>V- SA­TIM AK­Dİ­NİN ÎFÂ MAS­RAF­LA­RI

 

Sa­tım ak­di ya­pıl­dık­tan son­ra, alı­cı sa­tış be­de­li­ni öde­mek, sa­tı­cı da ma­lı tes­lim et­mek­le yü­küm­lü bu­lu­nur. An­cak sa­tı­lan ma­lın kar­şı ta­ra­fa tes­li­mi ve sa­tış be­de­li­nin sa­tı­cı­ya ulaş­tı­rıl­ma­sı ba­zan bir ta­kım mas­raf­la­rı ge­rek­ti­re­bi­lir. Pa­ket­le­me, yük­le­me, am­ba­ra tes­lim, ta­pu, no­ter, güm­rük, alım-sa­tım ver­gi­si gi­bi pek çok mas­raf­lar bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir. Ak­si ka­rar­laş­tı­rıl­ma­dı­ğı sü­re­ce bu ko­nu­da şu ge­nel pren­sip uy­gu­la­nır: Sa­tı­lan şe­yin tes­li­mi ile il­gi­li mas­raf­lar sa­tı­cı­ya, sa­tış be­de­li­nin tes­li­mi ile il­gi­li mas­raf­lar alı­cı­ya ait olur.

 

  A) Alı­cı­nın Kat­la­na­ca­ğı Mas­raf­lar:

Sa­tış be­de­li ile il­gi­li mas­raf­lar alı­cı­ya ait­tir. Çün­kü o, sa­tış be­de­li­ni öde­mek zo­run­da ol­du­ğu­na gö­re, öde­me sı­ra­sın­da çı­ka­bi­le­cek mas­raf­la­ra da onun kat­lan­ma­sı ge­re­kir. Pa­ra­yı kont­rol et­tir­me, ha­va­le üc­re­ti, ve­re­si­ye sa­tış­ta se­net ve çek ha­zır­la­ma ve bun­la­rın tah­si­li için ge­rek­li mas­raf­lar alı­cı­ya ait­tir. Çün­kü bor­cun tam ola­rak ifa­sı an­cak bu şe­kil­de müm­kün­dür.40

Di­ğer yan­dan ve­re­si­ye sa­tış­lar­da bor­cun va­de­sin­de öden­me­me­si yü­zün­den or­ta­ya çı­kan pro­tes­to, mah­ke­me, ic­ra, ipo­tek vb. mas­raf­la­rı borç­lu­nun kar­şı­la­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bu mas­raf­la­rın ya­pıl­ma­sı­na o ne­den ol­muş­tur.

Borç­lu­nun bor­cu­nu va­de­sin­de öde­ye­me­me­si ölüm, has­ta­lık, yan­gın, sel felâketi, ku­rak­lık, don, eko­no­mik is­tik­rar­sız­lık, hır­sız­lık, gasp ve ala­cak­la­rı­nı tah­sil ede­me­me­si gi­bi hak­lı bir se­be­be da­ya­nı­yor­sa ken­di­si­ne ala­cak­lı ta­ra­fın­dan ko­lay­lık gös­te­ril­me­li­dir.

Kur'an-ı Kerîm'de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Eğer borç­lu dar­lık için­de ise, ona ge­niş bir za­ma­na ka­dar müh­let ve­rin. Eğer bi­lir­se­niz bor­cu sa­da­ka ola­rak ba­ğış­la­ma­nız si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır.”41 Bu ko­lay­lık; öde­me gü­cü­ne ka­vu­şa­ca­ğı za­ma­na ka­dar borç­lu­ya müh­let ver­mek, eğer ta­ma­men öde­me gü­cü­nü kay­bet­miş­se, ala­ca­ğı ona sa­da­ka ola­rak ba­ğış­la­ma­yı kap­sa­mı­na alır.

İslâm Dev­le­ti olan yer­de bu hü­küm­ler İslâm mah­ke­me­si eliy­le uy­gu­la­nır. İslâmda borç­lu­lar üçe ay­rı­lır: Mâlî du­ru­mu iyi olup, bor­cu­nu öde­mek is­te­me­yen­ler; da­ra düş­müş olup, el­le­rin­de hiç bir ma­lı ol­ma­yan­lar; ma­lı bor­cu­na denk ve­ya bor­cu da­ha faz­la olan­lar. Bu so­nun­cu­nun va­de­si ge­len borç­la­rı öde­ne­mi­yor ve mev­cut mal var­lı­ğı da bor­cu kar­şı­la­ya­mı­yor­sa iflâs prob­le­mi or­ta­ya çı­kar.

Ebû Hanîfe'ye gö­re böy­le bir borç­lu 2-3 ay hap­se­dil­dik­ten son­ra, ma­lı ol­du­ğu­na da­ir be­lir­ti bu­lun­maz ve­ya ger­çek­ten yok­sul ol­du­ğu or­ta­ya çı­kar­sa ser­best bı­ra­kı­lır. An­cak ala­cak­lı­lar ken­di­si­ni ta­kip eder ve ye­ni­den öde­me gü­cü­ne ka­vu­şur­sa, ala­cak­la­rı­nı bun­dan tah­sil eder­ler. Ebû Hanîfe borç­lu için kı­sıt­la­ma­yı (hacr) ka­bul et­mez.

Ebû Yu­suf, imam Mu­ham­med, Şâfii, Mâlik ve Ah­med b. Han­bel'e gö­re, va­de­si ge­len bor­cu, mal var­lı­ğı­nı aşan borç­lu­lar ala­cak­lı­la­rın is­te­ği üze­ri­ne hâkim ta­ra­fın­dan kı­sıt­lı­lık (hacr) al­tı­na alı­nır. Mâlikiler bu ko­nu­da hacr için mah­ke­me ka­ra­rı­nı da ge­rek­li gör­mez­ler. Kı­sıt­la­ma (hacr) ile ala­cak­lı­la­ra za­rar ve­re­bi­le­cek ta­sar­ruf­lar ön­len­miş olur. Bu yüz­den borç­lu­nun va­kıf, hi­be, sa­da­ka ve baş­ka­sı­na ye­ni bir borç ik­ra­rı gi­bi ta­sar­ruf­la­rı ala­cak­lı­la­rın ica­ze­ti bu­lun­ma­dık­ça ge­çer­li ol­maz.42

Di­ğer yan­dan malî du­ru­mu i­yi  ol­du­ğu hal­de bor­cu­nu öde­me­yen kim­se ala­cak­lı­ya zu­lüm yap­mış olur. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: "Zen­gi­nin, bor­cu­nu er­te­le­yip ge­cik­tir­me­si zu­lüm­dür" 43 Böy­le bir borç­lu­ya yar­dım­cı ol­mak onun zul­mü­nün art­ma­sı­na yol aça­bi­lir. Bu yüz­den ala­cak­lı İslâmın ta­nı­dı­ğı ve için­de ya­şa­dı­ğı top­lu­mun gü­zel gö­rüp be­nim­se­di­ği yol­la­ra baş­vu­ra­rak ala­ca­ğı­nı al­ma­ya ça­lı­şır. Bir mü­min al­tın, gü­müş ve sa­tın al­ma gü­cü­nü ko­ru­yan dö­viz, buğ­day, ar­pa gi­bi fa­iz ce­re­yan eden ala­cak­la­rın ge­cik­me­sin­den do­la­yı­va­de­farkı dü­şün­me­me­li­dir. Yi­ne va­de­sin­de öden­me­yen kâğıt pa­ra borç­la­rı­nın en geç bir aya ka­dar er­te­len­me­si ha­lin­de bir fark alın­ma­ma­lı­dır. Va­de be­lir­len­me­den ya­pı­lan ve­re­si­ye sa­tış­ta, bu­nun en geç bir ay ola­rak ka­bul edil­me­si Me­cel­le'nin 249ncu mad­de­sin­de be­lir­le­di­ği pren­sip­ler­den­dir. Çün­kü bir ay ya­kın bir sü­re sa­yıl­mış ve pe­şin­le bir aya ka­dar va­de­li sa­tış ara­sın­da önem­li bir fark gö­ze­til­me­miş­tir. Sa­tı­cı bu­ra­da sü­re­den kay­bet­ti­ği­ni sü­rüm­den ka­za­nır.

Gü­nü­müz­de kâğıt pa­ra borç­la­rı­nın za­ma­nın­da öden­me­me­si yü­zün­den aşı­rı enflâsyonlar se­be­biy­le ala­cak­lı­la­rın bü­yük za­rar­la­ra uğ­ra­dı­ğı bi­lin­mek­te­dir. Ka­ğıt pa­ra­nın sağ­lam ve stan­dart bir kar­şı­lı­ğa bağ­lan­ma­ma­sın­dan mey­da­na ge­len bu du­ru­mun, pro­tes­to ta­ri­hin­den iti­ba­ren bor­cun al­tın kar­şı­lı­ğı he­sap­la­na­rak bir va­de far­kı­nın alı­na­bil­me­si hak­ka­ni­ye­te ve ada­le­te uy­ğun ol­ma­lı­dır. Çün­kü kâğıt pa­ra­nın or­ta­ya çı­kı­şı ve Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğun­da 19. yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­dan iti­ba­ren uy­gu­la­nı­şı da­i­ma temsilî pa­ra şek­lin­de ol­muş­tur. Bu isim al­tı­nı tem­sil et­me­sin­den ötü­rü ve­ril­di­ği gi­bi, Os­man­lı­lar­da­ki kâime te­ri­mi al­tın li­ra ye­ri­ne ge­çen, onu tem­sil eden an­la­mın­da kul­la­nıl­mış­tır. Kâğıt pa­ra­nın ye­ni­den sağ­lam, be­lir­li ve stan­dart bir kar­şı­lı­ğa bağ­lan­ma­sı­na ka­dar onu ör­fen ve hük­men al­tı­na bağ­lı say­mak, ta­ri­hi çiz­gi­si­ni de­vam et­tir­mek ni­te­li­ğin­de­dir. Bu, va­de far­kı­nın enf­las­yon ora­nı­na gö­re be­lir­len­me­sin­den da­ha sağ­lam ve da­ha is­tik­rar­lı bir yol­dur.

 

  B) Sa­tı­cı­nın Kat­la­na­ca­ğı Mas­raf­lar:

Sa­tı­lan ma­lın tes­li­mi ile il­gi­li mas­raf­lar sa­tı­cı­ya ait­tir. Sa­tı­cı tes­lim­le yü­küm­lü ol­du­ğu­na gö­re, tes­lim­le il­gi­li ola­rak çı­ka­cak kül­fet ve mas­raf­la­ra onun kat­lan­ma­sı ge­re­kir.

Pa­ket­le­me, am­ba­laj yap­ma, yük­le­me, ta­pu, no­ter, tes­lim ye­ri­ne ka­dar na­kil üc­re­ti gi­bi mas­raf­lar sa­tı­cı­ya ait­tir.44 Sa­tış sı­ra­sın­da ma­lın tes­lim ye­ri ko­nu­şul­ma­mış­sa, pren­sip ola­rak, ak­din ya­pıl­dı­ğı sı­ra­da sa­tı­la­nın bu­lun­du­ğu yer, tes­lim ye­ri sa­yı­lır. Bu­na gö­re, sa­tı­lan bir ma­lın tes­li­min­de, akit ye­ri de­ğil, ma­lın bu­lun­du­ğu yer ge­çer­li­dir. An­cak bel­li bir yer­de tes­lim edil­mek üze­re an­laş­ma ya­pıl­mış­sa, ma­lın ora­da tes­li­mi ge­re­kir. Bu­nun­la bir­lik­te, sa­tı­lan ma­lı alı­cı­nın bu­lun­du­ğu ye­re nak­let­mek şar­tıy­la sa­tış yap­mak ca­iz gö­rül­me­miş­tir. Çün­kü böy­le bir an­laş­ma, Hz. Pey­gam­ber (s.a.)in "Bir akit için­de iki akit yap­ma­yı ya­sak­la­yan" hadisi45  ile çe­li­şir. Böy­le bir sa­tış­ta sa­tım ak­di ile nak­li­ye söz­leş­me­si­ne a­it  be­del­ler  tek be­del için­de top­la­nır ve bi­lin­mez­lik söz ko­nu­su olur. Bu yüz­den sa­tım ak­di ya­pıl­dık­tan son­ra, nak­li­ye işi­ni sa­tı­cı fir­ma üst­le­ne­cek­se bu­nu ser­vis ara­ba­sı ile üc­ret­siz ya­pa­bi­lir ve­ya nak­li­ye üc­re­ti­ni ay­rı­ca be­lir­le­mek ge­re­kir. Alı­cı bu üc­re­ti yük­sek bu­lur­sa, dı­şa­rı­dan ken­di­si araç bu­la­rak da­ha ucu­za nak­let­ti­re­bi­lir. Kı­sa­ca na­kil üc­re­ti­nin sa­tış be­de­li için­de kay­bol­ma­sı özel­lik­le alı­cı­nın al­dan­ma­sı­na yol aça­bi­lir.46

So­nuç ola­rak bu bö­lüm­de in­ce­le­di­ği­miz hü­küm­ler alı­cı­ya kâr mik­ta­rı açık­la­na­rak ve­ya kârsız ya­pıl­dı­ğı ya­hut da za­ra­rı­na ol­du­ğu söy­le­ne­rek ya­pı­lan sa­tış­lar­la il­gi­li­dir. Bu çe­şit sa­tış­lar­da müş­te­ri­ye alış fi­ya­tı­nın ve­ya ma­li­ye­tin açık­lan­ma­sı ve kâr mik­ta­rı­nın bil­di­ril­me­si alı­cı­yı et­ki al­tın­da bı­ra­kır. Alı­cı bu bil­gi­le­re gü­ve­ne­rek ve da­ya­na­rak ma­lı sa­tın al­ma­ya ka­rar ve­rir. İş­te bu yüz­den ve­ri­len bil­gi­le­rin doğ­ru ol­ma­sı ge­re­kir. Bir İslâm top­lu­mun­da ti­ca­ret ya­pan­la­rın ken­di ti­ca­ret çe­şi­di ile il­gi­li va­hiy ve sün­net­te yer alan esas­la­rı so­rup öğ­ren­me­si ge­re­kir. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: "Eğer bil­mi­yor­sa­nız, bi­len­le­re so­ru­nuz" 47 Hz. Ömer (r.a.) hilâfete geç­tik­ten son­ra top­lu­ma şu ta­mi­mi ya­yın­la­mış­tır: "Ken­di mes­le­ği ile il­gi­li islâmın hü­küm­le­ri­ni öğ­ren­me­dik­çe hiç­bir kim­se bi­zim çar­şı ve pa­zar­la­rı­mız­da alış-ve­riş yap­ma­sın" 48