ONUN­CU BÖ­LÜM

TİCÂRÎ VE İKTİSÂDÎ HAYATLA İLGİLİ

BAZI SORULAR VE CEVAPLARI

 

Pa­ra, Kre­di, Ban­ka­cı­lık ve Fa­iz­le İl­gi­li Me­se­le­ler

Alış-Ve­riş­te Kâr ve Va­de Far­kı

Se­lem­le İl­gi­li Me­se­le­ler

Şir­ket­le İl­gi­li Me­se­le­ler

Ki­ra Ak­di, İş ve Hiz­met söz­leş­me­si ile İl­gi­li Me­se­le­ler

Tra­fik Ka­za­la­rı ile İl­gi­li Me­se­le­ler

Tra­fik Ka­za­la­rı ile İl­gi­li Me­se­le­ler

Ka­ra­bor­sa­cı­lık­la İl­gi­li Me­se­le­ler>I- PA­RA, KRE­Dİ, BAN­KA­CI­LIK VE

FA­İZ­LE İL­Gİ­Lİ ME­SE­LE­LER

Ana çiz­gi­le­riy­le fa­i­zi açık­lar mı­sı­nız?

So­ru: Ner­dey­se Kur’an’ın ya­sak­la­dı­ğı “ha­ram fa­iz”in bu­gün kal­ma­dı­ğı söy­le­ni­yor. De­ği­şik uy­gu­la­ma­lar­la he­men pek çok ko­nu fa­iz ol­mak­tan çı­ka­rıl­mış bu­lu­nu­yor. Borç alış-ve­ri­şi al­tın ve dö­vi­ze dön­dü, kim­se ödünç ver­mek is­te­mi­yor vs. Fa­iz ya­sa­ğı­nın ge­nel çer­çe­ve­si ne­dir? Ri­ba ile fa­iz ara­sın­da fark var mı­dır? Kur’an ne­yi ya­sak­lı­yor? Ha­ki­ka­ten va­de far­kı, enf­las­yon far­kı, enf­las­yon ora­nın­da­ki ban­ka fa­i­zi vs. fa­iz ya­sa­ğı kap­sa­mı­na gir­mi­yor mu? Top­lu bir de­ğer­len­dir­me ya­par mı­sı­nız?

Ce­vap:

Kur’an-ı Ke­rim ve sün­net­te­ki ife­de­siy­le “ri­ba”nın ya­sak­lan­dı­ğın­da ve bu­nun uh­re­vi ce­za­sı­nın ağır­lı­ğın­da şüp­he yok­tur. An­cak “ri­ba” kap­sa­mı­na ne­le­rin gi­rip gir­me­di­ği ve ri­ba­nın il­le­ti ko­nu­sun­da müc­te­hit­ler ara­sın­da gö­rüş ay­rı­lık­la­rı ol­muş­tur. Bir ha­ra­mın kap­sa­mı­nı be­lir­le­mek için ön­ce onun ta­ri­fi­ni ya­pıp, il­le­ti­ni be­lir­le­mek ge­re­kir. Meselâ; iç­ki ya­sa­ğı­nın il­le­ti “sar­hoş et­me (iskâr)” ni­te­li­ği­dir. Bu ni­te­lik han­gi çe­şit yi­ye­cek ve­ya içe­cek­ler­de bu­lu­nur­sa o da ya­sak kap­sa­mı­na gi­rer. Bu içe­ce­ğin şa­rap, ra­kı, vis­ki ya da bi­ra adı­nı al­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez.

Bu yüz­den ön­ce ri­ba­nın il­le­ti ve ta­ri­fi üze­rin­de dur­mak ge­re­kir.

Ha­ne­fi­le­re gö­re, öl­çü ve­ya tar­tı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­le­rin ken­di cin­si ile de­ği­şi­min­de bir ta­raf için ko­nu­lan faz­la­lık ri­ba ol­du­ğu gi­bi, ay­nı ve­ya de­ği­şik cins­le­rin ve­re­si­ye sa­tı­şın­dan do­ğa­cak hükmî faz­la­lık nesîe ri­ba­sı adı­nı al­mış­tır. Meselâ; 100 gram al­tın 120 gr. al­tın­la ve­ya bir ton buğ­da­yı 1,5 ton buğ­day­la pe­şin ve­ya va­de­li mü­ba­de­le­de ri­ba ger­çek­le­şir. Stan­dart mal­lar­da cins­ler de­ği­şik ol­sa bi­le sa­tı­şın pe­şin ya­pıl­ma­sı esa­sı ge­ti­ril­miş­tir. Meselâ; al­tı­nı gü­müş­le, buğ­da­yı ar­pa ile ve­ya in­şa­at de­mi­ri­ni çi­men­to ile mü­ba­de­le­de mik­tar­lar fark­lı ola­bi­lir, fa­kat de­ği­şi­min pe­şin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. An­cak al­tın, gü­müş ve­ya bun­la­rın ye­ri­ne ge­çe­bi­len na­kit pa­ra ile di­ğer stan­dart (mislî) mal­la­rın pe­şin ve­ya ve­re­si­ye ola­rak sa­tıl­ma­sı, ya da bun­la­rın pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir mu­a­me­le olan “se­lem” ak­di­ne ko­nu ya­pıl­ma­sı müm­kün ve ca­iz­dir.

Böy­le­ce va­de­nin bağ­la­yı­cı ol­ma­dı­ğı “karz-ı ha­sen” ve na­kit pa­ra kar­şı­lı­ğı ve­re­si­ye sa­tış­lar­la se­lem ak­di, İslâm top­lu­mu­nun bu mu­a­me­le­le­re olan ih­ti­ya­cı ne­de­niy­le özel nass’lar­la (ayet-ha­dis) meş­ru kı­lın­mış­tır.

Fa­i­zin il­le­ti cins ve mik­tar bir­li­ği­dir. Bu­na gö­re öl­çü ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler­de cins ve öl­çü bir­li­ği, tar­tı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler­de ise cins ve tar­tı bir­li­ği ri­ba ce­re­yan eden şey­ler­de or­tak ni­te­lik ya­ni il­let­tir.1 İş­te bu ni­te­lik ger­çek­le­şen şey­ler­de ay­nı cin­sin faz­la­lık­la de­ği­şi­min­de “faz­la­lık”, ay­nı ve­ya de­ği­şik cin­sin va­de­li de­ği­şi­min­de va­de (hükmî faz­la­lık) ri­ba sa­yı­lır.

Kur’an-ı Ke­rim’de; “Eğer ri­ba­dan tev­be eder­se­niz ana­pa­ra­nız si­zin­dir.”2 bu­yu­rul­du­ğu­na gö­re, ta­raf­lar ara­sın­da “ana­pa­ra”nın üs­tün­de olan bir faz­la­lı­ğın ri­ba sa­yıl­dı­ğın­da şüp­he yok­tur. “Ca­hi­liy­ye ri­ba­sı” adı ve­ri­len bu ri­ba çe­şi­di­nin na­sıl ce­re­yan et­ti­ği ke­sin ola­rak bi­li­ni­yor­du. İbn Rüşd el-Ha­fid (ö.520/1126) bu­nu şöy­le açık­lar:

“Ca­hi­liy­ye ri­ba­sı, üze­rin­de it­ti­fak edi­len bir ri­ba çe­şi­di olup, ya­sak­lan­mış­tır. On­lar faz­la­sı­nı al­mak üze­re ödünç ve­ri­yor­lar ve va­de ta­nı­yor­lar­dı. Bu iş­lem şöy­le olu­yor­du; borç­lu ala­cak­lı­ya “Ba­na va­de ta­nı, ben de sa­na olan bor­cu­mu art­tı­ra­yım” di­yor­du. İş­te Hz. Pey­gam­ber’in Ve­da Hac­cı’nda­ki söz­le­rin­de kas­det­ti­ği bu ri­ba­dır.3

İbn Ce­rir et-Ta­be­ri de bu ko­nu­da şu bil­gi­yi ve­rir: “Ca­hi­liy­ye arap­la­rı şöy­le di­yor­du; Al­lah’ın kul­la­rı­na he­lal kıl­dı­ğı alım-sa­tım (bey’) ri­ba gi­bi­dir. Öde­me ta­ri­hi ge­len borç­lu, ala­cak­lı­sı­na “ba­na va­de­yi art­tır, ben de bor­cu­mu art­tı­ra­yım” der, bu­nu ya­par­lar­sa ken­di­le­ri­ne; iş­te he­lal ol­ma­yan ri­ba bu­dur, de­ni­lin­ce de şöy­le ce­vap ve­rir­ler­di: Bi­zim için ma­lı ilk de­fa sa­tar­ken sa­tış be­de­li­ni art­tır­mak­la, bu ma­lın ve­re­si­ye sa­tıl­ma­sı ha­lin­de va­de­sin­de öden­me­yen bor­cu, ye­ni bir va­de ta­nı­ya­rak art­tır­mak ara­sın­da hiç­bir fark yok­tur.”4

Ri­ba­nın kap­sa­mı Uba­de b. es-Sa­mit (r.a)’ten nak­le­di­len şu ha­dis­le ge­niş­le­til­miş ve stan­dart (mislî) eş­ya da ri­ba ce­re­yan eden şey­ler ara­sı­na alın­mış­tır: “Al­tın al­tın­la, gü­müş gü­müş­le, buğ­day buğ­day­la, ar­pa ar­pay­la hur­ma hur­may­la ve tuz tuz­la mis­li mis­li­ne eşit ve pe­şin ola­rak sa­tı­lır­lar. An­cak mad­de­ler fark­lı cins­le de­ğiş­ti­ri­le­cek­se, pe­şin ol­mak şar­tıy­la, is­te­di­ği­niz gi­bi sa­tış ya­pı­nız.”5 Bu ha­di­sin Müs­lim' de­ki ri­va­ye­tin­de; “Her kim faz­la ve­rir ve­ya alır­sa, şüp­he­siz ri­ba yap­mış olur. Bu ko­nu­da alan da ve­ren de eşit­tir " 6  İla­ve­si var­dır.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, bu ha­dis­te zik­re­di­len al­tı mad­de “ör­nek ka­bi­lin­den” olup, or­tak ni­te­lik bun­la­rın ağır­lık ve­ya ha­cim öl­çü­sü ile alı­nıp sa­tı­lan mal­lar­dan ol­ma­sı­dır.

Bu­na gö­re ti­ca­ri ha­yat­ta önem­li yer tu­tan pa­ra ve dö­viz iş­lem­le­ri­nin ve sar­raf­la­rın tüm al­tın, gü­müş ve zi­net iş­lem­le­ri­nin pe­şin ol­ma­sı ge­re­kir. Di­ğer yan­dan mislî mal­la­rın da ay­nı cins­le de­ği­şi­mi­nin eşit ve pe­şin ol­ma­sı, de­ği­şik cins­le­rin ise mik­ta­rı fark­lı ol­mak­la bir­lik­te yi­ne pe­şin mü­ba­de­le­ye ta­bi tu­tul­ma­sı ge­re­kir.6

İslâm’da fa­iz ya­sa­ğı ile ri­zi­ko­ya gir­mek­si­zin pa­ra ha­re­ket­le­ri so­nu­cun­da mik­ta­rı ön­ce­den be­lir­le­nen bir ge­lir el­de et­me yo­lu­nun ka­pa­tıl­ma­sı amaç­lan­mış­tır. Bu ara­da ta­sar­ruf sa­hip­le­ri­nin doğ­ru­dan ya­tı­rı­ma yö­nel­me­le­ri ye­ri­ne ban­ka gi­bi bir ta­kım ara­cı ku­ru­luş­la­rın dev­re­ye gir­me­si ve kre­di­le­rin fa­iz ma­li­yet­le­riy­le bir­lik­te mü­te­şeb­bis­le­re in­ti­ka­li de ön­len­mek is­ten­miş­tir. Bu­nun ya­nın­da dar­da bu­lu­nan­la­rın pa­ra ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­ma­da fa­i­zin dev­re­ye gir­me­si bu dar­lı­ğı da­ha da ar­tır­mak­ta­dır.

Di­ğer yan­dan karz ola­rak ve­ri­len na­kit pa­ra ve­ya mislî mal­la­rın ge­ri ve­ril­me­sin­de faz­la­lı­ğın ol­ma­sı için, bun­la­rı ilk ola­rak ve­rir­ken, bu faz­la­lı­ğın “şart ko­şul­ma­sı” ve­ya top­lum­da “örf­leş­miş” bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de borç­lu­nun ken­di­li­ğin­den ve­re­ce­ği faz­la­lık ve­ya baş­ka bir cins mal­dan tek yan­lı is­tek­le ila­ve ede­ce­ği bir he­di­ye fa­iz sa­yıl­maz. Meselâ; ödünç bir pa­ra­yı ve­rir­ken “yıl so­nun­da %70 faz­la­sı ile ge­ri alı­rım” de­mek, bu faz­la­lı­ğı fa­iz ya­par­ken, böy­le bir­şey ko­nu­şul­mak­sı­zın, borç­lu yıl so­nun­da ken­di­li­ğin­den faz­la bir şey ver­se bu ca­iz olur. Çün­kü öde­mek zo­run­da ol­ma­dı­ğı bir faz­la­lı­ğı ken­di is­te­ği ile üst­len­miş ve bir te­ber­ru ola­rak ver­miş bu­lu­nur. Ni­te­kim Hz. Pey­gam­ber’in de bor­cu­nu zi­ya­de ede­rek öde­di­ği ve “si­zin en ha­yır­lı­nız bor­cu­nu en gü­zel şe­kil­de öde­ye­ni­niz­dir” bu­yur­du­ğu nak­le­dil­miş­tir.7

 

 

 

Çek kır­dır­ma fa­iz­li bir mu­a­me­le mi­dir?

So­ru: Ba­bam, bir ar­ka­da­şı­nın 15 mil­yon­luk çe­ki­ni 12 mil­yon na­kit ve­re­rek boz­du. Bu­nun hük­mü ne­dir? Bu pa­ra­yı ba­na ve­ya evi­mi­ze sar­fe­der­se ne yap­ma­lı­yım?

Ce­vap: Çek ve­ya se­ne­din va­de­sin­den ön­ce pa­ra­ya çev­ril­me­si­ne “kır­dır­ma” de­nir. Bu­nu iki du­ru­ma gö­re dü­şün­mek ge­re­kir. Eğer asıl borç­lu va­de­sin­den ön­ce bor­cu­nu er­ken öde­mek is­ter­se bu müm­kün ve ca­iz­dir. Ala­cak­lı bu er­ken öde­me­den do­la­yı bir mik­tar in­di­rim de ya­pa­bi­lir. Çün­kü bir ala­ca­ğın ta­ma­mı­nı bi­le al­ma­ma, ba­ğış­la­ma hak­kı­na sa­hip olan ala­cak­lı­nın bu­nun bir bö­lü­mü­nü al­ma­ma hak­kı­nın da bu­lun­du­ğun­da şüp­he yok­tur.

An­cak, çe­kin be­de­li­ni üçün­cü bir ki­şi, va­de­sin­den ön­ce öder ve ala­cak­lı, çek be­de­lin­de in­di­rim yap­mış olur­sa, bu zim­met bor­cu olan bir ala­ca­ğı (deyn) mik­ta­rı fark­lı baş­ka bir deyn’le ve­re­si­ye mü­ba­de­le et­mek olur ki, ara­da­ki fark “fa­iz” olur. Bu­na gö­re so­ru­da be­lir­ti­len iki mil­yon TL. fark fa­iz­dir. Ço­cuk­la­rın bu ko­nu­da ebe­veyn’ini uyar­ma ve ger­çe­ği söy­le­me hak­kı var­dır. An­cak böy­le bir mu­a­me­le­yi dü­zelt­me im­ka­nı ol­maz­sa, ba­ba­nın mal var­lı­ğı çok ol­du­ğu tak­dir­de he­lal olan ço­ğun­luk ser­vet­ten ya­rar­lan­mak mü­bah olur (ay­rın­tı için bk. “Zim­met bor­cu olan şey­le­rin sa­tı­şı” ko­nu­su).

 

  Dev­let me­mur­la­rı­na da­ha ön­ce­den ke­si­len       ta­sar­ruf­lar           için “nemâ” adı ile öde­nen ge­li­rin hük­mü ne­dir?

So­ru: Dev­let me­mur­la­rı­na ta­sar­ru­fu teş­vik pri­mi ke­sin­ti­le­ri­nin ge­li­ri o­la­rak öde­nen “Nemâ”nın hük­mü ne­dir? Ana­pa­ra­nın yüz­de 6’sı­nı dev­let ve­ri­yor, bu da bi­zim sa­yı­lır mı? Eğer ne­ma’lar ca­iz de­ğil­se, pa­ra­mı­zın de­ğe­ri­ni ko­ru­mak için ne ya­pa­bi­li­riz?

Ce­vap: Dev­le­tin, me­mur ma­aş­la­rın­dan kes­ti­ği ta­sar­ru­fu teş­vik prim­le­ri, mev­zu­a­tı uya­rın­ca bir fon­da top­lan­mak­ta ve yük­sek ge­lir ge­ti­ren ya­tı­rım­lar­da kul­la­nıl­ma­sı ön­gö­rül­mek­te­dir. Bir kaç yıl­dan be­ri bu ke­sin­ti­ler için “nemâ” adı ile bir ge­lir da­ğı­tıl­mak­ta­dır. Bu ta­sar­ruf­lar hiç ça­lış­tı­rıl­ma­dan bir ka­sa­da bek­le­til­se bi­le, ke­sin­ti­le­re baş­la­nır­ken me­mur­lar­la zi­ya­de için bir söz­leş­me ya­pıl­ma­dı­ğı ve bu ko­nu­da örf de bu­lun­ma­dı­ğı için dev­le­tin bü­tün me­mur­la­ra ve­re­ce­ği böy­le bir ge­lir (ne­ma) atıy­ye ni­te­li­ğin­de meş­ru olur­du. Kal­dı ki, bu ta­sar­ruf­lar ge­lir ge­ti­ren ya­tı­rım­lar­da kul­la­nıl­dı­ğı için, emek­li san­dı­ğın­da ol­du­ğu gi­bi bu fo­nun mal var­lı­ğı sü­rek­li ola­rak bü­yü­mek­te ve do­la­yı­sıy­la da hak sa­hip­le­ri­nin pa­yı art­ma­ya de­vam et­mek­te­dir.

So­nuç ola­rak, ta­sar­ruf ke­sin­ti­le­ri fo­nun­dan her üye, ne­ma de­ni­len faz­la­lı­ğı ala­bi­lir. Me­mur­la bu ko­nu­da ön­ce­den bir fa­iz söz­leş­me­si­nin ya­pıl­ma­mış ol­ma­sı ve­ya bir ör­fün oluş­ma­ma­sı, di­ğer yan­dan da­ğı­tı­lan ne­ma­nın, fon­da bi­ri­ken tasar­ruf­la­rın iş­le­til­me­sin­den doğ­ma­sı meş­ru olu­şu­nun be­lir­ti­le­ri­dir.

An­cak böy­le bir fo­nun, tek nemâlandırma kay­na­ğı­nın ban­ka fa­i­zi ol­ma­sı ha­lin­de, faz­la­lı­ğı al­ma­nın ca­iz ol­ma­ya­ca­ğın­da açık­lık var­dır. Bu yüz­den mü’mi­nin ken­di or­tak ol­du­ğu ve hak sa­hi­bi bu­lun­du­ğu “Emek­li San­dı­ğı”, “Sos­yal Si­gor­ta­lar Ku­ru­mu”, “Bağ­kur” ve “Ta­sar­ruf­la­rı Teş­vik Fo­nu” gi­bi kay­nak­la­rın na­sıl iş­le­til­di­ği­ni, ca­iz ol­ma­yan ge­lir kay­nak­la­rı­nın bu­lu­nup bu­lan­ma­dı­ğı­nı araş­tır­ma ve so­nu­cu­na gö­re amel et­me gö­re­vi var­dır. Çün­kü bir dö­nem­de meş­ru ya­tı­rım­lar­da kul­la­nı­lan bir fo­nun, baş­ka bir dö­nem­de meş­ru ol­ma­yan ya­tı­rım­la­ra yö­nel­til­di­ği de gö­rül­mek­te­dir.

 

  Ban­ka­nın me­mu­ra ta­nı­dı­ğı tü­ke­tim kre­di­si                         kul­la­nı­la­bi­lir mi?

So­ru: Ma­aş­la­rı­mı ban­ka­dan çe­ki­yo­rum. Bu ara­da ban­ka 3 mil­yon li­ra­lık bir kre­di kul­lan­ma hak­kı ta­nı­yor. Kre­di bor­cu ve fa­i­zi ise ma­a­şım­dan ke­si­li­yor. Böy­le bir kre­di­yi kul­la­na­bi­lir mi­yim?

Ce­vap: Ban­ka­nın ta­nı­dı­ğı kre­di fa­iz­siz olur­sa kul­la­nı­la­bi­lir. Yal­nız mas­raf ka­dar bir faz­la­lık ek­le­nen kre­di­yi kul­lan­mak da müm­kün­dür. Ma­a­şın bir ban­ka ara­cı­lı­ğı ile alın­ma­sı yü­zün­den, bu ban­ka­nın bir kar­şı­lık bek­le­me­den bel­li mik­tar­da kre­di imkânı sağ­la­ma­sı ise karz (ödünç) hük­mün­de olur. An­cak fa­iz esa­sı­na da­yan­ma­yan fi­nans kay­nak­la­rı ile il­gi­len­mek, islâm top­lu­mu­nu fa­iz il­le­tin­den ko­ru­yup, mü­te­şeb­bis­le ta­sar­ruf sa­hip­le­ri­ni ara­cı­sız ve doğ­ru­dan bu­luş­tu­ra­cak olan al­ter­na­tif­le­re yö­nel­mek mü’mi­nin şi­a­rı ol­ma­lı­dır.

 

Yal­nız bir böl­ge­de gö­rev­li me­mur­la­rın ma­a­şın­dan                         ya­pı­lan ke­sin­ti­le­rin üç yıl son­ra zi­ya­de ile ge­ri                            ve­ril­me­si­nin hük­mü ne­dir?

So­ru: Ola­ğa­nüs­tü Hal böl­ge­sin­de ma­aş­la­rı­mız­dan her ay bir mik­tar pa­ra ke­si­li­yor. Bu pa­ra­lar üç yıl son­ra ge­ri ve­ri­lir­ken, o yı­lın en yük­sek fa­i­zi­nin yüz­de­si ile çar­pı­la­rak öde­ni­yor. Bu­ra­da alı­nan pa­ra helâl mi ha­ram mı?

Ce­vap: Bir böl­ge­de gö­rev­li me­mur­lar­dan her ay ke­si­len bu pa­ra­lar, eğer ge­lir ge­ti­ren meş­ru ya­tı­rım­lar­da ne­ma­lan­dı­rı­lı­yor­sa, üç yıl son­ra ana­pa­ra ve faz­la­sı­nın ca­iz olu­şun­da bir şüp­he bu­lun­maz. Bu ke­sin­ti­le­rin ne­re­de kul­la­nıl­dı­ğı bi­lin­mek­si­zin, dev­let üç yıl son­ra bel­li oran­da faz­la­lık ve­ri­yor­sa, bu, kar­şı­lık­lı “şart koş­ma” ve­ya “örf­leş­me” ol­mak­sı­zın borç­lu­nun ken­di­li­ğin­den ver­di­ği faz­la­lık ni­te­li­ğin­de olur ve ala­na meşrû bu­lu­nur.

Fi­nans Ku­rum­la­rı­nın da­ğıt­tı­ğı kâr fa­iz ni­te­li­ğin­de mi­dir?

So­ru: “Fa­iz­siz fi­nans ku­rum­la­rı”nın iş­lem­le­ri İslâm’ın fa­iz ya­sa­ğı içi­ne gi­rer mi? Da­ğıt­tık­la­rı kâr nis­bet­le­ri he­men he­men fa­iz oran­la­rı ile ay­nı çiz­gi­de de­vam edi­yor. Son­ra kâr ve za­rar or­tak­lı­ğı tam de­ğil­miş gi­bi bir du­rum var. Bun­la­rın bü­tün iş­lem­le­ri fa­iz dı­şı mı­dır? Bun­lar, İslâm eko­no­mi­si­nin fi­nans prob­le­mi­ni çö­ze­bi­le­cek bir ça­re mi­dir?

Ce­vap: Fa­iz­siz fi­nans ku­rum­la­rı ta­sar­ruf sa­hip­le­ri ile iş­let­me ara­sın­da­ki mu­a­me­le ba­kı­mın­dan İslâm’da­ki “Mu­da­ra­be (Emek-Ser­ma­ye Or­tak­lı­ğı)” esa­sı­na da­ya­nır. Fi­nans ku­ru­mu iş­let­me­ci (mu­da­rib), bu iş­let­me­le­rin kâr-za­rar ka­tı­lım fon­la­rı­na pa­ra ya­tı­ran­lar ise, ser­ma­ye sa­hi­bi (re’sül­mal) ta­ra­fı­nı oluş­tu­rur.

İş­let­me çe­şit­li va­de­ler­de ya­tı­rı­lan ser­ma­ye­le­ri, va­de­si­ne gö­re 3 ve­ya 6ay, 1 yıl, 3 yıl gi­bi kâr-za­rar ka­tı­lım fon­la­rın­da top­lar ve bun­la­rı va­de so­nun­dan ön­ce ge­ri dö­ne­cek şe­kil­de fi­nans­man ola­rak mü­te­şeb­bis­le­re kul­lan­dı­rır. Gü­nü­müz İslâmî  fi­nans ku­ru­luş­la­rı­nın pa­ra kul­lan­dır­ma yön­tem­le­ri şun­lar­dır. Mu­da­ra­be, Mu­şa­re­ke, Mu­ra­ba­ha ve Le­a­sin (ki­ra­la­ma). Bun­la­rı kı­sa­ca açık­la­ya­ca­ğız.

 

  a) Mu­da­ra­be:

İş­let­me; ser­ma­ye sa­hip­le­riy­le ken­di ara­sın­da­ki iliş­ki­ler ba­kı­mın­dan mu­da­ra­be (emek-ser­ma­ye) esas­la­rı­na ta­bi ol­du­ğu gi­bi, ba­zı fon­la­rı, yi­ne bu yol­la mü­te­şeb­bis­le­re ak­ta­ra­bi­lir. Bu tak­dir­de fi­nans ku­ru­mu ile mü­te­şeb­bis ara­sın­da “alt mu­da­ra­be” iş­le­mi söz ko­nu­su olur. Meselâ; bir in­şa­at mü­te­ah­hi­di, üç yıl­lık fon­dan mu­da­ra­be yön­te­mi ile beş mil­yar Türk li­ra­sı alıp, 50 da­i­re in­şa ede­rek top­lam 25 mil­yar li­ra­ya sa­tış­la­rı­nı ger­çek­leş­tir­se kârın %20’si mü­te­ah­hi­de ait ol­mak üze­re an­laş­ma ya­pıl­mış­sa kârın dört  mil­ya­rı mü­te­ah­hi­de, 16 mil­ya­rı da fi­nans ku­ru­lu­şu­na  ait olur. Fi­nans ku­ru­lu­şu sta­tü­sü ge­re­ği %20 kârı iş­let­me pa­yı ola­rak alı­yor­sa, yu­ka­rı­da­ki in­şa­at ör­ne­ğin­de­ki ka­lan 16  mil­yar kârdan %20 olan 3.2  mil­ya­rı alır ve ge­ri ka­lan 12.8  mil­ya­rı da ana­pa­ra ile bir­lik­te, mev­du­at sa­hip­le­ri­ne üç yıl­lık dö­nem kârı ola­rak da­ğı­tır.

Bu­na gö­re, ana­pa­ra üç yıl­da 3, 56 kat art­mış bu­lu­nur. Bu fo­na bir mil­yon li­ra ya­tı­ran, 3, 56 mil­yon li­ra ge­ri alır. An­cak fo­nun ge­ri ka­lan fi­nans­ma­nı­nın baş­ka alan­la­ra kul­lan­dı­rıl­ma­sı so­nu­cun­da bu or­ta­la­ma aza­la­bi­lir ve­ya da­ha da ar­ta­bi­lir.

Gü­nü­müz­de fi­nans ku­ru­luş­la­rı mu­da­ra­be yö­ne­ti­mi­ni kul­lan­mak ye­ri­ne bü­yük öl­çü­de pe­şin pa­ra ile mal alıp va­de­li sat­ma yo­luy­la fi­nans­man kul­lan­dır­ma­yı ter­cih et­mek­te­dir. Bu da kâr mar­jı­nı dü­şü­ren et­ken­ler ara­sın­da­dır.

b) Müşâreke:

Mü­şa­ra­ke “ser­ma­ye or­tak­lı­ğı” de­mek­tir. Fi­nans ku­ru­lu­şu ba­zı pro­je­ler için ken­di öz­ser­ma­ye­si ile va­de­si uy­gun olan ka­tı­lım fo­nun­dan da ser­ma­ye ko­ya­rak, ya­tı­rım ya­pa­bi­lir. Meselâ; 100 mil­yon ken­di öz ser­ma­ye­sin­den 100 mil­yon da mev­du­at sa­hip­le­ri­ne ait fon­dan ala­rak ti­ca­ret  işin­de kul­la­nır. Bu­ra­da  kâr, an­laş­ma esas­la­rı­na gö­re pay­la­şı­lır­ken, za­ra­ra ser­ma­ye oran­la­rı­na gö­re kat­la­nı­lır.

 

  c) Murâbaha:

Pe­şin mal alıp va­de­li sat­ma yo­luy­la fi­nans­man kul­lan­dır­ma yo­lu­dur. Bu­ra­da, meselâ; fi­nans ku­ru­lu­şu bir fir­ma­nın si­pa­ri­şi üze­ri­ne 500 mil­yon li­ra­ya sa­tın al­dı­ğı bir ma­lı, bir yıl tak­sit­le öden­mek üze­re fir­ma ile an­laş­ma ya­pıl­mış­sa, fa­iz ve enf­las­yon oran­la­rı­nı dik­ka­te ala­rak ek­li­ye­ce­ği bir kârla te­şeb­büs sa­hi­bi fir­ma­ya sa­tış ya­par. %65 kâr ek­le­miş­se, ma­lın fi­ya­tı 825 mil­yon li­ra olur.

Gü­nü­müz­de fi­nans ku­ru­luş­la­rı ge­nel ola­rak fon­la­rı­nı pe­şin pa­ra ile mal alıp va­de­li sat­ma yo­luy­la kul­lan­dır­mak­ta­dır­lar. Hat­ta bu şe­kil kul­lan­dır­ma­nın ora­nı %90’nın üs­tün­de­dir. Va­de­li sa­tış­ta fi­ya­tın çok yük­sek tu­tul­ma­sı mü­te­şeb­bis­le­rin fa­iz­li ban­ka­la­ra yö­nel­me­si­ne yol aça­ca­ğı gi­bi, sa­tış be­de­li­nin çok dü­şük tu­tul­ma­sı da da­ğı­ta­ca­ğı kârı azal­ta­ca­ğı için ta­sar­ruf sa­hip­le­ri­nin bir bö­lü­mü­nün yi­ne da­ha yük­sek fa­iz al­mak için ban­ka­la­ra yö­nel­me­si­ne se­bep ola­bi­lir. Bu yüz­den fi­nans ku­ru­luş­la­rı pe­şin alıp va­de­li sa­tış­ta ban­ka fa­iz oran­la­rı ile ül­ke­de­ki enf­las­yon oran­la­rı­nı dik­ka­te ala­rak kâr ora­nı ek­le­mek zo­run­da ka­lır­lar. Bu da so­nuç­ta bu ku­ru­luş­la­rı fa­iz oran­la­rı­na ya­kın kâr da­ğı­tı­mı­na sev­ke­der. Hal­kın na­za­rın­da da ban­ka­ya ya­kın ve ben­zer ku­ru­luş­lar ima­jı mey­da­na ge­ti­re­bi­lir.

Bu yüz­den fi­nans ku­ru­luş­la­rı­nın Mu­ra­ba­ha­lı sa­tış ye­ri­ne Mu­da­ra­be yön­te­mi­ni yay­gın­laş­tır­ma­sı İslâm ban­ka­cı­lı­ğı­nın ru­hu­na da­ha uy­gun­dur. Ger­çi İslâm fa­kih­le­ri­nin bü­yük ço­ğun­lu­ğu va­de­li sa­tış­ta ek­le­ne­cek “va­de far­kı”nın meş­ru ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler­dir. Fa­kat bu­nu sü­rek­li bir ka­zanç sağ­la­ma yo­lu ola­rak dü­şün­me­me­li­dir.

 

  d) Le­a­sing (fi­nan­sal ki­ra­la­ma) yön­te­mi

İslâm’da men­kul ve­ya gay­ri men­kul­le­rin ki­ra­ya ve­ril­me­si meş­ru gö­rül­müş­tür.Fi­nans ku­ru­luş­la­rı bu yön­tem­le so­yut bir ki­ra söz­leş­me­si­ni sür­dür­mek ye­ri­ne, so­nuç­ta ma­lı sat­ma­yı amaç­la­mak­ta­dır­lar. An­cak doğ­ru­dan sa­tış ye­ri­ne, ki­ra­la­ma sü­re­si so­nun­da mül­ki­ye­tin alı­cı­ya geç­me­si esa­sı (le­a­sing), ta­raf­lar için bir ta­kım ma­li ko­lay­lık­lar sağ­la­mak­ta­dır.

Meselâ; ye­ni bir yol­cu oto­bü­sü­nü bu yön­tem­le al­mak is­te­yen müş­te­ri ya­nın­da bu araç, meselâ; 4 yıl sü­rey­le ki­ra­lık ola­rak kal­mak­ta, an­cak ya­pı­lan baş­ka bir sa­tış söz­leş­me­si ile dört yıl sü­rey­le öde­ye­ce­ği tak­sit­ler be­lir­len­mek­te­dir. Bu­na gö­re alı­cı, “ki­ra be­de­li + sa­tış be­de­li” ol­mak üze­re iki çe­şit be­de­li dört yıl sü­rey­le öde­mek­te ve dör­dün­cü yı­lın so­nun­da ma­lın mül­ki­ye­ti alı­cı­ya in­ti­kal et­ti­ril­mek­te­dir.

So­nuç ola­rak; fi­nans ku­rum­la­rı­nın doğ­ru­dan fa­iz­le iş gör­dük­le­ri söy­le­ne­mez. An­cak bun­la­rın Mu­ra­ba­ha­lı yön­tem ya­nın­da mu­da­ra­be­yi yay­gın­laş­tır­ma­yı amaç­la­ma­la­rı ge­re­kir.

 

  Resmî da­i­re­le­rin al­dı­ğı ge­cik­me zam­mı fa­iz mi­dir?

So­ru: Ver­gi da­i­re­le­ri, SSK, Bağ-Kur, TEK, İS­Kİ vs. prim ve­ya ala­cak ge­cik­me­le­ri se­be­biy­le “ge­cik­me zam­mı” uy­gu­lu­yor­lar. Bu fa­iz mi­dir?

Ce­vap: Sö­zü edi­len da­i­re ve ku­ru­luş­la­rın za­ma­nın­da öden­me­yen prim ve­ya ala­cak­la­ra uy­gu­la­dık­la­rı “ge­cik­me zam­mı”, dev­le­tin koy­du­ğu bir çe­şit pa­ra ce­za­sı ni­te­li­ğin­de­dir. Bu ce­za­nın bir ayı­rım yap­ma­dan her­ke­se uy­gu­lan­ma­sı, ger­çek öde­me gü­cü olan­la, ol­ma­ya­nın be­lir­len­me­me­si sos­yal ada­let ba­kı­mın­dan hak­sız­lık­lar do­ğu­rur. Böy­le bir mü­ey­yi­de ol­ma­yın­ca da borç­la­rı­nı her­kes va­de­sin­den son­ra­ya bı­rak­ma­ya baş­lar ki bu da bu ku­ru­luş­la­rın iş gör­me­si­ni en­gel­le­ye­bilir.

Di­ğer yan­dan ka­ğıt pa­ra­nın sağ­lam bir kar­şı­lı­ğa bağ­lan­ma­ma­sı yü­zün­den eko­no­mi­si güç­lü ül­ke­le­rin pa­ra­sı özel­lik­le ge­ri kal­mış ül­ke­ler­de de­ğer ka­za­nır­ken, bu ül­ke­le­rin ken­di pa­ra­sı sü­rek­li ola­rak de­ğer kay­bet­mek­te­dir. Bu yüz­den, ala­cak­lı­nın rı­za­sı dı­şın­da borç­la­rın er­te­len­me­si ha­lin­de, bir ayı aşan ge­cik­meler­de ka­na­a­ti­miz­ce ka­ğıt pa­ra­yı ilk çı­kı­şın­dan be­ri asır­lar­dan bu ya­na ya­pıl­dı­ğı gib i­al­tı­na en­deks­le­ye­rek de­ğer kay­bı­nı kar­şı­la­mak hak­ka­ni­ye­te da­ha uy­gun­dur.(bk. İslâm' da pa­ra so­nu­su).

Ve­re­si­ye al­tın ve­ya dö­viz sa­tı­şı, ca­iz mi­dir?

So­ru: Ve­re­si­ye ola­rak al­tın ve­ya dö­viz sa­tı­şı, meselâ; ön­ce dö­viz, son­ra türk li­ra­sı ve­ya ön­ce TL, son­ra dö­viz ve­ya al­tın ve­ril­mek üze­re sa­tış ya­pıl­sa bu ca­iz mi­dir?

Ce­vap: Al­tın, gü­müş, na­kit pa­ra ve­ya dö­viz mü­ba­de­le­si­nin pe­şin ola­rak ya­pıl­ma zo­run­lu­lu­ğu var­dır. Çün­kü, al­tı mad­de­nin zik­re­dil­di­ği ha­dis­te; al­tın, gü­müş, buğ­day, ar­pa, ku­ru hur­ma ve tu­zun ken­di cins­le­riy­le pe­şin ve eşit mik­tar­da, al­tın ve gü­mü­şün ken­di ara­sın­da, di­ğer­le­ri­nin de ken­di ara­la­rın­da de­ği­şik cins­le­rin pe­şin mü­ba­de­le edil­me­si esa­sı ge­ti­ril­miş­tir.

An­cak bu gi­bi na­kit pa­ra ve­ya mislî mal­la­rın mü­ba­de­le­sin­de karz-ı ha­sen ola­rak ta­raf­la­rın bir­bi­ri­ne yar­dım­cı ol­ma­sı müm­kün­dür. Meselâ; 100 gr. 22 ayar al­tın bi­le­zik al­mak du­ru­mun­da olan bir kim­se, yal­nız 50 gram al­tın kar­şı­lı­ğı ka­dar öde­me ya­pa­bi­li­yor­sa, sar­raf bu kim­se­ye ge­ri ka­lan 50 gra­mı karz-ı ha­sen ola­rak ve­re­bi­lir. Böy­le­ce hem karz-ı ha­sen se­va­bı ka­za­nır ve hem de ko­nu­şu­lan va­de so­nun­da tes­lim et­ti­ği al­tın ka­dar ye­ni al­tın ve­ya bu­nun öde­me ta­ri­hin­de­ki de­ğe­ri­ni al­ma hak­kı­na sa­hip olur. Ay­nı şe­yi dö­viz için de dü­şün­mek müm­kün­dür. Meselâ; bin do­lar nak­de ih­ti­ya­cı olan kim­se yal­nız 500 do­la­rın be­de­li olan türk pa­ra­sı­nı ve­re­bi­li­yor­sa, dö­vi­zin sa­hi­bi is­ter­se ge­ri ka­lan 500 do­la­rı karz-ı ha­sen ola­rak ve­re­bi­lir (bk. “Karz-ı Ha­sen” ve “Sarf Ak­di” ko­nu­la­rı).

So­nuç ola­rak ve­re­si­ye al­tın, gü­müş ve­ya pa­ra mü­ba­de­le­si “ne­sie ri­ba­sı”na yol açar. Ay­rı­ca, ay­nı cin­sin de­ği­şi­min­de faz­la­lık var­sa “faz­la­lık ri­ba­sı” söz ko­nu­su olur. Bu yüz­den sar­raf­lık ve dö­viz ti­ca­re­ti ya­pan­la­rın, iş­lem­le­ri­ni pe­şin ola­rak yap­ma­yı amaç­la­ma­la­rı ge­re­kir.

 

  Pa­ra­dan pa­ra ka­zan­mak ca­iz mi­dir?

So­ru: Pa­ra pa­ra­yı do­ğu­rur mu? His­se se­ne­di ve­ya dö­viz alım-sa­tı­mı ya­pan kim­se pa­ra­ya pa­ra ka­zan­dır­mış sa­yı­lır mı?

Ce­vap: İslâm’da bir iş­lem­den ötü­rü kâra hak ka­zan­ma üç ne­de­ne da­ya­na­bi­lir. Kâra;

a) Ser­ma­ye,

b) Eme­ğin kar­şı­lı­ğı,

c) Ris­ke ka­tıl­ma kar­şı­lı­ğı

Bu­na gö­re bir kim­se bir ti­ca­ret işi­ne na­kit pa­ra ya­tı­ra­rak el­de edi­le­cek kâra ser­ma­ye ne­de­niy­le hak ka­za­nır. Bir Mu­da­ra­be (emek-ser­ma­ye) or­tak­lı­ğın­da ise iş­let­me­ci (mu­da­rib) be­lir­le­nen kâr pa­yı­nı eme­ği­nin kar­şı­lı­ğı ola­rak alır.

Kre­di or­tak­lı­ğın­da (vü­cuh şir­ke­ti) ise or­tak­lar hiç ser­ma­ye koy­mak­sı­zın, ti­ca­ri iti­bar­la­rı sa­ye­sin­de ve­re­si­ye mal alır­lar ve sa­tış so­nu­cun­da el­de edi­len kârı pay­la­şır­lar. Bu­ra­da kârın pay­la­şıl­ma­sı, za­ra­rı üst­len­me oran­la­rı­na gö­re olur. Meselâ; iki ki­şi 300 mil­yon li­ra­lık ve­re­si­ye mal alıp sat­sa­lar, bun­lar­dan bi­ri­si 100, di­ğe­ri 200 mil­yon­luk borç ris­ki­ni üst­len­miş bu­lun­sa, kârı da üç­te bir üç­te iki ora­nın­da pay­la­şır­lar. Bu­na gö­re, kâra ris­ke ka­tıl­ma kar­şı­lı­ğın­da ve ora­nın­da hak ka­zan­mış olur­lar.

So­nuç ola­rak, pa­ra­dan risk­siz ola­rak pa­ra ka­zan­mak ca­iz ol­maz. Bu da ana­pa­ra­yı yüz­de şu ka­dar kârı ile bir­lik­te ge­ri al­ma an­laş­ma­sın­da or­ta­ya çı­kar ki bu­ra­da­ki faz­la­lık fa­iz olur.

Meş­ru alan­da üre­tim ve ti­ca­ret ya­pan şir­ket­le­rin his­se se­net­le­ri­ni alıp-sat­mak ca­iz­dir. Çün­kü bun­lar­da his­se se­ne­di, his­se­li bir ar­sa ve­ya bi­na ve dükkânın ta­pu­su ye­rin­de­dir. Üç ki­şi ara­sın­da or­tak olan bir ar­sa­da­ki pa­yı­nı bir or­ta­ğın sa­ta­bil­di­ği gi­bi, bü­yük bir şir­ket­te pa­yı olan kim­se de bu­nu sa­ta­bi­lir.

Dö­viz alım-sa­tı­mı ya­pan kim­se al­tın ve gü­müş alım-sa­tı­mı ya­pan sar­ra­fa ben­zer. De­ği­şik cins pa­ra­la­rı gün­lük ra­yiç be­del­le alıp-sat­ma­sı ca­iz­dir. An­cak sa­tı­şın pe­şin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de “ne­sie fa­i­zi” mey­da­na ge­lir.

 

İyi ka­li­te buğ­day­la, dü­şük ka­li­te buğ­day na­sıl                      de­ğiş­ti­ril­me­li­dir?

So­ru: Bir ton iyi ka­li­te buğ­day­la, bir­bu­çuk ton dü­şük ka­li­te buğ­da­yın bir­bi­ri ile de­ği­şi­mi fa­iz mi­dir? “Mis­li mis­li­ne” ha­di­si şe­ri­fi bu­ra­da uy­gu­la­na­bi­lir mi, hik­me­ti ne­dir?

Ce­vap: Öl­çü ve­ya tar­tı bir­li­ği olan ay­nı cins mal­la­rı bir­bi­ri ile an­cak eşit ola­rak de­ğiş­tir­mek ca­iz­dir. Bu yüz­den buğ­day buğ­day­la, ar­pa ar­pay­la, ve­ya hur­ma hur­may­la pa­ra kar­şı­lık­la­rı söz ko­nu­su edil­mek­si­zin mü­ba­de­le edi­le­cek­se eşit mik­tar­da ve pe­şin ola­rak de­ğiş­ti­ri­le­bi­lir. Ak­si hal­de dü­şük ka­li­te­den ve­ri­le­cek faz­la­lık fa­iz olur. An­cak ta­raf­lar bu ma­lı, baş­ka cins bir mal­la ve­ya na­kit pa­ra ile de­ğer­len­di­re­rek is­te­dik­le­ri gi­bi sa­tış ya­pa­bi­lir­ler.

Ni­te­kim Bi­lal (r.a)’ın  Hz. Pey­gam­ber’e ik­ram et­mek üze­re, ken­di elin­de­ki adi hur­ma­nın iki öl­çe­ği­ni, bir öl­çek ka­li­te­li hur­ma ile mü­ba­de­le et­me­si üze­ri­ne, Al­lah el­çi­si şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ey­vah ey­vah ri­ba­nın ta ken­di­si. Bu­nu böy­le yap­ma. Hur­ma sa­tın al­mak is­ter­sen, ken­di hur­ma­nı na­kit pa­ra ile sat. Onun sa­tış be­de­li ile is­te­di­ğin hur­ma­yı sa­tın al.”8

Bu­ra­da mal tram­pa­la­rı­nın na­kit pa­ra ile de­ğer­len­di­ri­le­rek ya­pıl­ma­sı ön­gö­rül­mek­te­dir. Böy­le­ce ta­raf­lar­dan bi­ri­si­nin al­dan­ma­sı ön­len­miş olur. Çün­kü pa­ra ile de­ğer­len­dir­me ya­pıl­mak­sı­zın ka­li­te­li mal­dan ne ka­da­rı­nın ka­li­te­siz ma­lın ne mik­ta­rı­na denk ol­du­ğu­nu an­la­mak müm­kün ol­maz.

 

Ya­pı ko­o­pe­ra­tif­le­rin­de kul­la­nı­lan kre­di­nin ni­te­li­ği ne­dir?

So­ru: Ya­pı ko­o­pe­ra­tif­le­rin­de fa­iz­li kre­di kul­lan­mak ca­iz mi­dir? Böy­le bir kre­di fa­iz­se, kre­di­yi kul­la­nan ki­şi bun­dan na­sıl te­miz­le­nir?

Ce­vap: Ya­pı ko­o­pe­ra­tif­le­rin­de kul­la­nı­lan kre­di­le­ri iki­ye ayı­ra­rak de­ğer­len­dir­mek ge­re­kir. Ki­şi ve­ya ko­o­pe­ra­tif fa­iz­li ban­ka kre­di­si kul­lan­mış­sa, bu­nun fa­iz mu­a­me­le­si olu­şu açık­tır. An­cak “ka­mu or­tak­lı­ğı” ku­ru­lu­şun­dan ve­ri­len kre­di­le­rin, her­ke­sin or­tak ol­du­ğu bir fon­dan ve­ril­me­si, kont­rol­lü ola­rak bi­na ya­pı­mı­na sar­fe­dil­me­si ve fa­iz oran­la­rı­nın enf­las­yo­nun çok al­tın­da tu­tul­ma­sı bu kre­di­le­rin fark­lı şe­kil­de de­ğer­len­di­ril­me­si­ne açık ka­pı bı­rak­mak­ta­dır.

Şöy­le ki:İslâm’da bir­den faz­la ki­şi or­tak ola­rak bi­na ya­pa­bi­lir. Her or­tak in­şa­a­ta ya­tır­dı­ğı pa­ra ka­dar or­tak olur. Bu or­tak­lar­dan bi­ri­si va­kıf, şir­ket ve­ya dev­let de ola­bi­lir. Bu­na gö­re, meselâ; her bi­ri yüz mil­yon li­ra­ya mal olan ko­o­pe­ra­tif da­i­re­le­ri için “top­lu ko­nut ida­re­si” da­i­re ba­şı­na 25’er mil­yon li­ra kre­di ver­miş­se, dev­let ger­çek­te bu mül­kün dört­te bi­ri­ne “hük­men or­tak” sa­yı­lır. Dev­let bu pa­yı­nın üs­tü­ne kârını ek­le­ye­rek 15 yıl tak­sit­le ko­o­pe­ra­tif üye­si­ne dev­ret­se, bu bir or­ta­ğın ken­di pa­yı­nı baş­ka bir or­ta­ğa sat­ma­sı gi­bi olur. Bu­na gö­re, top­lu ko­nut kre­di mev­zu­a­tın­da ya­pı­la­cak ba­zı de­ği­şik­lik­ler­le, bu uy­gu­la­ma­nın, mü’min­le­rin zi­hin­le­ri­ni ka­rış­tı­ran “fa­iz­li kre­di” gö­rün­tü­sün­den çı­ka­rıl­ma­sı ve prob­le­min “or­tak­lık” çer­çe­ve­sin­de çö­züm­len­me­si müm­kün­dür. Bu de­ği­şik­lik ya­pı­lın­ca­ya ka­dar, ko­nut kre­di­si kul­lan­mış olan­la­rın, ge­ri öde­me­ye baş­la­maz­dan ön­ce gü­cü yet­ti­ği tak­dir­de bor­cun ta­ma­mı­nı pe­şin ka­pat­ma­sı bu­na gü­cü yet­me­ye­nin ise ana­pa­ra ve faz­la­lı­ğı al­tı­na en­deks­le­ye­rek yıl­la­ra böl­me­si bu­na gö­re he­sap çı­kar­ma­sı müm­kün­dür.

Çün­kü bir İslâm dev­le­tin­de top­lu­mun or­tak mül­kü olan bir fon­dan fa­iz­siz kre­di ve­ri­le­cek­se %60’ın üs­tün­de yıl­lık enf­las­yo­na açık za­yıf bir pa­ra ile bu fo­nu sür­dür­me imkânı bu­lun­maz. Böy­le bir kre­di ya al­tın gi­bi sa­bit bir de­ğer­le ve­ril­me­li, ya da yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi, dev­let­le ki­şi ara­sın­da or­tak mes­ken ya­pı­mı yo­lu­na gi­dil­me­li­dir. Ya­pı ta­mam­la­nın­ca da dev­let ken­di pa­yı­nı, ki­şi olan or­ta­ğı­na kârını ek­le­ye­rek tem­lik et­me­li­dir.

So­nuç ola­rak bu kre­di ti­ca­ri amaç­la kul­la­nıl­ma­ma­lı ve prob­le­min “ya­pı or­tak­lı­ğı” çer­çe­ve­sin­de çö­zül­me­si her mü’mi­nin ama­cı ol­ma­lı­dır.

 

Ve­re­si­ye mal sa­tan kim­se son­ra­dan ma­la ge­len zam­mı alı­cı­ya yan­sı­ta­bi­lir mi?

So­ru: Bak­kal­lar dört ay­lık ve­re­si­ye alan müş­te­ri­ye, mal­la­ra ge­len zam­la­rın far­kı­nı ek­le­ye­bi­lir mi? Fi­yat ar­tış­la­rı se­be­biy­le mey­da­na ge­len za­ra­rı kim öde­ye­cek?

Ce­vap: Ma­lı dört ay va­de ile sa­tan bir bak­kal bu­na bir mik­tar va­de far­kı ek­le­miş ola­bi­lir, ya da sü­rüm­den ka­zan­mak ama­cıy­la ma­lı pe­şin fi­ya­tı­na ver­miş bu­lu­na­bi­lir. Her iki du­rum­da da borç na­kit pa­ra üze­rin­den de­vam et­ti­ği için va­de so­nun­da ye­ni ilâve yap­ma imkânı bu­lun­maz. An­cak stan­dart olan (mislî) mal­lar­da bak­kal pa­ra ye­ri­ne, va­de­li ver­di­ği ma­lın cins ve mik­ta­rı­nı ya­zar­sa, müş­te­ri­ye bu ma­lı “karz-ı ha­sen” ola­rak ver­miş olur. Va­de ta­ri­hin­de müş­te­ri ay­nı cins ve mik­tar­da­ki ma­lı bak­ka­la ge­ri ve­re­bi­le­ce­ği gi­bi, ye­ni fi­yat üze­rin­den sa­tış be­de­li­ni de ve­re­bi­lir.

Bu du­ru­ma gö­re kre­di­li sa­tış ya­pan ki­şi ve­ya ku­ru­luş, kaç ay va­de­li ve­re­bi­li­yor­sa, bu­na gö­re be­lir­le­ye­ce­ği fi­ya­tı da­ha son­ra da­ğiş­ti­re­mez. An­cak ma­lı karz ola­rak ver­di­ği tak­dir­de ye­ni fi­yat üze­rin­den be­de­li­ni al­ma imkânı do­ğa­bi­lir.

 

  Mü’min ta­sar­ruf­la­rı­nı na­sıl de­ğer­len­dir­me­li­dir?

So­ru: Bir müs­lü­man gü­ve­ni­lir bir or­tak bu­la­ma­dı­ğı, ken­di­si de bir iş­let­me aça­ma­dı­ğı tak­dir­de bi­rik­miş pa­ra­sı­nı eko­no­mi­ye na­sıl in­ti­kal et­ti­re­bi­lir?

Ce­vap: Ta­sar­ruf­la­rı­nı biz­zat iş­le­te­me­yen kim­se, bu­nu mu­da­ra­be yo­luy­la iş­le­te­cek gü­ve­ni­lir or­tak da bu­la­ma­dı­ğı tak­dir­de, al­tın ve­ya dö­vi­ze bağ­la­ya­rak değe­ri­ni ko­ru­ma ya­nın­da, pa­ra­nın eko­no­mi­ye ka­tıl­ma­sı­nı sağ­la­mak için İslâmi esas­la­ra gö­re ça­lış­tı­ğı bi­li­nen bir fi­nans ku­ru­mu­na ve­ya meşrû alan­da üre­tim ve ti­ca­ret ya­pan bir şir­ke­tin his­se se­net­le­ri­ne ya­tı­rım ya­pa­bi­lir.

 

  Geç­miş yıl­lar­dan ka­lan borç­la­rın öden­me­si na­sıl ol­ma­lı­dır?

So­ru: Bir iki haf­ta son­ra öde­mek üze­re mal alan ki­şi, bor­cu­nu bir yıl son­ra ge­tir­se, borç, ma­lın o za­man­ki fi­ya­tı üze­rin­den alı­na­bi­lir mi? Yok­sa ilk sa­tıl­dı­ğı za­man­ki fi­yat­tan mı alın­ma­lı?

Ce­vap: Geç­miş yıl­lar­dan ka­lan borç­lar, al­tın ve­ya dö­viz bor­cu gi­bi, de­ğe­ri­ni ko­ru­yan bir borç­sa, mik­ta­rın­ca öden­me­si ye­ter­li olur. Fa­kat yük­sek enf­las­yo­na açık türk li­ra­sı gi­bi ka­ğıt pa­ra bor­cu ise, bu­nu bor­cun öden­me­si ge­re­ken ta­rih iti­ba­riy­le al­tı­na en­deks­le­ye­rek, öde­me ta­ri­hin­de­ki al­tın kar­şı­lı­ğı he­sa­bı ile öde­mek hak­ka­ni­ye­te ve ada­le­te uy­gun dü­şer. Çün­kü kâğıt pa­ra te­mel­de al­tın kar­şı­lı­ğın­da çı­ka­rıl­mış ve yüz­yıl­lar­ca bu en­deks­le­me sür­müş­tür. Gü­nü­müz­de ka­ğıt pa­ra ile al­tın ara­sın­da açık bir bağ­lan­tı bu­lun­ma­mak­la bir­lik­te bu­nu, borç­la­rın öden­me­sin­de bü­yük hak­sız­lık do­ğu­ran du­rum­lar­da, ve ge­cik­miş borç­lar­da uy­gu­la­mak, İslâm’da­ki “ne hak­sız­lık yap­mak ve ne de hak­sız­lı­ğa uğ­ra­ma­mak” il­ke­si­ne uy­gun dü­şer.9 Çün­kü bir bor­cu ar­tı­ra­rak öde­me­yi şart koş­mak borç­lu­ya kar­şı hak­sız­lık ol­du­ğu gi­bi, ala­cak­lı­nın rı­za­sı dı­şın­da ek­sik ola­rak öde­mek de ala­cak­lı­ya kar­şı hak­sız­lık sa­yı­lır.