I - GÜVENE DAYANAN SATIŞLARA TOPLU BAKIŞ
A) Serbest Pazarlıkla Satış (Müsâvemeli Satış):
Müşteriye alış fiyatı veya maliyet açıklanmaksızın bir satış bedeli üzerinde serbest pazarlıkla yapılan satışa musâvemeli satış denir. Burada pazarlık satıcının belirlediği bedel üzerinde olur. Fiyatların güvenilir olduğu piyasada satıcının teklif ettiği bedel üzerinden pazarlıksız satış da yapılır. İslâm fıkhında bey' (satış) denilince daha çok bu çeşit alışverişler akla gelir. Yalan ve aldatma karışma ihtimalini azalttığı için İslâm fakihlerinin çoğu müsavemeli satış şeklini daha uygun bulurlar.
Meselâ; bir kimse yüz bin liraya mal olan bir malı, bu maliyeti açıklamaksızın 120 bin liraya satsa bu müsâvemeli satış olur. Alıcının pazarlıkla bu fiyattan indirim yaptırması da mümkündür. Böyle bir satışta, miktarı alıcıya açıklanmayan kâr da vardır.1
B) Murabaha Satışı (Kâr Miktarı Açıklanan Satış):
Alış fiyatının veya maliyetin misline bir kâr eklemek suretiyle yapılan satıştır. Burada malın sahibi, alıcıya, malı kaça aldığını ve ne miktar kâr eklediğini açıklar. Kârın miktarı yüz bin lira gibi maktu olabileceği gibi, yüzde on veya onda iki gibi oranlı da olabilir. İleride murabahalı satışın özelliklerini ayrıca açıklayacağız.
C) Tevliye Satışı (Kârsız Satış):
Bir malı alış fiyatına veya maliyetine satmaya tevliye satışı denir. Satıcı bazan malı elinden çıkarmak, para darlığı yüzünden onu nakde çevirmek, malın modasının geçmekte olması, mevsim sonunun gelmesi gibi nedenlerle hiç kârsız satış yapabilir. İslâm'da bir malın kârsız satışı da mümkün ve câizdir. Hz. Peygamber (s.a.) Medîne'ye hicret etmek isteyince, Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) iki tane deve satın alıp, birisini Allah elçisine bağışlamak istedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Bu iki deveden birisini bana aldığın fiyatla devret.2 Hz. Peygamber'in burada deveyi kârsız olarak satın alma teklifinde bulunması, bunun caiz olduğunu gösterir.
Tevliye'nin bir çeşidi olan bey'u'l-işrâk başka birisini satışa ortak etmek demektir. Bu ortaklık alış fiyatı veya maliyet üzerinden olacağı için muâmele kısmî tevliye niteliğindedir. Nitekim Hz. Ebû Bekir Mekke'de köle statüsünde bulunan Bilâl b. Rabah el-Habeşî'yi (ö.20/641) satın alıp hürriyetine kavuşturmuştu. Hz. Peygamber, Bilâl (r.a.)’in satış bedeline ortak olmak isteyince de, Ebu Bekir (r.a) O'nu azat ettiğini bildirdi. Eğer satın alınan bir şeye, alış fiyatı üzerinden başka birisinin ortak olması caiz bulunmasaydı, bunu Allah elçisinin de istememesi gerekirdi.3
D) Vazîa Satışı (Zararına Satış):
Bir malı alış fiyatından veya maliyetinden daha düşük bir bedelle satışa “zararına satış” denir. Bir kimse malını belirli bir kârla satabileceği gibi, hiç kârsız hatta zararına da satabilir. hiç bedelsiz bağışlama yetkisi bile bulunduğuna göre, az veya çok bedelle satışı öncelikle caiz olur.
Ancak darda kalan kimsenin malını aşırı düşük fiyatla satın almaktan sakınmak gerekir Hz. Ali (r.a.)'ten şöyle dediği nakledilmiştir: İleride sıkıcı devirler gelecek ve zenginler ellerindeki servete sımsıkı sarılacak. Halbuki onlar bununla emrolunmadılar. Allahü Teâlâ şöyle buyurur: Aranızdaki iyiliği unutmayın.4 Darda kalan kimselerle alış-veriş yapılır. Halbuki Nebî (s.a.) darda kalanın satışını, aldatma bulunan satışı ve olgunlaşmadan önce meyvelerin satışını yasaklamıştır.5
Ebû Dâvud'un Sünen'ini şerheden ebû Süleyman el-Hattâbî (ö. 388/998) darda kalanın (muzdar) satışını şöyle açıklar: Kişi ya tehdit ve korkutma ile malını satmak zorunda kalır ki böyle bir satış fasittir. Ya da ağır bir borç yükü yüzünden, zaruret nedeniyle malını ucuza satmak zorunda bulunur. Böyle bir kimsenin malını ucuza almak yerine ona yardımcı olmalı, ödünç para verme yoluna gidilmeli veya borcu, ödeyebileceği zamana kadar ertelenmelidir. Ancak bununla birlikte zarûret halinde yapılacak satış geçerli olup feshedilemez. Âlimlerin büyük çoğunluğu darda kalanın satışını mekruh saymıştır.6
İslâm her muamelede en güzel usul ve yöntemlerin yerleşmesini amaç edinmiştir. Alış-verişlerde de birbirinin sözüne, malla ilgili olan açıklamalara güvenen taraflar etki altında kalır. Sonradan aldatıldığını anlayan kimsenin insanlara ve topluma karşı güveni sarsılır. Bu yüzden ticarette güveni sarsacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Çünkü ticaret güven demektir.
Ashab-ı kiram, aleyhlerinde bile olsa ticarette doğru sözlülükten ayrılmazdı. Buna Cerîr b. Abdillah el-Becelî'yi (ö. 51/671) örnek verebiliriz. Cerîr (r.a.), bir at satın almak ister. Beğendiği ata, sahibi 500 dirhem (o dönemde 5 dirhem yaklaşık bir koyun bedelidir) ister. Alıcı Cerîr, ata 600 dirhem verebileceğini, ancak atın değerinin daha da yüksek olduğunu ve fiyatı 800 dirheme kadar artırabileceğini söyler. Atın gerçek değerinin farkında olmayan satıcı; Atım gerçekten bu kadar değerli midir? diye sorunca Cerîr; At, belki 800 dirhemden de fazla edebilir. Fakat ben daha fazla veremem diye cevap verir. Bu sırada çevrede bulunanlar Cerîr'e; Atı 500 dirheme satın alman mümkün iken fiyatı niçin bu kadar yükselttin? diye sorarlar. Cerîr şu cevabı verir: Biz alış-verişlerimizde hile yapmayacağımız ve bildiğimiz şeyleri söyleyeceğimiz konusunda Allah'ın Rasûlüne söz verdik7.