VI-İKİ BEDELİN DE PEŞİN VERİLMESİ GEREKEN ALIŞ-VERİŞ (SARF AKDİ)

A) Sarf Muamelesi ve Özellikleri:

Sarf sözlükte; harcamak, para bozdurmak, geri çevirmek gibi anlamlara gelir. Bir fıkıh terimi olarak ise; altın gümüş veya nakit paraların kendi cinsiyle yahut başka cinsle mübadele edilmesini ifade eder. Yani altının altınla, altının gümüşle, gümüşün gümüşle veya bunların tedavüldeki bir para ile yahut tedavüldeki paraların ya da döviz çeşitlerinin birbiriyle mübadelesine “sarf muâmelesi” denir. Günümüzde sarrafların veya döviz alım-satımı yapan kişi veya kuruluşların muâmeleleri bu konu içinde yer alır.

Sarf muamelesinin şartları:

Bunlar dört tane olup şunlardır:

1) İki bedelin peşin olarak ödenmesi:

Sarf muamelesinde taraflar birbirinden ayrılmazdan önce her iki bedelin de taraflarca kabzedilmiş olması gerekir. Aksi halde “nesîe ribası” meydana gelir (bk. “Faiz” konusu). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Altın altın ile misli misline ve peşin olarak; gümüş gümüş ile misli misline ve peşin olarak satılmalıdır.” (95) “Altın ve gümüşten peşin olmayanı peşin olan karşılığında satmayınız.” (96)

Bu duruma göre altın, gümüş veya para mübadelelerinde taraflardan birisi veya her ikisi bedeli teslim almadan akit meclisinden ayrılsa sarf muamelesi ortadan kalkar. Burada taraflar alış-verişi sürdürmek isterlerse yeniden sarf muamelesi yapmaları gerekir. Zimmet borcunun zimmet borcu (deyn) karşılığında satılarak faize düşülmemesi için bedellerin peşin verilmesi şart koşulmuştur. (97)

Eğer bedellerden birisi vadeli olursa “nesîe faizi” meydana gelir. Böyle bir durumda sarraf müşterisine yardımcı olmak istiyorsa, meselâ; verdiği altını “karz-ı hasen” olarak verebilir. Bu takdirde alıcı, teslim aldığı miktardaki altını sarrafa borçlanmış olur. Geri verme tarihinde aynı miktar ve ayardaki altını veya o tarihteki bedelini ödemesi gerekir. Altın bedelinin bir bölümünü ödeyip, bir bölümü vadeli kalacak olsa, kalan kısım için nesîe faizine düşmemek için şu şekilde muamele yapılmalıdır. Meselâ; 200 gram altın alan kimse yarısının parasını verse, sarraf diğer yarısını “karz-ı hasen” olarak verebilir. Bu takdirde alıcı yüz gramlık kısmı ödünç olarak almış olur ve aynı miktarda altın veya bedelini konuşulan tarihte iade eder. Ancak Hanefîlere göre karz-ı hasende vade hukuken değil ahlâk bakımından bağlayıcı olur.

Sarf akdinde taraflardan birisi bedeli kabzetmeden ayrılırsa satış fasit olur. Bu konuda bedellerin ayrılmış olması yeterli değildir. Fiilen tesliminin gerçekleşmesi gerekir. (98)

2) Cins birliğinde eşit miktarların mübadelesi esası:

Altın altınla, gümüş gümüşle, türk parası türk parası ile, bir cins döviz, kendi cinsi ile değiştirilmek istendiğinde eşit miktarlar değiştirilebilir. Bu konuda yeni, eski olma veya birisinin işlenmesinin veya kalıbının daha düzgün bulunması sonucu etkilemez. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifte “Altın altınla, gümüş gümüşle misli misline ve peşin olarak alınıp satılır” buyurularak, bu konuda cins birliği olunca “eşit ağırlık” esası getirilmiştir. Bu duruma göre, araya bir bedel girmeksizin kullanılmış altın yeni altınla değiştirilecekse ancak eşit ağırlıkta değiştirilebilir. Çünkü bunlar öz madeninde eşittir. Sarraf kârsız olarak böyle bir mübadeleyi yapmak istemezse, önce kullanılmış altını satın alır, alıcı bunların bedeli ile ister o sarraftan, dilerse başka bir yerden yeniden zinet alabilir. Burada iki satım muamelesi yapılmış olmaktadır. Ancak Şâfiîlere göre sarraf böyle bir değişimde kâr olarak yalnız “işçilik” alabilir. Bunun dışında bir fark ekleyemez.

Diğer yandan ayarları aynı olan altın türlerini bir cins kabul etmek gerekir. Çünkü meselâ; 22 ayar altınla 14 ayar altını birbirine denk sayma imkânı bulunmaz. Durum böyle olunca, 22 ayar 100 gram altına, 14 ayarın kaç gramı karşılık oluyorsa bunlar birbirine denk sayılmalıdır. Fazlalık başka cins bir madenin karışımından ibarettir ki, onun çok düşük olan değeri çoğu zaman dikkate alınmaz.

Nitekim Hayber’in fethinden sonra ganimetlerden altın ve boncuk dizili bir gerdanlık, altın para olan dinarla satılmak istenince, Hz. Peygamber gerdanlıktaki altınların çıkarılmasını emretti ve şöyle buyurdu: “Altın altına karşılık tartı iledir.” (99) Burada gerdanlığın boncuk ve benzeri süsleri için ayrıca değer konulur.

Değerini öz cevherinden alan ve insanlık âleminin tanıdığı devirlerden itibaren eşyaya bedel olarak kullanılabilen altın ve gümüşün kendi cinsleri arasında bir fiyat farkının kabul edilmemesi, bu değerli madenleri standart hale getirmiştir. İşçilik bir yana bırakıldığı takdirde meselâ; 100 gram ağırlığındaki altın para ile 100 gram bilezik, reşat altını ya da bir altın tablo öz cevherinde eşit sayılır. Bunlar eritilince yeni altınla özde eşit hale gelirler. Zinet eşlasının farklı şekiller alması bunların farklı kalıplara dökülmesinden ya da el işlemesinin ilave edilmesinden ibarettir.

Piyasada stantart olup sayı ile işlem gören her para çeşidi de kendi içinde bir cins oluşturur. Türk parası, Alman markı, ABD doları veya Kanada doları gibi. Kağıt paraların kağıt, mürekkep ve darphane masrafları birbirine denk veya çok yakın olduğu halde aralarında büyük satın alma güçlerinin meydana gelmesi onu çıkaran ülkenin ekonomik gücü, bütçe denkliği ve dış ödemeler dengesi ile yakından ilgilidir. Bu yüzden belli bir tarihte birbirine tam olarak denk olan iki ülke parası, bunlardan birisinin ekonomisinin bozulması, bir savaşa girmek zorunda kalması veya verimli çalışan bir idare sistemi kuramaması gibi nedenlerle diğerine göre bazan 50-100 katı değer kaybettiği olabilmektedir. Kağıt paranın kendi öz cevherinin bulunmayışından ileri gelen bu farklılığı giderecek ekonomik alternatiflerin üretilmesi gerekir. İleride “İslâm’da Para” konusunu incelerken bu konu üzerinde duracağız.

 

3) Şart muhayyerliğinin bulunmaması:

Sarf muamelelerinde iki tarafın veya tek tarafın şart muhayyerliği öne sürmesi caiz değildir. Meselâ; sarrraftan peşin para ile 100 gram altın alan kimsenin üç gün süreyle muhayyerlik öne sürmesi gibi. Sarf akdinde karşılıklı kabz şart olduğu için böyle bir seçim hakkının bulunması mülkiyetin intikaline engel olur. Böyle bir sarf akdi fasit olur. Ancak taraflar akit meclisinden ayrılmadan önce muhayyerlik hakkını düşürürlerse muamele geçerli hale gelir. İmam Züfer aksi görüştedir.

Görme ve kusur (ayıp) muhayyerliği mülkiyetin sabit oluşuna engel teşkil etmediği için bunlar bir sarf muamelesinde bulunabilir. Ancak karşılıklı peşin olarak teslim edilmesi gereken bedellerde görme muhayyerliği hakkının devam etmesi seyrek olur. Meselâ, o anda sökülüp iç kısmı görülemeyen bir zinet eşyasını, iç kısmını da görmek şartıyla satın almak gibi. Kusur muhayyerliği ise her muamelede konuşulmasa bile var olan bir hakdır. 22 ayar diye alınan bir bileziğin, sonradan 18 ayar olduğunun anlaşılması gibi. Bu durumda alıcının akdi bozma hakkı doğar. (100)

 

4) Vade olmamalıdır:

Sarf muamelesinde her iki taraf veya bir taraf için vadenin söz konusu olmaması gerekir. Aksi halde akit fasit olur. Çünkü vade kabzı erteler. Eğer lehine vade konuşulan kişi akit meclisinden ayrılmazdan önce vadeyi düşürür ve gereken bedeli öderse sarf akdi geçerli hale gelir. İmam Züfer aksi görüştedir. (101)

Son iki şart, bedellerin peşin ödenmesi prensibinin tabii sonucudur. Çünkü kabz bunlarla birlikte bulunmaz.

 

B) Sarf Bedelinde Kabzdan Önce Tasarruf:

Sarf akdinde iki bedelin de akit meclisinde kabzedilmesi şart olduğu için, kabzdan önce bunun ibra, bağış, istibdâl veya takas gibi bir yolla tasarrufta bulunulması caiz değildir. Bunları kısaca açıklayacağız:

1) İbra veya bağış (hibe):

Bir sarraf müşterisine 100 gram altını belli bir bedel karşılığında satıp teslim etse, ancak bedelini almayarak müşteriyi borçtan ibra etse yahut bunu ona bağışlasa ya da tasadduk etse, alıcı bu tasarrufları kabul ettiği takdirde borç düşer ve sarf akdi ortadan kalkar. Çünkü böyle bir ibra kabza engel olur.

Eğer alıcı ibrayı kabul etmezse, sarf akdi devam eder ve taraflar ayrılmadan önce de bedeller kabzedilirse akit tamam olur. Bu durumda satıcı bedeli kabzetmeye zorlanır. Çünkü kabz gerçekleşmezse akit fasit olacağı için, bir tarafın buna sebep olmaması gerekir.

2) Sarf bedeli yerine başkabir bedel vermek (istibdâl):

Alıcı satın aldığı altın, gümüş veya nakit paranın kararlaştırılan bedeli yerine başka cins bir bedel vermek istese, sarf akdi önceki hal üzere devam eder. Çünkü asıl bedelin kabzı şer’î bir şart olup, bedel yerine başka bedelin konulması gerçek kabz imkânını ortadan kaldırır. Meselâ; 100 gram altını iki bin Alman Markına anlaştıktan sonra alıcı Mark yerine Türk parası vermek istese bu caiz olmaz. Ancak taraflar önceki akdi bozarak yeniden türk parası üzerinde anlaşabilirler.

Diğer yandan sarf muamelesinde taraflardan birisi diğerine hakkından daha kalitelisini ödese veya aynı cinsten ondan daha âdisini ödemekle birlikte karşı taraf buna razı olsa caizdir. Çünkü böyle bir ödeme bedel yerine bedel ödeme niteliğinde değildir. Meselâ; satın aldığı iki bin Marka karşılık 100 gram kullanılmış altın üzerinde anlaşma yapılmış iken alıcı, 100 gram yeni bilezik verse veya bunun aksine yeni altın konuşulmuşken kullanılmış hurda altın verse, satıcı bunu kabul ettiği takdirde caiz olur. Çünkü burada sarf bedelinin cinsinde bir değişiklik söz konusu değildir. Prensip olarak faiz cereyan malların aynı cinsleri arasında kalite farkı dikkate alınmaz. Kalite farkı satış bedeline yansıtılmak istenirse mübadelenin başka cinsle olması gerekir. Nitekim Hz. Peygmaber’e daha kaliteli hurma ikram etmek isteyen Bilal Habeşi (r.a)iki ölçek adi hurma verip, bununla bir ölçek kalitesi yüksek hurma satın almıştı. Allah’ın elçişi durumu öğrenince şöyle buyurmuştur: “Eyvah eyvah ribanın ta kendisi. Bunu böyle yapma, fakat hurma satın almak istersen, kendi hurmanı başka satım akdi ile sat, sonra onun satış bedeli ile istediğin hurmayı satın al.” (102)

3) Sarf bedelinin başkasına havalesi, bu bedele kefil veya rehin istenmesi:

Altın, gümüş veya nakit para mübadelesinde alıcı bedelin ödenmesini akit meclisinde hazır olan başka birisine havale edebilir. Yine alıcı bu bedel için rehin veya kefil de gösterebilir. Ancak kabzın akit meclisinde gerçekleşmesi gerekir. (103)

 

C) Borçların Birbiriyle Takası:

Arapça “mukassa”; borçların birbirine takas edilmesi, iki kişi arasındaki karşılıklı borçların birbirine mahsub edilmesi, bir borcun alacaklıdaki başka bir borca karşılık tutulmasıdır. A’nın B’ye bir milyon lira borcu olsa, B’nin de A’ya aynı miktar vadesi gelen bir borcu bulunsa bunların birbirine takas edilmesi gibi. Günümüzde pek çok kişi ve kuruluşlar karşılıklı ticaret ilişkileri içindedirler. Karşılıklı alacak ve vereceklerin tek tek ödenmesi yerine vadesi gelenlerin birbiriyle takas edilerek tasfiyesi yoluna gidilmesi için de kolaylıklar sağlamaktadır. Acaba bu gibi takaslarda ölçünedir? Vadesi gelmeyen bir borçla, vadesi gelen takas edilebilir mi? Ayrıca sarf akdinde de bedel için eskiden kalan bir alacak takas edilse akde zarar gelir mi?

Takas iki kısma ayrılır:

1) Zorunlu takas:

Karşılıklı rıza aranmaksızın bir tarafın isteği üzerine kendiliğinden gerçekleşen ve borcu düşüren takastır. İki kişinin cins, nitelik, miktar ve vadeleri aynı olan karşılıklı borç ve alacakları bulunsa, bunlar takas edilebilir. Bu takdirde her iki taraf da borçtan kurtulmuş olur. Bu şekildeki iki borcun miktarları farklı olursa az olan düşer, çok olanın fazlalığı devam eder.

Bu duruma göre zorunlu takasın şartları dört maddede toplanabilir:

a) İki kişi veya kuruluşun karşı taraftan hem alacaklı hem de borçlu olması.

b) İki alacağın niteliklerinin aynı olması. Bu da borcun cins, miktar, vade, kalite ve benzeri niteliklerde eşit durumda olması demektir.

c) Takas yüzünden başkalarının zarara uğramaması. Borçlu, rehin alan veya başka alacaklılar takas yüzünden zarar görmemelidir.

d) Takasa başvurulması şer’î bir sakınca doğurmamalıdır. Selemde anaparanın kabzından önce ayrılma, selem konusu malda kabzdan önce tasarrufta bulunma, akdinde ve peşin mübadeleyi gerektiren ribevî şeylerde kabzı engelleme gibi durumların ortaya çıkmaması gerekir.

Mâlikîler dışında çoğunluk müctehitler şartları bulununca zorunlu takasın gerçekleşeceğini kabul etmişlerdir.

2) Karşılıklı rıza ile yapılabilen takas:

Eğer iki kişi veya kuruluş arasındaki karşılıklı borç ve alacaklar cins, vade ve nitelikleri bakımından farklı olurlarsa bunlar arasındaki takas ancak karşılıklı rıza ile mümkün olur. Altın ve gümüş dört mezhep imamı tarafından ayrı iki cins kabul edilmiştir.

Günümüzde satış bedeli olarak kullanılabilen altın, gümüş, madenî para ve diğer temsili paralar takas konusunda tek cins kabul edilir. Delil örf ve İbn Ebi Leylâ’nın görüşüdür. Bazı Hanefi âlimlerinin tercih ettiği görüş de budur. (104)

İbn Âbidin (ö.1252/1836) borçların birbiriyle takası konusunda şöyle denilmiştir: “Bir şeyi emanet (vedîa) olarak elinde bulunduran kimsenin, emanet verende, bu emanet cinsinden bir alacağı olsa, karşılıklı rıza olmadıkça emanet şeyi alacağına karşılık olarak takas yapamaz. Gasbedilen şey de vedîa gibidir. Yine eğer iki borç (deyn) birbirinden farklı cinslerden olur veya nitelikleri değişik olur yahut her ikisi vadeli bulunur veya birisinin vadesi gelmiş olur, diğeri vadeli bulunursa bu gibi borçlar (deyn) arasındaki takas ancak karşılıklı rıza ile gerçekleşir. Eğer cinsler farklı olur ve taraflar takas yaparlarsa, meselâ; A’nın B’ye yüz dirhem (gümüş para) borcu olsa, B’nin de ona yüz dinar (altın para) borcu bulunsa takas yaptıkları takdirde, yüz dinarın yüz dirheme karşılık olan kısmı düşer ve geri kalan borç devam eder. Diğer yandan erkeğin eşine olan birikmiş nafaka borcu, ondan olan bir alacağa ancak karşılıklı rıza ile takas edilebilir. Çünkü nafaka borcu zayıf bir borçtur. (105)

 

D) Sarraf Bedelinin Başka Bir Borçla Takas Edilmesi

Bir sarraf, müşterisi ile belli miktar altın üzerinde anlaştıktan sonra, müşteri altınların bedelini, sarraftan daha önceki bir alacağına karşılık tutabilir mi? Yine sarrafın müşteride eskiden kalma bir alacağı varsa, ayrılan zinetleri buna karşılık olmak üzere takas yoluna gidebilir mi? A, B’den iki bin mark karşılığında bin donlar satın alıp, markları teslim etse, ancak B’nin A’da daha önceye ait bin dolar alacağı bulunsa aşağıdaki şekilde hareket edilir:

1) Bin dolar borcun, sarf akdinin yapılmasından önce her hangi bir sebeple sabit olmuş bir borç olması gerekir. Karz-ı hasen, gasp, satın alınan bir malın bedeli gibi ödenmesi gereken borçlar bu niteliktedir. Karşılıklı rıza ile bu iki borç takas yapılabilir. Delil istihsandır. Burada takasla ilk sarf akdi fesh edilmiş  ödenmesi gereken bir borç bedel kılınarak yeni bir sarf akdi yapılmış sayılır. Kıyasa göre ise böyle bir takas sarf bedelini değiştirmek anlamına geldiği için caiz olmaz. Bu durum kabza engel olur. Bu, İmam Züfer’in görüşüdür.

2) Satıcı sarf akdinden sonra bin doları karz-ı hasen veya gasp gibi tazmin sorumluluğu gerektiren tarzda kabzetse bu karşılıklı rızaya da gerek olmaksızın kendiliğinden takas işlemine tabi olur. Çünkü satıcı tarafından fiilen kabz bulunmuştur.

3) Borcun sarf akdinde sonraki bir akitle sabit olması halinde de ancak karşılıklı rıza ile takas söz konusu olabilir. Meselâ; iki bin markı satan kimse alıcıdan bin dolar tutarı kadar kumaş satın almış bulunsa, bunların birbirine takas yapılabilmesi için karşılıklı rıza gerekir. Delil istihsan olup, bununla önceki akit feshedilmiş, bunun yerine mevcut bir borca dayalı yeni bir akit yapılmış olur. (106)

 

E) Döviz Ticareti:

Altın ve gümüşün gerek zinet ve gerekse sikkeli para olarak birbiriyle mubadelesi caiz olduğu gibi, diğer madeni paraların veya temsili para olarak kullanılan banknotların ya da satın alma gücünü devletlerin ekonomik gücünden alan kağıt paraların birbiriyle mübadelesi caizdir. Ancak bu konuda bir takım esaslara uyulması öngörülmüştür. Kısaca altın, gümüş veya fels adı verilen bakır, nikel karışımı paraların alım-satımı ile ilgili hükümler bunların yerine geçen diğer para birimlerine de uygulanmıştır. Buna göre;

Döviz alım-satımının peşin yapılması gerekir. Eğer vadeli satış yapılırsa “nesîe faizi” meydana gelir. Ashab-ı kiramdan Mâlik b. Evs (r.a) yüz dinar altın parayı, gümüş para dirhemle değiştirmek istemişti. Talha b. Ubeydillah ile pazarlık yapıp anlaştılar ve Mâlik, dinarları ona teslim etti. Diğeri yanında dirhem bulunmadığı için bedelini akşam üzeri verebileceğini bildirdi. Bu alış-verişi izleyen Hz. Ömer tarafların birbirinden ayrılmadan önce bedelleri peşin vermesi gerektiğini söyledi ve Hz. Peygamber’in “Altın altınla, gümüş gümüşle.. peşin olarak ve misli misline (alıp-satılır)” (107) hadisini nakletti.

İslâm para mübadelesinde ve faiz cereyan eden diğer malların kendi cinsiyle veya başka cinsle trampasında “peşin değişim” esasını getirmekle bunların ticaretini sınırlamayı ve bunların haksız kazanç aracı haline getirilmesini önlemeyi amaçlamıştır.

Döviz ticareti yapan kimse teslim aldığı bir paranın döviz karşılığını ertesi gün verebileceğini söylemişse, alıcının parayı geri alıp ertesi gün alım yapması gerekir. Ancak satıcıya kolaylık göstermek için parayı onda bırakmak istiyorsa, karz-ı hasen olarak bırakabilir. Döviz hesabı ertesi günün kur fiyatı üzerinden hesaplanarak sonuçlandırılmalıdır. Adam göndererek veya telefonla döviz bağlantısı kurmalarda eğer iki tarafın bedelleri karşılıklı teslim aldıkları gün veya saatte bir kur değişikliği olmamışsa şer’î bir sakınca ortaya çıkmaz. Fakat bu arada kur değişmişse asıl döviz muâmelesinin gerçekleştiği gün veya saatteki kur esas alınır. Meselâ; sabahtan İstanbul’a telefonla elli bin mark bağlantısı kuran kimse, bunun bedeli o sırada 250 milyon türk lirası olsa, bu parayı İstanbul’a götürüp teslim edeceği sırada mark düşmüş veya yükselmişse yeni kur üzerinden hesap görülmesi gerekir. Böylece taraflardan herhangi birisi aldanmış olmaz. Ancak bağlayıcı olmamakla birlikte satıcı telefonda bildirdiği fiyat üzerinden hesap görse, eğer döviz değer kazanmışsa bilerek kendi fazla alma hakkından vazgeçmiş olur. Çünkü iki cinsin birbirine göre satışın da bedelin düşük veya yüksek tutulması aldatma, hile ve fahiş gabin bulunmamak şartıyla caizdir.

Altın ticareti için de aynı esaslar söz konusudur. Emanetçinin götürdüğü kullanılmış altın teslim edildikten sonra darphaneden veya kuyumcudan yeni altının alınması, bir mecliste gerçekleşiyorsa, o saatteki altın fiyatları üzerinden işlem yapılır. Yeni altına standart bir işçilik takdir edilerek başka cins bir para ile değerlendirmede, bunun esas alınması altın piyasasında fiyat standardına yardımcı olur.

Altın, gümüş veya para mübadelelerinde günlük rayiç bedel üzerinden işlem yapılınca borçların ödenmesinde bunlardan birisinin yerine diğerinin verilmesi mümkündür. Meselâ; bin dolar borcu olan kimse ödeme sırasında bunun yerine o günkü kurda denk olan iki bin mark veya 9,5 milyon türk lirası verebilir. Karşılıklı rıza bulununca bu mümkün ve caizdir.

Abdullah b. Ömer (r. anhümâ)’in şöyle dediği nakledilmiştir:

“Hz. Peygamber’in yanına vardım ve şöyle dedim: “Ben Bakî’de deve satıyorum. Dinar karşılığında satıp dirhem alıyorum; dirhem karşılığında satıp dinar alıyorum.” Allah elçisi şöyle buyurdu: “Ayrılırken aranızda alacak verecek kalmamak üzere günün fiyatı ile (dinar veya dirhem) almanda bir sakınca yoktur.” (108)

 

VII- GÖTÜRÜ SATIŞ (CÜZÂF VEYA MÜCÂZEFE YOLUYLA SATIŞ)

A) Götürü Satışın Tarifi ve Delilleri:

Bir şeyin ölçmeden, tartmadan veya saymadan götürü olarak ve tahmin yolu ile satılmasına “cüzâf veya mücâzefe satışı” denir. Cüzâf; farsçadan arapçaya geçmiş bir sözcüktür. Yığın halindeki buğday, arpa, odun, ot, saman, hurda demir, ağacında olgunlaşmış meyveler veya başağında olgunlaşmış buğday toptan tahmin yoluyla satılabilir. Bunun meşrû oluşu sünnet deliline dayanır.

Cabir (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a), ölçek sayısı bilinmeyen hurma yığınının, ölçüsü bilinen hurma karşılığında satışını yasaklamıştır.” (109) Burada hurmanın başka cins bir bedelle götürü olarak satışının caiz olduğuna delâlet vardır. Normal şartlarda ölçü veya tartı ile satılan bir mal, kendi cinsi ile götürü olarak mübadele edildiği takdirde “fazlalık ribası” söz konusu olur. Çünkü ölçülmedikçe iki yığının denk olup olmadığı anlaşılamaz.

Abdullah b. Ömer (r.a)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İnsanlar gıda maddelerini pazarın üst kısmında götürü olarak alıp satıyorlardı. Allah’ın Rasulü bunların, yer değiştirmeden satışını yasakladı.” (110) Bu hadis götürü satışın caiz olduğunu, ancak bu yolla malı alan kimsenin bu malı yeniden satabilmesi için, yer değiştirmesi gerektiğini bildirmektedir.

 

B) Götürü Satışın Şartları:

Götürü şatışın başlıca şartları şunlardır:

1) Satın alınacak şeyin satış sırasında veya daha önce alıcı tarafından görülmüş olması gerekir. Bu yüzden bir malı görmeden, götürü olarak satın almak caiz olmaz. Ancak yığının yalnız dış kısmını görmek yeterli olduğu gibi, mühürlü veya ambalajlı olup açıldığında bozulabilen şeylerin yalnız niteliklerini belirtmekle yetinilir. Kutulardaki konserve, şişelerdeki sirke, ilaç ve esans gibi. Zeylâî (ö.734/1342) bu konuda şöyle der: “Cüzâf yolu ile satışın caiz olmasının şartı, bunun başkasından aydırdedilebilir ve işaretle gösterilebilir olmasıdır.” (111)

2) Satıcı veya alıcı, götürü olarak satılacak malın miktarını bilmemelidir. Eğer onlardan birisi malın miktarını bilir ve götürü satıştan sonra karşı tarafa bildirirse, karşı taraf için muhayyerlik hakkı doğar. (112)

3) Götürü satışın konusu yığının kendisi olup tek tek parçaları değildir. Bu yüzden ancak ölçü, tartı veya uzunluk ölçüsü ile alınıp satılan şeyler götürü satışa konu olabilir. Sayı ile satılanlar ise sayımda bir güçlük bulunmadıkça sayılarak satılmalıdır. Çünkü saymak ölçmeye veya tartmaya göre daha kolaydır.

4) Satılan malın miktarı, bilen birisi tarafından tahmin edilmelidir. Canlı kuş, güvercin veya büyük bir çiftlikteki tavuklar gibi tahmin edilmeleri güç olan şeylerin götürü olarak satışı caiz değildir.

5) Satılan şeyin çokça olması gerekir. Mal ne tahmin edilemeyecek kadar çok olmalı ne de kolaylıkla sayılabilecek kadar az miktarda bulunmamalıdır.

6) Malın üzerinde bulunduğu sathın düz olması gerekir. Yığının içinde bir takım tümsekler bulunursa bu durum aldanmaya yol açabileceği için satış fâsit olur.

7) Hem götürü, hem de ölçü veya tartı birlikte uygulanmamalıdır. Meselâ; bir yığın buğdayı götürü olarak satarken, yanında şu kadar metre kumaşın da birlikte satın alınmasını şart koşmak gibi. Burada tek satış bedeli belirlendiği için, bilinenin bilinmeyenden etkilenmesi söz konusu olur. (113)

 

C) Götürü Satışta Özel Durumlar:

Ne kadar olduğu bilinmeyen bir yığın gıda maddesi, ölçeği şu kadar lira olmak üzere satılsa Ebu Hanife’ye göre böyle bir satım akdi yalnız bir ölçek hakkında geçerli olur. Çünkü bütün için satış bedeli belirsiz olmakla birlikte tek ölçek için belirlidir. Ancak akit meclisinde bütünün miktarı açıklanır veya ölçülerek belirlenirse satış tamamını kapsamına alır.

Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bu şekilde ölçek fiyatı üzerinden götürü satışta, satım akdi bütünü içine alır. Çünkü bütün ölçüldüğü zaman satış bedelinin miktarı belirli hale gelecektir. Yığın başlangıçta işaret edilmekle belirli hale gelmiş sayılır. Alış-verişlerde kolaylık olması için bu iki imamın görüşü fetvaya esas alınmıştır. Diğer bütün standart (mislî) malların götürü satışı da bu esasa göre olur. (114)

Günümüzde ağacı üzerinde olgunlaşmış zeytini veya başka meyveleri kilogram fiyatı belirlenerek götürü satmak da aynı hükümlere bağlı olur. İki imama göre bu mümkün ve caizdir. Yine kilogram fiyatı belirlenerek koyun veya sığırların tartılmak suretiyle satılması da aynı niteliktedir.

Ebu Hanife’ye göre, bir sürü koyunun tane hesabiyle fakat götürü olarak satılması halinde satım akdi tek koyun için de geçerli olmaz. Çünkü koyunlar ölçekle alınıp-satılan mallarda olduğu gibi standart değildir. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, satış, malın standart olup olmamasına bakılmaksızın tamamı için bağlayıcı olur. Çünkü götürü satışın yapıldığı sırada, başlangıçta akdin fâsit olmasına yol açabilecek bilgisizlik, malın tamamı sayılarak veya ölçülerek akit meclisinde belirli hale geldiği için ortadan kalkmaktadır. Tanesi bir milyon lira olmak üzere, götürü satılan sürüde seksen koyunun bulunduğunun sayım sonucu anlaşılması gibi (115)

İç hacmi belirsiz olan, daralıp genişleyen naylon çanta, zembil gibi kaplarla satış da caiz değildir. Çünkü bu aldanmaya yol açar.

Eğer götürü satış meselâ; yüz ölçek olmak şartıyla şu fiyata diye yapılmışsa mal eksik çıktığı takdirde alıcı muhayyerdir. İsterse mevcut olanı satış bedelinden ona isabet edenle alır, isterse satışı feshedebilir. Kısımlara ayrılmasında zarar bulunmayan her türlü ölçü veya tartı ile satılanlarda hüküm böyledir. Ancak yığın, belirlenen miktardan fazla çıkarsa, fazlalık satıcıya aittir. Çünkü bu kısım satım akdine girmemiştir.

Bir arazi beş dönüm denilerek tek satış bedeli ile satılsa, ölçüm yapıldığında eksik çıksa alıcı muhayyer olur. İsterse satış bedelinin tamamı ile alımı sürdürür, isterse akdi bozabilir. Fazla çıkması halinde ise bu fazlalık alıcıya ait olur ve satıcının muhayyerlik hakkı da bulunmaz. Çünkü burada bedel bütün için verilmiş, metre karşılığı söz konusu olmamıştır. Ancak uzunluk ölçüsü ile satılan şeylerde metre bir maksat olarak gözetilir ve satım akdinde şart koşulursa buna uymak gerekir. Meselâ; “Ben şu arsayı sana 250 metre kare olmak üzere 250 milyon liraya ve metresi bir milyon olarak satıyorum” dese, bu durumda arsa 200 metre kare çıktığı takdirde alıcı muhayyerdir. İsterse bu arsayı bedelden 200 metre kareye düşen payıyla alır, dilerse akdin bütünlüğü (safka) parçalandığı için terkeder. Eğer arsa fazla çıkarsa yine muhayyerdir, isterse arsanın tümünü, metresi bir milyon liradan alır, dilerse alımdan vazgeçebilir. Çünkü o, fazla kısmı ödemede zorlukla karşılaşabilir. (116)

 

Altın, gümüş, süs eşyası veya süslenmiş şeylerin götürü satışı:

Bedeller değişik cinsten olursa, götürü satış geçerli olur. Eğer bedeller aynı cinsten olursa ölçü veya tartı söz konusu olmayınca götürü satışta faiz ihtimali ortaya çıkar. Haram ihtimalini taşıyan şeyden ise kaçınmak gerekir. Buna göre, götürü satış aynı cinsler arasında yapılacaksa bunların faiz cereyan eden mallardan olmaması gerekir.

Hanefilere göre bu konuda şu prensip geçerlidir: “Nakitlerin ve benzerlerinin götürü satışında; fazlalıkla değişimi caiz olan şeyin götürü satışı da caizdir. Fazlalıkla değişimi caiz olmayan şeyin götürü satışı da caiz olmaz.” (117) Buna göre;

a) Altının altınla veya gümüşün gümüşle tartılmaksızın götürü satılması caiz değildir. Çünkü mübadelede meydana gelebilecek fazlalık faiz olur. Ancak akit meclisinde bedeller tartılır ve ağırlıkta eşit oldukları görülürse satış istihsan yoluyla caiz olur.

b) Altının gümüşle veya faiz cereyan eden başka şeylerin değişik cinsle tartılmadan veya ölçülmeden götürü satışı ise geçerlidir. Çünkü bunlar arasında fazlalık caizdir. Ancak bu durumda iki bedelin de satış meclisinde taraflarca kabzedilmesi gerekir. Bir altın gerdanlıkla beş tane gümüş gerdanlığı, bir yığın buğdayı üç yığın arpa ile peşin mübadele etmek bu niteliktedir.

c) Altın veya gümüş kaplama ve süslemeler bulunan kılıç, kap, şekerlik vs. şeyler altın veya gümüş cinsi ile satılırsa, satış bedelinin bu eşyadaki altın miktarından daha fazla olması gerekir. Böylece kaplama ve süs kısmı satış bedelinin bir bölümüne karşılık olurken, geri kalan, bedelin kalanına denk sayılır. Eğer satış bedeli ağırlık olarak bu kaplama ve süsten eksik kalırsa “fazlalık ribası” söz konusu olacağından satış caiz olmaz. Nitekim Allah Rasûlü, Hayber ganimetlerinden altın ve boncuk dizili bir gerdanlığı 12 altın lira (dinar)ya satın alan Fudale b. Ubeyd’e gerdanlıktan altınları ayırıp tartmasını bildirerek şöyle buyurmuştur: “Altın altına karşılık tartı iledir.” (118)