V- BEY’ Bİ’L-İSTİĞLAL (İSTİĞLAL YOLUYLA SATIŞ)

Bey’, satmak ve satın almak; istiğlâl ise, gelirini istemek, kâr ve gelirini almak, sömürmek gibi anlamlara gelir. İstiğlâl yoluyla satış, bey bi’l-vefâ, yani vefa yoluyla satış sonunda ortaya çıkabilir. Bu iki çeşit satış şekli de ödünç para bulabilmek için başvurulan yollardandır. Şöyle ki;

Paraya ihtiyacı olan bir kimse sermaye sahibine gidip “Bana yüz altın ver, buna karşılık sana falan dükkânımı borcumu ödeyinceye kadar geçici olarak satayım. Borcumu ödeyince dükkanı geri alırım. Bu arada dükkanın kira gelirinden yararlanabilirsin” der. Sermaye sahibi bu teklifi kabul edip parayı verince “bey’ bi’l-vefâ” akdi yapılmış olur. Burada dükkanı teslim alan sermayedar, onu bizzat kullanabilir, ya da kiraya verebilir. Çünkü bu, temelde rehin (ipotekli mal) niteliğindedir. (88)

İşte alacaklı böyle bir dükkanı mal sahibine kiraya verirse, bu muameleye “bey bi’l-istiğlâl” adı verilir. (89)

Osmanlılar devrinde faize düşmeden bu şekilde satım, hibe veya kira akdi gibi muamelelere borçlunun fazla bir meblağ ödemesi işlemlerine “muâmele-i şer’iyye”; fazla olarak alınan meblağa “ribh-i şer’î” denilmiştir. Bu muâmeleleri sermaye sahipleri yanında para vakıfları da uygulamıştır. Çünkü hanefilerden İmam Züfer, para, yiyecek, ölçü veya tartı ile alınıp satılan menkul malların da vakfedilmesini caiz görmüştür. Hanefi ve Şâfiî mezhepleri genel olarak muâmele-i şer’iyye’ye cevaz verirken, Mâlikî ve Hanbeliler bunu temelde reddederler. (90) Bey’ bi’l-istiğlâl da Mâlikî ve Hanbelîler’in reddettiği satışlardan biridir.

İstiğlâl yoluyle satışta, mal sahibini ipotekli mülkünü müşterinin bu yeri kabzetmesinden sonra kiralaması gerekir. Böylece, başlangıçta kiralama şartıyla satış ihtimali kalkmış olur. Bu durumda mal sahibinin kiracı sıfatiyle, kira süresince kira bedelini süre bittikten sonra ise ecr-i misili ödemesi gerekir. (91)

İslâm hukukuna göre misli malların ödünç verilmesi âriyat akdi kabul edilmiştir. Karzda verilenden fazlasını almanın faiz sayılması ödünç para temininde güçlükler meydana getirince, bu muameleler uygulamaya girmiştir. Çünkü ödünç sırasında kararlaştırılan veya örfleşmiş bulunan menfaat faiz olur. (92) Kimi zaman da borçlunun borcunu vadesinde ödememesi veya geciktirmesi mağduriyete sebep olur. Bu durumlar karz-ı hasenin işleyişi önündeki engellerdir.

İşte sermaye sahibi verdiği ödünç parayı zamanında alabilmek için borçludan teminat isteme hakkına sahibtir. Rehin borç ödenmediği takdirde satılmış sayılması onun teminat yönünü güçlendirir. İpotekli malı kiracı sıfatiyle de olsa borçlunun kullanması, ona ödeme gücü kazandırır. Malı istiğlâl yoluyla elinde tutan mâlik kiracı onu alacaklının izni olmadan başkasına satamaz. Borçlunun durumu da böyledir. Bu hak, tarafların mirasçılarına intikal eder. (93) Borçlu, alacaklı ile kira sözleşmesi yapmakla, bu maldan onun yararlanmasına izin vermiş sayılır.

Sonuç olarak; başkasına borç para veren kimse menkul veya gayri menkul bir malı teminat olarak isteyebilir. Ayrıca, bu malı vefa yoluyla satın alarak borç ödeninceye kadar malikine kiraya verebilir. Bu mal temelde rehin niteliğinde olduğu için, mal sahibinin izniyle alacaklılarının bundan yararlanması mümkündür. Kira gelirlerini almak da yararlanma kapsamına girer. (94)

Vadeli mal alıp peşin parayla aynı kişiye veya üçüncü bir kişiye satma yolu da finansman sağlama yöntemlerindendir. Böyle bir malın, satın alınan kimseden başkasına peşin veya veresiye fiyatla satılmasında bir sakınca bulunmaz. Ancak vadeli satan kişiye kendi sattığı malı tekrar daha ucuz peşin fiyatla satmakta faiz şüphesi vardır. “Iyne satışı” denilen bu yöntem Ebu Yusuf’a göre geçerli sayılırken, diğer pekçok müctehitlere mekruh ve çirkin kabul edilmiştir (Ayrıntı için bk. “Vadeli Sattığı Malı Peşin Para İle Geri Almak (Iyne Satışı)” konusu).