X- MUDÂRABE ORTAKLIĞI

A) Mudârabenin Tarifi ve Dayandığı Deliller:

Mudarabe “darb” kökünden, bir sözcük olup, kök anlamı; ticaret için yolculuk yapmak demektir. Emek-sermaye ortaklığına Irak yöresi “Mudarabe” adını verirken Hicaz yöresi “Kırâz (kredi)” terimini kullanmıştır. Bu ortaklığa “Muamele” adı da verilmiştir. Mudarabe şu şekilde tarif edilmiştir: Sermaye sahibinin belli miktar sermayeyi işletmeciye ticaret yapmak üzere vermesi ve elde edilecek kâra, belirledikleri şartlara göre ortak olmalarıdır. Zarar ise yalnız sermaye sahibine aittir. İşletmeci zarara katlanmaz, ancak emeği boşa gitmiş olur. Burada sermaye sahibi kâra sermaye sebebiyle, işletmeci (mudarib) ise emeği karşılığında hak kazanır. Mudarabe kısaca; sermaye bir taraftan, bunu işletmek diğer taraftan olmak üzere kurulan “emek-sermaye ortaklığı” olarak da tarif edilmiştir. (204)

Başkasına sermaye verip kullandırmada kârın tamamının sermaye sahibine ait olacağı şart koşulursa, bu muamele “bidaa” adını alırken, kârın tümü işletmeciye şart koşulmuşsa “karz-ı hasen” muamelesi söz konusu olur.

Mudarabenin meşruluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ’ya dayanır.

Kitaptan deliller: Kur’an-ı Kerim’de mudarabeden söz eden bir ayet olmamakla birlikte, yeryüzünde dolaşarak ticaret yapmanın meşru olduğunu bildiren ayetle, ticaretin genel olarak meşru bir kazanç yolu olduğunu ifade eden bazı ayetler mudarabeyi de kapsamına alır.

Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah içinizden hastalar, yeryüzünde dolaşıp Allah’ın lutfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan başka insanlar bulunacağını bilmiştir.” (205)

“Artık namaz kılındımı yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan arayın.” (206) “Rabbinizin rızkından istemenizde size bir günah yoktur.” (207)

Sünnetten deliller: İbn Abbas (r. anhümâ) şöyle demiştir: Abbas (r.a) Mudarabe yoluyla sermaye verdiği zaman, ortağına bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmamasını, bir vadide konaklamamasını ve canlı hayvan satın almamasını şart koşardı. Eğer bunları yapar ve zarar ederse anaparayı tazmin edecekti. Onun mudarabede öne sürdüğü bu şartlar Allah elçisine ulaşmış ve o buna izin vermiştir.” (208) Hakim b. Hızam(r.a) da Mudarabe yoluyla sermaye verince benzer şartlar öne sürmüştür.

Diğer yandan Hz. Ömer’in yetimlere ait malı, Hz. Osman’ın ise kendi malını mudarabeye verdiği, Cabir (r.a)’in mudarabe ortaklığında bir sakınca görmediği nakledilmiştir. (209)

Suhayb (r.a) Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Üç şeyde bereket vardır. Vadeli satış, Mukaraza (Mudarabe) ve satmak için değil, evde yemek üzere arpa ile buğdayı karıştırmak.” (210)

İbn Hazm şöyle demiştir: Kitap ve sünnette Mudarabeyi belirleyen doğrudan bir delil bulunmamakla, birlikte bu konuda açık icma (görüş birliği) vardır. Çünkü biz Hz. Peygamber döneminde Mudarabe’nin uygulandığını ve Allah elçisinin de bunu takrir buyurduğunu kesin olarak biiyoruz. Eğer böyle olmasaydı, Mudarabe caiz olmazdı.” (211)

Bu konuda başka bir uygulama da Hz. Ömer’in halifeliği sırasında olmuştur. Ömer (r.a)’in iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah Irak ordusuna katılırlar. Ancak dönüş için paraları kalmayınca, vali Ebu Musa el-Eş’ari’ye (ö.44/664) başvururlar.

Ebu Musa şöyle der: “Size beytülmalden kredi vereyim. Buradan mal alıp, Medine’de satarsınız. Anaparayı müminlerin Emirine verirsiniz, kârı da aranızda paylaşırsınız.” Abdullah ve Ubeydullah Irak’tan aldıkları malları Medine’de sattılar ve kâr elde ettiler. Anaparayı Hz. Ömer’e getirince, o şöyle dedi:

- Ebu Musa, sizin gibi bütün orduya da kredi dağıttı mı? Hayır, cevabını alınca da;

- Anapayı ve elde ettiğiniz kârı beytü’l-mâle teslim ediniz, dedi. Ubeydullah şöyle dedi:

- Mal yolda helak olsaydı tazmin edecektik. Bu arada diğer bir sahabi söz alarak şöyle dedi:

- Ey Ömer, bu sermameyi kredi olarak kabul etseniz, yani bunu mudarabe şirketi olarak değerlendirseniz. Buna göre, anaparanın tümü ve kârın yarısı beytü’l,mâle, kârın diğer yarısı da Hz. Ömer’in iki oğluna verilecektir. Ömer (r.a) buna razı oldu ve hüküm uygulandı. (212)

İslâm’da mudarabe ortaklığı uzun veya kısa vadeli herçeşit krediyi temin etmek için elverişli bir ortaklık çeşididir. Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası olan birçok kimseler bunu işletmek, ticârî bir işte kullanmak ister. Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez. Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın birçok kimseler de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz. İşte, mudarabe şirketi birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir, ve iki taraf da bundan kârlı çıkar. Toplumda muattal kalan sermayeler ve iş bluamayan kabiliyetler değerlenmiş olur. Bu çeşit ortaklık tamamen güvene dayanır. İşi yürütmeyi üzerine alan ortak güvene layık olmaya çalışır. Giderek dürüst iş adamları meydana gelebilir.

 

B) Mudârabe Çeşitleri:

Mudârabe şirketi, sermaye sahibinin, işi yürütecek olanın uyacağı birtakım kurallar koyup koymamasına göre mutlak ve mukayyet mudarabe olmak üzere iki kısma ayrılır:

1) Mutlak Mudarabe: Sermaye sahibinin, herhangi bir kayıt koymaksızın, işletmeciyi ticaret işinde serbest bırakmasıdır. Yalnız kârın paylaşılma şeklini ve zamanını belirlemekle yetinir.

2) Mukayyet Mudarabe: Sermaye sahibi, anaparayı işletmeciye verirken bazı şartlar öne sürer ve bunlara uymasını ondan ister. Bu şartlar şunlar olabilir:

Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel’e Göre,

a) Sermaye ile belirli bir beldede ticaret yapmayı şart koşabilir. Meselâ. iş yerinin Bursa’da açılmasını, ticaretin yalnız Bursa’da yapılmasını isteyebilir. Sermaye sahibinin işi kontral, kârı paylaşma ve sonunda ortaklığı tasfiye kolaylığı sağlıyacağı için buna hakkı vardır. Yukarıda deliller kısmında zikrettiğimiz İbn Abbas hadisinde, Hz. Abbas’ın işi yürütene belde ile ilgili bazı kayıtlar koyduğu ve Hz. Peygamber’in de bunu tasvib ettiği de belirtilmiştir. (213)

b) Belirli cins ve çeşit ticaret eşyasını alıp-satmasını şart koşabilir. Mesela, yalnız gıda maddeleri veya tesktil ürünleri yahut da akaryakıt ticareti yapmasını istemek gibi. Hz. Abbas’ın işletmeciye canlı hayvan ticaretini yasaklaması bunun delilidir.

c) Ortaklığın süresini belirleyebilir. Meselâ, bir yıl süreyle ticaret yapmak, yıl sonunda ticareti tasfiye etmek üzere sözleşme yapabilir. Ancak süresi sınırlı olan mudarabede, tasfiyede güçlük olmaması için uygun ticaret çeşidinin seçilmesi gerekir. Belirtilen sürede sonuç alınamayacağı önceden belli olan ticaret çeşidine girilmemelidir.

d) Belirli kimseden mal almayı ve belirli kimseye satmayı şart koşabilir. Bununla pazarlama, acenta, şube ve benzeri tüm faaliyetler mudarabe kapsamına girebilir. Meselâ; bir firma çeşitli şehirlerde güvenilir, yetenekli kimselere sermaye vererek yalnız kendi üretimlerini alıp satmasını, yıl sonlarında hesaplanacak net kârın yarı yarıya paylaşılmasını sağlayabilir. Yine bir firma, sermayesi olmayan, dürüst ve yetenekli bir elemana sermaye vererek, ayda bin ton akaryakıt satın alarak kendi firmasına satmasını isteyebilir. Bu ticaretten elde edilecek kâr firma ile işletmeci arasında paylaşılmış olur. Böyle bir ticaretten iki taraf da kârlı çıkar.

e) Mudarabe’yi gelecek zamana izafe etmek mümkündür. Meselâ, sözleşmeyi yaptıktan altı ay sonra, mudarabe faaliyetlerinin başlayacağı kararlaştırılmış olabilir. Sermaye sahibinin veya işletmecinin başka işleri sebebiyle, mudarabeyi hemen başlatmaları mümkün olmayabilir.

İmam Şâfiî ve Mâlikîlere Göre,

Onlar son üç maddeyi kabul etmezler. Yani mudarabenin süresini belirleme, mal alınıp-satılacak kimseleri tesbit etme ve akdi gelecek zamana izafe geçerli değildir. (214)

 

C) Mudârabenin Hukuki Niteliği:

Ebu Hanife, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, mudarabe akdi lüzum ifade etmez. Taraflardan herbiri dilediği zaman akdi feshedebilir. Bu, mirasçılara da geçmez. Çünkü mudarabe başkasının malında, onun izniyle tasarrufta bulunmaktır. Ancak fesih sırasında anaparanın nakit halinde olması gerekir. Eğer anapara ticaret eşyası kabilinden olursa Hanefilere göre fesih yoluna gidilemez.

Şâfiî ve Hanbelîlere göre, mudarabe, anapara ticarat eşyası halinde iken feshedilirse, taraflar bu malları satma veya paylaşma konusunda görüş birliği içinde iseler fesih caiz olur. İşletmeci mudarabe malını paraya çevirmek ister, sermaye sahibi karşı çıkarsa sermaye sahibi satışa zorlanır. Çünkü, işletmecinin hakkı kârda olup, bu da ticaret eşyasının paraya dönüşmesiyle ortaya çıkar. (215)

Bu duruma göre, süresi belirlenmemiş olan mudarabe taraflar akdi diledikleri zaman feshedebilecektir. Ancak bunun tarafların zararına olacak bir şekilde yapılmaması  gerekir.

 

D) Mudâaâbede Kârın Paylaşılması:

Mudarabe için sermaye verilirken, kârın paylaşılma şartlarının da belirlenmesi gerekir. Kâr, sermaye sahibi ile işletmeci arasında 1/2, 1/3, 2/3 gibi şayi bir cüz olarak belirlenir. Gelir çok olursa tarafların alacağı kâr payı da büyümüş olur. Mudarabede akdin konusunu kâr teşkil ettiği için, bunun bilinmemesi akdin fesadını gerektirir. (216) Mudarabe sözleşmesinde, kârın taraflar arasında ortak olduğu belirtilmekle yetinilse mudarabe ortaklığı geçerli olur. Ancak bu takdirde kâr aralarında yarı yarıya paylaşılır. Çünkü ortaklık, aksi kararlaştırılmadığı sürece, prensip olarak eşitliği gerektirir. (217)

Mudarabede maktu bir kârın şart koşulması geçerli değildir. Böyle bir şart Mudarabeyi de fasit kılar. Çünkü Mudarabe kârda ortaklığı gerektirir. İşletmecinin, yalnız belirlenen maktu kâr kadar gelir sağlaması halinde karşı taraf bir şey alamaz. Bu nedenle de ortaklık gerçekleşmez. Meselâ; bir kimse bir kğ. 22 ayar altını %40 maktu kâr almak üzere Mudarabe yoluyla işletmeciye verse, yıl sonunda bütün kâr 400 gr. altından ibaret olsa, işletmecinin emeği karşılıksız kalır. Yüzde yüz elli kâr edilmesi halinde de sermaye sahibi anaparanın %40’ını az bulabilir. Diğer yandan anaparanın %40’ı denilince bu faiz olur. Burada Mudarabe muamelesi fasit olacağından bütün kârı sermaye sahibi alırken, işletmeci yalnız çalışmasının  karşılığını (ecr-i misil) alabilir. (218)

 

E) İşletmecinin Kâra Mahsuben Maaş Alması:

Mudarabe akdinde, işletmecinin yıl sonunda elde edilecek kâra mahsuben belli ücreti avans olarak alması kararlaştırılabilir. İslâm hukukçularının çoğunluğu, işletmecinin özellikle şirketle ilgili dış seyahatlerindeki şahsî masraflarını da ortaklıktan alabileceği görüşünü benimsemiştir. Yeme, içme, giyim ve diğer normal masraflar bunlar arasındadır.

İşletmecinin gerek şahsı için yapacağı harcamalar ve gerekse avans olarak aldığı meblağlar, yıl sonunda kârın kendi hissesine düşen kısmından mahsub edilir. Eğer kâr bu harcamaları karşılamazsa, yalnız nafaka kapsamına giren şahsı ile ilgili harcamaları anaparadan karşılanır. Şâfiîlerin en meşhur görüşüne göre, sermaye sahibinin izni olmadıkça, işletmeci muhatap olacağı için onun menfaatı haleldar olmaz. Belki daha iyi şirket malından ne hazarda ve ne de seferde kendi nafakasını sağlayamaz. (219)

 

F) Alt Mudârabe ve Banka Sistemine Geçiş:

İşletmecinin sermayeyi bizzat işletmesi şart değildir. İşleri yürütürken başkalarını çalıştırması mümkün olduğu gibi, sermayeyi daha iyi çalıştıracak başka birisine vermesi de mümkündür. Böylece alt mudarabe meydana gelmiş olur. Sermaye sahibine ilk işletmeci işletme yüzünden kâr marjı artabilir. Meselâ; hastalanan ve uzunca süre tedavi görmesi gereken bir sarraf, 20 kğ. 22 ayar altını Mudarabe yoluyla işletmesi için, dükkanını A’ya teslim etse, yıl sonlarında net kârı yarı yarıya paylaşmak üzere anlaşsalar, A daha sonra sarraflık işinde çok yetenekli olan, fakat sermayesi bulunmayan B ile, yıl sonlarında kendi hissesi olan %50 kârının %30’unu vermek üzere, ikinci bir Mudarabe sözleşmesi yapıp, dükkânı devretse, bu mümkün ve caizdir. Yıl sonunda beş kğ. 22 ayar altın net kâr olarak meydana gelmişse 2,5 kğ.’ı sermaye sahibinin, 1 kğ.’ı A’nın, %30 olan 1,5 kğ.’ı da B’nin olur. Burada A belki hiç çalışmadığı halde, sermaye sahibine karşı riske girmesi, sermayeyi, bu konuda yetenekli bir işletmeciyi teslim edip, fazla kâr elde edilmesine katkıda bulunması nedeniyle 1 kğ. altını hak etmiş bulunur. (220)

A’nın yaptığı işi daha düzenli ve geniş ölçüde bir kuruluş yaparsa, sermayeleri ticarete ve yatırımlara yönlendirdiği ve dürüst, yetenekli işletmecileri bulmada aracılık ettiği için ilk Mudârabe anlaşmasında belirlenen kârı almaya hak kazanır. Bunu bir İslâm Bankası olarak şu tarzda düşünmek mümkündür: Bir yıl vadeli yatırılan mevduatı tek hesapta toplayarak, en geç bir yıl içinde sonuç alınacak işlerde bizzat kullanmak suretiyle işletebilir. Bir yıl sonunda net kârdan anlaşmadaki payını aldıktan sonra kalanını mevduat sahiplerine dağıtır. Bu bir “kâr-zarar ortaklığı” olur.

İkinci bir yol, bu bir yıllık mevduatı, banka bizzat kendisi işletme imkânı bulamazsa, Mudârabe akitleriyle, piyasada dürüst iş yapan, yetenekli işletmecilere dağıtabilir. Bu şekilde paraya daha fazla devir sağlayarak kâr marjını yükseltebilir. Ancak böyle bir İslâm Bankasına para yatıran mevduat sahipleri, işin gidişini kontrol etmek, imkânından mahrum olduğu için, muameleler mutlak güvene dayanır. İşletmenin net kâr hesabının doğru olduğu kabul edilir. Banka güveni sarsıcı işlem ve davranışlardan kaçınır. Aksi halde kâr miktarının önceden belirsiz oluşunun yaratacağı olumsuz etki kendisini gösterir. Faiz lehine prim yaratılmış olur.

Kısaca kâr-zarar ortaklığı biçiminde çalışan bir bankaya yatırılan tüm vadeli mevduatı, vadesine göre gruplara ayırarak, Mudarabe akdiyle işletmek mümkündür. Banka bizzat işletmesi veya işletecek olanları bulması nedeniyle, akitte belirlenecek “işletme kârı”na hak kazanır. Geri kalan kârı da sermaye oranlarına göre mevduat sahiplerine dağıtır.

 

G) Mudarabede Zararın Tazmini:

Sermaye, işletmecinin elinde emanet (vedia) hükümlerine tabidir. Çünkü onu malikinin izniyle kabzetmiştir. İşletmeci, Mudarabe sözleşmesindeki şartlara uymaz veya kusurlu yahut kasıtlı davranışlarıyla sermayenin telef olmasına neden olursa, tazmin etmesi gerekir. (221)

Sermaye, işletmecinin elinde kusuru olmaksızın telef olursa tazmin etmesi gerekmez. Çünkü o tasarrufta sermaye sahibinin naibidir. Kusuru olmayınca teleften dolayı, vediada olduğu gibi sorumluluğu bulunmaz.

Yıl sonunda zarar ortaya çıkarsa, bu yalnız sermaye sahibine ait olur. Zarar önce kârdan düşürülür. Kâr yeterli olmazsa anaparadan karşılanır. Bu takdirde işletmeci herhangi bir şey almaz. Onun da emeği boşa gitmiş olur.

Mudarabe akdinde, zararın tamamen veya kısmen işletmeciye ait olacağı şart koşulsa, Hanefi ve Hanbelilere göre, bu şart batıl, Mudarabe sözleşmesi ise sahih olur. Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, bu durumda Mudarabe sözleşmesi fasit olur. Çünkü bu şart akdin tabiatine zıd bir garar hali olarak eklenmiştir. (222)

 

H) İslâm Bankacılığı:

A) Tarif ve Kapsam:

İslâm’da bankacılık hizmetleri faizli kredi söz konusu olmaksızın “emek-sermaye ortaklığı (mudarabe)”, “sermaye ortaklığı (müşâreke)”, “icâre (kira)”, “komisyonculuk”,“alım-satım” ve “döviz işlemleri (sarf)” gibi muameleleri kapsar.

Günümüz İslâm ülkelerinde “finans kurumu” adıyla faaliyet gösteren kuruluşların esas sözleşmeleri ve para yatıranlarla yaptıkları akitler incelendiğinde, bu kuruluşların işletmeci (mudarib), kâr-zarar katılım hesabına para yatıranların ise sermaye sahibi (rabbu’l-mal) tarafını oluşturdukları görülür. Çünkü işletmeci bir kişi olabileceği gibi, girişimci ortaklık tipinde birçok kişilerden de oluşabilir. Mevduat sahipleri için de durum böyledir. Mudarabe yönteminde bir kişinin sermayesini işletmekle, yüzlerce kişinin tasarruflarını vadelerine göre ayrı fonlarda toplayıp kâr getirecek alanlarda işletmek aynı hükümlere tabidir.

Son çeyrek yüzyıldan bu yana bazı İslâm ülkelerinde faizsiz bankacılık çalışmaları yapılmıştır. Bunların başında “Dâru’l-mâlî el-İslâmî” gelir. Bu mali kuruluş 27 Temmuz 1981’de Cenevre’de faaliyete geçmiş olup, bazı İslâm ülkeleri devlet başkanı ya da üst düzey görevliler tarafından kurulmuştur. Başlangıçta sermayesi bir milyar dolar olup, 1981-1983 yılları arasında Ortadoğu, Afrika ve Avrupada olmak üzere 12 ülkede 22 şirket kurmuştur. İlk iki yıldaki faaliyetleri sonucunda özkaynaklarını %80, işletmelerindeki personel sayısını ise %50 arttırmıştır. Dört ana grup çerçevesinde faaliyet gösterir. Yatırım grubu, bankacılık grubu, İslâmi tekâfül (sigortacılık) grubu ve işletmeler grubu.

Dâru’l-mâli’l-İslâmî’nin amaçları şöyle belirlenmiştir:

1) İslâm ülkelerindeki kaynakları tümüyle harekete geçirmek.

2) İslâm ülkelerindeki tabii kaynak, insan gücü, tecrübe, teknik ve finans imkânlarının adaletli bir yapı içinde birleşerek büyük bir ekonomik dinamizm kazanmasını sağlamak.

3) Faizin olumsuz etkilerini yoketmek.

4) Müslüman ülkeler arasında ekonomik işbirliği sağlamak. (223)

Mudarabe yönteminde işletmeci sermayeyi bizzat işleteceği gibi, sermaye sahibinin izni bulununca bunu daha iyi işletecek olanlara da verebilir. Bu durumda birinci işletmeci ile ikincisi arasında yeni bir “alt mudarabe sözleşmesi” yapılır. Aksi kararlaştırılmadıkça ikinci işletmeci, kâr payını birinci işletmecinin kâr payından alır. Burada sermaye sahibinin kâr payı değişmediği için, sermayenin daha başarılı olabilecek girişimcilere, alt Mudarabe yoluyla aktarılması, onun kâr marjını da arttırabilir. Birinci mudarib (işletmeci) başarılı girişimciyi bulup sermayeyi ona teslim etmesi, kontrol görevini ifa etmesi ve sermaye sahibine karşı sorumlu olması yüzünden kâra hak kazanır. (224)

Bu duruma göre, Mudarabe esasına dayanan bir İslâm bankası, işletmeci durumunda bulunduğu için, toplanan mevduatı bizzat çalıştırmak zorunda değildir. Anasözleşme çerçevesinde bu mevduat (katılma hesabı fonu), alt mudarabe sözleşmeleriyle yeni işletmecilere (mudarib) verilebilir. Ya da alt mudaribin koyacağı sermaye ile birlikte işletme “sermaye ortaklığı (müşâreke)” da teşkil edebilir. Bir İslâm bankasında üç veya altı ay yahut bir yıl gibi vadeli tasarrufların riske sokularak Mudarabe veya müşareke (sermaye ortaklığı) yöntemiyle kullandırılması İslâm bankacılığının ruhuna daha uygundur. Halbuki Türkiye başta olmak üzere bazı İslâm ülkelerindeki faizsiz finans kurumları bu fonların büyük çoğunluğunu “Murabaha (peşin alıp vadeli satma)” yoluyla kullanmaktadır. Alt Mudarabe veya müşareke yoluyla kullandırdıkları miktar mevduat toplamına göre az bir yer tutmaktadır. (225)

 

2) Bir İslâm Bankasının Çalışma Sistemi:

a) Sistemin fon toplama yöntemleri:

aa) Özel cari hesaplar: TL. veya döviz cinsinden açtırılan, istenildiği her an kısmen veya tamamen geri çekilebilen, karşılığında “faiz” veya “kâr” ödenmeyen gerçek veya tüzel kişilere ait vadesiz hesaplardır. Geri çekilmeler, hesabın açtırıldığı para cinsinden olur. Bu hesap sahiplerine her türlü bankacılık hizmetleri sağlanır, fon kullandırmada öncelik tanınır. Bunlar, Kurum’un teminat ve garantisi altındadır.

ab) Katılma hesaplar: En çok 5 yıl veya da uzun vadeli TL. veya döviz cinsinden yatırılan fonların Kurumca kullandırılmasından doğacak kâr veya zararlara katılmayı öngören hesaplardır. Katılma hesapları vadelerine göre; üç aylık, altı aylık, 1 yıllık ve 1 yıldan uzun vadeli katılma hesapları olmak üzere gruplara ayrılır. Döviz cinsinden katılma hesaplarının kâr ve zarar payı da açıldığı döviz cinsinden ödenir. Bu hesaplara, hesap sahiplerine “faiz” ödenmediği gibi, sabit bir gelir taahhüdünde de bulunulmaz. Anaparanın aynen geri ödeneceği garantisi de verilmez. Hesapların işletilmesiyle ilgili tüm masraflar kurumca karşılanır.

Kurumun katılma hesaplarının işletmesinden doğacak kâr veya zarardan alacağı pay genel olarak %20 dolaylarında olur.

Başlangıçta hesap sahipleri ile Kurum arasında “Kâr ve Zarara Katılma Akdi” diye bir sözleşme imzalanır. Burada hesabı sahibinin hakları ve riskleri belirtilmiştir.

ba) Fon kullandırma yöntemleri:

aa) Kâr ve zarara katılma yöntemleri:

Kurum topladığı fonları, uzman birimlerinin yapacağı inceleme ve değerlendirmeleri esas alarak, gerçek veya tüzel kişilere, yapılacak olan bir “Kâr ve Zarar Katılma Yatırım Akdi” çerçevesinde kullandırır. Bu yolla, bir ticari işletmenin tüm faaliyetlerine veya faaliyetlerinin bir bölümüne, ya da yalnız bir parti malın alım satımına finansman sağlanabilir. Kurum karşı taraftan kârı sözlemeye göre alır. Zarara ise, en fazla o işe tahsis ettiği meblağ kadar katlanır.

bb) Üretim desteği sağlama yöntemi:

Bu yöntem, işletmeler için gayr imenkul, ham ve yarı mamul maddeler ile techizat ve makine temini amacıyle başvuranlara, bunları üçüncü şahıslardan peşin satın alıp, üzerinde anlaşılan fiyattan vadeli satmak şeklinde uygulanır. Bu işlem “Alım Satım Akdi” ile yapılır.

bc) Kiralama yöntemi (leasing):

Mal ve hizmet üretiminde kullanılacak techizatın, mülkiyet Kurum’da kalmak şartiyle, sözleşme serbestliği içinde, işletmelere kiralanması şeklinde uygulanan bir yöntemdir. Taraflar arasında “Kira Akdi” imzalanır. Akdin bitiminde, mülkiyetin kiracıya devri için anlaşmak da mümkündür.

dd) Vesâikin alım satımı yoluyle fon kullandırma yöntemi:

İthal konusu mal ve vesâikin devir yoluyla Kurum’ca peşin satın alınıp vadeli olarak satılması ve ihraç malını temsil eden vesâikin Kurum’a devri suretiyle ihraçatçıya mal bedelinin hemen ödenmesi şeklinde uygulanır.

Kurum, yukarıda belirtilenler dışında ayrıca döviz alım satımı, poliçe, emre muharrer senet, temettu belgesi, çek, konşimento, tahvil ve diğer vesikaları keşide etmek, akreditif açmak, teyid etmek, gelen akreditiflerin uygulanmasını sağlamak ve benzeri banka faaliyetlerini yürütür. (226)

 

İ) Mudarabe Yöntemi ve Risk Sermayesi (Venture Capital):

1) Risk sermayesinin mahiyeti:

Mudarabe ortaklığı yöntemi X. M. yüzyıldan itibaren “Commenda” adı ile Avrupa’ya geçmiş ve Avrupa ticaret hukukunda diğer ortaklık çeşitlerine de öncülük etmiştir. (227) Emek-sermaye ortaklığının 20. yüzyılda en önemli halkası risk sermayesi ile tamamlanmıştır.

Risk sermayesi 1970’li yıllardan bu yana özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde büyük ölçüde başvurulan ve en son teknolojik yeniliklere yönelip, bu tip projelerin finansmanını sağlayan bir finansman kullanma yöntemidir. Venture Capital adı verilen bu modelin ortaya çıkışı şöyle olmuştur: ABD ve diğer gelişmiş bazı ülkelerde bilim adamları keşif ve icat sayılan ve patent hakkı doğuran projelerini önceleri belirli bir bedel karşılığında sermaye sahiplerine satarken, 1950’lerden sonra, satış yerine “emek-sermaye ortaklığı” teşkil etmeye başlamışlardır. Keşif ve icadın sahibi olan bilim adamı beyaz eşya, motor, elektronik alet vb. projesini sürekli olarak geliştirmeyi üstlenerek ortaklığın “emek” tarafını teşkil etmiş, bu projelere yatırım yapıp üretimini sağlayan sermaye sahipleri de sermaye tarafını (rabbu’l-mal) oluşturmuştur. Böylece ABD, İngiltere, Japonya, Kanada ve Almanya gibi ülkelerde risk sermayesi modeli ileri teknolojiyi geliştiren itici bir güç olmuştur. Çünkü bilanço kârından %20 dolaylarında pay alan bilim adamı için, risk sermayesi yöntemi, hergün yüzlerce yeni proje üretilmesinin etkeni olmuştur.

ABD’de emek-sermaye ortaklığının öncüsü sayılan Harvard Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekan Yardımcısı General Doriot şöyle der: “Yaratıcı ve uzak görüşlü genç insanları arayınız. Bu insanların proje ve fikirlerine sermaye ile, hatta sermayeden de önemli olarak, onların teknoloji üretme vasıflarına duyacağınız saygı ile hayat veriniz. Amacımız yeni keşif ve icat yapabilen insanlar ve bu insanların şirketlerini yoktan ver etmek olmalıdır. Kâr, amacımız değil mükâfatımızdır...” Doriot’un yönettiği risk sermayesi şirketi (ARDC), 1957’de Digital Equipment Co. (D.E.C) isimli girişimci şirketi desteklemeye karar verir. Desteklenecek şirket, başlangıçta yalnız fikir ve proje üreten yoksul fakat yetenekli iki mühendisten ibarettir. Doriot’un şirketi, girişimci şirketin (D.E.C) %78 hissesini 70 bin dolar karşılığında almış, 15 yıl sonra yani 1972’de kâr payı olarak 350 milyon dolar kazanmıştır. Bu, anaparanın dolar hesabıyla beş bin katına yükseldiği anlamına gelir. (228)

Risk sermayesi şirketleriyle İslâm’daki mudarabe arasında büyük bir benzerlik vardır. Risk sermayesi şirketi kamu veya özel sektörden sermayeyi, titizlikle seçeceği projelere yatırır. Buna göre iç içe çalışan üçlü bir şirket yapısı ortaya çıkar. Risk sermayesi şirketi mudarib (işletmeci), proje üreten girişimci şirket alt mudarib (2. işletmeci), finansman sağlayan kamu veya özel sektör de sermaye sahibi (rabbu’l-mal) durumundadır. Günümüzde bir İslâm bankası da, tasarruf sahiplerinin mevduatını toplamada Mudarib (ticarete emeği ile ortak olan işletmeci), bu mevduatı Mudarebe veya Müşâreke (sermaye ortaklığı) yoluyla girişimcilere sermaye olarak verirken ise sermaye sahibi (Rabbu’l-mal durumundadır. Böyle bir ekonomik modelde girişimci yani alt veya 2. Mudarib desteklenir ve elde edilen kâr sözleşme esaslarına göre paylaşılır. Ancak İslam bankası kâr-zarar hesabı katılma fonlarını kullanırken Mudarabe veya Müşareke muamelesi yerine murabaha (peşin parayla mal alıp veresiye satma) yöntemini uygularsa, bu ikili kimlik gerçekleşmez. Çünkü Murabaha muamelesinde emek-sermaye ortaklığı oluşmaz. Bu takdirde yalnız mevduat sahipleriyle, İslâm bankası arasında, Mudarabe devam eder. Meydana gelecek zarara ise Mudarabe de, risk sermayesinde de sermaye sahipleri katlanır. Proje üreten şirket, kendisi sermaye koymamışsa, meydana gelecek zarara sadece emeğinin karşılığını alamamak şeklinde katlanır.

Risk sermayesinde, Demokles’in kılıcı gibi daima zarar etme ihtimalinin bulunması, onu faizli kredilerden ayırır. Nitekim ABD’de Venture Capital sektörünün gelişmesi faizli kredi kullanan şirketler eliyle değil, özellikle emekli sandığı fonlarının doğrudan doğruya risk sermayesi şirketlerinin yatırım fonlarına katılmasıyla gerçekleşmiştir. Risk sermayesi şirketinin, faizli krediyi, belli bir zamanda faiziyle birlikte geri ödeme zorunda olması, uzun dönemli, ancak büyük kâr potansiyeli olan projeleri finanse etmesine engel oluyordu.

Bir araştırmacıya göre ABD’de 400’den fazla yüksek teknolojiye yönelik Risk Sermayesi şirketi bulunmaktadır. Büyük sermaye ihtiyaçları bu şirketleri birleşmeye zorlamış, önce yatırım havuzları kurulmuş, bu da yetmeyince Risk Sermayesi şirketleri, anonim ortaklıklar haline gelerek, borsaya kaydolmuş ve halka açılmışlardır. Bu yolla şirketlerden her biri 15 ila 800 milyon dolar arasında sermaye toplamıştır. (229)

Kanadada, devlet Risk Sermayesi şirketlerine faizli kredi vermek yerine, Canadian Development Corporation (CDC)’un %48 hissesini satın alarak bu büyük şirkete ortak olmuş, CDC’de doğrudan doğruya girişimci şirketlerin hisse senetlerini satın alarak bu şirketlere faizsiz finansman sağlamıştır.

Proje üreten ve emeği ile şirket ortağı olan girişimci şirket faizli kredi ile yatırım yapmaya kalkışırsa, Almanya örneğinde olduğu gibi olumlu sonuç elde edemez. Çünkü emeğinden ve hazırladığı projelerden başka sermayesi bulunmayan girişimci şirket ortağı bilim adamlarının, projenin gecikmesi halinde, vadesi gelen faizli kredileri ödeme imkânları bulunmaz. İşte gerçek Risk Sermayesinde zarar halinde riziko yalnız sermayeye aittir. Emeği ile ortak olan Girişimci kişi veya şirket ise, zarar halinde yalnız emeğinin karşılığını alamamış olur. Aynı özelliklerin Mudarabe’de de bulunduğunu yukarıda belirtmiştik:

ABD’de 1982 yılında 218 Venture Capital şirketinin yatırım portföylerine göre elde ettikleri yıllık kâr oranı aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:

 

Yatırım yüzdesi                       Kâr oranı

14,7                                         Tüm zarar

24,8                                         Kısmî zarar

29,3                                         %100-%200 arası kâr

19,7                                         %200-%500 arası kâr

8,3                                           %500-%1000 arası kâr

3,2                                           %1000’den fazla kâr.

+______

100.0

Bu verilere ek olarak ABD’de 1964-1984 arası 20 yıllık dönemde Venture Capital yatırımlarının ortalama yıllık kârlılık oranının %25 civarında olduğu ve ayrıca aynı dönemde sermaye piyasasında işlem gören menkul değer yatırımlarının yıllık ortalama kârlılığın ise %8 civarında (bu dönemde yıllık enflasyon oranı %7 civarında) olduğu belirtilirse, venture capital yatırımlarının ne kadar kârlı olduğu açıklık kazanmış bulunur. (230)

Yine ABD’de 1984 yılındaki verilere göre çeşitli kaynakların risk sermayesi sağlamadaki payları şöyledir:

Risk Sermayesi Fon Kaynağı  Toplam İçindeki Payı

Emekli fonları                         %34

Yabancı fonlar                         %18

Bireyler (Aileler)                     %15

Şirketler                                  %15

Sigorta şirketleri                    %13

Vakıflar ve diğer hayır kurumları                          %5

                                                _________

Toplam                                    %100

Buna göre risk sermayesi için temel fon kaynağı %34’lük payı ile emekli sandıkları fonlarına aittir. İkinci sırada da yabancı kişi ve kuruluşlar yer almaktadır. (231)

İngiltere, Japonya, Almanya, İsveç ve Hollanda’da risk sermayesi uygulaması faizli krediler karşısında önemli bir finans kaynağı olarak uygulanmakta olup, olumlu sonuçlar elde edildiği belirlenmiştir. (232)

2) İslâm ekonomisinde risk sermayesi kullanımı:

Bir islâm bankasının Mudarabe (emek-sermaye) veya müşarekeye (sermaye ortaklığı) yönelmesi halinde, kısa vadeli katılım hesabı fonlarının uzun süreli yatırımlarda nasıl kullanılacağı veya henüz projenin sonucu alınmadan kredinin vadesinin gelmesi halinde nasıl hareket edileceği prolemi ortaya çıkmaktadır.

İslâm’da Mudarabe ortaklığının sona ermesi için, akit süresinin bitmesi yanında, anapara ve kârın nakit para cinsinden olması, başka bir deyimle anaparanın yatırıldığı projenin sonucunun alınmış olması da şarttır. Çünkü anapara ve kârı ayırmak başka türlü mümkün olmaz. Bu takdirde Mudaribe (işletmeci) ek süre verilerek, projeyi sonuca bağlaması beklenir. (233)

İslâm bankasının çıkaracağı kâr-zarar tahvili ve benzeri yöntemlerle de uzun vadeli projelere, risk sermayesi desteği sağlanabilir. Tasarruf sahipleri de girişimci şirketin hisse senedini satın alarak risk sermayesine katılabilirler. Hisse senedi para ihtiyacı olunca başkasına devredilebilir. Çünkü İslâm’da bir şirketin belli bir hissesini satın almayı, dilediği zaman da, bunu başkasına satmayı engelleyen bir hüküm yoktur. Ortaklıklarda kârın anlaşma esaslarına göre paylaşılması, zarara sermaye oranlarına göre katlanma, Mudarabe’de zarara yalnız sermaye sahibinin katlanması, vücuh (kredi) şirketinde kârı, tazmini göze aldıkları zarar oranında paylaşma gibi düzenleyici ve bağlayıcı prensipler dışında, ortakların şirket anasözleşmesinde belirleyecekleri şartlar geçerli ve bağlayıcı olur. Çünkü Hz. Peygamber; “Müslümünlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak helalı haram, haramı helal kılan şart müstesnadır” buyurmuştur. (234)

Sonuç olarak, ekonomik bakımdan kalkınmış ülkeler yeni dünya düzeninde faizli kredilerin yerine, risk sermayesi yöntemine yönelmiş bulunmaktadır. Bu model İslâm’ın asırlar önce uyguladığı emek-sermaye ortaklığından (Mudarabe) başka bir şey değildir.

Buna göre günümüz bilim ve teknolojisinin gelişmesinde İslâm’ın Mudarabe modelinin itici bir güç olduğunu söyleyebiliriz. İslâm ülkelerinin de bu öz değerlerine sahip çıkması ve pratiğe yönelmesi gerekir. Çünkü 21. yüzyılın paranın parayı doğurmayacağı, ancak paranın bir mübadele aracı olarak algılanacağı bir asır olması beklenir.