III- AŞIRI VEYA FÂHİŞ FİYAT
A) Fâhiş Veya Yesir Gabn (Çok veya Az Aldanma):
Gabn; alış-verişte aldatmak, eksik vermek, saklamak, gizlemek, farkına varmamak gibi anlamlara gelir. Bir fıkıh terimi olarak gabn; alış-verişlerde, malın normal değerinin üstünde veya altında olmak üzere bedeller arasındaki eşitsizliği ifade eder. İslâm'da kâr için belli bir sınır konulmamakla birlikte alış-verişlerde yalan, hile, satılan malın ayıbını gizleme, malı kendisinde bulunmayan nitelikle övme yasaklanmıştır. Böylece alış-veriş yapanların hileli yollarla birbirini aldatması ve bu yolla malın çok yüksek veya çok düşük fiyatlarla satılması meşrû görülmemiştir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki o mallar, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı ola.”19 Burada ticaret bir bedel karşılığında yapılan bütün muâmeleleri kapsamına alır. Ancak bâtıl yolla başkasının malını yeme yasaklanmıştır. Buna göre, bedelin faiz oluşu, meçhul bırakılması veya şarap, domuz eti gibi meşrû olmayan şeylerin bedel kılınması gibi durumlar ticaret sayılmakla birlikte meşrû olmaz.20
Başka âyetlerde şöyle buyurulur: “Onlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar, halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar.”21 “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.”22 “Tartıda taşkınlık yapıp, dengeyi bozmayın, tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.”23
Enes b. Mâlik (r.a.)ten rivayete göre, ashab-ı kiramdan Habban b. Münkız (r.a.) alış-verişlerinde aldatılıyordu. Hz. Peygamber kendisine şu tavsiyede bulunmuştur: “Alış-veriş yaptığın zaman şöyle de: Aldatma yok ve benim için üç gün muhayyerlik hakkı vardır.”24
Ebû Hüreyre (r.a.)ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) bir gün pazar yerinden geçerken, elini bir zahîre yığınının içine sokmuş, altının ıslak olduğunu görünce satıcıya sebebini sormuştur. Satıcı yağan yağmurun ıslattığını bildirince, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: “Bu ıslaklığı herkesin görmesi için zahîrenin üzerine çıkarman gerekmez miydi? Hile yapan bizden değildir.”25 İmam en-Nevevî (ö. 676/1277) bu hadisin son kısmını şöyle açıklamıştır: “Hile yapan benim yolumda gidenlerden; ilim, amel ve yoluma uyanlardan değildir.” Diğer yandan İslâm'ın ilk yüzyılında tâbiî müctehitlerinden Süfyan b. Uyeyne (ö. 198/813) gibi bilginler bu hadisi tefsir etmeyi uygun bulmamışlar ve tevîlden (uygun olan başka bir anlama hamletme yolu) çekinmişlerdir.26
Gabn; fâhiş (çok aldatma) ve yesîr (az aldatma) olmak üzere ikiye ayrılır. Fâhiş sözcüğü, fuhuş mastarından ism-i fail olup, kök anlamı; söz veya işin çok çirkin olması, haddi ve ölçüyü aşmak, yüz kızartıcı iş yapmak demektir. böylece fâhiş fiyat bir malın normal piyasa değerinin çok üstünde veya altında satılmasını ifade eder. Çünkü haksız ve ölçüsüz olarak fiyat yükselten kimse insanların mallarını haksız yemiş ve onları Allah'ın mübah kıldığı şeylerden mahrum etmiş olur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi islâm kesin bir kâr sınırı getirmeyince, belli bir piyasadaki fiyatların esneklik alanı içinde satış caiz olur. Çok aldatma, başka bir ifadeyle fâhiş fiyat normal fiyatın ne kadar üstüne çıkılırsa teşekkül eder? Fâhiş fiyatın miktarını ve kesin olarak ölçüsünü belirleyen bir âyet veya hadis yoktur. Konu genel esaslara ve tüccar örfüne dayanarak ictihatla çözümlenir. Hanefilerin yaygın tarifine göre fâhiş gabn; herhangi bir malı o malın fiyatı hakkında bilirkişilerin belirleyeceği fiyattan oldukça fazla bir fiyatla satma veya bu ölçüde düşük bir fiyatla satın almadır. Yesîr gabn ise; bu derece yüksek veya düşük olmayan, insanların aldanma saymakla birlikte müsamaha ile karşıladıkları bir bedelle satış yapmaktır. Buna göre, meselâ, bir mal 900 bin lira ile bir milyon lira arasında peşin satılıyorsa, malın normal piyasa değeri budur. Bu alanın dışına çıkılınca gabn hali başlar ve nisbet yükseldikçe de sorumluluk artar. Ancak bu fazlalığın sonuç meydana getirmesi aldatmanın da bulunması halinde söz konusu olur.27
Diğer yandan Belh fakîhlerinden Hanefî mezhebine bağlı Nusayr b. Yahya (ö. 268/881), satım akdine konu olan malların az veya çok tasarrufa uğramalarını göz önüne alarak fâhiş gabni; gayri menkullerde % 20, hayvanlarda % 10 ve menkul eşyada % 5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatı aşılarak bu oranların üstünde bir fiyatla satışın fâhiş gabin derecesinde olduğunu belirtmiştir.28 Osmanlılarda bu oranlar Mecelle'nin 165'nci maddesiyle kanunlaştırılmıştır. Maddenin sadeleşmiş şekli şöyledir: “Fahiş gabin; menkul mallarda yirmide bir, hayvanlarda onda bir ve gayri menkullerde beşte bir miktarı ve daha çok aldanmaktır.”
Bu oranlar uygulama ile ilgilidir. Günlük hayatta çokca yapılan alış-verişlerde aldanma ihtimali azalırken, nâdir olarak yapılanlarda çoğalır. Bu yüzden Ali Haydar Efendi (ö.1355/1936) birden fazla para çeşidinin tedavülde bulunduğu bir piyasada para mübadelesinde fâhiş gabin oranını % 2,5 olarak belirlemiştir. Çünkü çok sık yapılan muâmeleler fiyatların hatırda kalmasını sağlar ve aldanmalar daha az olur.29
Yukarıda belirlenen oranların altında, piyasa fiyatı dışına çıkmalar ise “yesir gabn” niteliğinde olup, bu müsamaha ile karşılanmıştır.
İmam Mâlik'e (ö. 179/795) göre fâhiş gabn terimiyle ifade edilen çok aldanma, malın değerinin üçte birinden daha yüksek bir fiyatla satış yapmaktır. Bu ölçüde düşük fiyatla satış yapmak da aynı niteliktedir.30 Dayandıkları delil Hz. Ebu Bekir’in uygulamasıdır. Ebu Bekir (r.a) halife iken valilerine yaptığı bildirimde fahiş gabn nisbetini üçte bir olarak belirlemiştir. Daha sonra Malikilerde fahiş gabin oranı için bir rakam vermek yerine şu tarif yaygınlaşmıştır: “Gabn; bir malın, değerinden açık, yani göze batan bir şekilde fazla veya eksik bir fiyatla satılmasıdır. Fazlalık veya eksiklik açık olduğu zaman fahiş gabn meydana gelir.” 31
Hanbelilerden bir kısmı, Malikiler gibi malın değerinin üçte birinden fazla bir fiyatla satışı fahiş gabin sayarken, bir bölümü Hanefilerle aynı görüştedir.32
Sonuç olarak, kanaatımızca İslâm’ın aşırı sayılan kârın miktarı konusunda kesin bir sınır getirmeyişinin amacı, nisbetlerin tesbitini beldelerin örflerine bırakmak içindir. Mezhep müctehidlerinin birbirinden farklı tesbitler yapmaları da bunu gösterir. Gerçekten ekonomik bakımdan kalkınmış, paranın değerini korumayı, hatta sürekli olarak yükseltmeyi başarmış olan ülkelerde fiyatlar çoğu zaman istikrarlıdır. Toplum böyle bir ekonomide, uzun süre, bazan yıllarca aynı düzeyde kalan piyasa fiyatlarının dışına çıkılmasına razı olmaz. Fakat paranın sık sık değer kaybettiği ve eşya fiyatlarının sürekli olarak arttığı bir ekonomide, insanlar fiyat değişikliklerine alışırlar; bu yüzden mesela; %5 olan menkul eşya fahiş gabn oranı önemini kaybedebilir. Çünkü 90 bin lira ile 100 bin lira arasında satılmakta olan bir malın, meselâ 106 bin liraya satılmış olması toplum tarafından önemsenmeyen bir aldanma sayılabilir. Çünkü sık sık fiyat değişiklikleri toplumda alışkanlık meydana getirir. Halbuki yıllarca 100 bin lira dolaylarında satılan bir malın istikrarlı bir piyasada birden 106 bin liraya yükselmesi dikkati çeker ve insanların razı olamayacağı “aşırı kâr” oranını oluşturabilir.
Diğer yandan piyasa fiyatı veya rayiç bedel konusunda kendi başına özelliği olan ve piyasa oluşturan belde, şehir, kasaba, köy veya bir şehrin farklı piyasa özellikleri bulunan çarşı, pazar, semt, galeri, süpermarketler, hal, borsa ve benzeri piyasalar kendi içinde değerlendirilmelidir. Çünkü bir mal işportacıların veya düşük kira ödeyen barakaların yaygın olduğu bir pazarda ucuz fiyatla satılırken, aynı mal varlıklı kesimin alış-veriş yaptığı, yüksek kiraların ödendiği mağaza ve konfeksiyoncularda dikkati çekecek ölçüde pahalı olabilir. Böyle bir semtte ticaret yapan esnaf ve tüccarın maliyet masraflarının da yüksek olduğu açıktır.
Peşin satışlarla vadeli satışları da kendi içinde değerlendirmelidir. Çünkü vadeli satışta kâr oranının yüksek tutulduğu bilinmektedir. Bu vade farkına önemli ölçüde yüksek enflasyonun sebep olduğu da bir gerçektir. Çünkü altın veya enflasyona uğramayan bir dövizle yapılan vadeli satış veya kira sözleşmelerinde bir farkın ve zaman içinde bir zammın istenmemesi bunu göstermektedir (bk. “Veresiye Satışlar”).
Aşağıda aşırı kârın satım akdine etkisini belirlemeye çalışacağız.
B) Emsal Fiyatların Dışına Çıkmanın Satım Akdine Etkisi:
1. Az aldanma (Yesir gabn) halinde:
Normal piyasa fiyatının üstüne çıkmakla birlikte fahiş gabin ölçüsüne varmayan bir fiyatla satışa yesir gabin denir. Bu fazlalığın satım akdine bir etkisi olmaz ve akdi feshetme hakkı doğmaz. Çünkü bundan sakınmak güç olup, günlük hayatta toplum bu orandaki fiyat fazlalıklarını hoşgörü ile karşılar.
Bununla birlikte Hanefilere göre, mal kaçırma veya yolsuzluk töhmetinden kurtulmak için aşağıdaki durumlarda yesir gabin (az aldatma) yüzünden satım akdi feshedilebilir.
a) Serveti borcunu karşılamayan borçlunun tasarrufu:
Borca batık olan kimsenin bağış, vakıf gibi bedelsiz tasarrufları ile kendi malını yesir gabin ölçüsünde düşük fiyatla satması veya bu ölçüde pahalı mal satın alması halinde bütün bu muamelelerin yürürlük kazanması alacaklıların icazetine bağlıdır. Ancak alış-verişte gabin durumu kaldırılır ve eksiklik tamamlanırsa muamele geçerlilik kazanır.
b) Ölüm hastasının tasarrufu:
Ölüm hastası az aldanma ile mal satsa veya satın alsa, alacaklıların veya ölümünden sonra mirasçılarının bu alış-verişin feshini isteme hakkı bulunur.
c) Yetimin malında tasarruf:
Bir yetimin malını
idare eden vasî, onun malını kendi oğlu veya karısı gibi lehine
şahitlik yapması caiz olmayacak derecede yakını olan kimselere
az aldanma ile satsa, bu satım akdi geçerli olmaz.33
2. Aşırı aldanma (Fahiş gabn) halinde:
Hanefilere göre alış-verişte fahiş gabin ölçüsünde aşırı yüksek fiyatla satış yapmanın satım akdini feshe neden olması için hile (tağrir) ile birlikte bulunması gerekir. Aksi halde fahiş gabin tek başına satım akdini bozma hakkı vermez. Tağrir; bir kimseyi söz, fiil veya davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkin etmek ve alıcıyı piyasa fiyatının dışında yüksek bir bedelle malı almaya veya o ölçüde düşük fiyatla mal satmaya razı etmektir.
Buna göre, satım akdinin fahiş gabin yüzünden feshedilebilmesi için şu iki şartın gerçekleşmesi gerekir:
a) Piyasa fiyatının üstünde veya altında fahiş gabin derecesinde bir bedelle satış yapılmış olması:
Bu bedelin insanların çoğu tarafından aldanma sayılacak ölçüde yüksek olması gerekir. Bunun, Mecelle’nin 165. maddesinde gayri menkullerde %20, hayvanlarda %10, menkul eşyada ise %5 ve daha fazla normal fiyatların üstüne çıkma olarak belirlendiğini, ancak bu oranların günün şartlarına göre, çeşitli malların özellikleri dikkate alınarak yeniden belirlenebileceğini yukarıda açıklamıştık. Nitekim Malikiler bedeli aşırı hale getiren fazlalığın, malın değerinin üçte birini aşması halinde fahiş gabnin söz konusu olabileceği esasını benimsemiştir.
b) Hile ve aldatmanın bulunması:
Fahiş gabnin yalan ve hile ile birleşmesi halinde satım akdini fesih hakkı doğar. Taraflardan birisinin veya dellâl gibi üçüncü bir şahsın sözlerine, akdi yapmaya sevkedici nitelikte yalan karıştırması fesih hakkının doğması için yeterlidir. Yalan ve hile bulununca aldatılan mazur sayılır, çünkü o satışa aldatma bulunmaması şartıyla razı olmuştur. Meselâ; naylon karışımı kumaşı saf ipek diyerek normal fiyatının çok üstünde bir fiyatla satmak gibi.34
Diğer yandan aldatılanın, satış sırasında aldatıldığını bilmemesi ve buna rızasının bulunmaması da gereklidir. Eğer alıcı durumu bilerek malı yüksek fiyatla satın almışsa fesih hakkı doğmaz.
Satışa vekil olan kimsenin de bir takım esaslara uyması gerekir.35 Mecelle’de bu konu şöyle düzenlenmiştir: “Vekâlet veren eğer satış bedelini belirlemişse, yani ‘şu fiyata sat’ demişse, vekil bundan eksiğine satamaz. Satarsa, satım akdi vekâlet verenin icazetine bağlı olarak meydana gelir. Ancak vekil malı kendiliğinden eksik bedelle satıp teslim etmiş olursa, müvekkil bu malı ona tazmin ettirebilir.” (Mecelle, Mad. 1495) “Satışa vekil olan kimse vekâlet verenin malını kendisi için alsa, satış geçerli olmaz.” (Mecelle, Mad, 1496) “Satışa vekil olan kimse, lehlerinde şahitlik yapamayacağı yakınlarına müvekkilin malını satamaz, ancak değerinden yüksek fiyatla satarsa, satış geçerli olur. Bir de, vekalet veren; “dilediğin kimseye sat” diye genel vekâlet vermişse, bu takdirde vekilin onlara dahi rayiç bedelle satması caiz olur.” (Mecelle, Mad. 149)
Mal sahibi, malın
kaça satılacağını belirlemişse vekil bundan azına satamaz. Vekil
belirlenen fiyatın altında bir bedelle satarsa, satım kadi mal
sahibinin icazetine bağlı olarak meydana gelir. Bu durumda vekil
malı müvekkilin izni olmaksızın alıcıya teslim ederse, müvekkil
ona bu malı tazmin ettirebilir.36
3. Alıcının yüksek fiyata bilerek razı olması:
Yalan ve hile karışmamak, alıcıyı etki altında bırakmamak şartıyla herkes kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Taraflar akıllı ve ergin olunca, yaptıkları hukuki muameleler geçerli olup, bunu bir tarafın isteği ile bozmak mümkün olmaz. Bu yüzden bir kimse bin liralık malını bilerek yüz liraya satsa veya yine bilerek yüz liralık malı bin liraya satın alsa akit geçerli olup, aşırı kâr bulunduğu ileri sürülerek satım akdi feshedilemez. Hatta Mecelle şerhinde daha abartılı örneklere yer verilmiştir. Meselâ bir kimse, bir liralık malını bin liraya satsa, bunu bilerek alan kimse, sonradan aldandığını öne sürerek satışı feshedemez. Ancak böyle bir satım akdi İmam Muhammed’e (ö.189/805) göre mekruhtur. Ebu Yusuf’a (ö.182/798) göre mekruh bile olmaz.37
Zaman ve yer değişikliği olmadan normal bir piyasada bu kadar esnek fiyatlara az rastlanır. Meselâ; eski eser ve antika eşya satışlarında buna benzer fiyat farkları görülebilir. Bazan san’at değeri olan bir tablo, bir evin başka eşyaları arasında çok ucuza alınmışken, sonradan değerinin anlaşılması üzerine astronomik bir fiyatla satılmış olabilir. Bu malı ilk satanın değerini bilmeme yüzünden ucuza satmış olması, daha sonraki satışların da değerinin altında yapılmasını gerektirmez. Müşterinin malı aldatma yoluyla ucuz alması durumu müstesnadır. Bu takdirde aldanan taraf için satışı feshetme hakkı doğar. Ancak bu gibi durumlarda satıcı ve alıcının birbirini uyarması İslâm ahlâkındandır.
Nitekim ashab-ı
kiramdan Cerir b. Abdillah el-Beceli (r.a)ın satın almak istediği
atın 500 dirhem olan fiyatını 800 dirheme kadar yükselttiği bunun
nedenini soran sahabilere de; “Biz alış-verişlerimizde hile
yapmayacağımız konusunda, Allah’ın Rasulüne söz verdik” diye
cevap verdiği nakledilmiştir.38
4. Çok aldanmaya karşı koruma altına alınan mallar:
İslâm’da yetim malı ve bu hükümde olan vakıf veya beytülmale ait malların satışı veya bunlar adına mal satın alınması yahut da bu malların kiraya verilmesi özel bir statüye bağlanmıştır. Gerek bu malları idare eden temsilcilerin töhmetten kurtulması ve gerekse usulsüzlük yapıldığı takdirde hakları koruyabilmek için alınan tedbirleri şu şekilde açıklayabiliriz:
a) Yetim malı:
Yetimin mallarını yöneten veli veya vâsî yetime ait malı aşırı aldanma sayılan düşük bir bedelle satamayacağı gibi, yetim adına bu derece yüksek fiyatla da alım yapamaz. Aksi halde satım akdi yetim bakımından bâtıl olur. Burada satışta hile ve aldatmanın bulunup bulunmaması da sonucu değiştirmez. Hatta küçük, erginlik çağına girip icazet verse bile akit geçerlilik kazanamaz.
Ancak temsil olunan adına, fahiş gabinle satın alınan mal, veli veya vasî hakkında geçerli olur ve mal onun mülkiyetine geçer. Bu durumda satış bedelini veli veya vasînin ödemesi gerektiğinde şüphe yoktur. Çünkü genel olarak bir vekilin, müvekkili adına aldığı mal, eğer temsil olunan için yürürlük kazanmazsa, vekil için yürürlük kazanır ve bağlayıcı olur.39
b) Vakıf malı:
Vakıf malının usulüne göre hakim tarafından karar verilse bile, yetim malında olduğu gibi çok aldanma ölçüsünde düşük bir fiyatla satılması halinde satım akdi batıl olur. Burada da çok aldanmanın hile ve aldatma ile birlikte bulunması şart değildir.40
Hanefilere göre vakfedilmiş bir malın satışı “istibdâl (mal yerine mal satın alma)” yoluyla olur. Bunu, vakfeden şart koşmuşsa, rayiç bedelle satılır ve yerine başka bir vakıf gayri menkul alınır. Eğer vakıfnamede böyle bir şart yoksa mescid olmayan akarın satışına zaruret halinde hakim karar verir. Bu kararın geçerli olması için şu altı şartın gerçekleşmesi gerekir:
1) Satılacak vakıf akarın tamamen yararlanılabilir olmaktan çıkması,
2) Vakfın onarılmasında hiçbir yararın bulunmaması,
3) Satışın çok aldanma (fahiş gabin) ile yapılmaması,
4) Satış kararını veren hakimin ilim ve amel sahibi olması, istibdalin müslümanların yaptığı vakıflara zarar vermemesi için bu gereklidir.
5) Akar yerine yine akarın alınması, akarın paraya dönüştürülmemesi,
6) Hakimin vakıf akarı, lehine şahitlik geçerli olmayan ana-baba, çocuk ve eş gibi yakınlarına veya borçlu olduğu kimselere satmaması. Yukarıdaki şartlar tam olarak bulunmadığı zaman vakfın satışı fâsid değil bâtıl olur.41
Vakfa fahiş gabin derecesinde yüksek fiyatla mal alınması halinde de akit bâtıl olur. Bu durumda mal, onu fahiş gabinle satın alan temsilcinin üzerinde kalır ve bedelini onun ödemesi gerekir.42
c) Beytülmale ait mallar:
Beytülmale ait mallar da yetim malı hükmünde olup, topluma ait olan mülkler maslahata dayalı olarak ve ancak rayiç bedelle satılabilir. Bu duruma göre devlete ait mallar fahiş gabin ölçüsünde ucuz satılsa veya bu kadar bir fazlalıkla devlete mülk satın alınsa bu gibi alış-verişler batıl olur. Bunların ya rayiç bedel üzerinden yenilenmesi, ya da bedelin geri verilerek, satılan veya satın alınan malın iadesi gerekir. Bu satım akdinde de ayrıca hile ve aldatmanın (tağrir) bulunması şart değildir.43
Yukarıda belirtilen bu üç çeşit malın kiraya verilmesi de rayiç bedel üzerinden olmalıdır. Kira bedeli fahiş gabin ölçüsünde düşük olursa akit batıl olur. Kiracıdan ya farkı tamamlaması veya kiralanan yeri boşaltması istenir. Zaruret olmadıkça yetim, vakıf ve beytülmale ait gayri menkullerden dükkan, mesken ve benzerlerinin bir yıllığına, arazilerin ise en fazla üç yıllığına kiraya verilmesi asıldır. Vakfın ve ayni hükme tabi olan malların korunması ve amaca uygun gelir sağlanabilmesi için bu sınırlamalara gerek duyulmuştur. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş budur. Ancak vakfın onarılması için acele paraya ihtiyaç olursa, kira süresi, kira bedeli peşin alınarak uzatılabilir.44
Günümüzde vakıf gayri menkullerin; hazine, özel idare, belediyeler, emekli sandığı, sosyal sigortalar kurumu gibi devlet kurum ve kuruluşlarına ait emlakın satımı veya kiraya verilmesi de İslâmî açıdan aynı hükümlere tabidir. Ancak bu kuruluşlara ait iş hanı, otel, santral garaj, iş yeri vb tesisler araştırıldığında rayiç bedelin çok altında bir bedelle kiraya verildikleri ve özellikle pek çok vakıf gayri menkullerin çeşitli devirlerde “istibdal” esasları gözetilmeden özel şahıs mülkiyetine intikal ettirildikleri görülür. Bunlar topluma ait mülkler olduğu için, maslahat gözetilmeksizin yapılan bu gibi tasarrufların, tasarruf sahipleri için uhrevi bakımdan ne kadar riskli olduğu açıktır. Devletin yönetim velayetini üzerine aldığı toplum mülklerine satış veya kira için “rayiç bedel” prensibinin uygulanması halinde vakfiyelerde yer alan hayır hizmetlerinin gerçekleşmesiyle; eğitim, sağlık, yoksulluk, emeklilik gibi sosyal problemlerin devlete yük olmadan önemli ölçüde çözüleceğinde şüphe yoktur.
Ali Haydar Efendi (ö.1355/1936) Mecelle’nin 58. maddesinin şerhinde, toplum işlerini üstlenen idarecilerin sorumluluklarını şöyle belirler: 58. madde: “Raiyye yani tebea üzerine tasarruf maslahata bağlıdır.” Bu madde; âmme işlerini idare eden bütün memurları kapsamına alır. Devlet başkanı, ondan yetki alan bakanlar, valiler, hakimler, veli, vasi ve kayyımlar bunlardandır. Bunların bütün tasarrufları “maslahata” dayanmalıdır. Bu konuda şeriata aykırı olan işlerde emre itaat sorumluluktan kurtulmaya yetmez. Bu sayılan idarecilerin tasarrufları özet olarak şu örneklerle açıklanır:
Devlet başkanının tasarrufları: Devlet başkanı, öşür zekâtını borçluya terk etse bu caiz olur. Borçlunun yoksul veya zengin olması sonucu değiştirmez. Ancak öşrün kendisine bırakıldığı kimse zengin olursa, devlet başkanının bunu tazmin etmesi gerekir. Yine devlet başkanının emriyle, şahsa ait olan yerler gerçek değeri ödenerek yola katılabilir.
Bakanların tasarrufu: Beytülmale ait olan bir yeri maliye bakanı fahiş gabin derecesinde düşük fiyatla satsa, bu akit sahih olmaz, yani batıl olur.
Valilerin tasarrufu: Bir köy veya kasaba halkına bırakılmış olan bir yeri, vali bir şahsa verse bu sahih olmaz. Daha sonra burası geri alınıp, eski haline döndürülür.
Hakimlerin tasarrufu: Hakimin toplum işleriyle ilgili olarak vereceği kararın geçerli olması, toplum yararına olması şartına bağlıdır. Topluma zararlı bir kararsa geçerli olmaz. Böyle bir hakimin emrinin valığı ile yokluğu birdir. Meselâ; hakim bir kimseye beytülmalin malını istihlâk (tüketme) için izin verse, bu izni geçerli olmadığı gibi, kendisi böyle bir malı istihlâk etse tazmin etmesi gerekir.
Diğer yandan hakimin yetim ve vakıf malları üzerindeki tasarrufu da maslahata dayanmalıdır. Bu yüzden, mesela, onun, küçük çocuğun malını bir kimseye bağışlaması geçerli olmaz.
Veli veya vasinin tasarrufları: Bir çocuğun davasından velisi sulh yoluyla vazgeçse, bu sulh küçüğe açık bir şekilde zararlı ise geçerli olmaz. Açık bir zarar yoksa geçerli olur. 45
5. Vekilin alış-verişte yetki sınırı:
Günümüzde dükkan, market, mağaza, fabrika ve benzeri kuruluşlarda işveren adına satış veya mal alımı yapan kimseler bu işverenin vekili durumundadır. Bu gibi müesseselerin satış veya mal alımı bölümünde görevli olan temsilcilerin yetkisi ya mutlak veya mukayyet olur.
a) Mutlak satış yetkisi ve sınırı:
Satış muamelelerine hiçbir kayıt ve sınırlama getirilmeyen satış yetkilisine “mutlak vekil” denir. Satışa mutlak olarak yetkili olan kimse Ebu Hanife’ye göre normal satış fiyatının üstünde veya altında yesir veya fahiş fabin ölçüsünde bir fiyatla şart muhayyerliği ile şart muhayyerliği olmaksızın, peşin veya veresiye satış yapma yetkisine sahiptir. Çünkü bir sınırlama bulunmayınca satış kapsamına bu gibi muameleler kendiliğinden girer. Nitekim gerektiğinde bir malı fahiş gabin ölçüsünde ucuz fiyatla elden çıkarıp, onun parasıyla, daha çok kâr getirecek başka bir mal almak da tüccar örfündendir.
Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre mutlak satış yetkisi, “örf” ile sınırlıdır. Fahiş gabin ölçüsünde düşük fiyatla satış örfleşmiş olmadığı için bu yetki kapsamına girmez. Bu yüzden mutlak vekil ancak insanların aldanma saymadıkları sınırlar içinde satış yapabilir. Hasan b. Ziyad, Ebu Hanife’den bunun benzeri bir görüş de rivayet etmiştir.46
Diğer yandan mutlak vekil, müvekkilin malını kendisi için satın alamaz, lehine şahitlik yapamadığı yakınlarına ise ancak değerinden fazlaya satış yapmışsa bu geçerli olur. Mal sahibi “istediğine satabilirsin” diyerek genel yetki vermişse bu takdirde bunlara da rayiç bedelle satış caiz olur.
Mutlak vekil peşin parayla veya tüccar örfünde uygulanan sürelerle veresiye satış yapabilir. Ancak örfün dışında uzun vade ile satış yapamaz. Bir de mal sahibi peşin satış şartı koymuşsa buna uyması gerekir.47
b) Mukayyet satış yetkisi ve sınırı:
Mal sahibi satış için yetki verdiği kimseye bir takım sınırlamalar getirebilir. Onun bu sınırlamalar içinde satış yapması gerektiğinde görüş birliği vardır. Bu durumda işçi belirlenen şartların dışına çıkarsa satış mal sahibi için yürürlük kazanmaz, fakat onun icazetine bağlı olur. Ancak satış mal sahibinin lehine olursa bu durum müstesnadır. Çünkü vekil, müvekkili, lehine velayet yetkisini yararlı bir şekilde kullanmakla yükümlüdür. Burada şartların dışına çıkma şeklen vardır, fakat mal sahibinin iradesine uygunluk mevcuttur, çünkü o, buna delâleten izin vermiş sayılır.
Meselâ; mal sahibi tezgâhtara; “Şu malımı 500 bin liraya sat” dese, tezgahtar 400 bin liraya satarsa, satış mal sahibinin icazetine bağlı olarak meydana gelir. Fakat 600 bin liraya satarsa, mal sahibinin lehine olduğu için satış doğrudan geçerli olur. Yine peşin satış için yetki verilen vekil veresiye satsa mal sahibinin icazeti gerekirken, veresiye satışa yetkili olan işçi peşin parayla satış yapsa mal sahibinin lehine olduğu için doğrudan geçerli olur.
Diğer yandan mal sahibi, kefil veya ipotekli veresiye satış şartını getirmişse, satış görevlisinin buna uyması gerekir. Bütün bu durumlarda satışa vekil olan kimse şartlara uymadığı için bir zarar meydana gelirse, mal sahibi bunu ona tazmin ettirme hakkına sahip olur.47/a
c) Mal alımı için vekil olma:
Ticaretle uğraşanların vekil aracılığı ile mal almaları ihtiyaç yüzünden caiz görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) Hakîm b. Hızam’ı kurbanlık hayvan satın alması için vekil olarak görevlendirmiştir. Mal alımı için yetkili olan kimse, vekalet veren tarafından bir fiyat belirlenmemişse, rayiç bedelle mal alabileceği gibi, yesir gabin (az aldanma) derecesindeki bir fazlalıkla da alabilir. Bu durumda mal alımı müvekkili adına geçerli olur. Çok aldanma (fahiş gabin) ölçüsünde emsaline göre yüksek fiyatla mal alması halinde ise bu alış vekâlet veren (patronu) hakkında yürürlük kazanmaz. Ancak ekmek, şeker ve et gibi fiyatları herkesçe bilinen şeylerde ise az aldanma (yesir gabin) çok aldanma (fahiş gabin) hükmünde sayılmıştır.
Diğer yandan belirli bir malın alımı için yetki verilen kimse bu malı fahiş gabin ölçüsünde yüksek fiyatla satın almış olsa bile, akit müvekkil için bağlayıcı olur.47/b
Altın, gümüş, para veya döviz mubadelelerinde çok vekilin aldanma ile alım yapmasının caiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Çünkü sarf işlemi, bir yönden alış, başka bir yönden satış sayıldığı için fahiş gabinle alım müvekkil hakkında yürürlük kazanmaz.48
6. Hile ile fahiş gabnin birlikte bulunduğu bir satışta
fesih hakkını düşüren haller:
a) Fahiş fiyatla satın alınan mal satış, bağış ve tüketme gibi yollarla elden çıksa veya malda geri verme engeli olacak nitelikte bir kusur meydana gelse, artık fesih hakkı bulunmaz.
b) Fahiş gabin nedeniyle doğan fesih hakkı mirasçılara geçmez. Bu mücerret haklardan olup, aldananın ölümü ile düşer.49
Satılan mal ölçü, tartı veya standart olup sayı ile satılan mallardan ise, bir bölümünde tasarrufta bulunduktan sonra fahiş gabin durumu ortaya çıksa, alıcının fesih hakkı düşmez. Satılanın geri kalanı aynen, telef olmuş bölümü ise misli ile geri verilerek, satış bedelinin tümü geri istenebilir. Fakat kıyemî (hayvan, gayri menkul gibi) mallarda bu imkân bulunmaz.50
Sonuç olarak çoğunluk fakihlere göre, ticarette aldatma ve hile yasaklanmış, ancak karşılıklı rıza bulunmak ve aldatma olmamak şartıyla fahiş gabinle satış, akdi fesih nedeni olarak kabul edilmemiştir. Bununla alış-veriş yapanların daha dikkatli olması ve piyasa muamelelerinin istikrar bulması amaçlanmıştır.51
Aldatarak fahiş fiyatla satmanın fesih hakkı doğurması yukarıda da zikrettiğimiz Habban b. Munkız ile ilgili şu hadise dayanır. Allah elçisi ona; “Alış-veriş yaparken aldatma yok” de ve üç gün muhayyerlik süresini şart koş.”52 buyurmuştur.
Hile ve aldatma yüzünden ticaretle uğraşanların çoğunun kıyamet gününde fâcir kişi olarak haşrolunacakları bildirilmiştir. Hadis-i şeriflerde mü’minin alış-verişlerinde müsamahalı davranması istenmiştir. Nitekim bir “satışta, alışta, hüküm verirken ve haklarında hüküm verilirken musamahalı davranan kullarına Allahu Teâlâ merhamet eder.” 53
Çoğunluk müctehitlerin fahiş fiyatın miktarını belirlemeyi örfe bıraktığı, günümüzde insanlarda kanaatin kalmadığı ve aşırı kâr meyillerinin yaygınlaştığı düşünülürse, özellikle temel ihtiyaç maddelerinde devletin fiyatlara müdahalesi ve bu müdahale sınırları içinde serbest rekabeti sürdürme çareleri üzerinde düşünmek gerekir. Bu yüzden aşağıda devletin fiyatlara müdahalesi, başka bir deyimle “narh uygulaması” üzerinde duracağız.