ALIŞ-VE­RİŞ­TE KÂR VE BU­NUN ÖL­ÇÜ­SÜ

Kâr Kav­ra­mı ve Kap­sa­mı

Pi­ya­sa Fi­ya­tı ve­ya Em­sal Fi­yat

Aşı­rı ve­ya Fâhiş Fi­yat

Dev­le­tin Fi­yat­la­ra Mü­da­ha­le­si

ALIŞ-VE­RİŞ­TE KÂR VE BU­NUN ÖL­ÇÜ­SÜ

I- KÂR KAV­RA­MI VE KAP­SA­MI

Bir ma­lı sa­tar­ken alış fi­ya­tı ve­ya ma­li­yet üze­ri­ne ek­le­nen faz­la­lı­ğa kâr (ribh) de­nir. Arap­ça bir söz­cük olan rib­hın mas­tar an­la­mı; ka­zan­mak, kâr el­de et­mek de­mek­tir. Ku­ran-ı Kerîm'de şöy­le bu­yu­ru­lur: “On­lar doğ­ru­lu­ğa kar­şı­lık sa­pık­lı­ğı sa­tın al­dı­lar. Fa­kat bu ti­ca­ret­le­ri on­la­ra kâr sağ­la­ma­dı.”1 Ribh söz­cü­ğü ha­dis­ler­de şu şe­kil­de kul­la­nıl­mış­tır: “Za­rar mey­da­na ge­lir­se bu­nun taz­min edil­me­si üst­le­nil­me­di­ği tak­dir­de, kârı (ribh) de söz ko­nu­su ol­maz.”2  “O, onun kârını yok­sul­lar için bir sa­da­ka kıl­dı.”3

Alış-ve­riş­ler ge­nel­lik­le ih­ti­ya­cı kar­şı­la­mak ve­ya kâr sağ­la­mak ama­cıy­la ya­pı­lır. İslâmda kârın meşrû olu­şu üç se­bep­ten bi­ri­si­ne da­ya­nır. Emek, ser­ma­ye, ri­zi­ko­su ve taz­min yü­küm­lü­lü­ğü.

  A) Emek Kar­şı­lı­ğı Kârdan Pay Al­ma:

Emek-Ser­ma­ye or­tak­lı­ğın­da (Mudârabe) iş­let­me­ci­nin (mu­da­rib) baş­ka­sı­na ait ser­ma­ye­yi iş­let­me­si so­nu­cun­da mey­da­na ge­le­cek kârdan an­laş­ma­da be­lir­le­nen mik­tar ka­dar al­ma hak­kı do­ğar. Mudârabe yön­te­mi ser­ma­ye sa­hip­le­ri ile, dü­rüst mü­te­şeb­bis olan fa­kat ser­ma­ye­si bu­lun­ma­yan iş­let­me­ci­yi bir ara­ya ge­ti­rir. Böy­le­ce top­lum­da mu­at­tal kal­mış ser­ma­ye­ler pi­ya­sa­ya çı­kar­ken, ser­ma­ye­si ol­ma­yan mü­te­şeb­bis iş­let­me­ci­ler de de­ğer­len­miş olur.

Bir Mudârabe or­tak­lı­ğı şu şe­kil­de olu­şur. Elin­de önem­li mik­tar­da ser­ma­ye­si olan bir kim­se has­ta­lık, yaş­lı­lık ve­ya ti­ca­ret­ten an­la­ma­ma gi­bi ne­den­ler­le bu­nu biz­zat iş­le­te­me­yin­ce, dü­rüst bi­li­nen bir mü­te­şeb­bis­le bir emek-ser­ma­ye or­tak­lı­ğı ku­rar. İş­let­me­ci­nin ser­ma­ye­yi han­gi alan­da, han­gi bel­de­de kul­la­na­ca­ğı­nı, hat­ta ne­re­den mal alıp; kim­le­re sa­ta­ca­ğı­nı ser­ma­ye sa­hi­bi­nin be­lir­le­me ve bu ko­nu­da sı­nır­la­ma­lar ge­tir­me hak­kı bu­lu­nur. Kârın pay­la­şıl­ma şe­kil ve mik­ta­rı be­lir­le­nir.

Meselâ; yıl so­nun­da net kârın % 80i ser­ma­ye sa­hi­bi­nin % 20si iş­let­me­ci­nin ol­mak üze­re an­laş­ma ya­pıl­mış­sa bu­na uyu­lur. Mudârabede mey­da­na ge­le­cek za­ra­rın ta­ma­mı ön­ce kârdan kar­şı­la­nır, kâr ye­ter­li ol­maz­sa ana­pa­ra­dan öde­nir. İş­let­me­ci­nin za­rar­dan so­rum­lu­lu­ğu bu­lun­maz. Çün­kü o, kâra ser­ma­ye ne­de­niy­le de­ğil, eme­ği kar­şı­lı­ğın­da hak ka­zan­mak­ta­dır. Za­rar olun­ca onun da eme­ği bo­şa git­miş olur. An­cak za­ra­rın mey­da­na gel­me­sin­de iş­let­me­ci­nin ka­sıt, ku­sur, ve­ya ih­ma­li bu­lu­nur­sa za­rar­dan so­rum­lu olur.

İle­ri­de Mudârabeyi ay­rı­ca in­ce­le­ye­ce­ğiz.

  B) Taz­min Yü­küm­lü­lü­ğü Kar­şı­lı­ğın­da Kâr Al­ma:

Kre­di or­tak­lı­ğın­da (vü­cuh şir­ke­ti), or­tak­lar hiç ser­ma­ye­siz va­de­li mal alıp pa­zar­la­ma­sı­nı ya­par­lar ve el­de ede­cek­le­ri kârı, taz­mi­ni üst­len­dik­le­ri oran­da pay­la­şır­lar. Meselâ; üç or­tak iki yü­zer mil­yon li­ra­ya ka­dar, top­lam 600 mil­yon li­ra­lık ve­re­si­ye mal sa­tın alıp pa­zar­la­sa­lar, kârı üç­te bir ora­nın­da pay­la­şır­ken, mey­da­na ge­le­cek za­rar­dan da bu oran­da so­rum­lu olur­lar. Böy­le­ce ni­met-kül­fet den­ge­si ku­rul­muş bu­lu­nur. Bu­ra­da or­tak­la­rın eme­ği ya­nın­da, mey­da­na ge­le­bi­le­cek za­ra­rı üst­len­me­le­ri kârı meşrû hâle ge­tir­mek­te­dir.

         C) Ser­ma­ye Ris­ki Kar­şı­lı­ğın­da Kâra Hak Ka­zan­ma:

Ti­ca­ret ha­ya­tın­da kârın meşrû olu­şu ser­ma­ye­nin ris­ke so­kul­ma­sı yü­zün­den­dir. Bir ma­lı üre­ten ve­ya bu­nu sa­tın alan kim­se bu­na ser­ma­ye bağ­lar. Bü­tün he­sap­lar eko­no­mik ha­ya­tın nor­mal iş­le­ye­ce­ği, ma­lın nor­mal sü­re­de kârıyla sa­tı­la­ca­ğı esa­sı­na da­ya­nır. An­cak eko­no­mik kri­zin baş­gös­ter­me­si, aşı­rı re­ka­bet or­ta­mı­nın oluş­ma­sı, ma­lın müş­te­ri­ler­ce be­ğe­nil­me­me­si, bo­zuk çık­ma­sı gi­bi se­bep­ler­le kâr ümi­di her za­man za­ra­ra dö­nü­şe­bi­lir. Di­ğer yan­dan es­ki fi­yat­lar­la sa­tı­lan ma­lın ye­ri­ne ay­nı cins mal­la­rı da­ha yük­sek fi­yat­la sa­tın al­ma ve­ya üret­me sı­ra­sın­da or­ta­ya çı­kan ser­ma­ye kay­bı da baş­ka bir ri­zi­ko­dur.

Ser­ma­ye or­tak­lık­la­rın­da da, or­ta­ğın kâra hak ka­zan­ma­sı ser­ma­ye­si­ni za­rar ris­ki­ne sok­ma­sı yü­zün­den­dir. Ni­te­kim or­tak­lar­dan bi­ri­si za­rar ris­ki­ni ka­bul et­me­den ser­ma­ye koy­sa bu şart ge­çer­siz­dir. Çün­kü her ne ka­dar İslâm şir­ket sta­tü­le­rin­de kârın pay­la­şıl­ma­sı ser­best an­laş­ma ile be­lir­le­ni­yor­sa da, za­ra­ra katlan­ma an­cak ser­ma­ye oran­la­rı­na gö­re olur. Şir­ket söz­leş­me­si­nin bu pren­sip­le çe­li­şen mad­de­le­ri ge­çer­siz­dir.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Şir­ket­ler­de kârın pay­la­şıl­ma­sı ser­best söz­leş­me ile be­lir­le­nir. Za­ra­ra kat­lan­ma ise, ser­ma­ye oran­la­rı­na gö­re olur.”4 “Müs­lü­man­lar ken­di  ara­la­rın­da be­lir­le­dik­le­ri şart­la­ra uyar­lar. An­cak ha­ra­mı he­lal, he­la­lı ha­ram kı­lan şart müs­tes­na­dır.”5

  D) Kâr ve Fa­iz Ara­sın­da Ne Fark Var­dır?

Kâr sa­tın alı­nan ve­ya üre­ti­len bir ma­lın ma­li­ye­ti­ne sa­tış için ek­le­nen bir faz­la­lık­tır. Ti­ca­ret­te kâr, za­ra­ra kat­lan­ma­yı gö­ze al­ma kar­şı­lı­ğın­da meşrû kı­lın­mış­tır. Bu­ra­da ri­zi­ko ser­ma­ye­nin üze­rin­de­dir. Fa­iz­li muâmelede ise ri­zi­ko ser­ma­ye­yi kul­la­na­na yük­le­til­miş­tir. Fa­iz­le kre­di kul­la­nan ki­şi ve­ya ku­ru­luş va­de so­nun­da ana­pa­ra­yı ve ka­rar­laş­tı­rı­lan fa­i­zi öde­me­yi ta­ah­hüt eder. Ser­ma­ye­yi kul­la­nır­ken za­rar da et­se bu ta­ah­hü­dü­nü ye­ri­ne ge­tir­mek zo­run­da bu­lu­nur. Bu­na gö­re fa­iz­li ban­ka­cı­lık­ta mev­du­at sa­hip­le­ri ile ban­ka ara­sın­da tek yön­lü iş­le­yen ri­zi­ko var­dır. Çün­kü ban­ka za­rar et­se bi­le, ge­rek­ti­ğin­de gay­ri men­kul­le­ri­ni sa­ta­rak ana­pa­ra ve fa­iz borç­la­rı­nı öde­me­ye zor­la­na­bi­le­cek­tir. Di­ğer yan­dan ban­ka ile fa­iz­li kre­di kul­la­nan ki­şi ve ku­ru­luş­lar ara­sın­da­ki ri­zi­ko da tek yan­lı­dır. Çün­kü ban­ka ke­fil ve­ya ipo­tek kar­şı­lı­ğın­da kre­di da­ğıt­mak­la, ken­di üze­rin­de­ki ri­zi­ko­yu fa­iz­li kre­di kul­lanan­la­ra ak­tar­mak­ta­dır. Böy­le­ce fa­iz­li bir ban­ka mev­du­at sa­hip­le­ri ile kre­di kul­la­nan es­naf, tüc­car, sa­na­yi­ci ve di­ğer mü­te­şeb­bis­ler ara­sın­da bir ara­cı ko­nu­mun­da­dır. Ta­sar­ruf sa­hi­bi ile mü­te­şeb­bi­sin (iş­let­me­ci) güç­le­ri­ni doğ­ru­dan bir­leş­tir­me­si­ni en­gel­le­yen bir un­sur­dur.

İslâm’da­ki Mudârabe (emek-ser­ma­ye or­tak­lı­ğı) mo­de­li ise ser­ma­ye sa­hip­le­ri ile, bu­nu ça­lış­tı­ra­cak olan iş­let­me­ci­yi (mu­da­rib) doğ­ru­dan bir a­ra­ya ge­ti­rir ve ri­zi­ko­yu ser­ma­ye üst­le­nir. Kâr çok olur­sa bun­dan iki ta­raf da an­laş­ma­ya gö­re pa­yı­nı alır. Za­rar olur­sa bu ön­ce kârdan kar­şı­la­nır, bu ye­ter­li ol­maz­sa, ana­pa­ra­dan gi­de­ri­lir. An­cak böy­le bir du­rum­da iş­let­me­ci de kârdan pay ala­ma­ya­ca­ğı için eme­ği kar­şı­lık­sız ka­lır.

İslâm ban­ka­cı­lı­ğı da te­mel­de emek-ser­ma­ye (Mudârabe) or­tak­lı­ğı­na da­ya­nır. Bu­ra­da fa­iz­li ban­ka­nın ak­si­ne za­rar ri­zi­ko­su ser­ma­ye sa­hip­le­ri­nin üze­rin­de­dir. İş­let­me­ci du­ru­mun­da bu­lu­nan İslâm ban­ka­sı eme­ği­nin kar­şı­lı­ğı ola­rak dö­nem ve­ya yıl so­nu kârlarından an­laş­ma­da be­lir­le­nen oran­da pay alır. Gü­nü­müz­de kârın pay­la­şı­mı % 20 iş­let­me­ci­nin, % 80de ser­ma­ye sa­hip­le­ri­nin ol­mak üze­re ya­pıl­mak­ta­dır. An­cak za­rar ön­ce kârdan kar­şı­la­na­ca­ğı için, za­rar hâlinde İslâm ban­ka­sı­nın o dö­nem­de­ki bü­tün eme­ği kar­şı­lık­sız ka­lır. Za­ra­rı kâr kar­şı­la­maz­saana­pa­ra­dan kar­şı­la­nır ve za­rar bü­yük olun­ca ana­pa­ra­nın ta­ma­mı da gi­de­bi­lir. Bu­na gö­re, İslâm'ın asıl ris­ki ser­ma­ye sa­hip­le­ri­ne yay­dı­ğı ve bu yol­la ban­ka­cı­lı­ğı güç­len­dir­di­ği söy­le­ne­bi­lir. Kâr ve fâiz, her iki­si de an­lam ba­kı­mın­dan bir ge­lir­dir, fa­kat Al­lah kârı he­lal fa­i­zi ise ha­ram kıl­mış­tır. 5/a

         E) Kârın Meşrûluğu Ve Sı­nı­rı:

İslâm'da ti­ca­ret meşrû olun­ca, kâr el­de et­me­nin de meşrû ol­ma­sı ta­bi­i­dir. Çün­kü kâr, mal mü­ba­de­le­si­nin se­me­re­si olup, on­suz eko­no­mik bir ha­yat dü­şü­nü­le­mez. Bu yüz­den İslâm kârı ya­sak­la­ma­mış­tır. Âyet ve ha­dis­ler­de ti­ca­ret ve ka­zanç­tan ge­nel ola­rak söz edil­miş ve eko­no­mik ha­ya­tın be­lir­li pren­sip­le­re uyu­la­rak, ken­di ta­bii ku­ral­la­rı için­de yü­rü­me­si amaç­lan­mış­tır. Kârın tabiî ve ahlâkî öl­çü­ler için­de ve ser­best re­ka­bet or­ta­mın­da oluş­ma­sı esas alın­mış­tır. An­cak bu pren­si­bi ko­ru­mak ve in­san­la­rın te­mel ih­ti­yaç­la­rı­nın is­tis­ma­rı­nı ön­le­mek için bir ta­kım ted­bir­ler ön­gö­rül­müş­tür. Ri­ba­nın ya­sak­lan­ma­sı, hak­sız ka­zanç yol­la­rı­nın ka­pa­tıl­ma­sı ve ge­rek­ti­ğin­de nar­ha baş­vu­rul­ma­sı bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir.

Alış-ve­riş­ler­de ya­lan, hi­le, al­dat­ma, sa­tı­lan şe­yin ayı­bı­nı giz­le­me ve­ya onu mev­cut ol­ma­yan ni­te­lik­ler­le öv­me ya­sak­lan­mış; açık, ger­çek­çi ve ma­kul öl­çü­ler ko­nul­muş­tur: AI­la­hü Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ey iman eden­ler! Bir­bi­ri­ni­zin mal­la­rı­nı ha­ram yol­lar­la ye­me­yi­niz. An­cak kar­şı­lık­lı rı­za­ya da­ya­nan, meşrû bir ti­ca­ret yo­luy­la ol­ma­sı du­ru­mu müs­tes­na­dır.” 6 “Allah alış-ve­ri­şi helâl, ri­ba­yı ise ha­ram kıl­mış­tır.”7

Bir sa­tım ak­din­de kâr mik­ta­rı­nı be­lir­le­ye­bil­mek için her şey­den ön­ce bu ma­lın alış fi­ya­tı­nın ve­ya ma­li­ye­ti­nin bi­lin­me­si­ne ih­ti­yaç var­dır. Ma­lın bu ilk de­ğe­ri­ne ana­pa­ra (re’sü'l­-mâl) de­nir. Bu, ilk alı­cı­nın akit­le öde­me­yi üst­len­di­ği be­del­dir. Baş­ka bir de­yim­le, ma­la ken­di­siy­le mâlik olu­nan ve akit­le öden­me­si üst­le­ni­len be­del­dir. Hanefîlerde alış fi­ya­tı­na ek­le­nip ek­len­me­ye­cek mas­raf­la­rın be­lir­len­me­sin­de tüc­car ara­sın­da­ki ör­fe ağır­lık ve­ril­miş­tir. Bu ko­nu­da te­mel pren­sip ma­lın ken­di­sin­de ve­ya de­ğe­rin­de ar­tış mey­da­na ge­ti­ren har­ca­ma­la­rın alış fi­ya­tı­na ek­len­me­si, bu ni­te­li­ği ta­şı­ma­yan har­ca­ma­la­rın ise ek­len­me­me­si­dir.8

İslâm'da net mâliyet he­sa­bı gü­ve­ne da­ya­nan bir sa­tış ni­te­li­ğin­de­ki kârlı (mu­ra­ba­ha), kârsız (tev­li­ye) ve za­ra­rı­na (vazîa) sa­tış­lar­da ge­rek­li­dir. Sa­tı­cı ken­di alış fi­ya­tı­nı ve ek­le­di­ği kâr mik­ta­rı­nı alı­cı­ya açık­la­mak­sı­zın, be­lir­le­ye­ce­ği bir sa­tış be­de­liy­le de ma­lı­nı sa­ta­bi­lir. Hat­ta es­ki­den ka­lan ma­la, pi­ya­sa­da­ki ra­yiç fi­yat­la­rı öl­çü ala­rak, ye­ni bir de­ğer ko­yup, bu­nun da üze­ri­ne kâr ek­le­ye­rek sa­tışyap­mak da müm­kün ve câizdir. Ye­ter ki, alı­cı­yı ya­nıl­ta­cak ve onu et­ki al­tın­da bı­ra­ka­cak yan­lış bil­gi­ler ve­ril­me­sin. Kârın meşrû ve gü­zel ka­zanç (tîb) ol­ma­sı için, sa­tı­cı­nın iyi ni­yet ku­ral­la­rın­dan ay­rıl­ma­ma­sı ve alı­cı­ya doğ­ru bil­gi­ler ver­me­si ge­re­kir. Ak­si hal­de al­dat­ma ile aşı­rı kâr bir ara­ya ge­lir­se alı­cı le­hi­ne bir ta­kım hak­lar do­ğar. Aşa­ğı­da fâhiş ga­bin ha­li­ni ay­rı­ca in­ce­le­ye­ce­ğiz.

Bu du­ru­ma gö­re İslâm'da, alış-ve­riş­ler­de çe­şit­li mal­la­ra yüz­de he­sa­biy­le bir kâr had­di be­lir­len­me­miş­tir. Ge­nel ola­rak arz ve ta­lep ka­nun­la­rı­na bağ­lı, ser­best re­ka­bet esas­la­rı için­de ken­di­li­ğin­den olu­şa­cak fi­yat­lar öl­çü alın­mış­tır. Eğer çe­şit­li mal­la­ra be­lir­li oran­da kâr had­di uy­gu­la­ma­sı ge­ti­ril­sey­di, eko­no­mik ha­yat zor­luk­lar­la kar­şı­la­şır­dı. Çün­kü kâr mik­ta­rı­nı don­dur­mak o ma­lın alış fi­ya­tı­nı ve­ya mâliyetini tam ola­rak bil­me­yi ge­rek­ti­rir. Bu ise her za­man net ola­rak he­sap­la­na­maz ve sa­tı­şa hi­le ka­rı­şa­bi­lir. Di­ğer yan­dan ay­ni cins ve ka­li­te­de­ki ma­lın mâliyeti tüc­car­dan tüc­ca­ra de­ği­şir. Ser­ma­ye­si ge­niş olan kim­se, pe­şin pa­ra ile çok ve ucuz mal sa­tın alır, ken­di araç­la­rı ile nak­le­der ve iş­ye­ri­ne ki­ra öde­mez. Bü­tün bu ne­den­ler­le ma­lı ucu­za mâl eder. Baş­ka bir tüc­car­da bu imkânlar bu­lun­ma­dı­ğı için ma­li­yet­le­ri yük­sek ola­bi­lir. Üre­tim­de­ki ma­li­yet­ler çok da­ha de­ği­şik et­ken­ler yü­zün­den fark­lı olur. Ay­ni cins ve mik­tar­da bir çok ma­lın ma­li­yet­le­ri fark­lı olun­ca, yüz­de kâr ilâvesiyle olu­şa­cak sa­tış be­del­le­ri de fark­lı ola­cak­tır.

İş­te bu ve ben­ze­ri sa­kın­ca­lar yü­zün­den Rasûlullah (s.a.s.) pi­ya­sa fi­yat­la­rı­na mü­da­ha­le et­me­si için baş­vu­ran sa­ha­bi­le­re şöy­le ce­vap ver­miş­tir: “Şüp­he­siz, fi­yat ta­yin eden, dar­lık ve bol­luk ve­ren, rı­zık­lan­dı­ran an­cak Al­lah­tır. Ben siz­den hiç kim­se­nin mal ve ca­nı­na yap­mış ol­du­ğum bir hak­sız­lık se­be­biy­le hak­kı­nı ben­den is­ter ol­du­ğu hal­de Rab­bi­me ka­vuş­mak is­te­mem.”9