>III- ANA­PA­RA VE­YA MÂLİYET

 

A) Alış Fi­ya­tı Ve­ya Ana­pa­ra:

Bir ma­lı ilk ola­rak sa­tın alan kim­se­nin akit­le öde­me­si ge­re­ken be­de­le ana­pa­ra (re'su'l-mâl) de­nir. Bu, sa­tın alı­nan şe­ye ken­di­si ile mâlik olu­nan ve akit­le ge­rek­li olan be­del olup, alış-ve­riş ya­pıl­dık­tan son­ra da­ha ön­ce be­lir­le­nen bu be­de­lin ye­ri­ne ve­ri­le­bi­le­cek baş­ka bir be­del ana­pa­ra sa­yıl­maz. Çün­kü mu­ra­ba­ha, ilk alış fi­ya­tı­na bir kâr ek­le­mek su­re­tiy­le ya­pı­lan sa­tış şek­li­dir. İlk alış be­de­li (se­men) de akit­le be­lir­le­nen be­del­den iba­ret­tir. Sa­tı­cı ve alı­cı da­ha son­ra sa­tış be­de­li­nin cins ve­ya mik­ta­rı­nı de­ğiş­tir­se­ler, bu baş­ka bir akit­le be­lir­le­nen be­del olup, ana­pa­ra de­ğil, be­del ye­ri­ne be­del koy­mak iş­le­mi (istibdâl) olur. İş­te böy­le bir ma­lı bel­li bir kâr üze­rin­de an­la­şa­rak sa­tın alan kim­se, ta­raf­la­rın üze­rin­de an­laş­tık­la­rı ilk be­del­le yü­küm­lü olur. Müş­te­ri­ye, hiç kârsız sa­tıl­dı­ğı açık­la­nan tev­li­ye sa­tı­şın­da da, hü­küm böy­le­dir.

Meselâ; bir kim­se bir el­bi­se­yi otuz dir­he­me sa­tın al­sa, an­cak otuz dir­hem ye­ri­ne üç di­nar ve­ya baş­ka bir el­bi­se ver­se, ana­pa­ra otuz dir­hem gü­müş pa­ra olur. Fi­i­len öde­nen üç di­nar al­tın pa­ra ve­ya el­bi­se ana­pa­ra sa­yıl­maz. Çün­kü otuz dir­hem akit­le ge­rek­li olan be­del­dir. Üç di­nar ve­ya el­bi­se ise öden­me­si ge­rek­li olan be­de­lin (se­men) be­de­li­dir.

Yi­ne alı­cı on dir­hem saf gü­müş pa­ra ile bir el­bi­se sa­tın al­sa, son­ra sa­tı­cı­ya on za­yıf (gü­müş ora­nı az) dir­hem ver­se sa­tı­cı da bu­nu ka­bul edin­ce bu sa­tış ta­mam­lan­mış olur. Son­ra alı­cı bu ma­lı kâr mik­ta­rı­nı açık­la­ya­rak sat­mak is­te­se, ikin­ci müş­te­ri­nin be­de­li saf gü­müş pa­ra ile öde­me­si ge­re­kir. Çün­kü ilk akit­le öden­me­si üst­le­ni­len pa­ra saf gü­müş olup, za­yıf gü­müş pa­ra ilk se­me­ne baş­ka bir akit­le be­del kı­lın­mış­tır.

Bir kim­se, on bin Ame­ri­kan Do­la­rı­na it­hal et­ti­ği bir ma­lı, yir­mi mil­yon Türk li­ra­sı kâr ek­le­ye­rek (murâbaha ile) sat­sa, ana­pa­ra on bin do­lar olur­ken, kâr Türk li­ra­sı cin­sin­den borç­la­nıl­mış olur.

Eğer kâr yüz­de ola­rak ana­pa­ra­ya nis­bet edi­lir­se ana­pa­ra cin­sin­den ve­ril­me­si ge­re­kir. Meselâ; on bin Ame­ri­kan Do­la­rı­na it­hal edi­len mal % 20 kârla sa­tıl­sa ana­pa­ra­nın % 20si olan iki bin do­lar kârla sa­tıl­mış olur. An­cak bu­ra­da sa­tı­cı ile alı­cı an­la­şa­rak do­lar ye­ri­ne bu­nun be­de­li olan mark ve­ya Türk li­ra­sı­nın öde­me­de esas alın­ma­sı da müm­kün­dür.13

 

B) Ana­pa­ra­ya Ek­le­nip Ek­le­ne­me­yen Un­sur­lar:

Bir ma­lın ken­di­sin­de ve­ya de­ğe­rin­de bir ar­tış mey­da­na ge­ti­ren har­ca­ma­la­rın ana­pa­ra­ya ek­len­me­siy­le el­de edi­len ye­ni de­ğe­re ma­li­yet de­nir. Ar­tık ma­li­yet ye­ni bir ana­pa­ra sa­yı­lır. Gü­ve­ne da­ya­nan mu­ra­ba­ha, tev­li­ye ve­ya vazîa sa­tış­la­rın­da kâr ve­ya za­rar mik­ta­rı alış fi­ya­tı ve­ya ma­li­ye­tin üze­ri­ne ek­len­di­ği için bu un­su­run be­lir­len­me­si önem­li­dir. An­cak ba­zan ma­lın alış fi­ya­tı­na ek­le­ne­cek her­han­gi bir mas­raf bu­lun­ma­ya­bi­lir. Bu tak­dir­de kâr doğ­ru­dan doğ­ru­ya alış fi­ya­tı­na ek­le­nir.

Mal, üre­ti­ci­den ve­ya on­dan son­ra­ki bir el­den sa­tın alın­dık­tan son­ra, müş­te­ri­ye ar­ze­di­lin­ce­ye ka­dar bir ta­kım mas­raf­lar ya­pıl­mış olur ve bun­lar ma­lın ken­di­sin­de ve­ya de­ğe­rin­de bir ar­tış mey­da­na ge­tir­miş bu­lu­nur­sa, bu gir­di­ler alış fi­ya­tı­na ek­le­ne­bi­lir. Na­kil mas­raf­la­rı, di­kiş, ci­la­la­ma, bo­ya­ma, ona­rım, yem, yi­ye­cek ve su­la­ma üc­ret­le­ri gi­bi har­ca­ma­lar bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir.13/a

Ara­cı, ko­mis­yon­cu, sim­sar ve­ya açık art­tır­ma­da sa­tı­şı yö­ne­ten kim­se an­laş­ma­ya ve­ya ör­fe gö­re bel­li bir üc­ret ala­bi­lir. İş­te bu amaç­la ya­pı­lan har­ca­ma­la­rın da ma­li­ye­te ek­len­me­si müm­kün­dür.13/b An­cak sa­tı­cı ile alı­cı ara­sı­na gi­ren bu gi­bi ara­cı­la­rın doğ­ru­luk­tan ay­rıl­ma­ma­sı ve ka­ra­bor­sa­ya se­bep ol­ma­ma­sı ge­re­kir. Ni­te­kim fi­yat­la­rın ge­rek­siz ara­cı­lar yo­luy­la yük­sel­me­si­ni ve pi­ya­sa­da mal dar­lı­ğı­nı ön­le­mek ama­cıy­la Al­lah el­çi­si şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tış yap­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır. Ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: Enes (r.a.), Rasûlûllah (s.a.)in şöy­le de­di­ği­ni nak­let­miş­tir: Hz. Pey­gam­ber şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tış yap­ma­sı­nı ya­sak­la­mış, ya­ni onun köy­lü adı­na ko­mis­yon­cu­luk yap­ma­sı­nı me­net­miş­tir. İs­ter­se bun­lar bir­bi­ri­nin ba­ba­sı ve­ya kar­de­şi ol­sun.14

Ca­bir (r.a)ten nak­le­di­len şu ha­dis­te de şef­faf ve ser­best re­ka­be­te açık bir ti­ca­ret ha­ya­tı ön­gö­rü­lür. “Şe­hir­li köy­lü adı­na sa­tış ya­pa­maz. İn­san­la­rı ken­di hal­le­ri­ne bı­ra­kı­nız, umu­lur ki, Al­lah on­lar­dan bir kıs­mı­nı, di­ğer­le­ri se­be­biy­le rı­zık­lan­dı­rır.”15 Ha­ne­fi­le­re gö­re, pi­ya­sa­da gı­da mad­de­si dar­lı­ğı olun­ca, şe­hir­li­nin, köy­lü­nün üret­ti­ği ma­lı de­po­la­yıp pa­ha­lan­ma­sı için bek­let­me­si mek­ruh­tur. Nor­mal za­man­lar­da ise bu du­rum mekrûh ol­maz.16

Hanefîlerin ço­ğun­luk gö­rü­şü­ne gö­re ma­li­ye­te ek­le­nip ek­len­me­ye­cek mas­raf­la­rı tüc­car ara­sın­da­ki örf be­lir­ler. Ma­li­ye­te ek­len­me­si ön­gö­rü­len har­ca­ma­lar as­lın­da bu ko­nu­da örf bu­lun­du­ğu için ek­len­miş olur. Çün­kü müs­lü­man­la­rın ara­sın­da olu­şan ve nass­lar­la (âyet-ha­dis) çe­liş­me­yen örf­ler şer'î bir de­lil­dir.17

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur:

“Müs­lü­ma­nın gü­zel gör­dü­ğü şey­ler Al­lah ka­tın­da da gü­zel­dir.”18

İş­te bir ma­lın alış fi­ya­tı­na yu­ka­rı­da be­lir­ti­len öl­çü­ler için­de bir ta­kım mas­raf­lar ek­len­dik­ten son­ra, bu mal kâr mik­ta­rı açık­la­na­rak ve­ya hiç kârsız sa­tıl­dı­ğı be­lir­ti­le­rek sa­tı­şa ar­ze­dil­se, ar­tık sa­tı­cı: Bu ma­lı şu fi­ya­ta sa­tın al­dım de­mez, fa­kat; Bu ma­lın ba­na ma­li­ye­ti şu ka­dar­dır; sa­na şu ka­dar kâr ek­le­ye­rek sa­tı­yo­rum de­me­si ge­re­kir. Böy­le­ce ya­la­na düş­me­miş olur.

Meselâ; üç yıl kul­la­nıl­mış bir oto­mo­bi­li sa­tın alan kim­se ka­por­ta ta­mi­ri ve bo­ya yap­tır­dık­tan son­ra yüz­de yir­mi kârla sa­tı­şa ar­zet­se, kârı ka­por­ta ve bo­ya mas­raf­la­rı­nı ek­le­dik­ten son­ra el­de edi­len ma­li­ye­tin üze­ri­ne ila­ve eder. Müş­te­ri­ye de alış fi­ya­tı­nı de­ğil, mâliyeti açık­la­ma­sı ge­re­kir.

Di­ğer yan­dan ma­lın alı­mı, nak­li ve pa­zar­la­ma­sı sı­ra­sın­da mal sa­hi­bi­nin ken­di şah­sı için ya­pa­ca­ğı ye­me, iç­me, otel vb. mas­raf­lar­la ço­ban, bek­çi, dok­tor ve ve­te­ri­ner mas­raf­la­rı ana­pa­ra­ya ek­le­ne­mez. Çün­kü bun­lar sa­tı­lan mal­da ve­ya de­ğe­rin­de bir ar­tış mey­da­na ge­ti­re­cek ni­te­lik­te de­ğil­dir. Ay­rı­ca bu ko­nu­da açık örf de yok­tur.19 Hat­ta es­naf ve tüc­car bir ta­kım sahşî mas­raf­la­rın ma­li­yet­le­re yan­sı­tıl­ma­sı­nı çir­kin gö­rür. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur:

“Müs­lü­man­la­rın çir­kin gör­dü­ğü şey­ler, Al­lah ka­tın­da da çir­kin­dir.”20

Sa­tı­la­cak mal için ya­pı­lan bir ta­kım har­ca­ma­lar ya­nın­da bu mal­dan ba­zı ge­lir­ler de el­de edil­miş ola­bi­lir. Bu tak­dir­de ge­lir ve gi­der bir­bi­ri­ne mah­sup edi­lir.

Meselâ; bir ce­le­bin sa­tın al­dı­ğı hay­van­lar bir sü­re elin­de kal­sa, bun­la­rın ye­mi, su­yu ve ba­kı­mı için bir ta­kım mas­raf­lar ya­pıl­sa, fa­kat bu ara­da süt, yağ, yün gi­bi ge­lir­le­rin­den ya­rar­la­nıl­sa, bu ge­lir­ler hay­va­na ya­pı­lan mas­raf­lar­dan dü­şü­rü­lür. Mas­raf faz­la çı­kar­sa faz­la­lık ana­pa­ra­ya ek­le­nir. Çün­kü bu­ra­da ya­rar­lan­ma, ma­lın bir cü­zü ola­rak mey­da­na gel­miş sa­yı­lır. Ki­ra ge­li­ri ise, ma­lın biz­zat ken­di­sin­den ve­ya par­ça­sın­dan el­de edil­me­di­ği için ana­pa­ra­dan dü­şü­rül­mez.21

An­cak şu­nu da be­lir­te­lim ki bir ma­lın net ma­li­yet he­sa­bı, gü­ve­ne da­ya­nan mu­ra­ba­ha, tev­li­ye ve­ya vazîa sa­tış­la­rın­da söz ko­nu­su olur. Ma­lın ser­best pa­zar­lık­la (musâveme) ma­li­yet ve kâr mik­ta­rı açık­lan­ma­dan sa­tı­şı da müm­kün­dür. Bu tak­dir­de müş­te­ri­ye alış fi­ya­tı ve­ya ma­li­yet­le kâr mik­ta­rı açık­lan­ma­dı­ğı için, ma­li­yet he­sap­la­rın­da ya­pı­la­bi­le­cek yan­lış­lık­la­rın so­rum­lu­lu­ğu da kalk­mış olur. Han­gi çe­şit sa­tış tü­rü olur­sa ol­sun, alı­cı­yı ya­nıl­ta­cak ve onu et­ki al­tın­da bı­ra­ka­cak yan­lış bil­gi­ler ver­mek­ten sa­kın­mak ge­re­kir.