da; “Sen bu sa­tış­ta al­dan­dın” de­ni­lin­ce, O da; “Ben de gör­me­di­ğim ma­lı sat­tı­ğım için, mu­hay­yer­lik hak­kım var­dır” de­di. Bu­nun üze­ri­ne her iki­si de ara­la­rın­da Cü­beyr İbn Mut’ım’ı ha­kem ta­yin et­ti­ler. Hz. Cü­beyr, Tal­ha (r.a) için mu­hay­yer­lik ol­du­ğu, Hz. Os­man için ise mu­hay­yer­lik bu­lun­ma­dı­ğı hük­mü­nü ver­di.” 285

Bu uy­gu­la­ma bir grup sa­ha­be­nin hu­zu­run­da ya­pıl­mış ve kar­şı çı­kan ol­ma­mış­tır. Bu­ra­da mu­hay­yer­lik hak­kı­nın yal­nız ma­lı gör­me­den sa­tın alan için ta­nın­dı­ğı gö­rü­lür. Bir kim­se bir ma­lı sa­tın al­dık­tan ve­ya mi­ras, ba­ğış, ga­ni­met gi­bi yol­lar­la mülk edin­dik­ten son­ra hiç gör­me­den baş­ka­sı­na sat­sa onun için mu­hay­yer­lik hak­kı yok­tur. Çün­kü sa­tı­cı­nın ken­di­ne ait ma­lı pren­sip ola­rak da­ha ön­ce­den bil­di­ği, ni­te­lik­le­ri­ni ta­nı­dı­ğı ve gör­me imkânının var­lı­ğı ka­bul edi­lir.

Meselâ bir kim­se ken­di bu­lun­du­ğu bel­de­den uzak­ta baş­ka bir bel­de­de bir ma­la mi­ras­çı ol­sa ve bu ma­lı gör­me­den sat­sa bu sa­tış ge­çer­li olur. Tür­ki­ye’de otu­ran kim­se ki­mi za­man Mı­sır, Su­ri­ye ve­ya Su­u­di Ara­bis­tan’da­ki bir men­kul ve­ya gay­ri men­kul ma­la mi­ras ve ben­ze­ri yol­lar­la ma­lik ola­bi­lir. Böy­le bir ma­lı sat­ma­sı ha­lin­de ken­di­si­ne gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı ta­nı­nır­sa yıl­lar son­ra gör­me imkânı do­ğun­ca sa­tım ak­di­ni boz­ma yet­ki­si­ni de el­de et­miş ola­cak­tır. Böy­le bir hak­kın alı­cı ba­kı­mın­dan çe­şit­li sı­kın­tı­la­ra yol aça­ca­ğı açık­tır. Ay­rı­ca sa­tı­cı­nın bu­nu kö­tü­ye kul­lan­ma­sı da söz ko­nu­su ola­bi­lir. Ebu Ha­ni­fe, ön­ce­le­ri şart ve ku­sur (ayıp) mu­hay­yer­li­ğin­de ol­du­ğu gi­bi sa­tı­cı ve alı­cı­dan her bi­ri­nin “gör­me mu­hay­yer­li­ği” hak­kı bu­lun­du­ğu gö­rü­şün­de iken, da­ha son­ra gö­rüş de­ğiş­ti­re­rek bu hak­kı yal­nız alı­cı için ta­nı­mış­tır.286

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ni­te­lik­le­ri be­lir­til­mek şar­tıy­la bir ma­lın gör­me­den sa­tın alın­ma­sı ge­çer­li­dir. Bu­ra­da se­lem ak­di­ne kı­yas ya­pıl­mış­tır. Eğer mal ni­te­lik­le­ri­ne uy­gun çı­kar­sa gö­rül­dü­ğü za­man sa­tım ak­di ke­sin­le­şir. Ak­si hal­de akit fes­he­di­le­bi­lir.

İmam Şâfiî’inin son­ra­ki gö­rü­şü­ne gö­re, ni­te­lik­le­ri be­lir­til­sin ve­ya be­lir­til­me­sin, ha­zır ol­ma­yan bir ma­lın gör­me­den sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü böy­le bir sa­tış­ta ga­rar (bi­lin­mez­lik-al­dan­ma ris­ki) var­dır. Hz. Pey­gam­ber ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.287 Di­ğer yan­dan bir şe­yi gör­me­den sat­ma, bir kim­se­nin ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­ma­sı an­la­mı­na ge­lir ki bu, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Ha­dis­te; “Ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­ma” 288  bu­yu­rul­muş­tur. Şâfiîler “Kim gör­me­di­ği şe­yi sa­tın alır­sa onu gör­dü­ğü za­man se­çim­lik hak­ka sa­hip olur” ha­di­si ile amel et­mez­ler. Çün­kü Beyhakî bu ha­dis için “za­yıf”, Darekutnî ise “ba­tıl” de­miş­tir.289 Di­ğer yan­dan Şâfiîler, ge­nel­lik­le sa­tı­şa ka­dar bir de­ği­şik­lik ol­ma­ya­cak ni­te­lik­te­ki ara­zi, de­mir gi­bi sa­tı­lan şey­ler­de akit­ten ön­ce gör­me­yi de ye­ter­li bu­lur­lar. Yi­ne bü­tü­nü ta­nı­mak için bir bö­lü­mü­nü gör­mek ye­ter­li­dir. Bir yı­ğın buğ­day ve ben­zer­le­ri­nin dış kıs­mı­nı ve­ya nu­mu­ne­si­ni gör­mek gi­bi. Kap ve­ya çu­val­la­rın için­de bu­lu­nan stan­dart mal­la­rın da üst kıs­mı­nın gö­rül­me­si ta­ma­mı­nın gö­rül­me­si hük­mün­de­dir.290

So­nuç ola­rak Hanefîlerle, ter­cih edi­len gö­rüş­le­rin­de Mâlikîlere gö­re bir ma­lı gör­me­den, ni­te­lik­le­ri­ni be­lir­te­rek ve­ya be­lirt­mek­si­zin sat­mak ve­ya sa­tın al­mak ca­iz­dir. Bu du­rum­da yal­nız alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı do­ğar. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise gö­rül­me­yen, ka­pa­lı kap­la­rın için­de ve­ya top­rak al­tın­da bu­lu­nan ha­vuç, so­ğan, pa­ta­tes gi­bi ye­ral­tı bit­ki­le­ri­nin or­ta­ya çı­ka­rıl­ma­dan sa­tı­şa ko­nu ya­pıl­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir.291

 

  6. A’mânın (Göz­le­ri Gör­me­yen) Alış-Ve­ri­şi:

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, a’mânın alış-ve­ri­şi, ki­ra, re­hin ve hi­be ak­di ge­çer­li olur. Çün­kü İslâm’ın ilk de­vir­le­rin­den gü­nü­mü­ze ka­dar İslâm top­lum­la­rı için­de bu­lu­nan a’mâ ki­şi­ler alış-ve­riş yap­ma­ya de­vam et­miş­tir. As­hab-ı ki­ram­dan da göz­le­ri gör­me­yen kim­se­ler var­dı ve bun­la­rın alış-ve­ri­şi­ne kar­şı çı­kan da ol­ma­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in ken­di­si­ne alış-ve­riş­le­rin­de üç gün mu­hay­yer­lik şart koş­ma­sı­nı öner­di­ği Hab­ban b. Mun­kız (r.a)’ın da göz­le­ri­nin gör­me­di­ği nak­le­dil­miş­tir. Di­ğer yan­dan a’mâ, baş­ka­sı­nı ve­kil ta­yin ede­bil­di­ği­ne gö­re ve­ki­lin ya­pa­ca­ğı mu­a­me­le­yi ken­di­si de biz­zat ya­pa­bil­me­li­dir.292

Alış-ve­riş ya­pan a’mâ için gör­me ye­ri­ne ma­lı ta­nı­ma­sı­na yar­dım­cı olan do­kun­ma, tat­ma ve kok­la­ma mu­hay­yer­li­ği sa­bit olur. Onun bu mu­hay­yer­lik hak­kı sa­tın al­dı­ğı şe­ye do­kun­mak, onu kok­la­mak ve­ya ta­dı­na bak­mak­la dü­şer. Gay­ri men­kul­ler­de ise ni­te­lik­le­rin be­lir­til­me­si mu­hay­yer­lik hak­kı­nı dü­şü­rür. Dil­si­zin özel işa­ret­le­ri alış-ve­riş­te ko­nuş­ma­sı gi­bi­dir.293

Şâfiîlere gö­re, göz­le­ri gör­me­yen kim­se­nin alış-ve­ri­şi ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü a’mâ, ma­lın iyi­si ile kö­tü­sü­nü ayır­ma ye­te­ne­ğin­den yok­sun­dur. Ona bu ko­nuda ve­li­si yar­dım­cı ol­ma­lı­dır.294

 

  7. Ha­ram Olan Sa­tış Be­de­li Kar­şı­lı­ğın­da Sa­tış:

Şa­rap, mur­dar öl­müş hay­van eti ve­ya do­muz eti gi­bi İslâm’a gö­re de­ğe­ri ol­ma­yan ve mü­te­kav­vim mal sa­yıl­ma­yan şey­le­rin sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. An­cak bu gi­bi şey­ler bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­se Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış fâsit olur. Çün­kü bu­ra­da ma­lın mal­la de­ği­şi­mi ger­çek­leş­miş bu­lu­nur. Zi­ra şa­rap ve do­muz eti ba­zı semâvî din­ler­de de­ğer­li mal­dır. Di­ğer yan­dan her ne ka­dar bun­la­ra, mal de­nil­miş­se de bun­lar şer’an mü­te­kav­vim mal ni­te­li­ğin­de de­ğil­dir. Bu ko­nu­da­ki pren­sip şu­dur: İki be­del­den bi­ri­si, hiç­bir semâvî din­de mal sa­yıl­ma­mış­sa sa­tış ba­tıl­dır. Bu şe­yin, sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­li ye­rin­de ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Bu yüz­den mur­dar öl­müş hay­van, kan ve hür in­sa­nın sa­tı­şı ve­ya bun­la­rın bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li (se­men) ya­pıl­ma­sı ha­lin­de sa­tış ba­tıl­dır. Hanefîlerde sağ­lam gö­rüş de bu­dur. Çün­kü sa­tış be­de­li ola­rak da be­lir­len­se bun­lar te­mel­de mal sa­yıl­maz. Ge­nel ola­rak se­me­nin bir mal ol­ma­sı ise sa­tım ak­di­nin mey­da­na gel­me şart­la­rın­dan­dır.

Eğer sa­tım ak­din­de­ki be­del­ler­den bi­ri­si semâvî din­ler­den bi­ri­sin­de mal sa­yı­lır, di­ğe­rin­de sa­yıl­maz ve bu ma­lın sa­tış be­de­li (se­men) ola­rak be­lir­len­me­si müm­kün olur­sa, böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Na­kit pa­ra, öl­çü, ve­ya tar­tı ile ya­hut stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan (mislî) şey­le­rin alış-ve­riş­ler­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­le­ne­bi­le­ce­ği­ni da­ha ön­ce açık­la­mış­tık. Baş­ka bir de­yim­le bun­lar va­de­li sa­tış, ödünç ve se­lem­de zim­met bor­cu ola­rak be­lir­le­ne­bi­len şey­ler­dir.

İş­te İslâm’a gö­re müs­lü­man­lar ara­sın­da alım-sa­tı­mı ca­iz ol­ma­yan şa­rap, do­muz, kan gi­bi mad­de­ler stan­dart ol­du­ğu za­man sa­tış be­de­li ol­ma­ya el­ve­riş­li­dir. Bun­lar Hris­ti­yan­lık ve­ya ya­hu­di­lik gi­bi din­ler­de de­ğer­li mal sa­yıl­dı­ğı için Ha­ne­fi­le­re gö­re sa­tım ak­din­de bir be­del ola­bi­lir­ler. An­cak böy­le bir sa­tım ak­di fa­sit olur. Şa­rap kar­şı­lı­ğın­da ku­maş ve­ya ku­maş kar­şı­lı­ğın­da şa­rap sat­mak fa­sit­tir. An­cak bun­la­rın sa­tı­lan mal (mebî’) ola­rak be­lir­len­me­si ha­lin­de ise sa­tış ba­tıl olur. Meselâ; müs­lü­ma­nın pa­ra kar­şı­lı­ğın­da şa­rap sat­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir.

Bu du­ru­ma gö­re, müs­lü­ma­nın alış-ve­ri­şin­de ha­ram olan mislî bir mal sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­miş­se, sa­tım ak­di bu sa­tış be­de­li­nin kıy­me­ti üze­rin­den ya­pıl­mış sa­yı­lır. Ya­ni şa­rap ve­ya do­muz eti ye­ri­ne bun­la­ra bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği de­ğer borç­la­nıl­mış olur.295

Hanefîler dı­şın­da­ki ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bu gi­bi alış-ve­riş­ler ba­tıl­dır.

                     8. Şa­rap Üre­ti­ci­si­ne Üzüm ve­ya Düş­ma­na Si­lah Sat­mak:

İslâm’da pren­sip ola­rak ye­nil­me­si, içil­me­si ve­ya kul­la­nıl­ma­sı, baş­ka bir de­yim­le ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan bir şe­yi sat­mak da meşrûdur. An­cak böy­le bir sa­tış mü­bah ol­ma­yan bir mak­sa­dı ger­çek­leş­tir­mek için bir araç ola­rak kul­la­nı­la­cak­sa aca­ba bu ca­iz olur mu? Özel­lik­le şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm sat­ma ile düş­ma­na si­lah sat­ma ola­yın­da bu özel­li­ği gör­mek müm­kün­dür.

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Şâfiî’ye gö­re, şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm sat­mak dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan ke­ra­het­le bir­lik­te ge­çer­li olur. Müs­lü­man­lar­la sa­va­şa­cak kim­se­ye silâh sa­tı­şı da böy­le­dir. Çün­kü biz onun ger­çek­ten o üzü­mü şa­rap yap­ma­ya ve­ya si­la­hı müs­lü­man­la­ra kar­şı kul­lan­ma­ya gü­cü­nün ye­tip yet­me­ye­ce­ği­ni bil­mi­yo­ruz. An­cak sa­tı­cı sat­tı­ğı şe­yin meşrû ol­ma­yan amaç için kul­la­nı­la­ca­ğı­nı ke­sin ola­rak bi­li­yor ve sa­tış söz­leş­me­sin­de de bu, şart ola­rak gö­rü­lü­yor­sa böy­le bir sa­tış ca­iz ol­maz. Di­ğer yan­dan amel­ler ni­yet­le­re gö­re­dir. Böy­le bir sa­tış­ta ya­sak­la­nan hu­sus kö­tü amaç­tır, sa­tı­şın ken­di­si de­ğil­dir. Bu yüz­den bu du­rum sa­tım ak­di­nin sıh­ha­ti­ne en­gel ol­maz. Ni­te­kim ma­lın ayı­bı­nı giz­le­mek de sa­tı­şa za­rar ver­mez.296 An­cak bu­nu ya­pa­na İslâm Dev­le­ti ba­zı yap­tı­rım­lar uy­gu­lar ve ni­ye­ti­ne gö­re de uhrevî ce­za söz ko­nu­su olur.

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re, şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm su­yu, sa­vaş ve­ya fit­ne eh­li­ne ya­hut yol ke­si­ci­le­re si­lah sat­mak bâtıldır. De­lil: Sed­dü’z-zerâyi’ (kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­ma) pren­si­bi­dir. Çün­kü ha­ra­ma gö­tü­ren şey de ha­ram­dır. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “İyi­lik ve tak­va­da yar­dım­la­şın. Gü­nah iş­le­mek ve düş­man­lık yap­mak­ta yar­dım­laş­ma­yın.” 297 Bu âyete gö­re ha­ra­mı güç­len­dir­mek ve­ya iş­len­me­si­ne des­tek ol­mak ve bu­na ara­cı ol­mak da ya­sak­lan­mış­tır. Ha­ram­lı­ğı sa­bit olan bir şe­yi sat­mak ise bâtıldır.298

So­nuç ola­rak her ne ka­dar nor­mal za­man­lar­da si­lah üre­ti­mi ve dış ül­ke­le­re sa­tı­şı ca­iz ise de, müs­lü­man­la­ra sal­dı­rı ha­zır­lı­ğı için­de bu­lu­nan ve­ya fit­ne za­ma­nın­da mal, can ve ır­za ta­sal­lut ve­ya yol kes­me­de kul­la­nı­la­ca­ğı açık olan du­rum­lar­da si­lah sa­tı­şı ca­iz ol­maz. Çün­kü böy­le bir sa­tış­ta müs­lü­man açık­ça ken­di aley­hi­ne ve­ya di­ğer mü’min kar­deş­le­ri aley­hi­ne düş­ma­na des­tek sağ­la­mış olur.

Üzüm üre­ti­mi ve sa­tı­şı islâmî ba­kım­dan meşrûdur. Hat­ta müs­lü­ma­nın nor­mal ola­rak top­tan­cı­la­ra, hal­le­re tes­lim et­ti­ği üzüm­ler do­lay­lı yol­dan iç­ki üre­ti­min­de kul­la­nıl­sa bun­dan do­la­yı üre­ti­ci­nin bir so­rum­lu­lu­ğu bu­lun­maz. An­cak müs­lü­man doğ­ru­dan şa­rap üre­ti­min­de kul­la­nı­lan şı­ra­lık üzüm üre­tir ve bu­nu doğ­ru­dan şa­rap fab­ri­ka­sı­na sa­tar­sa, şa­ra­bın üre­ti­mi­ni ve ya­yıl­ma­sı­nı des­tek­le­miş olur. Mü’mi­nin bu gi­bi ka­zanç yol­la­rın­dan sa­kın­ma­sı şi­a­rı ol­ma­lı­dır. Çün­kü İslâm iç­ki­nin içil­me­si­ni ya­sak­la­dı­ğı gi­bi ti­ca­re­ti­ni de ya­sak­la­mış­tır.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Nebî (s.a) iç­ki ko­nu­sun­da on ki­şi­yi la­net­le­miş­tir: Sı­kan (üre­ti­mi­ni ya­pan), ken­di­si için sı­kı­lan, içen, ta­şı­yan, ken­di­si için ta­şı­nan, içi­ren, sa­tan, pa­ra­sı­nı yi­yen, sa­tın alan ve ken­di­si için sa­tın alı­nan...” 299

İç­ki ya­sa­ğı­nı bil­di­ren; “Ey iman eden­ler! İç­ki, ku­mar, di­ki­li taş­lar ve fal ok­la­rı an­cak şey­ta­nın ame­lin­den bir mur­dar­dır. Bun­lar­dan ka­çı­nın ki, fe­la­ha ere­si­niz.”300  âyeti gel­dik­ten son­ra Al­lah’ın Rasûlü uy­gu­la­ma ile il­gi­li ol­mak üze­re şöy­le bu­yur­muş­tur: “Şüp­he­siz Al­lah iç­ki­yi ha­ram kıl­mış­tır. Bu âyeti ha­ber alıp da ya­nın­da iç­ki bu­lu­nan kim­se on­dan iç­me­sin ve sat­ma­sın...” 301

Yu­ka­rı­da ba­tıl sa­tış çe­şit­le­ri­ni açık­lar­ken iç­ki, do­muz eti ve ben­ze­ri ne­cis sa­yı­lan şey­le­rin İslâm na­za­rın­da sa­tı­la­cak mal ola­rak bir de­ğe­ri­nin bu­lun­ma­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış­la­rı­nın bâtıl ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tik.

 

  9. Sa­tı­lan Be­lir­li Mal­da ve Ay­rıl­mış Sa­tış Be­de­lin­de Va­de                Şart Koş­mak:

Sa­tı­cı ve alı­cı be­lir­li bir mal ve pe­şin bir fi­yat üze­rin­de an­laş­mış­lar­sa, ön­ce sa­tış be­de­li­nin tes­lim edil­me­si, bun­dan son­ra da sa­tı­lan ma­lın alı­cı­ya tes­li­mi ge­re­kir. Çün­kü sa­tı­lan mal be­lir­le­me ile be­lir­li ha­le ge­lir­ken, sa­tış be­de­li an­cak tes­lim­le be­lir­li ha­le ge­lir ve böy­le­ce iki be­del ara­sın­da denk­lik sağ­lan­mış olur. Ma­lın mal­la tram­pa­sın­da ve­ya iki fark­lı cins­ten pa­ra­nın bir­bi­riy­le mü­ba­de­le­sin­de ise be­del­le­rin bir­lik­te tes­li­mi ge­rek­li­dir.

İş­te alış-ve­riş ya­pı­lıp mal ay­rıl­dık­tan ve be­de­li olan pa­ra da be­lir­len­dik­ten son­ra, ay­rı­lan ma­lın ve sa­tış be­de­li­nin tes­li­mi­nin ge­ri bı­ra­kıl­ma­sı şart ko­şul­sa, böy­le bir sa­tım ak­di Hanefîlere gö­re fa­sit olur. Çün­kü pren­sip ola­rak tes­li­min sa­tış sı­ra­sın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Sa­tış, be­del­li bir akit­tir. Ya­ni temlîke kar­şı­lık temlîk ve tes­li­me kar­şı­lık tes­lim mu­a­me­le­si­dir. Va­de ise der­hal tes­li­me en­gel olur ve ak­din ge­re­ği­ni de­ğiş­tir­miş bu­lu­nur. Bu yüz­den de ak­din fa­sit ol­ma­sı­na ne­den olur.

An­cak gü­nü­müz­de ki­mi za­man mal ha­zır ol­du­ğu hal­de bu­nun pa­ket­len­me­si, de­po­dan çı­ka­rıl­ma­sı, iş­lem­le­ri­nin ta­mam­lan­ma­sı, am­bar ve­ya ser­vis araç­la­rıy­la gön­de­ril­me­si bel­li bir sü­re­yi kap­sa­mak­ta, bü­yük sa­tış­lar­da ise bu mu­a­me­le­ler ba­zan gün­ler­ce uza­ya­bil­mek­te­dir. Bu du­rum alı­cı ba­kı­mın­dan da ko­lay­lık sağ­la­dı­ğı için, ma­lın stan­dart, ma­kul öl­çü­ler ve ma­kul sü­re için­de ken­di­si­ne ula­şa­ca­ğı­nı bil­mek­te­dir. Pa­ra­nın tes­li­mi için de ay­nı nor­mal ge­cik­me­ler ol­mak­ta­dır. Meselâ; bü­yük iş ya­pan es­naf ve tüc­car ya­nın­da yük­sek meb­lağ­lar ta­şı­mak ye­ri­ne pe­şin öde­me­le­ri­ni gün­lük çek ve­ya po­li­çe­ler­le yap­mak­ta­dır.

Bu­ra­da ka­na­a­tı­mız­ca önem­li olan nok­ta sa­tı­cı­nın müş­te­ri için ayır­dı­ğı ma­lı, bir baş­ka­sı­na sa­ta­rak, da­ha son­ra üre­te­ce­ği mal­dan ön­ce­ki müş­te­ri­ye ye­ni­den mal ayır­ma yo­lu­na git­me­me­si­dir. Çün­kü sa­tıl­mış ve ay­rıl­mış olan bu mal ar­tık onun ya­nın­da “ema­net” hü­küm­le­ri­ne ta­bi­dir. Bu­nu baş­ka­sı­na sat­ma yet­ki­si ol­ma­dı­ğı gi­bi, sat­tı­ğı tak­dir­de de ye­ni­si­ni te­min ede­me­me ve yü­küm­lü­lü­ğü­nü ye­ri­ne ge­ti­re­me­me ris­ki var­dır. Alı­cı­nın pe­şin öde­mek üze­re ayır­dı­ğı sa­tış be­de­li için de ay­nı şey söz ko­nu­su­dur. Elin­de bu­lu­nan sa­tış be­de­li­ni me­se­la on gün son­ra tes­lim et­me şar­tı­nı öne sür­me­sin­de, baş­ka borç­la­rı için bu pa­ra­yı kul­lan­ma dü­şün­ce­si var­sa bu da sa­tı­cı­nın aley­hi­ne olur. Çün­kü va­de­si gel­di­ğin­de ona olan bor­cu­nu öde­ye­me­me ris­ki var­dır.

Di­ğer yan­dan pa­ra pe­şin stan­dart mal ve­re­si­ye bir sa­tış tü­rü olan “se­lem” ak­din­de, ma­lın va­de­ye bağ­lan­ma­sı ca­iz­dir. Hat­ta Hanefîlere gö­re se­lem ak­di va­de­siz ola­rak ca­iz ol­maz. Yi­ne ve­re­si­ye sa­tış­ta zim­met bor­cu ola­rak be­lir­le­nen sa­tış be­de­li için be­lir­li va­de koy­mak ca­iz­dir. Çün­kü va­de ta­yi­ni zim­met borç­la­rı­na uy­gun dü­şer. Fa­kat be­lir­li ayn’la­ra va­de koy­mak uy­gun düş­mez. Çün­kü pa­ket­len­miş ve ar­tık ema­net hük­mün­de olan sa­tıl­mış bir ma­lın sa­tı­cı­nın elin­de bel­li bir sü­re bek­le­til­me­si­ne ih­ti­yaç yok­tur. Ak­si­ne bir an ön­ce bu­nun alı­cı­ya ulaş­tı­rıl­ma­sın­da ya­rar var­dır.

 

  10. Va­de­li Sat­tı­ğı Ma­lı Pe­şin Pa­ra ile Ge­ri Al­mak (Iy­ne Sa­tı­şı):

İslâm’da pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye ve­ya mal pe­şin pa­ra ve­re­si­ye sa­tış yap­mak ca­iz gö­rül­müş­tür. Bi­rin­ci­si se­lem ak­di adı­nı alır, bu­nun stan­dart (mislî) mal­lar­da, tes­lim ta­ri­hi be­lir­le­ne­rek ya­pı­la­bi­le­ce­ği sün­net­le sa­bit­tir. Mal pe­şin pa­ra ve­re­si­ye sa­tış­lar, va­de­li sa­tış adı­nı alır. Bu da Ki­tap ve Sün­net­le ca­iz gö­rül­müş­tür. Al­la­hü Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ey iman eden­ler! Ta­yin edil­miş bir vak­te ka­dar bir­bi­ri­niz­le borç­lan­dı­ğı­nız za­man onu ya­zın.” 302 Bu ayet ge­nel an­lam­da pe­şin ve va­de­li sa­tış­la­rı da kap­sa­mak­ta­dır. Ni­te­kim Rasûlullah (s.a) bir Ya­hu­di­den ve­re­si­ye yi­ye­cek sa­tın al­mış ve de­mir­den zır­hı­nı re­hin ola­rak bı­rak­mış­tır.

Di­ğer yan­dan ve­re­si­ye sa­tış­la­ra ki­mi za­man fi­nans­man te­min et­mek için baş­vu­rul­mak­ta­dır. Meselâ; bir ki­şi bir baş­ka­sı­na va­de­li bir sa­tış be­de­li kar­şı­lı­ğın­da bir mal sat­sa, son­ra ay­nı ma­lı on­dan pe­şin pa­ra­ya sa­tın al­sa, bu du­rum­da iki sa­tış ak­di ger­çek­leş­miş olur. Bir oto­mo­bi­li bir yıl va­de­li yet­miş mil­yo­na sa­tıp el­li mil­yo­na ge­ri al­mak gi­bi. Bu­nu alı­cı ba­kı­mın­dan dü­şü­nür­sek, yet­miş mil­yo­na bir yıl va­dey­le sa­tın al­dı­ğı oto­mo­bi­li pe­şin ola­rak ay­nı ki­şi­ye el­li mil­yo­na sat­mış olur ve böy­le­ce bir yıl sü­rey­le kul­la­na­bi­le­ce­ği el­li mil­yon li­ra fi­nans­man sağ­lan­mış bu­lu­nur. Va­de­li ola­rak al­dı­ğı bu ara­cı, üçün­cü bir kim­se­ye pe­şin pa­ray­la sat­ma­sı müm­kün­dür. Bü­tün bu du­rum­lar­da her iki sa­tım ak­di de rü­kün ve şart­la­rı tam ol­du­ğu için dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan ge­çer­li­dir. Bu tür sa­tış­la­ra Mâlikîler “büyûu’l-âcâl (va­de­li sa­tış­lar)”, ba­zı bil­gin­ler ise “be­yu’l-ıy­ne (ıy­ne sa­tı­şı)” adı­nı ve­rir­ler.

Ger­çek­te böy­le bir sa­tış, fa­iz­li kre­di­nin ya­sak ve çir­kin gö­rül­dü­ğü bir top­lum­da, fa­i­zi alış-ve­riş mu­a­me­le­si için­de giz­le­mek ama­cıy­la ya­pıl­mak­ta­dır. Baş­ka bir de­yim­le meşrû bir mu­a­me­le, meşrû ol­ma­yan bir ama­ca ulaş­mak için bir araç ola­rak kul­la­nıl­mış olur. Meselâ; bir ku­maş tüc­ca­rı ken­di­sin­den üç ay sü­rey­le on mil­yon li­ra ödünç pa­ra is­te­yen kim­se­ye, bir top ku­ma­şı üç ay va­de­li on iki mil­yo­na sa­tıp tes­lim et­tik­ten son­ra ay­nı ku­ma­şı on mil­yon pe­şin pa­ra ile ge­ri sa­tın al­sa “ıy­ne sa­tı­şı” ger­çek­leş­miş olur. Bu­ra­da pa­ra­ya ih­ti­ya­cı olan kim­se on mil­yo­nu al­mış, fa­kat üç ay son­ra­sı için, ve­re­si­ye ku­maş sa­tın al­ma iş­le­min­den do­ğan on iki mil­yo­nu borç­lan­mış bu­lu­nur. Bu­ra­da iki mil­yon faz­la­lı­ğın fa­i­ze ben­ze­di­ğin­de şüp­he yok­tur.303

Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re, üçün­cü ki­şi­nin ara­ya gir­me­si ha­lin­de ıy­ne sa­tı­şı ca­iz olur. Şöy­le ki, meselâ; bir kim­se ku­maş tüc­ca­rın­dan on mil­yon ödünç pa­ra is­ter. Tüc­car pa­ra ye­ri­ne ona on mil­yon li­ra tu­ta­rın­da­ki bir top ku­ma­şı üç ay va­de ile 12 mil­yo­na sa­ta­rak tes­lim eder. Bu kim­se ku­ma­şı üçün­cü bir ki­şi­ye meselâ, on mil­yo­na sa­tıp tes­lim eder, üçün­cü ki­şi de ku­ma­şı ilk sa­tan tüc­ca­ra alış fi­ya­tı üze­rin­den ya­ni on mil­yon li­ra pe­şin pa­ra ile sa­tar. So­nun­da pa­ra­ya ih­ti­ya­cı olan kim­se bu üç­lü alış-ve­riş so­nu­cun­da on mil­yon na­kit pa­ra­yı al­mış ve üç ay son­ra­sı için on iki mil­yon li­ra­yı borç­lan­mış olur.

Iy­ne sa­tı­şı ile il­gi­li ola­rak Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur:“İn­san­lar di­nar ve dir­hem ko­nu­sun­da cim­ri­lik gös­te­rir, iy­ne sa­tı­şı yap­ma­ya da­lar, inek­le­rin ar­ka­sın­dan gi­der ve Al­lah yo­lun­da ci­ha­dı ter­ke­der­ler­se, Al­lah on­la­ra bir be­la in­di­rir ve ye­ni­den din­le­ri­ne dö­nün­ce­ye ka­dar bu be­la­yı üzer­le­rin­den kal­dır­maz.”304 Di­ğer yan­dan Zeyd İbn Er­kam (ö.66/689)’ın Hz. Âişe (ö.57/676)ile kıs­sa­sı da bu­nu des­tek­le­mek­te­dir. Ey­fa kı­zı el-Âliye de­di ki: “Zeyd b. Er­kam’dan ço­cu­ğu olan ca­ri­ye (üm­mü ve­led) ola­rak ben ve Zeyd’in eşi, Hz. Ai­şe’nin ya­nı­na gir­dik. el-Âliye de­di ki: “Ben Zeyd b. Er­kam adı­na bir kö­le­yi Atâ’ya se­kiz yüz dir­he­me sat­tım. Son­ra on­dan (pe­şin) al­tı yüz dir­he­me sa­tın al­dım.” Hz. Âişe de­di ki: Sat­tı­ğın da, al­dı­ğın da ne kö­tü ol­muş. Zeyd’e söy­le­yin. O, eğer tev­be et­mez­se Rasûlullah (s.a) ile bir­lik­te ka­tıl­dı­ğı sa­vaş­ta ka­zan­dı­ğı se­va­bı ka­çır­mış olur, me­ğer ki ak­di bo­za ve tev­be ede.” 305

Ebu Yu­suf’a gö­re ıy­ne sa­tı­şı ge­çer­li­dir. İmam Mu­ham­med, Şâfiî ve Dâvud ez-Zâhirî (ö.270/883)’ye gö­re ıy­ne sa­tı­şı mek­ruh ol­mak­la bir­lik­te ge­çer­li­dir. Çün­kü Şâfiîler yu­ka­rı­da­ki Zeyd b. Er­kam’la il­gi­li olan ha­dis için “sa­bit de­ğil­dir ay­rı­ca Zeyd’in bu ko­nu­da Hz. Ai­şe’ye kar­şı çık­tı­ğı da be­lir­len­miş­tir. Sa­ha­be ara­sın­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı bu­lu­nun­ca bi­zim iz­le­ye­ce­ği­miz yol kı­yas­tır” de­miş­ler­dir. Di­ğer yan­dan böy­le bir sa­tış, dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan rü­kün ve şart­la­rı tam olan bir akit­tir. Bu­ra­da giz­li olan ni­ye­te de iti­bar edil­mez. Ak­din bu yö­nü Al­lah’a ha­va­le edi­lir. An­cak İmam Mu­ham­med’in şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Bu sa­tım ak­di kal­bi­me dağ­lar gi­bi otur­muş­tur, fa­iz yi­yi­ci­le­rin uy­dur­du­ğu kö­tü bir adet­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bu çe­şit sa­tış ya­pan­la­rı yer­miş­tir.” 306

Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re iy­ne sa­tı­şın­da sa­tı­cı ile alı­cı ara­sı­na üçün­cü bir ki­şi gir­mez­se sa­tım ak­di fâsit olur. An­cak ara­ya üçün­cü ki­şi gi­rer­se sa­tış ge­çer­li olur.307

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ise böy­le bir sa­tış bâtıldır. De­lil sed­du’z-zerâyi’ (kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­ma) pren­si­bi­dir. Hz. Âişe ile Zeyd b. Er­kam (r.a) kıs­sa­sı da bu­nu des­tek­le­mek­te­dir.

So­nuç ola­rak va­de­li sa­tı­lan bir ma­lın ye­ni­den sa­tı­cı­sı­na pe­şin ve ucuz şe­kil­de dön­me­si yap­ma­cık alış-ve­riş­le­rin için­de fa­i­zi giz­le­me­ye el­ve­riş­li bu­lun­mak­ta­dır. Çün­kü ay­ni ma­lı iki ki­şi­nin kar­şı­lık­lı ola­rak bir­bi­ri­ne ıy­ne yo­luy­la sat­ma­sın­da fa­iz şüp­he­si var­dır. Ni­te­kim Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu uy­gu­la­ma­sın­da XV. yüz­yıl­dan iti­ba­ren eko­no­mik ha­yat­ta önem­li bir yer tu­tan pa­ra va­kıf­la­rı­nın es­naf ve tüc­ca­ra fi­nans­man ola­rak kul­lan­dı­rıl­ma­sın­da da ıy­ne yön­te­min­den ya­rar­la­nıl­dı­ğı gö­rü­lür. Hat­ta ıy­ne­nin meşrû şek­li­ni bil­me­yen mü­te­vel­li­le­rin va­kıf mer­ke­zin­de bu­lun­dur­duk­la­rı ba­zı eş­ya­yı, iş­let­mek üze­re pa­ra is­te­yen­le­re va­de­li pa­ha­lı sa­tıp, o an­da da­ha ucuz fi­yat­la pe­şin ola­rak ge­ri al­dık­la­rı bi­lin­mek­te­dir.308 Hal­bu­ki na­kit pa­ra­nın vak­fe­di­le­ce­ği­ne ilk fet­va­yı ve­ren Ha­ne­fi müc­te­hi­di Zü­fer b. el-Hu­zeyl (ö.158/774) bu pa­ra­la­rın iş­le­til­me yön­te­mi­ni de şöy­le be­lir­le­miş­tir: “Bir kim­se dir­hem­le­ri, öl­çü ve­ya tar­tı ile sa­tı­lan mislî men­kul­le­ri vak­fet­se bu ca­iz olur. O’na de­nil­di ki; Bu na­sıl olur? De­di: Dir­hem­ler (na­kit pa­ra) mudârabe (emek-ser­ma­ye or­tak­lı­ğı) yo­luy­la ve­ri­lir, son­ra kârı (ribh) vak­fın ha­yır ci­he­ti­ne har­ca­nır. Mislî men­kul­ler ise ön­ce sa­tı­lır, sa­tış be­de­li dir­hem­ler­de­ki gi­bi mudârabe ve­ya bidâa (va­kıf pa­ra­yı meccânen ça­lış­tı­rıp ana­pa­ra­yı ve tüm kârı vak­fa ver­me yön­te­mi) ile ve­ri­lir. Mey­da­na ge­le­cek olan kâr, va­kıf ci­he­ti­ne sar­fe­di­lir.” 309

Iy­ne sa­tı­şın­da ger­çek­le­şen iki ve­ya üç mu­a­me­le her ne ka­dar şe­kil ba­kı­mın­dan ta­mam ol­sa bi­le, so­nuç­ta sa­tı­cı­nın ama­cı­nın, ve­re­si­ye pa­ha­lı ola­rak sat­tı­ğı ma­lı da­ha dü­şük pe­şin pa­ra ile ge­ri al­ma ol­du­ğun­da şüp­he yok­tur. Baş­ka bir de­yim­le alış-ve­riş için­de fa­iz giz­len­me­ye ça­lı­şıl­mak­ta­dır. Me­cel­le’de; “Akit­ler­de iti­bar laf­za de­ğil mânâyadır” 310  ku­ra­lı yer alır. Bir akit rü­kün ve şart­la­rı tam ol­sa bi­le, âhiretteki so­rum­lu­lu­ğun ni­yet, an­lam ve ak­din iç yü­zü­ne gö­re ola­ca­ğı­nı unut­ma­mak ge­re­kir. Bü­tün iba­det ve muâmelelerde ni­ye­tin öne­mi bü­yük­tür. Ni­ye­tin bun­la­rın ba­zı­sın­da farz, ba­zı­la­rın­da sün­net ve­ya müs­te­hap ol­ma­sı ame­lin fa­zi­le­ti­nin ni­yet­te­ki sa­mi­mi­ye­te gö­re be­lir­le­ne­ce­ği ger­çe­ği­ni de­ğiş­tir­mez. Ni­te­kim Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Amel­ler ni­yet­le­re gö­re­dir. Her bir ki­şi için ni­yet et­ti­ği şey var­dır...” 311

Gü­nü­müz­de va­de­li ola­rak sa­tın alı­nan ba­zı mal­lar, na­kit sı­kın­tı­sı yü­zün­den, sa­tın alın­dı­ğı fi­ya­tın al­tın­da bir be­del­le pe­şin ola­rak sa­tıl­mak­ta­dır. Böy­le bir alım-sa­tım ya­pan kim­se de fa­i­ze düş­müş olur mu? Bu­ra­da ucu­za sa­tı­lan mal, sa­tın alı­nan ki­şi­ye de­ğil, üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tıl­dı­ğı için mu­a­me­le­de “ıy­ne sa­tı­şı” ni­te­li­ği yok­tur. Meselâ; bir kim­se be­de­li­ni al­tı ay son­ra ver­mek üze­re bir oto­mo­bi­li sek­sen mil­yon li­ra­ya sa­tın al­sa, an­cak pa­ra­ya olan ih­ti­ya­cı ne­de­niy­le bu­nu alt­mış mil­yon pe­şin pa­ra ile üçün­cü bir ki­şi­ye sat­sa bu müm­kün ve ca­iz­dir. An­cak bu­nu bir kre­di kay­na­ğı ola­rak kul­la­nıp, borç­la­rı­nı ya da öde­ye­me­di­ği çek­le­ri­ni bu yol­la ka­pat­ma­ya ça­lış­mak bu kim­se­yi kı­sa sü­re­de çık­ma­za sü­rük­ler. Çün­kü borç­la­rın va­de­le­ri gel­di­ğin­de, pe­şin sa­tış­lar­dan el­de et­ti­ği pa­ra­nın faz­la­sı­nı öde­mek zo­run­da ka­la­ca­ğı için bü­yü­yen far­kı ka­pat­ma­sı müm­kün ol­maz. Bu yüz­den yük­sek fi­yat­la va­de­li mal alıp, za­ra­rı­na pe­şin fi­yat­la sa­tış yo­lu­na gi­den­le­rin ço­ğu­nun bir sü­re son­ra if­las­la kar­şı­laş­tık­la­rı gö­rül­mek­te­dir. Böy­le bir sa­tış şek­li, un­sur­la­rı ba­kı­mın­dan tam gö­rün­se bi­le sü­rek­li ola­rak baş­vu­ru­la­cak bir yol de­ğil­dir. Bu­ra­da da za­ma­na bağ­lı ola­rak or­ta­ya çı­kan faz­la­lı­ğı kar­şı­la­ya­ma­mak ki­şi­yi sı­kın­tı­ya sok­mak­ta­dır. Ay­rı­ca ve­re­si­ye pa­ha­lı alı­nan ma­lı pe­şin ola­rak alış fi­ya­tı­nın al­tın­da bir fi­yat­la sa­tar­ken “hiç kârsız ve­ya za­ra­rı­na sa­tış” ya­pıl­dı­ğı­nı ilân et­mek de ya­nıl­tı­cı bir yol­dur. Çün­kü böy­le bir mal pe­şin fi­yat­la sa­tın alın­say­dı, yi­ne pe­şin fi­yat­la sa­tı­şın­da kâr ola­cak­tı. Kârın ol­ma­yı­şı, ve­re­si­ye yü­zün­den vu­ku bul­du­ğu için, bu kim­se­nin kârsız sa­tış id­di­a­sı da­ya­nak­sız kal­mak­ta­dır. Eğer za­ra­rına sa­tış ya­pıl­dı­ğı­nı ile­ri sü­rer­se, bu­nun ya­nın­da ma­lı va­de­li al­dı­ğı­nı da açık­la­ma­lı­dır. Böy­le­ce alı­cı­yı ya­nılt­ma­mış ve ona doğ­ru bil­gi ver­miş olur. An­cak ile­ri­de açık­la­ya­ca­ğı­mız gi­bi ser­best pa­zar­lık­la ya­pı­lan alış-ve­riş­te (musâvemeli sa­tış) sa­tı­cı alış fi­ya­tı­nı ve­ya ma­li­ye­ti ya da kâr ora­nı­nı alı­cı­ya açık­la­mak zo­run­da de­ğil­dir. An­cak açık­la­dı­ğı tak­dir­de de ver­di­ği bil­gi­le­rin doğ­ru ol­ma­sı, bu ko­nu­da alı­cı­yı ya­nılt­ma­ma­sı ve et­ki al­tın­da bı­rak­ma­ma­sı ge­re­kir.

 

  11. Bir Bü­tü­nün Par­ça­la­rı­nın Bu Bü­tün­den Ay­rıl­ma­dan                      Sa­tıl­ma­sı:

Baş­ka­sı­na bağ­lı olan ve bir bü­tü­nü oluş­tu­ran par­ça­lar, on­dan ay­rı­lıp ba­ğım­sız ha­le gel­me­dik­çe sa­tı­la­maz. Bir hay­van ke­sil­me­den ön­ce onun eti­ni, de­ri­si­ni, iç ya­ğı­nı, kuy­ruk ya­ğı­nı, ayak­la­rı­nı ve­ya ba­şı­nı ya da ci­ğer­le­ri­ni sat­mak gi­bi. Ha­ne­fi­le­re gö­re böy­le bir sa­tış ba­tıl­dır. Çün­kü bu, ol­ma­yan bir şe­yi sat­ma ni­te­li­ğin­de­dir. Etin et, de­ri­nin de­ri ola­bil­me­si için hay­va­nın ke­si­lip de­ri­si­nin yü­zül­me­si ge­re­kir.

Par­ça­la­ra ay­rıl­ma­sı bü­tü­ne za­rar ve­re­cek olan şey­den bir par­ça­yı sat­mak ise fa­sit­tir. Kul­la­nıl­mak­ta olan oto­mo­bi­lin bir par­ça­sı­nı sö­küp sat­mak, bi­rer kat el­bi­se ve­ya man­to­luk için ay­rıl­mış ku­maş­tan bir met­re­si­ni sat­mak ve­ya ça­tı­da­ki bir ki­ri­şi ya da du­var­da­ki bir ta­şı sat­mak bu ni­te­lik­te­dir. Çün­kü bu du­rum­da sa­tı­lan şey baş­ka­sı­na ta­bi­dir ve bu­nun tes­lim edi­le­bil­me­si bağ­lı ol­du­ğu bü­tü­ne za­rar ve­re­cek­tir. Meselâ; yu­ka­rı­da­ki ör­nek­ler­de, par­ça­sı sö­kü­len araç ça­lış­maz, ta­kım ku­maş bo­zul­muş, ça­tı­dan ki­riş sö­kü­lür­se ve­ya du­var­dan taş alı­nır­sa bi­na za­rar gör­müş olur. An­cak bu­na rağ­men böy­le bir sa­tı­şa ih­ti­yaç du­yan kim­se, bu şey­le­ri bü­tün­den ayı­rıp, alı­cı­ya tes­lim eder­se sa­tım ak­di ge­çer­li olur. Çün­kü bu­nun­la sa­tı­şı boz­ma ne­de­ni or­ta­dan kalk­mış bu­lu­nur.

An­cak par­ça­la­ra ayı­rıp sat­ma, bü­tü­ne za­rar ver­mi­yor­sa bun­la­rın alım-sa­tı­mın­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Hur­da­ya çık­mış araç­la­rın sö­kü­lüp par­ça­la­rı­nın sa­tıl­ma­sı, es­ki bi­na­la­rın ve­ya istimlâk ne­de­niy­le yı­kı­lan ya­pı­la­rın en­kaz­cı­lar­ca sökü­le­rek ka­pı, pen­ce­re, tah­ta, ki­riş, la­va­bo vb. par­ça­la­rı­nın sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. Yi­ne kül­çe ha­lin­de­ki al­tın ve­ya gü­müş­ten yüz ve­ya iki yüz gram gi­bi bü­tün­den ay­rıl­ma­sı müm­kün olan par­ça­la­rın sa­tı­şın­da da bir sa­kın­ca yok­tur.

Gü­nü­müz ti­ca­ret mu­a­me­le­le­rin­de, özel­lik­le ku­maş ti­ca­re­tin­de top­la­rın so­nu­na ge­lin­di­ğin­de bu hü­küm­le­re ih­ti­yaç du­yul­mak­ta­dır. Meselâ; ge­nel ola­rak ta­kım el­bi­se­lik ve­ya man­to­luk ku­maş sa­tan kim­se, bir met­re ku­maş is­te­yen alı­cı ile fi­yat üze­rin­de an­laş­tık­tan son­ra, bu bir met­re­yi ver­di­ği tak­dir­de top­tan ar­tan ku­ma­şın bir kat el­bi­se­ye ve­ya man­to­ya ye­ter­li ol­ma­ya­ca­ğı­nı an­lar­sa sa­tı­şı fes­he­de­bi­lir. An­cak ken­di­si­ne za­rar ve­re­bi­le­ce­ği­ni bil­di­ği hal­de, sö­zün­de du­ra­rak ku­ma­şı tes­lim eder­se sa­tış sa­hih ha­le ge­lir. Ay­nı pren­sip, ta­kım ola­rak sa­tı­şı ya­pı­lan zi­net eş­ya­sı, mo­bil­ya, ta­kım ki­tap­lar, el­bi­se, ayak­ka­bı, mut­fak eş­ya­sı ve benzer­le­ri için de uy­gu­la­nır. Bü­tü­nün bo­zul­ma­sı ve­ya ta­kı­mın ek­si­le­rek ge­ri ka­la­nın yıl­lar­ca alı­cı bu­la­ma­ma­sı sa­tı­cı için za­rar­lı­dır. Böy­le bir par­ça­yı bi­le­rek ve­ya bil­me­ye­rek sa­tın alan kim­se için de ta­kı­mı ta­mam­la­ya­ma­ma yü­zün­den za­rar söz ko­nu­su­dur. İş­te sa­tı­cı ve­ya alı­cı­ya za­rar ve­re­bi­len bu gi­bi sa­tış­lar fa­sit sa­yı­la­rak ge­rek­ti­ğin­de ta­raf­la­ra sa­tı­şı boz­ma yet­ki­si ta­nın­mış­tır.312

 

  12. Mey­ve Ve­ya Ekin­le­rin Ha­sat­tan Ön­ce Sa­tıl­ma­sı:

Gü­nü­müz­de bir ta­kım mey­ve­le­rin çi­çe­ğin­de ve­ya da­ha ol­gun­laş­ma­dan da­lın­da iken, ağaç ba­şı­na ve­ya bah­çe­nin bü­tü­nü için bir sa­tış be­de­li be­lir­le­ne­rek sa­tıl­dı­ğı gö­rül­mek­te­dir. Ekin­le­rin de ba­şa­ğın­da iken sa­tı­şı söz ko­nu­su ola­bil­mek­te­dir. Bu­ra­da sa­tış­tan amaç mey­ve­nin ve­ya eki­nin ken­di­si ol­du­ğu için bun­lar­da mey­da­na gel­me­me ri­zi­ko­su “ga­rar’ı (al­dan­ma sa­tı­şı)” ak­la ge­tir­mek­te­dir.

Çift­çi­lik­le uğ­ra­şan­la­rın, ya da seb­ze ve mey­ve ti­ca­re­ti ya­pan­la­rın çok­ça kar­şı­laş­tı­ğı bu gi­bi, muâmeleleri aşa­ğı­da açık­la­ma­ğa ça­lı­şa­ca­ğız.

İslâm bil­gin­le­ri he­nüz mey­da­na gel­me­miş olan mey­ve­nin da­lın­da sa­tı­şı­nın ge­çer­li ol­ma­ya­ca­ğı üze­rin­de gö­rüş bir­li­ği için­de­dir. Çün­kü bu, mev­cut ol­ma­yan bir şe­yin (ma’dum) sa­tı­şı ve­ya bel­li bir ağa­cın bir kaç yıl­lık mey­ve­si­nin pe­şin pa­ra ile sa­tı­şı an­la­mı­na ge­lir. Bun­la­rın her iki­si de ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a) Hakîm b. Hizâm’a; “Sa­hip ol­ma­dı­ğın bir­şe­yi sat­ma”313 bu­yur­muş­tur. Yi­ne Al­lah el­çi­si Medîne’ye gel­dik­le­rin­de, ora­da mey­ve­ler için bir ve­ya iki yıl­lı­ğı­na se­lem (pa­ra pe­şin, ha­sat za­ma­nı el­de edi­le­cek tüm mey­ve­yi sa­tın al­ma) söz­leş­me­si yap­tık­la­rı­nı gör­dü. On­la­rın bu şe­kil­de mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği bel­li ol­ma­yan bir şey üze­rin­de bir kaç yı­lı kap­sa­ya­bi­len sa­tı­şı­nı Hz. Pey­gam­ber (s.a) ya­sak­la­dı. Ha­dis­te; “Hz. Pey­gam­ber ağaç­la­rı yıl­lar bo­yu sat­ma­yı neh­yet­ti.” 314 buyurulur. Bu sa­tı­şın ya­sak­lan­ma ne­de­ni, sa­tı­şa ko­nu olan şe­yin akit sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­ma­sı ve da­ha son­ra da mey­da­na gel­me­me ri­zi­ko­su­nun bu­lun­ma­sı­dır. Bu du­rum ga­rar ha­li olup, Hz. Pey­gam­ber ga­rar’ı ya­sak­la­mış­tır. 315 Ga­rar; yu­ka­rı­da açık­la­dı­ğı­mız, gi­bi ne ol­du­ğu bel­li ol­ma­yan ve so­nu­cu be­lir­siz olan de­mek­tir. Çi­çe­ğin­de iken sa­tı­lan mey­ve­le­rin ve ba­şa­ğın­da ye­şil iken sa­tı­lan e­kin­le­rin ve­rim du­ru­mu­nun ne ola­ca­ğı­nı ön­ce­den be­lir­le­me­nin güç­lü­ğü açık­tır.

İslâm be­lir­siz, ni­te­lik­te­ki ve mik­tar­da­ki mey­ve­ler üze­rin­de se­lem yap­mak ye­ri­ne, ni­te­lik­le­ri be­lir­li olan stan­dart (mislî) şey­le­rin pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye (se­lem) söz­leş­me­si­ne ko­nu ola­bi­le­ce­ği pren­si­bi­ni be­nim­se­miş­tir. Rasûlullah (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye se­lem söz­leş­me­si ya­par­sa, bu­nu be­lir­li öl­çü­ye ve­ya be­lir­li bir tar­tı­ya gö­re ve be­lir­li sü­re ta­yin ede­rek yap­sın”316 Bu­nun­la sa­tı­cı ve alı­cı­nın al­dan­ma ris­ki kal­dı­rıl­mış bu­lu­nur.

Di­ğer yan­dan seb­ze, mey­ve ve ekin­le­rin ha­sat edil­dik­ten son­ra öl­çü, tar­tı ve­ya sa­yı ile ya­hut da tah­min üze­re top­tan sa­tı­şı­nın da ca­iz ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.

Seb­ze, mey­ve ve­ya ekin­le­rin mey­da­na gel­dik­ten son­ra he­nüz da­lın­da ve­ya ba­şa­ğın­da iken sa­tış­la­rı­nın ca­iz olup ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı var­dır. Hanefîlere gö­re da­lın­da ve­ya ba­şa­ğın­da sa­tı­lan bu mad­de­le­rin sa­tı­şı ko­nu­sun­da aşa­ğı­da­ki du­rum­lar söz ko­nu­su ola­bi­lir:

 

  a) Ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tıl­ma­sı:

Böy­le bir sa­tış iki tür­lü ola­bi­lir. Ol­gun­laş­ma­mış mey­ve ve ekin­ler ke­sim şar­tıy­la sa­tıl­mış­sa bu sa­tış ca­iz olur. An­cak sa­tı­cı özel bir sü­re ta­nı­ma­dık­ça, bun­la­rın der­hal ha­sat edil­me­si ge­re­kir. Eğer sa­tış, ke­sim şar­tı ko­nu­şul­mak­sı­zın mut­lak ola­rak ya­pıl­mış­sa Ebu Hanîfe’ye gö­re bu da ca­iz­dir. Çün­kü ba­zı mey­ve ve ekin­ler­den ol­gun­laş­ma­dan ön­ce ya­rar­lan­mak müm­kün­dür. Ye­şil erik, çağ­la, ta­ze so­ğa­nın in­san yi­ye­ce­ği, yon­ca­nın ve ye­şil ar­pa bit­ki­si­nin da­var yi­ye­ce­ği ola­rak sa­tı­şa ko­nul­ma­sı gi­bi.

Ço­ğun­lu­ğa gö­re ise ol­gun­laş­ma­mış ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar bek­le­til­me­si şart ko­şul­ma­dık­ça sa­tış ca­iz ol­maz.

Ol­gun­laş­ma­mış ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar bek­le­til­me­si şar­tıy­la ya­pı­la­cak sa­tış ise Hanefîlere gö­re fa­sit olur. Çün­kü böy­le bir şart, ak­din ge­rek­tir­me­di­ği bir şart ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu gi­bi, di­ğer yan­dan alı­cı­ya tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan bir özel­li­ğe de sa­hip­tir. Bu şart ak­de uy­gun ol­ma­dı­ğı gi­bi bu ko­nu­da in­san­lar ara­sın­da bir “teâmül” de yok­tur. Bu ne­den­le böy­le bir şart, sa­tı­şı fa­sit kı­lar. Meselâ; bir kim­se sa­tı­cı­nın tar­la­sın­da bir ay kal­mak şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­sa ve­ya ağaç­la­rın üze­rin­de bir ay da­ha bek­le­til­mek üze­re bir şef­ta­li bah­çe­si­nin mey­ve­le­ri­ni pe­şin pa­ra ile top­tan sa­tın al­sa böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Çün­kü bu mey­ve ve ekin­le­ri kö­kün­de bir sü­re bı­rak­mak, an­cak ağa­cı ve­ya ara­zi­yi âriyet ola­rak ver­mek­le müm­kün olur. Böy­le­ce ekin ve­ya mey­ve­le­ri bek­let­me şar­tı ile âriyet ver­me şar­tı­nı da koş­muş olur. Bu ise, bir akit için­de iki akit yap­mak an­la­mın­da olup, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Di­ğer yan­dan ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan sa­tıl­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış­ta ga­rar (al­dan­ma ris­ki) ha­li­nin bu­lun­du­ğu açık­tır. Bu du­ru­ma gö­re böy­le bir şa­tı­şın fa­sit ol­ma­sı­nın il­le­ti üç nok­ta­ya da­ya­nır. Bun­lar; ga­rar (al­dan­ma ris­ki), fa­sit şart ve bir akit için­de iki akit ya­pıl­mış ol­ma­sı­dır.

 

  b) Ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­tık­tan son­ra sa­tıl­ma­sı:

Ol­gun­laş­mış ekin ve­ya mey­ve­le­rin ha­sat edil­me­den ba­şa­ğın­da ve­ya da­lın­da iken tah­min üze­re sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. Bu­ra­da ekin ve mey­ve­le­rin der­hal ke­sil­me şar­tı­nın ko­nu­şu­lup ko­nu­şul­ma­ma­sı hük­mü de­ğiş­tir­mez.

An­cak bu ürün­ler he­nüz bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­dan, da­lı üs­tün­de bir sü­re bek­le­til­mek şar­tıy­la sa­tıl­mış olur­sa, sa­tış söz­leş­me­si fa­sit olur. Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re bu du­rum­da bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­mış ol­sa bi­le hü­küm de­ğişmez, ya­ni sa­tış fa­sit bu­lu­nur. Çün­kü ürü­nü bir sü­re da­ha kö­ke­nin­de bı­rak­mak şar­tıy­la sa­tış, alı­cı için tek yan­lı ya­rar sağ­lar, böy­le bir şar­tı akit ge­rek­tir­me­di­ği gi­bi bu ak­de uy­gun da düş­mez. Bu, bir ton buğ­da­yı, sa­tı­cı­nın de­po­sun­da bir ay sü­rey­le kal­ma­sı şar­tıy­la sa­tın al­mak gi­bi­dir. İmam Mu­ham­med’e gö­re “is­tih­san” pren­si­bi­ne uyu­la­rak bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­yan ürün­de böy­le bir sa­tış ca­iz­dir. Çün­kü bu ko­nu­da “in­san­la­rın teâmülü” var­dır. Bu­ra­da­ki örf, akid­de şart koş­mak­sı­zın, sa­tı­cı­nın alı­cı­ya “müsâmaha” gös­ter­me­si şek­lin­de oluş­muş­tur. Fetvâya esas olan gö­rüş de bu­dur.317

 

  c) Ol­gun­laş­tık­tan son­ra mey­ve­le­rin ağaç­ta bek­le­til­me­si:

Bir kim­se özel şart koş­mak­sı­zın ağa­cın­da iken sa­tın al­dı­ğı mey­ve­le­ri, ol­gun­laş­ma­sı için bir sü­re top­la­ma­sa şu du­rum­lar söz ko­nu­su olur:

Eğer mey­ve­le­rin bü­yü­me­si ta­mam­lan­mış, fa­kat ol­gun­laş­ma­sı için ağaç­ta bı­ra­kıl­mış olur­sa, bu bek­let­me sa­tı­cı­nın iz­niy­le ol­sun ve­ya onun iz­ni bu­lun­ma­sın alı­cı mey­ve­le­ri top­la­yın­ca ta­ma­mı­na mâlik olur. Çün­kü bu­ra­da mey­ve­ler­de bir ar­tış­tan çok, sa­rar­ma, kı­zar­ma, yu­mu­şa­ma gi­bi bir ni­te­lik de­ği­şik­li­ği söz ko­nu­su olur.

Ekin­le­rin ba­şa­ğın­da bek­let­me­den do­la­yı mey­da­na ge­le­cek nemâ ise, bu bek­let­me sa­tı­cı­nın iz­ni dı­şın­da ol­sa bi­le alı­cı­ya ca­iz (tîb) ka­zanç olur. Çün­kü bu ar­tış alı­cı­nın mül­kün­de mey­da­na gel­miş­tir, zi­ra eki­nin sap­la­rı da alı­cı­ya ait­tir.

Mey­ve­ler bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­mış du­rum­da olur­sa, ağaç­ta bek­let­menin sa­tı­cı­nın iz­niy­le olup ol­ma­ma­sı önem ka­za­nır. Eğer sa­tı­cı­nın iz­ni var­sa, son­ra­dan mey­da­na ge­len faz­la­lık ona ca­iz ve helâl olur. Sa­tı­cı­nın iz­ni yok­sa, sa­tış ta­ri­hin­den son­ra­ki ar­tış yak­la­şık ola­rak be­lir­le­nip yok­sul­la­ra da­ğı­tı­lır. Çün­kü bu ar­tış sa­kın­ca­lı bir se­bep­le mey­da­na gel­miş­tir. Bu­nu mülk­ten te­miz­le­me­nin yo­lu da ba­ğış­la­ma­dır.318

 

  d) Sa­tı­lan­lar da­lın­da iken ye­ni mey­ve­le­rin çık­ma­sı:

Mey­ve­ler ağaç üze­rin­de iken sa­tıl­dık­tan son­ra, he­nüz ha­sat edil­me­den ye­ni mey­ve­ler mey­da­na gel­se, bun­lar sa­tı­cı­ya ait olur. Ba­zı in­cir çe­şi­din­de bu du­rum açık­ca gö­rü­lür. Sa­tı­lan mey­ve­le­rin ağaç­ta bek­le­til­me­sin­de sa­tı­cı­nın iz­ni­nin bu­lu­nup bu­lun­ma­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Çün­kü son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler sa­tı­cı­nın mül­kü­nün ar­tı­şı olup bun­lar ona ait ol­ma­lı­dır. An­cak ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak, son­ra­dan çı­ka­cak mey­ve­le­rin alı­cı­ya ait ol­ma­sı­nı da ka­rar­laş­tı­ra­bi­lir­ler. Bu tak­dir­de faz­la­lık alı­cı­ya helâl olur. Böy­le bir an­laş­ma bu­lun­ma­yıp, son­ra­dan çı­ka­cak mey­ve­ler bah­çe­nin ha­sat için alı­cı­ya tes­li­min­den ön­ce­ye ait olur­sa, sa­tış ak­di bâtıl olur. Çün­kü bu­ra­da es­ki ve ye­ni mey­ve­le­ri bir­bi­rin­den ayır­mak müm­kün ola­ma­ya­ca­ğı için, sa­tı­cı­nın sa­tı­la­nı tes­li­me gü­cü yet­me­miş olur.

Son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler bah­çe­nin alı­cı­ya tes­li­min­den son­ra mey­da­na gel­miş­se sa­tış bâtıl ol­maz. Çün­kü alı­cı­nın kab­zı ile sa­tış ta­mam­lan­mış bu­lu­nur. Bu du­rum­da son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler mik­tar ola­rak tah­min üze­re be­lir­le­nip sa­tı­cı ile alı­cı ara­sın­da pay­la­şı­lır. Bu­ra­da sa­tı­cı ve alı­cı­ya ait iki mülk ay­rıl­maz bir bi­çim­de bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­ğı için ilâve olan kı­sım ara­la­rın­da or­tak olur. Bu ko­nu­da an­laş­maz­lık ha­lin­de alı­cı­nın sö­zü esas alı­nır. Çün­kü mey­ve­ler onun elin­de bu­lun­mak­ta­dır.319

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re eğer mey­ve­nin sağ­lık­lı bir bi­çim­de ol­gun­la­şa­ca­ğı or­ta­ya çı­kar­sa sa­tış mut­lak ola­rak ca­iz­dir. Bu du­rum­da ürü­nü der­hal ha­sat et­mek ve­ya ağaç üze­rin­de bı­rak­mak şar­tıy­la sat­mak ara­sın­da fark yok­tur. Eğer sa­tış, ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­maz­dan ön­ce ise ağaç­ta bı­rak­ma şart ko­şul­sun ve­ya ko­şul­ma­sın sa­tış icmâ ile sa­hih de­ğil­dir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber; “Ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­ma­dık­ça mey­ve­le­rin sa­tı­şı­nı sa­ta­na da sa­tın ala­na da ya­sak­la­mış­tır.”320 Ya­sak­la­mak ise ya­sak­la­nan şe­yin fâsit ol­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir.

Eğer sa­tış der­hal ha­sat şar­tıy­la ya­pı­lır­sa, yi­ne ic­ma ile ge­çer­li olur. Çün­kü da­lın­da iken mey­ve­le­rin sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı, aşı­rı sı­cak, so­ğuk, has­ta­lık gi­bi ne­den­ler­le ürü­nün te­lef ol­ma ris­ki­nin bu­lun­ma­sı yü­zün­den­dir. De­lil, Enes (r.a)’ten nak­le­di­len şu ha­dis­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a) mey­ve or­ta­ya çık­ma­dık­ça bu­nun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı. Enes’e; “Or­ta­ya çık­ma­sı ne de­mek­tir?” di­ye so­ru­lunca; “kı­zar­ma­sı ve sa­rar­ma­sı­dır” de­miş ve şu­nu ila­ve et­miş­tir: “Eğer Al­lah mey­ve­yi ver­me­ye­cek olur­sa siz­den her­han­gi bir kim­se kar­de­şi­nin ma­lı­nı ne­yin kar­şı­lı­ğın­da al­mış ola­cak­tır?” 321

So­nuç ola­rak mey­ve­le­rin da­ha çi­çe­ğin­de iken ve­ya bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­dan, ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­mak­sı­zın bir sü­re da­lın­da bı­rak­mak şar­tıy­la sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. An­cak erik, çağ­la gi­bi ol­gun­laş­ma­dan ön­ce de ya­rar­la­nı­la­bi­len şey­le­rin ise bu du­rum­da top­lan­ma­sı şar­tıy­la sa­tı­şı ca­iz ol­du­ğu gi­bi, tüm mey­ve­le­rin ol­gun­laş­tık­tan son­ra da­lın­da sa­tı­şı da ca­iz­dir. Ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tış ko­nu­sun­da ise gö­rüş ay­rı­lı­ğı var­dır. İbn Âbidin (ö.1252/1836) sa­tış­tan son­ra da­lın­da bı­rak­mak örf ha­li­ne gel­di­ği tak­dir­de, mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan ön­ce de son­ra da da­lın­da top­tan sa­tı­şı­nın ca­iz ol­du­ğu gö­rü­şü­nü ter­cih et­miş­tir. Çün­kü fa­sit bir şart, top­lum­da örf ola­rak yay­gın­laş­tı­ğı za­man sa­hih ha­le ge­lir. Bu­na bağ­lı ola­rak sa­tım ak­di de is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ge­çer­li olur. 322

 

  e) Mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­sı­nın be­lir­ti­le­ri:

Hanefîlere gö­re ol­gun­laş­ma­nın be­lir­ti­si; mey­ve­nin has­ta­lık­tan ve­ya bo­zul­mak­tan gü­ven­de ola­cak şe­kil­de bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­sı­dır.323 Ol­gun­lu­ğun or­ta­ya çık­ma­sı her mey­ve tü­rü için ay­rı ay­rı de­ğer­len­di­ri­lir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, hur­ma­da kı­zar­ma ve­ya sa­rar­ma; üzüm­de tat­lan­ma; yu­mu­şa­ma ve­ya sa­rar­ma ol­gun­laş­ma be­lir­ti­si­dir. Di­ğer mey­ve­ler­de su­yu­nun tat­lan­ma­sı, yu­mu­şa­ma­sı ve­ya ren­gi­nin sa­rar­ma­sı ol­gun­laş­ma­nın be­lir­ti­si sa­yı­lır. Ta­ne­li bit­ki­ler­de ol­gun­laş­ma ise ta­ne­le­rin dol­ma­sı ve güç­len­me­si­dir. 324

Mey­ve­ler­de ol­gun­laş­ma sa­yı­lan ba­zı ni­te­lik­le­ri Rasûlullah (s.a) şöy­le be­lir­le­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber, mey­ve­le­ri tat­la­nın­ca­ya ka­dar da­lın­da sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.” 325  Yi­ne ol­gun­laş­ma­dan ön­ce mey­ve­nin sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış ken­di­si­ne “ol­gun­laş­ma (zehv) ne­dir?” di­ye so­ru­lun­ca; “Mey­ve­nin kı­zar­ma­sı ve sa­rar­ma­sı­dır” di­ye ce­vap ver­miş­tir.326 Sa­rar­ma­dan ön­ce üzü­mün da­lın­da sa­tı­şı­nı da ya­sak­la­mış­tır.327

 

 

 

f) Peş­pe­şe ye­ti­şen seb­ze ve mey­ve­le­rin kö­kün­de sa­tıl­ma­sı:

İn­cir, muz, gül, ka­vun, kar­puz, sa­la­ta­lık, pat­lı­can, bi­ber, do­ma­tes, ka­bak gibi ba­zı seb­ze ve mey­ve­ler ilk ürün alın­dık­tan son­ra, ay­nı kök ve dal­lar­da ge­ri­den ge­len ürün ye­ni­den ye­ti­şir. Bu çe­şit ürün­le­rin da­lın­da sa­tı­şı top­lu­ca na­sıl ola­bi­lir? Hanefîler zâhir ri­va­yet­te, Şâfiî ve Hanbelîler bun­lar­dan ilk çı­ka­cak ürü­nü kö­kün­de top­tan sat­ma­nın ca­iz ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler­dir. An­cak ilk ürü­nü ve da­ha son­ra ye­ti­şe­cek olan­la­rı bir­lik­te sat­mak ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü bu bi­li­ne­ni ve bi­lin­me­ye­ni bir­lik­te sat­mak de­mek­tir ki, bi­lin­me­ye­ni tes­li­me güç ye­ti­ri­le­mez.

An­cak Hanefîlerden ba­zı­la­rı in­san­la­rın bu gi­bi ürün­le­ri da­lın­da sa­tış yap­tık­la­rı­nı dik­ka­te ala­rak “örf” de­li­li­ne da­yan­mak su­re­tiy­le bu­nu ca­iz gör­müş­ler­dir. İbn Âbidin de bu gö­rü­şü ter­cih et­miş­tir.328 Me­cel­le’de bu gö­rüş ka­nun mad­de­si ha­li­ne ge­ti­ril­miş­tir. Mad­de şöy­le­dir: “Tek tek bir­bi­ri ar­dın­dan ye­ti­şen, ya­ni bir­den or­ta­ya çık­ma­yıp da azar azar mey­da­na ge­len, mey­ve çi­çek, yap­rak ve seb­ze­nin bir bö­lü­mü be­lir­miş ol­du­ğu hal­de on­la­ra bağ­lı ola­rak, on­lar­la bir­lik­te he­nüz be­lir­me­miş olan­la­rı­nı da­hi top­tan sat­mak sa­hih olur.”329

Mâlikîler, İbn Tey­mi­ye ve İb­nü’l-Kay­yim gi­bi bil­gin­ler de bu son gö­rü­şü ter­cih et­miş­ler­dir. Da­yan­dık­la­rı de­lil; be­de­lin­den bir bö­lü­mü­nün son­ra­dan çı­ka­cak ürü­ne kar­şı­lık ola­rak sa­tı­cı­ya ba­ğış­la­na­bi­le­ce­ği esa­sı­dır. İn­san­la­rın ör­fü de bu ko­nu­da baş­ka bir de­lil­dir. Ay­rı­ca olan­la ola­cak ola­nı ayır­mak güç­tür. Bu yüz­den son­ra­dan çı­ka­cak­lar ön­ce­ki­le­re tâbi sa­yı­lır.330

 

  g) Buğ­da­yın ba­şa­ğı için­de sa­tıl­ma­sı:

Hanefîlere gö­re buğ­da­yın ba­şa­ğın­da, bak­la­nın ka­bu­ğu için­de sa­tı­şı ca­iz­dir. Çün­kü ka­bu­ğu için­de bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­yan ürün­ler ar­tık ik­lim de­ği­şik­lik­le­rin­den ça­buk et­ki­len­mez ve se­ma­vi âfetlere kar­şı da­ha da­ya­nık­lı olur­lar. Bu yüz­den ya­rar­la­nı­la­cak du­rum­da ol­ma­yan ve he­nüz ol­gun­laş­ma­mış bu­lu­nan ekin ve ta­rım bit­ki­le­ri da­lın­da sa­tı­şa ko­nu ya­pı­la­maz­ken, ka­bu­ğu ve­ya ba­şa­ğı için­de ol­gun­la­şan­lar bun­dan is­tis­na edil­miş­tir. Ha­dis­te şöy­le bu­yu­rul­muş­tur: “Nebî (s.a) ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar hur­ma­nın, be­yaz­la­şın­ca­ya ve afet­ten gü­ven­de olun­ca­ya ka­dar ba­şa­ğın sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı. Ya­sak sa­tı­cı­yı da alı­cı­yı da kap­sar.”331

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ol­gun­la­şan buğ­da­yın ba­şa­ğı ile bir­lik­te sa­tı­şı ca­iz­dir. Yal­nız ba­şa­ğın için­de­ki buğ­day sa­tı­lır­sa, ni­te­li­ği ve çok­lu­ğu be­lir­siz ola­ca­ğı için böy­le bir sa­tış ca­iz ol­maz.

Şâfiîlerin da­ha sağ­lam gö­rü­şü­ne gö­re, buğ­day, mer­ci­mek, su­sam ve no­hut gi­bi ürün­le­rin ba­şa­ğın­da sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü sa­tı­lan ürün ka­buk yü­zün­den açık­ta ol­ma­yıp giz­li­dir. Bu, dö­vü­lüp sa­ma­nı için­de bu­lu­nan buğ­da­yın sa­tı­şı­na kı­yas ya­pı­la­rak ga­rar­lı bir sa­tış sa­yı­lır.332